’Klasik devrimler gibi olmasa da, radikal mücadele dönemine giriyoruz. Bu yönüyle önümüzdeki dönem Ortadoğu'da bu mücadeleyi göze alanlar, mücadele yürütenler kazanacaktır. Bu en fazla da bizim için geçerlidir. Bu dönemde Ortadoğu'daki gelişmeler bize aktif mücadele etme çağrısı yapıyor. Tam da PKK’liliğin, Apoculuğun devrimcilik yapma zamanıdır.
Mustafa
Karasu
Yirmi
beş yıl sonra şu ortaya çıktı, tarihin sonu geliyor, ama bu sonun kapitalizm için
olduğu gerçeği bulunmaktadır. Kapitalist emperyalist sistem, kapitalist
modernizm insanlık için tamamen gereksiz hale gelmiştir. Gelinen aşamada
kapitalist modernist sistemin insanlık dışı karakteri netleşmiştir. Ekonomik,
sosyal, kültürel boyutlarıyla, yarattığı sonuçlarla nasıl bir sistem olduğu
ortaya çıkmıştır. Bu da Önder Apo'nun kanserli sistem dediği, kanserojen dediği,
insanlığı bitiren bir sistem olduğunu netleştirmiştir. Maddi uygarlığın bütün
manevi değerleri bitirerek hiçbir manevi değeri, ölçüyü bırakmadığı bir değersizler,
değersizlik toplumu, değersizlik sistemi haline geldiği netleşmiştir. Bu, insan
toplumu için, insanlık için bitişi ifade eder. Örneğin en son Obama’nın IŞİD’in
Musul’u işgali sonrası söylediği, IŞİD’e müdahale etseydik bundan Maliki
yararlanırdı, ifadesi insanlığın bitişidir. Yani Maliki’yi güçlendirmemek için
bir halkın, Êzîdîlerin yok olmasına göz yumduklarını itiraf ediyor. Bu kadar soğuk,
sadece çıkarlarla bezenmiş, çıkarlardan başka bir dünyası olmayan buz gibi bir
sistem, buz gibi çıkarlarla bütün insan yaşamının belirlendiği bir sistem
haline gelmiştir.
KDP'nin
geri çekilmesini ve Şengal’in IŞİD tarafından işgal edilmesini meşrulaştıran
yaklaşımlar da böyle bir zihniyetin sonucudur. Şu söyleniyor; KDP devlet kuracaktı, devlet kurma çabası içindeydi,
Güney’inde de Müslüman Sünni IŞİD devleti kurulacaktı, onunla kavga etmemek için
geri çekilmiştir, anlamak lazım. Bu kadar alçakça bir şey olabilir mi? Oradan
geri çekilme demek IŞİD’in bütün Êzîdîleri katletmesi demektir. Bunu bir çocuk
bile bilir. Bu söylem açıkça kapitalizmin insanları bitirdiğinin resmidir. Kürt
devleti kuracakmış, onun için KDP güçlerini Şengal’den çekmiş! Batsın öyle
devlet! Êzîdî soykırımı üzerinden kurulacak devlet hiç olmasın. Böyle olabilir
mi? İnsanlık ve toplum çıkarları böyle ele alınabilir mi? Alınıyor işte! Obama öyle
demiştir, Kürt’ü öyle demiştir. Kapitalist sistemin nasıl bir sistem gerçeği
olduğunu bu ifadeler açıkça ortaya koymaktadır. Böyle bir dünyada yaşıyoruz.
Bir zamanlar Sodom’la Gomore’nin tanrının gazabına uğraması gibi, tam da şu
anda kapitalist sistem tanrının gazabına uğrayacak bir sistemdir.
ABD’nin
Ortadoğu müdahaleleri
başarısız
Kapitalist
modernitenin dünyada ve Ortadoğu'daki sonuçları bugün tüm çıplaklığıyla gözler önündedir.
1990’larda birinci Körfez savaşı oldu, Saddam’ın kolu kanadı kırıldı. 2003’te
Irak’a müdahale oldu, Irak’a kapitalist modernist sistem hakim kılınmak
istendi. Hatta tasfiyecilier bunu ‘demokratik emperyalizm’ olarak ifade etmişlerdi.
Irak merkezli Ortadoğu dizayn edilecekti. Ürdün, Suudi Arabistan, Katar dizayn
edilecekti. Emperyalizmin müdahalesiyle Ortadoğu güllük gülistanlık demokrasi
ve özgürlükler cenneti olacaktı. Şimdi öngörülenin cennet değil de cehennem
olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Bu müdahaleye
karşı Önderliğin cevabı Atina Savunmasında şöyleydi; ABD'nin müdahalesine karşı
kendi demokratik özgürlükçü sistemimizi kurmak. Bugün üçüncü çizgi diyoruz ya,
ayrı bir çizgi olmak, halkların çizgisi olmak! KDP'nin, YNK’nin kendi
meclislerini, kendi sistemlerini halkların meclisi, sistemi göstermelerine karşı
kendi alternatif sistemimizi kurmak, diyordu. Kongra Gel böyle bir alternatif
sistemin meclisi olarak öngörmüştü. Bu yeni örgütsel şekillenme ve toplumsal
sistemi o güne kadar PKK'nin yarattığı otuz yıllık mücadele birikiminin yeni
bir sistem haline getirilmesi biçiminde tanımlıyordu. Böyle üç başlık üzerinden
ABD'nin müdahalesine karşı bizim müdahale yapmamızı öngörüyordu. Atina Savunmasında
bunlar net bir biçimde ifade edilmiştir.
2003
Kongra Gel’i kapitalizmin Ortadoğu'ya müdahalesine karşı Önderliğin devrimci
demokratik bir müdahalesi oluyordu. Atina Savunması ve daha sonra geliştirilen
Bir Halkı Savunmak eserleri böyle bir müdahaleyi içeriyordu. Bir Halkı Savunmak
adlı eseri bir yönüyle de tasfiyeciliğin önderliğin müdahalesini saptırmasına
karşı bir müdahale oluyordu. Önderliğin müdahalesi sisteme ayak uydurma, sistem
içileşme olarak anlaşılmıştı. Önderlik ABD'nin müdahalesine karşı kendi müdahalesini,
kendi mücadele biçimini ortaya koymak isterken, bu, tasfiyecilik tarafından mücadelesizlik
olarak ele alınıp saptırıldı. Mücadeleden geriye çekme, gevşeme, bir nevi
sistem içileşme olarak dayatıldı. Bu temelde bilinen felaketler başımıza
geldi. Örgüt, tasfiye ile karşı karşıya
kaldı.
ABD’nin
Irak'a müdahale etmesi koşullarında tasfiyecilik ortaya çıktı. ABD müdahale
edecek, KDP-YNK güç olacak, tasfiyeciler de onlara dayanarak örgüte müdahale
edip tasfiye edeceklerdi. ABD önce Aganistan’a, daha sonra Irak’a müdahale
etti. Sonuç, ABD Irak'tan çekilmek zorunda kaldı. Irak üzerinden İran’ın
etkisini kıracaktı, İran ABD müdahalesinden sonra Irak’ta daha etkili olmaya başladı.
Sonuç olarak ABD'nin müdahaleleri boşa çıktı. ABD müdahalelerin başarısızlığı
Ortadoğu'da halkların patlaması biçiminde bir sonuç ortaya çıkardı. Arap Baharı
denen olaylar, statükocu güçlerin halkların sırtında yük haline geldiği, bunların
devrini bitirdiği, emperyalizmin de müdahalesinin başarısız kaldığı ortamda
meydana geldi. Arap Baharı denen olay budur. Emperyalizmin, Batı’nın yönlendirmesiyle
ortaya çıkmış hareketler değildirler. Bizzat toplumun dinamikleri biçiminde
tarih sahnesine çıktılar. Bu hem kapitalist modenist sisteme, hem statükocu güçlere,
hem de beş bin yıllık devletçi sisteme tepkiyi ifade ediyordu. Devletçi
sistemin tarih sahnesine çıktığı yerde, Mısır’da ve Sümer’de toplumların artık
bu devletçi sistemle yaşamak istemediklerinin ortaya konulmasıydı. Bu yönüyle
Ortadoğu'da Arap Baharıyla ortaya çıkan olayların tarihsel temellerini,
nedenlerini iyi değerlendirmek, iyi çözümlemek gerekiyor. Öyle günlük, güncel
herhangi bir sorun nedeniyle ortaya çıkmış hareketler değildir. Binlerce yıllık
devletçi sisteme karşı, devletçi sistemin çıktığı coğrafyada, devletçi sistemin
var olduğu coğrafyada devletçi sisteme karşı bir ayaklanmayı, bir isyanı ve
tepkiyi ifade ediyor.
Arap
Baharının gelişmesi karşısında ABD bunları yönlendirip çıkarına değerlendirmek
istedi. ABD özellikle 1990’lı yıllardan sonra klasik, çok işbirlikçi, bizzat
kendisinin maketi olan Kemalizm, Baas ve İran Şah’ının Beyaz Devrimi ve Tunus
iktidarı gibi çok Batı taklitli, bütün yaşamı ve yönetim yaklaşımlarıyla
kapitalist modernitenin bir maketi ve izdüşümü olan modellerin iflas ettiğini,
Ortadoğu toplumlarında değer görmediğini, karşılık görmediğini öğrendi. Daha önce
de Ortadoğu açısından farklı model arayışları bulunuyordu. Sistemin üniversiteleri,
araştırma merkezleri klasik işbirlikçilerle Ortadoğu'da etkili olamayacaklarını
görmüşlerdi. Zaten soğuk savaş olarak tanımlanan dönemde Sovyetler Birliği’ne
karşı, sosyalizme karşı, devrimci güçlere karşı İslam’ı kullanma vardı. Ortadoğu'nun
değerleriyle Sovyetler Birliği’ne karşı savaşma yöntemini kullanmıştı.
