Bir aydan fazladır Güney Kürdistan’da karadan ve havadan bir savaş yürütülmektedir. Rakamlar hayli ilginç; ilk başlarda rakamların gerçeğini PKK’ye yakın medyanın bile söylemeye çekindiği gözlenmekteydi.
Kürt basının aslında söyleyemediği İran’ın kayıp sayısı değil, bu savaşa katılım durumuydu. Ancak artık Kürt basının da çekinmeden dillendirdiği gibi son günlerde (04.09.2011e kadar) eklendiğinde toplamda altı yüzü geçen bir rakamdan bahsedilebilir.
Elbette savaşlar sadece rakamlarla ifade edilemez; semboller ve mesajlar çıkarıldığında aslında savaşlar yapılmamış sayılacak kadar değersizleşirler. PJAK bir önceki saldırıda İran’a büyük kayıp verdirmesinin ardından aralarında üst düzey yöneticilerin de bulunduğu fedai bir eylemle finali kapatmıştı.
Bir karakola yapılan fedai eylemle zaferden çok bir kararlılık; her düzeyde sembolize ediliyordu. İran ateşkes dilenmek zorunda kaldı.
Türkiye statüsüz masadan kalkan, oturmayan Kürt temsiliyetini yine statüsüz masaya oturtmak daha doğrusu teslim almak istemektedir. İran ile ortaklaştığı noktaların birincisi; oluşabilecek halk ayaklanmaları yerine halkları daha doğrusu Kürtleri “ Tamam bu saldırıları durdurun hiçbir şey istemiyoruz” dedirtmeye getiriyorlar.
Türkiye sorun yaratıp bunu satmada bire birdir. Zaten yarattığı KCK dosyasıyla bir ara şunu dedirtti “KCK’li tutsakları (rehineleri) bırakın müzakere başlatalım”. Bence Kürt rehineler müzakerelerin değil birebir diyaloğun ön koşulu olmalıydı. Böylece bu dosya şahsında düşmanca sergilenen her tepki durmadığında diyalog olmayacaktı. Düşmanca davranmanın yanına düşmanca yaratılan kurumları da ekleyebiliriz. Çünkü YİBO’larda bir tek Kürt kadını tecavüze uğramamış bile sayılsa buralarda bir halka tecavüz söz konusudur. Arapçada tecavüz yani ihlal ya da sınırı aşmak, haddinden fazla gitmek, hakkın dışına çıkmak anlamını taşımaktadır.
İran’la Türkiye’nin bu saldırılarının ikinci ortak yanı, aslında ikisi de kendi sınırlarında yapacakları operasyonlar yerine Güney Kürdistan’ı seçmeleridir. Bence bir gerçeği halkla paylaşmak gerekir evet eğer ellerinden gelse Güneydeki kazanımları da ele geçirirler. Ama sanki Türkiye üzerinden KDP’yi İran üzerinden ise YNK’yi PKK karşına çıkararak baskı altına almak isteyen bir zihniyet, bir plan dolanmaktadır. Her iki ülkenin de sanki sınırları içerisindeki binlerce gerilla bitirilmiş Güneye ava çıkmışlar gibi bir durum var. Tam aksine savaş durumuna nazaran içte ciddi operasyonlara yeltenmemektedirler.
O halde sadece Güneydeki kazanımlara yöneliyorlar demek yakın zamanda nabza göre şerbet ihtimaliyle hareket eden KDP ve YNK’den gelecek tepkileri hesaplamamak demektir.
Evet, Güneyde kazanımlar var ve Özgürlük Hareketinden eksilen her güç bu kazanımları da zayıflatır ancak aynı zamanda unutulmamalıdır ki Güney Kürdistan’a saldırının en büyük sebebi Güney Kürdistan’ın PKK’ye baskı uygulamadaki en zayıf halka olmasındadır.
