16 Temmuz 2011 Cumartesi

Silvan Provokasyonu Neyi Amaçlıyor

Demokratik Toplum Kongresi (DTK), günler, haftalar öncesinden öyle gizli saklı değil, açıkça ve dobra dobra Demokratik Özerk Kürdistan ilanı gündemi ile toplanacağını kamuoyuna duyurdu. Hangi günde ve nasıl bir gündemle toplanacağı duyurusunu yaptı.
Ve o gün geldiğinde, tarih yaprakları 14 Temmuz’u gösterdiğinde DTK bileşenleri hemen hemen tüm delegelerin katılımı ile tarihi toplantısını gerçekleştirdi ve Demokratik Özerk Kürdistan’ın ilan edilmesini kararlaştırdı.

Kürtler böylesi tarihi bir adımı gizli saklı yapsalardı, gizli bir gündemle toplanıp bu kararı almış olsalardı, Ferqin’de (Silvan) o gün her hangi bir olay olmayacak ve muhtemelen de o 13 asker şimdi yaşıyor olacaktı.

Osmanlı’da, onun mirasına oturan TC’de oyun bitmez. Bunu 70 yıl önce o koca Ermiş, o koca Çınar, o koca Bilge, Seyid Rıza bizzat yaşayarak biz torunlarının kulaklarına küpe olsun diye son nefesinde bir kez daha tekrar etti.

TC’de, Türk devletinde oyun bitmez. O oyun gereği dün kendi devlet başkanlarından Turgut Özal‘ı katletmekten, kendi Jandarma Genel Komutanlarından Eşref Bitlis’in uçağını havada bombalamaktan, kendi subay ve albaylarını atış poligonunun tam orta yerine koymaktan, kendi askerlerini döşedikleri mayınlarla imha etmekten kaçınmadı. Bunların tümü oyun gereğiydi. Aynen Silvan’da 13 fakir fukara çocuğunun katledilmesinde olduğu gibi. TC bir timsahtır. Günü geldiğinde yavrularını, çocuklarını yer, aynen Osmanlı’da olduğu gibi. Bir taht uğruna Sultanların çocuklarını, kardeşlerin kardeşlerini boğazlattıkları gibi.

Silvan’da 13 askerin katli, ilanı beklenen Demokratik Özerk Kürdistan üzerine önceden pimi çekilmiş ve o gün ise pratik olarak atılmış bir bombadır. Tabii bir de Türk Meclisini boykot olayını Türk devleti hazmedemedi. CHP’ye diz çöktüren devlet Kürtlerin de tükürdüklerini yalamalarını, TC önünde diz çökmelerini bekledi. Bu da olmayınca Silvan’daki olayı Kürtlerin, Kürt Hareketi’nin üstüne atarak, onları hizaya getirmek, onlar üzerindeki basıncı arttırarak geri adım atmalarını sağlamak, kamuoyu nezdinde meşruluklarını tartışılır hale getirmeyi amaçladı.

Yoksa herkes de bilir ki bir el bombası ile ne o kadar insan ölür, ne de o kadar insanın ölmesine sebebiyet verecek bir orman yangını çıkabilir. Görgü tanıkları, yörenin sakinleri aksini bağıra çağıra söylemelerine rağmen, olay Kürt Hareketi, özellikle de legal ve demokratik oluşumlar, kadrolar üzerine atılmak istenmektedir.
Ve ertesi gün Kürtlere karşı parlamentoda adına isterseniz Milliyetçi, isterseniz Ulusalcı deyin bir Cephe çıktı. Birbirlerine en aşağılık küfürler eden AKP, CHP, MHP Kürtlere düşmanlıkta tükürdüklerini yalamakta bir beis görmediler ve ortak bir deklarasyonla Kürt Hareketi’ne karşı tek yumruk oldular. Ve böylelikle yeni ve „demokratik" Anayasa‘nın da çerçevesi belirlenmiş oldu: Tek vatan, tek millet, tek devlet, tek dil ve tek din.

Artık kimse TC’den, onun parlamentodaki taşıyıcıları olan AKP, CHP ve MHP’den TC Anayasası’nın değiştirilemez diye kayıt düşülen ilk üç maddesi ile başlangıç bölümüne ters bir anayasa beklemesin. Onlar yeni anayasalarını da Kürtlerin enselerinde daha şimdiden pişirdiler. Bu onlara da, onları destekleyen her tür ve her renkten çok bilmişlere, ama hiçbir öngörüleri gerçekleşmemiş olan dostlarına kutlu olsun.