Sovyetler Birliği’nin Güney'i İslam’dı. Burada bir kesim İslamcıları kendisinin
işbirlikçisi ve ajanı haline getirmişti. Geçmişteki bu ilişkilerine dayanarak
Ortadoğu'daki Arap Baharındaki İslami eğilimi yönlendirerek, etkileyerek işbirlikçi
ılımlı İslam temelinde Ortadoğu'da yeni bir işbirlikçi düzen kurmak istedi. Bu
nedenle Tunus’a destek verdi, Mısır’a destek verdi, diğer yerlere destek verdi.
Libya’ya bizzat müdahale etti, yıktı. Bütün bunların temelinde kendisine bağlı
işbirlikçi İslam düzeni kuracaktı. Yani Ortadoğu'yu İslam’ın içine kendi
ajanlarını sokarak, kendi işbirlikçilerini sokarak ajan bir İslam’la, ajanlaştırılmış
İslam’la, yönetmek istedi.
İşbirlikçi
İslam projesi çöktü
Böyle
bir proje ortaya koydu ama bu projenin etkili olamayacağını, Ortadoğu
sosyolojisinin, siyasetinin ve tarihsel birikiminin öyle kendisinin düşündüğü
gibi işbirlikçi bir İslam’la yönetilemeyeceğini kısa sürede anladı. İşbirlikçi İslam
olarak düşündüğü çevrelerin kendisine karşı bir muhalif güç haline geldiğini,
kendi sistemi açısından tehlikeli hale geldiğini gördü. Mısır’da İhvan-i Müslim’in
ve Erdoğan’ın İhvan-i Müslim’le ilişkilerinin ABD'nin çıkarlarına ters düşmesi,
yine Libya’da elçiliğin basılması bunu açıkça gösteriyordu. Suriye’de ortaya çıkan
halk hareketlerini de kısa sürede İslamcılar yönlendirdi ve radikal İslami bir
muhalefet ortaya çıktı. Böylece ABD'nin Arap Baharıyla öngördüğü işbirlikçi ılımlı
İslam projesi çöktü. Özellikle de Lübnan ve İsrail’e komşu olan Suriye’de İslamcı
bir iktidar istenmedi.
1970-80’lerde
Lübnan’da Hıristiyan-Müslüman çatışmasının ne kadar can kaybına neden olduğunu,
ABD'nin, Fransa’nın ne kadar şiddetle müdahale ettiğini biliyoruz. Lübnan yarı
Hıristiyan’dır. Lübnan’ın yanı başında böyle bir devlet görmek istemedikleri
gibi, yüz elli yıldır sistemin Ortadoğu
için hazırladıkları Türkiye'nin, yani modernist Türkiye'nin Erdoğan gibi bir İslamcı
iktidarla Suriye'deki bir İslamcı hareketin birleşmesi ve kendi projelerini boşa
çıkartmasını kabul edemezlerdi. Yüz elli yıldır Türkiye’yi hazırlıyorlardı. ABD
ve kapitalist modernist sistem kolay kolay Türkiye’yi bırakmaz. Ortadoğu'da başka
bir Türkiye yok! Yüz elli yıldır hazırlanmıştır. Türkiye zaten Kürtlerin Rom
dediği gibi, amiyane deyimle “Gavur”dur. Bir Suriye, Irak, Suudi Arabistan değildir.
Belirli değerleriyle Batı’ya yakındır. Ortadoğu'yu fethetmek için hazırladığı Türkiye'nin
kalkıp kimlik, gen ya da karakter değiştirmesi, mutasyona uğrayıp yeni bir biçim
almasını kabul etmediler. İslamcı rejimlerle birleşip farklı bir karaktere bürünmesini
kabul etmediler. Türkiye'nin böyle güçlerle birleşip kendi Ortadoğu projelerini
boşa çıkarmasını engellemek için Suriye’de Esad rejiminin yenilmesini
istemediler. Esad rejimi de Batı’nın bu tutumunu gördü ve ortaya çıkan çelişkilerden
yararlanarak kendisini ayakta tuttu. Esad’ın ayakta kalma diyalektiği böyledir.
Ortadoğu'da
sistemin siyasal olarak, toplumsal olarak inisiyatifini kaybettiği, iki yüzyıllık
bütün çabalarının önemli oranda boşa çıktığını söyleyebiliriz. Kuşkusuz
kapitalist modernist sistem tümden başarısız oldu, Ortadoğu'ya hiç etkide
bulunmadı demek yanlıştır. Her yerde biraz işbirlikçileri ve dayanakları var.
Ama esas olarak kapitalist modernist sistem Ortadoğu'da başarısızdır, yenilgiye
uğramıştır, kaybetmiştir. İki yüzyıllık kapitalist modernist müdahale ve
kapitalist modernitenin işbirlikçisi olan ya da ona dayanarak kurulan
ulus-devlet zihniyeti iflası yaşamaktadır. Son iki yüzyılda Ortadoğu'ya giren
ulus-devlet zihniyeti de dağılıyor. Zaten Ortadoğu'nun başına ne getirdiyse
ulus-devlet zihniyeti getirdi. Kapitalist modernite getirdi. Ortadoğu'da önceden
de baskılar vardı, zulümler vardı, savaşlar vardı. Dinsel topluluklara baskılar
vardı. Ancak bin yıl önce, iki bin yıl, beş bin yıl önce şu anda Ortadoğu'da yaşananlar
yaşanmamıştır. Yahudilik, Hıristiyanlık, İslamiyet bu topraklarda hakim olmuştur.
İlk dinler ortaya çıktığı zaman diğer dinleri etkisizleştirmek istemiş,
ideolojik mücadeleler, çeşitli mücadeleler ve savaşlar, kendini etkin kılma çalışmaları
olmuştur. Bu dönemde belli acılar yaşanmıştır. Ama belirli bir düzen ve sistem
kurulduktan sonra her şey bazı ahlaki, toplumsal ve insani kurallar çerçevesinde
seyretmiştir. İslamiyet bin beş yüz yıldır bu topraklardadır. Bin beş yüz yıldır
bu coğrafyada, son yüzyıllara kadar Ortadoğu'da Hıristiyanların bu düzeyde sürüldüğü,
katledildiği, farklı etnik ve dinsel toplulukların bu düzeyde katliama uğradığı
başka yüzyıl yoktur.
Kapitalist
modernist sistem bir
soykırım sistemidir
Yüz
yıl önce burada Hıristiyanlar toplu ve güçlü biçimde yaşıyorlardı. Güney Kürdistan,
Hakkari, Mardin, İran’ın sınırları ve Qamişlo’da Asuri Süryaniler doludur. Öyle
ki, 19. yüzyılda batıdan gelen milliyetçi rüzgarların etkisiyle devlet kurma
girişimleri bile olmuştur. Ermeniler Kürdistan'da neredeyse yarı yarıya yaşıyorlarmış.
Yani farklı etnik ve dinsel topluluklar bu coğrafyada yan yana, hatta iç içe yaşıyorlardı.
Ne zamanki kapitalist modernite gelmiş, bu topraklarda etnik ve dinsel soykırım
başlamıştır. Bunu böyle görmek gerekiyor. Kapitalist modernitenin ne olduğunu
anlamak açısından bu gerçeği öğrenmek önemlidir. Kapitalist modernite ne kadar
güzel bir sistem, insanlığa neler neler getirdi denilerek yutturulmaya çalışılıyor.
Kapitalist modernist sistem bir soykırım sistemidir. Ulus-devlet karakterinden
sonra tamamen bir soykırım sistemi olmuştur.
1648
Westwalya Antlaşması’yla ulus-devletlerin birbirlerini kabulüyle bugünkü Birleşmiş
Milletler gibi ulus-devletlere dayalı bir sistemin kuruluşu, ulus-devletin statü
haline gelmesi, meşrulaşması, yükselen bir değer haline gelmesi ve kendisini
kabul ettirmesinden sonra yaşanan sadece Ortadoğu'da değil, bütün dünyada soykırımdır.
Bunu bilmek lazım. Kapitalist modernitenin Ortadoğu'ya girmesiyle birlikte Kürtler
için de başlayan budur. Kürtler yüz elli yıl önce bu topraklarda egemen değiller,
devlet değiller ama kendi kendilerini yönetir, yaşatır durumdadırlar. Devlet dışı
toplumdur. Bu gerçeklik bugün Kürtlerin avantajı haline gelmiş bir durumdur.
Devlet dışı toplum olmak, eski çağlarda
bir yönüyle de özgür ve demokratik yaşama daha yakın olmaktır. Çünkü geçmiş
dönemde, feodal dönem ve diğer dönemlerde kültürel soykırım yoktı. Hegemonik
zihniyet devlet kurma üzerinedir. Toplumlar üzerinde hegemon olayım, beyinler üzerinde,
bireyler üzerinde hegemon olayım anlayışı yoktur. Alan üzerinde, o coğrafya üzerinde
hegemon olayım, benim siyasi egemenliğimi kabul etsin, tamamdır, anlayışı
hakimdir. Bu hakimiyet kabul edildikten sonra nasıl yaşıyor, nasıl yiyor, nasıl
içiyor fazla karışılmıyor. Kuşkusuz hiç karışmıyor değiller, ama esas olarak
karışılmıyor. Kapitalizm ise insanların beynine, tek tek hücrelerine kadar nüfuz
etmek istiyor. Kapitalizm öncesi böyle bir şey yoktur. Köye, kasabaya nüfuz
etmek yoktur. Kendi siyasal egemenliğini kabul etsin yeter. Kürt tarihinde hep
söylenir ya, Osmanlı Batı karşısında sıkışınca o zaman vergi ve savaş dönemlerinde
zorunlu askerlik düzeni kurmaya yöneliyor. Önceden hiç karışmıyor. Kendi
kendini yönetmesine karışmıyor.
