BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan'ın
"Zaten her şeyi yiyorlar" sözlerinin yalan olduğunu belirterek, geçmişte
Kenan Evren, Adalet Bakanı Şevket Kazan, Saadettin Tantan dönemlerinde
de açlık grevleri ile ilgili aynı yalanları söylendiğini belirtti.
AKP'nin yürüttüğü politikaların ülkeyi kan gölüne çevirdiğini söyleyen
ve cezaevlerindeki siyasetçilerin de buna karşı açlık grevine girdiğini
kaydeden Demirtaş, "Ölüm orucunu başlatan BDP değil, AKP'nin
politikalarıdır. Ölüm oruçlarını bitirecek olan AKP değil, halkın
politikaları olacaktır sizin sahip çıkmanızla olacaktır" diye konuştu.
Demirtaş, "Tutuklu arkadaşlarımızla görüşmeler yapılıyor. Talepleri ilk
günden beri nettir. Talepleri Mehmet Öcalan Ada'ya gitsin değildir,
Abdullah Öcalan Ada'dan gelsindir" diye konuştu.
BDP Genel Merkezi, PKK'li ve PAJK'lı tutsaklar tarafından 12
Eylül'den bu yana sürdürülen ve 49'uncu gününe giren süresiz-dönüşümsüz
açlık grevine dikkat çekmek amacıyla BDP Eş Genel Başkanlarının katılımı
ile her hafta Meclis'te yapılan Grup Toplantısı, bu hafta Diyarbakır E
Tipi Kapalı Cezaevi önünde yaptı. "Her yerde hayatı durduralım" çağrısı
ile birlikte sessizliğe bürünen Diyarbakır'da, binlerce yurttaş bir
yandan cezaevlerinde olabilecek ölümlere dikkat çekmek amacıyla polisle
çatışırken, diğer yandan da BDP'nin Grup Toplantısı'na destek vermek
amacıyla cezaevi önüne akın etti. Bu arada BDP'nin almış olduğu karar
üzerine harekete geçen Diyarbakır Valiliği ise Diyarbakır E Tipi Kapalı
Cezaevi önünde olabilecek her türlü toplantı, gösteri ve yürüyüşe yasak
kararı koydu. Yasaklamanın ardından sabahın erken saatlerinden itibaren
Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi önünde önlem alan polis, zırhlı araçlar
eşliğinde adeta etten duvar ördü.
Kimsenin cezaevine yaklaşmasına izin vermeyen polis ile yurttaşlar
arasında yer yer gerginlik, kimi zaman da çatışma yaşanırken, Dicleliler
Yas Evi önünde toplanan binlerce yurttaş ise valiliğin kararını ve
polisin tutumunu "Bijî Serok Apo", "PKK halktır halk burada", "Dişe diş
kana kan seninleyiz Öcalan", "Bê Serok jiyan nabe", "PKK cepheye
misillemeye", "Siyasi tutsaklar onurumuzdur" ve "Kürdistan faşizme mezar
olacak" sloganları ile protesto etti. Gerginliğin tırmandığı
dakikalarda grup toplantısını yapmak üzere Dicleliler Yas Evi önüne
gelen BDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak ile
DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk'un yanı sıra BDP'li milletvekilleri,
belediye başkanları il ve ilçe yöneticileri, yurttaşlar tarafından
dakikalarca alkışlandı.
Vali BDP ile ilgili polise, bir kez daha 'kesin talimat' verdi!
Cezaevi önünde yapılmak istenen grup toplantısı için BDP'li
yetkililer ile polis komiserleri arasında yapılan görüşmeler "Valinin
kesin talimatı" gerekçesi ile sonuç vermezken, grup toplantısı ve ses
cihazı için seçim otobüsünün getirilmesi talebi de polisler tarafından
gerekçesiz kabul edilmedi. Polisin olumsuz tutumu nedeniyle sokakta
bulunan bir iş yerinin merdivenlerine çıkıp kitleye hitaben konuşan BDP
Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "Tüm baskılara rağmen grup
toplantımızı burada yapacağız. Bugün Hakkari'den Edirne'ye kadar örgütlü
olduğumuz her yerde okula gitmeyerek, kepekleri kapatarak, her yerde
okulları boykot ederek, kontakları kapatarak, yaşamı durdurarak yüz
binlerle, milyonlarla alanlara akın eden 7'den 70'e bütün halkımızı
kutluyoruz, bu iradenin önünde saygı ile eğiliyoruz" dedi.
'Burası okul değil, Mazlum Doğan'ın anıtını dikeceğimiz özgürlük meydanı'
Megafonun sık sık arızalanması üzerine mikrofonsuz konuşmasına devam
eden Demirtaş, "1980'lerde de şu duvarların arkasında direnen Mazlumlar
vardı. Bedenini ölüme yatıran Mazlumlar vardı. Bedenini ateşe yangına
yatıran Mazlumlar vardı. O gün belki Amed zindanının duvarlarının
arkasında milyonlar yoktu; ama o gün bedenini ölüme yatıran Mazlum Doğan
da, Dörtler de her biri de çok iyi biliyordu ki gün gelecek milyonlar
Amed zindanının duvarına dayanacak. Amed zindanı elbet bir gün
yıkılacak. Burası okul değil, burası Mazlum Doğan'ın anıtını dikeceğimiz
bir özgürlük meydanı olacak. 49 gündür bu halkın yiğit evlatları
canlarını feda etme uğruna dışarıda barışın müzakerenin çözümün önünü
açmaya çalışıyorlar. Birileri görmese de duymasa da karalamaya da
çalışsa 'efendim zaten yemek de yiyiyorlar' gibi yalanlara da sarılsa
bugün milyonlarca insan zindandaki çığlığa sahip çıkmıştır" dedi.
'Diyarbakır'da boykotu kıran emniyet olmuştur!'
Kürt halkının her yerde yaşamı durdurup, yaşamdan kendini çekerek
meydanlarda ve alanlarda yüz binlerin katılımı ile mitingler yapıp açlık
grevinin sesi olmaya çalıştığına dikkat çeken Demirtaş, "Hükümet
istediği kadar yalanlara sarılsın. İstediği kadar medyasının eli ile
engellemeye çalışsın. Çarpıtmaya çalışsın. İstediği kadar panzeri ile
topu ile savaş uçağı, helikopteri ile bu halkı baskılamaya çalışsın. Ama
bunların tamamı nafile, çaresizlik acizliğin ta kendisidir. Bugün
Diyarbakır esnafı ile işçisi ile kadını, genci, yaşlısı, öğrencisi,
memuru ile alanlarda iken ve bu çağrıya uyuyorken bu boykotu kıran tek
kurum var emniyet müdürlüğü. Sadece onlar çalışıyor. Onlar dışında
çalışan yok. Onlar dışında bu şehirde açlık grevlerine karşı duyarsız
olan yok. Diyarbakır Valisi, şu anda yüzde 90 katılım ile kendi
evlatlarının yanında yer alan Diyarbakır halkının böylesine güçlü
iradesini asla ama asla engelleyemez. Bunu defalarca Amed ortaya
koymuştur" diye konuştu.
'Kanundan bahsedenler bu şehirde kanun dışı durumdalar'
"Bugün halkımız yüzde 90 katılım ile böylesine görkemli bir duruş
ortaya koyarken. Diyarbakır Valisi bu halkın partisine açıklama
yaptırmam diyor" diyen Demirtaş, seçim otobüslerine de yasa ve hukuk
dışı bir şekilde el konulduğuna dikkat çekti. Kanundan, hukuktan ve
yasadan bahsedenlerin bulundukları an itibari ile kanun dışı duruma
geldiklerine vurgu yapan Demirtaş, "Diyarbakır Valisi şuan suç işliyor.
Parti otobüsümüze mahkeme kararı olmaksızın hiçbir yasada yeri
olmaksızın polis zorla el koymuş durumda. Şimdi otobüse el
koyabilirsiniz; ancak bu kadarına gücünüz yeter. Ama bu halkın isyanını
durduramazsınız. Bu halkın çığlığını yürüyüşünü durduramazsınız. Her
yerde alanları meydanları dolduran bütün halkımıza şuradan bir çağrı
yapmak istiyorum. Sizin bu duruşunuz ölüm oruçlarını bitirecektir. Siz
alanlarda meydanlarda yüz binlerle oldukça ölüm oruçlarını
bitireceksiniz. Çünkü artık hükümet ben bu sesi duymuyorum. Bu talepleri
kabul etmiyorum diyemeyecektir. Talepler meşrudur. Sadece açlık grevi
yapan 600 kişinin talebi değil BDP'nin talebidir, milyonlarca Kürt
halkının talebidir" diye vurguladı.
'Akan kanın durmasını istiyorsak, Sayın Öcalan ile müzakereler yapılmalı'
Talepleri bir kez daha Diyarbakır E Tipi Cezaevi önünde tekrar etmek
isteğini ifade eden Demirtaş, "Bakın eğer bu ülkede akan kan dursun
diyorsak ve bu konuda herkes bir şeyler yapmak istiyorsa bunun yolu ve
yöntemi bellidir. Sayın Öcalan ile müzakereler yapılmalıdır. Bu talep
akan kanın durması için en somut ve gerçekçi taleptir. 2 buçuk yıl
boyunca zaten görüşmediniz mi İmralı'da? Heyetleriniz gitti her hafta
avukat ve ailesi gitti. Bunu yaptınız bir defa şimdi bir buçuk yıldır
'koster bozuk' 'hava bozuk' gibi uyduruk yalanlar ile çirkinleşerek
sizler savaşı, sizler ölümü kanı, göz yaşını dayattınız. Ve içerdeki
arkadaşlarımız sizin bu faşist yaklaşımlarınıza, sizin bu köhnemiş
yaklaşımınıza halklara bir umut olabilmek, barışı müzakereyi yeniden
yaratabilmek için 49 gündür ölüm orucundadırlar. Ve bu ölüm orucu barış
çığlığıdır. Halk burada akan kanın durması ve savaşın son bulması için
bir araya geliyor. Bu çığlığa sahip çıkmak, ölüm oruçlarının taleplerine
sahip çıkmak bu ölüm oruçlarını sonlandıracaktır. Biz buna inanıyoruz"
dedi.
'Özellikle vicdanını, namusunu, ahlakını yitirmemiş medyaya sesleniyorum!'
Açlık grevinde bulunanların ölüm riski altında olduğunu hatırlatan
Demirtaş, "Başbakan'ın 'Zaten her şeyi yiyorlar' demesi büyük bir
yalandır. Geçmişte Kenan Evren döneminde de bu söylendi, açlık grevinde
insanlar yaşamını yitirdi. Şevket Kazan Adalet Bakanı iken aynı
cümleleri kullandı. 'Bunlar yiyorlar' dedi içerde ölümler oldu.
Saadettin Tantan aynı şeyleri söyledi, içerde ölümler oldu. Bütün açlık
grevcilerine yaklaşım gerici hükümetlerce böyle olmuştur. Şimdi aynı
şeyi Recep Tayip Erdoğan söylüyor. Bu ne demektir? İçerdekilerin
yürüttüğü mücadeleyi meşruiyetini zedeleyecek kamuoyu nezdinde
müdahaleyi meşru hale getirecek zemin yaratmaya çalışıyorlar. O nedenle
her kesin dikkatli olması lazım. Özellikle vicdanını, namusunu, ahlakını
yitirmemiş medyaya sesleniyorum: Burada cezaevlerinde ölümler olmasın
diye uğraşıyoruz. Biz ölümleri durdurmak için sokaklardayız. Gençlerimiz
ölsün diye değil. Ve bunu durdurabilmenin en gerçekçi yolunu hayata
geçiriyoruz. Sizler 49'uncu günden itibaren eğer ölümleri durdurmak
açlık grevlerini sonlandırmak konusunda medya olarak destek sunarsanız
BDP olarak biz daha fazla çaba sarf edeceğiz. Talepler konusunda
kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi aydınlatılması lazım. Anadilde
savunma anadilde eğitim hakkı Kürtlerin doğuştan kazandığı haklardır.
Bunu elde etmek için insanların bedenini ölüme yatırması bu insanların
utancı değil, bu yasağı koyanların utancıdır. Elbette ki tek bir insan
ölmeden tek bir insanın burnu kanamadan çözüm bulmaya çalışıyoruz.
Sadece cezaevlerinde değil dağlarda, şehirlerde operasyonlar olmadan
gerilla, asker, polis ölmeden biz nasıl barışı çözümü sağlayabiliriz?
