7 Ekim 2012 Pazar

Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünden Skandal Fişlemeler

Roj Hack tarafından Lekolin.org sitesine ulaştırılan Dicle Üniversitesi öğrencilerine ait fişleme belgelerini deşifre etmeye devam ediyoruz.

Roj Hack’in ele geçirdiği fişleme belgeleri arasında AKP hükümeti İç işleri bakanlığının Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne, Dicle Üniversitesi öğrencilerinin fişlenmesine dair gönderdiği 2005 yılına ait ‘gizli’ ibareli bir yazı da bulunuyor.

Sitemize bir bölümü ulaştırılan Dicle Üniversitesi öğrencilerine ait fişleme belgeleri arasında bazı öğrenciler hakkında skandal olabilecek fişlemelerin yapıldığı ortaya çıktı.


















TEM’İN ÖZEL SAVAŞ  POLİTİKASI  DEŞİFRE  EDİLDİ

Roj Hack tarafından sitemize gönderilen belgelerin içerisinde on binlerce öğrenci farklı şekillerde ve hukuk dışı yöntemlerle fişlendiği görülüyor. AKP devletinin Diyarbakır TEM (Terörle mücadele şubesi) eliyle gerçekleştirdiği skandal fişlemelerde öğrencileri Kürt Özgürlük Hareketinden uzaklaştırmak ve düşürmek için uyguladığı özel-psikolojik savaş politikalarını da deşifre ediyor.

VALİLİK BURSUYLA EYLEMLERDEN UZAKLAŞTIRMA

Roj Hack’in ele geçirdiği fişleme belgelerinde bazı öğrencilerin tehlikeli olduğu ve etkisizleştirilmesi gerektiği kaydı geçerken bazı fişlemelerde ise bazı öğrencilere ajanlık için teklifte bulunulduğu ve polislerin bazı öğrenci aileleri ile görüşmeler yaparak valilik bursuna bağlayarak öğrencileri politik kimliğinden ve öğrenci eylemselliklerinden uzaklaştırıldığı görülüyor.

‘RANDEVU EVİ PİÇİ VE KADIN SATIYOR’ İBARELİ FİŞLEME

Fişleme belgelerinde tüm öğrencilerin katıldığı demokratik eylem ve gösteriler bir bir dizilirken, özellikle Diyarbakır’da Kürt öğrenci Şerzan Kurt’un AKP polisi tarafından katledilmesini protesto eden gösteriye katılan öğrenciler ‘gebertilen Şerzan Kurt’un protestosuna katıldı" diye fişlendi. Bazı öğrencilerin bahaneler üretilerek gözaltına alınıp tutuklanmasının sağlanması gerekliliğinin kaydı geçiyor. Öte yandan Mehmet Ali Karaca adlı öğrenciye ait fişleme belgesinde ise ‘randevu evi piçi ve kadın satıyor’ ibaresi kullanılmış. 





Roj Hack Hacker grubu Lekolin.org sitesine gönderdiği açıklamasında; Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünün bilgisayar sistemini hacklediklerini belirterek, Dicle Üniversitesi öğrencilerinin fişleme belgelerini aldıklarını duyurdu. 

DİCLE ÜNİVERSİTESİNİN 2008-2011 YILLARI ARASINDAKİ ÖĞRENCİLERİ FİŞLENDİ

Roj Hack açıklamasında; Hackledikleri emniyet müdürlüğü bilgisayarlarında işgalci AKP devletinin polisleri tarafından yapılmış fişleme belgelerine ait veri tabanlarına ulaştıklarını, Dicle Üniversitesi ve bağlı tüm fakültelerinde 2008-2011 yılları arasında on binlerce öğrencinin orijinal fişleme belgesine ait GBT programı ve buna ait veri tabanlarını ele geçirdiklerini duyurdu. Yapılan açıklamada; ele geçirilen belgelerde 27471’i erkek 16177’si kız öğrenci olmak üzere 43648 öğrenciye ait fişleme belgelerine ait veri tabanlarının çözümü yapıldıktan sonra en kısa zamanda yayınlayacaklarını belirtti. 

FİŞLEME VERİ TABANLARINDA MAHSUM KARAOĞLAN VE AYDIN ERDEM DE BULUNUYOR

Roj Hack’in lekolin.org sitesine gönderdiği öğrenci fişleme belgelerinin ilk çözümleri içinde, 4 Nisan 2009’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın doğum günü vesilesiyle Urfa’nın Halfeti ilçesine bağlı Amara(Ömerli) köyündeki yürüyüşe katıldığı için AKP faşist güçleri tarafından katledilen Mahsum Karaoğlan ile aynı yıl Diyarbakır’da bir protesto yürüyüşüne katıldığı için AKP polisi tarafından hedef gözeterek katledilen Aydın Erdem’e ait fişleme belgeleri de var.

AKP devletinin polis ve askerleri tarafından katledilen Kürt gençleri Mahsum Karaoğlan ve Aydın Erdem ile ilgili fişleme belgesinde, yaşamını yitiren gerillaların cenazesine katılmaları; “leş cenazesi” olarak belirtilerek isimlerinin karşısında “umut verici olmadıkları” notları düşülmüş ve son kısımda ise “ gebertildi” ibaresine yer verilmiş.

ROJ HACK’İN ELİNDE FİŞLEMEYİ GERÇEKLEŞTİREN POLİSLERİN FOTOLARI DA VAR

 Ayrıca Roj Hack’in ele geçirdiği belgeler içinde AKP polisi tarafından düşürülerek yurtsever Kürt öğrencileri aleyhine gizli tanık olarak kullanılan bir öğrenci ve bu fişleme çalışmasını gerçekleştiren Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne bağlı Terörle mücadele polislerinin fotoları da var.

Lekolin.org Haber Merkezi

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info

Demirtaş: BDP'nin Oyları Yüzde 10'un Üzerinde

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) 14 Ekim günü kongresini gerçekleştiriyor. Baskılara rağmen partilerine desteğin giderek arttığına işaret eden BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Oy oranımızın yüzde 10’un üzerinde olduğunu düşünüyoruz” dedi.

Yaklaşan kongre ve binlerce üyesi tutuklu olan partilerine yönelik seçmen desteği konusunda ANF’ye konuşan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 14 Ekim’de yapılacak kongrenin, bir kadro yenileme kongresinden çok tutuklanan ve bu vesileyle eksik kalan kadroları tamamlama kongresi olacağını söyledi.

“Tutuklu olan arkadaşlar veya parti yönetimi başarısız olduğu için değil. Bu olağanüstü kongre, siyasi soykırım operasyonlarına karşı, bir cevap olabilmek için yapılacak kongredir” diyen Demirtaş, parti yönetimine girmek için birçok yerden başvurular yapıldığını ifade etti.

56 PM ÜYESİ CEZAEVİNDE

BDP’nin 120 üyeli Parti Meclisi’nin yarısına yakını, diğer bir ifadeyle 56 PM üyesi cezaevlerinde bulunuyor. Bununla birlikte 6’sı vekil, onlarcası belediye başkanı olmak üzere 200’ü aşkın seçilmişin aralarında olduğu BDP’nin binlerce aktif üyesi AKP hükümeti tarafından tutuklanarak cezaevlerine konuldu. Demirtaş, “8-9 bin arkadaşımız cezaevinde” diyor.

Kongrede “ideolojik, çizgisel bir tartışma” olmayacağını kaydeden Demirtaş, “Kadroların takviye edilmesi kongresidir” diye tekrarladı. Demirtaş devamla şunları dile getirdi: “Önümüzdeki görevleri, güç ve parti yönetimini ve kararlılığını ortaya çıkarma kongresidir. Bununla birlikte siyasi soykırım operasyonlarının, partimizde asla bir karamsarlığa, bir dağılma, yenilgiye yol açmadığı, dosta düşmana herkese ifade edilecek bir kongredir. Halkımız da her yerde bu kongreyi yakından izliyor. Yerelde yapılan toplantılara da son derece büyük ilgi var. Bu kongreyle birlikte coşkuyla heyecanla, yolumuza devam edeceğiz.”