Kapitalist
modernitenin dünyada geldiği durum, özellikle tüketim toplumuyla daha da
derinleştirdiği özellik bütün bireye hükmeden, insanın günlük yaşamına hükmeden,
yönlendiren bir hegemonik sistemdir. İnsan iradesini kıran, toplumları dağıtan
bir sistemdir. Toplum kırım diyoruz ya, kapitalizm eşittir toplum kırımdır,
insan kırımdır. Bütün kırımların sistemidir. Bu açıdan kapitalizmi doğru
anlamak, onun Ortadoğu'ya yansımalarını doğru değerlendirmek gerekir. Önderlik
kapitalizmin Ortadoğu'ya yaklaşımlarını, AİHM savunmalarında da, Ortadoğu
savunmasında da, birçok savunmasında da kapsamlı bir biçimde anlatıyor. Nasıl
sonuçlar yarattığını kapsamlı biçimde irdeliyor. Kapitalizmin Ortadoğu'ya girişinin
sonuçlarını şimdi en ağır biçimde yaşıyoruz. Önderlik en son mektubunda El
Kaide’yi değerlendirdi, IŞİD’i değerlendirdi, bunlar dedi kapitalist
modernitenin gübreliğinde yetişen sapkın hareketlerdir, dedi. Yani kapitalist
modernitenin yarattığı bir şeydir. El Kaide ve IŞİD, Ortadoğu gerçeğinin yarattığı
bir olay değildir, kapitalist modernite yaratmıştır. Bir nevi kapitalist
modernitenin siyasal, sosyal yaşam tarzı ve kültürü öyle bir doğum yaratmıştır.
İnsanlarda ucube doğumlar olur ya, IŞİD ve El Kaide de öyle bir şeydir.
Kapitalist modernitenin Ortadoğu'daki iki yüzyıllık gübreliğinde ortaya çıkan
durumdur.
ABD
ajan İslam üzerinden Ortadoğu'yu
hakimiyet altına
almak istiyor
IŞİD'in kontrol ettiği alanlar |
IŞİD'in devlet (İD) sınırları olarak ilan ettiği alanlar |
ABD
işbirlikçi İslam yaratıyorum derken böyle bir gerçeklik ortaya çıktı. kapitalist
modernizmin el attığı bir yerde çıkacak İslam da böyle olur. ABD gelinen aşamada
şu politikaya varmıştır; Ortadoğu'nun direndiğini ve bizim de bir alternatif
olarak çıktığımızı görmüştür halkların büyük tepkisini de görmüştür. Halklar çok
öfkelidir. Eğer etkili bir siyaset yürütülürse, kapitalist modernite süpürülüp
atılacaktır. ABD kendisine yönelik böyle bir gücün ortaya çıkacağını görerek IŞİD
gibi çeteleri kullanmak istemiştir. Böylece Ortadoğu'daki demokrasi ve özgürlük
potansiyeli dağıtılacak, IŞİD gibi İslam’ı kullanarak gelişen güçleri de böyle
bir savaş içinde tutarak kendisi için tehlike olmaktan çıkaracaktır. Önderlik,
Osmanlı İmparatorluğu İslamiyet’in enerjisini alarak ta Avrupa’ya kadar gitmişti,
diyor. Şimdi de Ortadoğu halkları çok öfkelidir, bir öfke patlaması yaşanıyor.
Bunu IŞİD ve başka çevreler kullanmak istiyor. Öte yandan halkların özgürlük ve
demokrasi eğilimi Rojava gerçeğinde olduğu gibi güçleniyor. İran ve Türkiye böyle
bir ortamda kendilerini etkin kılarak sistemi zorlamak istiyor. ABD böyle bir
ortamda böl, parçala, yönet politikasıyla bütün güçleri zayıflatma stratejisine
yönelmiştir. Bütün güçleri zayıflatmak ve en sonunda üzerinde hakimiyet kurmak
istiyor. İslamcı güçleri de zayıflatacak, herkesi zayıflatacak, herkesi
kendisine muhtaç edip Ortadoğu'yu kendisine muhtaç hale getirecek.
Hala
da Ortadoğu'yu teslim alma stratejisi esas olarak işbirlikçi ajan İslam üzerine
kuruludur. Onun örnek modeli Fetullahçılardır. Şu anda ABD'nin üzerinde çalıştığı
proje Fetullahçılar projesidir. Fetullahçı modeli bütün Ortadoğu'da hakim kılmak
istiyor. Şu anda AKP biraz üzerine gidiyor ama AKP içinde de böyle bir modele
yatkın kesim var. Türkiye yarı Ortadoğu, yarı Avrupa gibi bir yerdir. Bu açıdan
ajan İslam üzerinden Ortadoğu'yu hakimiyet altına almada en uygun ülke Türkiye’dir.
İlk önce böl, parçala, yönetle Ortadoğu halklarının iradesini kıracak, sonra da
Fetullahçılar gibi -tabii Türkiye'de Fetullahçılar olur, Mısır’da başka bir şey
olur, Suriye’de başka bir şey olur- bir ajan İslam’la Ortadoğu fethedilecektir.
Şu anda ABD'nin Ortadoğu'daki politikası budur. Herkesin iradesini kırıp, zayıflatıp
sonunda yerel fetullahçılarla bölgeye hakim olmak istiyor. Ama mevcut statükocuların
ya da kapitalizmin gübreliğinde yetişen IŞİD ya da başka güçlerin gelişme şansı
ve geleceği yoktur. Onlar boşluktan yararlanmıştır. Boşluktan yararlanan güçlerdir.
Onların bölgeye bir proje, bir sistem, özgür ve demokratik yaşam sunma imkanı
yoktur.
Kapitalist
modernitenin de Ortadoğu için sunacağı yeni bir yaşam modeli yoktur. Kapitalist
modernitenin işbirlikçi İslam projesi tutmaz. Çünkü Ortadoğu manevi uygarlık dünyasıdır,
Avrupa ve ABD ise maddi uygarlık dünyasıdır. Manevi uygarlığın gücü maddi
uygarlığın gücünden her zaman yüksektir. Yunanlı bir filozof, türkülerin gücü
kanunların gücünden her zaman daha fazladır, demiş. Önderlik sanata
metafiziktir, dedi. Manevi uygarlığın gücü maddi uygarlıktan yüksektir. Diğeri
günlük yaşamdır. Manevi uygarlık ise tarihsel kökleri derinlere salan bir
uygarlıktır, bir yaşama biçimidir, bir duygu ve düşünce biçimidir. Bu açıdan
kapitalist modernist sistemin işbirlikçi ajanla, şununla bununla Ortadoğu'da
hakim olması mümkün değildir. Bu çabalar nafiledir. Bu bakımdan tek seçenek,
tek çözüm Önder Apo'nun kadın özgürlükçü, demokratik, ekolojik toplum
paradigmasıdır. Önder Apo'nun bu manevi uygarlığı çok iyi anlayan, dervişler,
bilgeler, peygamberlik geleneği denen, Ortadoğu'nun bütün manevi dünyasını çok
iyi anlayan ve çok iyi kavrayan, bu temelde Ortadoğu'daki manevi uygarlıkla
insanlığın bütün dünyada biriktirdiği diğer değerlerin hepsinin sentezini
yaparak ortaya koyduğu demokratik uygarlığın bugünkü somut ifadesi olan
demokratik modernite projesi dışında Ortadoğu'da farklı bir seçeneğin gerçekleşmesi
mümkün değildir. Önderliğin tezi, demokratik modernite sistemi manevi uygarlığın
bugün güncelleşmiş biçimidir. Artık anlamı kalmayan dogmatik yanları ve belli
gerilikleri atarak oluşturulan demokratik modernite tezi, halkların tek seçeneği
haline gelmiştir. Bu açıdan önümüzdeki dönemde kapitalist moderniteye karşı
demokratik modernite çizgimiz, demokratik uygarlık çizgimiz büyük bir mücadele
içine girecektir.
Devrimci
mücadele çağına giriyoruz
Önümüzdeki
dönem büyük bir mücadele dönemidir. Bir yandan kapitalist modernitenin gerici işbirlikçi
güçleriyle, diğer yandan IŞİD ve El Kaide gibi çevrelerin İslam maskeli
kapitalist modernist karakteriyle bizim aramızdaki mücadele keskinleşecektir. Önümüzdeki
dönem bizim açımızdan devrimci mücadelenin geliştiği bir dönem olacaktır. Böyle
bir döneme giriyoruz. Bugün dünya ve Ortadoğu devrimler çağını yaşıyor.
1850’ler devrimler ve köylü isyanları çağıydı, 20. yüzyılda bir dönem böyle bir
hava esti. Şimdi ise Ortadoğu'dan başlamak üzere gerçek anlamda bir devrimler çağına
giriyoruz. Bir devrimci mücadele çağına giriyoruz. Kapitalist modernitenin
krize soktuğu Ortadoğu'da IŞİD’in müdahaleleri krizi daha da derinleştirmiş,
amiyane deyimle tam bir devrimci durum ortaya çıkarmıştır. Tabii bu devrimin
modeli, yöntemi, tarzı farklıdır. Yeni koşullara ve yaklaşımlara göre olacaktır.
Klasik devrimler gibi olmasa da, gerçek manada radikal mücadele dönemine
giriyoruz.
Bu yönüyle
önümüzdeki dönemde Ortadoğu'da bu mücadeleyi göze alanlar, mücadele yürütenler
kazanacaktır. Bu en fazla da bizim için geçerlidir. Bu dönemde Ortadoğu'daki
gelişmeler bize aktif mücadele etme çağrısı yapıyor. Tam da PKK’liliğin,
Apoculuğun devrimcilik yapma zamanıdır. Devrimciliğimizi yeniden ayaklandırma,
yeniden etkili kılma zamanıdır. Ortadoğu'nun koşulları kesinlikle böyle yaklaştığımız
zaman kazanacağımızı ifade ediyor. Bunun böyle altını çizmek gerekiyor. Pasif
davranmak, inisiyatifsiz davranmak, seyretmek, izlemek, tereddütlü olmak
kesinlikle kaybetmeyi getirir. Böyle bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde bu
tarzla mücadele edenler ve aktif olanlar kazanacaktır. Önder Apo'nun zaten bize
öfkesi de bundandır. Önder Apo'nun mektubunda dediği şudur; irade ve yaratıcılık
zayıflığı vardır. Yüz bin kişilik gücünüz var, yüzde birini bile kullanmadınız,
diyor. Yani mücadeleyi yürütme iradeniz yok. Nerede, nasıl adım atmanız gerektiği
konusunda iradeniz yok. Yaratıcılıkla yerinde gereken adımı atıp mücadeleyi
geliştirme iradeniz yok, diyor. Bunu mektubunda özellikle vurguluyor. Gerçekten
de öyledir. Önderliğin tespitleri isabetlidir. Cezaevindeki tecrit koşullarından
dışarıdaki bu gerçekleri görmek gerçekten de şaşırtıcıdır. Geçen dönemde biz
hareket olarak bu iradeyi gösteremedik. Gösterseydik Türkiye'de de Ortadoğu'da
da daha büyük kazanacaktık.