BDP olarak bunun uğraşını ve mücadelesi içerisindeyiz. Ancak bize reva
görülen zindandır, yargılanmadır, gözaltıdır copdur, gazdır işkencedir.
Kimse BDP'nin demokratik siyaset hakkı ve demokratik siyasi kararlarını
sonuna kadar kullandığını söyleyemez. Çünkü önümüzde açık hiçbir yol
yok. Buna rağmen şunu söylüyoruz. Bu kadar engellemeye rağmen biz sorunu
barışçıl yollarla çözelim diyoruz. Bu konuda ısrarcıyız" vurgusunda
bulundu.
'Ölüm oruçlarını bitirecek olan AKP değil, halkın sahip çıkması olacaktır'
Demirtaş konuşmasının devamında şunları kaydetti: "Basın mensupları
dönüp bir baksın BDP'nin yaptığı her açıklamanın önünde panzer var TOMA
var, gaz var. Zaten şu cezaevinin içinde esir tutulanlar siyaset yapma
hakkını kullandıkları için oradalar. Demokratik siyaset hakkı Kürtlere
sınırsız, diğer partilere tanındığı kadar bile olsaydı şu cezaevi
binlerce Kürt siyasetçisiyle dolmazdı. İşte sadece şu cezaevinde
yatanlar bile ki aralarında belediye başkanlarımız, milletvekillerimiz
kadınlar, gençler var. Eğer demokratik siyaset kanalları açık olsa bu
cezaevleri niye bu kadar dolu olsun. Bırakın cezaevinde rehin tutmayı
yargılamayı bile kabul etmiyorsunuz. Mahkemeleriniz, hakimleriniz
savcılarınız mahkeme salonlarında AKP'nin politikalarını arkadaşlarımıza
dayatıyorlar. Ve bizim arkadaşlarımız anadilde savunma talebinde
bulunan bütün arkadaşlarımız 3 buçuk yıldır savunma bile yapamadılar.
Dışarıda olup bitenleri izliyorlar. Bu nedenle bu gidişata dur demek
için radikal bir eylem kararı aldılar. Özgür iradeleri ile aldıkları bir
karardır. Çünkü dışarıda AKP'nin yürüttüğü politikaların ülkeyi kan
gölüne çevirdiğini cezaevindeki siyasetçiler de gördü. Bu nedenle ölüm
orucu ve açlık grevleri başladı. Ölüm orucunu başlatan BDP değil,
AKP'nin politikalarıdır. Ölüm oruçlarını bitirecek olan AKP değil,
halkın politikaları olacaktır sizin sahip çıkmanızla olacaktır. Şimdi
artık gerçekten de söz laf zamanı değil. Hükümet bu ciddiyeti
kararlılığı görüyorsa, 'içeride yemek yiyorlar' yalanını bir kenara
bırakıp taleplerle ilgili somut adım atmalıdır. İmralı kosteri bozuk
falan değil. Hava bozuk değil. Bozuk olan sizin zihniyetinizdir. Onu
tamir edin Kürt sorununun çözümünü konuşalım."
'Talep Mehmet Öcalan Ada'ya gitsin değil Abdullah Öcalan Ada'dan gelsindir'
Kimi gazetelerin manşetlerinden duyurduğu "Ailesi Ada'ya gitsin ve bu
sorun çözülsün" şeklindeki haberlere de tepki gösteren Demirtaş, "Tutuklu
arkadaşlarımızla görüşmeler yapılıyor. Talepleri ilk günden beri nettir.
Talepleri Mehmet Öcalan Ada'ya gitsin değildir. Abdullah Öcalan Ada'dan
gelsindir" dedi. Demirtaş, "Bu nedenle tartışacaksak meseleyi ciddi
tartışalım. Ortada bir çocuk oyunu yok. Her gün insanlar ölüyor. Her gün
her yerde gerilim savaş tırmanıyor. İçeride artık ölüm aşamasına
gelindi. Eğer tartışılacaksa talepleri ciddi bir şekilde oturup
tartışalım. Biz somut bir öneri yaptık. Eşbaşkanlar olarak bizler İmralı
Adası'na gidelim bu bir başlangıç olur, bu bir adım olur. Bizler gidip
İmralı'da Sayın Öcalan ile görüşelim. Kendisinin de bu süreçle ilgili
görüşlerini alalım. Ada'dan döndükten sonra Hükümet ile görüşelim.
Yaklaşımlarını öğrenelim. Ve bu adımları karşılıklı geliştirmeye
çalışalım. Ölüm oruçlarını da durduracak şey bu tür diyaloglar ve
müzakerelerdir. Ve biz bunu yapabilirsek güçlü mesajı verirsek, 'evet
konuşarak sorunları çözmek mümkündür' bu mesajı verebilirsek akan kanı
durdurabiliriz. Ve yeniden müzakerelerin başlayacağı zemini
oluşturabiliriz. Talep bu kadar açık ve netken, yeniden müzakerelerin
başlayacağı zemini yaratmak için bu arkadaşlarımız ölüm oruçları
başlatmışken konuyu sulandırmanın anlamı yok. Samimiyetle söylüyorum.
Keşke bugün ölüm oruçları şu saatte bitse. Bizim isteğimiz dileğimizdir.
Ama içerideki arkadaşlarımız bu konuda kararlılar. Adım atılmadıkça
ölüm oruçlarını bırakmayacaklarını ifade ediyorlar. Taleplerde bu kadar
kararlı bir duruş varken biz artık boş çağrılarla zaman kaybedemeyiz.
Hükümet, hükümet yanlıları bunu anlamıyor. O nedenle müzakerenin
zeminini oluşturmamız lazım" dedi.
'En faşizan dönemlerde bile insanlığımızı yitirmedik'
Demirtaş, "Eşbaşkanlar olarak parti yönetimi olarak biz buna hazırız
işte. Madem Oslo ve İmralı yeniden başlayabilir diyorsunuz bırakın BDP
ve DTK olarak bunun zeminini halkımızla birlikte hazırlayalım. Artık 'İmralı
kosteri bozuktur' yalanları ile bu kadar ciddi bir süreç
götürülemez. Kesintisiz bir şekilde hakları yıllarca çiğneyene hükümet
devlet denir mi denmez. Bu zihniyete çete denir çete. Bizden de şunu
istiyorlar. Diyorlar ki ''biz kanunları çiğnerken, hukuk dışı çete
anlayışı ile bu meselelere yaklaşırken, siz de buna itiraz ederseniz
sizi de tutuklarız ya da sokakta işkence yaparız'' demek istiyorlar. Biz
insanlığımızı yitirmedik hiçbir zaman. Bu mücadelenin en faşizan
dönemlerinde insanlığımızı yitirmedik. Köylerimizi yaktınız, bu
sokaklarda faili meçhul cinayetlere halkımızı katlettiniz, işkencelerden
geçirdiniz, her türlü zulmü yaptınız insanlığımızı kaybetmedik. Yine
kaybetmedik. Biz yine insanlık çizgisinde duracağız. Hukuksuzluğa
baskıya karşı da direniş çizgisinin temsiliyetini yürüteceğiz. Her yerde
her alanda Parlamento'da içeride dışarıda her yerde nefesimizin yettiği
kadar sizin faşizminize karşı direnişin temsilcisi de olacağız. Bunu hiçbir
zaman aklınızdan çıkarmayın. Başbakan artık bu ülkede gerçek anlamda bir
çözüm konusunda yola gelme niyetindeyse vicdana demiyorum vicdanının
olmadığını biliyoruz. Yola gelmek niyetindeyse halen şans var. Halen
fırsatlar var. Halen çözüm umudu var. Halen diyalog halen müzakereleri
yeniden başlatma umudu var" ifadesinde bulundu.
'Sizi süpürürüm' diyen bu müdür ölmesin diye uğraşıyoruz!
İçerdeki ölüm oruçlarına sessiz ve duyarsız kalınması, dışarıda da
ölümün dayatılması durumunda tek bir kanal bile kalmayacağını dile
getiren Demirtaş, "Tek bir diyalog ve müzakere kanalı kalmayacak. Ve
bunları Başbakan kendi elinin tersi ile itmiş olacak. Bu günler o
nedenle önemlidir. O nedenle bu günlerde alanlarda meydanlarda
çıkaracağımız ses önemlidir. Bakın her yerde yaptığımız konuşmalarda eş
başkanlar ve milletvekilleri olarak her zaman şu çağrıyı yapıyoruz.
Bizim için anaların gözyaşı arasında fark olmaz. Biz asker polis, ölsün
gerilla ölmesin demiyoruz. Hiç biri ölmesin diyoruz. 'Sizi süpürürüm'
diyen bu müdür var ya o da ölmesin diye uğraşıyoruz. Haberi yok. Onun
için uğraşıyoruz, onun için. Bugün örgütlü olduğumuz bütün il ve
mahallelerde kepenkler kapalı, kontaklar kapalı ve okular boştur. İşte
bu halkın gücüdür" diye konuştu.
'Çözüme çok yakın olduğumuz günlerden geçiyoruz'
Kürt halkının talep edilen hakların arkasında olduğunu dile getiren
Demirtaş, "Ben evlatlarımı içerde ölüme terk etmeyeceğim duruşudur.
Evlatlarım benim için canını vermeye hazırsa ben kepengimi de kontağımı
da kapatırım alanlarda meydanlarda o sesin o çığlığın yanında olurum
diyen bu halk işte bu saatten sonra her gün bu duruşu göstermelidir.
Alanlardan meydanlardan çıkmamalıdır. Şunu unutmayalım çözüme çok yakın
olduğumuz günlerden ve dönemlerden geçiyoruz. Bu işi artık
uzatmayacağız. Bu işi yıllara yaymayacağız. Yıllara yaymalarına da izin
vermeyeceğiz. Bir 30 yıl daha onların merhametini bekleyecek bir halk
değiliz. Evlatlarımız her gün yitip giderken biz bunların koltukları
uğruna yürüttükleri iktidar savaşlarına bu gençleri kurban etmeyeceğiz. O
nedenle de Kürt halkı 7'den 70'e artık bunu idrak etmiştir. Direniş
olmazsa çözüm olmaz. Bizler değil kendi geleceğimizden bizler kendi
özgür ülkemizi, özgür toplumumuzu yaratana kadar her şeyimizden
vazgeçtiğimizi bütün dünyaya ilan etmezsek çözüm gelmeyecek" dedi.
"Bizler kendi özgür ülkemizi özgür toplumumuzu yaratana kadar her
şeyimizden vazgeçtiğimizi bütün dünyaya ilan etmezsek çözüm gelmeyecek"
vurgusunda bulunan Demirtaş Grup Toplantısı'nı şu sözlerle tamamladı:
"Bu kararlılıkla bu ruhla hareket etmemiz lazım. Şimdi artık hükümetten
net bir ses net bir cevap bekliyoruz. Ölüm oruçları kritik aşamada tek
bir insan ölmesin diye BDP her gün sokaktayken, Hükümet buna sessiz
kalamaz. Başbakan'dan, Adalet Bakanı'ndan değil, Başbakan'dan artık somut
bir adım bekliyoruz. Anadile yaklaşıma ilişkin somut bir adım
bekliyoruz. Biz kimseyi tehdit etmek için şantaj için bunları
söylemiyoruz. Bu yıl sokağa çıkmış bir halk değiliz, 12 Eylül faşizmine
karşı güçlü bir direnişe sahip olmuş cezaevi önünden çağrı yapıyoruz. Bu
cezaevi hangi cezaevi biliyor musunuz? Mazlumların direndiği cezaevi
Başbakan'ın da gözleri dolarak bahsettiği cezaevidir. Diyarbakır halkını
kandırmak için aldatmak için diline doladığı 'Efendim bir zamanlar ne
kadar büyük zulümler vardı' dediği cezaevi. Aynı zulmün kendi döneminde
de devam ettiği cezaevi bu cezaevi işte. Ve şimdi artık bu cezaevi
1980'lerdeki gibi yalnız bir cezaevi değil, sadece içerdekilerin
direndiği bir cezaevi değil, şimdi bu cezaevi milyonlarca Kürt halkı
tarafından ablukaya alınmış boşaltılmış, içerdeki mahkumların özgürlüğü
için mücadele edilen bir cezaevidir. Artık sahipsiz değildir. Artık
istediğiniz gibi at oynatacağız bir cezaevi değildir."
Grup toplantısının ardından BDP'liler, halkla birlikte BDP İl Binası'na kadar yürüdü.
Dicle Haber Ajansı(DİHA)
Suriye'nin Halep kentinde Kürtlerle Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)
arasında cuma günü yaşanan çatışmanın ardından gerilim sürerken
Demokratik Birlik Partisi (PYD) lideri Salih Muslim olaylardan Türkiye
'yi sorumlu tuttu. Radikal 'e konuşan Salih, eski Kürdistan Halk Birlik
Partisi Başkanı Salah Badruddin'in kışkırtmasıyla ÖSO'ya bağlı
Selahaddin Eyyubi Birliği'nin Halep'te Kürtlerin kontrolündeki Eşrefiye
Mahallesi'ni ele geçirmeye kalkıştığını öne sürdü. Radikal Gazetesinin
PYD Lideri Salih Muslim ile yaptığı röportaj...
PYD ile ÖSO'nun karşı karşıya gelmesinin nedeni ne, sizce kim sorumlu?
Öncelikle şunu düzelteyim: Onlar PYD gücü değil, Halk Savunma
Birlikleri. Bu gücün amacı Eşrefiye'yi korumak. İlk gün Eşrefiye'nin
doğusunda karakolda çatışma oluyor, 15 kişi ölüyor. ÖSO üyeleri
Eşrefiye'ye kaçınca rejim güçleri mahalleyi bombalıyor. Ertesi gün 200
ÖSO üyesi bu kez batı tarafından Eşrefiye'ye giriyor, "Eşrefiye'yi
özgürleştireceğiz" diyerek kontrolü ele almaya kalkışıyor. Halk ÖSO'yu
istemiyor ve gösteri düzenliyor. Onlar da kalabalığı tarayarak 3'ü kadın
10 kişiyi öldürüyor. Sonra Halk Koruma Birlikleri devreye giriyor ve
ÖSO'yu püskürtüyor. Çatışmada 19 kişi ölüyor ve birkaç kişi esir
alınıyor. Bunun üzerine ÖSO Afrin-Halep yolunda barikat kurup 300-400
arasında Kürt sivili rehine alıyor.
Anlaşma sağlanamadı mı?
Görüşmelerin ardından 50 kişi bırakıldı. Bir taraftan görüşmeler yapılıyor ama gerilim de sürüyor.
ÖSO'ya
bağlı Tevhid Tugayı komutanı Yusuf Abud, PYD'yi kastederek "PKK
tutumunu değiştirmezse Esad'ı bitirdikten sonra onlarla da savaşırız"
tehdidi savurdu. Esad devrilirse bir Kürt-Arap çatışması gibi bir risk
var mı?
Hayır, böyle bir risk görmüyoruz. Bunlar küçük gruplardır.
Bunlar Sayın Erdoğan'dan aldıkları emirlere göre konuşuyorlar. Bunlar
Arapları temsil etmiyorlar. Ayrıca ÖSO tek bir grup değildir. Türkiye
ile ilişkisi olan bazı ÖSO üyeleri kışkırtmaya çalışıyor. Kürtlerin ÖSO
ile ilişkisi var, beraber devrimin bir parçasıyız.
Kışkırtanlar kim?
Bunlar Selahaddin Eyyubi Birliği'ne bağlı kişiler. Türkiye rejimi ile
ilişkileri olan bazı unsurlar var. Sayın Erdoğan'la ilişkileri var. ÖSO
komutanlarından Malik el Kurdi "Bir yanlışlık oldu, bazı Kürtler bizi
kışkırttı" diye açıklama yaptı. Kışkırtan da Salah Badruddin'dir.
Selahaddin Eyyubi Birliği'nde Badruddin'e bağlı kişiler var. Karanlık
ilişkileri olan biri. Çatışmada ölenlerin 19 kişiden 7'si de Kürt,
bunlar Selahaddin Eyyubi'ye bağlı. Meseleyi çok basite alıyorlar. Birkaç
kişiyi öldürerek bölgeyi ele geçireceklerini sanıyorlar. Ancak böyle
olmadığını anladılar.
Kürt Ulusal Konseyi (KUK) ile Suriye Ulusal Konseyi'nin (SUK) birleşmesi konusunda yeni bir girişim var mı?
Hayır yok. KUK ile ortak konsey kurduk, kalkıp tek başına bir anlaşma sağlayamaz.
Engel ne?
Kürt realitesini tanımamak. SUK'un % 60'ı dinci. AKP 'yle birlikte
hareket ediyorlar. Kürt realitesinin tanınmaması yönündeki baskı
buradan.
Onlar da sizi Esad adına hareket etmekle suçluyor.
Öyle bir şey yok. Biz devrim hareketinden önce mücadeleye başladık,
2004'ten beri rejimle savaşıyoruz. Ama tarzımız farklı. Biz kimsenin
emrinde değiliz. Başkalarının askeri olmak istemiyoruz.
Peki Türkiye'den yetkililerle hiç temasınız olmadı mı?
Hiçbir temasımız olmadı, bizi kabul etmiyorlar. Türkiye halkı ve
devletiyle sorunumuz yok. Ama bazıları kirli ellerini üzerimizden
çekmeli. Asla Türkiye ile düşman olmak istemiyoruz. Kürtlerin olduğu
bölgeden Türkiye'ye yönelik bir tehdit olmayacak. Kimseyle derdimiz yok,
sadece halkımızı korumaya çalışıyoruz.
Suriye tezkeresinin asıl hedefinin Kürtler olduğuna dair yorumlara ne diyorsunuz?
Tezkere bir kozdur, istediği zaman Kürt bölgesine girmek içindir. Ama
büyük çapta bir müdahaleye uluslararası şartlar el vermiyor. Meclis'in
buna izin vermemesi gerekiyordu. Herhangi bir müdahale olursa kendimizi
savunuruz.
Diğer Kürt gruplardan Erbil Anlaşması'nın şartlarını yerine
getirmediğiniz ve yetki paylaşımına yanaşmadığınıza dair eleştiriler
alıyorsunuz.
Bu gerçek değil. Bazı konularda eksik oldukları için, Halk Koruma
Birlikleri'ne katacak adamları olmadığı için kalkıp bizi suçluyorlar.
Küçük sorunlar çıkıyor ama anlaşarak adım adım ilerliyoruz.
http://www.rojevakurdistan.com/index.php/roeportaj-hevpeyvin/7262-muslim-salih-oesay-kuertlere-kar-tuerkiye-kkrtyor
Diyarbakır'da sokakta yapılan Grup toplantısında Demirtaş: "İmralı
kosteri bozuk falan değil. Bozuk olan sizin zihniyetinizdir. Onu tamir
edin Kürt sorununun çözümünü konuşalım."
Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) Meclis Grubu toplantısı bugün (30
Ekim) cezaevlerinde devam eden açlık grevlerine dikkat çekmek ve açlık
grevindeki mahpusların taleplerine destek vermek amacıyla Diyarbakır E
Tipi Kapalı Cezaevi yakınlarında, açık havada yapıldı.
Abdullah Ööcalan'a uygulanan tecritin kaldırılması ve andilde
eğitim-savunma hakkı talepleriyle 12 Eylül'den itibaren cezaevlerindeki
Kürt politik mahpuslar tarafından başlatılan süresiz-dönüşümsüz açlık
grevlerine destek amacıyla BDP'nin "Topyekûn Direniş" çağrısıyla bugün
Diyarbakır'da hayat dururken, binlerce vatandaş Grup toplantısı için
cezaevinin önüne akın etti. Diyarbakır Valiliği'nce her türlü toplantı,
gösteri ve yürüyüşe getirilen yasaklamayla polisin ise zırhlı araçlar
eşliğinde cezaevi önünde adeta etten duvar ördüüğü görüldü.
Kimsenin cezaevine yaklaşmasına izin vermeyen polisle vatandaşlar
arasında zaman zaman gerginlik, zaman zaman da arbede yaşanırken,
Dicleliler Yas Evi önünde toplanan binlerce kişi valiliğin kararını ve
polisin tutumunu "Bijî Serok Apo", "Bê Serok jiyan nabe", "Siyasi
tutsaklar onurumuzdur" ve "Kürdistan faşizme mezar olacak" sloganlarıyla
protesto etti.
"Tüm baskılara rağmen Grup toplantımızı burada yapacağız"
BDP Grup toplantısı'nın cezaevi önünde yapılması için BDP
temsilcileriyle Emniyet yetkilileri arasında yapılan görüşmeler "Valinin
kesin talimatı" gerekçesiyle sonuç vermezken, Grup toplantısı ve ses
sistemi için seçim otobüsünün getirilmesi talebi de polisler tarafından
gerekçesiz red edildi.
Polisin olumsuz tutumu nedeniyle sokakta bulunan bir işyerinin
merdivenlerine çıkıp kitleye hitaben konuşan BDP Eş Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş, "Tüm baskılara rağmen Grup toplantımızı burada
yapacağız. Bugün Hakkari'den Edirne'ye kadar örgütlü olduğumuz her yerde
kepekleri kapatarak, okulları boykot ederek, kontak kapatarak, yaşamı
durdurarak yüz binlerle, milyonlarla alanlara akın 7'den 70'e bütün
halkımızı kutluyoruz. Bu iradenin önünde saygıyla eğiliyoruz" dedi.
"Amed zindanı elbet bir gün yıkılacak"
Megafonun sık sık arızalanması üzerine konuşmasına mikrofonsuz devam
eden Demirtaş, şunları söyledi: "1980'lerde de şu duvarların arkasında
direnen Mazlumlar vardı. Bedenini ölüme yatıran Mazlumlar vardı.
Bedenini ateşe, yangına yatıran Mazlumlar vardı. O gün belki Amed
zindanının duvarlarının arkasında milyonlar yoktu; ama o gün bedenini
ölüme yatıran Mazlum Doğan da, Dörtler de, her biri de çok iyi biliyordu
ki gün gelecek milyonlar Amed zindanının duvarına dayanacak. Amed
zindanı elbet bir gün yıkılacak. Burası okul değil burası Mazlum
Doğan'ın anıtını dikeceğimiz bir özgürlük meydanı olacak. 49 gündür bu
halkın yiğit evlatları canlarını feda etme uğruna dışarıda barışın,
müzakerenin, çözümün önünü açmaya çalışıyorlar. Birileri görmese de,
duymasa da, karalamaya da çalışsa, 'Efendim zaten yemek de yiyiyorlar'
gibi yalanlara da sarılsa, bugün milyonlarca insan zindandaki çığlığa
sahip çıkmıştır."
"Boykotu kıran tek kurum var, Emniyet Müdürlüğü"
Kürt halkının her yerde yaşamı durdurarak, meydanlarda yüz binlerin
katılımıyla mitingler yaparak açlık grevinin sesi olmaya çalıştığını
belirten Demirtaş, "Hükümet istediği kadar yalanlara sarılsın. İstediği
kadar medyasının eliyle çarpıtmaya çalışsın,istediği kadar panzeriyle,
topuyla, savaş uçağı helikopteriyle bu halkı baskılamaya çalışsın...
Bunların tamamı nafile... Çaresizlik acizliğin ta kendisidir. Bugün
Diyarbakır, esnafı ile, işçisi ile, kadını, genci, yaşlısı, öğrencisi,
memuru ile alanlardayken ve bu çağrıya uyuyorken, bu boykotu kıran tek
kurum var, Emniyet Müdürlüğü. Sadece onlar çalışıyor. Onlar dışında
çalışan yok. Onlar dışında bu şehirde açlık grevlerine karşı duyarsız
olan yok. Diyarbakır Valisi, şu anda yüzde 90 katılımla kendi
evlatlarının yanında yer alan Diyarbakır halkının böylesine güçlü
iradesini asla ama asla engelleyemez. Bunu Amed defalarca ortaya
koymuştur" dedi.
"Diyarbakır Valisi şu an suç işliyor"
Kanundan, hukuktan ve yasadan bahsedenlerin içinde bulundukları an
itibarıyla kanun dışı duruma geldiklerini söyleyen Demirtaş, sözlerini
şöyle sürdürdü: "Diyarbakır Valisi şu an suç işliyor. Parti otobüsümüze
mahkeme kararı olmaksızın, hiçbir yasada yeri olmaksızın polis zorla el
koymuş durumda. Şimdi otobüse el koyabilirsiniz; ancak bu kadarına
gücünüz yeter. Ama bu halkın isyanını durduramazsınız. Bu halkın
çığlığını yürüyüşünü durduramazsınız. Her yerde alanları dolduran
halkımıza şuradan bir çağrı yapmak istiyorum. Sizin bu duruşunuz ölüm
oruçlarını bitirecektir. Siz alanlarda yüz binlerle oldukça ölüm
oruçlarını bitireceksiniz. Çünkü artık hükümet ben bu sesi duymuyorum.
Bu talepleri kabul etmiyorum diyemeyecektir. Talepler meşrudur. Sadece
açlık grevi yapan 600 kişinin talebi değil, BDP'nin talebidir,
milyonlarca Kürt halkının talebidir."
"Yalanlarla sizler savaşı, ölümü, göz yaşını dayattınız"
Ülkede akan kanın durması isteniyorsa bunun yolunun belli olduğunu,
Abdullah öcalan'la müzakere yapılması gerektiğini belirten Demirtaş, "Bu
talep akan kanın durması için en somut ve gerçekçi taleptir. İki buçuk
yıl boyunca zaten görüşmediniz mi İmralı'da? Heyetleriniz gitti her
hafta, avukatlar ve ailesi gitti. Bunu yaptınız bir defa; şimdi bir
buçuk yıldır 'koster bozuk', 'hava bozuk' gibi yalanlarla çirkinleşerek
sizler savaşı, sizler ölümü, kanı, göz yaşını dayattınız... Ve içerdeki
arkadaşlarımız sizin bu faşist yaklaşımlarınıza, sizin bu köhnemiş
yaklaşımınıza karşı, halklara bir umut olabilmek, barış için müzakereyi
yeniden başlatabilmek için 49 gündür ölüm orucundadırlar. Bu ölüm orucu
barış çığlığıdır. Halk burada akan kanın durması ve savaşın son bulması
için bir araya geliyor. Bu çığlığa sahip çıkmak, ölüm oruçlarının
taleplerine sahip çıkmak, bu ölüm oruçlarını sonlandıracaktır" dedi.
"Kamuoyu nezdinde müdahaleyi meşru hale getirecek zemin yaratmaya çalışıyorlar"
Açlık grevinde bulunanların ölüm riski altında olduğunu hatırlatan Demirtaş, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Başbakan'ın 'Zaten her şeyi yiyorlar' demesi büyük bir yalandır.
Geçmişte Kenan Evren döneminde de bu söylendi, açlık grevinde insanlar
yaşamını yitirdi. Şevket Kazan Adalet Bakanı iken aynı cümleleri
kullandı. 'Bunlar yiyorlar' dedi. İçerde ölümler oldu. Saadettin Tantan
aynı şeyleri söyledi. içerde ölümler oldu. Bütün açlık grevcilerine
yaklaşım gerici hükümetlerce böyle olmuştur. Şimdi aynı şeyi Recep Tayip
Erdoğan söylüyor. Bu ne demektir? İçerdekilerin yürüttüğü mücadelenin
meşruiyetini zedeleyecek, kamuoyu nezdinde müdahaleyi meşru hale
getirecek zemin yaratmaya çalışıyorlar. O nedenle herkesin dikkatli
olması lazım. Özellikle vicdanını, namusunu, ahlâkını yitirmemiş medya
mensuplarına sesleniyorum: Burada cezaevlerinde ölümler olmasın diye
uğraşıyoruz. Biz ölümleri durdurmak için sokaklardayız. Gençlerimiz
ölsün diye değil. Ve bunu durdurabilmenin en gerçekçi yolunu hayata
geçiriyoruz. Talepler konusunda kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi,
aydınlatılması lâzım. Anadilde savunma, anadilde eğitim hakkı, Kürtlerin
doğuştan kazandığı haklardır. Bunu elde etmek için insanların bedenini
ölüme yatırması bu insanların utancı değil, bu yasağı koyanların
utancıdır. Elbette ki tek bir insan ölmeden, tek bir insanın burnu
kanamadan çözüm bulmaya çalışıyoruz. Sadece cezaevlerinde değil,
dağlarda, şehirlerde operasyonlar olmadan gerilla, asker, polis ölmeden
biz nasıl barışı, çözümü sağlayabiliriz? BDP olarak bunun uğraşı ve
mücadelesi içerisindeyiz. Ancak bize reva görülen zindandır,
yargılanmadır, gözaltıdır, coptur, gazdır, işkencedir. Kimse BDP'nin
demokratik siyaset hakkını sonuna kadar kullanmadığını söyleyemez. Çünkü
önümüzde açık hiçbir yol yok. Buna rağmen şunu söylüyoruz. Bu kadar
engellemeye rağmen biz sorunu barışçıl yollarla çözelim diyoruz. Bu
konuda ısrarcıyız".
"Demokratik siyaset kanalları açık olsa bu cezaevleri niye bu kadar dolu olsun?"
Kürtler ve BDP üzerindeki baskılara dikkat çekmeye devam eden Demirtaş,
"Basın mensupları dönüp bir baksın, BDP'nin yaptığı her açıklamanın
önünde panzer var, TOMA var, gaz var. Zaten şu cezaevinin içinde esir
tutulanlar siyaset yapma hakkını kullandıkları için oradalar. Demokratik
siyaset hakkı Kürtlere diğer partilere tanındığı kadar tanınsaydı şu
cezaevi binlerce Kürt siyasetçisiyle dolmazdı. İşte sadece şu cezaevinde
yatanlar bile, ki aralarında belediye başkanlarımız,
milletvekillerimiz, kadınlar, gençler var... Eğer demokratik siyaset
kanalları açık olsa bu cezaevleri niye bu kadar dolu olsun?" dedi.
"Açlık grevini başlatan BDP değil, AKP'nin politikalarıdır"
Anadilde savunma talebinde bulunan tutukluların yıllardır savunma bile
yapamadığını belirten Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Dışarıda olup bitenleri izliyorlar. Bu nedenle bu gidişata dur demek
için radikal bir eylem kararı aldılar. Özgür iradeleriyle aldıkları bir
karardır. AKP'nin yürüttüğü politikaların ülkeyi kan gölüne çevirdiğini
cezaevindeki siyasetçiler de gördü. Bu nedenle açlık grevleri başladı.
Açlık grevini başlatan BDP değil, AKP'nin politikalarıdır. Ölüm
oruçlarını bitirecek olan AKP değil, halkın politikaları olacaktır;
sizin sahip çıkmanızla olacaktır. Şimdi artık gerçekten de laf zamanı
değil. Hükümet bu ciddiyeti kararlılığı görüyorsa, 'içeride yemek
yiyorlar' yalanını bir kenara bırakıp taleplerle ilgili somut adım
atmalıdır. İmralı kosteri bozuk falan değil. Hava bozuk değil. Bozuk
olan sizin zihniyetinizdir. Onu tamir edin Kürt sorununun çözümünü
konuşalım."
"'Konuşarak sorunları çözmek mümkündür' mesajını verebilirsek, akan kanı durdurabiliriz"
Kimi gazetelerin manşetlerinden duyurduğu, "Ailesi Ada'ya gitsin ve bu
sorun çözülsün" yorumlarına tepkisini ifade eden Demirtaş, "Tutuklu
arkadaşlarımızla görüşmeler yapılıyor. Talepleri ilk günden beri nettir.
Talepleri, 'Mehmet Öcalan Ada'ya gitsin' değildir. 'Abdullah Öcalan
Ada'dan gelsin'dir. Bu nedenle tartışacaksak meseleyi ciddi tartışalım.
Ortada bir çocuk oyunu yok" dedi.
Demirtaş şunları söyledi: "Her gün insanlar ölüyor. Her gün her yerde
gerilim, savaş tırmanıyor. İçeride artık ölüm aşamasına gelindi. Eğer
tartışılacaksa talepleri ciddi bir şekilde oturup tartışalım. Biz somut
bir öneri yaptık. Eşbaşkanlar olarak bizler İmralı Adası'na gidelim, bu
bir başlangıç olur, bu bir adım olur. Bizler gidip İmralı'da Sayın
Öcalan'la görüşelim. Kendisinin de bu süreçle ilgili görüşlerini alalım.
Ada'dan döndükten sonra Hükümet ile görüşelim. Yaklaşımlarını
öğrenelim. Ve bu adımları karşılıklı geliştirmeye çalışalım. Ölüm
oruçlarını da durduracak şey bu tür diyaloglar ve müzakerelerdir. Ve biz
bunu yapabilirsek, güçlü bir mesaj verirsek, 'Evet konuşarak sorunları
çözmek mümkündür' mesajını verebilirsek, akan kanı durdurabiliriz. Ve
yeniden müzakerelerin başlayacağı zemini oluşturabiliriz. Talep bu kadar
açık ve netken, yeniden müzakerelerin başlayacağı zemini yaratmak için
bu arkadaşlarımız ölüm oruçları başlatmışken, konuyu sulandırmanın
anlamı yok."
"Kesintisiz bir şekilde hakları yıllarca çiğneyene devlet denir mi?"
"İmralı kosteri artık bozuktur" yalanlarıyla bu kadar ciddi bir sürecin
yönetilemeyeceğini vurgulayan Demirtaş, "Kesintisiz bir şekilde hakları
yıllarca çiğneyene devlet denir mi? Denmez. Bu zihniyete çete denir
çete" dedi.
Demirtaş sözlerini şöyle sürdürdü: "Bizden de şunu istiyorlar. Diyorlar
ki 'Biz kanunları çiğnerken, hukuk dışı çete anlayışı ile bu meselelere
yaklaşırken, siz de buna itiraz ederseniz sizi de tutuklarız ya da
sokakta işkence yaparız...' Biz insanlığımızı yitirmedik hiçbir zaman.
En faşizan dönemlerde insanlığımızı yitirmedik. Köylerimizi yaktınız, bu
sokaklarda faili meçhul cinayetlerle halkımızı katlettiniz,
işkencelerden geçirdiniz, her türlü zulmü yaptınız, insanlığımızı
kaybetmedik. Yine kaybetmedik. Biz yine insanlık çizgisinde duracağız.
Hukuksuzluğa baskıya karşı da direniş çizgisinin temsiliyetini
yürüteceğiz. Her yerde, her alanda, Parlamento'da, içeride, dışarıda,
her yerde, nefesimiz yettiği kadar sizin faşizminize direnişin
temsilcisi olacağız. Bunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Başbakan
artık bu ülkede gerçek anlamda bir çözüm konusunda yola gelme
niyetindeyse... vicdana gelme demiyorum, vicdanının olmadığını
biliyoruz... Yola gelmek niyetindeyse, halen şans var. Halen fırsatlar
var. Halen çözüm umudu var. Halen diyalog, halen müzakereleri yeniden
başlatma umudu var."
‘Topyekün Direniş Günü’nde en kitlesel eylemlerden biri siyasi
temsilcileri açlık grevinde olan Van’da gerçekleşti. 20 bin kişi süresiz
dönüşümsüz açlık grevindeki tutsakların direnişini sahiplendi.
BDP'nin
30 Ekim çağrısına uyan Van tarihinin en büyük kepenk kapatma eylemine
tanıklık etti. İlk kez Cumhuriyet Caddesi başta olmak üzere esnafların
tamamı kepenk açmadı. Kentte araçlar kontak kapattı. Öğrenciler okula
gitmedi.
Sabahın erken saatlerinden itibaren binlerce kişi BDP’nin tutsaklara destek amacıyla açtığı nöbet çadırının yolunu tuttu.
Polisin
çadıra giden yollarda kurduğu barikat da engel olamadı. Çadır önünde
bir araya gelen ve aralarında BDP Van İl Başkanı Yakup Ataş, Van
Belediye Başkanı Sabri Abi, BDP Van Milletvekili Özdal Üçer, kentte
bulunan STK’lar, Van Barış Anneleri İnisiyatifi üyelerinin de olduğu
yaklaşık 20 bin yurttaş, Cumhuriyet Caddesi’nde yürümek istedi. Kitlenin
polislerce engellenmesi üzerine kısa süreli bir gerginlik yaşandı.
Yaşanan gerginliğin ardından çadır önünde toplanan 20 bin yurttaş, "Biji
Serok Apo" sloganlar attı.
AÇLIK GREVİNDEKİ TUTSAKLARIN İSİMLERİ OKUNDU
Eylemde
Van F Tipi Cezaevi’nde açlık grevine giren tutsakların isimleri
okunurken, kitle "Burada" diye karşılık verdi. Kitle daha sonra "Çerxa
şoresê" marşını okuyarak Askerlik Şubesi önüne kadar yürüyüş düzenlendi.
5 ayrı noktada çevik kuvvet zırhlı araçlarla konumlanırken, yurttaşlar
kendileri için bekletilen araçlara binerek Van F Tipi Cezaevi’ne doğru
gitti.
Binlerce araçlık konvoyla yapılan yürüyüşten sonra kitle
cezaevi önünde araçlardan inerek, cezaevine doğru yürüyüşe geçti.
Yürüyüş sırasında araçlar anayolda bırakıldığı için İpekyolu trafiğe
kapalı kaldı. Yürüyüş sonrası yoğun önlem altında açıklamalar yapıldı.
Burada açıklama yapan BDP Van millettekilleri Özdal Üçer, Nazmi Gür, BDP
Van İl Başkanı Yakup Ataş, Van Belediye Başkanvekili Sabri Abi, Van
TUYAD-DER Başkanı Ahmet Aygül, Bostaniçi Belediye Başkanı Nezahat
Ergüneş, Van halkına katılımdan dolayı teşekkür ederek, halkın
tutsakların başlattığı açlık grevine sahiplenmesini istedi.
ANF
AMED -
Cezaevlerindeki PKK'li ve PAJK'lı tutsaklar adına açıklama yapan Deniz
Kaya, süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eyleminin 49'uncu gününde büyük
bir kararlılık ve moralle devam ettiğini belirterek, "Halkımız açıkça
bilmelidir ki, iktidarın yalaka basını ve özel savaşın hizmetinde olan
kalemşörlerin eylemimize ilişkin söylemleri hem gerçek dışı hem de ahlak
dışıdır. Önderliğimize dil uzatan Başbakanın danışmanı Yalçın Akdoğan
gibi soytarılar bilmelidir ki, güneş balçıkla sıvanmaz. Halkımıza
çağrımızdır; bu saldırılar iktidarın sıkışmışlığı ve korkusunu
yansıtmaktadır. Safları sıklaştıralım. Her yeri eylem ve serhildan
alanına çevirelim. Birbirimize sonuna kadar sahiplenelim. Zafer direnen
halkımızın olacaktır" çağrısında bulundu.
PKK'li ve PAJK'lı
tutsakların PKK Lideri Abdullah Öcalan sağlık, güvenlik ve özgürlük
koşullarının sağlanması ile Kürtlerin demokratik taleplerinin kabul
edilmesi amacıyla başlattığı ve 49'uncu gününe giren süresiz-dönüşümsüz
açlık grevlerine ilişkin cezaevlerindeki tüm PKK'li ve PAJK'lı tutsaklar
adına Deniz Kaya tarafından kamuoyuna açıklama yapıldı. Açıklamada,
"Süresiz dönüşümsüz açlık grevimiz 49. gününde büyük bir kararlılık ve
moralle devam etmektedir" denilerek, şunlar kaydedildi: "Eylemimizin
kutsallığı ve arkadaşlarımızın fedaice tutumunu hazmedemeyen iktidarın
ve özel savaşın her türlü piyonu, yardakçıları ve hempası, yoğun bir
psikolojik savaşla gerçekleri muğlaklaştırmak, çarpıtmak ve kutsal
davamıza leke sürmek için harekete geçmiştir. Halkımız açıkça bilmelidir
ki, iktidarın yalaka basını ve özel savaşın hizmetinde olan
kalemşörlerin eylemimize ilişkin söylemleri hem gerçek dışı hem de ahlak
dışıdır. Kürt sorununun barış içinde ve demokratik yöntemlerle, diyalog
ve müzakere yoluyla çözümünü istemeyen güç odaklarınca yönlendirilen,
harekete geçirilen bu kesimlerin kafa karıştırmak ve haklı eylemimizin
etkisini kırmak için her yol ve yönteme başvurmaktan çekinmeyeceklerdir.
Ancak biliyoruz ki, halkımız bunları iyi tanımakta ve hiçbir şekilde
itibar etmemektedir."
‘SOYTARILAR BİLMELİDİR Kİ..’
"Önderliğimize
dil uzatan Başbakanın danışmanı Yalçın Akdoğan gibi soytarılar
bilmelidir ki, güneş balçıkla sıvanmaz. Padişaha yaranmak için
soytarılık yapanlar bugün, yarın ikbal edinebilirler, ama halkımızın ve
tarihin nezdinde hep ahlaksız ve lanetli olarak yad edileceklerdir.
Eylemimize yönelik yapılan alçakça karalama ve dezanformasyonlardan biri
de kendine 'Kürdüm' diyen İbrahim Güçlü gibilerin mide bulandıran ve
ahlaksızlıkta sınır tanımayan tutumlarıdır" diye belirtilen açıklamada,
şu değerlendirmede bulunuldu: "Bu kadar çirkince ve sisteme yaranmak
adına bu kadar pervasızca PKK ve Önderliğimize saldırmak, ancak
hastalıklı bir kafanın ürünü olabilir. 'Sinek küçüktür, ama mide
bulandırır' derler. Bu gibi unsurların yaptığı da bundan farksızdır.
Halkımız bunlara hiçbir şekilde itibar etmediği gibi her zaman ve her
mekanda lanetleyecek, tükürüğünde boğacaktır."
‘SIRA BEKLEYEN BİNLERCE YOLDAŞIMIZ VAR’
Deniz
Kaya, açıklamasında kamuoyuna şu çağrıda bulundu: "Tüm kamuoyu ve
halkımız bilmelidir, açlık grevine dahil olmak için kendini dayatan,
sıra bekleyen binlerce yoldaşımız vardır. Zindan yapımız fedai bir ruhla
ve coşkuyla 4. stratejik aşamayı karşılama ve buna denk bir katılım
çabası içindedir. Mücadelemizin her alanda gelişen direnişi ve eylemimiz
karşısında zorlanan AKP iktidarı sadece yalan ve dezanformasyonla
yetinmemekte sokağa taşan ve serhildana kalkan halkımıza karşı her türlü
baskı, yöntemi devreye sokmakta faşist polislerini halkımızın üzerine
salmaktadır. Kurşun ve gaz bombalarıyla insanlarımız yaralanmakta,
katledilmektedir. En son olarak Mardin-Mazıdağı'nda yapılan gösteriye
yine polis saldırmış ve bu saldırıda Mardin il genel meclis üyesi
başından aldığı kurşunla ağır yaralanmıştır. Unutulmamalıdır ki,
halkımız 30 yıldır asker, polis, kontra, tank, top ve her türlü faşist
baskıya rağmen geri adım atmadı, direnişten taviz vermedi. Kendi
evlatlarına ölümüne sahip çıktı. Bundan sonrada bunu yapacağına
inancımız sonsuzdur. AKP'nin faşist polis baskısı halkımızı
yıldırmayacaktır. Özgür Kürdün iradesi kırılamayacaktır. Halkımıza
çağrımızdır; bu saldırılar iktidarın sıkışmışlığı ve korkusunu
yansıtmaktadır. Safları sıklaştıralım. Her yeri eylem ve serhildan
alanına çevirelim. Birbirimize sonuna kadar sahiplenelim. Zafer direnen
halkımızın olacaktır."
ANF
Şırnak'ın Cizre ilçesinde cezaevlerinde açlık grevindeki tutsaklara
destek için yapılan yürüyüşe polisin izin vermeyerek gaz bombalarıyla
saldırması üzerine çatışmalar başladı.
Cezaevlerinde 49 gündür
açlık grevinde bulunan tutsaklara destek için birçok kent ve ilçede
yapılan yürüyüşler ve olaylar devam ederken, Cizre ilçesinde aralarında
Belediye Başkanı Mustafa Gören ve BDP'li yöneticilerin de bulunduğu
binlerce kişinin yapmak istediği yürüyüşe polis izin vermedi. Halkın
yürümek istemesi üzerine polis gaz bombası ve tazyikli su ile saldıra
geçti. Halk da taşlarla polise karşılık verdi.
İlçede yaşanan yoğun çatışmalar Nur ve Cudi mahallelerinde devam ediyor.
Şırnak savaş alanına döndü
Şırnak'ta yürüyüşe geçen binlerce kişiye polisler gaz bombalarıyla
saldırdı. Polisin saldırına binlerce kişi geri adım atmayarak karşılık
verdi. Kent tam bir savaş alanına döndü.
Şırnak'ta, BDP il
binasında biraraya gelen binlerce kişi, "Biji Serok Apo" sloganları
atarak, Cumhuriyet Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüşe geçen
binlerce kişiye polisler, gaz bombalarıyla çok sert saldırıda bulundu.
Yoğun gaz bombasının kullandığı saldırıda çok sayıda kişi yaralandı.
Polislerin saldırısı üzerine geri adım atmayan kitle taşlarla karşılık
verdi. Mahalle aralarında barikat kuran binlerce kişi, polislerle
çatışıyor. Çatışmalar sırasında bir gencin darp edilerek, gözaltına
alındığı görüldü. Çatışmalar Şırnak'ın bütün mahallelerine yayıldı.
Diyarbakır valiliğinden OHAL ilanı!
Diyarbakır Valiliği, BDP çağrısı üzerine büyük gösterilerin beklendiği
kentte, her türlü etkinliği yasaklayarak OHAL uygulamasına geçti.
Polis
telsizinden yapılan anonslarda, Diyarbakır Valiliği kararıyla basın
açıklaması, gösteri, yürüyüş, basın açıklaması ile benzeri eylemlerin
yasaklandığı belirtilerek, toplanan kitlelere yasağın iletilmesi
istendi.
Diyarbakır'da halka saldırı, yaralananlar var
Diyarbakır'da E Tipi Kapalı Cezaevi'ne yürümek isteyen kitleye polis
ana cadde ve sokaklarda saldırdı. Polisin gaz bombası ve tazyikli suyla
saldırısı sonucunda birçok kişi yaralanırken, yaklaşık 15 kişi gözaltına
alındı.
Polisin saldırısına halk taşlarla ve molotof
kokteylleri ile karşılık verirken, polisin zaman zaman panzerler
eşliğinde evlere baskın düzenlediği, çatışmaların Polis Okulu, Cezaevi
civarı, Nükhet Coşkun Akyol Caddesi, Emek Caddesi, Sento Caddesi ve
Medine Bulvarı üzerinde yoğunlaştığı bildirildi.
Annelere biber gazlı saldırı
İstanbul Ok Meydanı’nda açlık grevine destek için biraraya gelen Barış
Anneleri ve BDP’lilere polis biber gazıyla saldırdı. Saldırı ardından
başlayan çatışmalar sürüyor.
Cezaevlerinde 49 gündür açlık
grevinde bulunan tutsaklarla dayanışmak ve hükümete tepki göstermek için
AKP İstanbul İl Başkanlığı'na yürümek isteyen BDP'liler ile polis
arasında başlayan çatışma devam ediyor.
Polisler açlık grevine
destek amacıyla 3 gündür Okmeydanı’ndaki Sibel Yalçın Parkı'nda
kurdukları çadırda açlık grevi yapan annelere saldırdı. Okmeydanı'nda
çatışmalar başlaması üzerine, Sibel Yalçın Parkı'nı ablukaya alan
polisler, önce çadırın içerisine gaz bombası attı, ardından tazyikli su
sıktı. Çadırda sadece anneler olduğu uyarısını dikkate almayan polis,
daha sonra çadıra biber gazı attı. Pek çok anne fenalık geçirirken,
bazıları bayıldı. Polislerin, baygın halde yatan annelerin üzerine de
biber gazı attığı görüldü.Şark Kahvesi'nde toplanan ve saldırıyı duyan
BDP İstanbul Milletvekilleri Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder, ESP
Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, BDP İl
yöneticileri, ESP ve BDP'nin PM ve MYK üyelerinin de aralarında olduğu
yüzlerce kişi, Sibel Yalçın Parkı'na geldi.
Burada polis
tarafından sökülen çadır yeniden kuruluyor. Milletvekilleri ve
başkanların, burada bir açıklama yapacak. Eylemde sık sık "Devrimci
tutsaklar onurumuzdur", "Yaşasın zindan direnişimiz" sloganları
atılıyor.
Cezaevlerindeki açlık grevlerine dikkat çekmek ve destek vermek
amacıyla bugün birçok il ve ilçelerinde kepenkler açılmadı, taşıtlar
ulaşıma çıkmadı, öğrenciler okula gitmedi.
Cezaevlerinde süren açlık grevlerine dikkat çekmek ve destek vermek
amacıyla Barış ve Demokrasi Partisi’nce (BDP) yapılan "topyekûn direniş"
çağrısı üzerine bugün Diyarbakır, Van, Batman, Hakkari, Şırnak başta
olmak üzere pekçok ilde kepenklerin açılmadığı, taşıtların ulaşıma
çıkmadığı ve öğrencilerin okula gitmediği bildiriliyor.
Abdullah Öcalan'a uygulanan tecride son verilmesi ve anadilde
eğitim-savunma hakkı talepleriyle 12 Eylül'den itibaren başlatılan açlık
grevleri için BDP'nin haftalık Grup toplantısı da bugün Diyarbakır'da E
Tipi Kapalı Cezaevi’nin önünde yapılacak.
Diyarbakır'da sadece fırın ve eczaneler açık
Ajansların geçtiği haberlere göre Diyarbakır’da kepenkler açılmadı...
Fırın ve eczanelerin dışında açık dükkânın bulunmadığı Diyarbakır’da,
belediyeye ait halk otobüsleri de sefere çıkmadı. Öte yandan, BDP’nin
Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi önünde düzenlemeyi planladığı Meclis
Grup Toplantısı nedeniyle, cezaevi önünde geniş güvenlik önlemleri
alındı. Polislerce E Tipi Kapalı Cezaevi’nin bulunduğu Barış Caddesi’nin
giriş çıkışlarına barikat kuruldu.
Cezaevine yapılacak yürüyüş bekleniyor
Van'da esnafın büyük bir bölümü kepenk açmazken, cadde ve sokaklarda
yoğun polis varlığı görülüyor... BDP'nin çağrısı doğrultusunda sabah
saatlerinden itibaren şehir merkezinde kepenkler açılmazken, bazı
bölgelerde okullar boykot edildi. Polis ekipleri, sokaklarda dolaşarak
grupların toplanmasına engel olmaya çalışıyor. BDP çadırının bulunduğu
alanda toplanan vatandaşlar, cezaevine yapılacak yürüyüş için bekliyor.
Okullar boş
Hakkari ve ilçelerinde kepenk ve kontak kapatıldı. Esnaf sabah kepenk
açmazken, sürücüler de araçlarını trafiğe çıkarmadı. Öğrencilerin de
okullara gitmediği şehirde, sadece fırın ve eczaneler açıldı.
Sessizliğin hüküm sürdüğü şehirde polis ekipleri geziyor. Yüksekova'da
BDP’lilerin öğle saatlerinde oturma eylemi yapacağı bildirildi.
Batman’da kepenkler açılmazken, ailelerin çocuklarını okula göndermediği belirtiliyor.
Şırnak'ta kepenkler büyük oranda kapatıldı, öğrenciler okula gitmedi.
Muş'un Bulanık ilçesinde de kepenkler açılmadı. İlçede BDP’li belediye
başkanları, il meclis üyeleri ve ilçe teşkilatı tarafından dönüşümlü
açlık grevi başlatıldı.
Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde esnaf kepenk kapattı. BDP Silvan İlçe
Başkanlığı, saat 12:00'de ilçe binası önünden eski belediye binası önüne
kadar yürüyüş yaparak, oturma eylemiyle açlık grevine destek vereceğini
açıkladı.
BDP'nin çağrısıyla bir araya gelen yurttaşlara müdahale edildi.
Şırnak ve Diyarbakır'da polisle kitle arasında çatışmalar yaşanıyor;
Van'da barikatlar aşıldı. Hakkâri'de ise kitle yürüyüşe geçti.
Van'da on binlerce kişi polis barikatlarını aştı; Hakkâri'de on
binlerce kişi yürüyüşe geçti. Şırnak ve Diyarbakır'da ise polis
müdahalesi yaşandı.
Van'da polis barikatı aşıldı
Kepenklerin kapalı olduğu Van'da Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP)
il binası olarak kullandığı çadırın önünde bir araya gelen onbinlerce
kişi polis barikatlarını aşarak, yürüyüşe geçti. Kültür Merkezi yolundan
Akköprü Mahallesi'ne doğru yürüyüşe geçen on binlerce yurttaşın
yürüyüşü devam ederken, polisler ise kitlenin sayısının artması ve
yürüyüşün başlaması üzerine barikatları kaldırdı.
Akköprü mahallesinde araçlarla Van F Tipi Cezaevi önüne doğru hareket edecek kitlenin yürüyüşü sürüyor.
Yüksekova'da on binler yürüyor
Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde BDP İlçe binası ile Oslo Oteli önünde
bir araya gelen on binlerce kişi, Eski Cezaevi Kavşağı'na doğru yürüyüşe
geçti.
Yürüyüş sonrası kitlesel basın açıklaması yapılacağı öğrenildi.
Diyarbakır'da polis müdahalesi
Diyarbakır'da ise Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi önünde yapılması
planlanan BDP'nin Grup Toplantısı öncesi toplanan kitleye, polisler gaz
bombaları ve tazyikli suyla müdahale etti. Kitlenin de taşlarla karşılık
verdiği çatışma, Emek Caddesi üzerinde yoğunlaştı.
Şırnak'ta çatışmalar mahallelere yayıldı
Şırnak'ta yürüyüşe geçen binlerce kişiye polisler gaz bombalarıyla
müdahale etti. Polisin müdahalesiyle birlikte binlerce kişi polise
karşılık verdi. Yoğun gaz bombasının kullandığı müdahalede çok sayıda
kişi yaralandı. Polislerin müdahalesine kitle taşlarla karşılık verdi.
Mahalle aralarında barikat kuran binlerce kişi, polislerle çatışıyor.
Çatışmalar sırasında bir gencin darp edilerek, gözaltına alındığı
görüldü. Çatışmalar Şırnak'ın bütün mahallelerine yayıldığı ve hala
sürdüğü öğrenildi.
Partisinin grup toplantısında konuşan ''Tek Tek''lerin Başbakanı Erdoğan'ın Yeni Akit
gazetesinin bugün yayınladığı Temmuz ayında çekilen bir fotoğrafı kanıt
göstererek, "BDP'liler kuzu kebabı yiyorlar, cezaevindekilere ölün
diyorlar" sözleri yalanlandı. Söz konusu fotoğrafın Mardin'de BDP Grup
Toplantısının yapıldığı Temmuz ayının sonunda çekildiğini belirten BDP
Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk'ün milletvekillerine
Temmuz ayında verdiği yemekte çekilen fotoğraf olduğunu ve açlık
grevlerinin 12 Eylül tarihinde başladığına dikkat çekti.
Kürt
düşmanlığı ile tescilli cemaatin yandaş medyasında yer alan Yeni Akit
gazetesinin bir grup BDP'li Milletvekili ve parti yöneticilerinin
Mardin'in Kızıltepe ilçesinde Ahmet Türk'ün evinde verilen yemeğin
fotosunu, "Gariban Kürtl açlığa, elik BDP'li kebaba" başlığıyla
yayınlaması Başbakan Erdoğan'a malzeme oldu.
Partisinin grup
toplantısında bugün konuşan Başbakan Erdoğan, açlık grevi yapanların
gerekçelerinin esasının cezaevi koşulları ile bir ilgisinin olmadığını
belirterek, "Kızıltepe’de bir BDP milletvekilinin evinde kuzu kebabı
yiyorsun, öte yandan cezaevindekilere 'ölün' diyorsun. Kürt kardeşlerime
sesleniyorum. Sizi istismar edenlere dikkat edin. Onlar kuzu kebabı
yerken içeridekilere ölün diyorlar. Eylem emri verenler kim, hepsi
dışarıda olan ve konforlarını tehlikeye atmayan terör baronları. Siyasi
partiye bakıyorsunuz hala İmralı’yı Kandil’i işaret ediyor" dedi.
Yeni
Akit ve Başbakan'ın 'kuzu kebabı yediler' şeklinde verilen haber ise
açlık grevlerinin henüz başlamadığı Temmuz ayının sonunda BDP'lilere
verilen yemekte çekilen fotoğraf.
Mardin'de yapılan BDP grup
toplantısı sonrasında DTK Eş Genel Başkanı Ahmet Türk tarafından
Kızıltepe ilçesinde verilen yemeğe BDP'li milletvekilleri ve parti
yöneticileri ile basın mensupları katılmış ve o tarihte yayınlanan
fotoğraflar Temmuz ayında birçok gazetede yer almıştı.
BDP Eş
Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bugün partisinin E Tipi Kapalı
Cezaevi'nde yapmak istediği grup toplantısına izin verilmemesi üzerine
cezaevi yakınında gazetecilere yaptığı açıklama sonrasında Başbakan'ın
bu sözlerini değerlendirdi. Açıklamayı yalanlayan Demirtaş, söz konusu
fotoğrafın, Mardin'de partilerinin yapmış olduğu grup toplantısı
sonrasında Temmuz ayında Ahmet Türk'ün daveti üzerine verilen yemekte
çekildiğini, açlık grevlerinin ise 12 Eylül tarihinde başladığını
söyledi.
ANF
BDP'nin "Topyekun Direniş" ilanına uyan çok sayıda kişi İstanbul'da
Okmeydanı'nda toplanmaya başladı. Polis, Okmeydanı'nın bütün
giriş-çıkışlarında yığınak yaptı.
30 Ekim'i "Topyekun Direniş Günü" ilan eden BDP’lilerin İstanbul'daki toplanma noktası Okmeydanı Şark Kahvesi oldu.
Şark
Kahvesi'ne çıkan bütün yollara çevik kuvvet polisleri, panzer ve
TOMA'larla yığınak yapılırken, BDP'liler burada toplanmaya başladı.
Sibel Yalçın Parkı'ndu kurulan çadırda 3 gündür açlık grevinde olan
BDP'liler ise Şark Kahvesi'ne doğru yürüyüşe geçti. Burada toplanacak
olan kitle, Sütlüce'deki AKP İstanbul İl Başkanlığı'na yürüyecek.
Eyleme BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ile BDP İl Eşbaşkanları Asiye Kolçak ve Ali Rıza Bilgili de katılıyor.
ANF
ZEYNEP KURAY/ Bakırköy Cezaevi'nde Tutsak
BAKIRKÖY CEZAEVİ -
Öcalan'a özgürlük talebiyle Bakırköy kadın kapalı cezaevinde 24
Eylül'den bu yana süresiz dönüşümsüz açlık grevine başlayan 10 kadın
tutsağın direnişine, 15 Ekim'den itibaren dahil olan 12 kadın tutsak,
zindanlardan yükselen çığlığa karşı hüküm süren sessizliğe "Susanlar
saldıranların suç ortağıdır" sözüyle cevap verdi.
PKK lideri
Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin sonlandırılması, ana dilde eğitim ve
savunma hakkı talepleriyle PKK ve PAJK tutsaklarının 12 Eylül'de
başlattığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi 48'inci gününü doldurup,
kritik sürece girerken , direniş kararlılığı gün geçtikçe büyüyor.
15
Ekim 2012 tarihinden itibaren açlık grevine giren ve 12'nci gününü
geride bırakan Semra Karabaş, Belgin Karaboğa, Aysel Diler, Hülya Yar,
Pervin Yerlikaya Babir, Şehnaz Akdoğan, Meltem Yıldırım, Nurcan
Yoluvercan, Emel Çetin, Yasemin Aslan, Jiyan Polat ve Ruşen Gültekin
isimli tutsaklar, bugün Kürt halkının kimlik bilincine ulaşarak, zulme
karşı değerlerine onurlu bir şekilde sahip çıkmalarının arkasında PKK
lideri Abdullah Öcalan'ın büyük emeği olduğunu hatırlatarak, "Sayın
Öcalan olmadan asla" dediler.
Kiminin köyü yakıldı, yakınları
infaz edildi. Kiminin çocukluğu cezaevi ziyaretleriyle geçerken, kimisi
devlet tarafından dayatılan asimilasyon politikaları nedeniyle ana
dillerini bilememenin ezikliğiyle büyüdüler. Ancak hiç biri Kürt
halkının yaşadığı baskı karşısında sessiz kalmadı. Bugün de aynı
duyarlılıkla bedenlerini açlığa yatırdılar.
1987 yılında Bitlis
Hizan'a bağlı Tasuh köyünde doğan Semra Karabaş, henüz 7 yaşındayken
devlet terörüyle tanıştı. Kirli savaşın en yoğun yaşandığı 1994 yılında
Kürt halkına dayatılan, „ya korucu olacaksın, ya da köyünü
boşaltacaksın" baskısıyla bir sabah ansızın köyü askerler ve Özel
Harekatçılarla sarıldı. Annesinin kendisi ve kardeşlerini korumak için
gönderildiği tarlada doğup, ilk adımlarını attığı köyünün kül oluşunu
izledi. Bu vahşet sonrası ailesiyle birlikte İstanbul'a zorunlu göç eden
Karabaş, bu kez de kimliğine yönelik asimilasyon ile karşı karşıya
kaldı. Tek kelime Türkçe bilmezken, tekçi eğitim sistemi sonucunda
anadili olan Kürtçe'yi unuttu. Gerçek ismi Berivan olmasına rağmen,
doğduğu yıllarda Kürtçe isimlerin yasak olmasından dolayı, kimliğinde
Semra ismini kullanmak zorunda bırakılan Karabaş, "bir devlet düşünün ki
bir isimden bile korkuyor" diyor. 13 Ocak 2012 tarihinde KCK adı
altında yürütülen operasyonlarda tutuklanan Karabaş, "İnsanın kimliği
bedenidir. Bunu kimse ne inkar edebilir, ne yok sayabilir. Kimse bize
dilimizi öğretip, öğrenemeyeceğimiz, kültürümüzü yaşayıp
yaşayamayacağımızı dikte edemez. Bu hususta Sayın Öcalan'ın Kürt halkına
kimlik bilincinin oluşmasında büyük emeği ve çabası olmuştur. Bunu
kimse inkar edemez. Onsuz bir çözüm arayışı, ancak çözümsüzlüğü
derinleştirir" diye konuştu.
ÖCALANSIZ BİR YANIMIZ HEP TUTSAK
Tıpkı
Semra Karabaş gibi Belgin Karaboğa da henüz 3 yaşında iken tanıştı
devletin acımasız yüzüyle. 1989 yılında doğduğu Bitlis Tatvan'a bağlı
Pinkos köyünde, 1991 yılında etrafı askerlerce sarılan evlerinden
babasının zorla alınıp götürülüşü bir film karesi gibi hafızasına
kazındı. Babası cezaevine girerken annesi ve kardeşleriyle göç ettikleri
Van'da köylerinin yakılıp, akrabalarının infaz edildiğini öğrendi.
Sonra ki yıllarda ailesi ile İstanbul'a taşınan Belgin Karaboğa, bu kez
baskıların bire bir hedefi oldu.30 Eylül 2011 tarihinde BDP'nin
yapılandırmasına yönelik yapılan operasyonlarda tutuklanan Karaboğa,
"Bugüne kadar ödenen bedellerle yaratılan farkındalıklar büyük
kazanımlar sağladı. Burada temel rol önder Apo'nundur. O gözlerime ışık
oldu. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit sürdükçe bir yanımız hep tutsak
kalacak. Onun özgürlüğü bizim özgürlüğümüzdür" dedi.
ANADİLİNİ BİLEMEMENİN EZİKLİĞİ
Aysel
Diler Van'lı bir ailenin çocuğu olarak 1988 yılında Tekirdağ'da doğdu.
Babasının 1994 yılında polisin bastığı evlerinde gözaltına alınıp
tutuklanmasıyla çocukluğu cezaevi ziyaretleriyle geçti. Okuduğu Trakya
Üniversitesi'nde süre gelen ırkçı saldırılarla kimlik bilincine varan
Biler, anadilde eğitim hakkı için mücadele ederken 19 Haziran 2011
tarihinde tutuklandı. Onurlu bir yaşan için bedenini açlığa yatırdığını
vurgulayan Diler, "Gelecek nesillerin daha özgür bir ortamda ve daha
eşit koşullarda yaşayabilmeleri için herkes elini taşın altına koymalı.
Türk ve Kürt halklarının ortak ve barışçıl bir ortamda yaşayabilmeleri
isteniyorsa, Sayın Öcalan tek adrestir. Yıllarca göç ettiğimiz batı
illerinde maruz kaldığımız yoğun asimilasyon nedeniyle anadilimizi
öğrenememenin ve bilmemenin ezikliği içinde yaşadık" diye konuştu.
1987
yılında Muş Malazgirt'te doğan Nurcan Yolvercan, İstanbul'da
öğrenciyken katıldığı basın açıklamaları gerekçe gösterilerek 9 Ocak
2011 tarihinde tutuklandı. Bugün cezaevlerinde dalga dalga yayılan açlık
grevi direnişi köprüsünün barışa vesile olması umuduyla oluşturulduğunu
belirten Yolvercan, "Taleplerimiz gerçekleşene kadar eylemimize
kararlılıkla devam edeceğiz" dedi.
GEÇ OLMADAN...
1976
yılında Dersim Pertek'te doğan Hülya Yer, BDP Parti Meclis üyesiyken 4
Ekim 2011 tarihinde KCK adı altında eş zamanlı yapılan operasyonlarda
tutuklandı. Yer direnişini şöyle özetledi,"Baskı, ret ve inkar
politikalarına muhalefet eden her kesime pervasızca saldıran AKP
iktidarı, toplumu ayrıştırma noktasına getirmiştir. Türkiye'de ki mevcut
sorunların temelinde Kürt sorunun çözümsüzlüğü yatmaktadır. Ben de
Alevi Kürt bir kadın olarak, sorunun çözüm kilidinin Kürt halk önderi
Sayın Abdullah Öcalan'ın elinde olduğunu biliyorum. 14 yıllık tecridin
Sayın Öcalan'ın şahsında özelde Kürt hareketine, genelde ise eşit, özgür
ve kardeşçe bir arada yaşamı savunan tüm insanlara uygulanan bir
tecrittir. Kadın rengimle bu tarihsel direnişte yer almayı vicdani bir
sorumluluk olarak ele alıp, taleplerimiz kabul edilene kadar direniş
bayrağını elden bırakmamaya kararlıyım. Duyarlı olan tüm kesimlerin
ayağa kalkmasını bekliyorum. Bedenimizi onurlu, eşit ve kardeşçe bir
yaşam için açlığa yatırmışken, bu çığlığın karşısında sessiz kalanlara,
Hz Ali'nin, "Suskunlar saldıranların suç ortağıdır" sözünü hatırlatmak
isterim. Geç olmadan yapılanlar önemli ve anlamlıdır. Geç yapılan hiç
bir şeyin kıymeti ve anlamı yoktur" diye konuştu.
1984 yılında
Batman'ın Beşiri ilçesinde doğan Emel Çetin, İstanbul Üniversitesi
İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde
okurken, muhalif Kürt bir öğrenci olduğu ve demokratik taleplerinin dile
getirildiği basın açıklamalarına katıldığı için 11 Mayıs 2012'de
tutuklandı. Çetin, "Eylemimiz Kürt halkına kimliğini kazandıran, onu
yeniden yaratan Sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşana kadar tüm
kararlılığıyla sürecek" dedi.
BASINDAN BASINA : ÜÇ MAYMUNU OYNAMA
1982
yılında Diyarbakır Ergani ilçesinde doğan Pervin Yerlikaya Babir, 20
Aralık 2011 tarihinde Özgür Basın'a yönelik KCK adı altında yapılan
operasyonda tutuklandı. Sayın Öcalan nezdinde tüm kürt halkı üzerinde
uygulanan tecridin kaldırılması ve yıllardır süren asimilasyon
politikasını sona erdirip, anadil hakkının verilmesi herkesin bilip,
bilmezden geldiğini hatırlatmak için açlık grevinde olduğunu hatırlatan
Babir, basına," Üç maymunu oynamaktan vazgeçin " diye seslendi.
KARANLIĞI YIRTACAĞIZ
1989
yılında İstanbul'da doğan Meltem Yıldırım tarihi bir sürecin
yaşandığını belirterek "Özgürlük hareketi bizlere bu süreçte başımız dik
bir şekilde direnmenin imkanını sağladı. Yüzlerce arkadaşımla birlikte
bu süreçte açlık grevinde yer almaktan dolayı onur duyuyorum. Açıktır ki
tarihin altında kalan biz olmayacağız. Zaman ilerliyor. İnsanlar
bedenlerini büyük bir kararlılık ve iradeyle ölüme yatırıyorken, buna
seyirci kalmak tarihin altında kalmaktır. Tüm yurtsever, devrimci,
demokrat ve duyarlı kesimleri de rollerini oynaması, geleceğe alnı açık,
başı dik bir şekilde çıkabilmek için, sesimize ses olmaya davet
ediyorum. Tek silahımız bedenlerimizi namluya sürdük, karanlığın
ortasına nişan aldık. Ya yırtacağız ya yırtacağız karanlığı" diye
konuştu.
BDP üyesi olduğu gerekçesiyle 4 Ekim 2011 tarihinde Kürt
siyasetçilere yönelik yapılan eş zamanlı operasyonlarda tutuklanan 27
yaşında ki Şahnaz Akdoğan, direnişinin anlamını çocukken yaşadığı bir
olayla anlatarak şöyle ifade etti, "Küçük bir çocukken iki civcivim
vardı. Ele avuca sığmazlardı. Bir sabah kümeslerini açmak için
gittiğimde, birinin cansız bedeni yerde yatıyordu. Başı yoktu ve kanıyla
, "hepinizin başınızı keseceğiz" diye yazmışlardı. Diğerini ortada
bulamadım. Onu da götürdüklerini sandık ve çok üzülmüştük. İki hafta
sonra bir sabah onun sesiyle uyandık. O gün çok neşeliydik çünkü
ölmemişti. Kaçmış ve kendini kurtarmıştı. Günlerce açlığa ve soğuğa
dayanmıştı. Ortaya çıktığında büyümüştü. Çok güzel bir duruşu vardı.
Meydan okuyordu adeta. Bu olay kimliğimin dışlanmışlığı ile tanışmamdı.
Bir civcive bile tahammülleri yoktu. Kürdün civcivi bile ölmeliydi onlar
için. Ama biri kurtulmuş ve büyümüştü. Bizler gibi yaşamayı ve
yaşamıyla umut olmayı başarmıştı" diye anlattı.
GÜNEŞSİZ BİR YAŞAM OLMAZ
2,5
yıldır tutuklu olan 21 yaşında ki Jiyan Polat, direnişin onun için ne
anlama geldiğini şöyle anlattı, "Bende bir Kürt bireyi olarak,
İmralı'daki tecridin kırılması için rolümü oynamak istiyorum. Bunu
halkıma bir borç olarak görüyorum. İsmim gibi yaşamayı çok seviyorum. Bu
borcu ödeyebilmek için en sevdiğim yaşamdan vazgeçmeyi göze alıyorum.
Güneşle aydınlanmamış böyle bir yaşamı da zaten istemiyorum" diye
konuştu.
Yasemin Aslan 2008 yılından beri tutuklu, "Acaba
eylemimizin sebebini biliyor musunuz? Eylemimizin sesini duyabiliyor
musunuz? Eylemimizin dilinden anlıyor musunuz? Duygularımızı
hissedebiliyor musunuz?" diye soran Aslan, "Dilimiz asimile olmaya doğru
gidiyor, baş ve bedenimiz birbirinden ayrılıyor, akıl ve yürek
seslerimiz birbirinden kopartılıyor. Bizler hep beraber özgürlük
orkestrası olacağız. Onurlu bir ölüm, esir-köle, asimile ve anlamsız bir
yaşamdan daha anlamlıdır. Bu esasla yüzümüzü Güneş'e döndük ve diyoruz
ki; direniş yaşamdır" diye konuştu.
ÖLÜMLERDEN AKP SORUMLUDUR
16
Nisan 2012 tarihinde tutuklanan Ruşan Gültekin de "Her şeyi göze
alarak bu direnişe başladık. Artık oyalama taktikleri ve yaratılmak
istenen sahte umutlara dur demek için, bedenlerimizi açlığa yatırdık.
Geri adım atmayacağız, finaldeyiz. Olası ölümlerden ve ya sakatlıklardan
başta AKP hükümeti olmak üzere bu çığlık karşısında duyarsız kalan
kesimler sorumludur" dedi.
ANF
Erdoğan'ın Berlin gezisi nedeniyle Almanya'nın günlük gazetelerinden
Junge Welt, bugün Türkçe "Savaş kışkırtıcısı defol!" manşetiyle çıktı.
