Şam -
Suriye Dışişleri Bakanlığı BM Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi
Başkanı’na gönderdiği mektupta Türk hükümeti şikayet edildi. Suriye
rejimi, “terör gruplarının Suriye halkına karşı terör eylemleri
düzenlemeleri için Türkiye hükümetinin her türlü desteği sunduğunu”
savundu.
Resmi haber ajansı Sana’ya göre mektup Pazar günü
gönderildi. Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye hükümetinin Suriyeli masum
vatandaşları katletmek, mülklerini havaya uçurmak, ülkede bozgunculuk ve
kaosu yaymak için tekfirci, vahhabi ve El Kaide terör örgütünden binlerce
teröristin sınırları üzerinden Suriye'ye girmelerine izin verdiğini”
savundu.
TÜRKİYE HAVALİMANLARINI ‘TERÖRİZME’ AÇTI!
Mektupta
ayrıca “yıllarca terörle mücadele ettiğini iddia eden Türkiye
hükümetinin, Suriye ile olan tüm sınırlarını ve havalimanlarını terör
unsurlarına Suriye halkına katliamlar yapması için açması ve bu
unsurları desteklemesinin esef verici olduğunu belirterek bu tutumun
uluslar arası kanunlara ve komşuluk ilişkilerine ihlal, uluslar arası
terörle mücadeleye de inkâr teşkil ettiği” ifade edildi.
Bakanlık,
“Arap ve yabancı ülkelerden gelen Suriye’ye düşman örgütleri barındırıp
silah ve para desteği vermekle yetinmeyen Türkiye hükümetinin
teröristleri eğitmek için eğitim kampları açtığını, onları kucaklayıp
ağırladığını” iddia etti.
Bakanlık, Türkiye’nin silahlı
unsurları finanse ettiği, silah sağladığı ve eğittiği yönünde
uluslararası medyada yer alan haberlere de yer vererek, “Güvenlik
Konseyi ve uzman komisyonlarına gizli olmayan ve konsey üyesi pek çok
ülkenin medyasında yer alan bu tehlikeli bilgileri Suriyeli masum
vatandaşları, bölge güvenlik ve barışını tehdit etmesi nedeniyle
soruşturma, bu ihlallere son verme, sorumluları, finansörleri ve
destekçilerini cezalandırma” çağrısında bulundu.
Mektupta, Sunday
Times gazetesinin 14 Eylül tarihinde yayınladığı bir habere de
değinilirken, “Bu katliamlara Türkiye ile Güvenlik Konseyinde ağırlığı
olan bazı ülkelerin yanı sıra Suriye’ye komşu ülkelere silah gönderen,
Suriye halkına karşı terörü ve katliamı finanse eden Katar, Suudi
Arabistan ve Libya arasındaki ahlaksız ittifaklar nedeniyle suskun
kalmak terörü desteklemek, Suriye’de kin, katliam ve terörü
körüklemektir” denildi.
ANF
Türkiye’de 2012-2013 eğitim öğretim yılı 4+4+4 sistemini protestolarla
başladı. Kürdistan’da ise asimilasyon politikalarını protesto eden
öğrenciler ders başı yapmadı. Yüksekova'da boykot oranı yüzde 90'ı
buldu. Şırnak’ta çocuklar Anadilde eğitim çadırında ders gördü, depremin
vurduğu Van ile Tatvan’da öğretmenler de okulları boykot etti.
Kürt
kurumlarının asimilasyon politikalarına karşı yaptığı okul boykotu
çağrısı üzerine bugün Kürdistan’daki okullar boş kaldı. Boykot en fazla
da HPG’nin alan hakimiyetini elinde bulundurduğu Hakkari’de görüldü.
Hakkari
merkez, Yüksekova, Şemdinli, Çukurca ile Esendere Beldesi başta olmak
üzere kent genelinde boykottan dolayı okullardaki sınıflar boş kaldı,
Yüksekova’da öğrencilerin neredeyse yüzde 90’ü ders başı yapmazken, bazı
okullarda bir iki öğrencinin olması dikkat çekti. Okula gitmeyen
öğrencilerin ise okulların duvarlarına, “Anadilde eğitim istiyoruz”,
“HPG”, “PKK”, “Gerilla”, “Apo” yazılarını yazdıkları görüldü. Boykota
destek vererek 4 öğrencisini okula göndermediğini belirten Yüksekova
Barış Anneleri İnisiyatifi üyelerinden Naciye İke, bütün Kürt halkına
boykota katılma çağrısında bulundu. İke, “Anadilde eğitim bir haktır. Bu
haklı talebi istiyoruz. Yapılan bu boykotla çocuklarımızın anadillerini
ne kadar istediklerinin iyi okunması gerekir. Dünyada Kürtlerin dışında
bütün halklar dilini ve kimliğini özgürce kullanıyor. Kürtler ise
dilsiz bırakılmaya çalışılıyor. Bu boykota tüm Kürt halkı destek
vermelidir” dedi.
GALİBA BEN İŞSİZ KALDIM
Taksicilik
yapan ve her okul döneminde öğretmen ve öğrencileri taşıyan İkram Durna
ise, “Okul boykotu nedeniyle daha hiçbir öğrenci taşıyamadım. İlçede tüm
okullarda boykot var. Bu nedenle bu sene galiba ben işsiz kaldım”
diyerek boykotun boyutuna dikkat çekti. Gever KURDİ DER Şube Başkanı
Evliya Alkan ise, “Sistemi dondurmamız lazım ve bu nedenle kesinlikle bu
okul boykotuna uyulmalı ve devletin kurumları işlevsiz bırakılmalıdır"
diye konuştu. Yüksekova’nın dışında kent genelinde de öğrencilerin yüzde
70’i ders başı yapmadı.
Şırnak'ın İdil (Hezex) İlçesinde
KURDÎ-DER öncülüğünde anadilde eğitim talebiyle bir yürüyüş düzenlendi.
Öğrenciler de okula gitmeyerek asimilasyon politikalarını protesto etti.
Turgut Özal Mahallesi'ndeki Aşiti Parkı'nda bir araya gelen çok sayıda
kişi, Atatürk İlkokulu'na doğru yürüyüşe geçti.
Yürüyüşte
çocuklar "Seçmeli Kürtçe dersine hayır" ve "Çocuk gelinliğe, çocuk
işçiliğe, gerici-ırkçı-piyasacı eğitime hayır" yazılı siyah dövizler
taşıdı. Atatürk İlkokulu önünde son bulan yürüyüşün ardından basın
açıklaması yapan KURDÎ-DER üyesi Şeymus Gasyağ “halkımızı asimilasyon
merkezleri haline gelen sistemin okullarına çocuklarını göndermemeye
çağırıyoruz" dedi.
Açıklama öncesi Aşiti Parkında oturan DİHA
Şırnak Muhabiri M.Zeki Çiçek ve İdil Belediye Başkan Yardımcısı ve
belediye meclis üyeleri polisin fiziki şiddetine ve hakaretlerine maruz
kaldı. Çiçek, onlarca kişinin tanık olduğu polis şiddeti ve hakaretlere
karşı suç duyurusunda bulunacağını söyledi.
CİZRE’DE ÇOCUKLARA GAZ BOMBALI SALDIRI
Şırnak'ın
Cizre İlçesi'nde de 2012-2013 eğitim ve öğretim yılı, boykot ve
protestolarla başladı. Sabah saatlerinde okulları boykot eden öğrenciler
okullara gitmeyerek, İdil Caddesi'ni trafiğe kapatarak ateş yaktı. Ateş
yakan çocukları dağıtmak için akrep tipi zırhlı araçlarla olay yerine
gelen polisler gaz bombalarıyla müdahale edince Cizre esnafı da boykota
destek vermek ve polisin gazlı müdahalesini protesto etmek için kepenk
indirdi. Okul bahçeleri ve sınıfların boş olduğu ilçede okula gitmeyen
öğrenciler caddelerde ve sokaklarda bekliyor.
ANADİLDE EĞİTİM ÇADIRI AÇILDI
Öte
taraftan TZP KURDİ öncülüğünde asimilasyon politikalarına dikkat çekmek
ve anadilde eğitim talebiyle çadır açıldı. Cudi Mahallesi'nde açılan
çadır önünde yapılan açıklamaya BDP Cizre İlçe Başkanı Mehmet Nezir
Akengin, KURDİ-DER yöneticileri ile çok sayıda aile çocuklarıyla
birlikte katıldı. Açıklamayı okuyan KURDİ-DER üyesi Abdullselam Durmuş,
Kürt sorunun çözümü noktasında en önemli adımlardan birinin anadilde
eğitim olduğunu belirterek, "Okul öncesinden tutun, üniversitelere kadar
Kürtler anadilde eğitim görme hakkı vardır. Halkımızın bu faşist
politikalar karşısında uyanık olması ve asimilasyoncu bir eğitim ve
öğretimi tümden red etmelidir" dedi. Anadilde eğitim hakkının insanların
en doğal ve temel hakkı olduğunu vurgulayan Durmuş, "4+4+4 sistemiyle
AKP hükümeti çocuklarımızı daha küçük yaşlarda asimile etmeye çalışıyor.
Bütün Kürt halkı bunun farkındadır ve bunun için bütün Kürt halkının bu
inkarcı ve imhacı politikalar karşısında onurlu bir duruş
sergilemelidir" şeklinde konuştu.
Yapılan açıklamaların ardından çocuklara ilk Kürtçe ders verildi. Çocukların Kürtçe derse ilgisi yoğun oldu.
VAN VE TATVAN’DA ÖĞRETMENLER DE BOYKOTTA
Deprem
sonrası eğitim sisteminin durduğu Van merkez ve ilçelerinde ise boykot
kararına büyük bir destek çıktı. Merkezde binlerce öğrenci ders başı
yapmazken, bazı okullarda ise öğrencilerin yanı sıra öğretmenler de
okullara gitmedi. Merkezin yanı sıra ilçelerinde de boykot kararına
destek veren velilerin büyük bölümü öğrencilerini okula göndermedi.
Boykot kararına en büyük desteğin verildiği Başkale İlçesi’nde ise KURDİ
DER tarafından basın açıklaması yapıldı. Atatürk heykeli yanında
yapılan basın açıklamasına Başkale BDP İlçe Başkanı Selahattin Bozkurt,
Belediye Başkanvekili Abdulkadir Şeker, il genel meclis üyeleri,
belediye meclis üyeleri ve çok sayıda yurttaş katıldı. Grup adına
açıklama yapan KURDİ DER Şube Başkanı Rıdvan Oktay, Kürt halkının her
halk gibi anadillerinde eğitim görmek istediklerini belirterek, haklı
olan talebin kabul edilmesini istedi. Oktay, halka da çağrıda bulunarak
her alanda boykotun desteklenmesini istedi.
Boykot kararının
uygulandığı yerlerden biri olan Bitlis ve ilçelerinde ise, öğrencilerin
yüzde 50’i ders başı yapmadı. Eğitim Sen’e bağlı öğretmenlerin büyük
bölümü de boykot kararına destek verdi. Boykot kararının uygulandığı
ilçede anadilde eğitim talebi ve boykot kararına dikkat çekmek amacıyla
basın toplantısı yapıldı.
Boykot kararı Van, Hakkari, Bitlis’in
yanı sıra, Ağrı, Ardahan, Erzurum, Kars, Iğdır, Muş ve ilçelerinde de
büyük destek gördü. Özelikle köylerde ders başı yapılmazken, kent
merkezleri ile ilçelerde ise okula gidenlerin sayısının düşük olduğu
görüldü.
Diyarbakır'da bulunan KURDİ-DER Genel Merkezi de aynı
amaçla basın açıklaması yaptı. Genel Merkez binasında yapılan açıklamaya
KURDİ-DER yönetici ve çalışanları katıldı. Açıklamayı yapan KURDİ- DER
Genel Merkez Yöneticisi Rıfhat Öztürk, "Türkiye, Cumhuriyetten bu yana
bütün kültür, dil ve medeniyetlerin mezarı haline geldi" dedi. Öztürk,
"Dil, kültür ve kimlik bir ulusun varlık gerekçesidir. Bunların inkarı
aynı zamanda ulusun da inkarıdır. Bu inkara karşı durmak için herkesin
artık mücadele etmesi gerekiyor " dedi.
MAZLUMDER: ANDIMIZ KALDIRILSIN
MAZLUMDER
Diyarbakır Şubesi de "Andımız kaldırılsın" etkinlikleri kapsamında
Diyarbakır İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde basın açıklaması yaptı.
Açıklamada "Andımız kaldırılsın" pankartı açılırken, "Herkes insan ama
herkes Türk değil", "Ne mutlu özgür bireylere", "Kürdüm, Türküm,
Arap'ım, Müslüman'ım, Aleviyim, Süryani'yim, demokratım, laiğim ve
Türkiye'yim, darbeci değilim" dövizleri taşındı.
Diyarbakır'ın
Ergani İlçesi'nde de konu ile ilgili basın açıklaması yapıldı. KURDİ-DER
tarafından eski Hükümet Konağı önünde yapılan açıklamaya çok sayıda
kişi katıldı. Açıklamayı yapan KURDİ-DER Yöneticisi Mehmet Taşkesen,
Kürt dili üzerindeki inkar ve asimilasyon politikasına dikkat çekti.
Seçmeli değil zorunlu Kürtçe eğitim istediklerini dile getiren Taşkesen,
"AKP hükümeti, 4+4+4 ile Kürtçe dilini kirli siyasetine bulaştırıyor.
