
Eğer PKK, herkesin bildiği verileri kamuoyuyla paylaşmamasını, ‘yeni
bir sürecin başlamasına engel olmak istemiyoruz’ diye
gerekçelendiriyorsa bu başlı başlına politik bir felakettir. Hala
‘devletin içinde barıştan yana olanlar var, onları zor durumda
bırakmamak istemiyoruz’ biçimindeki bir bakış açısı, tasfiye
politikaların derinleşmesine hizmet eder.
PKK ile Devlet arasındaki görüşmeler kesik bölümler halinde aşamalı
olarak basına sızdırılıyor. Kendi iç çatışmasını gizlemek için tam bir
yalan makinesi gibi hareket eden devlet, askeri, politik ve psikolojik
savaş eksenli saldırılarını çok yönlü sürdürüyor.
Gülen ve Erdoğan arasındaki çelişkinin bir uzlaşıya doğru evirilmesi
için aradaki güçlerin önemli bir çaba sarf ettikleri anlaşılıyor. Buna
paralel olarak da KCK operasyonlarına kesintisizce devam ediliyor ve
askeri saldırılar bütün hızıyla sürüyor.
Devletin çok yönlü tasfiye politikalarından bir değişiklik söz
konusu değil, çözüm konusunda bir beklentiye girmek de bir o kadar
yanlış ve tehlikelidir. Kürt medyasının bazı yazarları hala ‘Nisan’da
olumlu gelişmeler olur’ hayaliyle yatıp kalkarken, sistemin bütün
güçleri, Kürtlerin tasfiyesinde her türlü aracı kullanıyorlar.
Politik ve askeri saldırılar sürecini tamamlayan en büyük halka
devreye giriyor: Psikolojik savaş. Devlet, medyatik-görsel araçları
kullanılarak en kirli ve en tehlikeli yöntemler uygulamaya koyuyor.
Bunu en son örneği KCK-Devlet görüşmeleridir. Bu görüşme kamuoyuna
yansılatıldığı gibi kriminal bir mesele değildir. Sadece MİT
temsilcilerinden oluşan bir görüşme de değildir. Devletin stratejik
kurumları olarak bilinen “Genelkurmay'dan, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden,
Jandarma’dan, İçişleri Bakanlığı'ndan, Adalet Bakanlığı'ndan, Milli
Savunma Bakanlığı'ndan ve MİT'ten birer kişiden oluşan” heyet olarak
yapılan bir görüşme var. Oslo görüşmeleri daha çok müzakerelerin
somutlaştırılması sürecidir.
Bu süreç çok bilinçli olarak çarpıtıldı ve psikolojik savaşla yeni
bir boyut kazandırıldı. Aslında yapılmak istenen mevcut gerçeği
gizlemektir. Milli Güvenlik Kurulu tarafından belirlenen heyetin PKK ve
Öcalan ile yaptığı görüşmelerin tasfiye amaçlı olduğu, bilinen bir
realitedir. Devletin Kürtleri tasfiye etmek için bazı görüşmeler
yapması, kendi ilişki sistemi içinde çok da anormal değildir. Ancak
görüşmelerin bireysel olmaktan çıkıp heyetler düzeyine gelmesiyle
devletin belirlediği tasfiye amacını aşan ve PKK’yi çok daha
inisiyatifli duruma getiren bir durumun ortaya çıkmasına yol açtığı
anlaşılıyor.
Devletin heyeti PKK’yi resmi olarak tanıyor, Öcalan’ı lider olarak kabul ediyor
Heyetlerin karşılıklı yaptığı değerlendirmelerde görüşmenin devlet
adına yürütüldüğü anlaşılıyor ve PKK, Kürt halkının politik temsilcisi
olarak kabul görüyor. Ayrıca PKK’siz bir çözümün mümkün olmadığı da çok
açık olarak kabul ediliyor. Çözüme dair bütün kapıların Kürt Hareketi’ne
çıktığına özel bir vurgu yapılıyor. Devlet heyeti, Öcalan’ın Kürt halkı
tarafından lider olarak kabul edildiğinin farkında olduklarını da
belirtiyor. Görüşme heyetinin Öcalan’a hitap tarzı ve bakış açısının
esasen bir lidere yaklaşım gibi olduğu da çok net anlaşılıyor. Örneğin
Afet Güneş, “Tamam ben de diyorum ki önderliğin yol haritası elimde.