Silvan olayı Kürt Hareketi’ne karşı gerçekleştirilmiş bir provokasyondur. Bunu bilerek yola devam etmek gerekir. Ya bu provokasyon amacına ulaşır ve Erdoğan’ın dediği gibi Kürtler tükürdüklerini yalar, parlamentoya tıpış tıpış yürürler ve Demokratik Özerk Kürdistan’dan el çekerek, mücadele ile, kan ve canla yukarı çıkarılmış çıtayı kendi elleriyle aşağıya indirirler, ya da dik bir duruşla kendi göbeklerini nasıl dün kendileri kesmiş ve de facto, fiili durumlar yaratarak TC’yi adım atmak zorunda bırakmışlarsa, bu provokasyonu da doğru okuyarak gereğini yaparlar.

Bu provokasyon Kürt Hareketi nezdinde bir kırılmayı amaçlıyor; talep ve istemlerin „makul ve TC’ce kabul edilebilir" bir seviyeye çekilmesini hedefliyor. Önceki gün „iyi Kürt-kötü Kürt", dün „İmralı-Kandil" ayrımlarıyla varılmak istenen hedef gerçekleşmeyince bugün bu provokasyon devreye kondu. Ve bu provokasyonun diğer bir amacı da her parçadan Kürt Yurtsever Hareketi’nin yakınlaşmasını engellemek, Kürt Birliği’nin sağlanmasının önünü almaktır.

Bu provokasyondan sonra düşünülen Kürt veya Kürdistan Konferansı’nın gerçekleşme şansı tam olarak gündemden düşmediyse bile, azalmıştır. Şayet bu provokasyonun amacı anlaşılır bir biçimde anlatılamazsa Kürt Birliği de yeni baharlara kalmış demektir.
Benim bu provokasyondan çıkardığım sonuçlar kısaca şunlar:

1) Türk devleti 13 askeri feda ederek yükselen çıtayı aşağı çekmek,
2) seçilmiş milletvekillerin TC parlametosuna dönüşlerinin yolunu açmak,
3) ilan edilen Demokratik Özerk Kürdistan’dan geri adım attırmak ve
4) her parçadan Kürtlerin biraraya geleceği Kürdistan Konferansı’ndan el çektirmeyi amaçlıyor.
Yanılıyorsam, doğrusunu siz söyleyin; ben ikna olmaya peşinen hazırım!

msahin1@web.de

Bu Acı Kürt Sorununun Acısı ve Gerçeği

Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde yaşanan çatışmada 13 askerin hayatını kaybetmesine yönelik tartışmalar sürerken yaşananları, 30 yıldır süren “karanlık güçler, dış mihraklar, bilinmeyen bir el” gibi fazlasıyla sorunu bilinmeze havale eden tezlerle açıklanma gayreti bir kez daha karşımıza çıkıyor. Farkli siyasi kaygılarından dolayı bu tür yorumları yaparak, sorunu ve çözümünü bilinmeze havale edenler, 30 yıldır yaşanan bunca acıda pay sahibi olduklarının acaba ne kadar farkındadırlar, sorunu “terör sorunu” olarak tanımlayan ve çözümü de askeri yöntemlerde arayan siyasetin bu yaşananlarda ne kadar vebali varsa, yürüttükleri tartışmalarda iktidara ve kamuoyuna komplo teorileriyle akıl veren, sözüm ona Türkiyeli aydınlar, hükümetlere şirin görünmek için sipariş tezleri bir süre sonra kimlik olarak benimseyen liberaller ve bazı Kürt aydınları da bir o kadar sorumludur.

