Yeryüzünde hangi dinden, ırktan, dilden olursa olsun en fazla telaffuz edilen kelimenin adı “barış” olsa gerek.
İnsanoğlunun bu kadar fazla zikrettiği, ama bir türlü hakkını veremediği kelime araştırılsa bu da barış olurdu herhalde. İnsanın insana yaptığı en büyük zulmün adı savaş ise, bunun karşısında insanlığı sunulabilecek en büyük hazine de barıştır.
Elbette barış kavramı insanlık tarihine sadece kutsal, ulvi vb sıfatlar ile anılmak için girmemiştir. İnsanoğlunda oluşan iktidar olgusunun bir sonucu olarak, açgözlülük, kazanma hırsı ve daha fazla güç isteği, her zaman kanla sonuçlanmıştır. İnsanlık tarihine baktığımızda en büyük trajediler paylaşım savaşı ve iktidar kavgaları ile yaşanmıştır.
Kavgalar, savaşlar ne kadar büyük olursa olsun, insanın niyetlendiği nokta hep barış olmuştur. Dolayısıyla savaş, ölüm, yok etme ve tüketme karşısında barış; yaşama, yaşatma ve paylaşma iradesi ve temennisi olmaktadır.
Savaş -barış diyalektiği bugün de insanoğlunun en önemli gündemidir. Dünyanın dört bir yanında savaşlar sürerken, bunu bertaraf etmeye dönük barış mücadelesi de sürüyor ve sürecek. Dünyada belki de en fazla şiddete maruz kalmış bir coğrafyanın çocukları olarak söyleyebiliriz ki o yüzden barış bu topraklarda daha bir kutsiyet kazanmaktadır. Dört bir yanımızdan her gün ölüm haberleri alırken ve savaş olgusu bir kısır döngü gibi Orta doğu halklarını kasıp kavururken ve her gün biraz daha insanı tüketirken, güçlendirilmesi ve haykırılması gereken en güçlü sesin barış olduğu gerçeği, her zamankinden daha yakıcı bir şekilde kendini hissettirmektedir.
Türkiye’de barış çok mu uzak
Türkiye dünyanın her hangi bir bölgesinden daha farklı değildir. Az gelişmişlik, demokrasi yoksunluğu ve bilinçsiz toplum olgusu, Türkiye’nin geçmiş tarihinden bu yana bir şiddet sarmalının içerinde devinmesine sebep olmaktadır. Bir çok medeniyetin açığa çıktığı ve dünya kültürüne katkı sunduğu bu coğrafya, maalesef kültürel zenginliğinden ziyade her zaman yaşanan çatışmalarla ve kanla anılmıştır. Türkiye’nin jeopolitik, stratejik konumu, emperyalist sömürge politikalarının rolü ve sayabileceğimiz bir çok etken bu coğrafyada savaşın azalmamasına sebep olmuştur. Bu gerçekliği bir yere not etsek de bu coğrafyanın kanla anılmasının en büyük sebebi yine insana dayanmaktadır. Yönetme kültürü, çoğulcu zenginliği kucaklama, onunla barış içerisinde büyümek yerine her zaman tek tipçi bir anlayış ile topluma dayatma ve yönetme isteği olunca, egemenlerin geri ve tekçi hükümranlıklarını sürdürmesinin yegane yolu olarak şiddet politikaları devreye giriyor. Yönetenlerin bu değişmeyen tarzı, halklarımızın en büyük talihsizliği olurken, geriye karşısında duran yönetilenlerin yani halkın taleplerini ve barışı savunmasındaki geriliği kalıyor.
Tarihsel olarak bakıldığında Selçuklulardan, Osmanlı’ya ve oradan da cumhuriyete kadar kuruluş süreçleri şiddet üzerinden gerçekleşmiştir. Devletlerin kuruluşunda halkın çoğulcu kültürel yapısı ve taleplerinden ziyade iktidar azınlığının uygulamak istediği modeller esas alınmıştır. İktidarlarını zor üzerine kuran rejimler iktidarlarını da sürekli bir zor ve baskı politikasıyla devam ettirmişlerdir. İktidarların tekçi anlayışlarına ve zor politikalarına karşı halklar meşru direnme haklarını kullansalar da bu, barışın sağlanmasına ve kökleşmesine yetmemiştir.