Ancak
fırsat hala kaçmış değildir. Ortadoğu'daki devrimci durum daha da derinleşmiştir.
Türkiye'de Kürt sorununu çözme ve Türkiye'yi demokratikleştirme imkanları daha
da artmıştır. Devrimci durum vardı, kriz vardı, IŞİD gelmiş, bunu daha da
derinleştirmiştir. Aslında IŞİD bazı konularda katalizör görevi görmüştür.
Hegel’in meşhur kitabı Faust’unda mepisto var. O, bütün gelişmelerin dinamiğini
yaratıyor, yani kışkırtan, gelişmeleri sonuca ulaştıran, büyük gelişmeleri ve
devrimleri ortaya çıkartan işlev görüyor.
Şimdi
IŞİD de bu rolü oynuyor, oynamıştır. Mecburen oynamıştır. Kaos var, kriz var.
ABD de bu kaosu kendi lehine çevirmek için bu gücü kullanmak istemiştir. Çünkü
kendisi Ortadoğu'yu dizayn edemedi. IŞİD
eliyle Ortadoğu'yu kendi çıkarlarına uygun konuma getirmek istemiştir. Ama
ABD'nin, Batı’nın IŞİD’i kullanması da ters tepmiştir. Ona göre Irak’ta bir Sünni
devleti kurulacak, bir Şii devleti kurulacak, hatta Suriye üçe bölünecekti. IŞİD
eliyle böl, parçala, yönet stratejisini hayata geçirip Ortadoğu'ya hakim
olacaktı. Ama ne oldu? Ters tepti. Ondan da sonuç alamadı, şimdi onun da başına
bela olmuş. En son Amerikalı bir gazetecinin kafasını kesmişler. IŞİD’in
eylemleri Ortadoğu'yu daha da karıştıracak; bazı gerçeklerin daha berrak biçimde
gözler önüne serilmesini sağlayacak. Nitekim IŞİD’in hamleleri ve uygulamaları
bizim mücadele meşruiyetimizi daha da geliştirdi. Geçmişte bizi dünyaya
neredeyse lanetli gösterenler, şimdi PKK'ye farklı bakmaya başlamışlardır. Bu
ortamda gelişen mücadelemizin meşruiyetiyle yaratılan tüm olumsuzlukları kıracağız.
İnsanlık vicdanının da, demokratik ilerici insanlığın, vicdanlı insanlığın değerlerini
de arkamıza alacağız, Ortadoğu'da devrimci mücadeleyi geliştireceğiz. PKK'nin,
hareketimizin böyle bir mücadeleyi geliştirme gücü vardır.
Mevcut
durumda IŞİD’e karşı mücadeleyi geliştirmek hem zorunlu hale gelmiştir, hem de
devrimimizi yaygınlaştırmak ve derinleştirmek için bu gereklidir. Kuşkusuz doğru
yaklaşımla, doğru yöntemle ve doğru savaş tarzıyla. Savaş tarzımızda hala yanlışlıklar
var. Büyük bir deneyim sahibi olduğumuz gerilla savaş tarzını daha etkili
kullansak IŞİD karşımızda tutunamaz, kaçıp gider. Sadece cephe tutmakla ve
cepheyi savunmakla IŞİD’e karşı başarı elde edilemez. Böyle bir savaş tarzı IŞİD’in
tekniğine de, savaş tarzına da uygundur. Dolayısıyla bu tarzı aşıp gerilla gücümüzü
en etkili biçimde kullanmalıyız. Kuşkusuz hatları tutacağız, belirli hatları bırakmayacağız;
ama böyle bir hat ve cephe oluştuktan sonra da gerillayı etkili biçimde
kullanacağız. Sağından, solundan, önünden, arkasından gerillayı etkili bir biçimde
kullanarak vuracak, yıpratacak, ondan sonra da üzerine gidip bulunduğu
alanlardan söküp atacaksın. Böyle bir savaş tarzı karşısında IŞİD dayanamaz.
Ancak şimdi bu yetersiz uygulanıyor. Hiç yıpratmadan, gerilla taktiklerini
kullanmadan, sadece cepheden savaşla IŞİD mevzilerini düşürmek tabii ki zor
olur. Çünkü tekniği böyle bir durumda onu ayakta tutuyor. Ama belirttiğimiz
tarzda savaşılırsa kesinlikle bizim savaş tarzımızın önünde duramazlar. Biz artık
savaş toplumu haline gelmişiz, savaş kültürümüz var. Bu savaş kültürü dünyada
başka bir toplumda ve güçte yoktur. IŞİD toplama güçtür. Savaş kültürümüzü,
tarzımızı, vurucu karakterimizi iyi kullanıldığımızda kesin sonuç alırız.
Bizdeki moral güç ve ideolojik güç de onları süpürüp atar.
Kürtler
savaşçı bir topluluktur. Bin yıllar önce de böyledir, yüz yıllar önce de böyledir.
Geçen yüzyılda fiziki ve kültürel soykırımla Kürtlerin bu karakteri ortadan
kaldırılmak istenmişse de, kırk yıllık mücadelemizle Kürtlerin tarihte var olan
bu savaşçı karakterini güçlü bir biçimde açığa çıkarmış bulunuyoruz. Kürt savaşçılığından
söz edilirken İskender ve orduları döndüğünde Kürtlerin onları nasıl perişan
ettiği yazılır. Kürtler gerçekten savaşçıdır. Önderlik defalarca kırk bin dağlı
Kürt silahlanırsa ne yapacaksınız, dedi. Bu yönüyle biz Ortadoğu'nun krizi, çıkmazı
ortamında bu devrimci durum ortamında PKK'nin savaş tarzıyla, ideolojisiyle müdahale
ettiğimiz zaman Ortadoğu'da devrimci rolümüzü etkili biçimde oynarız. Onun için
olaylara çok dar yaklaşmamak lazım. Sorun sadece Kobanê ve Şengal’de yürütülecek
bir direniş değildir. Direnişi bazı alanlarla sınırlandırarak ne Ortadoğu'nun
ne Rojava’nın ne Güney’in ne de Kürdistan'ın diğer parçalarının ihtiyaçlarına
cevap verebiliriz. Mücadeleyi çok geniş bir cephede, geniş ittifaklarla yürütebilmeliyiz.
Buna cesaret edebilmeliyiz. Kürtler bunu yaparsa zaten özgürlüğü hak ederler,
yoksa hak etmezler.
Her
türlü saldırı ve savaşa hazır
olmalıyız
İsrail’in
iki temel stratejisi var. Birincisi, bütün komşu Arap ve İslam devletlerinin içini
karıştırmak, zayıflatmak, onların zayıflığı ve karışıklığı içinde kendi
hakimiyetini sürdürmektir. İkincisi ise dört cephede savaşma stratejisidir. Türklerin
iki buçuk cephede savaşma stratejisi olduğu söylenir. İsrail ise gerekirse on
cephede savaşacak biçimde kendisini örgütlemiştir. Sadece Suriye cephesinde, Mısır
ya da Ürdün cephesinde değil, gerekirse Türkiye de, Irak da, İran da dahil her
cephede savaşma stratejisi vardır. Başka türlü ayakta kalamayacağı düşüncesindedir.
Hepsi birleşir, üzerime gelir, beni ezer, anlayışına sahiptir. O zaman benim
savaş stratejim de hepsi üzerime gelse de hepsini yenilgiye uğratma üzerine
kurulmalıdır, diyor. Zaten 1967-71’de bütün Araplar birleşti, hepsini kaç günde
dağıttı ve yenilgiye uğrattı. Bu, gerçekten de bir organize savaş
stratejisidir. Biz İsrail’in bu politikalarını ve uyguladıkları bu savaş
stratejisini doğru bulmuyoruz. Yanlış bir politik zihniyetin ürünüdür. Ancak Kürdistan
gerçeği ve bugünkü Ortadoğu durumu dikkate alındığında Kürtlerin her cephede
savaşacak bir biçimde kendini örgütlemeleri, böyle bir motivasyon içinde
bulunmaları şarttır. Gerekirse birçok cephede savaşmasını bilmelidirler. Bundan
kaçınmamalıdırlar. Kuşkusuz bunu derken böyle olsun demiyoruz. Ama ya özgürlük
ya kölelik dayatıldığı zaman her güçle savaşacak konumda ve hazırlıkta
olabilmeliyiz. Bunu yapabiliriz. Böyle bir sürece giriyoruz. Zaten Rojava’da
savaşıyoruz, Kuzey’de savaşıyoruz, IŞİD’le hem Rojava’da hem Başur’da savaşıyoruz.
Önderlik, İran Kürtlerin haklarını tanımaz ve idamları sürdürürse onlara karşı
da mücadeleyi geliştirin, demiştir. KDP de zaman zaman gerilim yaratmaktadır.
Tutumuyla, davranışıyla tehditlerde bulunmaktadır. Bu gerçeklik, bizim hareket
olarak her türlü saldırıya ve savaşa hazır olmamız gerektiğini gösteriyor.
Bu düzeyde
ve kapsamda bir savaş yürütme kapasitesine ulaşmamız gerekiyor. Yapabilir
miyiz, yaparız. Niye? PKK'nin çıkış koşullarında bu var zaten. PKK ortaya çıkarken
koşulları o kadar zordu ki, zorun zoruydu.
O koşullarda ortaya çıkan PKK, bu koşullarda on güçle de savaşabilir. Öyle
koşullarda ortaya çıktı, öyle koşullarda bu güne geldi. Bu açıdan Ortadoğu'daki
mevcut devrimci durum ve bu devrimci duruma yaklaşım gerçekten devrimci olmalıdır.
