15 Şubat 2011 Salı

‘Farklı Sesler’-2


AKP’lilerin ‘’yakında farklı sesler çıkacak’’ söyleminden kast ettikleri nedir?

AKP’lilerin ‘’yakında farklı sesler çıkacak’’ söyleminden kast ettikleri nedir?

Tüm dinamiklerin PKK karşısında aktifleştirilmesinin tek seçenekte, aynı merkezde ittifaklaştırılması olarak algılamamak lazım… Çoğu zaman devlet için önemli olan bunların PKK karşısındaki biraradalığı değil, toplamıdır.

Yerel seçimlerin seçim yöntemiyle genel seçimlerin seçim yöntemi birbirinden farklı olduğu için AKP baraj farkıyla muhtemelen seçimlere bağımsız girecek BDP’nin Kürt adaylarının meclise girebilme olasılıklarını kemirecektir. Her ilde ayrı politika izleme ihtimali yüksektir. Yani Hizbullaha, pasifist Kürde bir iki yerde bağımsız destek verip milletvekili çıkartabilir. Çünkü seçimlerin bir boyutu kimin kaç milletvekili çıkardığı iken diğer boyutu eşkıya hançerlerinin siyasallaşmasıdır.  Farklı seslerden kasıt hem bu eğilim ve çetelere meşruluk arama hem de onları niteliksel bir durumla canlı tutma durumudur.

AKP bunu yapmak durumunda çünkü Kürtlerin özgürlük istemleri giderek Kürdistan’da kurumsallaşmakta ve kendini gündemleştirmektedir. Bir taraftan bunun önünün alınmama durumu var, diğer tarafta PKK karşısında kullanılmış güçlerin istemekte olduğu bir pay var. Mesela eski generaller ‘’biz zor koşularda PKK’nin en güçlü durumuyla savaştık pay istiyoruz’’ diyorlar. Bunun karşısında bir kısmı siyasi partilere teşvik edildi bir kısmı düşünce kuruluşlarında AKP’ye akıl vermektedir.

Hizbullah liderleri ve örgütü de on yıl bile cezaevlerinde dayanıp fedakârlık yapamadılar önce koşulları düzeltilip internet vb. iletişim araçları sağlandı, daha sonra direk salıverildiler. Hizbullah’ta ‘’90’i yıllarda bizden olmasaydı devlet PKK’yle savaşmayacak duruma gelmişti, bizimle birlikte savaşır duruma geldi’’ diyor.  Güneyli güçlerde kapalı kapılar ardında hata bazen açık ‘’bu hareketle silahlı mücadeleyi yine biz verdik’’ demektedirler.

Orta Doğuda ve Kürdistan’da bu pazarda en ucuz elbette Güneyli Güçler yer almaktadırlar.  Irak genel seçimlerinde Baaslılara Türkmenleri kanalize eden Türkiye’nin yaklaşımına karşın oluşturulan hükümet kabinesinde Kürtlerin tavrı yine ‘’Türkmenlere şu bakanlıkları vereceksiniz’’ olmuştur. Yetmiyormuş gibi Güneyli Kürt liderler neredeyse AKP’nin Kuzey Kürdistan’daki seçim propagandasını AKP’den önce başlattılar.

AKP’liler neden devletin tüm desteğini, Fethullahçısını, liberalini, ‘demokratını’ ve hatta faşistini kendisinde birleştirip Kürdistan’a çıkarma yapmasına rağmen halen daha ‘’farklı sesler’’ diye bir umut arayışına giriyor. Özgürlük hareketine karşı AKP’nin kendisi ‘farklı sesler platformu’ değil midir?

Kimdir bu AKP destekli farklı sesler?

-En başta AKP platformunun kendisidir.

Kimdir bu farklı sesler?

-Devletin diyanet kurumuyla Kürdistan’a gönderilecek sayıları onbinleri bulan özel imamlar ordusudur. Zaten devletin Alevisi, Êzidisiyle Müslüman olmayan Kürdün dinini yasaklarken Müslüman olanında Sünniliği bile devletin baskısına maruz kalmış, Şafilik yerine Hanefiliğe zorlamıştır. Bu durum teşhirini bulmamıştır.

Kimdir bu farklı sesler?

-Yıllarca cellâtlık yapmış Hizbul-Kontra çeteleridir.

