Psikolojik Savaş:
Özel savaşın, üçüncü saç ayağı da ‘Psikolojik
Savaş’tır. Birçok arkadaş özel savaşı, psikolojik savaş diye
adlandırıyor. Ama öyle değildir. Eğer özel savaşı psikolojik savaş diye
algılarsak anlattığımız kontrgerilla ve darbeler boşa ele alınmış olur.
Oysa onlar, özel savaşın olmazsa olmaz anlamında öneme sahip olan iki
temel ayağını oluşturur. Bunların hepsi birlikte yürür. Bir yerde birisi
öne çıkar, ama her zaman birbirlerinin hazırlayıcısı ve tamamlayıcısı
olarak rollerini oynarlar. Özellikle psikolojik savaş dediğimiz olgu,
hem darbelerin hem de özel harekâtların hazırlayıcı ve tamamlayıcısıdır.
Diğerleri için de bu geçerlidir. Özel harekât geliştirildiğinde
psikolojik savaş da geliştirilir. Darbeler gerçekleştirildiğinde
psikolojik savaş da yürütülür. Yani özel savaşın bu üç saç ayağı hem
birbirinin hazırlayıcısı hem de birbirinin tamamlayıcısı olarak
rollerini oynar. Birbirlerine karşı ya da biri diğerinin yerine geçen
veya biri diğerinin alternatifi değildir. Hem hazırlayıcıları hem de
tamamlayıcılarıdır. Psikolojik savaş için bu çok daha fazla geçerlidir.
Dünya
üzerindeki çıkar çatışmalarının tarihi çok eskilere kadar gider.
Başlangıçta kabile savaşları, sonra bölgesel savaşlara dönüşen
mücadeleler, 1900’lü yıllardan sonra bir “dünya savaşı” haline
dönüşmüştür. Rekabet ve çıkar çatışmalarının sebep olduğu bu savaşlar,
büyük maddi ve manevi kayıplara neden olarak, ülke ekonomilerine büyük
zararlar vermiştir. Kayıplar göz önüne alındığında galip ve mağlup diye
bir değerlendirme yapmak objektif ölçüler içerisinde mümkün
görünmemektedir.
Kitle iletişim teknolojilerinin baş
döndürücü bir hızla geliştiği dünyamızda, psikolojik harekât
faaliyetleri profesyonel uzmanlar vasıtasıyla geliştirilerek etkili ve
yaygın bir silah olarak kullanılmaktadır. Psikolojik savaş için yapılan
bir tanım vardır. Toplumun, hedef kitlenin ya da hasımın bilincine
akarak onun duygusuna, düşüncesine, eylemine yön verebilme
mücadelesidir. Eğer onun duygusuna, düşüncesine akabiliyorsa, kimi hasım
ve hedef olarak belirliyor ve onun eylemini yönlendirebiliyorsa orada
psikolojik savaş da amacına ulaşmış demektir.
Bu konuda psikolojik
savaşı en kapsamlı yürüten ve en tecrübeli olan Amerikan Savunma
Bakanlığı tarafından yapılan bir tanım bulunmaktadır. Orada yapılan
tanımda psikolojik savaş için; “Planlanmış psikolojik operasyon; yabancı
hükümetlere, organizasyonlara, gruplara ve kişilere yönelik olarak
yapılan ve onların hislerini, güdülerini, objektif muhakeme
yeteneklerini, davranışlarını etkilemek için seçilmiş bilgi ve
delillerin söz konusu objelere taşınması (verilmesi, sindirilmesi, kabul
ettirilmesi) için düzenlenmiş operasyonlardır.” denilmektedir.
Bu
tarifte esas olarak beyinlere yönelik olarak yapılan bir operasyon söz
konusudur. Buna “beyinleri teslim alma sanatı” denilir. Politik açıdan
beyinler teslim alındı mı, toplumsal ruh teslim alınmış demektir. Bir
toplumun fertleri toplumsal ruhlarını kaybettiler mi iş bitmiş demektir.
İşte, tarih içinde birçok nedenden dolayı her şeylerini kaybetmiş olan
Kürt halkının unutmaması ve iyice anlaması gereken noktalardan biri
budur. Bu ulusal demokratik ruhun muhafazası, demokratik ulus ve
özgürlük için mücadele veren Kürt toplumu için hayati önemdedir. Türk
Devleti bunu bildiğinden dolayı, tarih boyunca tüm yönleriyle bu zayıf
noktaya, direnişin kaynağına yükleniyor.
Psikolojik
savaşta hedefler çok geniştir. Sadece bir hedefe yönelik değildir.
Psikolojik savaşla belirlenen hedefler bir yandan hasım ilan edilen
güçler olurken, diğer yandan da tarafsız güçlerdir. Öbür tarafta da
kendileri için dost gördükleri güçlerdir. O nedenle psikolojik savaş,
toplumun hepsine karşı yürütülür. Toplumun içindeki bireylere varıncaya
kadar da kapsamlı bir şekilde ele alınır. Bütün toplumsal sınıf ve
tabakalara karşı yürütülür; kültürel, dinsel, inançsal, ulusal
topluluklara karşı da yürütülür. Bu anlamda psikolojik savaşın hedefleri
çok geniştir. Her zaman hedeflerine uygun yönelim içerisinde olur.
Örneğin:
Herhangi bir gücü, kesimi ya da toplumu, hasım olarak ilan etmiştir.
Hasım güçlere karşı psikolojik savaş hangi amaçla yürütülür? Hasmın
iradesini teslim almaya yönelik bir amaçla yürütülür. Hasım güçler
ezilir veya hasmın kafasında kuşkular yaratılarak inancı kırılır ya da
hasmını geri çekilmek, teslim olmak zorunda bırakarak başarıya ulaşmak
ister. Hasım teslim olduğu zaman onun bir parçası ya da yönlendirdiği
bir güç haline gelecektir. Eğer hasım olarak gördüğü güç, bağımsız
düşünce üretemez hale gelmişse; doğal olarak psikolojik savaş da amacına
ulaşmış olacaktır. Yine hasmının kafasında bir kuşku yaratmışsa orada
psikolojik savaş amacına ulaşmış demektir. Psikolojik savaşı yürütenler,
daha çok cepheden yürütülen savaşla sonuç elde edemeyeceklerini
anladıklarında bu yönteme başvururlar. Çünkü direkt saldırdıklarında
veya üzerine direkt yöneldiklerinde, eğer ezemezlerse çok güçlü bir
karşı koyuşun ve direncin gelişmesine neden olurlar. Bunu
gördüklerinden, halk arasında denildiği gibi ”Dimyat'a pirince giderken,
evdeki bulgurdan olurlar”. Bu noktada daha bilinçli bir yöntem olarak
kullandıkları yöntem, hasımın kafasında kuşku yaratmaktır. Hasmın
kendine olan güvenini sarsmak ve onun yanlış hareket etmesini
sağlamaktır. Eğer karşı güç, üzerine saldırıyorsa ve belirli bir süre
mücadele etmişse; o süre içerisinde istediği hedefe ulaşamamışsa; acaba
doğru mu yapıyorum diye yoğunlaşmaya başlar. Bir kere ‘yaptıklarım,
düşündüklerim doğru mu?’ diye düşünmeye başladığından itibaren o zamana
kadarki savunduğu düşüncelerden uzaklaşma eğilimi içerisinde olur ve o
düşüncelerin yerini alacak başka düşünceleri bulma arayışı içerisine
girer. Bu da o andan itibaren onun, kendi kendisine yabancılaşması
sürecini başlatır. Çözülme böyle başlar. Özellikle uzun süren mücadelelerde ya da yoğun
saldırılar karşısında gücün kırılmaya başladığı anlarda, bu tür durumlar
çokça yaşanmıştır. Öyle ki kişilerin kafasında oluşmaya başlayan bu
düşünce giderek örgütlerin ideolojik doğrultuları haline gelmiştir.
Örgütlerin ideolojik doğrultuları haline geldiği andan itibaren o güne
kadar düşmana karşı mücadele eden o örgütler, o sistemin içinde düşmanın
yedeği durumuna düşmekten kurtulamamışlardır. Bu, tehlikeli bir
durumdur. Hem kişiler düzeyinde hem de örgütler hareketler ve partiler
düzeyinde bir tehlike yaratır. Bu anlamda düşüncede oluşturulacak olan
şüphe ve kuşku, psikolojik savaş yürütücüleri açısından önemle ele
alınan bir husus olarak ele alınmaktadır.
Dikkat edilirse tanrıya
karşı ilk başkaldırı, hangi soru sorularak başlamıştır? Sorula bu
sorunun ne anlama geldiği düşünsel olarak da çoğu kez tartışma konusu
olmuştur. “Tanrım neden?” sorusu sorulduğunda tanrıya ilk başkaldırı
gerçekleşmiş olmaktadır. ‘Neden’ sorusunun sorulması aslında cinin
şişeden çıkma halidir. Psikolojik savaşı yürütenler, hasmın kafasında
kuşku yaratmaya başladıkları andan itibaren; hasım olarak gördüklerini,
kendileri için tehlike olmaktan çıkarmaya başlamış olurlar. Yani cin
artık şişeden çıkmıştır. Psikolojik savaşın, hasım karşısında amaçlarını
gerçekleştirirken, yaptıklarının en önemli nedenlerinden bir tanesi
budur. Psikolojik savaşta, hasım olarak belirlenenin iradesi teslim
alınmaya çalışılırken; aynı zamanda onun kafasında kuşku, endişe, kaygı
ve tasa yaratılmak hedeflenmektedir. Bunlar yaratıldığı zaman, hasma
karşı yürütülen psikolojik savaş başarıya ulaşmış demektir.
Hasma
karşı bu biçimde yürütülen psikolojik savaş, sadece düşünsel alanda
yapılan propagandalarla gerçekleştirilmez. Psikolojik savaş, eşittir
propaganda savaşları dersek yanılırız. Çünkü propaganda psikolojik
savaşın sadece bir boyutudur. Nelerin propagandası yapılır? Eylemin,
örgütün, yaşamın propagandası yapılır. Çünkü bunlar somut olgulardır.
Yani söylem dışında var olan olgulardır. O nedenle düşman, hasım güç
olarak ilan ettiklerine karşı psikolojik savaşı yürütürken tüm
bahsettiğimiz alanlarda da saldırıya geçer. Yapmış olduğu bir eylem
maddi ve askeri anlamda somut bir hedef doğrultusunda
gerçekleştirilebilir. O şekilde sonuç da elde edebilirler. Ama yapılan
eylemin çok daha büyük etkisi psikolojik amaçlıdır. Türk devleti,
gerçekleştirdiği hava saldırılarıyla, havan toplarıyla vb. sadece bize
karşı fiilen bir savaş mı yürütüyor? Kendisi şu şekilde belirtiyor:
“Ben, bu saldırılarla onların alt yapı tesislerini bozmak ve hazırlık
yapmalarını engellemek istiyorum.” Bunun anlamı, “ben bu saldırılarla
bunlar üzerinde bir psikolojik savaş yürütüyorum.” Düşman saldırdıkça
biz savunma pozisyonuna geçiyoruz. Bahara yönelik yapmamız gereken
hazırlıkları yapmıyoruz. İçimizde inancını yitirmiş, kafasında
kararsızlık ve kuşku duyanlar varsa, o saldırılarla o tip kişiliklerin
saflarımızdan kaçmasına neden oluyor.
Düşman, etkisi sadece fiziki, fiili anlamda bir askeri saldırıdan daha çok psikolojik anlamda bir savaş yürütüyor. Bu örgütlenme boyutuyla da böyledir. Eğer bir örgüt gelişiyor, başarılı oluyorsa bunun kadrolarda ve toplumda yaratacağı psikolojik etki güvendir, güç vermedir, izlemedir ve onun çok güçlü bir şekilde harekete geçmesini sağlamadır. Onu güçlendirip, düşmanı zayıflatmadır. Örgütün güçlülüğü, büyüklüğü ve tutarlılığı beraberinde toplum psikolojisi üzerinde bir güvenin gelişmesini sağlarken, daha büyük gelişmelerin de önünü açıyor. Yaşam boyutu açısından bakarsak da öyledir. Düzenli yaşam, disiplin ve tutarlılık toplumun psikolojisini büyük oranda etkiliyor. Çünkü yaşamda bozukluk, tutarsızlık ve sahte gündemler o hedefin sadece örgüt olmasını olumsuz açıdan etkilemekle kalmıyor ve onun psikolojisini de bozuyor. O ortamda git-gel psikolojisi oluşurken, davranışta tutarsızlıklar başlıyor. Bir şeyi, kimin niçin yaptığına dair belirsizlikler oluşuyor. Sahte gündemler, gücün ve enerjinin çok farklı şekilde kullanılmasına neden oluyor. Öylesi yaşamın ve disiplinin bozulduğu koşullarda bir bütün olarak toplumun da psikolojisi bozuluyor.
Psikoloji nedir, neyi inceler? Davranış
bilimidir ve davranışı inceler. Eğer toplumun davranışı üzerinde bir
istikrarsızlık oluşmuşsa, orada psikolojik savaş amacına ulaşmış olur. O
açıdan biz psikolojik savaşı sadece propaganda alanında yürütülen bir
savaş olarak görmeyelim. Askeri, örgütsel, yaşamın her alanında
sürdürülen mücadelenin sonuçları ya da bu alanlarda mücadele karşısında
düşmanın yapmış olduğu saldırılarının sonuçları olarak görmemiz
gerekiyor. Demek ki; psikolojik savaş, hasma karşı yöneltildiğinde bu
şekilde hedefler içeriyor.