HERKES GÖREV TALEP ETMELİ

Partilerinde görev almak için yapılan başvuruların “sevindirici” olduğunu belirten Demirtaş, şu çağrıda bulundu: “Bütün halkımıza bir kez daha kongreye karşı ilgi, dayanışma çağrısı yapıyorum. Görev almak için, BDP’de çalışmak için herkes kongreye ilgi göstermelidir. Elindeki bütün güç ve olanaklarla partisinin yanında olmalıdır. Parti meclisi, gençlik, kadın çalışmalarında görev alabilecek herkes, mutlaka başvuru yaparak, görev talep etmelidir. Çünkü herkesin mutlaka partimizde, gerek komisyonlarda gerekse de merkezi düzeyde, yapacağı bir şey vardır.”

BDP kongreye katılım için dünyanın hemen her bölgesine davetiye gönderdi. Başta Güney, Doğu ve Batı Kürdistan olmak üzere, Ortadoğu ülkeleri, Avrupa, Amerika ve Latin Amerika’ya kadar çok sayıda ülkeden kongreye katılımlar istendi.

KÜRDİSTANİ PARTİLERİN KATILIMI ÖNEMLİ


“Tamamı katılamasa bile önemli bir kısmı mesajla destek verecektir” diyen Demirtaş, Irak Cumhurbaşkanı ve YNK lideri Celal Talabani ile Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’ye de davetiye gönderdiklerini ifade etti.

Demirtaş, “Sayın Talabani ve Barzani’den katılacaklarına şu ana kadar şahsen dair bir mesaj almış değiliz” dedi ve ekledi: “Tabi ki KDP ve YNK ve diğer Kürt hareketlerinin parti kongremize gösterecekleri ilgi, ulusal birlik açısından da, Kürt halkının moral ve motivasyonu açısından da çok önemli olacaktır.”

Demirtaş, “BDP’nin kongresine Kürdistani güçlerin yaklaşımı bizler açısından önemlidir. Biz onlardan da kongremize ciddi bir ilgi ve dayanışma bekliyoruz” şeklinde konuştu.

BDP’NİN OYLARI YÜZDE 10’UN ÜZERİNDE

BDP, baskılara rağmen partilerine desteğin arttığına da işaret ediyor. Kürt siyasal hareketine yönelik özellikle Mart 2009’da yapılan son yerel seçimlerdeki tarihi başarı ardından yeni bir baskı dalgası gelişti. Türk Cumhuriyeti tarihin en büyük kitlesel gözaltıları bu süreçte yaşandı. Kürt hareketi ve Kürtlerle dayanışma içinde olan tüm muhalif kesimler operasyonların hedefi oldu.

Demirtaş, oy oranları için “Yüzde 10’un üzerinde olduğumuzu düşünüyoruz” dedi. “Fakat AKP yanlısı anket şirketleri BDP’nin oy oranını hiçbir zaman gerçek olarak yansıtmıyorlar” şeklinde sözlerini sürdüren Demirtaş, ancak Adil Gür’ün A&G Araştırma Şirketi’nin yaptığı anketlerde gerçeğe yakın bir oranın tutturulduğuna işaret eti.

BARAJ KAYGIMIZ YOK

Demirtaş, “Özellikle A&G’nin anketlerinde partimiz yüzde 9’a yakın bir oy oranı ile görünüyor. Biz gerçeğin bundan çok daha fazla olduğunu biliyoruz” ifadelerini kullandı.

“Bizim baraj ile ilgili bir kaygımız yok. Ama yine de barajın düşürülmesi konusundaki ilkesel tavrımızı her zaman sürdürüyoruz” diyen Demirtaş, BDP’nin oy oranı artarken, Kürt illerinde AKP ve CHP’nin oy oranlarının da azaldığına dikkat çekti. Demirtaş, önemli ölçüde AKP’nin tabanından partilerine oy kaydığını vurguladı. 


ANF

Filipinler'de Devlet ve Müslümanlar Özerklikte Anlaştı




MANILA - Filipinler hükümeti ile ülkenin güneyinde bağımsızlık mücadelesi veren Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MILF) arasındaki barış görüşmelerinde çerçeve anlaşma sağlandı. Hükümet, Müslümanların çoğunlukta bulunduğu ülkenin güney bölgesinde ‘Bangsamoro’ adlı Özerk Bölgenin kurulmasını kabul etti.

Filipinler Cumhurbaşkanı Benigno Aquino, Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MILF) ile 15 yıldır çatışmalara rağmen sürdürülen barış görüşmelerinde ‘çerçeve barış anlaşması’ üzerinde uzlaştıklarını duyurdu. Aquino, tarafların yıl sonuna kadar nihai anlaşma sözü verdiği çerçeve anlaşma için, “Bu çerçeve anlaşma Mindanao’da kesin ve kalıcı barışın yolunu açıyor” dedi.

Fransız haber ajansı AFP’ye demeç veren MILF siyasi işlerden sorumlu başkan yardımcısı Gazali Jaafar ise, anlaşmadan dolayı büyük mutluluk duyduklarını söyledi. Jaafar, “Çok mutluyuz. Bunun için Cumhurbaşkanına teşekkür ediyoruz” dedi.

MÜSLÜMANLAR ARTIK ÖZERK OLACAK

Tarafların vardığı anlaşma, ülkenin güneyinde yaşayan Müslümanlara özerklik hakkını içeriyor. Buna göre Müslüman çoğunluklu bölgede, Moro halkının adını içeren ‘Bangsamoro’ özerk bölgesi kurulacak. MILF silahlı güçlerini lavetmesine karşın, bölgedeki kamu güvenlik birimleri ordudan özerk bölgeye bağlı polis gücüne dönüştürülecek. Anlaşmaya göre, tüm bunlar kuruluşuna karar verilen ‘Geçiş Komisyonu’ tarafından hayata geçirilecek.

40 YIL SÜREN MÜCADELE

Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MILF), Filipinler’in güneyinde, çoğunluğu Müslüman olan Moro halkının bağımsızlığı için 40 yıldır mücadele veriyordu. Moro halkının bağımsızlık mücadelesinde 120 binden fazla kişi hayatını kaybetti.


ANF

Cemil Bayık: Halkımız Tüm Gücüyle Ayağa Kalkmalı


KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim 1998 komplo sürecini değerlendirdi. Bayık, bu komplonun NATO’nun en önemli operasyonu olduğunu belirtirken, halkı komplonun yıldönümünü “nihai hesaplaşmanın bir gerekçesi yaparak, ulusal onuruna ve önderliğine sahip çıkmaya, mücadeledeki kararlı ve inatçı tutumunu geliştirmeye ve tüm gücüyle ayağa kalkmaya” çağırdı.

Bayık’ın 9 Ekim komplosunu değerlendiren yazısı PKK internet sitesinde (http://www.pkkonline.com/) yayınlandı. Bayık’ın yazısı şöyle:

“Uluslararası komplonun üzerinden tam on üç yıl geçti. 9 Ekim 1998 komplosunun ise on dördüncü yılına girmekteyiz. Uluslararası komplo bir halkın kaderini belirleyecek ve tarihin yönünü değiştirecek önemde bir olaydır. 9 Ekim halkımız ve partimiz için kara bir gün, insanlık için bir utanç günü, uluslararası zalim hegemonik güçler içinse acımasızlık, zulüm ve zorbalıkta sınır tanımadıklarını gösteren bir gündür. Bu vesileyle Reber Apo’yu en derin duygularımla bir kez daha saygıyla selamlarken halkımızın özgürlük mücadelesinde hiçbir şeyini esirgemeden kahramanca şehit düşen tüm yoldaşların anısı önünde saygıyla eğiliyor; bu günü bizlere, halkımıza ve insanlığa yaşatan tüm güçleri lanetliyorum.