Maddeleri de belli. Haydi, buyurun müzakere edelim;” Hakan Fidan ise
“Yani Sayın Öcalan’la ilgili açık kaynaklara çıkan ve bizdeki olan bütün
bilgiler malumunuz. Ama tabii orada bire bir belli konuları tartışmak
farklı oluyor. Hapishanede geçen on senenin ve okumanın verdiği çok
ciddi bir transforme edici gücü var. Zihinsel manada çözümleme manasında
onu görüyorsunuz. Ve tabii yıllar boyu belli olayları yaşamış belli
noktalara gelmiş belli dersleri çıkarmış. Şimdi bulunduğu yerden çok
daha sağlıklı çok daha objektif çok daha nesnel var olan sıcak
şartlardan etkilenmeyen çözümlemelere ulaşıyor. Bunu sürekli satır
aralarında felsefi olarak görmek beni memnun etti. En azından orada
geçen süre gerçekten verimli bir süre olmuş. Bu noktada şunu da yakından
takip etmeye çalıştık, belli düşünce dönüşümleri zihinsel atlamaların
hangi noktadan nereye geldiğini görmek de şahsen benim düşünce olarak
bulunduğum yer açısından önemliydi…” şeklinde konuşuyor. Heyetin
Öcalan’ın ağırlığını ve sorunları çözüm gücünü kavradığı anlaşılıyor.
Kamuoyuna sızdırılan protokolün içeriği
2011 yılı içerisinde, PKK ile Devlet heyeti arasında uzlaşıya
vardıkları 9 maddelik bir metninden bahsedilmektedir. Hazırlanan
metinde: “Çatışmalı sürecin Türkiye’de şiddet, can ve mal kaybına neden
olduğu gerçeğinden ve kalıcı barış, güvenlik, uzlaşı ihtiyacından
hareketle; taraflar Oslo toplantıları sürecinin devamı konusunda
hemfikirdirler. Kürt sorununun çözümünde diyalog ve müzakere yolunun
esas alınması konusunda görüş birliğine ulaşmış ve bir an evvel
müzakerelere başlamanın gerekliliğine inanmaktadırlar.”
Üzerinde uzlaşmaya varılan bazı noktalar ise şöyle sıralanmış:
“Taraflar, 10 Mayıs 2011’de İmralı’da yapılan görüşmede Sayın Öcalan
tarafından sunulan, Türkiye’de Temel Toplumsal Sorunların Demokratik
Çözüm İlkeleri Taslağı, Türkiye’de Devlet ve Toplum İlişkilerinde Adil
Barış İlkeleri Taslağı ve Kürt Sorununun Demokratik Çözüm ve Adil Barışı
İçin Eylem Planı Öneri Taslağı adı altındaki taslaklar konusunda, en
geç haziranın ilk haftasına kadar görüş ve önerilerini sunarlar. Kürt
tarafı, sözü edilen taslakları memnuniyetle karşılar, prensip ve ilkesel
olarak kabul eder.
“Türk tarafı, seçimlerden sonra örgütü temsilen iki kişinin Sayın
Öcalan’ı ziyaret etmesi, yukarıda adı geçen konsey ve komisyonlar
kurulduktan sonra, birer alt komisyonun da Öcalan’la
ilişkilendirilmesini taahhüt eder.
“Kürt halkının siyasi ve legal temsilcilerine uygulanan baskılara
son verilmesi ve KCK tutuklularının serbest bırakılması çözüm yönünde
önemli bir adım olacaktır.
“Kürt sorununun nihai çözümünün, ancak çatışmasızlık zemininde
gerçekleşebileceğinden hareketle tüm askeri, siyasi ve diplomatik
operasyonların ve eylemlerin durdurulması ve uygun tedbirlerin
karşılıklı geliştirilmesi esastır. Taraflar, 15 Haziran 2011’e kadar her
türlü operasyon ve askeri eylemlerini durdururlar.”
Kamuoyuna sızdırılan protokolün bazı alt bölümler böyle. Bu veriler
tek başına ele alındığında dahi, Devlet Heyeti ile PKK Heyeti arasında
çok yönlü bir pazarlığın yapıldığı ortaya çıkıyor. Öcalan ve Kandil
heyetinin çabalarıyla PKK’nin yıllardır savunduğu barışçıl demokratik
çözüm eksenli bir sürecin başlatılmasına ilişkin ciddi politik bir
ortamın oluştuğu anlaşılıyor.
Görüşmelerde inisiyatif PKK Heyeti’nin eline geçince görüşmeler kesildi
Devlet adına görüşmelere katılan heyetin stratejik amacı, PKK’nin
tasfiyesine yönelik bir süreci başlatmak ve en kısa bir zamanda sonuç
almaktı. Ancak görüşmelerin tersi yönde ilerlediği anlaşılıyor. Öcalan
ve Kandil heyeti, süreci çok ciddi olarak okudular ve devletin tasfiye
politikasını tersine çevirdiler, Oslo görüşme sürecinin başlamasında
önemli bir rol oynadılar. Devletin tasfiye politikası ile PKK-Öcalan
tarafının demokratik çözüm politikası arasında bir mücadelenin
yaşandığını anlaşılıyor. İnisiyatifi kaybeden devlet oldu ve kamuoyuna
bir türlü açıklanmayan ‘üçlü-dokuzlu protokoller’ hazırlandı.
Protokoller hiç şüphesiz ki karşılıklı tavizler ve alıp-vermeler
üzerinde olur, bu ilişkinin politik doğasında olan bir durum. İnce
detaylarına kadar hazırlanan protokolün son şekline Kandil-Öcalan
damgasını vurduğu ve devlet adına gelen tasfiyeci heyetin de bu sürecin
peşine takıldığı ortaya çıktı. Oslo’da devam eden görüşmelerden sonra
hazırlanan ve Öcalan’ın son şeklini verdiği ‘PKK-Devlet Heyetleri
Protokolü’, MGK’nın, AKP hükümetinin ve Başbakan’ın önüne gelince,
devlet dehşete düştü.
Tasfiye ve toptan yok etmek amacıyla başlatılan görüşmeler, devletin
parçalanmasının ilk adımına dönüşmüştü. Protokol maddeleri, MGK
masasına gidince, devlet, kendisinin nereye sürüklendiğini fark etti ve
protokolleri toptan reddetti ve çok kapsamlı bir saldırıya yöneldi.
Dahası daha önce hazırlanan ve masada tutulan bütünlüklü tasfiye planı
uygulanmaya konuldu.
Sistemin iç politik krizinin merkezinde Kürt sorunu duruyor. Herkes
bu gerçeğin farkında. Ayrıca sistem içi rekabette de Kürt sorunu en
önemli halkalardan biridir. KCK Davası gerekçe gösterilerek, devlet
adına PKK ile görüşen heyette yer alanlar hakkında tutuklama kararı
çıkartılmasının ana halkasında yine Kürtler ve Kürt Toplumsal
Hareketi’nin etkisizleştirilmesi bulunuyor. PKK-Devlet görüşmelerinin
esasen ‘KCK sistemine sızmak, içten ele geçirmek ve sonra çökertmek’
amacına dayandığı ve şu anda KCK’nin üst düzey yöneticilerinin bir
kısmının MİT elemanı olduğu imajı çok bilinçli olarak veriliyor.