AKP'nin bu kirli siyasetine dur demek için sistemin eğitimini boykot
ediyoruz" dedi. Açıklamanın ardından kitle oturma eylemine geçti. Oturma
eylemi "Zımane me rumeta me ye" ve "Anadil onurdur onuruna sahip çık"
sloganlarıyla son buldu.
İZMİR’DEN BOYKOT ÇAĞRISI
KURDÎ-DER
İzmir Şubesi, şube binası önünde basın açıklaması yaparak, okulları
boykot çağrısı yaptı. KURDİ-DER yöneticileri ile üyelerinin katıldığı
açıklamaya BDP, TAYD-DER, İzmir Barış Anneleri İnisiyatifi ile
yurttaşlar destek verdi. "Artık yeter anadilde eğitim istiyoruz"
pankartının açıldığı açıklamada, basın metnini okuyan KURDİ-DER İzmir
Şube Yöneticisi Ali Yalçınkaya, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan
beri sürdürülen tekçi, milliyetçi, Türkçü politikalardan dolayı Anadolu
haklarının dilleri ve kültürlerinin inkar edildiğini, topraklarında
katliam ve sürgünlere maruz kaldıklarını hatırlattı. Anadilde eğitimin
Kürt sorunun çözümü konusunda vazgeçilmez bir koşul olduğunu vurgulayan
Yalçınkaya, TZP-KURDİ olarak anaokuldan üniversiteye kadar eğitimin
anadilde olması gerektiğinin altını çizerek, Kürtleri çocuklarını
"Asimilasyon merkezlerine" göndermeyerek, okulları boykot etmeye
çağırdı.
ANF
Kürt kurumlarının okulları boykot çağrısına uyan Kürt çocukları bugün
ders başı yapmadı. Yüksekova’da yüzde 90 oranında boykota uyarak ders
başı yapmayan çocuklar okul duvarlarına, “Anadilde eğitim istiyoruz,
HPG, PKK, gerilla, Apo” şeklinde yazılar yazdı.
Kürt
kurumlarının asimilasyona karşı okulları boykot çağrısı yerini buldu.
Boykot en fazla da HPG’nin alan hakimiyetini elinde bulundurduğu
Hakkari’de görüldü.
Hakkari merkez, Yüksekova, Şemdinli, Çukurca
ile Esendere Beldesi başta olmak üzere kent genelinde boykottan dolayı
okullardaki sınıflar boş kaldı, Yüksekova’da öğrencilerin neredeyse
yüzde 90’ü ders başı yapmazken, bazı okullarda bir iki öğrencinin olması
dikkat çekti. Okula gitmeyen öğrencilerin ise okulların duvarlarına,
“Anadilde eğitim istiyoruz”, “HPG”, “PKK”, “Gerilla”, “Apo” yazılarını
yazdıkları görüldü. Boykota destek vererek 4 öğrencisini okula
göndermediğini belirten Yüksekova Barış Anneleri İnisiyatifi üyelerinden
Naciye İke, bütün Kürt halkına boykota katılma çağrısında bulundu. İke,
“Anadilde eğitim bir haktır. Bu haklı talebi istiyoruz. Yapılan bu
boykotla çocuklarımızın anadillerini ne kadar istediklerinin iyi
okunması gerekir. Dünyada Kürtlerin dışında bütün halklar dilini ve
kimliğini özgürce kullanıyor. Kürtler ise dilsiz bırakılmaya
çalışılıyor. Bu boykota tüm Kürt halkı destek vermelidir” dedi.
GALİBA BEN İŞSİZ KALDIM
Taksicilik
yapan ve her okul döneminde öğretmen ve öğrencileri taşıyan İkram Durna
ise, “Okul boykotu nedeniyle daha hiçbir öğrenci taşıyamadım. İlçede
tüm okullarda boykot var. Bu nedenle bu sene galiba ben işsiz kaldım”
diyerek boykotun boyutuna dikkat çekti. Gever KURDİ DER Şube Başkanı
Evliya Alkan ise, “Sistemi dondurmamız lazım ve bu nedenle kesinlikle bu
okul boykotuna uyulmalı ve devletin kurumları işlevsiz bırakılmalıdır"
diye konuştu. Yüksekova’nın dışında kent genelinde de öğrencilerin yüzde
70’i ders başı yapmadı.
ANF
HPG Basın-İrtibat Merkezi (HPG-BİM), Hakkari’nin Şemdinli, Yüksekova ve
Çukurca ilçeleri ile Şırnak’ta 15 ve 16 Eylül tarihlerinde düzenlenen
eylemlerde 23 askerin öldürüldüğünü bildirdi. HPG-BİM, Şemdinli’de iki
gerillanın da hayatını kaybettiğini açıkladı.
HPG gerillalarının
Hakkari’nin Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca ilçelerinde başlattığı
devrimci harekat çerçevesindeki eylemlerinin devam ettiğine dikkat çeken
HPG-BİM, eylemlere ilişkin ayrıntılar verdi.
Devlet yetkilileri
tarafından 4 askerin öldüğünün iddia edildiği eylem hakkında da bilgi
veren HPG-BİM, 15 Eylül günü saat 14.00’da Hakkari-Çukurca yolu üzerinde
“işgalci TC ordusuna” ait askeri bir konvoya yönelik gerçekleştirilen
eylemde Kirpi tipi zırhlı bir aracın imha edildiğini, 1 Reo ve 1
Dağgeyiği tipi aracın da darbelendiğini belirtti. Eylem sonucunda 12
askerin öldüğünü, 5 askerin de yaralandığını belirten HPG-BİM, eylem
ardından Türk ordusu tarafından kobra helikopterler desteğinde alanda
bir operasyon başlatıldığını kaydetti.
ŞEMDİNLİ’DE 2 GERİLLA HAYATINI KAYBETTİ
HPG-BİM
tarafından yapılan açıklamada Şemdinli’de yaşanan çatışma ve
gerçekleştirilen eylemler hakkında şu ayrıntılara yer verdi:
“15
Eylül günü saat 23.30 sularında Şemdinli’ye bağlı Ewliya zozanlarında
operasyon düzenleyin işgalci TC ordu askerlerine gerillalarımızın
karşılık vermesi üzerine şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Sabah
saatlerine kadar obüs ve havan toplarıyla yapılan bombardımanların yanı
sıra Goste, Kure Mizgeftê ve Hacıbeg suyu vadisine yönelik savaş
uçaklarının düzenlediği saldırılara rağmen gerillalarımız düşman
birliklerinin ilerlemesine izin vermemiştir. Yaşanan çatışmalarda tespit
edilebilen 4 düşman askeri öldürülmüş, yaralı düşman askeri sayısı ise
tespit edilememiştir. Çatışmada ayrıca 2 yoldaşımız şahadete ulaşmıştır.
Şehit yoldaşlarımızın kimlik bilgileri netleştirildiğinde kamuoyuyla
paylaşılacaktır.
Gerillalarımız 16 Eylül günü Gare Alayı’nın
güvenliğini alan bir tepeye ve Salara tepesinde konumlanan düşman
birliğine yönelik iki ayrı eylem gerçekleştirmiştir. Eylemler sonucunda
Salara tepesinde 1, Alay güvenliğini alan tepede de 1 olmak üzere 2
düşman askeri öldürülmüştür.
Gerillalarımız ayrıca 16 Eylül
08.00-18.00 saatleri arasında Yüksekova-Oramar yolu Geliye Doski
mıntıkasında bir yol kontrol eylemi gerçekleştirmiştir. Durdurulan
araçlarda kimlik kontrolü gerçekleştiren gerillalarımız, toplanan 300
kişiye süreç hakkında bilgilendirmede bulunmuştur.”
HPG
gerillalarının 14 Eylül günü Şemdinli-Yüksekova arasında bulunan Haruna
karakoluna yönelik gerçekleştirdiği ve 60 askerin öldüğü belirtilen
“fedai” eyleme ilişkin bazı ayrıntılara da yer veren HPG-BİM, bu eylem
ardından Kole ve Tuye köyleri arasında indirme yapmak isteyen 1 skorsky
helikopterin gerillalar tarafından vurulduğunu bildirdi.
Ağır
darbe alan skorsky helikopterin alandan uzaklaşmak zorunda kaldığına
dikkat çekilen açıklamada ayrıca gerillaların eylemde Haruna karakolunda
öldürülen askerlere ait olan 1 adet kalaşnikof silahı da ele geçirdiği
kaydedildi.
GABAR’DA 5 ASKER ÖLDÜ
HPG-BİM, Gabar dağında
gerillaların gerçekleştirdiği eylem hakkında da bilgi verdi. 16 Eylül
günü saat 17.30 sularında Şırnak Gabar dağı Gire Cotyar alanında bulunan
“işgalci TC ordusu” askerlerine yönelik gerçekleştirilen eylemde 2
nöbetçi kulübesinin imha edildiği ve 5 askerin öldürüldüğü bildirildi.
Açıklamada ayrıca Türk ordusunun eylem ardından çevreyi rastgele obüs ve
havan toplarıyla bombaladığı ifade edildi.
TSK DERSİM’DE YİNE ORMANLARI HEDEF ALDI
Bugün
sabah saatlerinde Türk ordusu tarafından Dersim’de gerçekleştirilen
bombardımanda yine ormanların hedef alındığı belirtildi. Dersim’in
Ovacık ilçesine bağlı Ağaçpınar ve Mankürek alanlarına yönelik “işgalci
TC ordusu” tarafından kobra helikopterler tarafından bir bombardıman
düzenlendiği bilgisini veren HPG-BİM, saldırı sonucunda alanda başlayan
orman yangının halen devam ettiğini bildirdi.
ANF
HPG Karlıova’da polislere dönük eylemi üstlendi. Kürt siyasetçilere
yönelik gözaltı operasyonunda yer alan polislerin hedef alındığını
açıklayan HPG, eylemde 10 polisin öldüğünü, 19’unun da yaralandığını
duyurdu.
HPG Basın-İrtibat Merkezi (HPG-BİM), HPG gerillalarının
14 Eylül günü başlatılan “Şehit Harun, Şehit Armanc ve Şehit Ronahi
devrimci harekâtı” çerçevesinde 16 Eylül günü saat 09.45’te
Bingöl-Erzurum yolu üzerinde bir eylem gerçekleştirdiğini duyurdu.
Açıklamada,
Karlıova ilçe merkezi ve köylerinde Kürt siyasetçilere dönük
gerçekleştirilen gözaltı operasyonunda yer alan polislerin hedef
alındığını kaydeden HPG-BİM, Karlıova İlçesi’ne bağlı Hacılar Köyü
yakınlarında 3 zırhlı araç ve 2 otobüsten oluşan askeri konvoya eylem
düzenlendiğini bildirdi.
Gözaltı operasyonundan dönen çevik
kuvvet polislerinin içinde yer aldığı 1 otobüsün hedef alındığının
belirten HPG-BİM, eylem sonucunda 1 otobüsün imha edildiğini, 1 otobüs
ve 1 zırhlı aracın da büyük oranda tahrip edildiğini duyurdu.
Açıklamada, eylemde toplam 10 polisin öldürüldüğü, 19 polisin de yaralandığı belirtildi.
Türk
ordusunun eylem ardından çevreyi rast gele tarayarak eylem alanından
kaçmak isteyen sivil bir yurttaşı yaraladığının belirtildiği açıklamada
eylemin gerçekleştiği yolun saat 14.00’a kadar kapalı kaldığı ifade
edildi. HPG-BİM, eylem ardından Şerefdîn, Hacıyan alanlarıyla, Hacılar
köyü çevresinde başlatılan operasyonun saat 17.00 sularında kısmi geri
çekildiğini fakat alanda gizli birliklerin keşif faaliyetlerinin devam
ettiğini kaydetti.
ANF
Behdinan -
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, AKP’nin sözde anketlerle
gerçeği ters yüz etmek istediğini belirterek referandum çağrısı yaptı:
“Kendinize güveniyorsanız, buyurun uluslar arası kuruluşların
gözetiminde referandum yapalım. Halka demokratik özerkliği isteyip
istemediğini soralım, hodri meydan!”
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan gündemdeki konulara ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
Karayılan,
PKK lideri Abdullah Öcalan’dan haber alınamamasının ciddi bir kaygı
yarattığını belirterek, “Bu tarz bir yaklaşım çok riskli ve
tehlikelidir. Herhangi bir durumun gelişmesi halinde sorumluluk tamamen
kendilerine aittir” diye uyardı.
Türk ordusunun kapsamlı bir
operasyon hazırlığı içinde bulunduğuna dikkat çeken Karayılan, bu
yöntemlerin sonuçsuzluğuna işaret etti. Olası bir sınırötesi operasyon
konusunda Karayılan, “Türk ordusu artık Kürdistan’da istediği yere
giremez. Bu ilerleyişi durduramazlar” dedi.
Türkiye Başbakanı
Erdoğan’ın vekillere Kandil yolunu göstermesine ilişkin de, “Başbakan bu
sözü aslında gençliğe söylemiştir. Kürt gençliği “Vekiller Değil,
Gençler Kandil’e!” diyerek Başbakan’a gereken cevabı vermelidir”
ifadesini kullandı.
Karayılan, Kürt parlamenterlerin Meclisten
atılması durumunda HPG’nin de Kürdistan’da AKP’nin tüm siyasetçi ve
parlamenterlerini tutuklama hakkının doğacağı uyarısında bulundu.