Ahmet Altan’ın başbakan karşıtlığı öyle basit bir durum değildir. Hizbullah tetikçileri bırakıldığında Türk basını olayın hukuksal skandalından çok Hizbullah’ın güçlü olduğunun, güya ‘Kürdistani’ bir hareket olduğunu ön plana çıkarmıştır. Hatta hukuksal değerlendirme yapmak için Türk televizyonlarına çıkan avukatlar ‘’ bölgede yerli olmayan Fethullahçılar ve AKP’dir’’ yorumunu yaptığında kulağa hoş gelse de bununla Hizbullah’ın bu güçlere karşı değil öldürdüğü binlerce yurtsevere rağmen Kürdistan’da siyasileştirilmesidir.

Barzani ve Talabani’ye yakın bir kaç grupçuğun oluşturduğu TEV-KURD’ UN 2009 yerel seçimleri öncesinde ‘kazanımcılık, yapıcılık’ adıyla Hizbullahçıların kurumlarını ziyaret etmesi bu sürecin çok öncesinden başladığının kanıtıdır. Bu yapıların bir kısmı PKK’den onlarca yıl önce kurulmuş olmalarına rağmen Kürdistan’ın bir tek köyüne yapıcı yaklaşıp çalışma yürütmemişken Hizbullah’a ‘yapıcı’ davranmaları pek de akıldan mantıktan uzaktır. Muhtemelen bunlar tekrardan yakınlaşırlar( bu Barzani ve Talabani’den habersiz değildir) ve bu sefer bir kısım cahşı da katabilirler.

 Kimdir bu farklı sesler?

Dersime gidip ‘’Ben Tunceliliyim’’ diyen, Dersimi Tuncelileştirdikçe Türkleştiren, Kürd Dil talebini şerefine dokundurtacak kadar Türkleşen ama Kürde peşkeş çekilen CHP’nin Kürt modeli Kılıçdaroğlu ve CHP’sidir.

Evet, kısacası kendinden en uzak olanın kendisine en yakın gösterildiği tüm kesimler,  AKP’nin gülümseyen deyimiyle ‘’farklı seslerdir.’’

Televizyonlarda Kürtler adına siyasal cahşlık yapanlardan tutalım, CHP’nin yeniden yapılanmasına, Hizbullah’ın siyaset sevdasına kadar tüm yapıların PKK karşısında hareket edebilecek şekilde güncelleştirildikleri açıktır.

Bütün bunların birbirleriyle ister aynı platformda isterse de 3-4 platformda bulunsun aynı doğrultuyu paylaştıkları ve plan merkezlerinin aynı olduğunu okuyabiliriz.  Seçimlerden sonra en iyi ihtimalde devlet bir çözüm modeliyle Kürdistan’dan tamamen çekilse bile PKK ile savaşırken; geçmişte Kürdün önüne koyduğu tüm barikatları tekrardan canlandıracağı açıktır. Hatta bu güçlerin canlandırılma istemi uluslar arası güçlerin doğrudan bir istemi olma durumu da ihtimaller arasındadır.

Yapılması gereken özgürlük savaşı sırasında savaş suçu işlemiş bu yapıların bırakalım meşrulaşmasını nefes bile aldırmamaktır. Hatta milletvekili çıkartıp çıkartmayacakları tartışmasına dolanmamak devletin dayattığı bu hareketliliği daha derinlikli algılama ihtiyacı her zamankinden daha fazla kendisini dayatmaktadır.

Evet seçime doğru giderken güncel durumu iyi okuyup taktik belirlemek gerekir; ama nasıl bir sürece start verildiğini algılamak seçimlerin de ötesinde bir ufkun en acil gerekliliğidir.

Ozan Erdem

‘Farklı Sesler’-1



Bugünlerde farklı sesler duyuyoruz...
İran’da idam sehpasında olan gencin halk tarafından sahiplenilmesi ve bu sahiplenmeden dolayı İran İslam Rejiminin bu durumu Celal Talabani’ye mal etmesi ilginçtir. Elbette komşu ve işgalci ülkelerin Kürtlerin ter ve kanlarıyla elde ettikleri kazanımları Güneyli güçlere teslim etme biçimi yeni değildir.
Yine bugünlerde PJAK’ı suçlayıp teröristleştiren bir zihniyetin ardında bir gencin idam edilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Hoşyar Zebari’nin İran’ı aklayan Kürtleri karalayan açıklaması geri çekilse de ateşkes yapan PKK’ye karşı yine bir çeperin döndüğü görülmektedir.

Aynı zamana denk gelen Adıyaman Valisi ve Belediye başkanının 40 kişiyle 11 Ocak’taki Süleymaniye ziyareti tesadüf değildir.