Özel Yetkili Savcı’nın eski ve yeni MİT müsteşarları hakkında dava
açması ve KCK davası kapsamında ifadeye çağrılmasının en önemli boyutu,
hazırlanan protokollerin devletin mevcut sistemine vurulmuş bir darbe
olduğunu fark etmeleridir. Tasfiye amaçlı oluşturulan heyetin, devletin
merkezi kurumlarının en önemli insanlarından oluştuğu ortaya çıktı. Buna
rağmen inisiyatifi PKK-Kandil hattına kaptırmaları, devlet şahsında
büyük bir hata olarak görüldü ve bunların cezalandırılması istendi.
Meselenin esası başarısızlıklarını gizleme çabasıdır.
KCK Başkanlık Konseyi’nin açıklaması görüşme sürecini doğruluyor
Son gelişmeleri değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı yaptığı
açıklamada şöyle diyor: “Halkların ulusal özgürlük sorunlarının
yaşandığı bütün dünya örneklerinde de görüldüğü gibi tarafların
görüşmesi, müzakere etmesi toplumsal barışı getiren en doğal ve makul
bir yöntem iken, Başbakan Erdoğan ısrarla bu görüşmeleri üstlenmemiş ve
reddetmiştir. Toplumdaki demokratik çözüm iradesini tanımayarak,
barışçıl çözüm yollarını dinamitlemiştir.
“Oysaki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve Hareketimizle T. C.
devleti ve hükümeti adına resmi bir heyet 2008’den bu yana belli
aralıklarla Haziran 2011’e kadar 3 yıldır düzenli olarak görüşmüştür. Bu
görüşmelerin devamı ve paralelinde Oslo’da da uluslararası bir kurumun
ev sahipliğinde Hareketimizin yetkilileriyle de görüşmeler
gerçekleşmiştir.
“[Yaşananların] Özel Yetkili Savcılığın kendi görevlerini yerine
getirmesiyle bir alakası yoktur. Bu görüşmeleri başından itibaren siyasi
erkin ve devletin ilgili bütün kurumları bilmesine rağmen bugün
şaşılacak düzeyde bir tepkinin ortaya çıkması anlaşılır değildir. KCK
davası operasyonlarında ele geçtiği iddia edilen belgelere
dayandırılması ise tümden gerçek dışıdır. Bu hesaplaşmanın tarafları kim
olursa olsun, Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorununu ve bu
bağlamda gelişen çeşitli süreçlerin böylesine kirli pazarlık konusu
yapılması, basit iktidar kavgasına malzeme edilmesi son derece
çirkincedir. Kürt halk önderine, Hareketimize, halkımıza ve Türkiye
kamuoyuna, demokrasi güçlerine büyük bir saygısızlıktır. Aynı zamanda
devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan bir durumdur.”
KCK Yürütme Konseyi’nin yapmış olduğu bu açıklama sürecin
gelişmesine ilişkin bizlere somut bir fikir vermektedir. Ancak bu
açıklamanın kendisi yeterli değildir. PKK-Devlet görüşmeleri üzerine çok
yönlü yorumlar ve spekülasyonlar yapılıyor. Öyle ki bu süreç,
psikolojik savaş yöntemleriyle Kürt Hareketine karşı bir güvensizlik
aracı haline getirilmektedir.
PKK, devlet heyetiyle yaptığı protokolleri açıklamalıdır
PKK-Devlet görüşmelerini parçalar halinde kamuoyuna sunanlar
devletin içindeki farklı kliklerdir ve bu sızdırmaların esasen Cemaatin
işi olduğunu hemen herkes görüyor. Ama bunu yaparken sadece iktidar
içindeki gücünü pekiştirmek için yapmıyor aynı zamanda Kürtlere yönelik
saldırıları başka bir kanalda sürdürmek için yeni planları da devreye
koyuyor.
PKK, müzakere görüşmelerinin, kendileri tarafından kamuoyuna
sızdırılmadığını ve bunu görüşmelerin ilkelerine ve ahlakına uygun
görmediklerini birçok kez açıkladı. PKK’nin böylesi bir yönelime
girmeyeceğini başta devletin kendisi biliyor.