Sayın Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit işkencesinin 14. ayına
girdiği bugünlerde ‘Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi’ tarafından Öcalan’ın
özgürlüğü için bir imza kampanyası başlatıldı. Aralarında dünyaca ünlü
yazar, düşünür ve bilim insanlarının da bulunduğu kalabalık bir çağrıcı
grubun başlattığı girişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu
sorunuza yanıt vermeden önce dün (önceki gün) akşam üzücü bir olay
yaşanmış. BDP milletvekili Sayın Sırrı Sakık’ın oğlu Sidar’ın, 5 katlı
bir binadan atlayarak yaşamını sona erdirdiğini öğrendim. Başta Sırrı
Sakık olmak üzere tüm aile fertlerine başsağlığı diliyor, üzüntülerini
paylaştığımızı ifade etmek istiyorum.
Sorunuza gelince;
öncelikle Abdullah Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi tarafından uluslararası
düzeyde başlatılan imza kampanyasını ve yine Strasbourg’taki nöbet
eylemini selamlıyorum.
Önder Apo Türkiye’de herhangi bir tutuklu
veya hükümlü değildir. Önder Apo, Kürdistan halkının halk olmaktan
kaynaklı doğal hakları için özgürlük mücadelesinin önderliğini yapan,
kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite paradigmasını
geliştiren ve çağı çözümleyen bir liderdir. Evrensel hukuk kuralları
çiğnenerek uluslararası bir komployla kaçırılarak Türkiye’ye teslim
edilmiştir. Dolayısıyla uluslararası bir saldırı sonucu esir alınan bir
liderliktir. Aynı zamanda bölgesel ve uluslararası bir niteliği de
bulunan Kürt sorununda düğümü çözmek için uluslararası kamuoyunun
desteğine de ihtiyaç vardır. Bu açıdan Abdullah Öcalan’a Özgürlük
İnisiyatifi’nin başlattığı uluslararası kampanya çok önemlidir.
‘ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞMASININ ZAMANI GELDİ’
Yurt
dışındaki tüm Kürdistanlılar ile insan haklarından, demokrasiden,
eşitlik ve özgürlükten yana olan Kürt halkının dostlarının bu
kampanyanın başarısı için ciddi çaba göstermeleri gerekmektedir. Latin
Amerika, Afrika, Asya ve dünyanın daha birçok bölgesinde başlatılmış
bulunan bu kampanyaya katkı gösterecek tüm değerli dostlara ve
barışsever çevrelere şimdiden teşekkürlerimi iletiyorum. Artık Önder
Apo’nun özgürlüğüne ve Kürt halkının da yeryüzündeki diğer halklar gibi
haklarına kavuşmasının zamanı gelmiştir. Hem çağımızın yükselen
değerleri hem de soykırım kıskacındaki Kürt halkının sömürgeci zulüm
politikalarına ve her türlü asimilasyona karşı yükselttiği direniş
mücadelesinin vardığı aşama bu günün artık gelmiş olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu açıdan başlatılan bu kampanya çok doğru ve çok yerinde
bir kampanya olduğu kadar, çok isabetli bir zamanda başlatılmış
olmaktadır. Umarım önemli başarılar ve sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
Önder
Apo üzerinde 416 günden bu yana ağır bir tecrit ve psikolojik işkence
sistemi uygulanmaktadır. Bunun hiçbir ahlaki ve hukuki temeli yoktur. Bu
tamamen TC Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla uygulanan keyfi bir
idari durumdur. Etikten uzak, onurlu bir devlet duruşuyla alakası
olmayan, kirli yöntemlerle sonuç almayı isteyen çirkin bir tutumdur.
Halklar gerçeğini ve insan iradesini hiçe sayan AKP yönetimi, çirkin
yöntemlerle amacına ulaşmayı hedeflemekte, Önder Apo üzerinde baskı
oluşturma ve iradesini kırmaya dönük bir uygulamadır. AKP devleti
Önderliğimizin hareketimizle ve toplumla ilişkisini keserek sürdürdüğü
bu keyfi uygulamayla birlikte topyekün bir savaş yürüterek sonuç almayı
önüne koymuş bulunmaktadır. Sözüm ona bu uygulamayla hareketin komuta
kontrol merkezini işlevsiz ve perspektifsiz kılmayı hedeflemektedir. Bu
çok yanlış bir tespittir. Çünkü kırk yıla yakın bir tecrübeye sahip olan
bu hareketin perspektifsiz kalma gibi bir durumu söz konusu olmaz. Hem
PKK hareketinin hem de Kürt siyasetinin göstermiş olduğu performans
bunun açık göstergesidir.
AKP hükümeti bu uygulamalarla uluslararası savaş ilkelerini de çiğnemiş olmuyor mu?
Evet.
Savaşın da bir ahlakı ve dayandığı etik ilkeleri olmak zorundadır.
Hiçbir kaide-kural tanımayan, pervasızca yürütülen bir savaş,
insanlıktan çıkma olacağı gibi hiç kimseye de bir yararı olmayacaktır.
Haysiyetli hiçbir güç, karşı taraftan esir aldığı kişilere böyle
yaklaşamaz. Hele hele bir liderliğe!.. Bizim de Türk tarafından almış
olduğumuz esirler vardır. Biz öyle yaklaşmıyoruz. Biz nasıl yaşıyorsak
onlar da öyle yaşıyor. Ama AKP devletinin bu zihniyeti İmralı’daki
mevcut durumu yaratmıştır. Özellikle 6 aydan bu yana Önderliğimizden ve
yanındaki 5 arkadaştan hiçbir bilgi alınamamaktadır. Bu bizlerde ve
toplumumuzda ciddi kaygılara yol açan bir durumdur.
Açık ki bu
durumun yaratacağı her tülü sonuçtan doğrudan Başbakan ile AKP hükümeti
sorumlu olacaktır. Nasıl böyle uzun bir süre ilişkisizlik içinde
bırakılıyor, anlayamadım. Bu tarz bir yaklaşım çok riskli ve
tehlikelidir. Herhangi bir durumun gelişmesi halinde sorumluluk tamamen
kendilerine aittir. Önderliğimizin bu biçimde tecrit içinde tutulması
bir risktir. Yani devlet için de bir risktir. Bu durumda yaşanacak doğal
bir durumda bile Başbakan sorumlu olacaktır. Bu nedenle hiçbir savaş
hukukunda ve etiğinde yeri bulunmayan bu ağır tecrit koşullarına son
verilmelidir. Bunun için Önder Apo’nun avukatları ile görüş yapması için
ileri sürdüğü şartların gerekleri yerine getirilmelidir. AKP hükümeti,
uluslararası kurumlara, “biz tecrit uygulamıyoruz, kendisi görüşmek
istemiyor” diyerek sorumluluktan kaçma taktiğini uyguluyor. Halbuki
Önder Apo Türk devletinin ulusal ve uluslararası hukuka uymasını
istemekte, bunun için avukatların bırakılması, avukatlık mesleklerinden
dolayı yakalanmayacaklarına dair güvence verilmesi ve görüşmelerin
açıkça dinlenilmesinin, kayıt altına alınmasının kaldırılmasını
istemektedir. Bu, Türk devletine, “ulusal ve uluslararası hukuka
uymalısınız” anlamına gelmektedir. Buna uymayıp tamamen hukuksuz bir
biçimde keyfi uygulamalarla hiçleştirici tutumlara prim verilmeyeceği
açıktır.
AKP TÜRKİYE’NİN BİRLİĞİNİ DİNAMİTLİYOR
AKP mevcut politikalarıyla sonuç alabilecek bir zemin yaratabilir mi?
Topyekûn
bir savaşla her şeyi önüne katan ve özellikle savaş dışında -cezaevi
ortamında bulunan Kürt Halk Önderliği ile tüm tutsaklara dönük
geliştirilen bu faşizan ve insanlık dışı uygulamaların hiçbir sonuç
vermeyeceği açıktır. Hatta bugün yürütülen savaş bu denli derinleşmiş
bir şekilde gelişiyorsa AKP hükümetinin ve Erdoğan’ın İmralı’da
uyguladığı politika ile Kürt siyasetine karşı geliştirilen soykırım
siyasetinin belirgin bir rolünün olduğu ve hatta belirleyici olduğu çok
açık ortadadır. Şunu da belirteyim ki eğer bugün hala Özgürlük Hareketi
ve Kürt halkı Türkiye’nin birliği içerisinde bir çözüm arayışında ısrar
ediyorsa bilinmeli ki bunun tek nedeni, Kürt siyasetinin Önder Apo’nun
geliştirdiği ideolojik çözümleme ve perspektife dayalı olarak
geliştirdiği siyasal zemindir.
Şimdi AKP, çok ciddi ve stratejik
doku anlamına gelen bu her iki alana da yoğun bir biçimde yönelerek
aslında hızla, Türkiye’nin birliğini dinamitleyen bir doğrultuya doğru
gitmektedir. Ve açık ki, bu, Türkiye açısından çok ciddi tehlike arz
eden bir siyasi anlayıştır. Neredeyse İttihat-Terakkici politikaların
bir benzeri anlamına gelecek olan bu denli gözü kara, hiçbir toplumsal
ve siyasal özelliği dikkate almayan, tek yönlü dayatma ve saldırılar
kesinlikle derin yaralar açacak ve Türkiye’yi karanlıklara doğru
sürükleyecektir.
‘KÜRT HALKI CEZAEVİ DİRENİŞİNİ SAHİPLENMELİ’
Geçtiğimiz
günlerde cezaevindeki Kürt tutsaklar yaptıkları bir açıklama ile yeni
bir direniş sürecini başlattıklarını ve bu çerçevede açlık grevi,
görüşlere çıkmama, vb. bir dizi eylemselliği geliştireceklerini
duyurdular. Bu eylemsellik sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet.
Cezaevindeki arkadaşların açıklamalarını biz de izledik.
Geliştirdikleri tutum doğru, yerinde ve zamanında bir tutumdur. Ben
cezaevinde direnişi başlatmış bulunan tüm arkadaşları selamlıyor,
kendilerine başarılar diliyorum. Tüm halkımız cezaevinde gelişen ve her
sahada yükselen bu direnişe daha güçlü sahip çıkmalı ve katılım
göstermelidir. Özellikle tüm cezaevi yapısının İmralı’da devletin
uyguladığı tecridi kendi kendilerine uygulayarak İmralı’yı
genelleştirmeyi esas almaları daha uygun olur. Yani bugün nasıl ki
İmralı’da bir tecrit var, o zaman tüm cezaevlerindeki arkadaş yapısının
da devlet sisteminin işlettiği uygulamaları reddederek aynı İmralı
sistemini tüm cezaevlerinde uygulaması da önemli bir eylem olacaktır.
Devlet, Önderliğe böyle bir yaklaşım içerisindeyken diğer arkadaşlara
farklı yaklaşımlar geliştirebilmektedir; dolayısıyla gücümüzü bölmekte
ve parçalamaktadır. Buna karşı tüm cezaevleri tıpkı İmralı’daki sistem
gibi bir vaziyet almalı, bir direniş geliştirmeli. Nitekim yapılan
açıklama da sanırım bu çerçevededir. Bu şekliyle devlete, Önder Apo’ya
dönük geliştirdiği uygulamaların kabul edilmediğini, protesto edildiğini
daha güçlü göstermek imkan dahiline girmiş olacaktır. Arkadaşların da
öngördüğü tarz herhalde bu çerçevededir. Bu açıdan doğru ve yerinde bir
çıkış olmuştur. Kendilerini tekrardan selamlıyorum.
‘BİR HALKI TEKNOLOJİYLE ORTADAN KALDIRAMAZSINIZ’
Tüm bu saldırı ortamında AKP’nin dışarıdan, özellikle de Batı’dan aldığı desteği nasıl yorumlamak gerekiyor?
AKP
devleti, bugün Batı’nın Ortadoğu üzerindeki amaçları doğrultusunda bir
pozisyon alarak ve taşeronluğu kabul ederek Kürt politikasında rahat
hareket etmenin olanaklarını sağlamış bulunmaktadır. AKP yöneticileri
ABD’nin kendilerini desteklediğini, bu nedenle istedikleri tekniği
verdiklerini, yine Avrupa’nın da aynı şekilde ses çıkarmadığını, o zaman
diledikleri gibi Kürtleri hizaya çekebileceklerini zannediyor. Halbuki
Kürtlerin bir özgücü ve direnişi vardır. Bu nedenle dış destekli olan bu
politika sonuç vermeyecektir. Çünkü her şey ABD’de veya Avrupa’da
bitmiyor; bir de Kürt halk gerçekliği vardır. Kimse tarihin
derinliklerine dayanan bu gerçekliği uluslararası ittifaklarla ve
gelişmiş teknolojiyle ortadan kaldıramaz. İşte AKP’nin anlayamadığı
gerçeklik budur. Bunun dayandığı derin tarihsel ve toplumsal gerçekliği
göz ardı etme vardır.
Dikkat edelim; bugün İmralı’da evrensel
hukuku ayaklar altına alan insanlık dışı bir uygulama vardır. Avrupa ve
ABD buna ses çıkarmamaktadırlar, halbuki sorumlulukları vardır. Hakeza
KCK operasyonlarının bu kadar geliştirilmesi karşısında hiçbir tepki
göstermemeleri de aynı biçimde bir ortaklığı işaret etmektedir. Yani
bugün AKP, çeşitli Batılı devletlerin dileklerine göre hareket etmekte,
bunun karşılığında onlar ise AKP’nin, Kürt Halk Önderliği’ne ve Kürt
siyasetine karşı olan uygulamalarına karşı ses çıkarmamakta ve göz
yummaktadırlar. AKP bundan yararlanarak bazı sonuçlar elde etmek
istemektedir.