Psikolojik savaşın bir de tarafsız
kitlelere karşı ya da tarafsız-ortada bulunan kesimlere karşı yönelimi
vardır. İki temel karşıt gücün yer aldığı savaşlarda, ortada
bulunanların sayısı azımsanmayacak düzeydedir. Hatta bazı süreçlerde, bu
ortada duranların tutumu savaşların kaderini belirler. Eğer savaşın
tarafları, bu ortada bulunanları kendi saflarına çekmeyi
başarabilirlerse savaşı kazanabilirler. Bizim bugün yaşadığımız en temel
sorunlardan birisi de budur. PKK savaşan bir taraftır. Türk Devleti de
savaşan bir taraftır. Türk Devleti savaşan bir taraf olarak kendini
militanlaştırmıştır. PKK de militanlaşmıştır. Bunun dışında, savaşın
içinde doğrudan olmamakla beraber kendisini devlete ya da bize karşı
mesafeli tutan, zaman zaman PKK’ye ya da devlete karşı yakınlaşan
kesimler de vardır. Bu kesimlerin tutumu önemlidir. Eğer PKK, bu
kesimleri yanına alırsa Türk Devleti’ne yaptıramayacağımız bir şey
kalmaz. Ama Türk Devleti bu kesimleri yanına alırsa, biz de hızla
marjinalleşmeye doğru gideriz. Bunun için, ortada tarafsız olarak
bulunan ve kim güçse ondan yana tavır koyabilecek duruma gelen bir kesim
üzerinde mücadele yürütülür. Psikolojik savaşın bir amacı da budur.
Yani psikolojik savaş bir yönüyle de bu tarafsız, ortada duran kesimleri
etkileyerek kendi tarafına çekme mücadelesidir. Yani ortada bulunan bu
kesimleri kendi taraftarı haline getirmektir. Bunu, karşıt gücün, ortada
tarafsız kalanların da karşıtı olduğunu ve kendisinin ise ortada
bulunanlarla veya tarafsız olanlarla ortak değerlerde ve noktalarda
buluştuğunun propagandasını yaparak, örgütlenmesini ve ilişkisini
geliştirerek yapıyor. Onu yaptığında da psikolojik savaşını gerçek
amacına ulaştırmış oluyor.
Devrimci partiler aynı zamanda bir
propaganda partileridir. Biz propaganda ve örgütlenmelerimizi yaparken
mutlaka bu gerçeği düşünmek zorundayız. Orta ve ara kesimleri karşına
alırsan, kendini daha mücadelenin başında marjinalleştirmiş olursun. O
açıdan bunlar, en hassas politikaların geliştirilmesi gereken bir
kesimdir. Bu durum, gerçek psikolojik savaş yürütücülerini de buna göre
bir yaklaşım içerisine girmeye yöneltiyor. Orta ve ara kesimleri yanına
alarak etkilemek istiyor. Böylelikle onları da kendi özel savaşlarının
bir parçası haline getirmek istiyor.
Psikolojik savaşın üçüncü bir
hedefi ise kendine dost gördüklerini sürekli yanında tutma eğilimidir.
Kendisinin yanında tutma hedefiyle hareket eder. Yine geliştirdiği
saldırılar, politikalar ve herhangi bir yönelim içine girmişse, dost
olarak gördüklerini yanında görmek ister. Burada psikolojik olarak
yürüttüğü savaş, dost olarak gördüklerini hep bu konumda tutma
mücadelesidir. Bu daha çok uluslararası alanda sürdürülür. Örneğin,
Türkiye’nin dostu İsrail ya da Amerika ise, Türkiye bu iki devleti hep
yanında görmek ister. Yine İsrail ve Amerika’nın PKK’yi düşman görmesini
ve ona karşı mücadele etmesini ister. Türkiye bir saldırıda bulunduğu
zaman, Türkiye’ye hak vermesini ister. Hep bu konumda ve uluslararası
alanda dost olarak gördüklerini kendi yanına çeken, açık tavır almaya
zorlayan bir propaganda ve savaş biçimi de psikolojik savaşın üçüncü
hedefini oluşturuyor.
Bunların hepsi psikolojik savaşı anlatmaya
yetmiyor. Çünkü psikolojik savaşın hem savaşan güçleri hem de bir bütün
olarak toplumu bu savaşa hazırlaması vardır. Toplumu bu savaşı
yürütülebilir hale getirmesi vardır. Psikolojik savaşın, savaşan güçleri
ve toplumu hazırlama gibi bir görevi vardır. Sadece hasım ya da
hedefteki güçlere karşı değil aynı zamanda savaşan güçleri de buna
hazırlama görevi vardır. O amaçla da psikolojik savaş yürütülür. Kendi
savaşan güçlerini psikolojik olarak savaşa hazırlayabilmesi için ilk
önce onda üstünlük duygusunu yaratmayı hedefler. Bu üstünlük duygusu
nedir? Kime karşı mücadele ediyorsa onun zayıf ve küçük olduğunu “bir
sinek gibi ezilebileceğini” kafasında düşünce olarak şekillendirir.
Artık ona kendisini inandırır, ama bunu yaparken de kendisini çok güçlü,
büyük idealleri ve amaçları olduğunu sanacak hale getirir. Bu anlamda
abartılı, kof bir büyümeyi sağlayan bir şekilleniş yaratır. Bunu
yaratırken de kendisini motive edecek ideolojik tasarımları da kullanır.
Milliyetçilik daha çok bunların başvurdukları ideoloji haline gelir.
Buradaki milliyetçilik de, aslında yaratılmaya çalışılan üstün ve güçlü
olma yaklaşımının bir parçasıdır. Çünkü milliyetçi olduğu zaman,
kendisini diğer milletlerden, topluluklardan üstün ve güçlü görür.
Böylece kendisini güçlü, kuvvetli, kudretli ve her şeye gücü yeten
olarak varsayar. Bunu güçlendirmek için tarihi, toplum yaşamını hep buna
uyarlayacak şekilde yoruma tabi tutar. Tarihte büyük kahramanlıklar
yaptıklarını söyler. Tarihteki büyük gelişmeleri kendilerinin
sağladıklarını anlatırlar. Kendi gibileri olmazsa, toplumun bir hiç
olduğunu varsayarlar. Onun psikolojik olarak şekillendirilmesi bunu
emreder. Psikolojik olarak bu şekilleniş sağlanırken de ona uygun
şekilde yaşam koşulları hazırlanır. Onu güçlü, heybetli gösterecek yaşam
koşulları hazırlanarak, ona göre giyim kuşam ve araçla donatılır.
Normal olan kırmızı elbise giyiniyorsa, o mavi elbise giyer. Normal olan
dipçikli silah kullanıyorsa, dipçiksiz silah kullanır. Yani giyimiyle,
kuşamıyla, silahıyla, yaşamıyla kısaca her şeyiyle kendisini
değerlerinden farklı görebilecek bir ortam içerisinde şekillendirilir.
Ona uygun şekilde savaşa sürülürler.
Toplumun psikolojik anlamda
özel savaşa hazırlanması ise, artık toplumun her şeyiyle bir sürü haline
getirilmesini anlatır. Sürü psikolojisi denilen olgu budur. İstenildiği
yere sürüklenen, istenildiği gibi harekete geçirilen bir toplum yaratma
gerçekliğidir. Bunu, yürütülen savaştan sorumlu olanlar, özel savaşı
yürüten güçler değil de, özel savaşın karşısında yer alan güçlermiş gibi
topluma göstererek gerçekleştirir. Yani sorumlu özel savaş değil, özel
savaşın saldırdıklarıdır biçiminde toplumda bir yanılsamaya götürür. Bu
yanılsama toplumda bir kanıksamaya dönüştüğünde, artık toplum nezdinde
suçlu olan, özel savaşa karşı olanlardır. Özel savaşa karşı olanlar
olmazsa, sanki özel savaş olmayacakmış gibi bir yanılgı ortaya çıkar.
Bu da beraberinde özel savaş rejiminin, özel savaş yürüten güçlerin
desteklenmesini getirir. Bu giderek bir amaçla bütünleştirilir.
Nedir
bu amaç? ''Ülke anarşi ve teröre maruz bırakılıyor. Anarşi ve terör
ortamına sürükleniyor. Öyleyse buna karşı olmak için özel savaş
yürütenleri desteklemek gerekir. Anarşi ve terörü yaratanlar dış
mihrakların desteğini alıyor, amaçları ülkeyi bölmektir. Öyleyse dış
güçlere karşı olmak için, ülkenin bütünlüğünü sağlamak için özel savaş
rejimini desteklemek gerekir''. Böylesi amaçlar ortaya koyuyor ve bu
amaçlar da ideolojilerle tamamlanıyor. Bunlar kimi zaman milliyetçilik
ideolojisi, kimi zaman da dincilik oluyor. Ülkenin birliği ve bütünlüğü
için, milliyetçilik ve vatanseverlik duygusunun yanında, eğer ülkede
dinsel bir kümelenme varsa, dini anlamda yani Hıristiyanlık, Müslümanlık
ya da Yahudilik içinde farklı mezhepten bir bölüm ya da farklı bir
topluluk varsa, onun adıyla anılan bir ideolojik söylem oluşturulur.
Bunlar birleştirildiği zaman toplum en çirkin, en kanlı savaşlara ortak
edilmiş oluyor. Böylece bu kirli savaşlar, sürüleştirilmiş kitlelere
dayandırılarak yürütülür hale getirilmiş olur.
Psikolojik savaşın bu
anlamda hem kendi savaşan güçlerini, hem de toplumu buna hazırladığını
unutmamamız gerekir. Bunu yaparken hem bireyi, hem toplumu ona göre
şekillendiriyor. Aslında psikolojik savaş, özel savaşın her koşulda
sürdürülmesini vaat ediyor. Eğer birey ve toplum özel savaşa hazır hale
getirilmezse, özel savaş sürdürülebilir mi? O nedenle bireyin, toplumun
özel savaşı, özel savaşın bir dişlisi haline gelerek yürütebilmesi için
psikolojik anlamda fethedilmesi gerekiyor. Düşünsel anlamda topluma özel
savaş ideolojisi verildiğinde, yani özel savaş toplumu ve bireyi
yönlendirmeye başladığında, artık orada psikolojik savaş amacına ulaşmış
oluyor.
Yine psikolojik savaşı günümüzle sınırlayarak açımlamak
yeterli olmaz. Tarihten günümüze kadar yürütülen savaşların, toplum
üzerinde etkili olma yanı vardır. Onları da psikolojik harekât
kapsamında yürütülen mücadele olarak değerlendirebiliriz. O açıdan
köklerini, tarihin derinliklerinden alıyor. O nedenle özel savaş ABD
tarafından icat edilmemiştir. Önceki süreçlerde yaşanan egemenlikli
ilişkilerin, egemenliği sürdürmek için geliştirilen savaşların, iktidar
ilişkilerinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra değişen dünya koşullarına
göre ABD tarafından uyarlanmasını ifade ediyor. Mesela ABD’nin
geliştirdiği psikolojik savaş var. Bunu ABD bulup ortaya çıkarmıyor,
ondan önce Almanya’da Hitler döneminde stratejik bir düzeyde ele
alınıyor. Hitler’in propaganda bakanı var, Göbbels. Çok gelişkin bir
şekilde psikolojik savaş yürütüyor. Alman halkını, Yahudilere karşı
düşman haline getiriyor ve Alman halkının bir ordu halinde savaşa
girmesini sağlıyor. Bundan daha büyük bir psikolojik harekât olabilir
mi? Türkiye’de, Osmanlı döneminde gelişen yeraltı örgütleri var(
öncesine dayanan örnekler de var). Osmanlıda gelişen Teşkilat-ı Mahsusa
adında özel bir örgütlenme vardır. Teşkilat-ı Mahsusa toplum içinde
gizli faaliyet yürüten ama devletin çıkarları için devlet tarafından
oluşturulan bir örgütlenmedir. Teşkilat-ı Mahsusa adam kaçırıyor,
hapishane kaçkınlarından ordu oluşturuyor. Dünyanın her tarafında,
Türklerin bulundukları yerlerde örgütlenmelere giderek geniş faaliyet
sürdürüyor.
Devlet içinde ‘derin devlet’ dediğimiz, ordu içinde
‘Derin NATO’ dediğimiz ‘Gladyo’lar da bunları yapıyor. İşte ABD tüm
bunları alıyor, sentezliyor ve kapitalizmin jandarmalığını üstlendiği
koşullarda bunun geliştirici-yürütücü rolünü oynuyor.
Psikolojik savaşa ilişkin bu belirtiklerimizle birlikte nüans farkı varmış gibi görülen psikolojik harekâtla arasında olan ince farka da burada kısaca değinmekte yarar var.
Psikolojik Harekât Nedir?
Psikolojik savaşa ilişkin bu belirtiklerimizle birlikte nüans farkı varmış gibi görülen psikolojik harekâtla arasında olan ince farka da burada kısaca değinmekte yarar var.
Psikolojik Harekât Nedir?
Çoğu kez,
psikolojik harekât terimi ile psikolojik savaş terimi birbirine
karıştırılmaktadır. Özde bu terimlerin anlamı aynı olmakla birlikte
psikolojik savaş, uygulama alanı olarak psikolojik harekâtı da
kapsamaktadır. Bu çerçevede, düşman olarak belirlenen güç ya da güçlerin
tüm boyutlarını(sosyal, siyasal, ahlaki, askeri, kültürel, ekonomik,
örgütsel, vb.) kapsayacak şekilde yürütülen faaliyetler psikolojik savaş
olarak ifade edilebilir. Yürütülen bir psikolojik savaş, toplumsal
güçlerden yalnızca birini kapsıyorsa psikolojik harekât olarak
tanımlanabilir. Bu anlamda psikolojik savaşın stratejik olma özelliğine
karşı, psikolojik harekâtın bu stratejiye uygun belirlenen hedefe
yönelimi söz konusudur.
Psikolojik harekât, hiçbir teorisyenin,
düşünürün icat ettiği bir faaliyet şekli değildir. İnsanlık tarihi kadar
eski olan bu faaliyet şekli ilk olarak insanlar arası anlaşmazlıkların
çözümünde hilenin kullanılması ve büyücülük faaliyetleri ile ortaya
çıkmıştır. Hile ve büyücülük faaliyetleri ne denli ilkel olsa da modern
psikolojik harekât faaliyetlerinin atası sayılabilir.
Bununla
beraber, psikolojik harekât terimi oldukça yeni ve çoğu zaman üzerinde
tartışmaların sürdürüldüğü, sınırları kesin hatlarla çizilmemiş bir
konudur. Bütün bu tartışmalara rağmen kullanılan teknik ve taktikleri
ile de belli bir doktrin ve esaslara sahiptir.
Psikolojik harekât,
hedef birey, grup ve toplumların tutum ve davranışlarını etkilemek
suretiyle düşünce, duygu ve davranışlara etki yapmaya yönelik
faaliyetlerdir.
Psikolojik harekât faaliyetleri bir toplumu toplum
yapan ekonomik, sosyal, kültürel, ahlaki, siyasi, askeri ve psikolojik
her türlü değeri hedef alabilmektedir. Bu faaliyetlerin en tehlikelisi
de, bir toplumun kültür-ahlak değerlerine sızarak toplumsal erozyona
neden olmasıdır. Bilindiği gibi toplumları ayakta tutan öz kaynakların
tamamı kültürden beslenmektedir. Bu bağlamda bir toplumu yok edebilmenin
en kestirme yolu onun kültür değerlerine sızarak tahrip etmektir.
Kısacası,
hangi görüş ve düşüncede olursa olsun hasım güçler tarafından yürütülen
psikolojik harekâta hedef olmayan fert ve grup mevcut değildir. Ancak
işlenen temalar, kullanılan kitle iletişim araçları ve izlenen yöntemler
her hedef grup için toplumsal ahlaki-kültürel örgülerin çözülmesi ve
birlik ruhunun tahrip edilmesidir.
Türk Devleti’nin topyekûn bir
şekilde Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşımın en karmaşık ve
dolayısıyla anlaşılmaz alanı olan psikolojik savaş alanı ve bu temelde
geliştirilen psikolojik harekâttır. Onun için eğer psikolojik savaşı
doğru anlamamışsak, psikolojik harekâtı da doğru anlayamaz ve her an
düşman güçlerin oyununa gelebiliriz. Psikolojik savaş, bir sıcak savaşı
kazanmak için veya şu anda yaşadığımız kriz anında bir davayı savaşsız
kabul ettirmek için en etkili politik araçtır. O halde bu alanı çok iyi
bilmek gerekiyor.
Stratejik psikolojik savaş kapsamında psikolojik
bir harekât yürüten Türk Devleti, hedef olarak belirlediği; mahalli
olanından geneline kadar, tüm kilit isimleri karalamak, böylece onların
etkinliklerini yok etmek için olağanüstü çaba harcar. İftira, karalama,
yoz kişilikleri ön plana çıkarma, bu savaşımda önemli bir yer tutar.
Ayrıca bu mahalli veya genel önderleri satın alma veya tehdit yoluyla
kendi saflarına çekme ciddiyetle ve sabırla uygulanır. Hapse düşen veya
gözaltına alınan herkese işbirliği teklifi götürmeleri boşuna değildir.
DTP üzerinde yapılan çeşitli hesaplar ve baskı ile kuşatma altına
alınmak istenmesi bu savaş kapsamı içinde ele alınmalıdır. Türk Devleti,
ayrıca her türlü karşı yayın organlarına sızarak, ince bir taktikle,
insanları birbirine düşürür; bazen birinin bazen de diğerinin tarafını
tutarak enerjinin iç mücadelede tüketilmesi için elinden geleni yapar.
Bu yaklaşım asıl olarak da kaynağını sömürgeci zihniyetten ve egemen güçlerin sömürge ülkelerde uyguladığı toplumsal psikolojiye dayanarak sömürge halkları küçük düşürme, ucube gösterme, geri ve aşağılık bir varlık olarak lanse etme arayışından almaktadır. Fransızlar’da Cezayir’de uyguladığı psikolojik harekâtta benzeri bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Fransızlar, Cezayir toplumunu beyazlar karşısında görgüsüz, ilkel, cahil gibi aşağılayıcı nitelemelerle ötekileştirmişler ve egemen ulus karşısında iradesizleşmesini, özgüven yitimini yaşamasını amaçlayarak ruhsal kırılmaya uğratmaya çalışmışlardır. Kürdistan’da Türk egemenlerinin genelde Kürt ulusuna özelde de onun öncü gücü Özgürlük Hareketine karşı geliştirdiği toplumsal psikolojik harekât ise Fransız örneğini katbe kat aşan bir düzeydedir. Kürt toplumunu ilkel, çağdışı kalmış bir topluluk olarak lanse ederek kendi kitlesine (Türk) aşağılanması gereken bir varlık olarak göstermiştir. Yine toplumsal yaşam içinde Kürtleri asi-avare bir topluluk olarak ta göstererek uygarlıktan uzak kavgacı nitelemesini de yaparak kendi tabanına “kötü topluluk, kötü bireyler” biçiminde önemli oranda algılatarak zihinlerine kazımıştır. İlkeliği çağrıştıran kavramlarla yaşamın her alanında Kürdü kötü gösterme psikolojik harekâtın genelleştirmesi amacını taşımıştır. Özelde ise özgürlük harekâtı ve özgürlük savaşçıları için 30 yıl içerisinde en geri, vahşi nitelemelerle bu yaklaşımını sürdürmüştür. Kürt özgürlük güçlerine; şaki, terörist, barbar, bölücü türündeki vb. nitelemeleri bu konuda birkaç örnektir. Kürdün en masum siyasal eylem, aktivitesinin bile, bu kavramlarla dile getirilmesi tamamen psikolojik harekât kapsamında geliştirilmektedir.
Bu yaklaşım asıl olarak da kaynağını sömürgeci zihniyetten ve egemen güçlerin sömürge ülkelerde uyguladığı toplumsal psikolojiye dayanarak sömürge halkları küçük düşürme, ucube gösterme, geri ve aşağılık bir varlık olarak lanse etme arayışından almaktadır. Fransızlar’da Cezayir’de uyguladığı psikolojik harekâtta benzeri bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Fransızlar, Cezayir toplumunu beyazlar karşısında görgüsüz, ilkel, cahil gibi aşağılayıcı nitelemelerle ötekileştirmişler ve egemen ulus karşısında iradesizleşmesini, özgüven yitimini yaşamasını amaçlayarak ruhsal kırılmaya uğratmaya çalışmışlardır. Kürdistan’da Türk egemenlerinin genelde Kürt ulusuna özelde de onun öncü gücü Özgürlük Hareketine karşı geliştirdiği toplumsal psikolojik harekât ise Fransız örneğini katbe kat aşan bir düzeydedir. Kürt toplumunu ilkel, çağdışı kalmış bir topluluk olarak lanse ederek kendi kitlesine (Türk) aşağılanması gereken bir varlık olarak göstermiştir. Yine toplumsal yaşam içinde Kürtleri asi-avare bir topluluk olarak ta göstererek uygarlıktan uzak kavgacı nitelemesini de yaparak kendi tabanına “kötü topluluk, kötü bireyler” biçiminde önemli oranda algılatarak zihinlerine kazımıştır. İlkeliği çağrıştıran kavramlarla yaşamın her alanında Kürdü kötü gösterme psikolojik harekâtın genelleştirmesi amacını taşımıştır. Özelde ise özgürlük harekâtı ve özgürlük savaşçıları için 30 yıl içerisinde en geri, vahşi nitelemelerle bu yaklaşımını sürdürmüştür. Kürt özgürlük güçlerine; şaki, terörist, barbar, bölücü türündeki vb. nitelemeleri bu konuda birkaç örnektir. Kürdün en masum siyasal eylem, aktivitesinin bile, bu kavramlarla dile getirilmesi tamamen psikolojik harekât kapsamında geliştirilmektedir.
Özelikle de Önder Apo’nun esaretinden sonra psikolojik harekât çok daha kapsamlı ve planlı bir şekilde uygulanmaya konulmuştur.
Türk
özel savaş kurmayları Önde Apo’nun esaretini Kürt Özgürlük Hareketinin
stratejik bir yenilgisi olarak ele almış ve bunu da bir kök kazıma
harekâtına dönüştürmek istemiştir. Bu kök kazıma harekâtını da sadece
askeri boyutuyla değil, psikolojik savaş kapsamında sürdürmeyi kendisine
esas almıştır. Bu süreçten sonra Kürt toplumu ve özgürlük hareketi
kendi içerisinde bir ayrıştırmaya tabi tutulmuş ve ona göre de bir
politika uygulamaya konulmuştur.
Uygulanmaya konulan bu
politika bir psikolojik harekât biçiminde yürütülmektedir. Buna göre
Kürt toplumu yenilmiş ve umutlarını yitirmiş bir toplum olarak ele
alınmakta ve bu temelde de yeni bir şekillenmeye tabi tutulmak
istenmektedir. TV kanalarında yaygınca Kürtleri ele alan dizi filimlerin
yayınlanması, 2000’ler öncesinde Kürdistan da adeta silinmiş olan
siyasal, eğitsel kültürel vb. kurumlara yeniden canlılık kazandırılması
gündeme getirilmiştir. Adeta bununla Kürdistan yeniden bir işgale
başlanılmıştır. Psikolojik harekâtın belirlenen hedefe her cepheden tüm
imkân ve araçları kullanarak harekete geçmesinin sonucu olan bu
yönelimin bir parçası olarak toplum bireylerine varıncaya kadar özel
uzmanlarınca saptanmış saldırıların hedefi haline getirilmiştir. Aynı
şekilde Kürt özgürlük güçleri de kendi içlerinde sınıflandırılarak özel
yönelimler tabi tutulmuştur. PKK’nin yönetim ve kadroların bir birinden
ayrıştırılması, taraftarlarının ise farklı bir statüde ele alınması bu
çerçevede gelişmiştir. O süreçte PKK yönetim kadrolarının rencide edici,
itibarlarını sarsıcı bildiriler ve karikatürler uçaklardan Medya
Savunma Alanlarına üzerine atılmaya başlanılmış, kurulan Güven
Radyosunda özel yayınlar yapılmaya başlanılmıştır. Bu radio
yayınlarıyla kadronun kafa ve düşünce yapısının muğlaklaştırılması,
güven yitimine uğratılarak kararsız kılınması, şüphe ve kuşkunun
geliştirilmesi ve ardından da kaçışların gerçekleştirilmesi
hedeflenmiştir.
Psikolojik harekâtın en kapsamlı ve geniş
tutulduğu alanlardan biride yasal demokratik siyasal zemin ve
zindanlardan çıkan kadrolar olmuştur. Yasal demokratik siyasal zemin
2000 yıları sonrasında Kürt Özgürlük Mücadelesinin stratejik mücadele
alanlarından biri olarak belirlenmesinin ardından böylesi bir yönelim
gerçekleşmiştir. Bu yönelimin hedefinde yasal siyasal zeminin temel
örgütlenmesi olarak kabul edilen örgütlenmeler bulunmuştur. Psikolojik
harekâtın bu örgütlenmelere karşı saldırısı ise açık fili saldırıdan
daha çok içine sızma, yanlış bilgilerle yönlendirme, iç karışıklık
yaratarak güvensizlik geliştirme mücadele yerine didişmeyi geliştirme ve
böylece zaman yitimine, enerji kaybına uğratma vb. biçimlerde
gelişmiştir. Bu da halk nezdinde ciddi bir güven kaybına neden olurken,
sömürgecilerin çıkarlarına hizmet edebilecek sahte söylemler kullanan
ajan örgütlenme ve kimler tarafından kurulduğu iyi bilinen tarikatları
gelişimine kapıların aralanmasına imkân sunmuştur. Psikolojik harekâtın
bir sonucu olarak gelişen böylesi bir ortamda zindandan çıkanlara
yönelik saldırılar da bunun bir tamamlayıcı faktörü olarak
geliştirilmiştir.
Psikolojik Savaşın Özel Savaş Kapsamında Stratejik Olarak Ele Alınarak Geliştirilmesi
Bunu açımlayıp bireye kadar indirgemekte yarar vardır.