Öyle yaklaşmalıyız. Bu bakımdan dar, Türkiye'ye ya da Rojava’ya sınırlayan bir
yaklaşımdan çıkıp bütün Ortadoğu halklarını özgürleştirecek, demokratikleştirecek,
devrimi gerçekleştirecek bir strateji, bir yaklaşım içinde olmamız lazım.
Kesinlikle işbirlikçilikle, dar milliyetçilikle Kürtler hiçbir şey elde
edemezler, kaybederler. Kürtlerde milliyetçi yaklaşım kaybetmektir. Çünkü
milliyetçilik dar düşünür, ufuksuz düşünür, Ortadoğu'yu ve dünyayı kavrayamaz,
mücadele edemez. Onun için de her zaman bir ‘dayım’ olsun der, ABD ya da şuna
dayanayım, kazanayım der. Bugün var, ama yarın olmayabilir. Bunun güvencesi
yoktur. Bu yönüyle bizim mücadele stratejimiz Ortadoğu'da bütün ülkeleri
demokratikleştirme stratejisi olmalıdır. Demokratik devrimin bütün ülkelerde
gerçekleşmesine öncülük etmek, bu kondu rol oynamak görevimiz vardır. Türkiye'de
de, Suriye'de de, İran'da da, Irak'ta da bu yönlü rol oynama yaklaşımı olmalıdır.
Bize ne Türkiye'den, bize ne Irak'tan, bize ne Suriye'den, bize ne İran'dan
dememeliyiz. Derse Kürt kaybeder. Kürt’ü özgürleştirmek için Irak’la,
Suriye’yle, Türkiye’yle, İran’la ilgileneceğiz. Diğeri yanlış yaklaşımdır; Kürdün
kaybetme yaklaşımıdır. Türkiye'nin demokratikleşmesiyle ilgilenmeyen Kürt
kaybetmiştir. İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin demokratikleşmesiyle ilgilenmeyen Kürt
kaybetmiş Kürt’tür. Bu açıdan geniş ufuklu bakmak, bütün alanlarda demokratik
devrimi geliştirici bir yaklaşım içinde olmak Kürdün özgürlük diyalektiği ve
kanunu olarak görülmelidir.
Durumun
daha iyi kavranması için burada bir konuyu bir daha vurgulamak istiyorum.
Eskiden faşistler, tüm İslamcılar sosyalizmi Yahudiler icat etmişlerdir,
Yahudiler sosyalizmi icat ederek milletlerin dini hasetlerini yok ederek
kendilerine bölgede ve dünyada yaşam alanı açmışlardır, biçiminde değerlendirmelerde
bulunurlardı. Onlara göre Yahudiler bölgede hakim olmak için, bütün ülkelere
hakim olmak için sosyalizmi icat etmişlerdir, böylelikle milliyetçilik törpülenecek,
din törpülenecektir. Sosyalizm dinin, milliyetçiliğin törpülenmesi olduğundan
Yahudiler rahatlıkla Rusya’da, Avrupa’da, dünyada hakim olacaklardır. Onun için
sosyalizme Yahudilerin dünyaya hakim olma ideolojisidir derler ve böyle tanımlarlardı.
Tabii Yahudiler bunu bilinçli yapmamışlardır. Sosyalizmi icat edelim, dünyaya
hakim olalım gibi bir anlayışla hareket etmemişlerdir. Ezildikleri için, bir de
kültürel derinlikleri olduğu için vicdanı olarak sosyalizme yönelme eğilimleri
güçlenmiştir. Ama Kürtler hem ideolojik olarak, hem stratejik olarak bilinçli
bir biçimde Ortadoğu'nun demokratikleşmesinin temel hedefi almalıdırlar.
Demokratik paradigmayla bütün Arap, Türk, Fars, Kürt milliyetçiliğinin,
gericiliğinin damarlarını söküp atmak, böylelikle tüm Ortadoğu'yu demokratikleştirerek
kendilerini güvence altına almalıdırlar. Kuşkusuz bunun için Kürtleri ilik önce
kendilerini demokratik bir sisteme kavuşturmalıdırlar. Yani Kürtlerin Ortadoğu'da
bilinçli demokratikleşme stratejisi olmalı. Eğer Ortadoğu demokratikleşirse o
zaman Kürtler özgür ve demokratik yaşayabilir. Çünkü demokratikleşmiş toplumlar
farklı kimlikler ve kültürlerle yan yana yaşayabilirler. Biz böyle bir Ortadoğu
yaratırsak bu aynı zamanda Kürtlerin özgürlüğü ve demokratik yaşam mücadelesidir.
Bu
gerçekleşmeden Arap, Türk, Fars milliyetçiliği her zaman tehlikelidir. Hepsi
bir gün birleşir yine Kürtleri boğarlar. O bakımdan Önder Apo'nun demokratik
devrim anlayışını, Ortadoğu'da bütün ülkelerin demokratikleşmesi anlayışını
hem ideolojinin gereği olarak, hem de
gerçekten sadece Kürtlerle ilgili olsa
bile doğru ve gerekli olan bir çizgi olarak görmek lazım. Hele hele özellikle
bugün kapitalist modernitenin iflas ettiği, statükocu devletçi ulus-devletlerin
halklar tarafından kabul edilmediği, IŞİD gibi gerici güçlerin ortaya çıktığı
bir coğrafyada demokratik devrim bayrağını, radikal demokrasi bayrağını,
demokratik sosyalizm bayrağını alarak mücadele etmek kesinlikle bize kazandıracaktır.
Belki de tarihte Kürtlerin önüne böyle bir fırsat çıkmamıştır. İlk defa Kürtlerin
önüne hem kendilerini özgürleştirme hem de Ortadoğu'da yükselişe geçme zamanı
gelmiştir. Fırsatıdır. Eğer bu gücü ve
iradeyi gösterebilirsek, gerçekten bu ufukla yaklaşırsak Kürtlerin Ortadoğu'da
kurtuluşu ve özgürlüğü olacaktır. Kürtler Ortadoğu'nun yükselen halkı olarak
sadece Ortadoğu açısından değil, dünya açısından da tarihe geçecek devrimci
demokratik bir rol oynayacaklardır. Kuşkusuz IŞİD’in yaşattıkları, Rojava’da yaşananlar,
Şengal’deki trajedi çok acı bir durumdu. Böyle bir durumda da “her işte bir hayır
var” deyip bu durumdan da hayır çıkarmak gerekir. Êzîdîlerin çektiği bu acıya da
saygının gereği böyle devrimci ve mücadeleci yaklaşım göstermek gereklidir.
Bunu Güney’de de, Rojava’da da, her yerde de göstermemiz lazım. Özellikle IŞİD
gericiliğine karşı mücadele, doğru yaklaşırsak, bizi hiç olmadığı kadar büyük
zaferlere taşıyacaktır. Eğer doğru yaklaşırsak, IŞİD gericiliğine karşı mücadele
tüm parçalarda Kürt halkının özgürlüğünü ve zaferini ortaya çıkacaktır.
Bir
yönüyle IŞİD belası önümüze çıkmış bir fırsattır. Böylelikle bütün Ortadoğu ve
dünya halklarını yanımıza alma, kendi ideolojimizi ve paradigmamızı daha iyi
anlatma zemini doğdu. Kaosu ve krizi derinleştirerek, Ortadoğu'yu halklar açısından
yaşanılamaz hale getirerek çizgimizin netliğini ve açıklığını ortaya koymuştur.
Onun için herkes iki güç yükseliyor diyor. Yani IŞİD ile PKK! IŞİD’in yükselişi
yoktur, o bir habistir, urdur, hastalıktır. O hastalığa da çare bizim çizgimizdir.
Bu açıdan Ortadoğu'da devrimci çizgimizi pratikleştirecek bir süreçten geçiyoruz.
Süreci böyle ele alırsak Rojava'da da demokratik Suriye'yi rahatlıkla
kurabiliriz. Uluslararası güçler de engel olmaz. Artık öyle bir noktaya geldik
ki, Rojava’da bizim projemiz güçlenecek. ÖSO bile şimdi bizim yanımıza gelecek.
Devlet güçleri bile bizim yanımıza gelecek. Alevileri kim kurtaracak? Alevileri
kurtaracak olan, Suriye'de radikal demokrasi güçleridir. Başka türlü Alevilerin
kurtuluşu yoktur. Aleviler eskisi gibi bir siyasi yaklaşımla varlıklarını sürdüremezler.
Artık eski Suriye'yi yaratmaları mümkün değildir. Demokratik Suriye olmazsa IŞİD
hakim olsa Şengal’de yapılan onlara da yapılır. Bu bakımdan herkesi kendi çizgimize
getirme imkanımız var. Böyle bir demokratik Suriye'yi kurabiliriz.
Şengal,
Maxmur direnişi
olmasaydı, Hewlêr’i
boşaltacaklardı
Gelinen
aşamada KDP'nin Rojava politikası da boşa çıkmıştır. Çünkü devrim kendisini
kabul ettirmiş ve meşrulaşmıştır. KDP'nin Rojava halkını kurtarıcı pozisyona
girme hesabı da çökmüştür. Özellikle Kobanê direnişiyle ve Şengal’e müdahale
etmesiyle Rojava Devrimi uluslararası alanda meşrulaşmıştır. Türkiye ilk başta
girip müdahale edebilirdi ama artık giremez. Artık o momenti kaybetti. Rojava
devrimi kendisini Türkiye'ye de kabul ettirecek durumdadır. IŞİD Rojava
devrimini yenecekti, KDP de bundan yararlanıp bir kurtarıcı olarak Türkiye ile
birlikte Rojava’yı işgal edecekti. IŞİD Şengal’e saldırmadan önce Barzani
Rojava sınırına gitti, Rojava durumu geçicidir, hazırlanın Rojava’yı da
savunacaksınız, dedi. Yani, Rojava Devrimi yenilecek, bize fırsat doğacak, biz
gidip orayı da işgal edeceğiz, orayı da ele geçireceğiz hesabını dışa vurdu.
Ancak IŞİD’in Şengal’e yönelmesiyle peşmergenin kaçmasından sonra KDP'nin
Rojava Devrimini sarsacak bir etkisi kalmamıştır.