PKK ta Japonya’da yaşayan beş yüz Kürdün neredeyse yarısını harekete geçirecek kadar kapsamlı bir ağa sahipken bu denge ve hassasiyetle Güney Kürdistan’da Ulusal çıkarlar adına milyonları bulan pasif kitleyle yaşamak durumunda kalıyor.
Biz buna PKK’yi Güneyde dizginlemek demesek bile milyonlarca Kürdün dizginlenmesi söz konusu değil mi?
Zaten PKK Kürt dinamizminin kendisidir. Kürdistan’da bir parçanın pasif oluşu o parçaya yapılan PKK ameliyatı değil midir?
Sen bir kazanımı baştanbaşa yüzlerce kilometresinden düşmanı püskürteceksin; bu kazanım üzerinden ağa olmuş insanlar çıkıp “Eylemlerinizle çıkarlarımızı dikkate almıyorsunuz” deyip düşmanın seni kürtaj etmesine alkış çalacaklar.
Güneyli siyasetçiler ulu ortada yedi sivilin katledilmesine rağmen yaptıkları açıklamalarla Türkiye’ye “Siz istediğinizi yapın ama bizim ticari, siyasi ilişkilerimize zere kadar zarar gelmeyecek” mesajının peşindeler. Zaten mevcut ticari ilişkileri bir damla ulusal çıkarlara yarasaydı Türkiye’nin kendisi böyle bir savaşı göze alamazdı. Demek ki savaşa rağmen ilişkiler gümbür gümbür devam ediyorsa o zaman bu savaş ilişkiler nezdinde oluşuyor demektir. Hatta PKK’ye karşı daha da sertleşmemeleri söz konusuysa bu kitlenin öfkesini frenleyememesinden kaynaklanmaktadır.
Güneyde iktidar dışındaki diğer muhalif yapılarda tribüne oynamaktan başka bir şey yapmamaktadırlar.
Bir diğer dinamizm ise Güneyde sivil toplum örgütünün kendisidir. Kortek’te 7 sivilin katledilmesinin ardından toplamda 17 civarında inisiyatif oluşmuş bulunmaktadır. Bu inisiyatifler sayısal olarak bir ağı oluştursa da kendi aralarında eşgüdümlü çalışmadıklarından mevcut gücü parçalamışlardır. İçerik olarak bir niteliği yakalayan yapılar bile ikna edici çekici bir tarz yakalayamamışlardır.
ABD’nin müdahalesinden sonra güya geliştirilen STK’lar yerel ve dış istihbaratların eliyle geliştirildiği için bu alan askeri yapılardan daha kontrollü ve emir komuta zincirini işletmektedir.
Oluşan zeminden faydalanmak için temsili düzeyde katılımlar olmuştur. Öyle ki bazı yerlerde eylemi düzenleyen örgüt sayısından daha az insan eylemin kendisine katılım sağlamıştır.
Yine birçok yerde tabanın tepkisinin olduğu gözden kaçmasa da eylemlerde komşu ülkelerin dengelerini gözeten ve STK’ları dizginleyen PDK ve YNK’nin bu alanı gölgelemesi gözlerden kaçmamıştır.
STK’larla yaptığımız bir tartışma önemli bir sivil toplum örgütüne öncülük eden bir şahıs “ Bizim oluş sebebimizin zemini ve kaynağı belidir PDK ve YNK oluşturduğu maddi ve istihbari ağla zaten bizi gölgelerinden başka bir yerde yaşamamıza izin vermemektedir o halde bu alandan bir şey beklemek yerine bu zemini görmek daha doğru olur” şeklinde aktarmaktadır.
Her şeye rağmen iyi bir yöntem izlendiğinde Güney Kürdistan’da kayda değer tepkilerin olacağı anlaşılmıştır. Gerek iç dinamiklerin ve gerek dış dinamiklerin çekindiği kitlenin kendisidir. Kitle belirleyiciliği “Halkların Baharı” olarak adlandırdığımız dalgalanmada da ortaya çıkarttığı gibi icat edilmemiş en büyük silah ve iradedir.
Ozan Erdem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder