“ABD’nin istediği kıvamdaki Müslüman” Tayip Erdoğan ırkçı söylemlerle esip gürlemeye başladı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın idamını gündeme koydu.
Geçen sene takvimler 8 Eylül 2010’u gösterdiğinde Kürt halkı Ramazan bayramını kutlamaya hazırlanıyordu. Arife günüydü ve herkes ertesi günkü bayram için son hazırlıklarla meşguldü. Şeker ve tatlılar hazırlanmış, bayramlıklar başucuna konulmuş ve bayram heyecanı ortalığı sarmıştı. Fakat aynı gün Hakkari’den gelen haber Kürtleri yasa boğdu. Rengârenk bayramlıkların yerini kapkara giysiler aldı. Bayram kutlamaları iptal edildi ve bayram sevincinin üzerine kurşuni bir hüzün gelip oturdu. Gözlere yansıyan derin yürek acısı, ona eşlik eden öfke dalgaları ve çekilen derin ah’lara eşlik eden sıkılı yumruklar… Çünkü TC ordusu yine pusuya yatmış ve sonuçta 9 HPG gerillası yaşamını yitirmişti. Üstelik PKK eylemsizlik süreci içerisindeydi. Yine sonradan basına yansıdığına göre bu eylemsizliği bizzat TC devleti ve onun hükümeti AKP istemişti. Buna rağmen aynı Ramazan ayında devlet tam 27 askeri operasyon düzenlemişti. Tarihler aynı yılın 16 Eylül’ünü gösterdiğinde ise başka bir katliam haberi geldi. Hakkâri’nin Peyanis köyünden yola çıkan bir minibüste mayın patladı ve 9 köylü yaşamını yitirdi. Olay yerinde askeri çanta, krokiler ve diğer askeri malzemeler bulundu.
Operasyonda olan askerlere ve bölgedeki karakola çok yakın bir yerde gerçekleşen patlamayı devlet ve onun medyası PKK’ye yıkmak için “Çiller yalanları”na başvurdu. Çünkü eğer hatırlanırsa Tansu Çiller de bir ara Dersim’de köyleri bombalayan helikopterlerin PKK’ye ait olduğunu ve Afganistan’dan kalkıp geldiklerini söylemişti! O günlerde başta Fetullah cemaatinin gazetesi Zaman ve AKP’nin tetikçi gazetelerinden Sabah neredeyse her gün başka bir senaryo üreterek bu katliamı PKK’ye yıkmaya çalıştılar. Fakat köylüler birkaç gün önce yapılan referandumda AKP’yi desteklemedikleri için devletçe hedef seçildiklerini açık seçik beyan ettiler ve devlet dışında katil tanımadıklarını ifade ettiler.
Sonrasında devletin askeri ve siyasi operasyonları durmak bilmedi. Bir yandan da 2010’dan 2011’e geçerken tüm kış boyunca devlet ve hükümet televizyonları sürekli “Kürt sorununun çözümü”nü konuştular. PKK ise tüm katliam ve tahriklere rağmen eylemsizlik pozisyonunu bozmadı. Nitekim TC’nin eski genelkurmay başkanı Işık Koşaner’in internete düşürülen ses kaydında da PKK’nin eylemsizlik kararına uyduğu fakat bunun kendilerini bağlamadığı ifade ediliyor. 2011 Baharı’nda devlet, gerilla açısından dezavantajlı mevsim koşulları ve eylemsizlik durumunu da fırsat bilerek operasyonlarını daha da artırdı. Neticede bahar boyunca 50’in üzerinde gerilla yaşamını yitirdi. Kürtler dışında kimsenin yüreği yanmadı ve kimse “ne oluyor” diye bağırmadı. Kış mevsiminin sıcak stüdyolarında “çözüm” üzerine ahkam kesen İslamcısı, liberali, solcusu ve bilumum “aydın, gazeteci, akademisyen vs” nin hiçbirinden ses çıkmadı. Ses çıkaranlar da o kadar cılızdı ki duyulmayacak kadardı. Ve susmak onaylamaktı.
Sonra seçim süreci gelip çattı. “ABD’nin istediği kıvamdaki Müslüman” Tayip Erdoğan ırkçı söylemlerle esip gürlemeye başladı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın idamını gündeme koydu. Öyle ki Devlet Bahçeli bile bu söylemler karşısında aşağılık kompleksine kapıldı. Hatta Alpaslan Türkeş dahi işi bu dereceye vardırmamıştı.
Seçim sonrasında da bu pervasızlık devam etti. Kürtlerin başarısını hazmedemeyen “Neo Osmanlı” Erdoğan ve AKP’nin borazanı “Türk yargı”sı, seçilmiş Kürt milletvekillerini serbest bırakmadığı gibi Amed milletvekili Hatip Dicle’nin de milletvekilliğini düşürerek AKP’li bir kadına teslim etti.
Şimdi sormak lazım: Tüm bunlara rağmen PKK’den hala eylemsizlik beklemek ya da “PKK neden savaşa başladı” demek ne anlama geliyor? Açıkçası, “gelin kuzu kuzu teslim olun” demektir. 30 yıldır korkunç zorluklar içerisinde mücadele eden ve Kürt halkını destansı bir özgürlükle buluşturan Kürt Özgürlük Hareketi’nin kurbanlık koyun gibi boyun uzatmasını istemek aymazlık değilse düşmanlıktır.
AKP dönemi, 2. Dünya Paylaşım Savaşı öncesi Almanya’yı andırıyor. Söz konusu olan Hitlervari bir yapılanmadır. O dönemde de Hitler’in subayları, polisleri ve istihbaratçıları toplum üzerinde tam bir terör estiriyordu. Şimdinin Türkiye’si de öyle… Onlarca yıldır İttihatçı-Kemalist oligarşiye karşı iktidar mücadelesi veren sözde İslamcı oligarşi tüm anti-emperyalist söylemlerine rağmen hep ABD ve Batılı ülkelere, “onu alma beni al” diye alttan alta adeta yalvarıp durdu. Ve 2000’li başlarından itibaren iyice hızlandırılan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve “Ilımlı İslam” programı bu kesim için “gündoğumu” oldu. Uluslar arası güçler artık yeni partnerini seçmişti. Bunun hazırlıkları çok daha önceden yapılmıştı. Fetullah Gülen 1999’da ABD’ye giderek çiftliğini kurmuştu bile. Tayip Erdoğan ise bu yıllarda yavaş yavaş ısıtılıp kamuoyuna pazarlanmaya başlanmıştı. Sonraki yıllar iktidarın iki oligarşik kanadı arasında çetin mücadelelere sahne oldu. Ama “Anadolu Kaplanları” kod adlı Neo Osmanlıcılar, ABD’nin rüzgarını arkaya almanın avantajıyla git gide daha da güçlendiler. Eskiden İttihatçı-Kemalist kanadın eğitim mekanı Florida iken yeni partner, Pensylvania’ya iskan edildi. Yani Fetullah Gülen’in çiftlik kurduğu yer! Tayip Erdoğan ise “BOP eşbaşkanlığı”na seçildi.
Fakat ortada devasa Kürt sorunu vardı. Ona da bir formül bulmak gerekiyordu. Ve senaryo hazırlandı: Buna göre İttihatçı-Kemalist ordu ile PKK on yıllarca savaşmış ve ikisi de suçluydu. İkisinin de yargılanması gerekiyordu. Onları yargılayacak olan güç ise “AK” (temiz, beyaz) partiydi! İttihatçı-Kemalistlere karşı “Ergenekon” operasyonları düzenlendi ve bunlara ETÖ (Ergenekon Terör Örgütü) dendi. Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik de “KCK” operasyonları geliştirildi ve şimdilerde benzerlik kurmaca oyunu ile bir kısaltma kullanılmaya başlandı: BTÖ (Bölücü Terör Örgütü).
Pensylvania merkezli oynanan Anglo-Sakson-Neo Osmanlı harmanlaması oyunlarla süreç ilerletiliyor. Elbette Pensylvania’nın Türkiye’deki yüzlerce şubesi de harıl harıl çalışıyor. MİT, Polis akademileri, Cemaat evleri ve okulları, strateji merkezleri, medya center’lar vs vs… Hepsi sıcak ve psikolojik savaş merkezleri işlevini görüyor. Eskiden ÖHD (Özel Harp Dairesi) vardı, şimdi ise bunlar… Gerçekleri tersyüz etme, içeriğiyle oynayıp mantık hileleri geliştirme, kara propaganda, asparagas ve yalan, tehdit, şantaj vs bunların görevleri…
Peki, gerçek nerede? Filozofun deyimiyle, “gerçek aslanın ağzında, oysa o kadar da orta yerde, elini uzatıp alabilene aşk olsun!”
