7 Haziran 2010 Pazartesi

Karayılan: Demokratik Özerklik ilan etme hedefimiz var

BEHDİNAN - KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, AKP hükümetinin ne yapmak istediğini çok iyi bildiklerini belirterek, yeni dönemde “Demokratik Özerklik” ilan etme hedeflerinin olduğunu söyledi. Eylemlerin metropollere kayabileceğini kaydeden Karayılan, “İskenderun eylemiyle yeni dönemin savunma süreci başlatılmıştır” dedi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, 1 Haziran’da eylemsizlik sürecinin sona ermesiyle birlikte başlayan yeni dönemi, çatışmaların neden yeniden başladığını, nasıl bir sürecin gelişeceğini ve dördüncü dönem olarak ifade edilen bu dönemdeki hedeflerini ANF’ye anlattı.

Karayılan’ın verdiği mülakatta ''Devlet hiçbir surette çözüme gelmezse, ilan edilen demokratik özerklik hedeflenerek, yok edilmek istenirse o zaman devlet olmadan demokratik konfederal eksende çözümün geliştirilmesi seçeneği ortaya çıkacak'' dedi.

Karayılan İskenderun eyleminin İsrail ile bağlantılarndırılmasına da şu sözlerle anlattı: “Çok tesadüfi biçimde İskenderun eylemiyle İsrail’in yardım gemilerine saldırısı aynı geceye denk gelmiş diye kalkıp bağlantılandırmak her türlü ahlaki sınırları zorlayan bir yalandır. Xakurke’de hava saldırısıyla katliam yaparsan, benim militanlarımı öldürürsen ve her gün top atışlarıyla bağ-bahçe bırakmadan her şeyi yakarsan, şurada burada Kürt gençlerini katledersen elbette ki senin İskenderun’daki askeri üssün de hedef haline getirilecektir.”

İşte Karayılan’ın sorularımıza verdiği cevapları:

ÇÖZÜM YOLU GÖSTERİLMEDİ, ÇATIŞMALAR BAŞLADI

* Çatışmalar neden başladı? Çözüm yolu gösterilmedi ve tasfiye planı dayatıldığı için mi yeniden çatışma süreci başladı?

- Kamuoyunun da iyi bildiği gibi 5 Kasım 2007’deki Erdoğan- Bush görüşmesinde hareketimiz ortak düşman ilan edilerek, hareketin tasfiye edilmesi için yüksek teknolojiye dayalı kapsamlı bir saldırı dalgası başlatıldı. Bu saldırı dalgası Amerika ve İsrail’in keşif uçaklarıyla ve son model teknolojik imha araçlarıyla havadan ve karadan sürdürülerek kesin sonuç alınmak istendi. Buna karşı biz de Êdi-Bese hamlesini başlattık. Toplumsal alanda bu hamle çerçevesinde halkımız tarafından büyük bir direniş süreci geliştirilirken, gerillanın da büyük bir kahramanlıkla yürüttüğü direniş gerçekleştirildi. 2008 şubat ayında Türk ordusunun Zap alanına büyük bir saldırıyı gerçekleştirmesi karşısında geliştirilen direniş doruğa ulaştı. Bu durum hareketimizin askeri olarak Türk ordusunun operasyonlarına karşı başarılı olduğunu açığa çıkardı. Sonuçta Türk ordusu Zap’ta bir kırılmayı yaşadı. Bu bir zirveydi ama bunun öncesinde Gabbar, Oramar gibi başarılı direnişler de vardı. Bundan bir yıl sonra, devletin ve AKP’nin çok yoğun yüklendiği, devletin bütün maddi imkanlarının devreye konulduğu ve bir referandum niteliğinde gerçekleşen 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde de DTP’nin büyük bir başarı kazanması Kürtler açısından bir siyasal zaferdi.

Hem Zap direnişiyle birlikte açığa çıkan askeri başarı hem de yerel seçimlerle açığa çıkan siyasi başarı bazı gerçekleri açığa çıkardı. Halkımız demokratik barışçıl çözüm için iradesini ortaya koydu ve Kürt özgürlük hareketinin yüksek teknolojiyle, askeri operasyonlarla, yine özel savaş yöntemleriyle tasfiye edilemeyeceği bir kez daha ortaya konulmuş oldu. Dolayısıyla biz hareket olarak artık Kürt sorununda demokratik çözüm zamanının geldiğini tespit ettik. Bu tespit temelinde 13 Nisan 2009 tarihi itibariyle tek taraflı ateşkes ilan ettik. Sürecin kalıcı bir çözüm sürecine dönüşmesi için Önder Apo kapsamlı bir yol haritasını hazırladı, daha sonra devlete sundu. Yine sürecin tıkanmayla karşı karşıya kaldığını görünce barış gruplarının gönderilmesi çağrısında bulundu ve bu temelde barış grupları gönderildi.

BARIŞÇIL SÜRECİN GELİŞMESİ İÇİN ÜZERİMİZE DÜŞENİ YAPTIK

Kısacası hareketimiz 2009 Nisanından itibaren Kürt sorununda barışçıl bir sürecin gelişmesi için üzerine düşen ve yapılması gereken neyse bunu büyük bir samimiyetle, öz veriyle yapmaya çalıştı. Devletten de Kürt sorununun çözümüne dönük adım atılmasını bekledi. Bunun için çok çeşitli çağrılar yaptı, çabalar gösterdi, görüşmeler yapıldı, diyaloglar geliştirildi. Ama ne yazık ki AKP hükümetinin ve devletin sorunun çözümüne dönük inandırıcı hiçbir adımı ortaya çıkmadı. Öncelikle bir gün sonra Kürt legal, yasal, siyasal alanına dönük bir siyasal soykırım operasyonu başlatıldı. Askeri operasyonlar durdurulmadı ve hükümet uluslar arası kamuoyu ile Türkiye kamuoyunda gelişen barışçıl havanın baskısı altında kaldı. Bu nedenle 25 Temmuz 2009’da AKP hükümeti, başta "Kürt açılımı” daha sonra pişman olup adını değiştirdiği bir açılım sürecini başlattı. Sonrasında ortaya çıktı ki aslında, bizim demokratik çözüm sürecini gündeme koymamızla birlikte zorlanan Türk devleti, bu süreci boşa çıkarmak için AKP’nin eliyle bir taktik değişiklik yaparak bu açılım dediği şey planlamıştır. Bu demokratik açılım denilen şey özünde Kürt sorununu çözme değil, savuşturma açılımıdır. Çerçevesini siyasal soykırımın başladığı tarih olan 14 Nisan’da Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un koyduğu Türkiye halkı formülü, ki bu Türkiye halkı formülü aslında Kürtleri de Türk milleti içinde sayan, sonuç olarak yine herkesi Türk olmaya zorlamak için ortaya atılmış yeni bir çerçevedir. Sadece kısmi bir söylem farkı var. Özü değişmeyen bir siyasi bakış açısıdır. AKP ‘de buna dayanarak Kürt olgusundan söz etmeye çalıştı. Bunun dışında hiçbir pratik adım atmadı.