Bu konuda biz zaman zaman Avrupa’ya seslenirken,
“bu çifte standartlı tutumu bırakın” diyoruz ama aslında çifte
standartlı da değildir. Açıkça Türkiye’yi bu konuda destekleyen bir
pozisyonu vardır. Yine ABD bölgede bir dizayn geliştirmek istemekte ama
Kürt halkını göz ardı ederek, Kürtlerin bir kısmını iyi, bir kısmını
kötü tanımlayarak; bu çerçevede bir kısmını yanına, bir kısmını ise
karşısına alarak bunu yapamaz. Böyle bir siyaset Ortadoğu’da başarılı
olmanın zeminini yakalayamaz. Dolayısıyla ilgili güçlerin bu politikadan
vazgeçmeleri gerektiğini, ancak bölge gerçekliğine uygun politikalarla
sonuç alabileceklerini vurgulamak istiyorum.
Biz haksızlıklara
karşı hiçbir zaman boyun eğmeyeceğiz. Kürt halkı şimdi değil, tam 90
yıldır dışarıdan hiçbir destek almadan direnen bir halk olarak kendi
özgücüyle bu direnişini bu düzeye getirmişse, başarıya da götürecektir.
Bu gerçeğin herkes tarafından görülmesi büyük önem taşımaktadır. Gerçek
olan şu ki, ortada haklı bir dava var; onların belirttiği gibi bir terör
durumu yok, uygulanan soykırım politikalarına ve devlet terörüne karşı
halkımızın savunma savaşı ve direnişi vardır.
Gelişen
politik atmosfer içerisinde Türk Başbakanı’nın Kürt siyasetine dönük
verdiği sert demeçler, onları baskılama politikaları, yine ‘ya meclis ya
Kandil’ biçimindeki açıklamaları geçen haftanın en çok tartışılan
konularındandı. Siz bu ortamı ve Başbakan’ın tutumunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Bütün bunlar, demin belirttiğim siyasal
zihniyetin bir sonucu olarak herkesi bastırma, teslim almanın
histerisiyle yapılmış saldırılardır. Açık ki Kürt siyasetini zorlamak
istiyor. “Ya teslim ya da tasfiye olursunuz” demek istiyor. Bu, Kürt
halkıyla Türkiye arasındaki köprüleri uçurma girişimidir. Tıpkı
1925’lerden sonra gelişen tümden bastırma, toplumun hiçbir siyasal,
toplumsal özgünlüğünü dikkate almadan, tüm kesimleri sindirerek sonuç
alma zihniyetinin bir tasavvurudur. Belki farklı üsluplarla ve farklı
koşullarda gerçekleşiyor ama nihayetinde aynı kapıya çıkan bir tutumdur.
Tümüyle Kürt siyasetini tasfiye etmeyi hedefleyen, “ya kendi gerçeğine
ihanet edip benim gibi olacaksın, ya da karşımda olacaksın” diyen bir
politikadır.
‘VEKİLLER DEĞİL GENÇLER KANDİL’E CEVABI VERİLMELİ’
Burada
AKP’nin artık MHP’lileştiğini, Kürt politikasında AKP ile MHP arasında
çok ciddi bir farkın olmadığını, Başbakan’ın bu son 2-3 ayda Kürt
siyasetine ilişkin yaptığı açıklamaların hemen hemen tümünün arkasında
MHP’nin de durduğunu, bunu resmen açıkladıklarını da herkes izliyor.
Çünkü AKP, MHP’leşmiştir. Yani başlangıçtaki o liberal görünümü giderek
aşılmış ve gerçek yüzü açığa çıkmıştır. Milliyetçi-ırkçı şiddet ve
bastırmayla sonuç almayı önüne koyan bir siyasal duruş durumu söz
konusudur. Devleti ele geçirdikçe, güçlendikçe daha fazla sertleşme ve
daha fazla milliyetçileşme süreci bu biçimde gelişmiş ve bugün en katı,
ırkçı, faşizan bir politika haline gelmiş bulunmaktadır.
Erdoğan,
Kürt parlamenterlerine “dağa çıkın” demektedir. “Ya meclis ya Kandil”,
yani “ya teslim olacaksınız, ya da Kandil’e gideceksiniz” demektedir.
Ben de buradan tüm Kürt gençliğine şunu söylüyorum; Başbakan bu sözü
aslında gençliğe söylemiştir; “Yüreğiniz varsa dağa çıkın” demektedir.
Kürt siyasetinin dağa gelmesine gerek yok ama Kürt gençliği Başbakan’ın
bu sözlerine karşılık dağa çıkarak cevap olmalıdır. “Vekiller Değil,
Gençler Kandil’e!” diyerek Başbakan’a gereken cevabı vermek
gerekmektedir. “Mademki dağa çıkılmasından çekinmiyorsun, o zaman biz
çıkıyoruz” diyerek tutum almanın her yurtsever Kürt gencinin bir görevi
olduğunu belirtmek istiyorum. Erdoğan’ın bu sözlerine karşılık Kürdistan
gençliğini mücadeleye katılmaya, gerillaya katılmaya çağırıyorum.
Açık
açık, “ben yargıyla konuştum, yargı gerekenleri yapacak, Meclis’e
geldiğinde biz de gerekenleri yapacağız” diyerek nasıl bir ‘demokratik
sistemin’ işlediğini bizzat Başbakan ortaya koydu. Belli ki Kürdistan
Özgürlük Hareketi’ni ezme politikaları çerçevesinde Kürt siyasetini
parlamentodan atmayı karar altına almışlardır. Sanki Kürt halkı
parlamentodan çok şey kazanıyor da bunları kaybedecekmiş gibi bir
yaklaşım var. Oysa 8 bin Kürt siyasetçisini tutuklayarak, geriye kalmış
parlamenterleri de kuşatma altında tutarak en ufak bir gelişmeye imkan
vermemişlerdir. Şimdi de “siz siyaset yapmayın, dağa çıkın, elinize
silah alın” anlamına gelen şeyler söylüyorsa, bizden ziyade kendileri
kaybedecektir. Erdoğan zaten Çiller’i okuyarak uygulamalarını yapıyor;
amacı aynı ama bazı değişiklikler yapıyor. Amaç etkisizleştirmedir.
Çiller öldürerek ve tutuklayarak etkisizleştirmek isterken, Erdoğan
kişiliksizleştirerek ve tutuklayarak bunu yapmak istiyor. Aslında her
ikisi de aynı kapıya çıkmaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye
etme, etkisizleştirme amacı Türk devletinin baki ve değişmeyen bir
amacıdır.
DEMİRTAŞ HAKKINDAKİ İNCELEME GALİLE’NİN DURUMUNA BENZİYOR
Haziran
ayından beri gerillanın içinde bulunduğu askeri hareketlilik, son
yılların en kapsamlı devrimci hamlesine evrilmiş durumda. Yüksekova,
Şemdinli, Çukurca ve Beytüşşebap’ta gerillanın hakimiyeti sağladığı ve
bölgenin kontrolünü büyük oranda ele geçirdiği biliniyor. Bu gerçek gün
yüzünde olmasına rağmen, Türk devleti ve hükümet yetkilileri hakimiyet
sanki TC Ordusu’ndaymış gibi göstermeye çalışıyor. Siz devletin içine
girdiği bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk devletini
yöneten AKP hükümeti özellikle Kürdistan konusunda ve hareketimize karşı
yürüttüğü politikalarda gerçekleri gizleye gizleye bugün çok ilginç bir
noktaya gelmiş bulunmaktadır. AKP’nin geniş ve kapsamlı bir biçimde
örgütlediği yandaş medyanın yardımıyla gerçek dışı senaryoları tamamen
gerçekmiş gibi yansıtmakta ve gerçekleri de gizlemektedir. Bu, aynı
zamanda Türkiye toplumuna karşı çok saygısız bir konuma düşme anlamına
da geliyor. Ancak bugün gerçekleri çarpıtma bir tarz haline de gelmiş
bulunuyor.
Belirttiğiniz alan hakimiyeti konusunda BDP Eş Genel
Başkanı Selahattin Demirtaş da bir demecinde değinmiş. “Çukurca ve
Şemdinli arasındaki alanların PKK denetiminde olduğu” yönündeki
söylemine karşı savcılık inceleme başlatmış. Bu durum, tarihte dünyanın
yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü ilk kez söyleyen bilim
adamı Galilei’ye Roma’nın Engizisyon Mahkemesi’nin verdiği ceza durumuna
benzemektedir. Yani burada Selahattin Demirtaş yanlış bir şey
söylememiş ki inceleme başlatılıyor! Ancak Demirtaş ve partisi belli
düzeyde doğru olan şeyleri söyledikleri için Başbakan bu kadar
saldırganlaşıyor ve kendilerini hedefliyor. Açıkça, “niye yalan
söylemiyorsunuz” diyor. Çünkü Türkiye’nin Kürt politikası yalana dayalı
bir politikadır. Sürekli üç maymunu oynayacaksınız; “görmedim, duymadım,
bilmiyorum” diyeceksiniz. Eğer buna gelmezseniz hedeflenirsiniz.
Daha
önceden de bir röportajda belirtmiştim; “şurası bizim, burası onların”
gibi bir tartışmaya çok girme yanlısı değilim. Fakat söylenen şeyler
gerçek şeylerdir. Eğer öyle değilse siz niye gece gündüz oraları
bombalıyorsunuz? Eğer öyle değilse neden şimdi operasyon hazırlığı
yapıyorsunuz? Onlarca yeni ağır bombardıman uçağını neden Amed’e
getirdiniz? Yine asker yığınağı yapıyorsunuz. Niçin bu operasyonu
yapacaksınız? Tabii ki, bu alanlarda devletin hakimiyetini tekrardan
kurma amacıyla yapacaksınız. Çünkü şimdiye kadar bu amaçla
geliştirdiğiniz operasyonların tümü sonuçsuz kaldı. En son
Genelkurmay’ın da gelip Şemdinli’de iddia ettiği, işte “7 Taburun
Katıldığı Büyük Operasyon” da sonuçsuz kaldı. Şimdi daha kapsamlısına
hazırlanıyorsunuz. Bunun en açık örneği de gerillanın daha dün operasyon
yaptığı Haruna Karakolu’dur. Gerillalar Şemdinli’nin çevresindedir ve
her tarafındadır, gerçekleri gizleye gizleye nereye kadar gideceksiniz?
Açık ki mevcut yapılan operasyonla, daha çok hava tekniğine dayanarak
hakimiyeti sağlama amacı güdülmektedir. Bu operasyonlar bunun için
yapılmaktadır.
‘TÜRK ORDUSU ARTIK KÜRDİSTAN’DA İSTEDİĞİ YERE GİREMEZ’
Peki,
hazırlıkları yapılan operasyon Güney Kürdistan’ı da kapsayabilir mi?
Kuzey’de denetim sağlanan alanlar dışında bir de gerillanın
denetimindeki Medya Savunma Alanları’na yönelim söz konusu mudur?
Bir
olasılık olarak düşünmek gerekiyor ama Türk devletinin, Türk ordusunun
eskisi gibi her yere operasyon yapma durumu söz konusu olmaz. Çünkü
gerillanın savaş performansı ve gücü, eskiye göre birkaç kat artmıştır.
Örneğin eskiden Güney’de girdiği birçok alana şimdi giremez. Sorun
sadece Şemdinli ile Çukurca arası değil ki? Beytüşşebap ile Şırnak
arasına girebiliyor mu ki, gelip Güney’e girecek?
Şimdi bir
gerçeği açıkça ifade etmek gerekiyor: Türk devleti bunu kabul etmiyor
ama bu bir gerçek, Türk toplumu da artık bunu görmeli; Türk devleti ve
Türk ordusu her şeye kadir değil ve istediği her yere her zaman giremez.
Çünkü karşısında bir gerilla gücü var ve bu gerilla gücü dayandığı
tarihsel-toplumsal gerçeklikle birlikte askeri olarak bir irade olduğunu
da kanıtlamıştır. Açıkça söylüyorum; Türk ordusu artık Kürdistan’da
istediği yere giremez. Şimdi Bahçeli, sürekli bir biçimde Kandil’e
bayrak dikmekten bahsediyor. Peki, acaba Kandil’e bayrak dikilebilinir
mi? Kandil’e bayrak dikmek öyle kolay mıdır? Kandil’i bırakın, önce
Herekol’a bir bayrak dikmeye çalışın. Şimdi artık gerçeklerin zamanıdır.
Bu tür kaba, mekanik ve ajitatif tehditlerle hiçbir şey yapamazlar.
Mevcut
durumda gerillanın alan hakimiyeti taktiği gelişiyor. Şimdi bu
operasyon bu taktiğin önüne geçme çabası olarak pratikleşecek. İster
Güney’i ister Kuzey’i kapsasın, bazı köşelerden ve daha çok da kapsamlı
hava saldırılarıyla bu gelişen taktiksel hamleyi sözüm ona durdurmaya
çalışacaklardır. Aslında AKP politikaları boşa çıktı, başarısız kaldı,
ciddi bir sıkışmayı yaşıyor. Bu sıkışmadan kurtulmak için bir karşı atak
yapmayı deneyecekler.
Başarabilirler mi?
Bu
ilerleyişi durduramazlar. Kapsamlı hava saldırılarıyla halktan insanları
katledebilirler ama 28 yıllık tecrübeye dayalı olan Kürdistan Özgürlük
Gerillası, Türk devletinin her biçimdeki saldırısı karşısında gereken
tedbirini alacak ve bu tarihsel süreçte gelişmesini-ilerlemesini
sürdürecektir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Türk devleti, yeni geliştirdiği uzman-paralı ordusuna gerillaya karşı mücadelede çok güveniyor…
Özel
kuvvetler, uzman kuvvetler, bunların hepsi zaten denendi, her türlü
teknik denendi. Aslında denenmeyen bir şey yoktur. AKP çevresinin
sürekli gündemleştirdiği uzman kuvvetler 3-4 aydır deneniyor ama ne
yaptılar ki? Hepsi pul gibi döküldü. Başarısızdırlar yani. Gerillanın
başarısı karşısında herhangi bir gücün durabileceğini pek sanmıyorum.
Kuşkusuz bu bir savaştır, bizim de kayıplarımız olabilir. Bunu
yadsımıyorum. Onların tek avantajı teknolojidir. Şimdi bu avantajlarını
sonuna kadar kullanmaya çalışacaklardır. Aksi takdirde arazide hakimiyet
anlamında devletin sadece kendi üslenmiş olduğu kışlalarını koruma gibi
bir pozisyonu vardır. Ama bundan kurtulmak ve daha fazla denetim
sahasını geliştirmek için çeşitli çabalar sergileyebilirler. Bunun
sonuçlarını pratikte göreceğiz.
Türkiye’de “Stratejik
Araştırma Merkezi” adı altında faaliyet yürüten birçok kurum, yapmış
olduğu araştırmaların sonuçlarını yayınlanmakta. En son BİLGESAM isimli
kurum, Kürt toplumunun aslında Türkiye’den ayrılmak istemediğini, yüzde
90’ının Türkiye’yle birlikte yaşamak istediğini, hatta yüzde 67’sinin
Siyasi Soykırım Operasyonları’nı desteklediği yönünde kimi sonuçlar
yayınladı. Bu konuda ne diyorsunuz?
Türk devleti,
Kürdistan’daki işgal ve sömürgeci gerçeğini gizlemek, Kürdistan’da
yürüttüğü asimilasyon ile soykırımı göz ardı etmek ve normalmiş gibi
göstermek için her türlü yol ve yöntemi geçmişte denemiştir. AKP, bugün
biraz daha zengin yöntemlerle aynı şeyi yapmaya çalışmaktadır. Geçmişte
Kürt gerçeğini yok saymak için sözüm ona bilim adamlarına araştırmalar
yaptırdılar. İşte, “Kürt diye bir şey yoktur, karda yürürken kart kurt
sesleri çıkmaktadır, oradan bu Kürt kelimesi ortaya çıkmıştır” diyenler
de profesördü, bilim adamıydı.
‘KENDİNİZE GÜVENİYORSANIZ BUYRUN REFERANDUM YAPALIM’
Türk
devleti şimdi de aynı şeyi yapıyor. Bilimsel araştırma, bilim
adamlarıdır adı altında yaptırdığı çalışmalarla manüplasyon yöntemini
kullanarak gerçekleri tersyüz etmeye çalışmaktadır. Bu anlamda Türk
devleti Kürt ve Kürdistan gerçeğini inkarda geçmişte nasıl bilime kast
etmişse ve bilim suçu işlemişse bugün de Kürt halkının PKK’yle olmadığı,
Kürt halkının PKK’ye-KCK’ye karşı olduğu yönündeki tezini ispatlamak
için bilim suçu işlemekte ve bilime kastetmektedir. Bunlar kesinlikle
gerçekleri tersyüz eden psikolojik savaş amaçlı çalışmalardır.
BİLGESAM’dır, bilmem ne samdır gibi birçok uzman kesilen Stratejik
Araştırma Kurumu altında aslında psikolojik savaş daireleri
çalışmalarını yürütmektedir. Bunların söylediklerinin hiçbir değeri
yoktur, gerçek dışıdır. Neymiş de, “Kürtlerin yüzde 90’ı Türkiye’yle
birlikte yaşamak istiyormuş!” Neymiş, “Türklerle komşu olmak, evlenmek
isteyen Kürtlerin oranı yüzde 78’miş, buna karşı Türklerin de yüzde
24’müş!” Yani, “Kürtler bizimle yaşamak istiyor, Kürtler bize muhtaçtır,
Kürtler ikinci sınıftır, biz aslında Kürtleri kabul etmiyoruz, onlar
bizimle yürümek istiyor” imajını yaratmak istiyorlar. Burada yeniden bir
ırkçılık, bir egemenlik, “işte bu toplum bize aittir, bize tabiidir,
bizden ayrılmak istemiyor” demeye getiriyorlar. Bu, kesinlikle bir bilim
suçudur, bilimi katletmedir, gerçekleri tersyüz etmedir. Alçakça yalan
söylemektir, başka bir şey değildir.
Kürt halkı o kadar onursuz
bir halk değil. İşbirlikçi kesimler olabilir. Beyaz olarak tanımlanan,
işbirlikçi kesimler her toplumda vardır, Kürt toplumunda da vardır ama
Kürt toplumunun büyük ekseriyeti kendi onuruna, kişiliğine, diline,
kültürüne ve şerefine sahip çıkacak bir halktır. Kalkıp öyle internet
yoluyla bilmem araştırma yapmış gibi gösterip, ondan sonra onun
üzerinden kanal kanal dolaşıp propaganda yapıyorlar. Bununla kimseyi
kandıramazlar.
Eğer siz doğru söylüyorsanız, söylediklerinize
güveniyorsanız, yalan söylemiyorsanız, buyurun, BM’nin gözetiminde en
demokratik bir sistemle referandum yapalım. Halka; “demokratik özerkliği
isteyip istemediğini” soralım. Madem Başbakan her gün çıkıp, “BDP, PKK
benim Kürt vatandaşlarımın temsilcisi değildir, AKP Kürtlerin
temsilcisidir” diyorsa ve bu sözünde tutarlıysa, buyursun uluslararası
kuruluşların gözetiminde referandum yapalım. Hodri meydan!
‘BAŞBAKAN SÖZ ÇARPITMA USTASI’
Başbakan’ın
BDP’liler için söylediği “Onların sine_i milletleri yoktur, sine_i
PKK’ye giderler. Çünkü onların aldığı oyların yarısı baskıyla
alınmıştır” sözleri için neler diyeceksiniz?
Başbakan büyük
bir “söz çarpıtma ustası”dır. Bravo kendisine! Her gün polisiyle
askeriyle sağı solu bastırıp tehdit ediyor, sonra da dönüp BDP’nin bizim
tehdidimizle oy aldığını söylüyor. Çarpıtma olur da bu kadar mı olur?
Siz BDP’li mi bıraktınız? Her gün baskı uyguluyorsunuz, her gün tehdit
var. İnsanların banka kredilerini kesiyorsunuz, onları mahrum
ediyorsunuz. İş vermiyorsunuz, Kürt halkı kapılarda süründürülüyor.
Varlıklı olanlara top attırıyorsunuz. Her türlü baskı ve şiddet
yöntemini kullandıktan sonra “AKP oy alıyor” diye övünüyorsunuz. Baskı
kalksın bakalım hele Kürt halkı hangi kararı veriyor. Yani tehditle oy
alan biz değil kendisidir; ters çevirerek bunu söylüyor.
Aynı tersyüz etme durumu yaşanan çatışmaların sonuçları için de geçerli?
Evet.
Yani, bir devlet bu kadar yalan söyleyemez. Şimdi mesela son olarak
Şemdinli’de bizim 75 kendilerinin de 4 kayıplarının olduğunu
açıkladılar. Emin olun ki gerçek tam tersidir. Bizim 4 şehidimiz vardır
ve muhtemelen onların kaybı -arkadaşlarımızın tekmilde verdiği rakamlara
bakamadım ama tahminen- 75 civarıdır. Tam ters çevirerek yansıtıyorlar.
Madem siz Şemdinli’de bu kadar gerilla öldürdüyseniz, niye o zaman
hakimiyet sağlamıyorsunuz? Yalan söylemeyin; burada halkın çocukları
sizin denetiminizde ölüyor; gizleyerek evlerine gönderiyorsunuz. Bol
para ve kredilerle aileleri susturuyorsunuz. Bir savaş var ve her türlü
çabayla bu savaşı gizlemeye çalışıyorlar. Kısaca çok büyük bir
manüplasyon faaliyeti vardır, çok büyük bir dezenformasyon vardır. Bu
şekilde toplumu yanıltarak sonuç almayı hedeflemektedirler. Zaten öyle
de yapıyorlar.
AKP’nin diğer bir şeyi de, mesela kendisi toplumu
yönlendiriyor, toplumun şovenist duygularını kamçılıyor. Bir şovenizm
dalgası geliştiriyor, ardından dönüp anket yapıyor, “siz Kürt veya PKK
meselesi için ne diyorsunuz?” diye soruyor. Sen zaten hepsini şişirdin,
doldurdun, ne diyecekleri bellidir. Yani kendisi şişiriyor,
biçimlendiriyor, sonra üzerinde anketle oyun oynuyor. Oysa gerçek bir
Anadolu insanı, gerçek bir TC vatandaşına Kürt sorunu doğru anlatılsa
tutumu farklı olur. Yani şimdi başka bir ulus gelip de Türkiye’nin
herhangi bir bölgesinde Türk tarihini ve dilini yasaklasa, insanlara
“sen farklı bir ulustansın” dese bunu normal görürler mi? Bunu nasıl
normal görmeyeceklerse Kürt halkı da kendisine dayatılan bu sistemi
normal görmüyor.
‘KÜRDİSTAN GERİLLASI AYNI ZAMANDA BİR TÜRKİYE GERÇEĞİDİR’
Kürt
halkının değerleri vardır. Değerleri tarihin derinliklerine dayanan
kültürel birikimidir, şehitleridir, Önderliğidir. Kendi Önderliğine
bağlıdır tabii; şehitlerine her koşul altında sahip çıkacaktır ve
çıkmaktadırlar.
İşte BDP’li parlamenterler gitmiş, bir gerilla
grubuna rastlamış ve merhaba etmiş. “Vay siz niye merhaba edersiniz”
diye onları meclisten kovacaklar ve zindana atacaklar. O zaman siz bu
halkla birlikte yaşamak istemiyorsunuz. Eğer siz bu halkla birlikte
yaşamak niyetindeyseniz buyurun 10 bin gerilla vardır. Bu gerillaları ne
yapaksınız? Yani bu gerillaya düşman gözüyle, öldürülmesi gereken
kişiler olarak bakıyorsanız, o zaman nasıl bir arada yaşayacak ve nasıl
çözüm bulacaksınız? Dayattıkları tamamen teslim olma ve şovenizmdir,
ırkçılıktır. Kürdistan Özgürlük Gerillası bir Türkiye gerçeğidir, bir
Kürdistan gerçeğidir. Sen eğer bu ülkenin birliğini savunuyorsan ve
barış istiyorsan, elbette ki gerillaya hürmet göstereceksin. Gerilla,
kendi amaçları ve iddiaları uğruna hayatını ortaya koyacak kadar dürüst
ve samimi özgürlük militanıdır. En saygın insandır. Hiçbir bireysel
çıkar gözetmeden kendi halkı için her türlü riski göze almayı,
fedakarlık yapmayı önüne koymuş kimsedir. Bu kişi saygın bir kişidir
tabii. Şimdi “siz niye kucaklaştınız, niye merhabalaştınız” diye
parlamentodan atmayı düşünüyorlar.
KÜRT PARLAMENTERLER MECLİS’TEN ATILIRSA…
Atsalar ne olur?
Atsınlar
da görelim bakalım. Herhalde bu halkın da buna karşı vereceği bir
cevabı vardır. Kürt siyasetinin ve Kürt halkının buna karşı alacağı bir
tutum vardır. Fakat şimdiden belli olan şey şu ki, böyle bir durum
gelişirse o zaman HPG’nin de Kürdistan’da AKP’nin tüm siyasetçi ve
parlamenterlerini tutuklama hakkı doğar.
Şu bilinmeli ki; biz
halk olarak kimseye muhtaç değiliz. Önümüzde tek seçenek yoktur, birçok
seçenek vardır. Bu halkı daha fazla zorlamayın. Asıl biz hala sabırlı
yaklaşıyoruz. Biz şuanda savaşı halen kontrollü yürütüyoruz; savaş
ilkelerini ve ahlakını gözeterek yürütüyoruz. Henüz devreye konulmayan
daha keskin savaşabilecek güçler de vardır. Biz savaşı henüz zincirleri
boşalmışçasına yürütmek durumunda değiliz. Gelişen saldırılar karşısında
bizim savunma savaşımız ahlaklı ve ilkeli olacak ve kontrollü bir
direniş yürütülecektir. Zaten şimdiye kadar da öyle yürüyor. Ama bu
savaşı çirkefleştiren, her türlü etik değeri ayakları altına alarak
sürdüren karşı tarafın zihniyet yapısıdır. Bu konuda halkımızın
göstermiş olduğu büyük kararlılık vardır, direniş vardır. Biz,
halkımızın bu büyük direnişine layık olmak istiyoruz.
Özellikle
bu kadar baskı ve şiddete rağmen, en son Beytüşşebap halkının
gerillaların cenazelerine sahip çıkmada gösterdiği cesaret ve kararlılık
her türlü takdire şayandır.
Yine Bingöl’de, Karlıova halkımızın,
kendi siyasi temsilcilerinin tutuklanmasına karşı göstermiş olduğu
direniş, geliştirdiği tepki çok anlamlı ve değerli bir duruştur.
AKP niçin Karlıova’da böyle bir uygulama yaptı?
Çünkü
Bingöl’de Kürt yurtseverliğinin gelişme sürecini hissetti, bunu
görüyor. Ve bunu önlemek için Kürt yurtseverliğinin en çok geliştiği
Karlıova’da Kürt siyasetçilerini ve seçilmişlerini tutuklayarak ve yine
toplumda bir korku yaratarak bu yurtseverliği geriletmek istemektedir.
AKP Kürdistan’daki oylarını kesinlikle şiddet, korku ve rüşvet temelinde
almaktadır. Özgür bir seçim ortamında AKP Kürdistan’da oy alamaz. Bunu
çok iyi biliyor. İşte Bingöl’deki operasyon bunun açık örneğidir. Ama
bütün bu numaralar, bu baskılar ve şiddet ters tepecektir. Çünkü
halkımız artık şiddetle sindirilemeyecek bir bilinçlenmeyi, örgütlenmeyi
ve direniş sürecini yaşamaktadır. Bu nedenle AKP’nin hiçbir çabası
sonuç vermeyecektir, vermemektedir. Hareketimizin yükselişi ve gelişmesi
bugün bu gerçeğe dayanarak gerçekleşmektedir.
Bingöl-Karlıova yolunda gerçekleşen eylemde 8 polisin öldüğü, 9’unun ise yaralandığı belirtiliyor.
Ben
de az önce duydum. Henüz kimin yaptığını bilmiyorum. Herhangi bir şey
belirtmiyorum. Ama halkımız içinde bir söz vardır; “eden bulur” derler.
KCK adı altındaki operasyonlara karşı bir cevap olmuş olabilir. Bunu bir
ihtimal olarak belirtiyorum. Çünkü somut bir bilgi elimde yok. Zaten bu
çatışmaların bu düzeye gelmesinin en önemli nedenlerinden birisi KCK
adı altındaki Siyasi Soykırım Operasyonları’dır. Bu operasyonlar Kürt
halkının genç, okumuş, bilinçli ve kimlikli duruşa sahip tüm kadrolarını
hedefleyerek Kürt halkının geleceğini karartmak, dinamik gücünü tasfiye
etmek istemektedir. Bu Kürt halkına karşı yapılmış bir zulümdür; bir
vicdansızlıktır. Karlıova’da o insanların legal-yasal siyaset yapmak
dışında ne suçları vardır? KCK adı altında toplayıp tutuklamak adalete
sığar mı? Halkımızın yaptığı bütün gösteri, miting ve çeşitli protesto
eylemlerinde bunların hepsi ifade edilmedi mi? Bunlar bir yerde Kürt
halkının çığlıkları ve çağrılarıydı. Ama AKP hükümeti bu haklı
çığlıkları cop ve gazla karşıladı. Hiçbir yolu bırakılmazsa elbette ki
bu halkın adaletsizliğe karşı direnişi kendine başka yollar bulacaktır.
Polise karşı gelişen gerilla eylemini de bu kapsamda düşünmek gerekiyor.
Eğer birileri buna üzülüyorsa bunun sorumlusu KCK operasyonlarına karar
verenlerdir. Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni güvenlik politikaları adı
verilen katletmeyle ortadan kaldırmaya karar verenlerdir. Bu polislerin
ve ölen askerlerin gerçek katilleri bu savaşa karar verenlerdir.
Kürdistan Özgürlük Gerillalarını bombardımanla, savaşla ortadan
kaldırmayı kararlaştıranlar, bütün bu kayıpların gerçek sorumlularıdır.
Türkiye’de yaşamını yitiren asker-polis aileleri haklı bir dava uğruna
dili ve kültürü için büyük olanaksızlıklar ortamında direnen Kürt
halkını suçlayacaklarına bu savaşa karar veren kendi hükümetlerini
suçlamalıdırlar.
Geçtiğimiz hafta İstanbul Sultangazi’de bir
polis karakoluna yönelik bir intihar eylemi gerçekleştirildi.
Gerçekleştirilen eylemi DHKP-C üslendi. Siz bu eylem hakkında kısaca
neler söyleyeceksiniz?
Bir insanın kendi düşüncesine ve
inancına, yaşamını feda edecek kadar samimi yaklaşması değerli bir
tutumdur. Bir örgüt olsun, bir insan olsun inançlarına samimi ve
dürüstçe bağlıysa bu temelde amaçlarına kilitlenerek büyük
fedakarlıkları göze alıyorsa, ister katılalım ister katılmayalım kendi
başına bu duruş insani açıdan büyük bir duruştur. Bu eylemi
gerçekleştiren İbrahim Çuhadar’ın duruşuna da bu çerçevede yaklaşıyor ve
militanca bir duruş olarak görüyorum.
‘OKUL BOYKOTU SİYASAL DEĞİL, ULUSAL VE TOPLUMSAL BİR YAKLAŞIM’
Daha
önce siz de açıkladınız, yine hareketinizin çeşitli organları
açıklamalar yaptı. Okulların boykot edilmesi, devletle Türkçe konuşmama,
askere ve mahkemeye gitmeme ve vergi vermemeye ilişkin halka
çağrılarınız oldu. Okulların açıldığı bu günlerde özellikle okul
boykotunu sormak istiyorum. Okul boykotlarına ilişkin çağrınızı neye
dayandırıyorsunuz?
Öncelikle şunu söyleyeyim: Doğru, bizler çağrı
yaptık ama Kürdistan’da bir takım demokratik kurumlar bizden önce böyle
bir kararı almışlar. Yine bizim çağrımızdan sonra da bazı kurumlar da
benzer açıklamalar yaptılar. Dolayısıyla bu konudaki söz konusu çağrı
sadece bizim çağrımız olmaktan çıkıp, çok çeşitli kesimlerin çağrısı
haline gelmiş bulunuyor.
Sorunuza gelince; her şeyden önce tüm
yurtsever halkımız şunu bilmeli ki, özgürlük mücadelemiz tarihinin en
önemli bir aşamasına girmiş bulunmaktadır. Bu aşama normal bir aşamayı
değil, olağanüstü bir dönemi ifade ediyor. Biz bu süreci, bir final
süreci olarak karşılamak ve artık Kürt sorununu köklü bir biçimde çözüme
kavuşturmak istiyoruz. Süreç öyle bir süreç ki, olmazsa olmaz bir
biçimde başarıyı ve çözümü dayatan bir süreçtir. Böylesine tarihi bir
süreçte artık her yurtsever Kürdistanlının elini taşın altına koyması
gerekmektedir. Hem bölgede hem Kürdistan’da yaşanan gelişmeler, gerek
Batı gerekse de Kuzey Kürdistan’daki hamlesel çıkış, bir devrimsel
süreci dayatıyor. Batı Kürdistan halkımız bir özgürleşme ve devrim
sürecini yaşamaktadır. Kuzey’de hareketimizin geliştirdiği hamlesel
çıkış çok önemli sonuçları ortaya çıkartmış bulunuyor. Biz artık bu
sürecin bir final süreci olması gerektiğini, Kürt sorununun olmazsa
olmaz bir biçimde çözümü dayattığını, çözümün gelişmesi için de sadece
gerillanın savaşmasının değil toplumun da sivil itaatsizlik biçiminde
sömürgeci devlet sistemini reddeden bir tutum almasının çok önemli
olacağını düşünüyoruz.
Hakikaten, Kürt halkı kendi anadiliyle
çocuklarının eğitim görmesini istiyorsa ve artık asimilasyonun baskısı
altında kalmak istemiyorsa, okulların açılışında bir tutum almalıdır.
Bunu sadece bir istem olarak söylemek, yine gerillanın başarılı bir
süreci geliştirmesini seyretmekle elde etme biçiminde bir yaklaşımı
geliştirmek doğru değildir. Biz diyoruz ki, tüm yurtsever çevreler,
hangi partiden olursa olsun kendine Kürdüm diyen samimi İslami çevreler,
yine samimi Alevi çevreler ve kendi halk gerçekliğine sahip çıkmak
isteyen bütün kesimler bu dönemde anadilde eğitim hakkını her biçimde
gündemleştirmelidir.
Bugün bir taraftan bölge kaynıyor, herkes
hak arıyor, öbür taraftan bir anayasa çalışması gündemde; Kürt sorununun
çözümü kendisini dayatıyor. Burada anadilde eğitim hakkı çok önemli bir
noktadır. Bir ülkede anadilde eğitim hakkı olmadığı müddetçe orada
asimilasyon olur. Bunun için bugün dünyada anadilde eğitim hakkı
evrensel bir insan hakkı durumundadır. Ama bu gerçeğe rağmen Türk
devleti hem bölgenin en demokratik ülkesi olduğunu iddia ediyor, AB’ye
girme iddiasında bulunuyor hem de kendi içinde anadilinde eğitim görmek
isteyen 15-20 milyonluk bir halka anadilinde eğitim görmesini
yasaklıyor. Türkiye artık bunu daha fazla taşıyamaz. Bunun için Kürt
halkı bu istemini toplumsal düzeyde ifade etmeli. İfade etmenin bir
aracı olarak da okulları boykot etmelidir. Yani çocuklarını
göndermemeli, gençler de okula gitmemelidir. Buna üniversite de
dahildir. Varsın bir süre okula gidilmesin. Kürt halkı eğer gerçekten
anadilde eğitim hakkını istiyorsa, hangi siyasal görüşten olursa olsun
bir Kürt olarak artık böyle bir tutumu almalıdır. Bu okul boykotu bir
siyasal yaklaşımdan ziyade bir toplumsal yaklaşım, bir ulusal
yaklaşımdır. Kürtler anadilde eğitim hakkını talep ediyor. Bu meşrudur,
bu doğal bir haktır.
Kürtçeyi seçmeli ders yapma, anadilde
eğitim hakkını sabote etmek için geliştirilmiş bir taktiksel
yaklaşımdır. Öbür yandan, bu topraklarda binlerce yılın temel bir dili
olan Kürtçe dilini Kürdistan’da seçmeli dil yapma tutumu Kürtçe diline
ve Kürt halkına karşı bir hakarettir. Bizim Kürt olarak bu hakareti
kabul etmemiz şerefsizliği kabul etme anlamına gelecektir. Bunun için
hiçbir biçimde bunu kabul etmemeliyiz. Hiçbir Kürt bunu kabul etmemeli.
Nasıl oluyor da Mezopotamya’nın en eski dilini bu topraklarda seçmeli
ders olarak kabul edip, bir de bunu bir nimetmiş gibi bize sunuyorlar.
Bu, bizle alay etmedir, boşa çıkarmadır, başka bir şey değildir. Bunun
için tüm değerli Kürdistan gençliği bu konuda diline, onuruna,
haysiyetine sahip çıkmalı, tüm yurtsever halkımız bu konuda ortak bir
tutum alarak ortak bir tavır geliştirmeli.
Şimdi barış
toplumumuzun temel bir amacı ama biz onurlu bir barış istiyoruz. Teslim
olma biçimindeki bir sessizlik barış değildir. Eğer onurlu bir barış
isteniliyorsa toplum olarak böyle bir sivil itaatsizlik eylemini
yapmalıyız. Çünkü anadilde eğitim hakkı gündeme kapsamlı bir biçimde
oturursa bununla birlikte Kürt sorununda demokratik çözüm süreci de
gündeme girebilir ve yeni bir sürecin gelişme olasılığını da beraberinde
getirebilir. Bu açıdan şunu söylüyorum; kendine Kürdüm diyen tüm
kesimler ile Türkiye’nin birliğinden yana olan Kürt olmayan yurtsever ve
demokrat kesimler, barıştan yana olan bütün kesimler ve Kürt sorununun
diyalog yöntemiyle demokratik çözümünden yana olan herkesin anadilde
eğitim hakkını savunması ve bu çerçevede geliştirilmesi gereken okul
boykotunu desteklemesi gerekmektedir. Buna sahip çıkılmalıdır. Çünkü
ortada bir evrensel insan hakkı vardır. Bu, Kürt halkının halk olmaktan
kaynaklı doğal hakkıdır ama devlet bu hakkı vermeye yanaşmamaktadır.
Toplum olarak tutum almalı, demokrasiden yana olan bütün kesimler Kürt
halkının bu tutumunu desteklemeli ve böylece sorunun çözümünde ciddi bir
adımın gelişmesini hedeflemelidir.
OKUL BOYKOTU BARIŞI GETİREBİLİR
Barıştan
yana olan birtakım kesimler sürekli bazı çabalar geliştiriyorlar,
bildiriler yayınlıyorlar. Fakat o türden çabalar şimdiye kadar bir sonuç
almış değildir. Bu konuda şunu söyleyebilirim: Barış için en pratik
tutum budur. Toplumsal tutumun konulması, sivil itaatsizlik eylemiyle
devletin asimilasyoncu şiddet politikasına dur denilmesi suretiyle sonuç
almak mümkündür. O açıdan biz bu çerçevede anadilde eğitim hakkını
istemek amacıyla okulların açılışında böyle bir tutumun alınması
gerektiğini çağrı olarak ifade ettik. Biraz önce belirttiğim gibi bizden
önce de bazı kurumların karar aldığını duyduk, bizden sonra da bazı
kurumlar bu yönlü açıklama ve çağrılar yaptılar. Açık ki, bu her
kesimden olan bütün Kürdistanlıların ve bütün demokratik kurum ile
kuruluşların bir talebi haline geliyor. Ben de diyorum ki; biz Kürtler
olarak bu ortak talepte hepimiz birleşelim, herkes bu tutumu alsın,
geliştirsin ve bu haklı istemi gündeme koysun. Bunun en uygun yöntemi de
tabii ki toplumsal bir tutum almaktır, sivil itaatsizlik tutumuyla bunu
yapmaktır. Bu muhtemel ki, devletin çözüme gelmeyen tutumunu da
gerileterek yeni bir çözüm sürecini doğurabilir. Bu açıdan biz bunu
önemli görüyoruz ve ben tekrar tüm Kürdistan halkını ve değerli
çocukları ile gençlerini böyle bir tutum almaya çağırıyorum.
ABD’de
yapılmış olan bir filmin İslamiyet’e ve Hz. Muhammed’e hakaret
etmesiyle birlikte gelişen olaylar var. Şuan birçok İslam ülkesinde
şiddet tırmanmış durumda. Siz bu film ve protestolar hakkında ne
diyeceksiniz?
Öncelikle şunu belirteyim: Zaman zaman ABD ve
Batı kaynaklı olarak İslam dinine, Hz. Muhammed’e ve bir bütün olarak
Ortadoğu kültürüne hakaret eden, onu küçümseyen çeşitli çıkışlar
olmaktadır. İşte bazen kitap yazılmakta, bazen Kuran yakılmakta, bazen
de bu filmde olduğu gibi hakaret edici tutumlar geliştirilmektedir.
Bunun altında Batı’nın o kibirlilik o egemenlik ve üstünlük psikolojisi
vardır. Batı, Ortadoğu’yu bir arka bahçesi gibi görüyor ve onun değer
yargılarını küçümsüyor. Bunun bir sonucu olarak bu tür şeyler çıkıyor.
Kuşkusuz ki toplumun değer yargılarına saygısız yaklaşım hiçbir zaman
tasvip edilemez. Bu tutumu kınıyorum. Bu, egemenlikçi ve kendini üstün
gören zihniyetin bir sonucudur ve bu zihniyet halklar arası düşmanlığı
geliştirmekten başka bir sonuç elde edemez.
Fakat buna karşı
tepki de şiddet içerikli olmamalıdır. Tepki haklı bir tepkidir.
Dolayısıyla şiddet geliştirerek, hele hele insan öldürerek değil de
barışçıl-demokratik protesto yöntemleriyle bu tepki gösterilebilinir.
Esas olarak da Ortadoğu’nun daha kimlikli bir duruşu gerçekleştirmesi,
AKP gibi taşeronculuğa oynama değil de kimlikli bir duruşa sahip olması
ile Ortadoğu’nun kimlikli bir duruş kazanması temelinde bu tür şeylerin
önüne geçmek mümkün olacaktır. Yani Ortadoğu halklarının kimlikli
duruşu, kendi kültürel gerçekliğini temsil etmesi ve doğru-çağdaş değer
yargılarıyla yoğrulmasıyla bunun önüne geçmek mümkündür. Bu da ancak
halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesinin gelişmesiyle imkan
dahiline girecektir.
‘KÜRDİSTAN İSLAM KONFERANSINI ÖNEMSİYORUZ’
Yine
geçtiğimiz hafta Kürdistan’da bir İslam Konferansı gelişti. KCK İnanç
Komitesi bu konuda bir açıklama yaptı ama Başkanlık Kurumu’ndan bir
açıklama gelmedi. Siz bu konferansı nasıl görüyorsunuz?
Doğru,
Amed’de Kürdistan İslam Konferansı gerçekleşti. Bizim herhangi bir
açıklamamız olmamış olabilir ama biz samimi, dürüst Kürdistan
dindarlarının geliştireceği her yaklaşımı onurlu ve yerinde görürüz.
Saygı duyarız. İzlediğimiz kadarıyla bu konferansta ortaya konulan genel
çerçeve Kürt ulusal gerçekliği ve onun dini bakış açısıyla bütünlük arz
eden bir çerçevedir. O açıdan önemsiyoruz ve destekliyoruz. Özellikle
birçok vurgusunun önemli olduğunu düşünmekteyim. Yani İslam dinini
devletin bir aracı olmaktan çıkarma tutumu, İslami esaslara çok uygun
bir tutumdur. Çünkü tarihin çeşitli aşamalarında çeşitli egemen
devletler tarafından din istismarı temelinde zulümler ve katliamlar
yapılmıştır. İslam dini, bir selamet dinidir, bir barış dinidir. Ona
dayanarak katliam yapmak, hele hele başka bir halkın üzerinde soykırım
politikalarını geliştirmek, dilini ve kültürünü yasaklamak İslam dinine
aykırıdır. Zulüm yapmak İslam dinine aykırıdır ama bunlar yapılmıştır.
Bugün
AKP hükümeti, hem de dini istismar etme yöntemiyle Kürdistan’daki
sömürgeciliği kalıcılaştırmak istemekte ve doğal bir sistem gibi
göstermeye çalışmaktadır. Bu açıdan dini devletin dışına taşıma, devlet
dışında dini topluma mal etme, gerçek samimi inançlı bir toplumsal
gerçekliği geliştirme bakımından çok çok önemlidir. Ben bunun sadece
Kürt halkı açısından değil, dini değerleri yaşatma açısından da önemli
bir çıkış olabileceğini düşünmekteyim. Bu açıdan yakaladığı perspektifi
oldukça yerinde buluyor, hem toplumsal gerçekliğe hem de İslam dininin
özüne uygun bir çıkış olduğunu düşünüyorum.
‘KÜRT GAZETECİLER ONURLU BİR DURUŞ SERGİLEDİ’
Son
olarak geçtiğimiz haftaya damgasını vuran diğer bir olay ise görülmeye
başlanan KCK Davası’nın basın ayağıydı. Yine olaylı geçen bir duruşma
oldu. Gazeteciler savunmalarını Kürtçe olarak yapmak istediler. Bu dava
hakkında neler söyleyeceksiniz?
Şimdi KCK operasyonunu biz
bir siyasal soykırım operasyonu olarak değerlendirdik. Bir kültürel
soykırımdır. Yani Kürtleri kolsuz kanatsız bırakma girişimidir. İşte
onun siyasetçilerini, hukukçularını, öğrencilerini, tüm aydın
dinamiklerini, basın ve kültür çevrelerini tasfiye etmek için AKP ve
Gülen Cemaati Koalisyonunun bu operasyonu, geleceğe dönük olarak Kürt
halkını güçsüzleştirme ve egemenlik altında tutmada önemli bir ayak
olarak gördükleri anlaşılıyor. Bu nedenle TC yasalarına göre yaklaşma
gibi bir şey yoktur, sömürgeci hukuk anlayışı egemendir.
Zaten
davaya başlanmasıyla birlikte herkes, çoğu zaman Başbakan ve çeşitli
devlet yetkililerinin “bunlar gazeteci değil teröristtir” sözlerinin ne
kadar içi boş ve yalan sözler olduğunu gördü. Bunlar gazetecidir ama
Kürt gazeteci oldukları için yakalanmışlardır. Zaten iddianamelerinde de
bu ortaya çıkmakta; “Sen filan haberi niye yaptın, filan yere niye
gittin, filan konularda niye program yaptın?” gibi konularda suçlama söz
konusudur. Yani kimlikli Kürt duruşunu savundukları ve bu çizgide bir
basın-yayın faaliyetini yürüttükleri için tutuklanmış ve
yargılanmaktadırlar. Dolayısıyla bu davanın evrensel hukuk açısından
hiçbir temeli yoktur. Tamamen sömürgeci amaçlarla yapılan siyasi bir
yaklaşımdır. Kürt halkını güçsüz bırakma, dilsiz bırakma ve sindirmenin
sömürgeci uygulaması sonucu bu davanın ve diğer bütün KCK davalarının
gündeme geldiği bir kez daha 2-3 günlük dava günleri boyunca açığa
çıkmış hususlardır. Bu açıdan devletin bu konuda haksız bir uygulamayla
kendi hukukunu bile çiğneyerek yürüttüğü bir politika açığa çıktığı
kadar Kürt halkının da bunun karşısında yürüttüğü mücadelenin haklılığı
da açığa çıkmıştır. Yürütülen özgürlük mücadelesi haklı mücadeledir. En
sıradan bir Kürt duruşu bile kabul edilmemekte ve bu duruşu gösterenler
çeşitli gerekçelerle içeri atılmaktadır. Bunu en son görülen basın
davası vesilesiyle bir kez daha herkes görmüş oldu.
ANF
VEYSİ SARISÖZEN
Kılıçdaroğlu, ansızın “yüzde doksandokuz sabotaj” deyiverdi. Sonra hızını alamadı, “yüzde doksandokuz değil, yüzde doksandokuz buçuk sabotaj” diye durumu netleştirdi.
Böylece Başbakan’a yalnızca “yüzde sıfır virgül beşlik bir ‘kaza’ alanı” kaldı.
Kılıçdaroğlu’na göre, bu “yüzde doksan dokuz buçukluk sabotaj” çağdaş bir araç olan “cep telefonu” ile yapılmıştı.
“Alo, bomba, patlasana” denmiyor elbette. Henüz böyle “laftan anlayan sabotaj bombaları” imal edilmedi. İlerde o da olur. İnsanlık ilerliyor. Kılıçdaroğlu boşuna “cep telefonu ile sabotajdan söz etmiyor.Sanırım "İslami duyarlılıkları" da hesaba katarak, telefon tuşlarına "orta parmakla" dokunulduğunu düşünerek konuşmuş olmalı.
Elinize cep telefonunu alıyorsunuz. “Allahü ekber” diye bağırıp, “günah” olmasın diye şahadet parmağınızla değil de, “şey” olsun diye “orta parmağınızla” şifrelenmiş tuşlara dokunuyorsunuz…
Buuummmm!..
Kılıçdaroğlu “sabotajı”, “cep telefonu ve muhtemelen orta parmakla” açıkladıktan sonra, hepimiz Başbakan “yüzde sıfır virgül yarımlık kaza”yı nasıl açıklayacak diye merak ettik. “Sağolsun” merakımız, önce Bay Savcı’nın “ısmarlama” “sabotaj değil” açıklamasıyla hafifletildi ardından, Başbakanın açıklaması geldi.
Bu açıklamaya göre, “cep telefonu ve orta parmakla yüzde doksan dokuz buçukluk sabotaj” iddiası “sululuk”tu.
Başbakan “sululuktan” hoşlanmayan bir adam. Ciddi mi, ciddi…O nedenle “kuru” bir açıklama yaptı:
Başbakan’a göre, bu bir "kazaydı"... ''Meraklı bir asker, serçe parmağıyla çengeli çekiştirmiş''ti.
“Cep telefonu” dediğimde elbette kolayca anladınız. “Orta parmak” da malum. İşte bu orta parmağın tuşlara dokunur dokunmaz, buna uygun ayarlanmış bomba düzeneğinin harekete geçirilebileceğini de artık okuduğunuz “uzaktan kumandalı mayın” haberlerinden ötürü biliyorsunuz.
Ama işte, şu “meraklı asker” patlatıcısı ile, “serçe parmağı” dokunmatiğini bir türlü çözemiyorsunuz.
Çözemezsiniz. Kolay mı? “Yüzde sıfır virgül yarımlık kaza”nın sırrı, işte bu “meraklı asker ve serçe parmağında” gizli.
Buna göre, “meraklı asker”, şimdi tutuklanan Binbaşı tarafından içi lebalep her türlü el bombasıyla dolu cephaneliğe gönderiliyor. Sandıklar dizi dizi. Kimi MKE, kimi Alman marka el bombaları… Deniyor ki, “efendim bunların bir kısmı elli yıllık”…Olabilir. Ne var bunda. Bunlar domates değil ki, bozulsun. Hepsi de taş gibi bomba.
İşte bu bomba sandıklarının arasına gönderilen “meraklı asker” başlıyor tuhaflaşmaya. Çünkü “meraklı”. Çocuk asker ama, yine de “acaba şu el bombaları nasıl bir şey” demeye başlıyor. Bombaları merak ediyor yani.
Orada bir bomba. Alaman yapısı. Bizimkilerin pimiyle bombası ayrı dururken, bu Alaman işi bombanın pimi üstünde. Hani Amerikan filmlerinde görmüşünüzdür. Yankee bombayı belinden çıkarır, pimini dişlerinin arasına sıkıştırıp tükürür ve bombayı fırlatır ya…Bunlar o cins değil.
Çengelli…
Elinizi şöyle yumuyorsunuz, parmağınızı, yani “orta parmağınızı” değil, şahadet parmağınızı da değil, “serçe” parmağınızı ileriye doğru uzatıyorsunuz. Sonra, “çengele” geçirip, şöyle bir çekiştirdiğinizde, bomba anında başlıyor “tik-tak, tik-tak” demeye…Beşe mi, on beşe mi, tam bilemiyorum, sayıyor ve fırlatıyorsunuz…
Güüümmmm….
İşte bizim “Meraklı Asker”, cephanelikte sandıkları kucaklayıp kucaklayıp istiflerken, “meraktan” çatlayacak hale geliyor. Yirmi beş adamın doluştuğu depoda, çaktırmadan etrafı teneke şeritlerle çevrilmiş, çivilenmiş sandıklardan birini, kasaturasıyla kanırttırıp açıyor. Dizim dizim el bombaları. “Amanin, demir yumurta, hemi de çengelli” diyor.
Yumartayı biliyor da, çengellisini ilk defa görüyor. Siz olsanız merak etmez misiniz?