Gerçek şu ki; TC devleti gömlek değiştirdi. İttihatçı-Kemalist iktidar kliği yerine Neo Osmanlıcı-sahte dinci klik geçirildi. Oysa özü değişmedi. Burada mihenk taşı Kürt halkı ve haklarıdır. Kürt halkına dönük inkâr, imha, asimilasyon ve katliam durdu mu? Hayır, sadece biçimi değişti. Eskinin kaba tarzı inceltildi ve sivrileştirildi. Yanılsama yaratmak için de “hak” adı altında “devletimsi” bazı kırıntılar “verildi”. Zaten bu yapılmasa “incelik” yaratılamaz. Fakat özde değişen bir şey olmadı. Deyim yerindeyse İnkar ve asimilasyon “Kürtçe”ye bandırıldı. Yani TRT 6, “tek devlet, tek millet, tek bayrak…” söylemini Kürtçeye tercüme ediyor. Erdoğan’ın Kürt halkına yönelik tehdit ve hakaretlerini Kürtçe söylüyor.
Kürtlerin kanına giren birçok kişi AKP’de başköşede oturuyor. Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Necati Çetinkaya, Muammer Güler ve daha niceleri Ergenekoncu değil mi? Kürdistan’da yürütülen kirli savaşın koordinatörlerinden değil mi bunlar? Tansu Çiller’in “akılvereni” Mumtazer Türköne AKP’nin önde gelen “gazeteci”lerinden değil mi? Ve daha niceleri… AKP, generalleri, demokrasi ve Kürt halkına karşı savaş suçu işledikleri için mi yoksa kendi iktidarını tehdit ettikleri için mi tutukluyor? Eğer cevap savaş suçu ise aynı suçu işleyen yüzlerce diğer general ve alt düzeydeki subaylar neden tutuklanmıyor? 12 Eylül katliamı ve fecaatinin baş sorumlusu Kenan Evren neden göstermelik bir yargılamayla geçiştirildi. Kürdistan’daki savaşın baş aktörlerinden Doğan Güreş, Tansu Çiller ve Mehmet Ağar üçlüsü niye hala yargılanmadı?
Soruların ardı arkası kesilmez. Bu da gösteriyor ki mesele AKP’nin kendi iktidar sorunudur. Kendi iktidar kavgasını “ileri demokrasi” kılıfına sarmadır. Ve Ergenekon “savaş suçları”nı ifade ediyorsa (ki öyledir, esas adı da gladio ve kontrgerilladır) şimdi aynı suçu Tayip Erdoğan işlemektedir. Yani Tayip Erdoğan “çağcıl Ergenekoncu”dur. Başka bir deyimle Yeşil Gladio ya da Yeşil Ergenekon’dur.
Son katliam örneği Güney Kürdistan’daki uçak saldırısında yaşamını yitiren çocuk, kadın, yaşlı 7 insandır. Ve Türk medyası bu katliam karşısında üç maymunları oynadı. Sadece katliamın TC Dışişleri bakanlığınca yayınlanan yalanlama haberini verdi. Peki, okur sormaz mı, “bu katliam ne zaman olmuştu ki şimdi yalanlama haberini veriyorsunuz?” Bunu hangi gazetecilik kuralı ya da ahlakına sığdıracağız?
TC ile Ortadoğu’daki diktatörlükler arasında tek fark vardır. Ortadoğu’daki diktatörlükler kişiseldir ve birçoğu 30-40 yıldır işbaşındadır. TC’de ise sistemseldir. Yani kişiler ve hükümetler gelir geçer ama dikta, inkarcı ve asimilasyoncu sistem devam eder. Değişim gibi görünen adımlar yanılsamadır, biçimseldir.
Bu yüzden ön yüzünde Çiller resmi olan madalyonu çevirdiğinizde Tayip Erdoğan’ı görürsünüz! Fonda ise Fetullah Gülen vardır!
Akif Roj
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder