Almanya'da bulunan Türk, Kürt, Arap, Asuri ve Ermeni göçmen örgütleri
bir araya gelerek Demokratik Güç Birliği Platformu kuruldu. Platform,
Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Türkiye'de yaşayan halkların haklarını
elde etmesi için çalışacağını duyurdu.
Türkiye’de gelen çeşitli halk,
inanç ve siyasal göçmen örgütleri Almanya’nın Köln kentinde periyodik
olarak yaptıkları toplantının ardından Demokratik Güç Birliği Platformu
kurma kararı aldı. Önümüzdeki süreçte panel, toplantı, seminer, konser
ve kampanyalar düzenleyeceğini bildiren platform şu çağrıyı yaptı:
"Demokratik
Güç Birliği; Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt ulusunun ulusal
demokratik haklarının tanınması için, Alevi inancı basta olmak üzere
Ezidiler, Hıristiyanlar ve diğer bütün inanç grupları, etnik ve kültürel
dinamiklerin haklarının verilmesi ve halklarımızın barış içinde,
özgürlük ve eşitlik temelinde bir arada yaşaması amacına katkıda
bulunmaya dönük önemli bir misyon üstlenmiştir.
İşçi sınıfı başta
olmak üzere farklı sosyal kesimlerin baskıya uğradığı hak ve
özgürlüklerin giderek kısıtlandığı Türkiye‘de süren eşitlik ve
özgürlükler mücadelesine katkı sunmak istiyoruz.
Bizler, yaşadığımız
ülkede Türk ve Avrupa devletlerinin iki yüzlü, insanlık düşmanı
politikalarını yerli emekçiler içerisinde de teşhir ederek, Türkiye de
demokrasi mücadelesi verenlerle dayanışmayı, halkların kardeşliğini
güçlendirmek istiyoruz. Türk ve Kürt halkının, azınlık milliyetlerin,
değişik inanç gruplarının eşit ve kardeşçe yaşayabileceği, işçilerin
emekçilerin örgütlenmesinin önündeki tüm engellerin kalktığı, savaşsız
ve sömürüsüz bir Türkiye’nin yaratılmasına katkımızı artırmak istiyoruz.
Demokratik Güç Birliği Platformu, Avrupa ve dünyada süren emek ve
özgürlükler mücadelesinin de yanında olacaktır. Türk devletinin
kuruluşundan günümüze kadar süre gelen; tek dil, tek millet, tek dine
dayalı Türk devlet politikası, demokrasi, eşitlik ve özgürlüklere
düşmandır.
Halklara ve inançlara düşman tüm bu politikalar, Türk
devletinin, ayrımcı, ırkçı ve faşist karakterinin sonucudur. Demokratik
Güç Birliği Platformu olarak devletin bu Politikalarına karşı tek dil
değil, çok dil; tek millet değil, çok millet; tek din değil, çok din;
savaş değil barış diyoruz.
Bizler; tüm ezilenler, yok sayılanlar,
baskı altında tutulanlar, farklı ulus ve dinlere sahip oldukları için
katliamdan geçirilenler, cezaevinde ölümle karşı karşıya bırakılanlar
için; demokrasi, özgürlük ve eşitlik talep ediyoruz."
Almanya Demokratik Güç Birliği Platformu'nda şu kurumlar yer alıyor:
- AABF (Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu)
- YEK-KOM (Almanya Kürt Dernekleri Federasyonu)
- TÜDAY (Türkiye-Almanya İnsan Hakları Derneği)
- ATİF (Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu)
- AGİF (Almanya Göçmen İşçiler Federasyonu)
- ADHF (Almanya Demokratik Haklar Federasyonu)
- DİDF (Demokratik İşçiDernekleri Federasyonu)
- ÖDA (Özgürlük ve Dayanışma Almanya)Avrupa
- Barış Meclisi
- Devrimci Proletarya (Yaşanacak Dünya Gazetesi)
- Avrupa Dersim İnisiyatifi
- KOMKAR(Avrupa Kürdistan Dernekleri Konfederasyonu)
- Anadolu Federasyonu
- FEDA (Demokratik Alevi Federasyonu)
- Liwa İskenderun İnisiyatifi
- CENI (Kurdisches Frauenbüro für Frieden)
• FKE (Almanya Ezidiler Federasyonu)
• YXK (Kürdistan Öğrenciler Birliği)
• ZAVD (Almanya ve Orta Avrupa Asuri Federasyonu)
• Dersim-Gesellschaft für Wiederaufbau (Dersimi Yeniden İnşa Cemiyeti)
• ASP (Avrupa Sürgünler Platformu)
BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, CHP İzmir Milletvekili Birgül
Ayman Güler'in, "Türk ulusuyla Kürt milliyeti eşit olamaz" sözlerine,
"Yunan, Ankara Polatlı önlerine geldiğinde eşittik de sonra mı eşit
olmadı hanımefendi" diyerek karşılık verdi.
BDP Diyarbakır
Milletvekili Altan Tan, Genel Başkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş,
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Hafize İpek, PM üyesi İnan
Kızılkaya ile birlikte Cumartesi günü düzenlenecek BDP kongresi için
halka katılım çağrısı yaptı. Konuşmalardan sonra, CHP İzmir Milletvekili
Birgül Ayman Güler'in TBMM'de ana dilde savunmaya imkan tanıyan
tasarının görüşmeleri sırasında, "Türk ulusuyla Kürt milliyeti eşit
olamaz" sözlerinin hatırlatılması üzerine BDP'li Tan, şöyle dedi:
"Türk
ve Kürtler'in eşit olmadığıyla bir milletvekilinin verdiği ve kamuoyunu
meşgul eden bir beyenatı var. Ben şu bu sözlere şu cevabı vermek
istiyorum. Yunan, Ankara Polatlı önlerine geldiğinde eşittik, ondan
sonra mı eşit olmadık hanımefendi. Açsın biraz tarih okusun. 1'inci
Büyük Millet Meclisi zabıtlarına bir baksın, alsın okusun.
Milletvekilidir kendisi. Ankara'da var hepsi, kim kiminle eşittir, kim
kimle kardeştir, kim kimle ne yaptı? Orada hepsi var. Eğer kendinde
yoksa, ya da ulaşamıyorsa, ben ona gönderirim."
BDP Genel Başkan
Yardımcısı Meral Danış Beştaş, yıllardan bu yana gördükleri baskıya
rağmen halen dimdik ayakta olduklarını belirterek, şöyle devam etti:
"İktidar
partisi dahi olsaydı bu kadar baskıya, gözaltılara ve tutuklamalara
dayanamazdı. Ama biz gücümüzü halktan aldığımız için dimdik ayaktayız ve
olmaya da devam edeceğiz. Yarım saat önce KCK ana davasında tutuklu
milletvekilleri, belediye başkanları ve parti meclisi üyelerimiz
yargılanıyor. Yaklaşık 9 bin partili arkadaşlarımız tutuklu olarak
yargılanıyor. Her şeye rağmen partisine sahip çıkan halkımızın Cumartisi
günü Seyrantepe Spor salonunda yapılacak kongreye de sahip çıkacağını
düşünüyorum."
ANF
VEYSİ SARISÖZEN, BRÜKSEL
Bu saate kadar bekledim.
Neyi bekledim?
“Acaba bir
gazeteci Fehmi Koru’ya 22 Ocak tarihinde ‘Taha Kıvanç’ namıyla yazdığı
yazısıyla ilgili bir soru soracak mı?” diye bekledim.
Yok. İki gündür kimsenin umurunda değil.
Konuya girmeden, durumu daha iyi anlatabilmek için, şöyle bir durumun ortaya çıktığını varsayalım:
Diyelim ki, ben, Özgür Gündem’deki köşemde, şöyle bir laf etseydim:
“Fransa
ise vereceği mesajı bekletmiş oluyor…Dostuma göre, Fransız polisinin
cinayete dönük açıklaması, başını ağrıtan ‘Sakine Cansız fraksiyonunu’
bitirmek için PKK’nin şimdiye kadar direndiği yönteme nihayet
başvurmasına Françoise Hollande yönetiminin desteği veya karşı çıkışı
anlamına gelecek.”
Ne olurdu?
Kürt dostlarımın bana ne
diyeceklerini bir yana bırakın… Yerin yedi kat dibinde olsam, AKP
medyası, hiç bir özel bilgiye sahip olmadığımı bile bile peşime düşer, o
en dipteki yedinci kattan beni en yukarıya çıkarır ve sorardı:
“Demek
ki PKK bu cinayetleri işlememek için direnmiş, ama sonra işlemiş, siz
bu sözlerle Paris cinayetinin üstündeki perdeyi de çekmiş
bulunuyorsunuz, cinayet konusunda bilgili olduğunuz görülüyor, bize daha
detaylı olarak gelişmeleri anlatır mısınız? Daha önce direndiğine göre,
PKK’yi bu cinayeti işlemeye kim teşvik etmiş olabilir?”
Evet ben
böyle acayip bir şey yazsaydım, müthiş sansasyon olurdu. Ama sadece
sansasyon olurdu. Çünkü devlet, MİT, polis, yani bizleri izleyen
kurumlar, benim bu yazdıklarıma aldırmazdı. Benim bu tür işlerin perde
gerisini bilmemin imkansız olduğunu bildikleri için yazdıklarımı ciddiye
almazlardı. Olay da, benim Özgür Gündem’deki yazı “hayatımın” son
bulması, Kürt halkının da hep bir ağızdan bana “yuh” çekmesi ile
kapanır giderdi.
BÜYÜK İFŞAAT
Ama iş Fehmi Koru’ya
gelip dayanınca, bu, hiç de basit bir “gevezelik” olarak ele alınamaz.
Benden farklı olarak Fehmi Koru belli ki, Hükümet ve devlet çevreleriyle
içli dışlı bir yazar. Ben örneğin PKK Önderiyle ya da KCK Yürütme
Kurulu Başkanıyla görüşemem, ama o Başbakan’la da, Genelkurmay
Başkanıyla da görüşür. Yani Fehmi Koru “içerden bilgi” alabilen bir
gazetecidir. İşinin de ehlidir.
O halde?
O halde Fehmi Koru’nun şu sözleri ne anlama gelmektedir, tekrar yazalım:
“Fransa
ise vereceği mesajı bekletmiş oluyor…Dostuma göre, Fransız polisinin
cinayete dönük açıklaması, başını ağrıtan terörü bitirmek için
Türkiye’nin şimdiye kadar direndiği yönteme nihayet başvurmasına
Françoise Hollande yönetiminin desteği veya karşı çıkışı anlamına
gelecek.”
Burada Fehmi Koru, gerçek hayatta olmayan “dostunun”
ağzından, akıllara durgunluk verecek bir ifşaatta bulunmuştur. Bu
ifşaata göre, “Türkiye şimdiye kadar direndiği bir yönteme nihayet
başvurmuştur.”
Bu “yöntem” nedir? Elbette Paris’te üç Kürt kadınına karşı uygulanan “suikast yöntemidir.”
Böylece
Fehmi Koru, Hükümet’in “yarı resmi organı” Star Gazetesinde ortaya
“dostunun ağzından” böyle müthiş bir iddia artmıştır.
Sizce bu
“haber değeri” taşımıyor mu? Hükümet’in yarı resmi organı Star’ın
başyazarının sofistike bir üslupla yaptığı bu “ifşaatın” hiçbir önemi
yok mu?
Gazetecilik, “kimsenin gözünün yaşına bakmama”
mesleğidir. Sizden olsa da, bir gazeteci böyle bir cümle kurduğu zaman,
siz artık onu “ahbabınız” olarak değil, “haber özneniz” olarak
göreceksiniz. Ve şu soruları bu “haber öznesine” soracaksınız:
“Yazınızda
suikast yöntemine Türkiye’nin daha önce direndiğini söylüyorsunuz? Bu
anlatımınız, birilerinin Türkiye’yi böyle bir ‘suikast yöntemine’
zorladığını gösteriyor, acaba kim Türkiye’yi PKK liderlerine karşı
‘suikast yöntemini” kullanması için teşvik ediyor?”
Muhtemelen Taha Kıvanç kılığındaki Fehmi Koru, “bu soruyu bana değil ‘dostum’a sorun” diyerek konudan kaçacaktır.
O kaçsa da, gazeteci kovalayacaktır.
ABD'NİN SUİKAST ÖNERİSİ
“Sizin
anlatımınızdan, biz şu sonuca varıyoruz, ABD Türkiye’yi PKK liderlerine
karşı suikast yöntemi kullanmaya teşvik etmiş, ancak Türkiye buna
direnmiş, ama şimdi nihayet Paris’te bu yönteme başvurmuştur; doğru mu
anlıyoruz?”
Elbette Fehmi Koru, size, iki nedenle yanıt
vermeyeceğini söyleyecektir; “birincisi diyecektir, bu yazıyı ben değil
Taha Kıvanç yazdı, ikincisi, o yazıda bu cümleyi Taha Kıvanç değil, onun
‘meçhul dostu’ söylemiş…”
Siz gazeteci olarak “kimmiş bu dost?”
diye sorduğunuz zaman, Fehmi Koru bir kaşını yukarıya kaldırarak, size,
“Taha Kıvanç’ın yerine konuşmak istemem ama, yine de söyleyeyim, Taha
Kıvanç’ın dostum dediği kişi onun haber kaynağıdır ve siz de kabul
edersiniz ki, gazeteciler haber kaynaklarını açıklamak zorunda
değillerdir…”
Eğer iyi bir gazeteciyseniz, bu “müthiş” savunmaya aldırmaz ve sorduğunuz soruyu ısrarla sormaya devam edersiniz:
“Biz
sizin anlatımızdan, Türkiye’nin ‘suikast direnişine” bir süre
direndiğini, ama sonunda Paris’te bu yöntemi kullandığını ve Türkiye’yi
bu suikast yöntemine heveslendirenin ABD olduğu sonucunu çıkarıyoruz…”
Fehmi
Koru “ispat edin, ben böyle bir şey söylemedim” diyebilir. Siz gazeteci
olduğunuz için hemen iç cebinizden birinci belgeyi çıkarırsınız:
“Sayın
Koru, ABD’nin Avrupa’daki Kürt siyasetçileriyle ilgili operasyon
hazırlığı içinde olduğu daha önce, Wikiliks belgelerinde kanıtlandı.
Buna göre, 2007 yılında ABD’nin Büyükelçisi Ross Wilson’un şu
‘kriptolu’ raporu merkeze gönderdiği ortaya çıktı. Lütfen dinleyiniz:
“Avrupalılarla
çalışmamıza daha ciddi eğilmeliyiz. Şimdi çabalarımızı iki üst hedef,
Rıza Altun ve Sakine Cansız'ın belirlenmesi ve üzerlerine gidilmesi
konusunda odaklanmalıyız. Bu iki teröristin hapsedilmesini sağlamak için
Avrupa'daki yasa uygulayıcısı ve istihbarat muhataplarımıza en kapsamlı
dosyaları sunarak yardımcı olabiliriz."
“Sayın Koru, acaba ABD
istihbarat kurumları, Rıza Altun’u ele geçiremeyince, Türkiye’yi Sakine
Cansız’a karşı, daha önce ‘direndiği’ yöntemi uygulamak üzere teşvik
etmiş olamaz mı?”
Fehmi Koru, “bu gibi işler olsa olsa casus
romanlarında olabilir, biz ise roman yazmıyoruz” diye bir kaçamak cevap
verecektir. Olsun siz diretin. Ve şöyle konuşun:
ERDOĞAN'IN 'MAZERETİ
“Yazınızdan
anladığımıza göre, ABD Türkiye’ye PKK’li şahsiyetlere karşı ‘suikast
yöntemi’ kullanmayı önermiş, ama Türkiye buna bir süre ‘direnmiş’, sonra
Paris’te nihayet bu yöntemi uygulamıştır; biz bu ABD önerisinin ‘herkes
tarafından bilinen bir sır’ olduğunu, Amerikalıların dobra dobra
konuştuğunu biliyoruz. Örneğin aşağıdaki belge, sizin yazınızı
doğruluyor. Lüten sizin de gazetenizde yayınlanan şu haberi dinleyiniz:”
“Büyükelçi
Ricciardone, “El Kaide lideri Usame Bin Ladin’i yakalayan ABD nasıl
oluyor da PKK’nın yönetim kadrosundaki Murat Karayılan ve diğerlerinin
yakalanmasında Türkiye’ye gerekli yardımı yapmıyor?” sorusu üzerine
şöyle konuştu:
“Türk hükümetiyle PKK ve Kandil konusundaki tüm
istihbarat bilgilerini paylaşıyoruz. Daha da fazlasını önerdik. Bin
Ladin’in yakalanmasında, çoklu disiplinli yaklaşım sergiledik. İleri
teknolojiden, özel harekattan, kolluk kuvvetlerinden yararlandık. Türk
hükümetine de PKK ile mücadele konusunda önerimiz oldu, kullandığımız
taktik-teknik-prosedürleri paylaşmayı önerdik. Ancak Türk yetkilileri
mücadelelerini yasalara, deneyimlerine göre yapıyor. Biz daha da yakın
şekilde çalışmaya hazırız. Şu ana kadar PKK’yı askeri açıdan yenememiş
olmamız hem Türkiye’nin hem ABD’nin üzüldüğü bir konu.” (17 Ekim 2012…)
Ve ekleyin:
“Gerçekten
de müthişsiniz üstadım, sizin de dediğiniz gibi, Amerikan Elçisi
Türkiye’ye ‘suikast yöntemi’ öneriyor; ama yine Elçinin ifadesiyle
Türkiye mücadelelerini ‘yasalara’ göre yürüttüğü için, bu öneriye
‘direniyor’…Belgeler sizin tezinizi doğruluyor…”
Fehmi Koru,
sizin bu övgünüzü elbette kabul etmeyecektir, “estağfurullah,
diyecektir, tez benim tezim değil, hatta Taha Kıvanç’ın da değil, ama
onun ‘dostunun’ tezidir…”
Boş verin. Her kulağı kesik gazeteci böyle konuşur. Fehmi Koru’yu hafife almak doğru olmaz…
Siz duymamış gibi yapın ve devam edin:
“Sizi
tebrik ediyoruz. Çünkü, sizin de dediğiniz gibi, PKK’li şahsiyetlere
karşı ‘suikast yöntemini’ Türkiye’ye ABD önermiş, Türkiye bir süre
direnmiş, ‘en nihayet şimdi’ bu öneriyi hayata geçirmiş…Gerçekten sizin
gazetenizin de yazdığı gibi, Başbakan Erdoğan, ABD’nin bu kadar teknik,
istihbari yardımına rağmen Karayılan ve arkadaşlarını neden bir türlü
öldüremediklerini şöyle açıklamıştı: ‘Bin Ladin bir evde kalıyordu, PKK
ise mağaralarda.’ Sanki ABD Türkiye’den hesap sormuş, Başbakan da işte
bu ‘mazeretle’ kendini savunmuştu…Nitekim ABD Genelkurmay Başkanı’na
‘sizin önerinize rağmen Başbakan böyle diyor, buna yanıtınız nedir?’
sorusu sorulunca, Orgeneral Dempsey şu yanıtı vermişti:
“Biz
ortaklarımıza teklif ederiz ve Türkiye, sadece ikili bir ortak değil,
NATO ittifakımızın bir parçası. Bazen önerilerimizi kabul ederler, bazen
etmezler. 23 Ekim 2012.”
Ve siz Fehmi Koru’ya şu soruyu sormakta yerden göğe kadar haklı olurdunuz:
“Sayın
Fehmi Koru, acaba hükümet, dağda mağaralarda yaşayanları öldüremeyince,
Fransa ve Almanya’da ‘evlerde’ yaşayanları mı ABD’nin önerdiği yöntemle
katletme kararı verdi? Acaba eski TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in
‘benzer suikastların Almanya’da da yaşanacağı’ sözleri bu yeni kararın
bir parçası mı?”
Elbette Fehmi Koru artık sizi dinlemeyecektir. Ama şöyle bir şey diyebilecektir:
“Ben
de, Taha Kıvanç da, Taha Kıvanç’ın dostu da, biz hepimiz, bildiğiniz
gibi medya içinde Kürt sorununa ‘liberal/muhafazakar’ pencereden
bakıyoruz; Taha Kıvanç’ın dostu, muhtemelen, içinde ‘eski savcı’ların da
yer aldığı ‘derin devletin’ içindeki yaklaşımdan söz etmiş olabilir.
Yani bu çevreler, PKK liderlerini görüldükleri yerde öldürmeyi Türk
devletinin ‘hakkı’ olarak görüyorlardır.”
STAR VE BUGÜN'E SıĞMAYAN MIZRAKLAR
Şaşırmayın.
Hemen arşivi açın ve Bugün yazarlarından, eski savcı Gültekin Avcı’nın
14 Ocak 2013 tarihli yazısının başlığını okuyun: “Türk gladyosu vursa ne
fark eder?”
Evet, adam fütursuz.
Fehmi Koru’ya “Taha
Kıvanç’ın dostu muhtemelen doğru” söylemiş dedikten sonra, onun da
hafızasını tazelemek için, yine Hükümet yanlısı Bugün Gazetesinin en
önemli yazarı olan Gültekin Avcı’nın yazısını birlikte okuyun:
“Hakikatte İmralı süreci kamuoyuna açıklanmadan aylar önce başlamıştı.
Bu süreçte Türk güvenlik birimleri PKK'lıları imha etmeye devam etti.
Son
olarak PÖH ve JÖH birimleri geçen hafta -kış ortasında- Lice-Hani
bölgesinde operasyon yaptı ve içlerinde Diyarbakır sorumlusunun da
olduğu 10 PKK'lıyı imha etti.
Şu halde devam eden İmralı müzakere sürecini Türk güvenlik birimleri sabote mi etmiş oldu?
Gelelim Paris'teki 3 terörist kadının infazına.
KCK hiyerarşisindeki PKK Yürütme Komitesi ve YJA Star Ana Karargâh, konu hakkında 11 Ocak'ta yazılı açıklama yaptılar.
Her iki terör ünitesinin açıklamasındaki ortak nokta, 3 teröristin infazında faturayı Türk gladyosuna kesmeleriydi.
Teslim olmazsa vurur
Uluslararası güçler ve Türk gladyosunun ortak operasyonuymuş!
Gayem Türk gladyosunu değil, aklı savunmak.
Güvenlik
birimleri Sakine Cansız'ı Diyarbakır şehir merkezinde veya kırsalda
görseler almazlar mıydı veya silahlı direniş gösterirse vurmazlar mıydı?
Bırakın
Türk gladyosunu, bugün polis veya asker, Fehman'ı, Karayılan'ı, Cemil
Bayık'ı, Duran Kalkan'ı, Mustafa Karasu'yu veya Ali Haydar Kaytan'ı
kırsalda değil şehir merkezinde yolda bile görse teslim olmadığı
takdirde vurur.
Görevinin gereği budur.
Bu halde İmralı sürecine sabotaj mı?
TSK'nın
ve polis teşkilatının görevi, gerektiğinde dünyanın herhangi bir
bölgesinde, KCK unsurlarını teslim almak veya etkisiz hale getirmektir.
Kaldı ki Türkiye Avrupa'daki KCK yuvalanmasını tasfiye etmek için likidasyon ajanları da görevlendirebilirdi.
ABD'nin Bin Ladin tarzı dediği nokta operasyonlardır bunlar.
Türk
istihbarat ve güvenlik birimlerinin zaten görevi olan bir konuyu, Türk
gladyosuna fatura ederek müzakere sürecinin sabote edilmesinden söz
etmek divaneliktir.”
Evet…Adam Paris cinayeti için, aynen “ABD’nin
Bin Ladin tarzı dediği nokta operasyonladırıdır bunlar” demiş
bulunuyor. Fehmi Koru da Türkiye’nin bu “nokta operasyonlarına” önce
“direndiğini”, ama “nihayet bu yönteme başvurduğunu” yazıyor.
Hükümet
yanlısı Star ve Bugün gazetelerinde Paris cinayetlerinin Türk devlet
güçlerince işlenmiş olduğuna dair bu iki yazı, tarihsel bakımdan büyük
önem taşıyor.
Mızrak Star ve Bugün gazetelerinin çuvalına
sığmamış…Ve meşhur lafı uyarlayalım: Mızrakların üzerinde uzun zaman
medyatörlük yapamazsınız…
Partisinin
Diyarbakır'da gerçekleştirdiği dayanışma yemeğinde konuşan BDP Eş Genel Başkanı
Demirtaş, “Bizler açısından bıçak sırtı bir dönemi ifade eden şu günlerde bu
dayanışma bizler açısından çok önemlidir” dedi. AKP Hükümeti’nin yaklaşımlarını
eleştirerek Demirtaş, “Madem bizden fazla Kürtleri temsil ediyorsun. Kürtler, 'önderliğim'
dediğini özgürleştirmek istiyor. Sayın Öcalan’ı serbest bırak o zaman. Kürtler
özerklik istiyor. Bizden daha fazla seviyor ve temsil ediyorsan Kürtleri,
buyurun Kürtlere özerklik verin” dedi.
BDP Diyarbakır İl Başkanlığı, BDP Eş Başkanı Selahattin
Demirtaş’ın da katılımıyla Demirok Tesisleri’nde geleneksel dayanışma yemeğini
gerçekleştirdi.
BDP Milletvekili Altan Tan, BDP PM üyeleri, BDP İl ve ilçe
yöneticileri, Barış Anneleri, Tuhad-Der, Sur Belediye Başkanı Abdullah
Demirbaş, ESP, Diyarbakırlı işadamları ve birçok sivil toplum örgütünün de
katıldığı yemekte, BDP Amed İl Başkanı Zübeyde Zümrüt, yemeğe katılanlara
kendilerini yalnız bırakmadıkları için teşekkür etti.
BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, sözlerine böylesi bir
dayanışma yemeğinde konuklarla bir arada bulunmaktan onur duyduğunu söyleyerek
başladı.
“Bizler açısından bıçak sırtı bir dönemi ifade eden şu
günlerde bu dayanışma bizler açısından çok önemlidir” diyen Demirtaş, şöyle
konuştu: “Bu parti bazı partiler gibi beş yıldızlı otellerin salonlarında
kurulmuş, orada tasarlanmış, programı oralarda yazılmış bir parti değildir.
Kuruluş aşamasından, kurulduğu ilk günden bu yana sokakta, mahallelerde
tartışılmış, halkın emeği, dişi, tırnağı ile mücadelesi ile var olmuş bir
partidir. Ve bu partiyi bu güne taşıyan inanç, kararlılık da böylesine kutsal
bir emektir. On binlerce yoldaşımızın,
değerimizin canı üzerine, yüzbinlerce insanımızın gördüğü işkence, zulüm
üzerine, milyonlarca insanımızın kendi topraklarından sürgünü, zorla göç
ettirilmesi üzerine oluşturulmuş bütün değerlerin bileşkesidir partimiz. Ve bu
parti ile böylesi bir dayanışmada bulunmak siyasi dayanışmanın da ötesinde
ahlaki, insani bir duruştur. Kürt olmanın da ötesinde insan olmanın ne kadar
erdemli bir tavırla ortaya konulduğunun göstergesidir."
BDP’ye destek sunan, dayanışmada bulunan hiçbir kimsenin
özgürlük ve kardeşlik dışında bir beklentisi olmadığını belirten Demirtaş,
“Belki kişisel olarak götürüsü vardır ancak getirisi yoktur. Bu parti ile
dayanışmak, mücadele etmenin bedelleri ağırdır” dedi.
Ödenen ağır bedellere rağmen 1990’lardan bu yana BDP’yi bu
günlere taşıyan başta özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenler olmak üzere
dayanışma gösteren herkese teşekkürlerini sunan ve özgürlük mücadelesi
şehitlerini saygıyla andığını ifade etti. Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İnanın bugünlerde yaptığımız yapacağımız her şey, attığımız atacağımız her
adım, söylediğimiz söyleyeceğimiz her söz artık sadece bizimle ilgili değil,
çocuklarımızla, torunlarımızla onların torunlarıyla ilgilidir. Biz bu dönemin
siyasetçileri, bu dönemin sorumluluğunu yüklenmiş her bir insanımıza,
dostumuza, kardeşimize, yoldaşımıza düşen şeyin tarihi bir vebal olduğunu
farkında olarak siyasetimizi yürütüyoruz.
Biz artı yüz yıllık baskı, sömürge, inkar, asimilasyon tarihi, bu
gidişatı değiştirmiş ve kendi geleceğini, kendi kaderini özgürlük çizgisinde
yazmaya karar kılmış bir halksak işte o yazının yazılacağı günlerden geçiyoruz.
Bugün bizler bu salonda yakın geleceğimizi tartışırken, Kürt
sorununun geleceğine ilişkin dayanışmamızı gösterirken yakın geçmişimizi,
tarihimizi de unutmadan hareket etmek zorundayız. Karşımızdaki muhataplarımızın
ne yapmak istediklerini, siyasi hamlelerini, niyetlerini, amaçlarını unutmadan
adımlarımızı atmak zorundayız."
‘BİZ SÜTTEN DEFALARCA
AĞZI YANMIŞ BİR HALKIZ’
“Biz sütten defalarca ağzı yanmış bir halkız” ifadesini
kullanan Demirtaş, Kürt halkının
Osmanlı’dan bu yana oynanan oyunlardan ve bu deneyimlerden yola çıkarak siyaset
yürüttüğünü söyledi.
Demirtaş şöyle devam etti:
“Bizim tüm halkımızdan ve bize güvenen tüm dostlarımızdan ricamız şudur;
siz ne kadar politik bir birinize inançlı, kararlı ve bağlıysanız bu halkın tüm
öncüleri, önderliği, hareketi, partisi de aynı şekilde halkına bağlıdır. Halkın
talepleri, halkın özgürlük talepleri dışında asla tek bir adım atmadı
atmayacaktır. Biz bu güne kadar bu güven ilişkisi ile geldik. Şimdi dikkat edin
özellikle bizimle muhatap olmak isteyenler bu güven ilişkisini sorgulamak, bu
güven ilişkisinde kafa karışıklığı yaratmak üzere bir suni tartışma ortamı
sunuyor. Tüm bunlara karşı halkımızın dikkatli olması gerekiyor. Biz bu günlere
bir birimize güvenerek geldik. Kürt halkını rencide edecek, bütün o bedelleri
ödemiş, değerleri yaratmış ailelerimizi rencide edecek tek bir çözümün asla ama
asla ne tarafı ne destekçisi olmayız. Bu konuda halkımızın içi eminim rahattır.
Bu kadar örgütlü bu kadar politikleşmiş bir halkın artık kendi eliyle, öz
gücüyle çözümü yaratması da geçmişe nazaran çok daha mümkündür. “
‘GELİNEN NOKTA ÖNEMLİ
BİR ADIMDIR’
İmralı’da Kürt Halk
Önderi Abdullah Öcalan ile hükümet heyeti arasındaki görüşmelere de değinen
Demirtaş, görüşmelerin Türk devleti olarak değil AKP Hükümeti olarak yapıldığını
ifade ederek Türk Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Biz adaya heyet gönderdik”
ifadesini de hatırlattı. Demirtaş şunları söyledi: “Başbakan olarak
gönderdiysen siyaseten arkasında dur o zaman. Devlet heyeti demekten çıkaralım
bunu. Bu bir siyasi heyet siyasi irade ise, arkasında bir siyasi irade varsa
bunu da artık açıkça ifade etmekte bir sakınca olmaması gerekir. Bu bizim arzuladığımız,
talep ettiğimiz bir gelişmeydi. Biz bu gelişmenin bu noktaya gelmesi için az
bedel ödemedik. Belki bu salonda hakkında soruşturma açılmamış hiçbir kimse
yoktur. Sırf müzakereler başlamalıdır ve Sayın Öcalan’da müzakerelere dahil
edilmeli, onunla görüşülmelidir. O Kürt sorunun da en önemli muhatap, aktördür
dediği için herhalde bu salonda cop yemeyen, ceza almayan, gözaltına alınmayan,
hakaret görmeyen hiç kimse kalmamıştır. Yüzbinlerce insan sırf bunu söylediği
için yargılandı. Bu nedenle gelinen nokta bir lütuf değildir. Gelinen nokta tüm
bu halkın, milyonların taleplerinin, beklentilerini makul bir çerçevede
karşılanmış olmasıdır. Biz bu nedenle bunu küçümsemiyoruz ve küçümsemeyeceğiz.