Türkiyeli göçmenlerin Erdoğan'ı Almanya'da istemediğine dikkat çeken
gazete AKP hükümetinin Kürt, azınlık ve Suriye ile savaş politikasına
yer verdi.
Erdoğan'ın yarın Berlin'de başbakan Angela Merkel
yapacağı görüşmede Suriye'ye yönelik olası bir savaşta Almanya'dan
yardım isteyeceğini yazan Junge Welt, AKP hükümetinin savaş
politikasının Türkiye halkları arasında tepkiye neden olduğunu
hatırlattı. Nick Brauns imzalı haber-yorumda özetle şu görüşlere yer
verildi:
"Geçtiğimiz Mart ayında Bochum'da Erdoğan'ın proteste
eden Aleviler, Kürtler, Ermeniler Çarşamba günü bu kez birlikte protesto
mitingi düzenliyor. Türkiyeli göçmen gruplar 'savaş kışkırtıcısı
Erdoğan'ı Almanya'da istemediklerini duyuracaklar. Erdoğan'ın Almanya'da
olduğu günlerde 12 Eylül'den bu yana Kürt tutukluların başlattığı açlık
grevi eylemi de sürmüş olacak.
Bugün ise Erdoğan ve Türk
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Alman dışişleri bakanı Westerwelle ile
birlikte diplomat mahallesi Tiergarten'da dünyanın en büyük Türk
Büyükelçilik binasının açılışına katılacak. Orada da Erdoğan, İslam
karşıtı sağcı 'Pro Almanya' grubu tarafından protesto edilecek."
ANF
Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde ‘Topyekün Direniş’ çağrısına yanıt
vererek yürüyüşe geçen onbinlerce kişi polisin gaz bombalı terörü
karşısında geri adım atmayarak taşlarla karşılık verdi. Barikatların
kurulduğu ilçenin dört bir yanında yoğun çatışmalar yaşanıyor.
Yaşamın
durduğu Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde BDP İlçe binası ile Oslo Oteli
önünde biraraya gelen onbinlerce kişi, Eski Cezaevi Kavşağı'na doğru
yürüyüşe geçti. PKK ve Konfederalizm bayraklarını açan onbinlerce kişi,
sık sık "Biji Serok Apo", "İntikam" sloganları attı.
Yürüyüşü
engellemek isteyen polis gaz bombaları ile saldırıya geçti. Polis
saldırısına barikatlar kurarak taşlarla karşılık veren onbinlerce kişi
geri adım atmadı. Gençlerin yoğun Molotof kullandığı çatışmalar ilçe
geneline yayılmış durumda.
ANF
"İnsanlar hep soruyorlar. İnsanlar hep
soruyorlar. Bobby, Bobby! Biz kimiz. Nereden geldik. Nereden geldik.
Onlara söylüyoruz. Onlara söylüyoruz. Biz Belfast'tanız. Biz
Belfast'tanız. Güçlü, güçlü Belfast. Güçlü, güçlü Belfast. Eğer bizi
duymazlarsa... Eğer bizi duymazlarsa... Yüksek sesle bağırırız. Yüksek
sesle bağırırız." (Açlık filminden)
Nasıl anlatılır ki şimdi.
Şimdi orada "Taş Bina"ların içinde sözcükler kururken, erirken ve harf harf dökülürken "açlık" içindeki bedenlerden...
Nasıl yazılır ki şimdi.
Şimdi
dışarıda, "Taş Bina"ların dışında, kocaman bir dünya ve içindeki
insanlar sonsuz bir zamandaymışçasına anın mutluluğunu kuruyan, eriyen,
"açlık" içindeki bedenlerden habersiz, sessiz ve suskuncasına
yaşarken...
Zor... Hem de çok zor yazmak... Hani derler ya hep
"yaşayan bilir" diye. Yaşayanın neler yaşadığını sadece onu "yaşayan
bilir" de ondan. Belki hikayesi, öyküsü, romanı, şiiri yazılabilir.
Kimbilir belki filmi de yapılabilir yıllar sonra. Yine de anlatıl(a)maz
tam olarak yaşayanın neler yaşadığı...
İşte Steve McQueen'in
"Açlık/Hunger" filmi de "Taş Bina"nın içinde bedenini, yaşamdan kalan
son şeyi yaşamının son savaş alanı olarak görüp de "ölüme yatan" Bobby
Sands'ın gerçek yaşam öyküsünü, yaşadıklarını, bize anlatmaya çalışır.
2008
yapımı "Açlık" filminde Steve McQueen IRA (İrlanda Kurtuluş Ordusu)
lideri Bobby Sands'ın Maze Hapishanesi'ndeki son günlerini -altmış altı
gün süren açlık grevini- hapishanede mahkumlara uygulanan ve izlerken
bakmakta zorlandığımız işkenceleri de gösterir tüm çıplaklığıyla.
McQueen, olağanüstü görselliklerle dolu "acı" sahneleri sinemanın dilini
etkili bir şekilde kullanarak yapar bunu.
Senaryosunu Enda Walsh ve
McQueen'in birlikte yazdığı filmde Michael Fassbender (Bobby Sands),
Stuart Graham (Ray Lohan), Liam Cunningham (Papaz Don), Helena Bereen
(Bobby Sands'ın annesi) gibi oyuncular oynar. McQueen'in 2011 yılında
çektiği "Utanç/Shame" adlı filminde de oynayan Michael Fassbender "ölüme
yatan" ve gün gün eriyen Bobby Sands'ı yalın bir şekilde canlandırarak
ölüme doğru giden bir insanın yaşadıklarını bize hissettirir. Sergilenen
oyunculukların yanı sıra filmin kurgusu ve görselliğinin gücü de
yaşananları hissetmemizi sağlar. Film, 1981 yılının Kuzey İrlanda'sında
geçer.
İngiliz hükümeti IRA'lı mahkumlara ait tüm politik hakları
geri almıştır. Bunun üzerine Maze Hapishanesi'deki IRA'lı mahkumlar
"battaniye" ve "yıkanmama" protestosuna başlar. İşte film de bu protesto
sahnesiyle başlar. Film sadece IRA'lı tutsakları ve Bobby Sands'ın
açlık grevini anlatmakla kalmaz, yer yer de onlara o insanlık dışı
işkenceleri yapan polis ve gardiyanlara da kamerayı çevirir.
Protesto
sahnesinden hemen sonra suyla dolu lavaboya yaralarla kaplanmış
ellerini koyan -filmin ilerleyen sahnelerinde birkaç kez daha göreceğiz-
bir adam görürüz. Adam suya elini koyarken acısı yüzüne yansır. Sonra
ütülenmüş kıyafetlerini giyer, eşinin hazırladığı kahvaltısını yapar ve
evden çıkar. Ancak adam tedirgindir, kaygılıdır. Tıpkı pencereden bakan
eşi gibi. Etrafa göz atar, sonra arabasının altına bakar ve arabasını
çalıştırıp gider.
Biz bu adamın ellerinin neden yaralar içinde
olduğunu, neden tedirgin ve kaygılı olduğunu, neden arabasının altına
baktığını, neden eşinin kaygılı bir şekilde pencereden ona baktığını
anlamayız. Tıpkı arabasıyla nereye gideceğini bilmediğimiz gibi.
Arabasıyla
giden adamın radyosundan "yıllardır tekrarlanan bu kirli protesto ve
battaniye protestosunun aslında temelinde hep aynı talep yatıyor;
politik haklar... Açıklamak gerekirse istekleri, kendilerinin politik
eylemler diye nitelendirdikleri bu korkunç suçları işlemiş olanlara
farklı muamele edilmesi. İşte hükümet bunun garantisini vermiyor..."
diyen bir İngiliz siyasetçinin sözlerini de dinleriz.
Adama dair bu
bilmeme durumu kıyafetlerini giymeye çalışan gardiyanların odasına
girinceye kadar devam eder. Bilmeme durumu bizde bilme evresine geçerek
adamın da Maze Hapishanesi'nde bir gardiyan olduğunu ve ellerinin de
niçin yaralarla dolu olduğunu açıklar: Mahkumlara yaptığı işkenceler.
Film,
cezaevinde insan olmanın dayanılmaz acısına, onların yaşadıklarına,
onlara yapılan işkencelere, aşağılanmalarına ve vahşete, bu işkencelere
karşı mahkumların direnişlerine, onlara işkence eden gardiyanların
IRA'lı militanlar tarafından öldürülmelerine -ki öldürülen on altı
gardiyan arasında sadece filmin başında kim olduğunu anlamaya
çalıştığımız adamın öldürülmesini görürüz- mahkumların aileleri
aracılığıyla dışardan içeriye, içerden dışarıya "bilgi" taşımalarına,
temel insani politik haklarının ellerinden alınışına, İngiliz
hükümetiyle yapılan görüşmelere de değinir.
Filmde İngiltere'nin
"Demir Leydi" lakaplı başbakanı Margaret Thatcher'in "Gözden düşmüş
amaçlarının başarısızlığıyla yüzleştiklerinde şiddet yanlıları ellerinde
kalan son kartı oyuna sürmeyi tercih ettiler. Hapishanedeki açlık
grevini ölüme dönüştürerek uyguladıkları şiddeti kendilerine yöneltiler.
Gerilim yaratmak, acı ve nefret ateşini körüklemek için en temel insani
duyguyu, merhameti kullanmaya çalışıyorlar..." diyen sesini de
işitiriz.
Filmin en önemli sahnesi IRA lideri Bobby Sands ile
arkadaşı, yoldaşı Papaz Don arasında geçen uzun diyaloglu bölümdür. Ki
bu bölüm insanların ellerinde kalan tek şeyleri olan bedenlerini
yaşamının son savaş alanı olarak görüp de niçin "açlık" içinde bırakmak
istediklerini anlatmasıyla öne çıkar.
On altı dakikası tek planda
geçen ve yaklaşık yirmi üç dakikayı bulan bu sahnede Bobby Sands ile
Papaz Don arasında Belfast'a, temiz havaya, kırlara, çocukluk
özlemlerine, İncil'e, İsa'ya, günah çıkartmaya, Papaz Don'un kendisinden
önce rahip olan kardeşi ile olan sorunlarına, IRA'nın mücadelesine,
hayal kırıklıklarına, yaşama, insana, Sands'ın on iki yaşındayken
Donegal'de yaşadığı ana -yukarıda alıntılanan sözcükler- dair konuşmalar
geçer.
Filmin bundan sonrasında da Bobby Sands'ın hayatına saygı
duyduğunu söyleyerek "Hayatım benim her şeyim. Özgürlük her şeyim. Bu
davaya sarsılmaz bir sevgi duyuyorum. Hayatımı tehlikeye atmam
yapabileceğim tek şey değil Don. Doğru olan bu..." dediği ve harekete
geçerek bedenini yaşamı için ölüme yatırdığı anı anlatır.
Bobby
Sands'ın "açlık" içindeki bedeni kademeli olarak erir ve açlık grevinin
altmış altıncı günü "ben bir tarla kuşuyum" dediği kuşlarla birlikte
Belfast'tın kırlarına doğru uçar.
Bobby Sands açlık grevini
sürdürdüğü sırada 1981 yılının nisanında yapılan seçimlerde İngiliz
Parlamentosu'na Sinn Fein partisinden milletvekili olarak seçilir. Onun
başlattığı açlık grevi yedi ay sürer. Bu açlık grevinde dokuz kişi daha
yaşamını yitirir. İngiliz hükümeti Bobby Sands'ın başlattığı bu eylem
ile mahkumların tüm taleplerini kabul etmek zorunda kalır.
Steve
McQueen'in "Açlık" filmi bize sert gelse de izlenilmesi gereken bir
film... McQueen'in sinema diliyle Maze Hapishanesi'nde yaşananları
anlatmaya çalıştığı "yaşanmışlık"ları izlerken farklı zaman ve
mekanlarda da benzer şeylerin yaşandığını, ama unutmadan, ama
hatırlayarak izleyin. Ve bilmem biliyor musunuz bugünlerde de -kırk
sekiz gün oldu- bir şeyler kaybolmaya, erimeye, yitirilmeye başlanıyor
orada, "Taş Bina"ların içinde.
* "Taş Bina" sözcüğü Aslı Erdoğan'ın "Taş Bina ve Diğerleri" adlı kitabından alınmıştır.
KENAN TEKEŞ/BİANET