Bilindiği gibi Mevlana Halid Nakşibendi Tarikatını yayarken start verdiği yerlerden bir tanesi Süleymaniye’dir. İlk başlarda kendilerine karşı tehlikeli gördükleri Nakşîciliğe karşı Halid’i İstanbul’a davet edilerek bu işi ta baştan beri budamaya çalışmışlardı.  Adıyaman bugün en sahte Nakşîciliğin olduğu bölge ve böylesi bir ilişki düşündürücüdür.

Celal Talabani’nin İstanbul ziyaretinde TRT’ye katılarak ‘’Seçimlerde AKP’ye yardımcı olabiliriz’’ açıklaması beraberinde birçok soru getirmektedir.

Seçimlerde yardımcı oluruz diyen Güneyli güçler Kuzeyde kimi temsil etmektedirler? Kuzeyde aktif kitlenin %95inden fazlasını temsiliyetini BDP yaptığına göre Talabani ya pasif Kürtlerin ya da işbirlikçi Kürtlerin temsilcisidir.

Bence ikisi de doğrudur.

Nasıl?

Pasif Kürtlerin temsiliyetiyle ip atlamak Kürtleri pasifize etmektir. Bu pasifizeliği devletin yüce konta gücü AKP’ye katmayı vaad etmek aynı zamanda işbirlikçiliği teklif etmektir.

Devletin PKK karşısında dinamikleştirmeye çalıştığı, daha doğrusu dinamitlemeye çalıştığı tiplerin kendilerine bakıp gülümsedikleri ayna Güneydeki oluşumun kendisidir. Bu oluşumun kuruluş felsefesi de biraz bu yönlüdür. PKK’yi şiddetle suçlayan zihniyet niye 20 yıldır kurulmasına rağmen siyasi partilerin askeri güçlerinin yerel Kürt Hükümetine devredilmediğini dile getirmiyorlar. Bu en büyük şiddet değil midir?

Mademki demokrasi demagogluğu yapılacak o zaman bırakın devletle her gün çatışan güçleri uğraştırmayı da üç ilde üç ordu (Goranda beli bir askeri gücü kendisinde toplamış) kurulmasının demokratlığını yapın bakalım.

Neyin karşılığında bu kadar parçalı olan bir yer ayakta kalıyor?

1991’den bu yana Güneyde evcileştirilen yirminin üzerinde Batı Kürdistanlı dört-beş tanesi Kuzeyli ve dört- beş tanesi de Doğu Kürdistanlı olmak üzere toplamda otuzun özerinde siyasi parti ve grup bulunmaktadır. Bunlar Güneye getirildi peki ne oldu?

Kürtler 20 yıldır kendi tarihlerini özetleyen kısa metrajlı bir filme, bir trajediye tanıklık etmektedirler.

Biz bu otuz rakamına eski serhıldan mirasçılarını katmadık, bugün bunların tamamının Kürdistan’da bir köy hatta bir mezra bile etkileyecek etkinlikleri kalmamıştır. Yetmiyormuş gibi önce mezarlaştırılan ( kendileri de ölü olduklarını beyan ediyorlar) bu oluşumların şimdi de tapınaklaştırılmaya çalışılması içine girilen trajediyi gözler önüne sermektedirler.  Kürtlerin bu tapınaklardan umut beklemesini çabalıyorlar.  

PKK bu 20 yılda önce bu mezarlığa sonrada bu tapınağa gelmeyen gerçeğin ta kendisidir.

TC eski Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt 2007 Martında Harp Akademilerinde yaptığı konuşmada güya özeleştirisini vererek Peter Drucker'in "Bugünün sorunları, dünün çözümleridir" sözünü hatırlatarak; "Bugün ürettiğiniz çözümler yarınlara sorun olarak yansıyacaksa, bu büyük bir yanılgıdır. Bugün karşımızda bulunan birçok sorunun, geçmişin yanlış çözümleri olduğunu kabul etmemiz gerektiğine inanıyorum. 1991 yılında Irak'ta 36'ncı paraleli çizip, ona destek vererek, Kuzey Irak'ta bugünü yarattığımız bir gerçektir. Kendi yaptığımız hataları da başkasına yükleme şansımız yoktur." diyordu.  

Büyükanıt’a göre o günün şartlarının belki bunu gerektirdiği ama bugününün şartlarında yeniden düşünüp yola devam edilmesi gerektiğini söylüyor. Zaten arkasında Medya Savunma Alanlarına bomba, Güneye Türk sermayesi yağıyor.

Mam Celal’ın tarihsel olarak yaptığıyla Bay Büyükanıt’ın yaptığı özünde aynı şeylerdir ‘’Bir Kürdü kurtar; on Kürdü as, bir parçayı kurtar; on parçayı yok et’’ politikasıdır. Yoksa cellâtların idam sehpasında bekleyen özgürlük savaşçılarına ‘’terörist’’ diyebilecek kadar kişiliksizleşen siyasetin ve siyasi kişiliğin gerçeği neyin nesidir? Biri cellâtlara alkış çalarcasına tempo tutuyor,  diğeri oy topluyor; alın size 36. Paralele dayatılan ucube özgürlük anlayışı.

Seçimler öncesinde Özgürlük hareketini bekleyen tehlike 90’i yılların savaşının günümüzdeki niteliksel siyasal dönüşümüdür. Yıllardır bu savaşın TC tarafından koordine edildiği doğrudur. Ancak gerek TC olsun gerekse uluslar arası güçlerin bu savaşı koordine ederken herkese ayrı ayrı rol verdiği kesindir. Şimdi hareketin kazanımlarının 2009 yerel seçimleri ve referandum ardında daha da güçlenmesiyle birlikte niteliksel kazanımlara karşı niteliksel bir çıkışın gereksinimi duyulmaktadır. Bunu da geçmişte PKK karşısında savaştırılmış tüm aygıtların siyasal gücünü açığa çıkartarak denemek istenmektedirler.

Ozan Erdem

Türkiye Kültürel Soykırımcı Modeldir


Halk direnişiyle Mısır diktatörü devrildi. Bu halk hareketi Ortadoğu'da bir dönüm noktası olacaktır. Özellikle Arap dünyası bundan sonra eskisi gibi olmayacaktır.
Halk direnişiyle Mısır diktatörü devrildi. Bu halk hareketi Ortadoğu'da bir dönüm noktası olacaktır. Özellikle Arap dünyası bundan sonra eskisi gibi olmayacaktır. Zaten şimdiden diğer ülkelerde etkisini göstermektedir. Kuşkusuz bu bir halk hareketidir; herhangi bir devletten esinlenmiş bir hareket değildir. Filistin intifadasından mutlaka etkilenmiştir. Ancak en az bunun kadar yıllardır Türk devletine karşı her türlü baskıya direnen Kürt halkının serhıldanlarından da etkilenmiştir. Ama bugünden sonra Mısır halk hareketi de diğer halk hareketlerini etkileyecektir.
Tunus ve Mısır halk hareketinin Türkiye'den etkilendiğini söylemek en başta da bu halklara hakarettir. Belki başbakan Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sözleri Arapların hoşuna gitmiştir. Ancak Türkiye'nin bu halk hareketlerini etkileyen ne demokrasisi ne de özgürlük anlayışı vardır. Türkiye, Ortadoğu'da “sıfır sorunlu politika” söylemiyle bölgenin bütün diktatörlükleriyle iyi ilişkiler içinde olmuştur. İran’da halk harekete geçtiğinde halkın yanında değil, halkı bastıran rejimin yanında yer almıştır.
Türk devleti bırakalım Ortadoğu'da, dünyada bile görülmeyen bir kültürel soykırım yapan ülkedir. Günümüzde en büyük suçlar; kimlik, dil ve kültür üzerindeki baskılardır; farklı Kürtleri yok etmektir. Bunu hala açıkça yapan ve savunan tek ülke Türk devletidir. Kürtleri yok etme hedefinden vazgeçmemiştir. İran ve Suriye bile Türk devleti Kürt sorununu çözmediği için Kürtlerin talepleri karşısında baskıcı politikalar izlemektedir. Türkiye Kürt sorununu çözsün, ikinci gün İran ve Suriye de bu sorunu çözecektir. Güney Kürdistan'daki kazanımlar üzerindeki tehdit de ortadan kalkacaktır.
Kürt halkı, Türk devletinin bu politikalarına karşı sürekli ayakta olmuştur. Mısır’da halk on sekiz gün tahrir meydanında isyan içinde olmuştur. Kürtler ise yıllardır ayaktadır. Türk devletinin de özgürlük ve demokrasi isteyenlere karşı nasıl bir devlet terörü uyguladığını herkes görmektedir. Halklar bu durumda Türk devletini değil de bu zorbalığa karşı direnenleri örnek alırlar. 
Türkiye'nin halklar için örnek alındığını gösteren hiçbir veri yoktur. Aksine Türkiye özellikle Arap ülkelerinde sevilmeyen bir ülkedir. Başbakan’ın İsrail’e yönelik çıkışları bu kötü imajı silmeye yönelik olsa da Türkiye'ye karşı güvensizlik hala devam etmektedir. Çünkü Türkiye'ye güvensizlik bu toplumlarda derinliklere yerleşmiştir. Zaten Başbakan’ın İsrail’e yönelik sadece sözde kalmaktadır. ABD'ye fazlasıyla bağlı olan Türkiye'nin İsrail karşıtlığının söylemden öteye gitmeyeceğini biraz politik olan herkes bilmektedir. Zaten AKP hükümeti son aylarda İsrail’le ilişkilerinde yelkenleri indirmiştir. Seçimden sonra İsrail’le ilişkilerini eski hale getirecektir. 
AKP yandaşı basın, hükümetin Mısır halkını desteklediği yalanını atıyor. Türkiye'nin, halk hareketlerini destekleme gibi bir geleneği yoktur. Türkiye özellikle Mısır gibi ABD için önemli olan bir ülkede halk hareketine ABD'den de onay almadan olumlu yaklaşabilir mi? ABD Hüsnü Mübarek’in gitmesini istediği için Türkiye de bu doğrultuda açıklama yapmıştır. 
ABD kontrollü geçiş istemektedir. Türkiye de aynı şeyi söylüyor; kaos olmamalı, tahriklere fırsat verilmemeli, diyor. ABD yeni işbirlikçi rejim istiyor. AKP işbirlikçilik konusunda örnek olabilir, ancak özgürlük ve demokrasi için örnek olamaz. 