Şengal
işgali ve buna karşı gösterilen direniş çok önemlidir. Bu olayın hepimiz açısından,
Kürtler açısından değerlendirilmesi ve daha fazla işlenmesi lazım. Belki ilk günlerde
KDP'yi fazla sıkıştırmamak için çok gündemleştirmedik, ama uygun biçimde işlemeye
devam etmek lazım. Şengal olayı çok önemli derslerle doludur. Diyorlar bilinçli
bırakmışlar. Bilinçli de bırakmış olabilirler, direnmemiş de olabilirler. Bilinçli
bırakmasalardı da direnemezlerdi. Hewlêr
bırakılmıştı, yarısı göçmüştü. Eğer Şengal direnişimiz olmasaydı, Maxmur’a müdahale
etmeseydik Hewlêr’in hepsi boşalacaktı.
Şengal’deki
KDP tutumu kabul edilemezdir. Biz daha önce uyardık ama bize izin vermediler.
Dediler ki bizim sorumluluğumuzdadır, sonradan da bırakıp gittiler. Orayı bırakmak
demek Êzîdîleri IŞİD’in kılıcı altına sokmak demektir. Êzîdî katliamına bile
bile göz yummak demektir. Oradaki katliamdan KDP bizzat sorumludur. Biz de geç
müdahale ettik. Böyle bir saldırıyı hissettiğimiz için önceden Şengal’e müdahale
etme planlarımız vardı. Ama bu karar ve planlama daha pratiğe geçmeden böyle
bir işgalle karşılaştık. Ama yine de erkenden müdahale ettik ve yüz binlerce
insan kurtarıldı. Eğer Rabia erkenden alınmasaydı, erkenden müdahale
edilmeseydi Êzîdîler tam bir soykırımla karşılaşacaklardı. Bunu önledik. Êzîdîler
de herkes de bunu biliyor. Êzîdîleri bir katliamdan kurtardık. KDP kaçtı ve biz
Şengal’e girdik. İlginç bir durumdur. Şengal’den kaç, Maxmur ve daha sonra Hewlêr’den
kaç, ABD geldiğinde yine yiğitlik yap! ABD'nin desteğiyle Musul barajını aldılar.
Kuşkusuz bu iyi bir gelişmedir. Ancak tüm yaşananlar peşmergenin direnme
karakterinin kalmadığını ortaya koymuştur.
Hewlêr’in kısa sürede boşaltılması, toplumun, peşmergenin direneceğine
inancının kalmadığını da ortaya koymuştur. Gerçekten de Şengal ve Maxmur’daki
direniş olmasaydı Hewlêr tümden boşalacaktı. Malı mülkü olanlar, önceden İstanbul’da
yer hazırlayanlar da kaçışa hazırlanmışlardı.
Buradan
şöyle bir sonuç çıkartmak lazım. Kapitalist modernite Güney toplumunu bitirmiştir,
değersizlik toplumunu yaratmıştır. Değer kalmamıştır. Hewlêr’de ve birçok yerde
değersizlik toplumu vardır. Gidin halk ne düşünüyor, duyguları nedir, gençliğin
duyguları nedir? Hepsinin duygusu bir araba, bir ev almak, bir bilgisayar
almak, varsa yenisini almak, bunlar da yetmez siyahi ya da Bangladeşli bir de köle
almak! Güney’de değer bunlar olmuş. Derler ya, tam değersizlik toplumudur. Hiçbir
manevi değer yoktur. İşte Güney Kürdistan petrol dolarlarla bu hale getirilmiştir.
Gidin oradaki gençlerle tartışın, hiçbirisinin manevi değeri yoktur. Hiçbir
duygusu yoktur. Hepsinin duygusu biraz
daha fazla tüketim nesnesi elde etme üzerinedir. Tüketen varlıklar haline gelmişlerdir.
Böyle bir çökmüşlük, çürümüşlük var ortada, onun için kaçıyorlar. Durdurulmaz da saldırılar devam etseydi hepsi
giderdi. Bu bile kapitalist modernitenin Güney toplumunu nasıl değersizleştirdiğini
ortaya koymaktadır. Kapitalist modernite kültürü, değerler toplumu ve manevi
uygarlığın merkezi olan Kürdü bile tüketmiştir. Hewlêr gerçeğinde bu durumlar
rahatlıkla görülebilir. Peşmergeler de onun için kaçıyordu. Çünkü kapitalist
modernite kültürü ortamında onlar için de önemli olan manevi değerler ve ülke
değildir. Tek değer, maddiyattır. Bu nedenle gider yaşamımı İstanbul’da da,
Avrupa’da da Amerika’da da sürdürürüm diyor. Nerede tüketim malzemelerine ulaşacaksa
oraya gider. Basit yaşamak için neresi gerekiyorsa oraya gider. Bu da Güney Kürdistan'daki
siyaset anlayışını, yaşam anlayışını, kültürün ne hale geldiğinin çok açık göstergesidir.
Güney'deki bu durumun iyi izah edilmesi, ortaya konulması gerekiyor.
Maxmur’daki
direniş istediğimiz gibi olmadı. IŞİD beklenmeden gerilla saldırıları yapılsaydı
sonuç daha farklı olurdu. Maxmur’da biraz tereddütlü yaklaşıldı. Kendi gücümüze,
öz gücümüze güvenmede zayıflık vardı. Halbuki, saldırmadan önce gerilla
harekete geçseydi IŞİD erkenden kırılır, bu da IŞİD’e karşı mücadeleyi daha güçlü
hale getirirdi. Laleş ve Şêxan’a geç gittik. Halkın panik olduğu anda gideceğimize,
biraz ortalık durulunca gittik. Bunlar, bizlerin de devrimci tarzında zayıflık
olduğunu gösteriyor. Gerillanın gücünün tüm kapasitesi kullanılamadı. Güney
halkı da, YNK başta olmak üzere siyasi güçler de gerillanın savaşması için
gelmesini istediler. Birkaç tabur gönderildi. Daha da gönderilebilirdi.
Sonradan ABD'nin müdahalesi, KDP'nin baskısıyla gerillanın gelişine eski sıcaklıkla
bakmadıkları görüldü. Belli güçlerin gerilla güçleriyle peşmergenin birlikte
savaşmasından rahatsız olduğu anlaşılmaktadır.
Güney’de
PKK’nin itibarı yükselmiştir
Güney
değişmiştir, artık eski Güney değildir, eski Güney olamaz. Gerillanın da,
PKK'nin de itibarı çok yükselmiştir. Bundan daha ötesi olamaz. Bundan ötesi,
armut piş, ağzıma düş olur. Özellikle orta alan denen yerlerde Kakailerdir, Şebeklerdir,
Türkmenler var. Farklı kültürlerin yaşadığı alandır, hepsi de bizim paradigmamıza
ve zihniyetimize destek verecek güçlerdir. Bu gerçeklik, Güney’deki bu
topluluklar içinde de PKK'nin etkisinin artacağını göstermektedir. Çünkü bizim
paradigmamız ve projemiz tam da Ortadoğu'nun halklar ve dinler mozaiğine cevap
vermektedir. Ortadoğu gibi Irak da bir mozaiktir. Bize göre her etnik ve dinsel
topluluğun özerkliği ve kendi öz savunması olmalıdır. Kürdistan federasyonu içinde
Şengal’in, Kerkük’ün, Süleymaniye’nin ve başka alanların demokratik özerkliği
olmalıdır. Kakailerin, Türkmenlerin özerkliği olmalıdır. Irak’ta Sünni ve Şii özerk
bölgeleri olmalıdır. Bağdat, Belçika gibi tüm toplulukların iradesinin içinde
olduğu ayrı bir yönetime kavuşabilir. Böyle bir demokratik yaklaşım hem Irak’ta
demokratik birliği sağlar, hem de Kürdistan'da demokratikleşmeyi derinleştirir.
Şengal demokratik özerklikle yönetilseydi ve öz savunması olsaydı böyle bir
trajediyle karşılaşmazdı. Bu açıdan Şengal’in demokratik özerklik istemi ve öz
savunmasını kurması doğru bir yaklaşımdır. Kürdistan federasyonu içinde
demokratik özerk bölge olma istemleri desteklenmelidir. Biz böyle bir modeli
Suriye'de de, İran'da da her yerde de savunmalıyız. Zaten Irak'ta böyle bir
model uygulanırsa İran da uygulamak zorunda kalır. Zaten İran tarihinde farklı
toplulukların kendi kendini yönetme gerçeği vardır. Kürdistan var, Bellucistan
var, Huzistan var, bu yeni değil, bin yıl önce var. Bunun için doldurulursa İran
demokratik bir karaktere kavuşabilir. Bu model dışında Ortadoğu'da sorunları çözecek,
Ortadoğu'yu istikrara kavuşturacak, bu kavgaları ve savaşı durduracak başka bir
şey yoktur.
Kerkük
de Kürdistan federasyonuna bağlı özerk bir bölge olmalıdır. Kuşkusuz kendi öz
savunmasını da yapmalıdır. Doğrusu budur. Şengal işgali ve direnişi olmasaydı
KDP ile YNK Kerkük üzerinde savaşacaklardı. Petrol bölgesini kim alacak,
hakimiyet kimde olacak savaşı vereceklerdi. Ulus-devletçi anlayış Güney’de
var. Kürdistan Federasyonu da olsa
ulus-devletçi anlayışla yönetilmektedir. Federasyonun hegemonu ben olacağım,
ben yöneteceğim, her şeye ben hakim olacağım, Şengal’e de, Kerkük’e de ben hakim
olacağım, Süleymaniye’ye de ben hakim olacağım zihniyeti vardır. Merkezi
devlet, ulus-devlet anlayışı budur. Bu anlayışla kavga edeceklerdi. IŞİD saldırıları
bu kavgayı durdurdu. Bizim önerimiz en doğru çözüm projesidir. KDP'yi, YNK’yi
Kerkük üzerindeki kavgadan çıkartıp, Kerkük’ü Kerküklülerin ve çevresinin yönettiği
bir demokratik özerk yönetim haline getirmek gerekir. Bunlar bütün sorunların çözüm
kaynağıdır. Hegemonik olmayan, demokratik bir yaklaşımla Güney Kürdistan da hem
istikrara kavuşur, hem de demokratikleştiği ve topluma dayandığı için güçlenir.