Özel
savaş, stratejik olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD tarafından
ele alınmış ve geliştirilmiştir. İkinci Paylaşım Savaşı sonrası ABD,
artık kapitalizmin jandarmalığını üstlenmiştir. ABD, sömürgecilik
mirasını devralmıştır. Özel savaş da, kapitalizme karşı duran kim varsa,
onlara karşı yürütülen bir savaş olma özelliğiyle anılmaya
başlanmıştır. Bu anlamda; hedefinde toplumun en küçük dokusuna varıncaya
kadar kapsamı geniş olarak sürdürülen bir alana yayılan savaş olma
özelliğine sahip kılınmıştır. O nedenledir ki dinsel, mezhepsel, etnik,
kültürel, sınıfsal kesimler; kadın ve erkek olarak cinsler; toplum
içerisindeki yaş grupları; ailede tek tek bireylere varıncaya kadar
herkes, özel savaşın hedefi haline getirilmişlerdir. Bu çerçevede de
toplum içinde, bireyler nezdinde sürdürülen özel ve psikolojik savaş; o
bireyin, o toplumun seçeneğini, tercihini kapitalizmden yana yapması;
kapitalizmin kendisine öngördüğü yaşamı benimsemesi ve kendisine o yaşam
dışında bir yaşam seçeneği bırakmaması anlamına gelir. Bireyin bu
anlamda kapitalist sistemi yaşayan, onun alışkanlıklarını yaşamının
amacı haline getiren bir duruş sahibi olması; buralarda toplum ve
kişilik nezdinde özel savaşın başarı kazanması demektir. Önderlik bu
duruma; “İnsanın maymunlaştırılması” diyor. Ve kapitalizme karşı
mücadelenin ne anlama geldiğini anlatırken de “En onurlu savaş insanın
hayvanlaşmaya karşı insanlık onurunu koruma savaşıdır” demektedir.
Önderliği böyle bir tanım yapmaya ve değerlendirmeye götüren özel savaş
gerçekliği işte budur. Kapitalizmin birey ve topluma karşı yürüttüğü
özel savaşın, neden olduğu tahribatlara karşı insanın insan olarak,
toplumun toplum olarak var olma savaşını anlattığı için Önderlik öylesi
bir belirlemede bulunuyor. Bunun içindir ki, özel savaşı ele aldığımız
zaman, sadece stratejik anlamda ele alınan, uygulanan değil; aynı
zamanda bir bütün olarak topluma ve bireye karşı yürütülen bir savaş
olarak görmek ve değerlendirmek durumundayız.
Özel savaşın toplum
ve birey üzerinde en fazla etkili olmasını sağlayan da psikolojik
savaştır. Psikolojik savaş toplumu ve bireyi öyle bir noktaya getiriyor
ki, artık toplum ve bireyin yapmış olduğu her şey kapitalizmin ön
gördükleri doğrultusunda gelişiyor. Yapılan her şey kapitalizmin
çıkarlarına güç ve destek veren bir davranış haline geliyor. Özel
savaşın toplum üzerine ve kişilikte yarattığı sonuçlardır bunlar.
Doğal
toplum özellikleriyle, egemenlikli-devletçi uygarlık özellikleri,
tarihsel olarak bir çatışma halindedir. Doğal toplum özellikleri,
toplumu komünal demokratik değerlerle bütünleştirirken insanlığı,
erdemli yaşamla buluşturmaya götürüyor. Bunun karşısında egemenlikli
sınıflı, devletçi uygarlık özellikleri ise, insanı var eden temel
özelliklere karşı savaşarak hayvanlaşmaya götürüyor. Kapitalizmin
kişilikte, toplumda yürütüp sonuç aldığı özel savaş insanda da, toplumda
da hayvanlaşmayı yaratmaktan başka bir amaç taşımıyor. İnsan
komünal-demokratik değerlerden ne kadar uzaklaşırsa, o kadar fazla
egemenlikli, devletçi-sınıflı toplum özellikleriyle buluşuyor. Bu da
sınıflı uygarlığın en gelişmiş biçimiyle, kapitalist özelliklerin
kişiliklerdeki somutlaşmasıdır. Alışkanlıklar, ilgiler, kişilikteki
yabancılaşma buna göre gelişiyor. Bunlar da psikolojik savaşla
gerçekleştiriliyor. Bunun için, eğitim yaygın bir şekilde bu amaca
hizmet eder hale getiriliyor. Toplumu düşünsel alanda etkilediği ölçüde,
onun yansımasını sağlayacak tüm araçları, organları, imkânları
kullanıyor. Basın yayını organları bu konuda çok etkili bir şekilde
kullanılıyor. Birey kendi doğal özellikleri dışına çıkarılarak,
kapitalizmin istediği şekilde olan, ona göre davranan bir birey haline
getiriliyor. Bu çerçevede de kişinin beğeni ve güzellik ölçüleri ya da
değer olarak kabul ettiği ölçüler kapitalist modernitenin isteğine uygun
hale geldiği zaman, amaca ulaşılmış oluyor.
Toplum ve bireyin
esas aldığı ölçüler doğal toplumun komünal demokratik özelliklerine göre
mi, yoksa kapitalist sistemin ona verdiği ölçülere göre mi
belirleniyor? Eğer kapitalizmin ona verdiği ölçüler temelinde
belirleniyorsa, orada bireyde de toplumda da özel savaş etkili olmuş
demektir. Veya toplum içerisinde onun dile getirdikleri, rağbet görüp
ilgi uyandırıyorsa, demek ki orada özel savaş başarılı olmuştur. Mesela,
moda neye göre belirleniyor? Zaman zaman bazı yiyeceklerin reklâmı
yapılıyor. Bazen de bazı tüketim mallarının reklamı geri plana
çekiliyor. Bazen hiç de ihtiyaç olmadığı halde, suni olarak kullanım
malzemeleri yaratılıyor ve bunlar piyasaya sunuluyor. Piyasada da bu
ürünler büyük ilgi görüyor. Bu, özel savaşın kişilere benimsetmiş
olduğu, sözde ihtiyaçları karşılama biçimidir.
Ayrıca, kapitalizmin
yönlendirmesiyle açığa çıkan kitlesel davranışlar da söz konusu
olabilmektedir. Mesela, yer yer televizyonlarda karşılaşıyoruz. Bir dizi
ya da herhangi bir programda bir davranış biçimi, bir mimik sıkça
kullanılıyor. Bir bakıyorsun ki bu, giderek toplumu etkileyerek,
herkesin yaptığı bir davranışa dönüşüyor. Yani toplum onu taklit etmeye
başlıyor. Önderlik “Toplum için, maymunlaşma…” tanımını daha çok da bu
tür durumlar için yapıyor. Yani kendisi olmaktan çıkan, kendisine ait
olan ölçülere göre değil de kapitalist modernitenin kazandırdığı şekil
ve biçimi kabul eden bir toplum gerçeğini kastediyor. Bu davranış ve
biçim, yemeden-içmeden tutalım, davranışa, ilişkilere, alınan bütün
yaşamsal ölçülere, değer olarak kabul edilen ilkelere varıncaya kadar
geniş bir alanı kapsıyor. Toplum, özellikle de bu tür şeylere son derece
açık hale getiriliyor.