Demokrasinin gerçek anlamda olduğu yerde AKP gibi işbirlikçiler olmaz. Bu nedenle ABD Mısır’da ve hiçbir yerde gerçek demokrasi istemez. ABD, halkın üzerinde meşru otorite olabilecek sınırlı demokratik alanların olduğu ülke ve yönetimler istemektedir. Çünkü eski işbirlikçi yönetimler ABD'nin bölgedeki varlığını tehlikeye atar hale gelmişlerdi.  
Kelin merhemi olsa ilk önce kendi kafasına sürer diye bir söz vardır. Türkiye'nin demokratik zihniyeti olsa en başta kendi sorunlarını çözerdi. Hiçbir ülkede Türkiye'deki gibi kırk yıldır iç savaş düzeyinde süren bir çatışma yoktur. Türk devleti kendi sınırları içinde bir halkın varlığını, dilini yok etmeye çalışacak, ama başka yerlere demokrasi pazarlayacak! Buna kimseyi inandıramaz. 
Türkiye'de böyle bir sahtekârlık gerçekten de vardır. Türkiye bu yönüyle bir özel savaş devletidir. Türkiye'de aydın ve yazlar bile dünyanın başka yerinde Kürt sorunu gibi bir sorun olduğunda tam hak eşitliği ister, ama sıra Kürtlere geldiğinde aynı hakları Kürtlere layık görmezler. Hatta Kürtleri çok şey istiyor diye suçlarlar.
Türk devleti de Kıbrıs’ta Bosna’da ve işine geldiği başka yerlerde demokrasi ve özgürlük ister, ama Kürtlere sıra geldiğinde hak isteyenleri “Türkiye içinde ameliyat yapanlar” olarak suçlar. On yıllardır Kürt halkının demokrasi ve özgürlük sistemine karşı nasıl bir terör estirdiğine dünya şahittir. Dolayısıyla Türkiye Kürt sorununu, Alevilerin sorununu çözmediği müddetçe hiç kimseye ne demokrasi ve özgürlük konusunda model olabilir ne de başkalarına bu yönlü nutuklar atabilir.
Eskiden en fazla Gayrimüslim bulunan ülkelerin başında Türkiye gelirmiş. Şimdi en az Gayrimüslim’in olduğu ülkedir. Bugün Suriye’de bile Ermeni, Süryani ve başka azınlıklara Türkiye'den katbekat saygı vardır. Mısır’da on milyondan fazla Hıristiyan olduğu söylenir. Tarihsel ve toplumsal olarak bazı çatışmalar yaşansa da devlet Hıristiyanlara karşı kışkırtıcı pozisyonda olmamıştır. AKP ise hala devletin Türk-İslam stratejisi gereği Alevileri bile olduğu gibi kabul etmiyor. Yüzyıllardır izlenen politikanın yumuşak biçimini uyguluyor. Kendine göre Alevilik yaratmaya çalışıyor.
Bugün Ortadoğu'da Kürt sorunu hala devam ediyorsa bunun sorumlusu Türkiye’dir. Demokratik Özerklik ve anadilde eğitimi kabul edersek ayrı milletler doğar ve Türkiye parçalanır diyor. Kürtlerin varlığını bölücülük olarak görüyor. Şimdi böyle bir Türkiye bir yerlere örnek olacaksa bu olsa olsa olumsuz yönde olur. 
AKP yandaşı basın ve bazı yazarlar Türkiye'yi başkalarına model yapmayı bırakmalıdırlar. İlk önce Türkiye'yi kendine demokrat kendine Müslüman olmaktan çıkarsınlar. Türkiye, Kürt sorununu çözerek demokratikleşirse o zaman gerçekten tüm Ortadoğu'da demokratikleşme modeli olur. Kürt halkı da Türkiye halkı da önemli demokrasi mücadelesi vermiştir. Türkiye'deki ulus-devlet zihniyetinin gerici direnişi kırılırsa bu demokratik birikimin önü açılır ve Türkiye'nin demokratikleşmesi derinleşir ve kapsamlılaşır. 
Şu anda Türkiye'yi örnek gösterme tamamen propaganda amaçlıdır. Türk devletinin özel savaş karakterini gizlemeye yöneliktir. Bu propaganda esas olarak da Türkiye'deki antidemokratik rejimi, en önemlisi de Kürtler üzerindeki siyasi soykırımı gizlemeye yöneliktir. Kim Türk devletini demokratikleşme konusunda örnek gösteriyorsa, onlar Kürtler üzerinde yürütülen kültürel soykırıma ortak olanlardır. 
Mustafa Karasu

Model Ortaklığı Tezi ve Devrim Provaları-2

AKP’nin iktidarlaşma süreci devam ederken ABD’nin eksilmez desteğinin yanı sıra AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’ye biçilen Model Ortaklığı tanımı
Model Ortaklığı 
AKP’nin iktidarlaşma süreci devam ederken ABD’nin eksilmez desteğinin yanı sıra AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’ye biçilen Model Ortaklığı tanımı geçmişin stratejik ittifakı sözüne oranla çok daha farklı bir ilişkiye geçildiğini de gösteriyordu. 
Türkiye’nin model ortaklığı şüphesiz ABD’nin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’da oynayacağı rolle endeksli bir tanımlamaydı. Dünya siyasal ve ekonomik sistemi içinde ABD’nin rolü ve misyonu ne ise Ortadoğu’da da Türkiye’nin rolü aynı eksende yürümek zorundaydı. 
Bu şu anlama geliyor; ABD ne ise Türkiye’de o olmak zorunda. İkinci dünya savaşı ardından dünya jandarmalığına soyunan ABD’nin kapitalist dünyayı bir dönem daha kurtarması gibi Türkiye’de Ortadoğu’da yaşanan sistem karşıtlığı karşısında küresel sermayenin bu bölgeye sızmasını sağlayarak kapitalist dünyaya nefes aldıracaktı. 
2007 seçimleri ardından Türkiye dış politikasında yaşanan hareketlilik başta olmak üzere son yıllarda yaşanan birçok olay özünde küresel sermayenin bölgeye sızma girişimlerinde sürdürülen aşamalar oldu. AKP hükümetinin yeteneği ve iş bitiriciliği olarak yansıtılmak istenen birçok olay ve gelişme de aslında direkt ABD denetiminde yürütülen bir operasyonun adımlarıydı. 
Ulus devlet tekelleri ile küresel serbestlik peşindeki tekeller arasındaki çelişkilerin Türkiye’de küresel tekeller lehine sonuçlanması Ortadoğu’daki diğer ulus devlet tekellerinin de bu yönlü değişiminde büyük bir umut yarattı. Tüm bölge ülkelerinde aynı sonucu vereceği düşünülmese de en azından küçük çapta sınırlı ve bağımlı iktidarlar yaratmak üzere diğer ülkelerde de uygulanması mümkündü. 
Arap ve Müslüman dünyayı kapitalist sistem içine çekmek üzere yürütülen çalışmalarda kimi zaman bölgenin Müslüman olmayan ülkesi İsrail ile sözde çelişkiler yaşaması da bu oyunun bir parçasıydı. Yine Afrika ülkelerine açılım, Kafkas ülkeleriyle sözde iyi ilişkiler, bölgesel sorunlar karşısındaki ithal çözüm mantığı da aynı oyunun farklı ama tamamlayıcı parçalarıydı. 
Bölge nezdinden yarattığı izlenim ile ülke içindeki tutumları herkesin görebildiği gibi büyük çelişkileri de içinde barındırıyordu. İran, Lübnan, Filistin, Irak gibi ülkelerde ağabeyliğe oynayan Türkiye kendi içinde muhalif kesimlere karşı tavrıyla güçlü bir despotik faşist yönetimi de yavaş yavaş yürürlüğe koyabildi. Türkiye’deki en dinamik muhalefet gücü Kürtler karşısında uyguladığı umarsız, saldırgan tutum AKP tarzı bir yönetimin şifrelerini de ele veriyordu. Yapısındaki baskıcı despotik yönler nedeniyle demokrasiye oldukça kapalı olan Ortadoğu’da sivil toplum ve muhalefet karşısında tahammül düzeyi hiç düzeyinde seyreden bir iktidarın yapabilecekleri az çok görülüyor zaten. 
Buna rağmen bunlar görülmüyor gibi demokrasi havariliğine soyunan AKP iktidarının kendisini ithal çözümler merkezi olarak görmesi de ilgi çekici bir nokta. Kendi kendini yönetme olarak adlandırılan demokrasinin, kendisi bile olmayan, öz dinamiklere dayanmayan, dıştan yapılandırılan bir kesim ya da tekel tarafından oluşturulamayacağı da bölgede yaşanan acı deneyimlerle çoğu sefer ispatlandı. Gerçek işlevinden yani halkın sorunlarına çözüm üretmekten uzak, devlet işbirlikçisi bir sivil toplum yaratmak amacı taşıyan AKP tipi iktidarın bölge sorunlarına çözüm üretemeyeceği kesin. 
Nasıl bir iktidar ve sistem sorusuna verilecek cevaba dıştan örgütlenen, dini duyguları istismar eden, eklektik ve liberal tarzda örgütlenen, dış güçlerin eliyle oluşturulmuş bir iktidar ve sistem olamaz diyerek başlanabilir. Yoğun rahatsızlığın giderilebilirliği, haklı taleplerin uygulanabilirliği ancak bölgede bin yıllardır oturmuş olan demokratik konfederal kültür tarzında tabandan tavana dek adım adım örgütlenen halk inisiyatifleriyle mümkündür. Tunus ve bölge Arap devletlerindeki rahatsızlıkların devletlerin öne süreceği çözümlerle giderilmeye çalışılması durumunda birkaç on yıl daha halklar aleyhine kaybedilecektir. 
Umut Yeniçağ