Gerçi “Meraklı Asker” dediğimiz askerin “Allah Allah, bunlar da ne yahu, acaba bunların içinde cücük mü var, bu çengel de neyin nesi, onu şöyle serçe parmağımla hafiften çekiştirsem, sonra bu demir yumurta gibi şeyin içini açıp bir kurcalasam” demesi tuhafınıza gidebilir. Bir askerin her gün gördüğü el bombasını durup durururken “merak” etmesi kafanıza sığmayabilir. Hatta bunu Başbakan böyle söylüyor dendiğinde, “vah vah, sakın bizim Başbakan tozutmuş olmasın” filan da diyebilirsiniz.
Demeyin.
Çünkü bombayı “Meraksız asker” değil, özel bir asker türü olan “Meraklı Asker” merak ediyor.
Ediyor ve kasaturasıyla kanırtıp açtığı sandıktan bir Alaman işi bombayı çıkarıyor, “serçe parmağını çengele” sokuşturup, şöyle bir çekiştiriyor…
Buuuummmm….
Cephanelik havaya uçuyor.
Doğrusu ben de “sululuktan” hazzetmem. Afyon patlamasının teşhisi konusunda Başbakanla hemfikirim. İnsan ciddi olmalı.
Bu ciddi teşhisten sonra Askerlik Şubelerine “vicdani red” ve “bedelli” başvuruları azalmış, bunun yerine bir başvuru türü ortaya çıkmış…
“Aman Başçavuş evladım, bizim oğlanı çürüğe çıkar, oğlan doğuştan ‘meraklı’, hemi de nerede bir çengel görse serçe parmağını geçirmekte, durup durup ‘buuuum’ diye sesler çıkarmakta, Allah muhafaza askere bir giderse, Tayyip beyin dediği gibi yani, oğlan meraklı…”
“En büyük asker bizim asker” anladık da, bu “meraklı asker” nasıl asker?
ANF
Amed - DTK'nin 6'ncı Genel Kurulu 3'ncü Ara Dönem Toplantısı sonuç bildirgesi ile son buldu. Bildirgeyi açıklayan BDP Van Milletvekili ve DTK Koordinasyon Sözcüsü Özdal Üçer, Kürt sorununda yol ayrımına gelindiğini belirterek, “Önümüzde iki seçenek vardır. Ya bu mesele şiddet-çatışma zemininde devam edecek, ya da anlamlı bir müzakere ile barışçıl çözüm yoluna gidilecektir. Bugünlerde yaşadıklarımız savaş tercihinde karar kılınmasının sonuçlarıdır" dedi. Öcalan ve PKK’ye rağmen çözüm olmayacağının altını çizen Uçer, Kürtlerin 21. Yüzyılı kaybetmeyeceğini vurguladı.
Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK), "Demokratik Özerklikten Ulusal Birliğe" şiarıyla 6'ncı Genel Kurulu 3'üncü Ara Dönem Toplantısı BDP Diyarbakır İl Binası Vedat Aydın Toplantı Salonu'nda sona erdi. Kongrenin sonunda sonuç bildirgesi açıklandı. Sonuç bildirgesini BDP Van Milletvekili ve DTK Koordinasyon Sözcüsü Özdal Üçer açıkladı. Üçer, kongrede bölgenin ve Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun içinde bulunduğu sürecin tüm yönleriyle ele alınıp değerlendirildiği belirtildi. Türkiye Cumhuriyeti'nin ve AKP hükümetinin son yıllarda bölgede küresel hegemonyanın kendisine verdiği rol gereği yeni bir misyon yüklenmek istendiğini belirten Üçer, "Bu temelde Ortadoğu'nun egemen gücü olduğunu vurgulamıştır. Öncellikle 'tüm komşularla sıfır problem' şiarıyla diktatöryel rejimlerle dostluk kurmaya çalışmış; fakat 'Arap Baharı' olarak adlandırılan süreç bu politikayı boşa düşürmüştür. Buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti hegemonyasını zora başvurarak kabullendirmeye çalışmış ve bölgeye anti-Kürt, Sünni-Şia ayrımı ve Arap halkının iradesini hiçe sayan bir pencereden müdahale etmek istemiştir. Fakat bu politikaların gerçekçi olmadığı da çok geçmeden açığa çıkmıştır" dedi.
ÖCALAN’A TECRİT DOĞRUDAN HÜKÜMET POLİTİKASI
AKP hükümetinin iç politikasını eleştiren Üçer, "İçerde ise Türkiye Cumhuriyeti rejimi ve AKP hükümetinin temel sorunlar karşısındaki tutumu aynılaşarak yeşil Kemalist bir forma kavuşmuştur. Otoriter siyaset anlayışını olduğu gibi ödünç alıp, halkı hiçe sayan muhalefeti yok sayıp düşmanlaştıran bir tarzı özellikle 2011 seçimlerinin ardından pratiğe koymuştur. AKP iktidarının bu yönü en berrak şekilde kendini Kürt sorununda göstermektedir" dedi. AKP hükümetinin inkar ve asimilasyona devam ettiğini vurgulayan Üçer, "Anadilde eğitim ve anadilde savunma talepleri reddedilerek derin bir inkârcılık sürdürülmekte, öte yandan barışçı demokratik çözümün en önemli aktörü Sayın Abdullah Öcalan'a yönelik anti-demokratik tecridi doğrudan hükümet politikası olarak uygulamakta, vicdansız bir biçimde insanları basit rakamlara indirgeyerek öldürme matematiği üzerinden imha planları yapılmakta, sorunun askeri mantıkla çözülebileceği şeklindeki köhne görüşe dönüş yapılmaktadır" dedi.
CHP YENİ BİR OSLO SÜRECİNİ ENGELLEMEYE ÇALIŞIYOR
İktidarın Kürt sorununa ilişkin tutumunun yanlış olduğunu bununla birlikte muhalefetin de tutumunun bir umut vermediğini belirten Üçer, "CHP Çözüme ilişkin eklektik, gerçekçi olmayan, bütünsellikten uzak önerilerden öteye gitmezken, çözüm için umut yaratan bir zemin olan Oslo sürecini kötülemektedir. CHP'nin yeni bir Oslo sürecini engelleme maksatlı öne alma girişimlerinin Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümüne hiçbir katkı sunmayacağının da altı çizilmelidir" dedi. Bu süreçte DTK olarak temel sorunların bu şekilde çözülemeyeceğini vurgulayan Üçer, Ortadoğu'da halkların lehine olduğu kadar ve aleyhine de tehlikeler barındırdığını kaydederek, "Diktatöryal rejimler ardı ardına devrilirken yeni sistemin nasıl olacağı netleşmemiştir. Ulus devlet penceresini aşamayan ve küresel güçlerle bağını sürdüren yönetim anlayışları söz konusuyken halkların kendi öz gücüne dayanan ve sınırları dert etmeden Arap, Türk, Fars, Kürt ve diğer halkların kardeşliği ve eşitliği temelinde gelişecek Ortadoğu demokratik konfederal birliğini amaçlayan bizim gibi hareketlerde mevcuttur. Yeni dönem bu iki anlayışın mücadelesine bağlı olarak şekillenecektir" ifadesinde bulundu.
KÜRT MESELESİNDE YOL AYRIMINA GELİNDİ
Suriye'deki Kürtlerin demokratik özerkliği ilmek ilmek örmesinin Kürtleri mutlu ettiğini belirten Üçer, "Bu olumlu gelişmeye karşın tehlikelerin de farkında olmak önemlidir. Rojava'da açığa çıkan gelişmelerde yaşanacak olumsuzluklar diğer bölgelerdeki kazanımları da doğrudan etkileyeceği açıktır" dedi. DTK'nin bu tablo karşısında bazı sonuçlara ulaştığını belirten Üçer, bu sonuçlardan bir tanesinin Kürt sorununun çözümünün Demokratik Özerklik projesi ile mümkün olduğunu kaydederek, demokratik özerklik projesinin, bir radikal demokrasi projesi olduğunu belirtti. Üçer, çatışmaların şiddetlenme nedeninin AKP'nin politikaları olduğunu vurgulayarak, "Kürt meselesinde bir yol ayrımına gelinmiştir. Önümüzde iki seçenek vardır. Ya bu mesele şiddet-çatışma zemininde devam edecek, ya da anlamlı bir müzakere ile barışçıl çözüm yoluna gidilecektir. Bugünlerde yaşadıklarımız savaş tercihinde karar kılınmasının sonuçlarıdır" diye kaydetti.
KÜRTLER 21. YÜZYILI KAYBETMEYECEK
Kürt siyasi hareketi olarak sorunun demokratik ve barışçıl çözümünden yana olduklarını kaydeden Üçer, bunun için müzakere koşulları oluşturulması gerektiğini kaydetti. PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın özgürlüğüne dair bir talepleri olduğunu belirten Üçer, "Onu da halkımızdan talep ediyoruz. Kürt ve Kürdistan halkı olarak Sayın Abdullah Öcalan fiziki özgürlüğünü mutlaka sağlayacağımızı belirtiyoruz. Bu çerçevede Avrupa'da yaşayan halkın ve Türkiye cezaevlerinde bulunan tutsakların Sayın Abdullah Öcalan'ın özgürlüğü için başlattıkları kampanya ve açlık grevlerini desteklediğimizi ve onurlu bir eylem olarak gördüğümüzü vurguluyoruz. Böylece barış ortamı oluşturulmalı, müzakereler kaldığı yerden devam etmelidir. Öcalan ve PKK'ye rağmen çözüm mümkün değildir" dedi.
Kürtçeye karşı yapılan tahammülsüzlüğün eğitim alanında ve mahkemelerde görüldüğüne dikkat çeken Üçer, "Kürtçe anadilde eğitimi kabul etmeyen eğitim sistemini halkımızın da reddetme hakkına sahip olduğu açıktır. Unutulmamalıdır ki anadilde eğitim ve savunma hakkı, su gibi, ekmek gibi bir zorunluluktur. Bir insanın düşünme, rüya görme, kendisini ifade etme, yani var olma hakkıdır" dedi. Kürtlerin statüsüz yaşamayı kabul etmeyeceğini belirten Üçer, "20. yüzyılı kaybeden Kürtler, 21. yüzyılı kaybetmeyeceklerdir. Devrimsel gelişmelerin yaşandığı bir tarihsel aralıkta Kürtler birlik ve dayanışma ruhuyla mücadele verip ellerinden geleni yapmalıdır" diye konuştu.
RADİKAL DEMOKRASİ
Kürt sorununun çözümü sürecine girdiğini bu dönemi final dönemi diye niteleyen Üçer, bu süreçte Kürt halkının ulusal birliğini sağlamanın bir gereklilik değil zorunluluk olduğunu kaydederek, "Bunun için de vakit kaybetmeden bir ulusal konferans örgütlenmelidir! Bu amaçla, DTK Ulusal Konferans Girişim Komitesi'nin çalışmalarını hızlandırmasının önemine dair tutumunun altı çizilmiştir. DTK Türkiye'de Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünden yana olan her parti, cemaat, grup ile ortak hareket etme perspektifine sahiptir. Bu bağlamda biz DTK olarak ulusal birliğe olumlu her yaklaşıma cevap olacağız" dedi. Kürt halkının demokratik kazanımlarının "kardeş" Türk halkının zararına olmadığını belirten Üçer, "Aksine Kürtler, ortaya koydukları Demokratik Özerklik projesiyle tüm etnik-inançsal-kültürel kimliklerin eşit ve kardeşçe bir arada yaşayacağı bir birlik projesini sunarak, radikal demokrasi temelinde tüm halkları özgürleştirme potansiyelini açığa çıkarmaktadır. Biz herkes için Demokratik Özerklik, herkes için radikal demokrasi istiyoruz. İnanıyoruz ki Kürt halkının statü kazanması, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü, sadece Kürt halkını değil tüm Ortadoğu halklarını özgürleştirecektir" ifadesini kullandı.
BARIŞ İÇİN DAHA FAZALA ÇABA GEREKİYOR
Barış için her çabanın önemli olduğunu ve barış için verilen her çabaya destek vereceklerini belirten Üçer, çözümün aracılar ile değil doğrudan görüşmeler ile gerçekleştirileceğini söyledi. AKP'nin otoriter statükocu kimliğe rücu etmesinin kendini en fazla kadına yaklaşımda gösterdiğini belirten Üçer, "Tecavüzün 3 yaşına kadar inmesi Kürt kadını şahsında Kürt halkının değerlerine saldırı bombalarıdır. Bu bağlamda DTK olarak kadına karşı şiddet, taciz ve tecavüzle mücadeleye dair tutumumuzu net vurgulamak istiyoruz. DTK içerisinde yer alan kadınlar olarak artan tecavüz vakalarına karşın bir gündemle toplanma ve daha aktif mücadele kararlaştırılmıştır" dedi. Suriye Kürtlerinin gerçekleştirdiği devrimi selamladıklarını belirten Üçer, "Rojava'da tüm parti ve grupların bir araya gelerek Kürt Yüksek Konseyi olarak kendi öz yönetimini tarihsel önemde anlamlı buluyor ve destekliyoruz. Konferansımız Demokratik Özerkliğin inşası temelinde ekonomik model oluşturulması ve uygulanması için Ekonomik Konferansın düzenlenmesi kararlaştırılmıştır" dedi. Üçer, ayrıca DTK daimi meclisinin bu sonuçları layıkıyla yerine getirmek için çalışmalarını kararlılıkla sürdüreceğini kaydetti.
ANF