Türkiye’de barış olgusu irdelenirken, bir de halklarımızın barış arzusunun ne kadar güçlü olduğuna bakmak gerekiyor. Yönetenle yönetilen arasındaki ilişkinin sınıfsal boyutunu ve karakterini ret etmemekle beraber daha sade düşündüğümüzde bu coğrafya halklarının da barış konusunda çok dillendirmesine rağmen ısrarcı olmadığını kabul etmek gerekiyor.
Kürt sorunu ve Türkiye’de barışı savunmak
Kavram olarak barışı savunmak ve mücadelesini yürütmek savaşmaktan daha zordur. Egemenlerin kafalara yerleştirdiği milliyetçilik ve kutsal devlet anlayışı savaşı kutsar pozisyona getirmektedir. Savaşın nedenleri, haksızlığı, açtığı yıkımları düşünmek, tartışmak ve karşı çıkmak yerine, bilerek olmasa da savaşın destekçisi olan bir toplum gerçekliği var. Savaşın diliyle konuşan, zihniyetiyle yaşayan bir topluma haliyle barışı kavratabilmek ve örebilmek hiç kolay olmamaktadır, lakin halkların özgür, eşit ve huzur içerisinde yaşamasının başka bir çaresi de bulunmamaktadır.
Türkiye yakın tarihi bir savaş tarihidir, adını ne koyarsak koyalım, Kürt sorunu konusunda yaşananlar bir savaş gerçekliğidir. Paşaların “düşük yoğunluklu çatışma” yönetenlerin ”dış mihraklı terör” olarak dillendirmesi savaş gerçekliğini değiştirmiyor. 27 yıldır filen süren 40 bin insanın hayatına, milyonlarca insanın göçüne ve zindanlardan geçirilmesine mal olan bu durumu başka türlü ifade etmek mümkün değildir. Sorunun çözümü öncelikle sorunun adını doğru koymaktan geçiyor. Yaşanılanların savaş olduğu gerçeğini dillendirmeden barışı savunabilmek ve onu gerçekleştirebilmek mümkün değildir. Kürt halkının bu durumu iliklerine kadar yaşaması gerçeğidir ki barış Kürt halkı tarafından daha fazla dillendiriyor.
Barışı halka mal etmek
Türkiye’de barışı sağlamanın yegane yolu öncelikli olarak yaşanılan savaş gerçekliğini halka anlatmaktan geçiyor. Bu sağlanamadığı müddetçe Türkiye’de güçlü bir barış hareketi örmek mümkün değildir. Halka mal olmamış, halkın içerisinde olmadığı bir barış hareketi gelişemez. Yaşanılanlar bunu kanıtlamaktadır. Ölümlerin toplumu esir aldığı günlerde dahi barışı haykıran cesur sesler olmuştur, lakin bu sesler hep güdük kalmıştır. Türkiye’deki barış aktivistleri elit görüntüsünden kurtulamamıştır. Türkiye’deki barış girişimleri aydınların, sol siyasetlerin ve en güçlü olarak Kürt halkının içerisinde olduğu girişimlerin ötesine geçememiştir. Yapılan imza kampanyaları, barış aktiviteleri günlük yaşamın parçası haline dönüşmek yerine belli takvimsel günlerle, kampanyalarla sınırlı kalmıştır. Bunun için de toplumda ete kemiğe büründürülememiş, halka mal edilememiştir. Verilen mücadeleyi küçümsememekle beraber bu realiteyi de göz ardı etmemek gerekiyor.
Türkiye’de barışı savunmak ve mücadelesini geliştirmek bir elzemdir. Barışın hayat bulması halk hareketine dönüştürmekle mümkündür. Halkın içerisinde olmadığı barışın yaşaması mümkün değildir, bu da Türkiye halklarını barış konusunda daha duyarlı hale getirmekle mümkündür. Türkiye halkları, barışı Kürt halkı kadar ihtiyaç görüp savunmadığı müddetçe barışı sağlamak mümkün değildir.
Ergin Doğru