Buraya kadar olan PKK açısından ilkesel bir tutumdu ve işin
ciddiyetine uygun davrandığı için de saygıyla karşılandığı biliniyor.
Ancak bugünkü süreç artık tersten işliyor. Görüşmeler parçalar halinde
ve çarpıtılarak gazetelere ve televizyonlara servis ediliyor.
Tasfiye politikasının bir parçası haline getirilen bu sürecin
kamuoyu ile bütün yönleriyle paylaşılması hazırlanan yeni oyunları boşa
çıkartacaktır. Zaten gazete yönetmenlerinin, TV editörlerinin devletin
temel kurumlarının elinde bulunan ama kamuoyuyla bütünlüklü olarak
paylaşılmayan belgelerin açıklanması, Kürtlerin mevcut politik
pozisyonunu güçlendirecektir.
Devletin bunu asla yapmayacağını herkes biliyor. O zaman sürecin bir
tarafı olarak masada olan Kürt Hareketi bu gelişmeleri objektif olarak
açıklamakla mükelleftir. Devlet ve onun medyatik kurumları, sürecin PKK
tarafından sabote edildiğini iddia etmekte ve bugünkü tasfiye
politikasının sorumluluğunu PKK’ye yüklemektedir.
PKK, hem Kürt ve Türk halkına, hem de genel olarak kamuoyuna karşı
duyduğu sorumluluk gereği görüşme sürecinin tutanaklarını ve heyetlerle
birlikte hazırlanıp üzerinde uzlaşıya varılan ‘protokol’ haline
getirilmiş belgeleri kamuoyuna açıklamalıdır. Mahkeme dosyalarının
arasına sıkıştırılmış belgelerin politik bir değeri olmayacaktır.
Devlet ile PKK arasındaki görüşmelerde kim nasıl bir tutum almış,
süreç nasıl ilerlemiş, kim sorumluluğuna uygun davranmış, kim masadan
kaçmış, kim verdiği sözleri yerine getirmemiş, kim bugünkü çatışmalı
ortamı istemiş, başta Türk halkının bu gelişmeleri öğrenmesinde yarar
var.
Herkesin elinde olan ve parçalar halinde dolaştırılan belgeler için,
halen, “sorumluluğumuz gereği açıklamıyoruz” şeklindeki ifadenin
politik bir anlamı kalmadığını görmek gerekir. PKK’nin süreci kamuoyu
ile paylaşması, bu mesele üzerinde sürdürülen tasfiyeci psikolojik
savaşın boşa çıkartılması demektir.
Eğer PKK, herkesin bildiği verileri kamuoyuyla paylaşmamasını, ‘yeni
bir sürecin başlamasına engel olmak istemiyoruz’ diye
gerekçelendiriyorsa bu başlı başlına politik bir felakettir. Hala
‘devletin içinde barıştan yana olanlar var, onları zor durumda
bırakmak istemiyoruz’ biçimindeki bir bakış açısı, tasfiye
politikaların derinleşmesine hizmet eder.
PKK, sorumluluğu gereği, politik olarak en ufak bir olasılığı
hesaplamak zorundadır. Ama mevcut siyasal gerçeklerin nereye doğru
evirildiğini en iyi gören de Kandil’dir. Dün mevcut
belgelerin-protokollerin açıklanması doğru olmayabilirdi, bugün
zamanıdır, yarın çok geç olur ve bir işe yaramaz.
Politik gerçeklerin olasılıklar-beklentiler üzerinde yürümeyeceğini
en çok askeri-politik savaşımı yürütenler bilir. Objektif olmak her
şeyden önemlidir.
Sosyal olgular ve politik gelişmeler, baharda çok kapsamlı bir
sürecin başlayacağını gösteriyor. PKK, elindeki belgeler, bilgiler ve
olanaklarla bu süreci deşifre etmelidir.
Mustafa Peköz
Gokyuzu9@aol.com