Bu önemli bir adımdır. Kamuoyunun gözü önünde şeffaf bir şekilde İmralı’da
Sayın Öcalan ile görüşüyoruz demek gelinen aşama itibarıyla önemlidir. Fakat bu
kadar bedel ödenerek gelinen bu önemli gelişmenin heba olmaması için yine doğru
adımı atmak gerekir. Biz ilk günden bu yana sabırlı davrandık. Ve barışın kıymetini
bilen bir halk ve onun temsilcileri olarak bundan sonra da sabırlı
davranacağız” diye konuştu.
KÜRT HALKI ZOR OLANI
BAŞARIYOR
Hükümet kanadından yapılan açıklamaları tahrik edici olarak
değerlendiren BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş,
“Eğer barışta cesaretiniz yoksa bu işi tahrik ederek bir yerde koparma
niyetiniz varsa, bundan daha kolay olanı yoktur. Zor olan sabırlı davranarak
barış adımlarını kalıcı bir şekilde, karşılıklı güven oluşturacak bir şekilde
atabilmektir. Bizim halkımız işte bu zor olanı başarıyor” dedi.
Yapılan operasyonlara ve gelen ölüm haberlerine rağmen Kürt
halkının, anaların barış çığlıklarını yükseltmeye devam ettiğini ve bunun
onurlu bir duruş olduğunun altını çizen Demirtaş, “Kürtler artık bu kadar
örgütlü politik bir halk olarak dünyanın tüm güçleri bir araya gelse de ne
kandırılacak bir halktır ne tasfiye edilebilecek ne de taleplerinden
vazgeçirilebilecek bir halktır. Bu konuda öz güvenimiz, inancımız,
kararlılığımız tamdır” diye kaydetti.
‘KURUMLARIMIZA
YAKLAŞIMDA CİDDİYET İSTİYORUZ’
BDP ve DTK’nın yönetim ve karar mekanizmaları olan birer
kurum olduğunu söyleyen Demirtaş, görüşleri farklı olsa da her partinin
saygınlığı olduğunu ve partilerinin tüzel kişiliğinin hiç partiden daha aşağı
olmadığını ve böyle bir yaklaşımı asla kabul etmeyeceklerini belirtti. Demirtaş,
“Bu kadar zorluklarla var edilmiş bir partiyi kurumsal olarak dikkate, ciddiye
almayan bir anlayışı biz asla ciddiye almayız” ifadelerini kullanarak BDP ve
DTK’nin sürecin içinde olması gerektiğini vurguladı.
Demirtaş, “Biz yüzyıllık bir sorunu çözeceksek, buna
niyetiniz varsa bu konuda ciddiyetiniz varsa muhataplıkta da ciddiyet görmek
istiyoruz. Kurumlarımıza yaklaşımda ciddiyet istiyoruz. Bu sorun Ali, Veli,
Ayşe üzerinden değil kurumlar üzerinden çözülür” dedi ve AKP Hükümeti’nin
yürüttüğü tartışmalara dikkat çekti.
DEMİRTAŞ: SAYIN
ÖCALAN’I SERBEST BIRAK O ZAMAN
“Biz Kürt sorunun çözümünde muhataplardan biriyiz” diyen
Demirtaş, “Katkı sunmamız isteniyorsa
halkımızdan aldığımız güç ve destekle bunu yapmaya hazırız. Ama hayır biz BDP
ve DTK’nin desteği olmadan çözmek istiyoruz deniliyorsa, bunu da
engellemeyiz" diye kaydetti. Demirtaş, hükümete şöyle seslendi: "Madem
bizden daha fazla Kürtleri temsil ediyorsunuz, siz kendi içinizden Kürt
vekilleri seçip İmralı’ya gönderin çözebiliyorsanız çözün biz engel olmayız.
Bir deneyin bakalım, ama yok ne buna gücünüz, ne iradeniz, ne temsil etme
kabiliyetiniz ne de buna cesaretiniz var gerçeğini kabul ediyorsanız o halde
bizim kurumlarımıza saygı duyun. Ben Kürtlerden daha fazla oy aldım diyorsan
buyur o zaman elini tutan mı var? Kürtlerin talepleri belli, anadilde eğitim
istiyorlar. Madem bizden fazla Kürtleri temsil ediyorsun bizden daha fazla
sahip çık Kürtlerin anadilde eğitim talebine. Kürtler, Önderliğim dediğini
özgürleştirmek istiyor, Sayın Öcalan’ı serbest bırak o zaman. Kürtler özerklik
istiyor. Bizden daha fazla seviyor ve temsil ediyorsan Kürtleri, buyurun
Kürtlere özerklik verin."
‘HEM DEVLETİ HEM
KÜRTLERİ TEMSİL MÜZAKERENİN RUHUNA AYKIRIDIR’
AKP Hükümeti’nin müzakere masasının iki tarafına da
kendisinin oturmak istediğini ifade eden Demirtaş, “Ben hem devleti temsil
ediyorum hem de Kürtleri temsil ediyorum diyor. Bu nasıl bir masadır? İki
tarafında da ben oturacağım diyor. Böyle müzakere olur mu? Bir tarafta sen
olacaksın bir tarafta yüz yıldır inkar edilen Kürtler olacak. Sen Kürtlerden de
oy alıyorsun saygı duyuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil ediyorsun
saygı duyuyoruz. Ancak aynı zamanda Kürtleri de temsil ediyorum demek müzakerelerin
ruhuna aykırıdır. Bu tartışmaların doğru rotaya oturması için uğraşıyoruz.
Müzakere başlamış değil. Sayın Öcalan ile devlet heyeti bir masa kurdu. Ancak
bu masada görüşmelere henüz başlanmadı. Başlasın istiyoruz. Bin bir zorlukla,
artık akan kan dursun, sorunlarımızı konuşarak çözelim diye kurulduysa masanın
hakkını verelim istiyoruz. O yapılması gereken, bu masa etrafında oturması
gereken herkese bir sandalye bırakıp tartışmaları başlatmaktır” diye konuştu.
DEMİRTAŞ: KÜRTLERİN
HAKKININ 1921 ANAYASASI’NDA TESLİM EDİLMESİ GEREKİRDİ
Müzakerelerin lütufla olmayacağının altını çizen Demirtaş,
bunun yüz yıl geciken bir hakkın teslim edilmesi olduğunu söylediği
konuşmasının devamında, “O 1921’de kurulması gerekirdi. Kürtlerin hakkının 1921
Anayasası’nda teslim edilmesi gerekirdi. Şimdi yüzyıl sonra kurulmuş bir masa
nedeniyle Kürtlere lütufta bulunulmuş, sadaka veriliyormuş gibi bir tavrı kabul
etmeyiz. Siz barışmak istediğinize, onun temsilcisine hakaret edemezsiniz. İki
kişi arasında bile bir barış sağlayacaksanız, bir birinize saygı duymak
zorundasınız. Onun haysiyetine, şerefine, onuruna saygı duymak zorundasınız”
dedi ve Şeyh Şamil’in Rus Çarına esir düşmesini ve Rus Çarı ile diyaloğundan
örnek verdi.
AKP Hükümeti’nin onurlu bir barış gereği Kürt halkı ve onun
temsilcisi ile saygın bir diyalog kurması gerektiğini kaydeden Demirtaş, “Saygı
gösterdiğin ölçüde saygı göreceksin. Barış kanun nizam işi değildir. Anayasa
işi değil, ahlak vicdan işidir. Geri kalan teferruattır. Biz eğer barışı
konuşacaksak işin ahlak ve vicdan boyutunu atlayarak onurlu bir barış
gerçekleştiremeyiz” ifadelerini kullandı.
‘BİZ SAMAN ALEVİ
İSTEMİYORUZ’
“Bu tren eğer rayına oturmazsa yürümez. Şuanda trenin
lokomotifi rayların dışında bekliyor. Tren gürültü çıkarıyor ama gitmiyor,
gitmez de. Çünkü raya oturması lazım, raya oturursa o tren gider artık” diyen
Demirtaş, “Şimdi bize, raya gerek yok bu tren asfaltta da gider diyorlar.
Gitmez kardeşim. Biz istiyoruz ki süreç sağlam olsun, ayakları yere bassın.
Müzakere sağlam başlasın ki sağlam yürüsün” diyerek 1993 yılından bu yana
başarısızlıkla sonuçlanan müzakere denemelerini hatırlattı.
Demirtaş, “Biz saman alevi istemiyoruz. Bir hafta, on
günlük, bir aylık barış saman alevi yanıp sönsün istemiyoruz” ifadesini
kullandığını konuşmasını, “Biz kalıcı bir barış istiyoruz. Her barış
girişiminden sonra yeniden taraflar savaşa tutuşuyor ve her seferinde daha
fazla kan akıyor. Biz bunu kaldıramayız artık, bu riski göze alamayız” dedi.
TÜRKİYE TOPLUMUNUN
YÜZDE 80’İ BARIŞ İSTİYOR
Sabrın tek başına bir işe yaramadığını, akıllı ve cesaretli
olmak gerektiği sözlerini tekrarlayan BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, Türkiye
toplumunun yüzde 80’nin onurlu bir barış isterken Hükümetin artık bu fırsatı
kaçırmaması gerektiğini vurguladı ve kendilerinin buna hazır olduğunu kaydetti.
Demirtaş son olarak, Paris’te 9 Ocak günü katledilen 3 Kürt
kadın siyasetçinin cenaze törenin de de Diyarbakır halkının bir kez daha barış
mesajını verdiğinin altını çizdi. “Kameralara yansımıyor, görülmüyor ancak gerilla
cenazelerinde analar babalar evlatlarının parçalanmış cenazelerini mezara
koyarken barış mesajı veriyor” diyerek sözlerini tamamladı.
ANF
Batı Kürdistan’ın Serêkaniyê kentinde silahlı gruplar ile Halk
Savunma Birlikleri (YPG) arasındaki çatışmalar 8’inci gününde devam
ederken, YPG karşısındaki silahlı grupları bizzat Türkiye örgütlüyor.
ANF’nin ulaştığı bilgilere göre, Serêkaniye’de öldürülen çete
üyelerinden biri Diyarbakır’ın Hani İlçesi’nden getirilen 7 kişiden
biri. Öldürülen Mahmut Akyıldırım adlı kişinin Hani’deki ailesini arayan
kişiler, aileden oğullarının cenazesini almalarını istedi.
Suriye’de
başlayan devrim sürecinde ortaya çıkan halkların iradesi ile birlikte,
statülerini ve çıkarlarını kaybedeceklerini düşünen bölge ve
uluslararası güçler her fırsatta bu iradeyi kırma planlarını hayata
geçirme peşinde. Bu güçlerin başında ise Türkiye gelmekte. Özgür Suriye
Ordusu mensuplarını Adana ve Hatay gibi kentlerde askeri kamplarda
eğiten, Antalya, İstanbul ve Urfa’da ise muhalifleri toplayarak, her
fırsatta Batı Kürdistan’da ortaya çıkan halk iradesini kırma çabası
içinde olan Türkiye, son olarak da sınır ötesi operasyon kararını
meclisten çıkarmıştı. Bu karardan sonra, silahlı grupların Kürt
bölgelerine yönelik saldırıları başladı. 27 Ekim 2012 tarihinde Batı
Kürdistan’ın Efrin kentine bağlı Qestel Cindo Köyü’ne saldıran ve
Türkmen olduğu belirtilen Emar Dadixi adlı kişiye bağlı silahlı grubun
Türkiye’den silah ve mühimmat aldığı iddiaları ortaya atılmıştı.
BİR GRUP TÜRK YETKİLİ GAZETECİ KILIĞINDA ÇETELERLE GÖRÜŞTÜ
Bu
saldırılarda silahlı gruplar sonuç alamazken, 8 Kasım 2012 tarihinde bu
defa silahlı gruplar Urfa kentine bağlı Ceylanpınar İlçesi’nden
Serêkaniyê’ye geçerek, ''bölgede rejim güçleri var'' diyerek saldırıda
bulundu. Ancak 19 Kasım 2012’de bu saldırı halka ve YPG savunma
güçlerine dönük oldu. Ağır kayıp veren silahlı gruplar 24 Kasım’da
ateşkes istemek zorunda kaldılar, fakat 10 Aralık 2012 tarihinde yeniden
saldırıda bulundular. Bu saldırılarda da ağır kayıp veren gruplar yine
ateşkes istedi, ancak görüşmeler devam ederken, bir grup Türk yetkilinin
gazeteci adı altında Serêkaniye’ye geçerek, silahlı gruplardan
saldırılarına devam etmelerini ve bunun karşılığında her türlü desteğin
verileceği vaadinde bulunduğu ortaya çıkmıştı. Yine o zamana kadar
mayınlı olan ve kimsenin geçmesine izin verilmeyen sınırdan silahlı
gruplar rahatlıkla girip çıkabiliyordu ve görüntüleri basına
yansımıştı.
Ortaya çıkan görüntüler ve yapılan açıklamalara
rağmen Türk yetkilileri silahlı gruplara yardım ettiğini kabul etmezken,
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Suriye’deki çatışmalarda
yaralananları tedavi ettikleri” mealinde bir açıklamada bulunarak, bir
anlamda itirafta bulunuyordu.
Serêkaniye’de daha önce yapılan
görüşmelerde kentten çıkacakları yönündeki anlaşmaya imza atan silahlı
gruplar, 16 Ocak 2013 tarihinde bu defa tanklarla kente saldırı
düzenledi. 8 gündür devam eden çatışmalarda Türkiye’nin de parmağının
olduğu, bu grupları yönlendirdiği ve yardım ettiği yönünde birçok iddia
orta atılmıştı.
DİYARBAKIR’DAN 7 KİŞİ GETİRTİLDİ
Birkaç gün
önce ise Diyarbakır’ın Hani İlçesi’nden 7 kişinin Serêkaniyê’ye
getirilerek silahlı grupların yanında sivil halka saldırdıkları, Kuzey
Kürdistan’da 1990’lı yıllarda halka karşı uygulanan özel savaş
yöntemlerini uyguladıkları yönünde bilgiler ortaya çıkmıştı. ANF ise
bunları ispatlayan bilgilere ulaştı. Yerel kaynaklardan edinilen
bilgilere göre Diyarbakır’ın Hani İlçesi’nde ikamet etmekte olan Raif
Akyıldırım adlı yurttaş, kimliği belirsiz kişiler tarafından telefonla
aranarak, oğlu Mahmut Akyıldırım’ın 3 gün önce Serêkaniye’deki bir
çatışmada öldürüldüğü bildirildi ve cenazesini almaları istendi. Ancak
cenazenin nereden alınacağı ise söylenmemiş. Bunun üzerine Raif
Akyıldırım’ın büyük oğlu Sabri Akyıldırım, yanına aile çevresinden 3
kişiyi de alarak cenazeyi almak için Ceylanpınar’a doğru yola çıktı.
Ailenin cenazeyi alıp almadığı hakkında şimdiye kadar herhangi bir
bilgiye ulaşılamadı.
Serêkaniye’de çatıştıkları netleştirilen
diğer 6 kişiden 3’ünün ise Nurullah Avcı, İbrahim Bilge ve soyadı
öğrenilemeyen İbrahim olduğu öğrenildi.
MÜDAHALE İLE YAPAMADIĞINI KONTRA FAALİYETLERLE YAPMAK İSTİYOR
Serêkaniyê’de
son günlerde ağır kayıp veren silahlı grupların özel savaş yöntemlerine
başvurmaları, Kuzey Kürdistan’da devletin 1990’lı yıllarda kullandığı
Hizbul-Kontra faaliyetleri ve faili meçhul cinayetleri akıllara getirdi.
Uzmanlar ise, yaşananları “Türkiye’nin Kuzey Kürdistan’da
başaramadığını bu faaliyetlerle Rojava’da gerçekleştirerek, buradaki
halk iradesini kırmak istediği ve bu yolla giderek müdahale zeminini
oluşturma hesaplarını yaptığı” şeklinde yorumladı.
İşte ‘vatansever’ Mahmut Akyıldırım
Serekaniye’de YPG tarafından öldürülen çete üyelerinin arasında
bulunan Mahmut Akyıldırım’ın bir ara Diyarbakır’da kurulan askerlerin
denetimindeki Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi çevresinden
olduğu ortaya çıktı. Akyıldırım’ın daha sonra radikal İslamcı çevrelerle
ilişkilendiği ve Türkiye tarafından Batı Kürdistan’a gönderilen 30
kişiden biri olduğu kaydedildi.
YPG ile Türkiye’nin
yönlendirdiği çete güçleri arasında Serekaniye’de çatışmalar sürerken,
geçtiğimiz gün YPG güçleri tarafından öldürülen çete üyelerinden birinin
Diyarbakır’ın Hani ilçesi nüfusuna kayıtlı Mahmut Akyıldırım olduğu
ortaya çıktı.
ANF'nin görüştüğü kaynaklar, Mahmut Akyıldırım gibi
en az 30 kişinin Batman ve Bingöl'den Suriye'ye gönderildiğini
belirtti. Akyıldırım'ın Bingöllü bir grup ile birlikte uzun süredir
karanlık ilişkiler içinde olduğunu belirten bir kaynak, "Diyarbakır'da
bir ara Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi vardı. Bu Mahmut daha
genç. O Bingöllü grupla birlikte hareket ediyordu. Aralarında Bingöllü,
Diyarbakır'ın Çüngüş ilçesinden bazı kişiler de var. Her ortama
girebilen kişiler bunlar. Şimdi de radikal İslam adına hareket
ediyorlar. Ancak tamamı askerlerin denetimindedir. Bingöllülerden
bazılarının Yayladere-Şenyayla bölgelerinde iki yıl önce yapılan
operasyonlara askerlerle birlikte katıldıklarını biliyorum. Geçen yıl
içerisinde Suriye'ye giden böyle onlarca kişi var. Aynı şekilde batı
illerinden getirilip 'cihat' denilerek gönderilen kişiler de var.
Bunların tamamı askerlerin kontrolü ve denetiminde yapılıyor" şeklinde
konuştu.
Kürt kaynakları Akyıldırım gibi çok sayıda kişinin Türk
ordusu ve istihbaratı tarafından yönlendirildiğini ve Batı Kürdistan’da
YPG’ye karşı kullanılmak üzere gönderildiğini belirtiyor.
ANF