BASKI, ŞİDDET AÇILIM SÜRECİNDE DAHA DA ARTTIRILDI

Demokratik açılım olarak ifade edilen bu süreçte Kürt çocuklarına, dünyada örneğine rastlanmayacak şekilde uygulamalar, tutuklamalar ve katletmeler gelişti. Kürt kadınına dönük her türlü saldırı biçimi, özel savaş yöntemi geliştirildi. Yer yer faili meçhul cinayetler işlendi. Kürt halkına dönük baskı, şiddet daha da arttırıldı. TKM’ya dayanılarak adeta üstü örtülü bir sıkıyönetim uygulaması geliştirildi. Ağzını açan binlerce Kürt yurtseveri soruşturmaya tabi tutuldu. Kürt basın-yayın organlarına akıl almaz cezalar verildi. Daha sonra DTP davası da hızlandırılarak, DTP de kapatıldı. Sadece bununla kalınmadı; ABD-Irak’la birlikte üçlü koordinasyon tarzında uluslar arası düzeyde hareketimize karşı sürekli konseptler oluşturulmaya çalışıldı. Öbür taraftan Türkiye-İran-Suriye ittifakı devrede tutularak, hareketimiz kıskaca alınmaya çalışıldı. Bütün bunlarla yetinmeyen AKP hareketimize karşı uluslar arası düzeyde bir tecrit dalgasını geliştirmeyi kendi diplomasisinin merkezine aldı. NATO’yu harekete geçirdiler. NATO’nun başkenti Brüksel’de Kürt kurumlarına dönük operasyonlar yapıldı. Yani biz Kürt sorununda silahın tümüyle devre dışı edilmesi, demokratik barışçıl bir sürecin gelişmesi için çaba gösterirken, karşımızdaki güç bir taraftan alay edercesine “demokratik açılım” söylemini kullanıyor, ama öbür taraftan da mezarımızı kazımaya ve bizi tümden yok etmek için var gücüyle çalışıyor ve hala da çalışmaktadır.

AKP ZİHNİYETİNDE ZERRE KADAR ÇÖZÜM YOKTUR

En son ortaya atılan anayasa değişikliği ile de anlaşıldı ki AKP’nin zihniyetinde Kürt sorununda zerre kadar çözüm yoktur. Anayasa değişikliğinde Kürt sorununda iyileştirmeyi yapacak tek bir kelimelik bir şey yoktur. Çözüm geliştirilmediği gibi baharla birlikte operasyonlar daha da hızlandırıldı. Botan, zagros alanlarına asker dolduruldu. Botan’dan Dersim’e kadar her tarafta askeri operasyonlar başlatıldı ve en son 20 mayıs’ta tekrardan kapsamlı bir biçimde medya savunma alanlarına hava saldırıları başlatıldı. Gelişen bu hava ve kara operasyonlarında kayıplarımız yaşandı.

Şimdi tüm bunlar karşısında bizim kendimizi savunma hakkımız yok mu? Siyaset yapma hakkımız yok mu? Karşımızda uluslar arası, bölgesel ve ulusal düzeyde bir yok etme konsepti varken, biz elimizi-kolumuzu bağlayıp, bekleyecek miyiz? Elbette ki bekleyemezdik. Şunun altını çizerek belirtiyorum; biz barışçıl demokratik sürecin geliştirilmesinde sonuna kadar samimi davrandık. Ama AKP buna gelmedi, geliştirdiğimiz süreci bozdu, sabote etti. Ateşkes sürecini biz değil, AKP hükümetinin bu uygulamaları anlamsızlaştırdı. Güçlerimiz elbette ki kendilerini savunacaktır. Hiç kimse bize şimdi çatışmanın olmadığı yerlere çekilin ve ölüm sıranızı bekleyin diyemez. Biz meşru savunma hakkı çerçevesinde aktif bir pozisyon alarak ancak karşımızdaki planları boza bilir ve varlığımızı sürdürebiliri. Bu tasfiye konseptinin bozulması temelinde ancak özgürlük ve demokrasi hareketi yeni dönem görevlerine cevap olacak ve ilerlemeyi yaşayacaktır.

BUNDAN SONRAKİ SÜRECİN SORUMLULUĞU HAREKETİMİZDE

*Eylemsizlik sürecinin sona erdirilmesi kararı nasıl alındı?

-Bazılarının ahkam keserek belirttiği gibi PKK durup, düşünüp birdenbire silaha sarılmamıştır. PKK barış için bu kadar çaba gösterirken, Türk devleti ha bire yok etmek için siyaset üzerine siyaset yürütmüş, operasyon üzerine operasyon geliştirmiştir. Bütün bunları gören Önder Apo “ben aradan çekiliyorum” dedi. Başka ne diyebilirdi ki. Feryat edercesine o kadar çağrılar yapmasına, çabalar sergilemesine rağmen AKP hükümeti yok etme konseptinden vazgeçmedi. Bir an bile durmaksızın her gün KCK operasyonları gerçekleştiriliyor. Askeri operasyonlar, hava operasyonları gerçekleşiyor. Şimdi, neden durum böyle oldu, diye soruluyor.

Daha gerçekçi olalım, vicdanlı davranalım. Bütün çabalara karşın çözüme gelmeyen AKP hükümetinin bu politikaları karşısında çözüm gücü olma koşullarının kalmadığını gören Önder Apo “ben aradan çekiliyorum” dedi. Bu süreç elbette ki hareketimizin yönetiminin sorumluluğunda gelişecek bir süreçtir. Hareketimiz ise, bu kadar saldırı karşısında durup beklemeyi değil, en doğal hakkı olan savunama ve direnme hakkını kullanmayı ön görmektedir. Önder Apo araya girerek biraz bekletti ve zamana yaydı. Çeşitli çağrılarla AKP’nin, devletin insafa gelmesi ve bir adıma atması için çabalar sergiledi. Fakat hareketimizin görüşü ve bakış açısı AKP’nin bu tasfiye sürecine bir an önce dur deme konusunda kararlıca bir süreci geliştirmedir. Nitekim gerçekleşen PKK yürütme komitesinin toplantısı ve ardından yapılan KCK yürütme konseyi toplantılarında karar çerçevesi bu eksende gelişti. Yani hareketimiz bu sürecin sorumluluğunu üstüne aldı. Yönetimimiz bundan sonraki süreci kendi sorumluluğunda geliştireceğinin irade beyanında bulundu. Bu temelde de dördüncü dönemi başlattığını resmen kamuoyuna ilan etti.

DÖRDÜNCÜ DÖNEM STRATEJİK BİR DÖNEMDİR

*PKK için yeni bir dönem mi başlıyor? Nasıl bir dönemden bahsediyorsunuz?

-Evet yeni bir dönem başlamış bulunuyor. Yeni dönem stratejik bir dönemdir. Biz dördüncü dönem diyoruz. Dördüncü dönem ne demektir? Bu konu da önemlidir. Biz 1993 yılından bu yana altı kez tek taraflı ateşkes ilan ettik ve sürekli barış çağrıları yaptık. Onlarca kez çözüm deklarasyonları yayınladık. Kürt sorununda adil, onurlu bir barış sürecinin gelişmesi için yapılabilecek ne varsa hepsini yaptık. Sorunun Türkiye sınırları içerisinde, Türkiye halkının hassasiyetlerini de dikkate alan bir çerçevede, en makul ölçülerle çözümü için çeşitli projeler sunduk. Ama bunlar ciddiye alınmadı. Ya görmezden gelindi ya da bu çağrılar bir zayıflık olarak değerlendirildi ve imha operasyonları, yok edilme operasyonları gündemleştirildi. Yaptığımız her barış ve ateşkes süreci bir tasfiye zeminine dönüştürülmek istendi. Bu Türk devletinin Kürtlerle barış yapmak istemediğini gösteriyor.

KENDİ ÇÖZÜMÜMÜZÜ ARTIK GELİŞTİRECEĞİZ

Türk devleti Kürtleri teslim almak istiyor. Kürtlerin Türkiye sınırları içerisinde kendi kimlikleriyle bir irade olarak yaşamalarını kabul etmiyor. Kürtlerin Türk milleti içerisinde erimeyi kabul etmelerini dayatıyor. Yani Kürt barışı istemiyor. Kürtlerle barış yapmayı istemiyor. Bunun en çarpıcı örneği, barış gruplarının gidişi döneminde halkımızın gösterdiği sevgi ve barış çağrılarına gösterilen tepkidir. Kürtleri bir kültürel topluluk olarak görüp, kabul edip, onlarla barış yapma değil; Kürtleri teslim alıp, Türk milleti içerisinde eritme politikasından vazgeçmemiştir. Belki ağız değişikliğini yapmışlardır, ama esasında Türk milleti içerisinde eritme politikasından AKP hükümeti ve Türk devleti vazgeçmiş değildir.

Devlet bizimle barış yapmak istemiyorsa, çözüme gelmek istemiyorsa biz ne yapabiliriz? Biz de o zaman kendi gücümüz oranında kendi bağımsız çözümümüzü geliştiririz. İşte yeni stratejik dönemin temel özelliği budur. Çözüme gelmeyen devlete rağmen kendi çözümünü geliştirme sürecidir. Devlet bundan sonra gerçekten Kürt halkının iradesine saygı duyar ve ciddi bir adım atma noktasına gelir, siyasal çözüm iradesini gösterirse biz de elbette diyaloga açık oluruz. Ama biz artık kendi çözümümüzü kendimiz yaratmaya yönelmek durumundayız. Bu çerçevede önümüzdeki aylarda yasal olan, olmayan tüm Kürt örgütlerinin tartışma ve ortaklaşması temelinde demokratik özerkliği ilan edilmesi konusunda bir planlamaya gitmeleri gerekmektedir.

“DEMOKRATİK ÖZERKLİK İLAN ETME HEDEFİMİZ VAR”

Kürt özgürlük ve demokrasi hareketi olarak kendi çözümümüzü kendimizin geliştirmesi çerçevesinde ilk adım olarak demokratik özerkliği ilan etme görevimiz ve hedefimiz vardır. Demokratik özerklik aslında devleti demokratik çözüme zorlama adımıdır. Devlet çözüme gelmezse de özerkliğini kendisinin sürdürmesi tutumudur. Buna rağmen hiçbir surette çözüme gelinmez, ilan edilen demokratik özerklik hedeflenerek, yok edilmek istenirse o zaman devlet olmadan kendi çözümümüzü demokratik konfederal eksende geliştirme seçeneğine yönelmek durumunda kalacağız. Demokratik özerkliği hedefler ve buna gelinmezse geriye kendi başının çaresine bakma seçeneği kalıyor ve o zaman biz de buna yönelmek durumunda olacağız. Dördüncü dönemin temel çerçevesi budur.

DEVRİMSEL BİR DÖNEM

Kürt özgürlük hareketi bu yeni süreci başlatmakla mücadelesinin en tarihi sürecine girmiş bulunmaktadır. Bu çok önemli ve bir devrimsel dönemdir. Yeni stratejik dördüncü dönem; öz gücüne dayanarak iradesini ortaya koyma, kendi çözümünü kendi yaratma mücadelesinin gelişeceği bir dönem olacaktır. Tabii ki bununla birlikte hem ideolojik planda, hem siyasal, diplomatik, sosyal ve ekonomik planda hem de savunma ve askeri planda daha nitelikli duruşa, daha örgütlü bir mücadele sürecine ihtiyaç vardır. İçine girdiğimiz yeni süreç böyle bir süreçtir. Biz hareket olarak artık böyle bir süreci başlatmak zorundayız. Aksi durumda en makul çözüm projelerini kabul etmeyen Türk devleti ve AKP hükümetinin İran ile, Suriye ile daha sonra giderek Irak’ı da dahil etmeye çalıştığı bir ittifak temelinde hareketimizi ezme, ardından da tüm parçalardaki Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelecek tehlikeli bir süreç gündeme gelecektir. Bunun için uluslar arası koşulların olgunlaşmasının peşinde oldukları açıktır.

DEVLETİN GÜNEY KÜRDİSTAN HÜKÜMETİ İLE İLİŞKİSİ TAKTİKSEL

Türk devletinin Güney Kürdistan hükümeti ile ilişkilenmesi ve diyalog geliştirmesi gibi şeylerin hepsi taktiksel kapsamdadır. Kürt halkının geleceği açısından tehlikeli bir sürecin gündeme geleceği açıktır. En mütevazı, en makul ölçülerde bir arada yaşamayı kabul etmeyen bir anlayış kesinlikle bir fırsatını bulursa Kürt halkını yok etmeyi önüne koyacak bir anlayıştır. Bu açıdan dördüncü dönem aynı zamanda ulusal varlığı koruma, özgür yaşamı inşa etme dönemidir. Biz hem ulusal varlığımızı korumak ve hem de kendi özgür yaşamımızı inşa etmek için mücadele etmek durumundayız. Bu mücadelenin bedeli ne olursa olsun bunu göze alıp, bu adımı atmak durumundayız. Tüm halkımız, tüm dostlarımız bu gerçeği bütün boyutlarıyla görerek, bu temelde yeni sürece yaklaşım ve katılım göstermelidirler. Biz durup dururken bu süreci başlatmadık. Bu bir yerde tarihsel bir süreç olarak kendisini dayatmış durumdadır. Bunun görülmemesi, böyle bir sürecin geliştirilmemesi halinde geleceğimiz açısından büyük tehlikelerin gündeme geleceği açık ortadadır.

KÜRTLERİ PÜSKÜRTMEYE YÖNELİK SALDIRILAR

*Muğla’da, Tokat’ta, İstanbul’da Kürt öğrencilerine saldırılar düzenlendi. Hakkari ve Silopi’de kadınlara, BDP’li vekillere polisin çok şiddetli saldırıları oldu… BDP’li vekiller yaralandı. Bir çocuk öldürüldü. Bu saldırıları Kürtlere yönelik fiziksel soykırımın provaları olarak değerlendirildi. Nedir bu saldırıların karakteri?

-2 Haziranda Başbakan Tayip Erdoğan’ın başkanlığında gelişen güvenlik zirvesinin özgürlük hareketini bastırma çerçevesinde yeni bir takım kararlar aldığı açıktır. Bu kararların en önemli olanlarından birisi de Kürt halkının geliştirdiği meşru, demokratik toplumsal eylemlerin önüne geçilmesidir. Bunu birden bire yapamayacaklardır, fakat kademeli bir biçimde fırsat buldukça sert yöntemler kullanacaklardır. Silopi’de gerçekleşen sert yönelimle Kürt halkının yasal temsilcisi olan milletvekillerini hedeflemesi ve Sevahir Bayındır’ın ayağının kırılmasına yol açacak kadar vahşi bir yöntemin uygulanması, yine Şırnak’ta on dört yaşındaki Diren Basan adındaki Kürt çocuğunun öldürülmüş olması, aynı biçimde kadınların vahşi yöntemlerle hedeflenmesi aslında devletin böyle bir amacının olduğunu gösteriyor. Bunu hemen öyle geliştiremezler. Dalga halinde gelişecek kitlesel tepkiden korkmaktadırlar. Ondan ötürü Silopi’de sert yöneldi ama diğer yerlerde aynı politikayı sürdüremedi. Çünkü dengeli yaklaşıp adım adım geliştirmek istiyor.

Burada önemli husus şudur; Kürt halkı toplumsal mücadelede önemli bir düzeyi yakalamış bulunmaktadır. AKP hükümeti bu düzeyi geriye çekmeye çalışacaktır. Bu, tutuklamalarla, göz korkutmayla, milletvekillerine yönelmeyle, seçilmişleri hedeflemeyle aslında Kürt halkını sindirmeye, korkutmaya, püskürtmeye dönük bir girişimdir. Yer yer böyle korkutarak, püsKürterek, onursuzluğu dayatarak ve bunu kabul ettirmeye çalışarak, toplumsal eylemsellikte geri adım attırmaya çalışacaklardır. Bunu Kürdistan’daki kurum-kuruluşların, ilgili çevrelerin hepsi bilmeli; amaçları halkımızın toplumsal eylemliliğinde geri adım attırmaktır. Fakat bunu hemen öyle yapamazlar. Çünkü onlar toplumsal tepkinin daha da artmasından çekinmektedirler. Yer yer saldırarak, korkutarak, parça parça bu amaçlarına ulaşmaya çalışacaklardır. Bu noktada bütün yurtsever-demokratik kurumların, kadın hareketinin, gençlik hareketinin, siyasal hareketin, diğer sivil toplum kuruluşlarının devletin bu politikasını bilerek, geri adım atmamaları gereken direnişçi tutumu sergilemeleri çok büyük önem taşıyor.

SERHİLDAN TAKTİKLERİNDE ZENGİNLİK YARATILMALI

Eğer toplumsal hareket geri adım atmayıp, tersine gelişen baskılar ve operasyonlar karşısında daha da ileri bir aşamayı yakalarsa o zaman bir irade olmayı, baskılar karşısında iradeleşmeyi yaşamış olur ve devletin geri adım atmasını sağlar. Aksi takdirde toplumsal hareket giderek içe doğru çekilir ve bir ürkmeyi yaşarsa, bu da, devletin uyguladığı özel savaş politikalarının toplum üzerinde daha fazla hakimiyet sağlama sürecinin gelişmesine yol açar. Bu nedenle, bu aşamada toplumsal hareketin eylemsellik düzeyinde gerileme değil, ilerleme sağlaması çok çok önemlidir. Bu konuda bilinmeli ki, eğer geri adım atılır ya da durağanlık yaşanırsa bundan istifade eden devlet olur ve özel savaş yöntemlerini daha da ileri aşamaya taşırır. Bu da daha fazla tutuklama, daha fazla baskı, daha fazla şiddet ve sindirme konseptinin uygulama zeminini yaratır. Ama toplumsal hareketin reflekslerini arttırması, baskıcı uygulamalara karşı sert cevap vermesiyle giderek kendisini daha sıkı örgütlemesi, bu çerçevede gelişen baskıları göğüslemesi ise bir iradeleşmeyi yaşama, örgütleşmeyi üst düzeye çıkartma ve eylemselliği daha etkili bir aşamaya taşıyarak, devletin geri adım atmasını beraberinde getirecektir. Böylece ileri bir sürecin gelişmesi olanak dahiline girmiş olacaktır. Bu tamamen meşru ve yasal zeminde örgütlenen, yine daha değişik biçimlerde örgütlenmiş olan kitle hareketlerinin bu konuda göstereceği iradi duruşla yakından bağlantılı bir husustur.

Geliştirilen tüm baskılara rağmen iradi bir duruş gösterilir, serhıldan taktiklerinde zenginlik, kapsayıcılık yaratılırsa, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde toplumsal eylemselliğin daha ileri bir düzeye ulaşarak, bu baskılara karşı bir cevap olması bugün olanak dahilindedir. Halkımızın büyük fedakarlığı, yurtseverliği buna güçlü bir zemin sunmaktadır. Öte yandan devletin gerek milletvekillerine saygısız yaklaşımı, gerek Kürt çocuklarını şurada-burada çeşitli bahanelerle katletmesi, yüzlercesini de tutuklaması aslında Kürt halkına dayatılan bir onursuzluktur. Bizim bunu kabul etmemiz asla mümkün değildir. O zaman her biçimde dayatılan bu onursuzluğa karşı bir onur ve şeref mücadelesini daha fazla yükseltmek, bu konuda herkesin daha fazla fedakarlıkla katılım göstermesi gerekmektedir.

HAREKETİMİİZN HİÇBİR GÜÇLE İLGİSİ YOK

*PKK hareketini bir dönem Ermenistan, Rusya, Yunanistan, ABD, derken İsrail ve Ergenekon’a kadar bağlantılandırmaya çalıştılar. Son İskenderun eylemleri de İsrail ile bağlantılandırılmaya çalışılıyor. Neden her eylemden sonra bir dış güç aranıyor?

-Bu durum İttihat ve Terakki döneminden beri bir hastalık olarak Türkiye cumhuriyeti organlarında süregelen bir zihniyet biçimidir. Kendisine yapılan her hareketin arkasında bir dış parmak arama, dış mihrak gösterme alışkanlığı Türkiye siyasal literatürüne oturmuş bir husustur. Özellikle Kürt hareketlerini de sürekli dış mihraklarla bağlantılandırarak, boğmuş ve ezmişlerdir. Hareketimiz sadece bu belirttiklerinizle de değil; başta, Moskova’ya bağlıdır, denildi. Uzun yıllar bunun propagandası yapıldı. Yine Ermenistan’la, ASALA’yla bağlantılandırıldı. Sonra Yunanistan parmağı var, denildi. Bir ara ABD ilişkisinden, parmağından bahsedildi. Uzun süre İran, Suriye destekliyor, parmağı var, denildi. Şimdi farklı parmaklar aranıyor.

Hareketimizin belirtilen güçlerin hiçbirisiyle alakası yoktur, olmamıştır. Belki geçmişte bazı güçler yürüttüğümüz mücadelede rant elde etmek istemişlerdir. Hatta bugün de benzer yaklaşım içinde olanlar olabilir. Ama biz ilkesel bir ideolojik doğrultuya inanan ve onur mücadelesi yürüten, politik ve ahlaki duruşu her şeyinde üstünde tutan bir hareketiz. Her hangi bir gücün bizden yararlanmasına bilinçli bir biçimde asla fırsat vermeyiz. Ortada Kürt halkının haklı bir davası var ve öz gücüne dayanan bir hareketi vardır. Fakat Türkiye siyasal yapılanmasındaki egemen sınıfların siyasal yapılanmasındaki bu zihniyet anlayışı oldukça yalana dayalı, gerçeğe dayanmayan bir mantaliteyi esas almaktadır. Hiçbir gerçekle alakası yoktur. Ama bir siyasal söylem olarak kullanmakta ve onunla kendisince çeşitli gerekçeler üretmektedir. Türkiye toplumuna da gerçekle alakası olmayan hususları empoze etmektedirler.