Bilindiği üzere halkların tarihinde şerefle ve gururla anılan günler vardır. Gelecek bu tür günler üzerinde bina edilir. Tabi nefretle anılan ve hiçbir zaman unutulmayacak kara günler de vardır. Böylesi günler de yüksek bir mücadele azmiyle anılır. 9 Ekim Komplosu partimizin, Kürdistan halkının ve insanlıktan yana olan hiç kimsenin hiçbir zaman unutamayacağı bir gündür. Çünkü 9 Ekim komplosuyla Önder Apo’nun şahsında Kürdistan halkının geleceği karartılarak halkımız bir daha dirilmemek üzere tarihe gömülmek istenmiştir. Bu büyük bir tehlikeydi ve o büyüklükte onursal bir direniş ve tutum gerektirmekteydi. Nitekim gerek zindanlarda gerek dağlarda gerek Kürdistan’ın dört parçasında ve yurt dışında onlarca değerli parti militanı ve yurtsever insanımız tarihte benzeri olmayan bir direniş örneği sergileyerek bedenlerini cayır cayır ateşe verdi. “Güneşimizi Karartamazsınız” diyerek isyanlarını insan üstü bir kararlılıkla ortaya koyarak şahadete ulaştı.

Kapitalist modernite hempası TC sömürgeciliği ve Kürt işbirlikçilerinin işbirliğiyle Önder Apo 15 Şubat 1999 gününde insanlık dışı bir biçimde esir alınırken, özgürlük mücadelesinin artık sonunun geldiğini ve partimizin bir kez daha belini doğrultamayacağını düşünüyorlardı. Doğrusu kendi mantık silsilelerine göre bunda pek haksız da sayılmazlardı. Zira sözkonusu olan halkımızın iradesi, yaşamı, mücadelesi ve geleceğini temsil eden Önder Apo’ydu. Uluslararası komplo şüphesiz ki partimizi, halkımızı ve insanlığı derinden vurmuştu. Öyle ki kendimizi üç ay beş ay sonrasını göremeyecek kadar büyük bir karanlık içinde görüyorduk. Özgürlük mücadelesinde iddialı olan PKK hareketi gibi bir hareketin yani bizlerin böylesine önünü göremeyecek bir duruma düşmesi büyük tehlike ve belirsizlikler demektir. Böylesi bir durumda olmaktan daha acı, zor ve kötü başka hiçbir şey olamaz. Komplocular hareketimize altı aylık bir ömür biçmişlerdi. Bu süre içerisinde “Ya istediklerimizi yerine getirirsiniz yada bitersiniz” mesajları iletiyorlardı. Gerçekten inanılmaz bir süreçti. Fakat sonraki gelişmelerde de görüldüğü gibi Önder Apo’nun şahsında partimiz yine herkesi şaşırtacak düzeyde geliştirdiği hamlelerle büyük zorluklar, tehlikeler ve ihanetler pahasına da olsa mücadelesine süreklilik kazandırmasını bildi. Çok iyi hatırlıyorum; halkımız yediden yetmişe Önder Apo’nun etrafında ölümüne kenetlenirken zamanın ABD dışişleri bakanı “Ben Kürtlerin Abdullah Öcalan’a bu kadar bağlı olduğunu bilmiyordum, şaşırdım” demekten kendisini alamamış ve gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştı. Önder Apo’nun olağanüstü kişiliği, büyüklüğü ve Kürt halkıyla bütünleşmesi de burada ortaya çıkmıştı. Öyle bir parti, yoldaşlar topluluğu ve direnen bir halk yaratmıştı ki tarihin o uğursuz yönü Kürdistan’da kendisini artık tekerrür edemeyecekti. İlk kez uluslararası bir komplo Kürdistan tarihinde komployu boşa çıkarmanın, gelişme ve başarının gerekçesine dönüştürülmüştü. Çok iyi bilinir Kürdistan’da tarihte gelişen tüm isyanlarda isyan liderlerinin şehit edilmesi tutuklanması ya da sürgün edilmesinin ardından geriye hiçbir şey kalmamıştır. Sömürgeciler halkın üzerinden buldozer gibi geçmiş, acımasız katliamlar geliştirip, kimisini darağaçlarına çekerken, kimisini sürgün yollarında katletmiş, geriye kalanları da beyaz katliamdan geçirerek inanılmaz bir zulümle sindirip sonuç almışlardır. Aynı şekilde neredeyse direnen hiçbir isyan lideri yaşatılmamış, bir şekilde mutlaka ya teslim alınmış ya darağacına çekilmiş ya da sürgüne yollanmış ve ardından asimilasyon ve kültürel soykırım bütün yöntemler kullanılarak sınırsız geliştirilmiştir.

PKK gerçekliğine baktığımızda bu iki durum Önder Apo’nun belirleyici duruşuyla ters yüz edilmiştir. Yani sömürgeciler ne tarihteki gibi halkımızın üzerinden buldozer gibi geçerek sonuç alabilmişler ne de Önder Apo’nun yaşamına son vermeyi göze alabilmişlerdir. Aksine mücadele artan bir kararlılık ve önemle süreklilik kazanmış, Önder Apo ise kendi deyimiyle İmralı’da üçüncü doğuşunu gerçekleştirerek halkımıza ve insanlığa yön verme rolünü inanılmaz bir yaratıcılıkla, en zor ve tehlikeli koşullarda yerine getirmiştir. Bu tarihsel önemdedir. Şimdi özgürlük mücadelesinin tek hedefi Önder Apo’nun özgürlüğüyle birlikte halkımızın örgütlüğü olmaktadır. Geldiğimiz nokta budur ve bunu herkes çok iyi anlamalıdır. Bu amaçla 4. Stratejik Dönem içerisine girilmiş, Demokratik Özerklik ilan edilmiş, Demokratik Özerkliğin inşasının geliştirilmesi ve korunması, bu temelde KCK sisteminin örgütlendirilmesi ve yetkinleştirilmesi Önder Apo ve Kürdistan halkının özgürleştirilmesi, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi amaçlanmıştır.

Şüphesiz bu noktaya kolay gelinmemiştir. Hareket ve halk olarak çok büyük zorluklar ve acılar yaşanmıştır. Çok büyük emek ve çabalar sarf edilmiş, çok büyük bedeller ödenmiştir. Çok büyük direnilmiş ve savaşılmış, çok büyük değerler yaratılmıştır. Bütün bunların sonucunda özgürlük hak edilmiştir. Şimdi yürek ve beyinlerimizi ayağa kaldırarak, yüklenerek, kararlılık ve cesaretle bunu gerçekleştirmemiz gerekiyor.
Sahte dostlar, yetersiz yoldaşlar, büyük ihanetler, kaçkınlar, kararsızlar en çok bu süreçte ortaya çıkmıştır. Fakat Önder Apo’nun yarattığı PKK ve halk gerçeği bütün bu hain, kararsız, kaçkın, inançsız ve ikircikli anlayış ve tutumlara karşı yine ilkeli ve kararlı bir biçimde Önder Apo’ya sadakatle bağlı kalarak mücadele etmiş ve başarmıştır.

Açıktır ki uluslararası komplonun gelişim nedenleri bilinmeden mücadelemizin geçmişini, bugününü ve geleceğini doğru anlamak, Önderlik Gerçeği, şehitler ve süreç karşısında rolümüzü yeterince ve doğru temelde oynamak mümkün değildir. Bu nedenle PKK’li her militan, onur sahibi her Kürt ve Kürdistanlı, uluslararası komplonun iç yüzünü, hedef ve amaçlarını mutlaka anlamak durumundadır. Bu olmazsa bırakalım düşmana karşı başarılı bir mücadele sahibi olmayı, partililik ve yurtseverlik adına onurlu bir yaşam bile kesinlikle mümkün değildir.

9 EKİM NATO’NUN EN ÖNEMLİ OPERASYONU

Önderlik 9 Ekim sürecini NATO tarihinin en önemli operasyonu olarak değerlendirmektedir. Peki neden? Bu soru önemlidir ve doğru yanıtlanmayı gerektirir.