Model Ortaklığı Tezi ve Devrim Provaları-1


Tunus’taki halk hareketi ve Mısır’daki yansıması ile birlikte Ortadoğu yeni bir döneme girerken kimi önemli sorular da cevaplanmayı bekliyor.
Tunus’taki halk hareketi ve Mısır’daki yansıması ile birlikte Ortadoğu yeni bir döneme girerken kimi önemli sorular da cevaplanmayı bekliyor. Yeni siyasal, ekonomik, kültürel, sosyal biçimlenişi halkın iradesi ve katılımıyla oluşturulacak demokrasiler mi, yoksa neoliberal düşüncenin ince ayarıyla mı olacak sorusu ise ilk sırada yer alıyor.
Yıllarca batı dünyasının desteğiyle ayakta kalmayı başaran ve Tunus halkını sömüren Zeynel Abidin Bin Ali iktidarının düşüşü ve ardı sıra geliştirilmeye çalışılan aynı tarz hükümet girişimlerinin de kabul edilmemesi bu soruların yanında yeni bir model ve iktidar tartışmasını da ateşlemiş oldu. Yine Mısır halkının Mübarek iktidarını düşürme talebi yanında alternatifsiz ve örgütsüz duruşuna yönelik de kimi belirleme ve tartışmalar sürüyor. 
Tam da bu tartışmaların ortasında sürgünden dönen El Nahda Partisi lideri Raşid Gannuşi’nin ilginç açıklamaları ise Tunus halkı yanında Türkiye halkları açısından da oldukça önemli. Halk ayaklanması ile birlikte açığa çıkan iradeyi demokratik bir yönetim için zemin yapma amacı taşıdığını söylemesinin esas politika mı yoksa yükselen demokratik rejim istemleri karşısında taktiksel bir yaklaşım mı belli değil. Bunun yanında kendine örnek aldığı parti ve düşüncenin AKP olduğunu vurgulaması bir gerçeği yansıtmanın yanında Ortadoğu’da yürütülen politikalara ilişkin de güçlü veriler sunuyor. 
Halk muhalefetini sistem içileştirmekte büyük bir ustalık kazanan küresel sistemin Türkiye’de 2000’lerin başında uyguladığı ve kendi açısından sonuç alan AKP tarzı iktidarı bölge ülkelerine pazarlamaya başladığı bu açıklamayla da aslında onaylanmış oluyor. 
Her ne kadar açıktan ilan edilmese de ABD’nin yeni bir adımı olarak karşımıza çıkan bu sürgün göçmeni girişimin, AKP tarzı bir hükümet ve beraberinde oluşturulan bir devlet yapılanmasının yaratılmasında kullanılmak istendiği açık. Daha önce desteklediği Zeynel Abidin Bin Ali iktidarının düşmesi ardından bu ülkedeki çıkarlarını kaybetmek istemeyen ABD bu sefer de bölgede ithal iktidarını örgütlemeye çalışıyor.
KRİZDEN ÇIKIŞ ÇABALARI 
Aslında ithal çözümlerin yeni başlangıcını Türkiye ABD model ortaklığı sözleriyle başlatabiliriz. Model ortaklığı ile yapılmak istenen ise uzun bir süredir yapısal bir kriz içinde bulunan küresel hegemonyanın krizden çıkmasına yardımcı olmaktı. Bu krizi aşma adına ABD’nin 11 Eylül 2001 ardından başlattığı yeni saldırı dalgası ile birlikte Afganistan ve Irak’a müdahale belirlenen yol ve yöntemlerle sonuç almadı. 
Şiddet yöntemiyle bölgesel güçleri teslim almayı hedefleyen küresel sermaye ve öncüsü ABD’nin politikaları sonuç vermeyince yeni bir yaklaşım geliştirildi. Obama hükümetiyle yeniden dizayn edilen ABD dış politikası ve küresel diplomatik hareket sözde diyalog politikalarıyla kısmi uzlaşmalara dayalı çözüm arayışlarına yöneldi. 
Bu yaklaşım da tüm radikal hareketler ve değişim karşıtı statükocu bölge güçlerini tasfiye etme amacı taşıyordu. Bunun yanında halkların demokratik hareketliliğinde yaşanan yükselmeye karşı da hareket geçirilen neoliberal politikalardı. 
Şiddet eksenli politikaların kendilerine döndüğünü gören batılı küresel güçler her türlü radikal direnişi kıracak, bölgede oluşan statükocu kesimleri tasfiye edecek ve halklar lehine gelişen demokratik yeni sol hareketleri engelleyecek yeni bir siyasi oluşumun temelini böylelikle atmış oldu.
Ilımlı İslam projesi olarak da adlandırılan bu projede pilot bölge Türkiye’ydi. Komünizme karşı oluşturulan Yeşil Kuşak projesinde açığa çıkan baş ağrılarının yaşanmaması için oldukça titizlikle üzerinde durulan bu projenin uygulanmasında Türkiye bölgedeki en uygun ülkeydi. 
Türkiye’de yıllarca iktidardan uzak tutulan ve oldukça güçlü bir örgütlenme zeminine sahip olan İslami kesim oluşturulan yeni ılımlı İslam projesinin tabanı haline getirildi. En son 28 Şubat süreciyle birlikte İran veya şeriat eksenli bir devleti/sistemi düşünemeyecek düzeyde kırılmış olan ve kapitalist ilişki ağı içinde oldukça gelişmiş yeşil sermaye ile yakın ilişkiler kuran bu taban iktidar çıkarları doğrultusunda ABD politikalarında yerini aldı.
Türkiye’deki İslam eksenli hareket bölünerek, muhafazakar kesimlerin gözü korkutularak kapitalist ahlaksızlıkla işbirliği yapabilecek yeni bir kesim örgütlendirildi. 
2002 ile birlikte hükümet olan ve son yıllarda yürüttüğü kadrolaşmayla devleti büyük ölçüde ele geçiren AKP işte bu parçalanmış yapı içinde çıkan yeni bir örgütlenmeydi. Lider olarak seçilmiş kişinin karakterinden tutalım kafa takımının niteliklerine, sloganlarından tutalım parti programına kadar oluşturulanlar tamamen bu amaca hizmet ediyordu. 
İktidara gelişinin ilk dönemlerinden itibaren yaşanan iktidar kavgaları, devletin oturmuş sistemi ile yaşanan çatışmalar Kürt halkı karşısında imha ve inkar siyasetini devam ettirme sözü üzerine dinginleştirildi.  ABD desteğinden yoksun eski iktidar kesimi bir dönem bu gerçeklik karşısında güçlü dirense de oluşturulan yeni sisteme katılım sağlamak dışında bir yolunun olmadığını anlayarak uyum sağlamak zorunda kaldı. 
Türlü oyunlarla taban desteğini oldukça zinde tutan bu parti devlet üzerindeki etki savaşını da kazanınca Ortadoğu’da oluşturulmak istenen yeni sistemin oluşturulmasında önemli bir aşama daha tamamlanmış oldu.
Umut Yeniçağ