Ortadoğu bölgesinde kendi öz gücüne dayanan ve hiçbir yerden destek almayan, kendi kendine yeterli olabilen tek hareket PKK hareketidir. Bu Kürdistan halkı için, bizler için büyük bir şeref ve onurdur. Biz Ortadoğu bölgesinde temiz kalmış, hiç kimseye bağlanmadan kendi öz düşüncesiyle hareket eden, kendi öz gücüne dayanan, bağımsızlıkçı siyasal duruşunu sürdürmeyi başaran tek hareketiz. İdeolojik, siyasal planda ne uluslar arası sermaye güçlerinin ne de bölgedeki statükocu güçlerin bölge sorunlarını çözmediğini, çözemeyeceğini, dolayısıyla bölge sorunlarını çözmek, bölgeye özgürlük, demokrasi getirmek amacıyla üçüncü bir çizgi olduğumuzu belirtiyoruz. Biz, bölge üzerinde çarpışan güçler karşısında üçüncü bir taraf olarak, ne uluslar arası sermaye güçlerine ne de bölgedeki statükocu güçler karşısında ilkelerimizden asla taviz vermeyeceğiz. Kendi bağımsız duruşumuzla, halkların demokrasi çizgisinde ne pahasına olursa olsun ısrarcı olacağımızı vurguluyor ve böyle bir siyaseti büyük bir cesaretle yürütüyoruz.

Böyle bir siyasete sahip olduğumuz için medya savunma alanlarında Amerika uçakları keşif yapmaktadır. Keşfedilen hedefleri İran topçu atışları vurmaktadır. Bazen de Türk ordusunun savaş uçakları gelip, bombardıman gerçekleştirmektedir. Sözüm ona bölgede çarpışmak durumunda olan İran ve Amerika’nın da burada ortaklaşması açıkça görülmektedir. Neden? Çünkü biz her ikisine karşı da ilkelerimizi savunan bir hareketiz. Buna rağmen kalkıp bizi şurayla-burayla bağlantılandırma tamamen bir pişkinlik, bir yalandır. Hakikatleri ters-yüz etmektir, başka bir şey değildir.

İSRAİL İLE BAĞLANTILANDIRMA SINIRLARI ZORLAYAN BİR YALAN

*Hem AKP temsilcileri, hem de CHP’nin lideri de İsrail'i PKK ile irtibatlandırmaya kalktılar… Bu açıklamalarla acaba 'Müslüman kamuoyunun İsrail'e karşı öfkesini Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı çevirmeye dönük’ mesajı mı verilmek isteniyor?

Çeşitli yerlerle bağlantılandırmayı anladık da, fakat bu son İskenderun eylemiyle birlikte İsrail ile bağlantılandırmaya çalışmak gerçekten her türlü ahlaki sınırları zorlayan bir yakıştırmadır. Tamamen çamura yatmadır. Türk devleti yıllardan beri İsrail ile ortak bir biçimde bize karşı savaş yürütmektedir. İsrail’in teknolojisiyle, istihbaratıyla, taktik tecrübeleriyle bize karşı operasyon yapmaktadır. Hatta şu anda İsrail’in Batman’daki üs’te faaliyet yürüten kadroları vardır. Operasyonlara katılan planlayıcı, keşifçi unsurları vardır. Heronları vardır. Yani bize karşı İsrail ile ittifak yapmış, bizimle savaşır haldedir. Çok tesadüfi biçimde İskenderun eylemiyle İsrail’in yardım gemilerine saldırısı aynı geceye denk gelmiş diye kalkıp bağlantılandırmak her türlü ahlaki sınırları zorlayan bir yalandır.

İsrail’in orada yaptığı bir katliamdır. Şiddet zihniyetinin bir tezahürüdür. Aynı zihniyeti Türk devleti de Kürt halkına karşı uyguluyor. Bölgedeki toplumsal sorunları devletçi, egemenlikçi, zora dayalı şekilde çözme zihniyeti en başta da Türkiye ve İsrail’de vardır. Bölgedeki sorunların çözümünün önündeki en büyük engel zora, şiddete dayalı bu zihniyettir. Aynı zihniyetle bize karşı birlikte savaştığı güçle bugün bir çelişkisi ortaya çıkmıştır. Türkiye toplumu Filistin meselesinden dolayı İslami duygularla İsrail’e karşı tepki halindedir. Acaba buradan bir rant elde edebilir miyim, PKK’yi toplum nezdinde karalayabilir miyim, diye hemen İsrail ile bağlantılandırma bir sahtekarlıktı, bir siyasal ahlaksızlıktır. Gerçekleri tersyüz etmedir. Bunu isterse AKP, isterse CHP söylesin, kim söylerse söylesin niteliği budur.

XAKURKE’DE BAĞ VE BAHÇE YAKARSAN İSKENDERUN DA HEDEF OLUR

Kürt özgürlük hareketinin bağımsız öz gücüne dayanma gerçeğini bu yalanlarla örtemezler. Özgürlük hareketimizin her türlü şiddete, bastırma ve katletme yöntemine karşı olan ilkesel duruşunu gölgeleyemezler. Ben buradan tüm Türkiye halkına özellikle de temiz duygulara sahip, Filistin halkıyla dayanışma hislerini taşıyan bütün demokratik kurumlara sesleniyorum; bu tür yakıştırmalar tamamen bir siyasal ahlaksızlık örneğidir, bizimle hiçbir alakası yoktur. Biz kendi ülkemizde, kendi topraklarımızda saldırılarla karşı karşıyayız. Yok edilme sürecine alınmış bir hareketiz. Buna karşı da kendi nefsi müdafaamızı yapıyoruz.

Sen gelip, Xakurke’de hava saldırısıyla katliam yaparsan, benim militanlarımı öldürürsen ve her gün top atışlarıyla bağ-bahçe bırakmadan her şeyi yakarsan, şurada burada Kürt gençlerini katledersen elbette ki senin İskenderun’daki askeri üssün de hedef haline getirilecektir. Bunu kalkıp değişik olgulara bağlama gerçekleri ters yüz etmedir.

Bu neye yarar? Bu, sadece Türkiye’deki insanların Kürt halkına, Kürt özgürlük hareketine karşı şövenist duygularını daha fazla kamçılar, halklar arası uçurumu daha fazla derinleştirir. Tehlikeli bir propaganda şeklidir, ahlakı yoktur, bir ilkesi yoktur. Açıkça bir ilkesizliktir. Burada samimiyet, dürüstlük diye bir şey yoktur. Çamur atayım da tutarsa tuttu, tutmazsa izi kalır, hesabıyla özel savaş propagandasını yapmaktan başka bir şey değildir. Bizim İsrail ile herhangi bir alakamız yoktur. Tersine Türkiye’nin ortak ittifakıyla bize karşı her gün İsrail araçları insan öldürmektedir. İşin gerçeği budur. Bu anlaşmaların gereği bugün de pratikte yerine getirilmektedir. AKP hükümeti kendi suç ortaklığını örtmek için aslında bu tür yalanlara başvurmaktadır. Hatta yardım gemilerinde katledilen insanlardan da AKP’nin bu zihniyeti sorumludur. Suçunun açığa çıkabileceği telaşıyla ağzına geleni söyleyerek, bir panik havasını yaşadıkları açık ortadadır.

İSKENDERUN İLE YENİ DÖNEMİN SAVUNMA SÜRECİ BAŞLATILDI

*İskenderun eylemiyle verilmek istenen mesaj neydi?

-İskenderun eylemiyle yeni dönemin savunma süreci başlatılmıştır. Özellikle Xakurke alanında gelişen kapsamlı hava saldırısı ve yine Dersim-Bingöl hattında yoldaşlarımızın kayıp vermesiyle birlikte yeni sürecin başlatılmasını gündemleştirmiş, kesinleştirmiştir. Bu temelde İskenderun eylemi yeni sürecin bir başlangıcı, çıkışı olarak değerlendirilebilinir. Bir yerde yeni sürecin başlangıç mesajıdır. Başka özel bir mesaj içerme durumu yoktur. Bu eylemi geliştiren, uygulayan arkadaşların İsrail’in aynı gecede gemilere saldırı yapabileceğinden haberleri asla olmamıştır. Kaldı ki böyle nitelikli bir eylem tek bir günde hatta bir kaç günde karar verilip hazırlanamaz. Bu, keşfi, planlaması, hazırlığı on gün önceden başlatılan bir çalışma sonucu gerçekleşmiş bir eylemdir. Dolayısıyla kalkıp, başka bir yerlerle bağlantılandırmak gerçek dışı bir değerlendirme olur. Esas olarak yeni sürecin başlangıç işareti gibi görülebilinir.

AKTİF SAVUNMANIN İLERİ AŞAMASI

*Gerilla stratejisini mi değiştiriyor?

- Öncelikle şunu belirteyim; gerillanın Kürdistan’da yürüttüğü mücadele klasik bir uzun süreli halk savaşı stratejisine dayalı bir mücadele değildir. Bu mücadele meşru savunma stratejisi temelinde yürütülen bir mücadeledir. Meşru savunma stratejisinin pasif savunma, aktif savunma ve topyekun savunma dönemleri vardır. Şu anda hareketimiz yeni stratejik süreci meşru savunma stratejisinin aktif savunma aşamasıyla geliştirecektir. Aktif savunmanın ileri aşaması diyebileceğimiz, zaman zaman yoğunlaşan eylem biçimleriyle savunmayı nitelikli kılan bir düzeyi söz konusu olacaktır. Tabii bu sadece gerilla açısından değil, toplumsal hareket açısından da gerilla açısından da yeni bir dönem, yeni bir süreçtir. Hem toplumsal hareketin hem savunma eylemlerinin daha nitelik kazanması gereken bir süreç olmaktadır. Gelişen saldırılar karşısında böyle bir sürece girmek artık zorunludur. Çünkü mevzileri, güçleri bu kapsamlı saldırılar karşısında savunmanın başka bir yolu yoktur.

Sen aktif savunmayla karşı tarafı daha fazla uğraştırarak, daha fazla onu savunmaya çekerek ve yıpratarak; mevzilerini, güçlerini, yine kendi değer yargılarını koruyabilirsin. Kürdistan’da gerillanın yapacağı budur.

METROPOLLERE DE KAYACAK

Bu çerçevede elbette ki savunmayı sadece Kürdistan zemininde değil, yer yer metropol alanına da kaydıracaktır. Çünkü daha çok Bolu, Kayseri, İzmir ve daha değişik yerlerde hazırlanan güçler gelip Kürdistan’da savaşmakta ve katliam yapmaktadırlar. Dolayısıyla bizim de savunma amaçlı mücadeleyi Kürdistan sınırları dışına taşırma girişimimiz gayet doğaldır, meşru savunma stratejisi çerçevesine de uygundur. Devlet sisteminin yüklü bir ekonomik külfete dayanarak, bu savaşı yürüttüğü bilinmektedir. O zaman sistemi her açıdan zorlamak üzere savunma savaşını sadece bulunduğun mevzi çevresinde geliştirmek başarılı bir savunmayı sağlayamaz. Karşı tarafın hem ekonomik, hem de askeri açıdan yıpratılması için tabii ki savunma alanının da geniş tutulması gerekmektedir. Gerillanın yürüteceği mücadele çerçevesi aşağı yukarı bu kapsamda gelişecek olan bir mücadeledir.

TAMİL KATLİAMINA BENZER BİR AKP PLANI

*Şu an Kürdistan’ın birçok bölgesinde operasyonlar ve çatışmalar var. Bolu’dan Kayseri’den askeri sevkiyatlar gerçekleşiyor. Kürdistan’daki askeri hareketliliği nasıl yorumluyorsunuz?

-Kürdistan’a dönük yoğun bir askeri sevkiyat söz konusudur. Türk devletinin hareketimize dönük kapsamlı bir siyasal tasfiye projesiyle birlikte nihai amaçlı kapsamlı bir askeri konsepti de söz konusudur. Bizim tespitlerimize göre Türk devleti uluslar arası ve bölgesel düzeyde hareketi yoğun bir tecrit sürecine alarak, siyasal alanı oldukça daraltmayı önüne koymuştur. Esas olarak hareketi minimize etmek ve yine AKP hükümeti seçimlere girmeden önce Türkiye’deki milliyetçi çevrenin tabanına da hitap edebilmek için sonbaharda çok kapsamlı bir askeri harekat ön görülmektedir. Bu, güneyin önemli bazı alanlarını da kapsayabilecek nitelikte bir askeri harekattır. Özellikle hareketimizin yönetim kademelerine dönük özel suikast planları ile birlikte, esasen uçar birliklerle bir günlük, iki günlük profesyonel güçlerin katıldığı operasyonlarla sonuç almayı planlamışlardır. Ancak bunun için hem Irak, ABD hem de İran’dan destek arayışı sürmektedir. Hatta Türk devletinin güney Kürdistan’a artan ilgisinin nedeni onları da böyle bir plana ortak etme amacından ileri gelmektedir. Çok iyi biliyoruz ki Zap alanına dönük, Kandil’e dönük bu tarz yeni operasyon taktikleriyle saldırı planlarını yapmaktadırlar. Nasıl ki TAMİL gerillalarına karşı Sri Lanka hükümeti uluslar arası güçlerin desteğini kazanarak katletmeyi gerçekleştirdiyse şimdi AKP hükümeti de buna benzer bir planın gerçekleştirmek için çalışmaktadır.

BİZ AKP HÜKÜMETİNİN NE YAPMAK İSTEDİĞİNİ ÇOK İYİ BİLİYORUZ

Biz bu konudaki planlarını ve hesaplarını iyi bildiğimiz ve yine bu büyük vahşet planını boşa çıkarmak için 1 haziran ile birlikte bir direniş sürecini, yeni stratejik dönemi ilan ettik. Bu çok önemlidir. Biz devletin ve AKP hükümetinin ne yapmak istediğini çok iyi biliyoruz ve onların planlarını bozacağız. Bu konuda AKP kesinlikle kaybedecektir. Çünkü biz onun planının hayata geçmesine asla fırsat vermeyeceğiz. Yurtsever Halkımız Kürdistan’daki tüm demokratik kurum ve kuruluşlarıyla dostlarımız bu gerçeği çok iyi görmelidirler. Özellikle de Türkiye’deki barıştan yana olan samimi duygulara sahip siyaset –sanat ve yazar çevreleri bilmeliler ki biz barış konusunda sonuna kadar samimi davrandık. Ancak Kürdistan’da yok edilmemizin büyük planları alttan alta yapılmaktadır. Bizim buna karşı sessizce hiçbir şey yapmadan beklememiz, ölümümüz beklemek anlamına gelmektedir. Bilinmeli ki biz keyfi davranıp her hangi bir karar almış değiliz. Mevcut süreci geliştirmemizin temelinde tasfiye ve katliam planlarını bozmak, gerçek bir kardeşleşme ve barış zeminini yaratmaktır. Biz demokrasi ve halkların kardeşliğinden hiçbir zaman vazgeçemeyiz. Ancak bunun için eşit olmanın şartlarını da yaratmak gerekiyor. ordunun bizi yok edemeyeceğini, AKP hükümetinin dini istismar ederek, bazı ihanet etmiş özgeleri kullanarak, maddi imkanlarla insanları satın alarak Kürt özgürlük hareketini tasfiye edemeyeceğini ve bundan vazgeçmesi gerektiğini bir kez daha göstermemiz kendisini dayatan bir görev durumundadır.

Bu topraklarda öz gücümüze dayanarak, büyük bir fedakarlıkla yirmi altı yıldır gerilla olarak yaşıyoruz. Büyük bir tecrübeye sahip güçlerimizin güven ve kararlılığı tamdır. Hiçbir ordu ve bu orduların değişik versiyonları bizi yok etmeye yetmeyecektir. Bu gerçek pratikte bir kez daha görülecektir. Biz bu konuda kendimize ve tecrübemize sonuna kadar güveniyoruz. Zaman bu sözlerimizin doğruluğunu ispatlayacaktır.

AKP hükümeti sözüm ona bize bir darbe vurarak, yönetimlerimizden bazılarını da imha ederek ya da esir alarak, nasıl ki önderliğimizin esir alınmasıyla o zamanki iktidar yeniden seçimleri kazandıysa, AKP de şimdi öyle hesaplar içindedir. Ama bunun tam tersi olacaktır. Bize mezar kazıyanlar kendileri mezara girmiş olacaklardır. AKP hükümeti samimi yaklaşmadı. Bizim bütün iyi niyetli, barışçıl çabalarımıza olumlu yaklaşmadı, samimi davranmadı. Bir taraftan demokratik açılım dedi, öbür taraftan her yerden bizi sıkıştırma faaliyetlerini yürüttü. Bunun için diplomasisini, bütün siyasal, ekonomik imkanlarını harekete geçirdi. Biz bu oyunu göremeyecek değiliz. Aksine biz bu oyunları çok iyi görecek yoğunluk ve derinliğe sahibiz. Planlarını biliyor ve bu oyunlarını bozacağız. Kürdistan özgürlük hareketinin minimize edilmesi bir yana, demokratik özerklikle bir toplumsal güç olduğu gerçeğini bütün herkese göstereceğiz. Halkımızın kararlı duruşu Kürdistan gençliğinin mücadeleci ruhu ve partimizin yetkin tecrübe ve birikimi bu gelişmeyi yaratacaktır.

PKK UZAK YERE ÇEKİLSİN DİYENLER, GELİŞMELERDEN HABERDAR DEĞİL

Askeri operasyonlar şimdi yoğun bir biçimde geliştiriliyor. Her tarafta savaş vardır. Bununla sonuç alamayacaklardır. Kayıpları daha fazla olacaktır. Belki biz de kayıp veririz ama kayıp veren sadece biz olmayacağız. Sonuçta olan halklara olmaktadır. Türkiye halkına, Kürt halkına olmaktadır. Ama bunun sorumlusu AKP zihniyetidir. Türk sömürgeciliği AKP şahsında yeni bir politika oluşturmaktadır. Geliştirdiğimiz demokratik çözüm süreci bu zihniyetle bizim imha ve tasfiye edilmemiz sürecine dönüştürülmek istenmiştir. Ya gelir teslim olursunuz, silah bırakırsınız ya da yok edilirsiniz, ikilemini dayatma durumu vardır. Bazı çevreler halen de, PKK çatışmanın olmayacağı uzak yere çekilsin, eylemsizliği uzatsın, gibi görüşler ileri sürmektedirler. Biz bu tür görüşleri hayretle karşılıyoruz. Ya gelişmelerden bihaberler ya da onlar da bizim bir biçimde tasfiye edilmemizi ön gören bu konsept çerçevesinde konuşmaktadırlar. Çatışmanın olmayacağı bir yere çekilin, demek, aslında bir tarafa çekilin, ölüm sıranızı bekleyin, demektir. Yani sizi hemen şimdi öldürmeyeceğiz, daha öldürmenin zeminini, hazırlıklarını yapacağız, sıranızı bekleyin, anlamına gelmektedir. Bu kadar diplomasi, bu kadar ittifak, bu kadar teknoloji ve bu kadar askeri güç bizim için mevzilendirilmiş ve bize bir kenara çekilip, bekleyin, deniliyor. Hiçbir güç, hiçbir canlı ölüm sırasını bekler mi? Karşı tarafın hazırlıklarını yapıp da kendisini öldüreceği zamanı bekler mi? Beklemez, beklemeyeceği gibi bizim de hiç bekleme niyetimiz de yok. Bizim güçlü bir savaş tecrübemiz var. bugün başarma koşullarımız daha da artmış bulunmaktadır. Kürdistan özgürlük mücadelesini artık tasfiye etmeleri mümkün değildir.

GÜNEY’DE BOĞMAK İSTEDİLER, FARKETTİK YAYILDIK

Türk devleti ve yandaşları bizi daha önce güneyde boğmak istediler ama biz bunu fark ettik ve yayıldık. Şimdi üslenme alanımız sadece güney değildir. Şu anda biz Karadeniz’deyiz, Akdeniz’deyiz, kuzey Kürdistan’ın her tarafındayız ve bütün Kürdistan’dayız. Güney Kürdistan’dayız, Doğu Kürdistan’ındayız. Bizi güneyde tasfiye etseler doğudayız, doğuda tasfiye etseler kuzeydeyiz. Yani Kürdistan’ı egemenliği altında tutan devletler şunu iyi bilmeliler ki; artık Kürdistan özgürlük gerillasını hiçbir biçimde Kürdistan’ın muazzam zirvelerinden söküp atamazlar. Çünkü bu gerilla sırtını halkına ve hiçbir zaman kendisine ihanet etmeyecek olan stratejik müttefiki durumundaki yüce dağlarına dayamıştır. Hiçbir güç hiçbir kuvvet bu özgürlük gerillasını, Apocu fedai ruhuyla direniş geliştiren bu kararlı, militan gerillayı söküp atamaz. Kaldı ki bu yirmi altı yıllık tecrübeye dayanmaktadır. Yüksek bir kararlılık ve inanca sahip bulunmaktadır. Kim onu söküp atabilir. Kendi halkı için Apocu felsefe temelinde kendini feda etmeye hazır bir gerilla gücüdür. Hiçbir savaş taktiği, hiçbir özel ordu operasyon yöntemi bu gerillayı Kürdistan’ın zirvelerinden söküp atmaya yetmeyecektir. Bu sözlerin gerçekliği önümüzdeki süreçte çok daha iyi açığa çıkacaktır.

KARDEŞ KAVGASI OLMAYACAK

*Mesut Barzani’nin son konuşmalarında ‘artık kardeş kavgası olmayacak’ yönünde açıklamaları oldu. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca şu an Türkiye ziyaretinde bulunan Barzani’nin PKK’ye ateşkesi sürdürmesi konusunda baskı yapması yönünde Türk basınına yansıyan haberler çıktı. Türkiye’nin Kürt yönetimiyle ilişkisi hangi seyirde ilerliyor?

-Elbette ki kardeş kavgası olmayacak. O defter artık kapanmıştır. Yalnız bu sözle sınırlı kalmamak gerekiyor. Bir daha asla kardeşler arası kavganın olmamasının zeminini güçlendirmek gerekiyor. Kardeşler arası dayanışma ve birlik şarttır. Özellikle de bu tarihi süreçte tüm Kürdistan parçaları arasında bir birlik platformunun, ulusal demokratik bir kongrenin gerçekleşmesi önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Ben o söze tümüyle katılıyorum, bu doğrudur. Fakat sadece bunu söylemekle kalmamak gerekiyor. Iç çatışmaları pratikte imkansız kılmak için adım atmak, dayanışmayı geliştirmek, böylece gerçek ulusal birlikçi duruşa ulaşmak gerekiyor.

Sayın Mesut Barzani’nin Türkiye ziyaretiyle ilgili biz daha önce görüşümüzü yazılı olarak kamuoyuna yansıtmıştık. Aynısına katıldığımı belirtmekle yetineceğim. Yani Türk devletinin Kürtlerle barış yapma iradesi oluşursa biz barışa varız. Ama biz AKP hükümetinin yalanlarına artık doymuşuz. Kürt halkını bir irade olarak tanımayan ama Kürtlükten bahsederek, yine Kürt halkını Türk milleti içerisinde eritme siyaseti temelinde oyalama, beklentiye sokma taktiklerine gelmeyiz. Bir de ateşkesi bozan taraf biz değiliz ki bizden devam ettirilmesi istenmiş olsun. Ateşkesi bozan AKP hükümetidir. AKP hükümeti bin beş yüz kişiyi tutuklamış, hava saldırılarını yapmış, kuzey Kürdistan’ı baştan başa askeri operasyona tabi tutmuş ve halen de bu operasyonlar devam etmektedir. Ateşkesi bozan onlardır, biz değiliz. Eğer bir çözüm iradesi oluşursa, biz yine de sorunun barışçıl diyalog yöntemiyle çözümüne açık olduğumuzu zaten açıklamış bulunuyoruz.

Türkiye’nin Kürt yönetimiyle ilişkisi hangi seyirde ilerliyor sorunuz hakkında görüş belirtmek için sanıyorum biraz daha beklemek gerekiyor. Gezi henüz yeni bitti. Günler ilerledikçe tarafların açıklamaları olur. Yine değişik biçimlerde bilgi edinme durumları olur, yani sonuçları pratiğe yansır. Netleşince biz daha açık ve somut değerlendirme yapabiliriz. Çünkü bu oldukça önemli bir husustur. Halkımızın geleceği ve ulusal demokratik birliği açısından sayın Mesut Barzani’nin sergilediği ve sergileyeceği tutum önemli olmaktadır. Bu açıdan biz büyük bir dikkatle inceleme ardından kesin değerlendirmeler yapabiliriz.

Ancak Türk devletinin tutumları ve protokol düzenleme şekli gerçekten küçük düşürücü nitelikteydi. Özellikle sadece Türk bayrağının koyarak onu da orta yere koyup sanki o bayrak ikisini temsil ediyor görüntüsünün verdirilmesi düşündürürcüdür. AKP Kürtleri de Türklük içerisinde gördüğünden dolayı bayrağı bu biçimde koyması bu bayrak herkesi temsil ediyor anlamına geliyor ve bu AKP’nin ideolojik doğrultusuna denk düşmektedir. Eğer Federe Kürdistan başkanı orada bulunuyorsa, federe Kürdistan bayrağı vardır ve orada yer almalıydı. Kendi sembolüyle karşılanması, tanınması önemli bir husustur. Fakat Türk devleti ve AKP hükümeti bunu yapmadı. Sayın Mesut Barzani’yi karşılamada herhangi bir törenin yapılmaması, yine bayrağa yer verilmemesi durumu da önemlidir. Ayrıca her ne kadar resmen davet edilmiş olsa d a bütün basın yayın organlarında kullandıkları kavram Kürdistan bölge başkanı değildir. böyle bir şey demediler. Onun yerine kuzey Irak Kürt yönetimi başkanı denildi. Bu durum Türk devletinin gerçek anlamda Kürt federe hükümetini tanıma konusunda bizde çok ciddi kuşku ve endişeler yaratmıştır. Ayrıca aynı gün Silopi’de Kürt milletvekillerine karşı şiddet uygulaması ve milletvekilinin ayağının kırılması olayı yaşanmıştır. Yine Şırnak’ta bir Kürt çocuğu ezilmek suretiyle katledilmiştir. Bunların hepsi adeta Kürtlere bir mesaj, bir tehdit gibidir. Yani siz ne olursanız olun bir şey olamazsınız, bir yere varamazsınız, bana bağlı olmak zorundasınız gibi bir görüntüyü yansıtmak istemişlerdir.

Hem Ankara’daki protokol yaklaşımları hem de Silopi’deki Kürt temsilcilerine yaklaşımları Türk devletinin zihniyetini ele vermektedir. Türk devleti sadece kuzey Kürdistan’daki Kürtleri değil, aslında diğer parçalardaki Kürtlerin de iradesini tanıma durumunda değildir. Sanırım Kürt tarafı bunu daha sonra değerlendirecektir. Öyle görülüyor ki bizim AKP hükümeti hakkındaki görüş ve endişelerimiz bu gezi vesilesiyle söz ve davranışlarıyla açığa çıkmıştır.

Türk devletinin federe Kürdistan bölge başkanına ve hükümetine yaklaşımı taktiksel bir yaklaşımdır. Kesinlikle özden, samimiyetten uzak, faydalanmaya dönük daha çok özgürlük hareketini tasfiye etme politikası çerçevesinde geliştirilen bir siyasettir. Bizim bu konuda görüşümüz budur. Bence davranışlarında bu görüşümüz yansımıştır. Eminim basına açık olmayan ve bilemediğimiz tartışmalarda da niyetleri açığa çıkmıştır. Burada önemli olan biz Kürtlerin buna meydan vermemesi, tavrımız ve tutumumuzla buna zemin sunmamamızdır. Umarım bu gezide de genelde takınılan tavır bu çerçevededir. Fakat belirttiğim gibi önümüzdeki süreçte bu konuda daha net değerlendirmelerin geliştirilmesi de mümkün olacaktır.