PKK’nin sadece ulusal ve bölgesel hedefler içeren bir hareket olmadığı bilinmektedir. PKK en büyük savaşımı demokratik modernite çizgisinde kapitalist moderniteye karşı yürütmüştür, yürütmektedir. Bu savaşım ideolojik, politik, ahlaki, kültürel yaşamsal ve sistemsel tüm alanlarda sürmüştür, sürmektedir. Günümüz dünyasında kapitalist moderniteye karşı bu büyüklükte ve bu kapsamda sistem mücadelesi veren tek hareketin PKK olması, kapitalist modernitenin Önder Apo şahsında partimize ve halkımıza karşı niçin böyle uluslararası düzeyde çok yönlü bir saldırı ve komplo içerisine girdiğini ve bunu sürdürmeye çalıştığını yeterince ortaya koymaktadır.

Önder Apo’da bu gezegende yaşayan bir dünyalıydı. Fakat zalimler dünyası yani uluslararası hegomonik sistem Önder Apo’yu reddetmişti. Yeri gelmişken şunu da belirtmeliyim ki Önder Apo’da buna karşı “madem bu dünya yani kapitalist modernite beni reddetti o zaman ben de bu dünyayı yani kapitalist moderniteyi kökten çözümlemeliyim” dedi. Tarihi yeniden ele alarak insanlığın gelişimini inceledi ve kapitalist modernitenin alternatifi olarak Demokratik Uygarlık Sistemine ulaştı. Bu büyük bir mücadeleydi, büyük bir yoğunlaşma ve direnme temelinde gelişti. Kapitalist modernitenin Önder Apo şahsında partimize ve halkımıza karşı geliştirdiği komplo ve savaşın nedeni anlaşılacağı gibi hareketimizin sömürgeciliğe karşı sadece silahlı mücadele geliştirmesi ya da Kürdistan halkının özgürlüğünü savunması değildir. PKK’nin uluslararası hegemonik sisteme karşı geliştirdiği Demokratik Konfederalizm, Alternatif Yaşam Sistemidir. Bu anlamda kapitalist modernist güçler için yürüttüğümüz silahlı mücadele, hatta Kürt halkının özgürlüğü bile tali planda kalmaktadır. Saldırının esas nedeni Önder Apo’nun geliştirdiği sistemsel çıkış; ideolojik, politik ve ahlaki duruştur.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI

Uluslararası komplonun hiç kuşkusuz bölgesel nedenleri de bulunmaktadır. Yaşanan gelişmelere dikkatlice bakıldığında Irak’ın işgal senaryosunun bile uluslararası komployla sıkı sıkıya bağlantılı olduğu görülecektir. Irak’ın işgali aslında Önder Apo’ya yönelik operasyonla başlatılmıştır. Aynı husus Afganistan’ın işgali için de geçerlidir. Önder Apo bu konuda “Daha doğrusu büyük Ortadoğu projesinin hayata geçirilişinin kilit adımlarından biri ve ilki bana yönelik operasyondu. Ecevit’in Öcalan’ın 'niçin teslim edildiğini bir türlü anlamadım' demesi boşuna değildi. Birinci dünya savaşı nasıl Avusturya veliahdının bir Sırp milliyetçisi tarafından vurulmasıyla başlatıldıysa, bir nevi üçüncü dünya savaşı da bana yönelik operasyonla başlatılmıştı” demektedir. Önder Apo, uluslararası komplonun bölgesel nedenlerini bir de bu boyutuyla izah etmektedir. Yani Önder Apo ve partimiz, ABD’nin Ortadoğu projesi önünde büyük bir engel teşkil ediyordu. ABD, Ortadoğu projesinden ve çıkarlarını Ortadoğu’da yeniden tesis etmekten vazgeçmeyecekse bunun yolu PKK hareketinin tasfiye edilmesinden geçiyordu. Bunun için de her şeyden önce Önder Apo etkisizleştirilmeliydi ki PKK de darbelenebilsin ve kapitalist modernist sistem politikalarını rahatlıkla uygulayabilsin.

Özetle PKK, Ortadoğu dengelerini alt üst ediyordu. PKK, sistem içine çekilerek özümsenemeyeceğine göre geriye kalan tek seçenek tasfiye edilmesiydi. Bölge üzerinde bu kadar etkili olan PKK ne olursa olsun sorun olmaktan çıkarılmalıydı. İşte Önder Apo’ya karşı geliştirilen komplonun böylesine önemli bölgesel nedenleri bulunuyordu.

WASHİNGTON ANLAŞMASI


Uluslararası komplonun, Türk sömürgeciliğini çok yakından ve derinden etkileyen boyutlarıyla birlikte; başta geliştirdiğimiz mücadelenin ulaştığı düzey olmak üzere ulusal nedenlerinin de olduğu kesindir. TC sömürgeciliği hareketimize karşı kural ve ahlak dışı, acımasız ve zalim her türlü özel savaş yöntemini sınır tanımaz bir biçimde uygulamaktaydı. Fakat buna rağmen hiçbir sonuç elde edemediği gibi oldukça zorlanan bir duruma gelmişti. Gelinen noktada ya hareketimizin iradesini kabul ederek bir çözüm noktasına gelecek yada benzeri olmayan uluslararası bir komploda bin bir taviz karşılığında ABD’nin politikalarına teslim olacaktı. TC sömürgeciliğinin o koşullarda hareketimizin iradesini kabul edip, çözüm noktasına gelmesi mümkün değildi. Bu nedenle uluslararası politikalara teslim olup, komplodaki komisyoncu rolünü yerine getirmişti. Uluslararası komployu geliştirmek isteyen güçler de Kürt sorununun Önder Apo ve PKK öncülüğünde çözümünün kapitalist modernist sistemin çıkarlarını tehdit ettiği için karşıydılar. Ancak en önemlisi komploda yer alan sözüm ona Kürt hareketlerinin duruşuydu. Burada kastettiğimiz hiç kuşkusuz KDP ve YNK olmaktadır. Bu güçlerin 1998 yılında Amerika’da Washington Anlaşmasıyla PKK’nin tasfiyesi amacıyla zorla bir araya getirilerek barıştırıldıklarını herkes bilmektedir. Bununla birlikte bunların koltuklarının altına konulan ve PKK’yi ''terörist'' gösteren sahte dosyalarla Avrupa’nın kapılarını nasıl aşındırdıklarını, nasıl uğursuz bir rol oynadıklarını da çok iyi biliyoruz. Komplo süreciyle birlikte çok iyi görüldü ki aslında bunların Washington’da bir araya getirilip, barıştırılmalarının yine koltuklarının altında sahte dosyalarla uluslararası komploda yer almalarının temel nedeni sahte bir Kürt ulusal çizgi ve önderliği öne çıkarmaktı. Bunu herkese kabul ettirmek ve bir bütün Kürdistan ve Kürtleri kapitalist modernist sistemin hizmetine çekmekti. Çünkü Önder Apo, PKK ve yarattığı özgür Kürt bu konuda büyük bir engeldi. Önder Apo’nun Türklere teslim edilmesiyle birlikte sahte önderliklerin önü açılacak işbirlikçi ve teslim alınmış Kürt, egemen kılınacak böylece kapitalist modernitenin Kürdistan üzerindeki kirli hesap ve çıkarları bir kez daha yeniden tesis edilecekti.

Ne var ki, ne uluslararası hegemonik güçler, ne TC sömürgeciliği ne de ulusal önderliğe oynayan sahte Kürt kişilikler ve örgütlenmeleri amaçlarına ulaşamadılar. Komplonun ulusal, uluslararası, bölgesel ve hatta içimizde bile dayanakları olmasına rağmen başarılı olamadılar. Özellikle ABD, TC-AKP ve Güneyli güçlerin özel gayretiyle partimizin içinde bir işbirlikçi ve ihanetçi eğilimi örgütlemek için ellerinden ne geldiyse yaptılar. Ferhat-Botan çeteci ve tasfiyeciliği üzerinden hareketi içten çözme ve çökertmeyi esas aldılar. Yoğun bir psikolojik bombardıman geliştirerek, sahte vaatler ve aldatıcı çözüm arayışlarını öne çıkarıp, bunu uygulayacak ve temsil edecek bir örgüt olsun istediler. İnanılmaz vaatlerde bulundular. İnançsız ve zaafiyet sahibi kişiliklere sürekli hitap ederek partiyi kanser gibi sarmalayıp Önderlik çizgisinden koparmaya ve imha etmeye çalıştılar. Önderliğin yeni paradigma geliştirmesini fırsat bilerek ve içini boşaltıp tersyüz ederek tasfiye amaçları için “ideolojilerin ve partilerin dönemi bitti” dediler. Parti ve direnen herkesi Önderliğin paradigmasını kavramamaları ve gereklerini yerine getirmemeleri için liberalizmin kuşatmasına alarak kişilikten düşürmeye, onursuzlaştırmaya ve baştan çıkarmaya çalıştılar. Böylece amaçlarına ulaşmak istediler.
TASFİYECİLİK VE İHANET

Kolay bir dönem değildi tabi. Önderliğe yoldaş olmak, ilkelerde ısrar etmek, ikirciksiz ve kararlı tutum sahibi olmak, tam da bu dönemlerde gerekliydi. Böyle olmayanlar kendilerini adeta satılığa çıkardı ve bir kısım da buna alet edilerek büyük ihaneti yaşadı. İman ve inanç gücüyle yürüyenler ve Önderliğe sadakatle bağlı olanlar ise tarih, önderlik, halk ve şehitler gerçekliği karşısında ant içerek, tarihle hesaplaşmanın kararlılığından hiçbir şey yitirmeden mücadeleye devam ettiler. Her şeyin tartışıldığı ve her şeyin eritilmek istendiği, ilkelerin, dokunulmaz değerlerin bile gölgelenmeye çalışıldığı bir ortamda yüksek kararlılık düzeyi ve inanç kadar büyük bir ideolojik güç sahibi olmanın ne kadar hayati önemde olduğu gerçeğini yaşayarak bir kez daha gördük.

Bu ortamda Önderliğin henüz yeni geliştirdiği, daha doğrusu daha önce olup da tam bir paradigma haline dönüşmeyen görüşlerini derinliğine kavrama durumunda değildik. Deyim yerindeyse birçokları adeta bir boşluğa düşmüştü. Bizler ise inançla ve sadakatle yürümeyi esas almıştık, biraz da paradigmayı anlayarak sürece cevap olmaya çalışıyorduk. Esasen Ferhat ve Botan şahsında gelişen çeteci tasfiyeciliğin ve ihanetin panzehiri Önderliğimizin hazırlayıp sunmuş olduğu Yeni Paradigması oldu. Önderliği anlamakla, inanç ve karar düzeyimizi birleştirdiğimiz ölçüde her türlü parti ve ahlak dışı yaklaşımla yine ideolojimizle ve yaşam gerçekliğimizle, ilkelerimizle ve değerlerimizle oynayan buna ters düşen ve ihanet eden anlayış, tutum, kişi ve güçlere karşı daha bilinçli ve daha kararlı bir mücadele geliştirerek, Önder Apo’nun çizgisini tekrar egemen kılmayı başardık. PKK’nin feshedilmesini adeta bir bayram gibi karşılayan böylece parti yaşamı ve parti iradesi yerine kendi yaşamımı ve iradesini esas alan kişilikler her şeyin artık bittiğini savunan bir noktaya gelmişlerdi. Gerçekten partisizliğin yaşamımızda nelere mal olduğuna, büyük acılar, sorunlar, tahribatlar ve kayıplar yaşayarak tanıklık ettik. PKK’nin yeniden inşası ve tarihsel 1 Haziran 2004 hamlesiyle birlikte partimiz yeniden doğrultusunu kazanmış, kararlı ve görkemli bir mücadele sürecini başlatmıştır. Önder Apo esaret koşullarında neredeyse günlük olarak verdiği perspektif ve doğrultuyla hareketi yeniden toparlamıştır. Önderliğe bağlı kadroların ve halkın birlikte çeteci tasfiyeciliğe ve ihanete karşı kararlı mücadelesiyle çeteci tasfiyecilik ve ihanet boşa çıkarılmış ve PKK gerçek kökleri üzerinde bir kez daha büyüme ivmesini kazanmıştır.

Gelinen noktada uluslararası komplonun boşa çıkarıldığını söylemek rahatlıkla mümkündür. Komplo boşa çıkarılmış ve fakat tam olarak tasfiye edilip, yok edilememiştir. Kapitalist modernite bir sistem olarak var oldukça yine TC sömürgeciliği niteliğini korudukça ve en önemlisi de önderliğimiz esaret koşullarında tutuldukça komplo her zaman bir biçimiyle varolacaktır. Komplodan anladığımız Önderliği etkisizleştirme, hatta başarabilirlerse tasfiye etme ve hareketimizi çözme, çökertme ve çözüm gücü olmaktan çıkarmadır. Bunun için görülen ve görülmeyen boyutta, açık ve sinsi birçok mücadele yöntemiyle üzerimize gelecekleri kesindir. Bu bazen ideolojik, ahlaki, politik, diplomatik ve propaganda boyutuyla bazen fiziki tasfiye amacıyla, bazen de her türlü özel ve psikolojik savaş yöntemiyle devam edecektir. Önemli olan şudur: Önder Apo’nun duruşunda ve çizgisinde kırk yıllık mücadelemizde kanıtlandığı gibi her zaman başarı ve zafer vardır. Dolayısıyla komplonun, Önder Apo’nun çizgisi ve duruşu karşısında başarı şansı hiçbir zaman olmayacaktır. Bu tamamen Önder Apo’yu anlamak, yaşamak ve her düzeyde temsil etmekle mümkündür. Uluslararası komplo ideolojik, psikolojik ve de siyasi olarak çökertilmiş ve geriletilmiştir. Buna tamamen son vermek Önder Apo’nun özgürlüğüyle mümkün olacaktır. Bunun içindir ki bugün temel sorunumuz ve mücadelemizin esas hedefi Önderliğimizin özgürlüğü ekseninde gelişmektedir. Dolayısıyla geriletilen komplonun tamamen bertaraf edilmesi ve Önderliğimizin özgürlüğü gündemimizdedir. Bütün alanlarda çalışma ve mücadelenin bu amaç temelinde gerçekleştirilmesi bizim için esastır.

Aslında mücadele dolu her günümüz ve anımız aynı zamanda uluslararası komplodan ve onun her türlü dayanaklarından bir intikam alma biçiminde geçmektedir. TC sömürgeciliği ise, Önderliğimizin üzerinde ideolojik, siyasi, diplomatik, ahlaki, hukuki ve insanlık dışı bir tecrit ve izolasyon geliştirmektedir. Partimizin ve halkımızın Önderliğimizin yaşayıp yaşamadığından bile bihaber olması hepimiz için hem büyük bir acı hem de inanılmaz düzeyde mücadeleyi yükseltmenin gerekçesi olmaktadır. Önderliğimizin üzerinde tecrit uygulayarak sözüm ona taviz koparmak istediler. Fakat Önderliğimizin buna karşı gösterdiği yüksek direniş tutumu gözler önündedir. Yine Kürt legal siyasetine ve halkımıza karşı her türden soykırım politikalarını uygulayarak, binlerce demokratik siyasetçiyi zindanlara atarak, gerilla üzerinde her türlü imha silahını sınırsız kullanarak Önderliğimize, hareketimize ve halkımıza karşı bir tutum dayatmasını geliştirmek istediler. Gerek halkımızın gerekse Kürt legal siyasetinin boyun eğmeyen direnişçi tutumu onların bu konuda da sonuç almasını boşa çıkarmıştır. AKP devleti tüm imkanlarını seferber ederek gerilla güçlerimizi Sri Lanka örneğinde görüldüğü gibi kuşatarak imha etmeyi önüne koymuştu. Ancak gerillanın geliştirdiği yüksek fedai ruhu, kararlı direnişi ve yaratıcı mücadele tarzı AKP’nin tüm hesaplarını alt üst etmeye yetmiştir.
GÖRKEMLİ MÜCADELE SÜRECİ

Şimdi görkemli bir mücadele sürecindeyiz. Bölgedeki gelişmelerle birlikte halkımızın gösterdiği onurlu direniş ve mücadelemizin ulaşmış olduğu düzey zafer ruhuyla gelişmektedir. Bu ruh gücünü Önder Apo’nun tarihte eşine çok az rastlanan büyük direnişinden almaktadır. Gerillanın Zagros ve Botan’da gösterdiği kahramanlık TC sömürgeciliğini şimdiden şoke etmiştir. İşgalci ordunun savaş iradesi büyük ölçüde kırılmıştır. Mücadele ülke sathında büyük bir kararlılıkla her gün yeni ivmeler kazanarak gelişmektedir. Halkımızın AKP sömürgeciliğine karşı tam bir psikolojik, siyasi ve ulusal kopuşu geliştirerek süreçte daha kararlı rol oynamasıyla birlikte gerçek bir devrimci halk savaşını geliştireceğimiz kesindir. Bu amaçla hareketimizin yönetiminin tüm halkımıza yönelik geliştirdiği Devlet dairelerinde Türkçe konuşmayın, Asimilasyon kurumları olan okullara eğitime gitmeyin, Sömürgeci orduya askerlik yapmayın, Sömürgeci mahkemelere gitmeyin ve Vergi vermeyin çağrılarını oldukça güçlü bir biçimde pratikleştirerek geliştirmek tarihi bir görevdir. Devrimci halk savaşının gelişmesiyle TC sömürgeciliğinin iradesi kırılacak, bu temelde Önderliğimizin özgürlüğüyle birlikte, halkımızın özgürlüğü de gerçekleşecektir.

Kuzey Kürdistan’daki bu gelişmelerle birlikte Batı Kürdistan’da da özgürlük devriminin adım adım gelişmesi büyük heyecan veriyor. Çalışma, savaş ve başarma istem ve arzusunu oldukça güçlendiriyor. Kürdistan’daki bu gelişmeler sömürgeciliği, Kürt işbirlikçiliğini ve arkasındaki sistemi oldukça sıkıştırmış bulunuyor. Bu sıkışıklıktan çıkmak ve tehlike yaşamamak için söz konusu güçler büyük bir çaba içerisindedir. Bunlara fırsat tanımamak, tarihin, Önder Apo, şehitler ve halkın istemini yerine getirmek için büyük bir kararlılıkla özgürlük devrimini başarıya götürmek, bu amaçla Devrimci Halk Savaşını daha da ileriye taşımak gerekiyor. Bütün enerji, yetenek ve olanakların bulunulan bütün alanlarda bu amaçla harekete geçirilmesi gerekiyor. Bu başarılırsa Önder Apo ve halkımızın özgürlüğü gerçekleştirilecektir.

Belirttiğimiz gibi uluslararası komplo boşa çıkartılmış olmakla birlikte tümden yenilgiye uğratılamamıştır. Uluslararası komplocu güçler mücadelemiz sonucunda eskisi gibi kararlı davranamamaktadırlar. Ancak sömürgeci Türk faşizmi ve işbirlikçi-teslimiyetçi Kürtlerle birlikte komployu yeni bir biçimde örgütleyip yürütmek için büyük bir çaba içerisinde bulunmaktadırlar. Özellikle Batı Kürdistan’daki Kürt statüsünün özgür Kürt’le değil de işbirlikçi teslimiyetçi Kürt’le geliştirilmesi, işbirlikçi, teslimiyetçi Kürdün bütün Kürdistan parçalarında egemen kılınması için çabaladıklarını görüyoruz. Faşist Türk sömürgeciliğinin denetiminde olan muhalefet ve kapitalist modernist sistemin öncülüğünü yapan güçler birlikte Rojava özgürlük devrimini boğarak sonuç almaya çalışıyorlar. Kapitalist modernist sistem ve onun çıkarlarını savunmakla görevli olan NATO Siyasi İslam stratejisiyle bir bütün Ortadoğu’yu ve Kürdistan’ı çıkarları temelinde yeniden düzenlemeye çalışmaktadır. Bu amaçla bu stratejiyi Kürdistan’da uygulayacak AKP, Fetullah gülen ve sahte Kürt İslam’ı görünümünde parti ve örgütler geliştirilmektedir. Bunlarla Kürdistan’ı çıkarlarına göre şekillendirmek istemekte bu temelde Önder Apo ve PKK’ye karşı mücadele geliştirmektedir. Önder Apo ve PKK’yi Kürt sorununda çözüm gücü olmaktan çıkarmak amacıyla faşist Türk sömürgeciliğine ve Kürt işbirlikçi-teslimiyetçi güçlerine her türlü desteği sağlamaktadır. Ama Önder Apo öncülüğünde ve çizgisi temelinde geliştirilen mücadele bu strateji ve güçleri oldukça sıkıştırmış, yer yer etkisiz hale getirmiş bulunuyor. Sorun Kürdistan’da özgür Kürdün mü, işbirlikçi-teslimiyetçi Kürdün mü egemen olacağı sorununun çözümüne odaklanmış bulunuyor.

KOMPLOCULAR MUTLAKA BUNUN ALTINDA KALMALI

Yürütülen mücadeleyle siyasi ve askeri inisiyatif ele geçirilmiştir. Eğer ele geçirilen inisiyatif doğru değerlendirilirse uluslararası komplonun yeniden diriltilmesi ve başarı elde etmesi çok zordur. Özgürlük Hareketinin sonuç alması çok büyük bir olasılık haline gelmiştir. Bunun sonucunu belirleyecek olan kadronun görev ve sorumluluklarının hakkını zamanında ve eksiksiz vermesidir.

Uluslararası komplonun yıl dönümünü yaşadığımız bu günlerde tüm halkımız komplonun yıldönümünü AKP’nin şahsında Siyasi İslam Stratejisiyle kesin ve nihai hesaplaşmanın bir gerekçesi yaparak, ulusal onuruna ve önderliğine sahip çıkmalı, mücadeledeki kararlı ve inatçı tutumunu geliştirmeli ve tüm gücüyle ayağa kalkmalıdır.

9 Ekimi partimize ve halkımıza yaşatanlar, mutlaka bunun altında kalmalıdır.

9 Ekim her Kürdistanlı için en başta kendini sorgulayarak mücadele azmini yükseltme günüdür.

9 Ekimle halkımızın geleceğini karartmak isteyenler ne kadar büyük oynadılarsa ancak o büyüklükte bir direnişle karşılaştıklarında yenilgiye uğrayacaklardır.

Tüm kadrolarımızı, tüm yoldaşları ve yiğit halkımızı bu temelde Önderlik etrafında bir kez daha kenetlenerek AN AZADİ AN AZADİ şiarıyla mücadeleye çağırıyor ve Önder Apo’nun özgürlüğüyle birlikte halk olarak özgürlüğümüzü kazanacağımıza dair inancımızı bir kez daha yineliyoruz. Bu temelde yürüyor ve başarıyoruz."


ANF

‘Barış mı, Ne Barışı...’ ve Çilingirlere Çağrı

Ben “ruh hekimi” değilim. “Deli delinin halinden anlar” demeyeceğim, ama insan insanın halinden anlar.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ruhi durumu iyi değil. Konuşmalarından anladığım budur. Okuyun da bir düşünün: “Şunu ifade etmek istiyorum, biz ancak savaş meraklısı değiliz, savaştan da uzak değiliz. Bu millet yeri gelmiş kıtalar arası savaşları da görmüştür. Yurtta sulh cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur. Bizim can damarımıza bastıkları zaman o zaman sulh konuşamayız. Barış mı ne barışı? ‘Hazır ol cenge, sulhu salah istiyorsan’ denirken, yeri gelir o zaman cenk barışın anahtarı olur”

Ruhsal durumu dengede olan bir insan böyle konuşur mu?

Her satırını yeniden ve yeniden okuyun. Defalarca okuyun. Ezberleyin. Ve yolda yürürken kendi kendinize tekrar edin.

“Savaş meraklısı değilmiş”, ama “savaşa da uzak değilmiş”... Savaş, barış meselesinde “merak”, şimdiye kadar siyaset ve diplomasi tarihinin “kaydetmediği” bir “hastalıktır.” Çünkü tarih “merak” yüzünden savaş yapan bir zırzopa hiçbir zaman rastlamadı. Hitler de, Napolyon da, İskender de ve AKP Kongresi’nin baş misafiri Alpaslan da “savaş meraklısı” değillerdi.

Bunlar savaşlara “merak” yüzünden değil, “çıkar” yüzünden giriştiler.

Ama bu sayılanlardan İskender ve Alapaslan’ı bilmeyiz ama, ne Hitler, ne de Napolyon, halklarına ve dünya kamuoyuna, “ben savaştan uzak değilim” gibi garip, garip olduğu ölçüde manasız ve abes bir söz söylememiştir. Bunlar asla “savaşa yakın” olduklarını itiraf etmemiştir; “düşmanlarının” “savaşa uzak değiliz” dediklerini iddia etmişlerdir.

Yakın dünya tarihinde, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı eşiklerinde, hiçbir devlet adamı Türk Başbakanı gibi konuşmamıştır; onların diplomatları bütün kurnazlıklarıyla savaşın sorumluluğunu karşı tarafa yıkmaya çalışmıştır. Ecevit’i hatırlayın; adam Kıbrıs’ı savaş yoluyla işgal etmeye giderken Kıbrıs savaşına, “Barış Harekatı” demişti.

Bizimkine ne oluyor?

“Bizim millet yeri gelmiş kıtalararası savaşları görmüştür” derken, nasıl bir ruh haliyle konuşuyor? Onu dinleyen devletler, iktidarlar, komşu ülkeler ne düşünüyor? Bu lafların yanında, AKP Kongresinde, “bizim 30 küsur ülkede şehitliğimiz var, oralara neden gittiysek aynı nedenle yine gidiyoruz” laflarını da hatırlayınca, bu sayılanlar ne diyor olabilirler!

Türkiye’yi “tek adam” olarak yöneten bu Başbakan neler “sayıklıyor”?

“Yurtta sulh, cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur” cümlesini alın, büyük bir afiş haline getirin ve odanızın duvarına asın. Bakın ve düşünün: Başbakan 70 milyonun kaderiyle nasıl da oynuyor... Sanırsınız ki, “Yeni Zamanlar”da, Charlie Chaplin, dünya atlasını temsil eden balonla oynuyor; yer küremizi havaya atıyor, arkasını dönüp poposuyla bolonu zıplatıyor, sonra balona arkasını dönüp, topuguyla bir vuruşta onu havalandırıyor, kafasıyla, omzuyla balonu sektiriyor. Hazret sanırsın Şarlo ya da Alex...

“Yurtta sulh ve cihanda sulh, sulhun egemen olduğu yerde olur”muş... Yani bir devlet, eğer “yurtta sulh ve cihanda sulh” diyecekse, onun “yurdunda sulh ve cihanında da sulh” olmalıymış. Yoksa, “yurtta sulh ve cihanda sulh” zaten olamazmış. Ne olurmuş: Sulhun olmadığı yerde sulh olmazmış...

Biz mi “oynattık”, arkadaşın laflarından hiçbir şey anlamıyoruz, yoksa arkadaş bizimle maytap mı geçiyor...

“Sulh yoksa, sulh için çalışmam, ama yurtta da, cihanda da savaşırım” demeye getiren bir Başbakanımız var. Herkes aklını başına toplasın...

Herkes aklını başına toplasın, çünkü aşağıdaki sözleri söyleyen kişiye, bu memleketin Büyük Millet Meclisi “savaş ilan etme yetkisi” vermiş bulunuyor; elinde “savaş yetkisi” olan bu kişi insanlığa karşı şöyle bağırıyor: “Barış mı ne barışı? ‘Hazır ol cenge, sulhu salah istiyorsan’ denirken, yeri gelir o zaman cenk barışın anahtarı olur.”

Tehlike büyük. Eğer Başbakan bu lafları inanarak ediyorsa, bu laflar Türk dış politikasının icabı olarak sarfedilmişse, bu Başbakan bu lafları “aklı başındayken” dillendirmişse, bilin ki, memleket büyük bir tehlikenin eşiğindedir. Türklerin Başbakan’ı etrafı ateşe vermek üzeredir.

Barışseverler Başbakanı durdurmalıdır. O, nereye gittiğini, belli ki bilmiyor.

“Barış mi? Ne barışı?” diyen bir Başbakan gördünüz mü, duydunuz mu? Böyle konuşan bir adamın Fransa’da, Almanya’da, Belçika ya da Hollanda’da bırakalım Başbakanlığı, her hangi bir devlet memurluğuna getirilebileceğini düşünebiliyor musunuz?

“Barış mı? Ne barışı?”...

Barışın anahtarı, anlaşmazlıkları, barışçı müzakerelerle çözmek değil de, “cenk” anahtarıyla çözmekmiş...

Ve siz, TBMM çoğunluğu, “cenk anahtarını” son tezkere ile, “barış mı, ne barışı” diyen birisinin eline vermiş bulunuyorsunuz.

Ben sizin yerinizde olsam, Barış’ın kilidini bir çilingire değiştiririm ki, Başbakan’ın elindeki “cenk” marka anahtar, o kilide uymasın...

Haydi izninizle ben de bir “barış çağrısı” yapayım: Türkiye’nin bütün çilingirleri birleşin ve “cenk anahtarlarının” açamayacağı kilitlerle barış kapısını sımsıkı kapatın. Adam elinde “cenk anahtarı” körlemesine yürüyor çünkü...

Başbakanı durdurun!..

Kaynak: Özgür Gündem

Batı Kürdistan ve Halk Savunma Güçleri










Batı Kürdistan'da en önemli konu güvenlik meselesi. Bir süre önce görüştüğümüz Yüksek Kürt Konseyi üyeleri de bu konuya özellikle dikkat çektiler. Sokakların temel gündemi bu…

Suriye'de yaşanan iç savaş ve bunun değişik biçimlerde Kürt bölgesine yansıması kadar, Kürtlerin Türkiye ile fiilen karşı karşıya olması da bu konuya hayati önem bir kazandırıyor.

Siyasal gelişmelerle birlikte Kürtler burada öz savunma için de hızla örgütleniyorlar.

Nitekim daha önce kurulan ve 19 Temmuz'dan sonra kuruluşunu resmen ilan Halk Savunma Birlikleri(YPG) mevcut durumda 10 binden fazla silahlı gücüyle Batı Kürdistan'ın tüm bölgelerinde savunma görevini üstlenmiş bulunmakta.

YPG (Yekîneyên Parastina Gel) yani Halk Savunma Birlikleri...

Batı Kürdistan’dan Haleb’e kadar Kürt gençleri akın akın bu birliklerde yer alıyorlar. Tim’lerden tugaylara kadar örgütlenen YPG güçleri askeri eğitimlerle olası tehlikelere karşı kendisini hazırlıyor.

En temel özellikleri de sürekli halka iç içe olmaları. Her an her yerde karşınıza bir YPG timi çıkabilir. Yerleşim bölgelerindeki asayişi sağlayanlar açık hareket ediyorlar. Ancak bir kısmı ise gizli hareket ediyorlar. Sivil görünümlü olan, bir nevi istihbarat çalışması yapan çok sayıda YPG’li de var.

Nitekim, YPG Komutanıyla röportaj yapma talebinde bulunduğumuzda kendilerinin bizimle herhangi bir yerde irtibata geçecekleri söylendi.

Bir kaç saat sonra bulunduğumuz kalabalık bir ortamda yanımıza sivil kıyafetleriyle bir genç yaklaşıp söyleşi talebimizin kabul edildiği ve saat 16:00'da bizi alacaklarını söyleyip uzaklaştı.

Belirtilen saat’ten on dakika önce bize söylenen caddeye gittik. Tam vaktinden yanımıza aracımıza bir Jeep yanaştı ve onları takip etmemiz istendi. Aracı takip ederek şehir dışına çıktık. Sonra oradan başka bir araca bindik. Bu aracın içindekiler silahlıydı ve yüzleri kapalıydı.

Yarım saatlik bir yolculuktan sonra, civarı güvenlik çemberiyle örülü bir bölgeye gittik.

Aracı park ettiğimizde kadın, erkek 10'dan fazla YPG üyesi bizi karşılamak için bekliyordu. Sivil elbise, üzerinde YPG amblemi olan tek tip yelek, yüzleri kapalı ve askeri düzen içerisinde bizi selamladılar.

Komutanları Baz Afrin’e sorularımızı yönelttik.

Siz neden böyle bir örgütlenmeye ihtiyaç duydunuz. Amacınız, misyonunuz nedir, YPG neden kuruldu?

Ortadoğu ve Suriye'de tarihi bir süreç yaşanıyor. Bölge dengeleri yeniden şekilleniyor. Özellikle Suriye’deki siyasi gelişmelerin yarattığı ihtiyaçtan dolayı böylesi bir örgütlenmeye gittik. Mevcut durumda bu ülkede bir savaş var. Savaşın daha da derinleşeceği ve yayılacağı görülüyor. Bu durum bölgelerimiz ve ülkemizde olağanüstü bir güvenlik ihtiyacını doğurdu. Bizde halkımızın güvenliğini sağlamak için böylesi bir örgütlenmeye gittik.

Bu ihtiyacı kim gördü? YPG kimlerden oluşuyor?

Biz Batı Kürdistanlı Kürt gençleriyiz. Bilindiği üzere Batı Kürdistan’da çok sayıda siyasal örgüt ve yapılanma var. Bunların tümü sivil örgütler. Siyaset yapıyorlar. Ancak Suriye’de şuan bir istikrarsızlık söz konusu. Bu istikrarsızlık Kürtler açısından bir güvenlik riski oluşturuyor. Bizler bu ihtiyacı tespit ettik ve örgütlendik.

Hangi esaslara göre örgütleniyorsunuz?

Bizim temel amacımız halkımızın güvenliğini sağlamak. Yaşadığımız kentlerde, kasaba ve köylerde halkımızı koruyoruz. Gerek rejim güçlerinin ve gerekse diğer muhalif kesimlerin bizim bölgemize girmesine izin vermiyoruz.

Batı Kürdistan için en büyük risk nedir sizce?

Birinci risk Suriye’de yaşanan ve şimdilerde mezhepsel bir savaşa doğru giden iç savaş. Biz mezhepsel savaşın Suriye için felaket olduğunu düşünüyoruz. Olmamasını temenni ediyoruz. Şuan Suriye için en büyük tehlike budur. Bu iç savaşın bölgemize yansıması bir risktir ve bu durumda biz rolümüzü oynayacağız. Halkımızı koruyacağız. İkincisi ise, bazı dış odakların Batı Kürdistan’da elde edilen kazanımların bertaraf olması için plan yaptıklarını biliyoruz.

Kimler mesela?

Türkiye gibi ülkeler. Bunlar da dış riskler. Biz her iki duruma da hazırız, hazırlıklıyız. Şunun çok iyi bilinmesini istiyoruz; Biz YPG olarak kimseye düşmanlık yapmak için örgütlenmedik. Biz bir savunma ordusuyuz, kimseye saldırmıyoruz, kimsenin saldırısına da boyun eğmiyoruz. Bizim birincil görevimiz halkımızı savunmak, korumak…

Sizin diğer örgütlerden farkınız ne?

Biz sadece Suriye ve Kürdistan’da değil, örgütlenmemiz ve ahlaki değerlerimizle tüm Ortadoğu’da model olmak istiyoruz... Şimdi bakınız; Suriye’de savaş var, her yerde savaş var, insanlar ölüyor. Taraflar sivil insanları vuruyor, öldürüyor. Biz her insanın yaşam hakkı kutsaldır, her canlının yeryüzünde yaşama hakkı vardır anlayışıyla hareket ediyoruz. Biz sivil savunmasız insanları korumayı esas alıyoruz. İnsanlar öldürmeden de kendilerini savunabileceklerini göstermek istiyoruz.

Suriye’nin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?

Herkes kendine göre bir Suriye oluşturmak istiyor. Sorunların daha derinleşeceğini tahmin ediyoruz. Halklar arası savaş çıkarmak isteyen güçler var. Suriye’de başkalarının, dış güçlerin savaşı yürütülüyor. Bu Suriye halklarının savaşı değil. Bu sebeple biz Kürtlerin her şeye hazır olması lazım.

Siz batı Kürdistan’da herhangi bir örgüte bağlı olarak mı çalışıyorsunuz?


Hayır, biz herhangi bir siyasi örgüte dayanmadan Kürt halkını korumak amacıyla örgütlenmişiz. Burası bizim atalarımızın toprakları, bizde atalarımızın topraklarını koruyoruz.

Batı Kürdistan ve Suriye’de Kürtler ne yapmalı?

Eğer Kürtlerin burada bir savunma gücü olmazsa, siyaseten kaybederler ve güvenlik açısından da çok ciddi risklerle karşılaşırlar. Kürt tarihi bunun örnekleriyle doludur. Biz Batı Kürdistanlı Kürt gençleri olarak atalarımızın yaptığı hataları tekrar etmek istemiyoruz. Bu topraklarda tarih yeniden yazılıyor ve yazılan bu yeni tarihte 'Kürtler kaybeden halk olmasın' istiyoruz. Bunun için binlerce Kürt genci olarak canımızı ortaya koyduk, kendimizi feda ediyoruz.

Her YPG üyesi aynı siyasi görüşü mü paylaşıyor?

Hayır, aramızda değişik siyasal görüşleri olanlar var, ama ortak amacımız Kürt halkını korumak. Tek amacımız Kürt halkının özgürlüğü.

Siyasal örgütlerden beklentiniz?

Bizim için mevcut durumda en önemli konu halkımızın birliği siyasal örgütlerimizin birlikteliğidir. Halkımızın özgürlüğü için birlik olmalıyız. Biz neden kaybettik tarih boyunca? Birlik olamadığımız için. O halde kazanmamızın yolu da budur. Herkes şunu bilsin ki; biz YPG olarak her tehlikeyi bertaraf edebilecek güçteyiz. Evet, bizim halkımızın iradesini tanımayan güçler var. Bunlar ciddi tehlikeler değil. Bu tehlikelerle baş edebiliriz. Ama eğer ki siyasal örgütlerimiz birleşmese, işte en büyük tehlike bu olur. Özgür günleri böyle yaratacağız. Bu konuda da umutluyuz, var olan olumlu gelişmelerin daha da pekişeceğine inanıyoruz.

Ne kadar YPG’li var?

Her aile YPG’de bir çocuğunun olmasını istiyor. Binlerce kişiden oluşan bir orduyuz artık. Binlerce genç kadın ve erkek de güçlerimize katılmak istiyor.

Kürt toplumuna bir mesajınız var mı?

Özellikle Kürt gençlerine çağrı yapıyoruz; Tarihi, vicdani, ahlaki bir görev bizleri bekliyor. Atalarımızın yaptıkları hatayı yapmayalım. Halkımız için yeni bir tarih yazalım. Tarihi yazmanın öncelikli yolu da halkımızı korumaktır. Siyasal güçlerimizin de bilmesi lazım; Ortadoğu’da savunma olmadan siyasette yapılamaz.


ANF