Rojava’da ve Suriye’de bu pratikleştirilmeye çalışılmaktadır. Zaten Kuzey’de böyle
bir siyasi projeyi pratikleştireceğimizi kamuoyuna deklere ettik. Önder Apo, Kürdistan
dört beş bölge olabilir, dedi. Türkiye'de, Karadeniz, Ege, Trakya ve diğer böğeler
de demokratik özerklikle yönetilebilir dedi.
Dersim,
Kürdistan'da kendi kimliği ve kültürüyle kendi kendini yöneteceği bir özerk bölge
olacaktır. Kendi öz savunması da bulunacaktır. Bu, bizim projemizdir. Bu
projeyi ortaya koyduğumuz için Dersim’de CHP kaybetti. Halk bununla bizim
otoriter, hegemon bir yaklaşım içinde olmadığımızı, bütün inançların,
kimliklerin özerkliğini kabul ettiğimizi gördü. Bu proje, Dersim’de karşılığını
buldu. Sadece güzel laflarla insanları etkileyemezsin. Proje olursa etkilersin.
Güney'de de bir proje olursa tüm toplumu ve halkları etkilersin. Bizim
projemizle Irak’ta Sünniler bile bize yakınlaşır. Herkesin kendi bölgesini yönettiği,
birbirine hegemon olmadığı, birbirini tamamladığı ve güçlendirdiği bir sistem
Irak’ta da çok etkili olur.
IŞİD’i
Xaneqîn’den Musul’a kadar
her yerden söküp atmak
lazım
Güney'de
durumun değiştiği Barzani’nin Maxmur’a gidip gerillaya teşekkür etmesinden
bellidir. Şengel için ilk önce kaçmadık dedi, sonradan hepsi için soruşturma açıyor,
cezalandıracağız diyor. CNN’de Ceyda Karan açıkça KDP'nin kaçtığını söylüyordu.
Kiminle konuştuysam peşmergenin kaçtığını söylüyor, diyordu. Çetin Çetiner
KDP'nin önceden IŞİD’in geleceğinden haberi vardı ama buna rağmen tedbir almadı,
çekildi, diyordu. Toplum da bunları biliyor. Bu nedenle Güney’deki zihniyeti
eski hale getirmek mümkün değildir. Toplumu PKK'ye karşı kışkırtmak mümkün değildir.
Güney Kürdistan ve Irak için projemizi ortaya koyarak nasıl bir Irak, nasıl bir
Güney Kürdistan istediğimizi ortaya koyarak, siyasal, toplumsal, kültürel çizgimizi
ortaya koyarak Önder Apo'nun çizgisini daha fazla etkili hale getirmek lazım. IŞİD’i
söküp atmada peşmerge güçleriyle birlikte hareket etmek lazım. Özcesi, IŞİD’i
Xaneqîn’den Musul’a kadar her yerden söküp atmak lazım. Bu konuda Sünnilerle de
işbirliği yapmak lazım. Şengal’i aldık rahatladık ya da Qamişlo’yu aldık üzerinde
oturalım biçiminde yaklaşamayız. Bu dönemde savaşmazsak, mücadele etmezsek, IŞİD'i
ezmezsek o saldıracaktır. Böyle bir döneme giriyoruz. Koşullar IŞİD'e karşı
kazanma imkanlarımızı arttırıyor. Uluslararası alan, insanlık bizi destekler, bölge
halkları bizi destekler.
İran
şu anda mücadelemiz ve ABD'nin IŞİD'e karşı gösterdiği tutumdan yararlanarak
kendini yaşatmak istiyor. Irak’ta etkinliğini sürdürerek mevcut rejimini ve gücünü
korumayı hedefliyor. Ama halklar ve toplumlar için projesi olmadığı için bu
tedbirlerle uzun süre ömrünü sürdüremez. Bu açıdan bizim demokratik ulus
projemizin İran’da da etkili olma potansiyeli çok yüksektir.
Tüm
bu etkinliği sağlamak açısından İslam’a doğru yaklaşmak da şarttır. Ortadoğu'nun
toplumculuğu bugün İslam’da somutlaşmıştır. Önceden Hıristiyanlıkta somutlaşmış,
bir zamanlar Yahudilikte somutlaşmış, bir zamanlar farklı inanç formlarında
somutlaşmıştır. Toplumsal değerler Ortadoğu'da bugün İslam formunda yaşatılıyor.
Bu bakımdan İslam’a da doğru yaklaşmadan IŞİD gibi çeteleri yenilgiye uğratamayız.
İslam’a doğru yaklaşarak, ve doğru projemizle başarılı olabiliriz. Onun için Önderlik
demokratik İslam Konferansının yapılmasını sağladı. Buna, geç kalmış küçük bir
müdahale dedi. İslam’ı ideolojimizin, sistemimizin, paradigmamızın bir parçası
haline gelecek bir inanç, bir kültür olarak değerlendirmek lazım. Tabii ki bir İslam
modeli, İslam devleti, İslam cumhuriyeti hedeflenemez. İslam’ın ve her türlü
inancın iktidara alet olunmasına karşı çıkmak gerekmektedir. Ama devlet dışı
toplum ve siyasal sistem çözümlerinde rolünü oynayabilecek bir inanç
sistemidir. Bu çerçevede İslami kültürü ve değerleri sistemimizin parçası
olarak görmemiz lazım. Kendi sistemimizin değerleri haline getirmemiz lazım.
Bunu başardığımız takdirde ABD'nin ajan İslam’a dayalı projesi de çökecektir, IŞİD
gibi onların gübreliğinde yetişen güçler de tasfiye olacaktır. Bunu böyle
bilmek lazım. İslam’a doğru yaklaşılmazsa, İslam’daki toplumcu ve kültürel değerler
sistemimizin değerlerinin bir parçası haline getirilmezse paradigmamızı doğru
temelde pratikleştirmek mümkün olmaz. Toplumculuğu doğru ele aldığımızda İslami
değerlerle de doğru buluşulur. Demokratik karakterli, bütün kültürlerin ve inançların
yan yana yaşayacağı, demokratik karakterdeki İslam Êzîdîleri de Alevileri,
Kakaileri ve diğer inançları da saygıyla karşılayacaktır. Demokratik sosyalizm içinde
demokratik İslam da, kültürel İslam da vardır. O değerler de onun içindedir. Böyle
ele alırsak, böyle yaklaşırsak hem Ortadoğu'da etkili ve güçlü oluruz, hem de
karşımıza çıkan bütün güçleri etkisizleştirebiliriz. Bu yönüyle böyle büyük bir
mücadelenin, büyük hamlenin bir boyutu da İslam’a doğru yaklaşmaktır. Yoksa
provoke ediliyor. Kapitalizm modernite gübreliğinde yetişen güçler bu yetersiz
yaklaşım ortamında kendini var ediyor.
Nasıl
ki bütün kültürler demokratik sosyalizmin değeriyse, aynı zamanda İslam’ı da
sosyalizmin kültürel ve demokratik değeri haline getirmek lazım. Bu en önemli
yaklaşımdır. Bu, Ortadoğu'yu doğru anlamaktır. Çözümleyicidir. Bu doğru yaklaşımla
kadın özgürlük çizgisini de geliştirdiğimiz zaman hiçbir gericilik önümüzde
duramaz. Ortadoğu'nun manevi uygarlığına, değerlerine doğru bir cevap verirsek,
bir de bütün özgürlükleri derinleştirecek, bütün demokrasileri derinleştirecek,
kadın özgürlüğünü de güçlü biçimde pratikleştirirsek bu hareketin önünde hiç
kimse duramaz. Bu yaklaşımı böyle ortaya koymak lazım.
Devlet
üzerindeki baskıyı derinleştirmemiz
gerekiyor
Kuzeyde
de önemli bir mücadele düzeyi ortaya çıktı. Önderlikle görüşmelerin yapılması mücadelemizin
geldiği düzeyin sonucudur. Kendiliğinden bu noktaya gelinmedi. Devlet, mücadelemiz
karşısında zorlandı. Ancak şimdiye kadar AKP'nin attığı herhangi bir adım olmadı.
Önderlik sabretti, sabır taşı çatlıyor, dedi. Önderlik son görüşmede bir haftalık
zaman vermesinin devlete baskı yapmak amaçlı olduğunu vurguluyor. Demek ki baskı
yapmadan olmuyor. Mücadele yapmadan olmaz. Biz mücadeleyle baskıyı yaratamayınca
Önderlik baskı yapacak tutum geliştiriyor. Dolayısıyla bizim mücadeleyi ve
devlet üzerindeki baskıyı daha da geliştirmemiz gerekmektedir. Yoksa AKP adım atmaz, demokratik siyasal çözüm
de gerçekleşmez.
Şunu
söyleyebiliriz, bu noktaya mücadelemizle geldik. Bizimle savaşsaydı 2013’te
biterdi. Fetullah zaten hazırlanmış, bir de bizim savaşımız olsaydı biterdi. Bu
yönüyle AKP zorlandığı için bu noktaya geldi. Eğer bu ortamda mücadele yöntemlerini
zenginleştirip etkili kılsaydık sonuç da alabilirdik. Ancak basınımız da,
siyasal alanımız da, gerillamız da bu sürece doğru yaklaşmadı. Önderlik orada görüşüyor,
çözüm olacak gibi bir beklenti içinde olduk. Önderliğin elinde sihirli değnek
yoktur. Mücadele gücüyle AKP o noktaya geldi, mücadele gücünü ayakta tutarak
sonuç alabiliriz. Önderlik 1 Haziran 2013’te çatışmasızlık son bulmuştur, dedi.
Bir buçuk yıl içinde doğru yaptığımız tek şeyin gerilla güçlerinin geriye çekilmesinin
durdurmak olduğunu vurguladı. Mektuplarda Önderlik “beni kudurttular” diyor.
Yani devlet sıkışmış, hükümet sıkışmış,
ben bir yöntem buldum sonuca götüreceğim ama siz mücadele edip sıkıştırarak
bu durumun gereğini yapmıyorsunuz, diyor. Devlet ve hükümet sıkışmış, mücadeleyle
bir noktaya getirmişiz. Önderlik mevcut ortamda sonuca gidileceğini düşünerek
bir süreç başlattı. Ama biz bu sürecin karakterini anlayıp mücadeleyi geliştiremediğimiz
için Önderliğimizin yönetimini karşı taraf bir oyalama süreci haline getirmiştir.