Şu yanılgıyı biz çoğu defa yaşadık. İki
binli yıllara girerken, iki binli yılların ‘barış ve demokrasi’ yüzyılı
olacağı şeklinde değerlendirmeler yapıldı. İki binli yılların demokrasi
ve barış yüzyılı olması gerçekten de arzulanan, istenen ve karşı
olunmayan bir hedeftir. Herkes bunu ister. Ama iki binlere girdik, barış
ve demokrasi gelmedi. Elbette bu durum, iki binli yıllarda barış ve
demokrasinin gelmeyeceği anlamına gelmez. Eğer mücadele edilirse,
gelecektir. Yani kendiliğinden olmayacaktır. Bilimsel teknolojik
devrimden, bilgi yüz yılından- toplumundan bahsettik. Bilgi yüzyılı ve
toplumu bilinçli insanla oluşmuş toplum demektir. Yani bilgili insana
bilinçsiz insan muamelesi yapılamaz.
Bilgili insan, kendiliğinden
bilgili olan bir insan değildir. Öğrenen, öğrendiklerinin doğru olduğunu
test eden bu ölçüde doğru kararlar alan, aldığı kararların doğruluğunu
pratikte gören, uygulayan özgürleşmiş insan demektir. Özgürleşmiş
bilgili insan oluşmadan, bilgi toplumundan bahsetmek yanılgıdır ve öyle
yanılgılar içine de girilmektedir.
Psikolojik Savaşın Bireyi Toplumsallıktan Uzaklaştırmanın Temel Bir Yöntemi Olarak Kullanılması
Kişi
özgürleşmeden, ondan birey olması beklenemez. Kişi birey olmadan, onun
özgürlük anlayışının nereye gideceği bilinmektedir. Özgürlük deyince,
birey olmayan kişiler için, ilk önce aklına geleni yapmak ya da o anki
bedeni ihtiyaçlarını her şeyin üstünde tutarak onu karşılamak gelir.
Özgürlük aklına geleni yapmak mıdır, yoksa sorumluluk bilinciyle hareket
etmek midir? Özgürlük, yaptığınla başkalarının özgürlüğünü
sınırlandırmak mıdır, yoksa kendi özgürlüğünle birlikte başkalarının
özgürlüğünün önünü açmak mıdır? Bu konularda yanılgılı yaklaşımlar çok
fazla olmaktadır. Özgürlük ve bilgi toplumu bu nedenlerle çarpık
anlaşılmaktadır.
Yirmi birinci yüzyıla girdik. Yirmi birinci yüz
yıl, bilgi toplumu oldu diye biz de hemen bilgili insan mı olduk? Değil.
Bilgili insan, özgür insandır. O zaman biz de hemen özgür insan mı
olduk? Değil, böyle özgür, böyle bilgili insan ya da birey olunmaz.
Bilgili ve özgür olmak, onun gerçekten de gereklerini yerine getirmekle
olur. Böylesi yanılgılar içine girildi. Bu yanılgılı yaklaşımlar,
kişiliklerde özel savaşın çok daha etkili olmasına neden olurken;
psikolojik savaşın da üzerimizde etki kurmasına neden oldu. Çarpık
eğilimler ve yanlış yaklaşımlar gelişti. Bunlar özgürlük adına,
demokrasi adına savunulmaya başlandı. Hâlbuki kişinin içinde yaşadığı
kaynak olan toplum köleleştirilmiştir. Terbiyesini köleleştirilmiş bir
toplumdan ve köleleştiren bir insan gerçekliği ile karşı karşıyayız.
Hiyerarşik devletçi sistem bir köleleştirme ve topluma karşı savaş
sistemidir. Önderliğimiz, boşuna Hiyerarşik Dönem için ‘Köle Toplumun
Doğuşu’, Köleci Dönem için ‘Köle Toplumun Oluşumu’, Feodal Dönem için
‘Olgunlaşmış Kölelik Dönemi’, Kapitalist Dönem için de ‘Genelleşmiş ve
Derinleşmiş Kölelik Dönemi’ demedi.
Önderliğimiz, içinde yaşadığımız koşullara ne
diyor? Yirmi birinci yüz yıla ilişkin güçlü değerlendirmeler yapıyor ama
içinde bulunduğumuz koşullara da “Kaos aralığı” diyor. Kaos aralığı bir
geçiş dönemidir. Ama herhangi bir geçiş dönemi değildir. Kim örgütlü,
kim hazırlıklı, kim güçlüyse onun kazanacağı bir geçiş dönemidir.
Onun
için özel savaş, kim toplumu-örgütü etkiler, kim kişileri-kadroları
kazanırsa savaşı onun kazanacağı gerçeğinden hareket etmektedir.
Örgütümüze ve kadrolarımıza karşı özel savaş ve psikolojik savaş bu
temelde yürütülmüştür-yürütülmektedir. Örgüt içinde iki binin ilk
yıllarında o kadar çok sorunun yaşanmasının, o kadar çok kafaların
karışmasının nedeni, örgütümüze karşı geliştirilen özel ve psikolojik
savaşın yarattığı doğrudan sonuçlardır. Bunun etkileri hala da vardır.
Düşünsel alanda, psikolojik alanda yaratılan etkilenme diğer
etkilenmelerden daha kalıcı ve etkili sonuçlar yaratır. Bunun etkisinden
kurtulmak uzun bir sürece yayılır. Demek ki biz psikolojik savaşı ele
alırken, herhangi bir savaşmış gibi ele almayacağız. Çünkü psikolojik
savaş, savaşın fiilen sürmediği dönemlerde çok daha etkili ve öncelikli
yürütülen bir savaş olarak sürer. Yirmi dört saatin her saati, her
saatin her dakikası, her dakikanın her saniyesinde sürekli olan bir
savaş olarak yürütülür. Beynin sürekli açık olduğu gerçeği, insanın
uyurken bile beynin çalıştığı gerçeği psikolojik savaşın her an her
saniye neden sürdürüldüğü gerçeğini ortaya koyar. Beyin çalıştığı sürece
algılar. Beyin ne verirsen onu alır. O verilenle, algılananla yaşama
sürekli yön verir. Psikolojik savaş budur. O açıdan kişiye ve topluma
karşı sürekli sürdürülen ve yürütülen bir savaştır. Hasım güçler
arasında ise bu çok daha fazla geçerlidir.
Cemal Şerik
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info