Bunun sorumluluğu bizlere aittir. Önderlik doğru bir politika izliyor, ama biz
bunu sonuca götürecek yol ve yöntemleri geliştiremiyoruz. Çünkü doğru
politikaları sonuca götürecek mücadele yol ve yöntemi bizim elimizdedir. Bu
nedenle Önderlik bu görevi yerine getirmediğimizden öfkelenmekte ve eleştirmektedir.
Önderlik, devletin kırk karakol, kırk baraj yapmasına siz yol verdiniz, diyor.
Halbuki ateşkes demek, herkesin bulunduğu pozisyonda kalması demektir. Devlet
bulunduğu pozisyonda kalmadığı halde, biz buna müdahale etmedik. Halbuki devlet
bulunduğu konumda kalmadığı an bizim meşru savunma gücünü harekete geçirip
vurmamız ve bu tür şeylerin yapımını engellememiz lazımdı. Bunları yapmak
gerekirken heykel yapmak tabii ki sürecin gerektirdiği eylem biçimi yerine, başka
şeylerle uğraşmak anlamına gelmektedir. Heykel yapımının eleştirisi de bu çerçevede
anlaşılmalıdır. Yoksa işler iyi gidiyor, mücadeleye gerek yok gibi anlaşılırsa,
bu daha kötü bir anlama olur. İstenen, mücadelenin
daha fazla yükseltilmesi, Türk devletini çözüm adım atmaya zorlayacak mücadele
gücünün ortaya konulmasıdır.
Geçmiş
dönemde basınımız da mücadelesizliğe zemin oldu. AKP çatışmasızlık sürecini
bize karşı kullanıyor. Sanki kendisi bir şeyler yapmış gibi elini güçlendiriyor,
Önderliğe ve bize karşı kullanmaya çalışıyor. Geçen dönemde bekleyen,
beklentili ruh hali tehlikeli olmuştur.
Türkiye'deki bu yönlü duruşla ilgili çok kapsamlı değerlendirme yaptık. Önderlik
en son görüşme notunda BDP'yi, toplumu ve kitleyi mücadelesiz bırakmakla suçladı.
Yani kitleyi sağa yatırmakla eleştirmektedir. Bizi de gücümüzün yüzde birini
kullanmamakla eleştiriyor. Tabii ki savaş demek her gün yüz asker öldürmek
demek değildir. Gerektiğinde bu da yapılabilir. Ancak gelinen aşamada toplum mücadelesi,
kitle mücadelesi, halk mücadelesi daha etkili sonuçlar alabilir. Halkımızın da
büyük bir mücadele gücü vardı, harekete geçirseydik savaşmadan da sonuç alırdık.
Bu yönüyle önümüzdeki dönemde bu durumu dikkate almamız lazım. Bu yönlü zayıflıkların
giderilmesi lazım.
Önderlik
AKP şu şu adımları atmadığı müddetçe süreçten söz edemez, süreçten söz etmeye
hakkı yoktur, diyor. Evet bir çatışmasızlık var, onu da biz sürdürüyoruz. Aslında
çatışmasızlığa son vermek için nedenimiz çok fazla. Daha doğrusu çatışmasızlığı
sürdürecek hiçbir neden kalmamıştır. Çünkü AKP'nin yaptığı bir şey yok. Daha önce
Önderlik Erdoğan’ın Çiller’den hiçbir farkı yoktur dedi. HDP’ye de “siz savaş,
silah ve gerilla işlerine karışmayın” dedi. Sizin göreviniz sadece demokratik
siyasetle uğraşmak, benimle birlikte diyalog sürecini yürütmektir, dedi. Çünkü
her savaş, silah, gerilla değerlendirmesinde boylarını aşan biçimde konuşuyorlar
ve hareketi zor durumda bırakıyorlar; devleti ve AKP'yi rahatlatıyorlar. Çünkü
gerillanın da bir baskı gücü var. Hatta müzakere gücüdür. Ama buna yanlış yaklaşımlar
var. Geçen dönemde de oldu. Bunların olmaması lazım. Bunlarla uğraşmayı bırakıp
toplumu mücadeleye hazırlayan, mücadeleye sevk eden bir yaklaşımın olması lazım.
Diğer
yandan mücadelenin bir boyutu da toplumu eğitme, inşa etmedir. Önderlik hep
dokuz boyuttan söz ediyor. Bu konularda da bir şey yapılmamıştır. Basınımız bu
konularda hiçbir şey yapmamıştır. Ekonomik, sosyal, kültürel konularda nasıl inşa
edilecek, neler yapılacak, neler yapılmalı konularında rolünü oynamamıştır.
Daha çok siyasal mücadele konusunda bir rol oynamaktadır. Bu artık mücadelemizin
ihtiyacını karşılayamamaktadır. Kuşkusuz bu konuda belirli düzeyde rolünü
oynuyor ama bu konuda da yetersizlik vardır. Mücadelenin inşa yanı, yani demokratik
topluma dayalı mücadele etmede zayıflık olmuştur. Demokratik toplum örgütlü
toplumdur. Yürüyüşe gelen, mitinge gelen, her şeye gelen, fedakarlık yapan
toplumu örgütlü hale getirmemişiz. Bu da tabii
geçen dönemde siyasal mücadelemizi zayıflatan etken olmuştur. Bunu böyle görmemiz lazım.
Örgütlü
topluma dayanmadan, ya da süreklileşen bir örgütlenme ve ona dayalı toplumsal gücü
göstermeden toplumun mücadelesini ve serhıldanları da süreklileştiremeyiz. Böyle
olunca da Önderliğin çabalarını destekleme, gerillayla bütünleşme, gerillanın mücadelesiyle
bütünleşerek mücadeleyi yükseltme sağlanamaz. Örneğin 2012’de gerilla savaştı
ama toplum bu savaşla bütünleşerek daha etkili sonuçlar alınmasını sağlayamadı.
Savaşta
da, demokratik siyaseti
yaparken de devrimci
olacaksın
Kuşkusuz
mücadelenin gelişmemesinin en temel nedeni örgüt sorunudur, örgütlenmenin zayıflığıdır.
Bunun nedeni de kadro ölçülerinin düşmesidir. Kadro ölçüleri düşmüştür. Bu
nedenle PKK çizgisinde güçlü geliştirilmesi gereken mücadelede zayıflıklar
ortaya çıkmaktadır. Savaşta da devrimci olacaksın, demokratik siyaseti yaparken
de devrimci olacaksın, demokratik sosyalist olacaksın. Her yöntemin devrimci
tarzı var. Reformlara da devrimcilerin bir yaklaşımı vardır. Bizim de bir
reform anlayışımız vardır. Ama bu yaklaşım gerilemiştir; devrimci yaklaşım
gerilemiştir. Onun için hareketimizin kendi gerçeğine dönmesi lazım. Apoculuğun,
PKK’nin devrimci çizgisini, yaklaşımını, duruşunu gösterme zamanıdır. Bu yapılırsa
her yerde sonuç alınır, Türkiye'de de Kürt halkı özgür ve demokratik yaşama
kavuşur. Eğer mücadele Türkiye'de geliştirilirse sonuç almaya yakın bir
noktadayız. Kuşkusuz bunun için mücadele gücümüzü geliştirmek, Ortadoğu'daki
etkinliğimizi korumak gerekmektedir. Türkiye bu etkin olma durumumuzu görürse,
bu PKK bizi de çözer der ve demokratik çözüme yanaşabilir.
HDP,
Önderliğin projesinin Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de pratikleşmesinin önemli bir
aracıdır. Bu açıdan HDP projesini ciddiyetle ele almak ve geliştirmek
gerekmektedir. Bu konuda yüzeysel ve havai yaklaşımların aşılması gerekir. Çünkü
HDP sadece belli bir siyasi güç olma projesi değildir. Kürt sorununun çözümü ve
Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlamada devrimci bir organ olacaktır. Ancak
Halkların Demokratik Kongreleri, yani HDK’ler güçlendirilmeden de HDP rolünü
oynayamaz. HDK’ler demokratik özerkliğin temelidirler. Bu açıdan DTK’yı geliştirmek
kadar HDK’lerin de tüm Türkiye'de gelişip güçlenmesi önemlidir. HDP, Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde önemli bir oy aldı. Bu yükseliş toplumdaki eğilimi göstermektedir.
Buradan şu sonucu çıkarmak lazım; Türkiye toplumunun önemli bir kesimi giderek
AKP politikalarının, devlet politikalarının çözümsüzlük olduğunu, devlet
politikalarının yanlış olduğunu, PKK çizgisinin çözümleyici gücünün Türkiye ve
Ortadoğu siyasetinin doğru olduğunu düşünmektedir. Aydınlarda böyle bir eğilim
gelişiyor. CHP’nin de alternatif olamadığı görüldüğünden Türkiye'nin
demokratikleşmesi için HDP’nin tek seçenek olduğu eğilimi gelişiyor. Aydınlar
ve bilinçli insanlardaki bu eğilim giderek topluma yayılır. Şimdi böyle bir eğilim
var. HDP’nin yüzde on oy almasının anlamı budur. Özellikle düşünen insanlar önemli
düzeyde HDP'ye oy vermişlerdir. Zaten İstanbul’da, İzmir’de, Mersin’de,
Adana’da, Antep’te oyları yükselmesi bunu göstermektedir. İşçi ve aydının,
okuyan kesimlerin, yani üniversitelerin yoğun olduğu yerlerde bu eğilimin yükselmesi
gelecek açısından çok önemli işaretlerdir. Eğer doğru temelde ele alınır, örgütlenme
geliştirilir ve bu güçlü bir demokratik siyasal mücadeleye dönüştürülürse Türkiye'nin
demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü çok yakındır.
Kaynak: http://www.serxwebun.org/index.php?sys=naverok&id=407
Kaynak: http://www.serxwebun.org/index.php?sys=naverok&id=407