Türkiye 14 Temmuz tarihinde Silvan’da yaşanan ve 13 askerin hayatını kaybetmesine (7’si de gerilla toplam 20 kayıptan söz ediliyor; ama gerilla kayıpları henüz netleşmiş değil) neden olan çatışmanın acısını yaşarken, onlarca ailenin evine ateş düştü. Türkiye’nin dört bir tarafında acı hakim. Bu acı Kürt sorununun acısı ve gerçeği. Ve sorun çözülmedikçe, bu acı kendisini her geçen gün çoğaltan, yaygınlaştıran ve ağırlaştıran bir yapıya sahip. Mesele bu kadar açık. Böyle olmasına rağmen, “olayın nasıl yaşandığına” ilişkin yürütülen tartışmalar olayı anlamaya dönük olmaktan çok, “olayın gerçek nedenini” manipüle etmeye ve görünmez kılmaya yönelik yürütülüyor.

Olayda derin bir takım senaryolar arayanlardan, çeşitli komplo teorileri üretmeye kadar, bir dizi tartışma yürütülüyor. Kuşkusuz olayın detay ve ayrıntıları basın için “haber değeri” toplum için “merak konusu” olduğu için tartışılmaktadır ve tartışılacaktır. Ancak bu detayları basın açısından tartışma haline getiren, "biz neden öldürmedik" hususu oluşturmaktadır. Bugün yaşanan olay üzerinden kıyameti koparanlar tersine, 13 HPG'li hayatını kaybetmiş olsaydı, nasıl bir tepki vereceklerini samimi olarak kendilerine sormaları gerekmektedir.

BİR DERİNLİK ARAYACAKSANIZ SORUNUN KENDİSİNDE ARAYIN

Ancak olayın arkasında öyle “derin senaryolar” aramanın gereği yok. Bu olayın “nasıl yaşandığı” kadar “neden yaşandığı” da önemlidir ve bunun nedeni açık-seçik bir şekilde Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür. Bu sorun devam ettikçe benzer olayların yaşanması tarafların niyeti ne olursa olsun, devam edecektir. O yüzden yaşananlarda “derin senaryolar” aramak anlamlı ve gerçekçi değildir.

Olay basittir; detayları bir tarafa, operasyon düzenleyen TSK unsurları ile PKK gerillaları arasında çatışma çıkmıştır ve bu çatışmanın faturası da ağır olmuştur. O yüzden derin senaryolar aramak yerine olaya neden olan sorunun kendisinde “derinlik” aranmalıdır. Çünkü Türkiye'nin derin bir Kürt sorunu vardır, bir derinlik aranacaksa burada aranmalıdır. Bu nedenle denilebilir ki, yaşananların arkasında derin bir senaryo yoktur, aksine bu olayın da yaşanmasına neden olan derin bir sorunumuz vardır. Ne yazık ki, bu derin soruna fazlasıyla yüzeysel yaklaşılmaktadır. Hele hükümetin ve bu sorunu çözme sorumluluğu bulunan iktidarın soruna yaklaşımı son derece gayri-ciddidir, son derece ötelemecidir, son derece menfaatçidir. Kürt sorununa hak etmediği halde fazladan kazanacağı bir milletvekilliği, 3-5 puan fazla oy, biraz ekonomik çıkar menfaatçiliği ile yaklaşmaktadır.

İNSANLAR AKP'NİN BEDELİNİ ÖDÜYOR

Aldığı yüzde 50 oy oranı ve bu oy oranında Kürtlerin de desteğinin bulunması, AKP’yi Kürt sorununa karşı fazlasıyla şımartmıştır. AKP bu konuda abartılı bir öz güven yaşamaktadır. Astığım astık, kestiğim kestik havalarındadır. Son “yemin krizinde” de görüldüğü gibi herkese haddini bildiren, herkese üstten bakan, hakir gören bir yaklaşım içindedir. Çünkü AKP ve Başbakan Erdoğan, ne yaparsa yapsın kazandığını düşünmektedir. Oysa AKP bu tutumuyla kazanırken, Türkiye'nin kaybettiğini, yoksul insanların, Türk ve Kürt kardeşliğinin kaybettiğini ya görmemektedir ya da bunu umursamamaktadır. Asıl sorun budur, bu son olayda can kaybedenler, Erdoğan'ın ve AKP'nin bu sorumsuz tutumunun bedelini ödemiştir ve ödemektedir. Hal böyle iken, hükümete yakın çevreler, hep aynı şeyi tekrarlamamaktadır. Olayın zamanlamasına dikkat çekmekte ve olayları 30 yıldır olduğu gibi yine, "derin senaryolar, karanlık güçler, dış mihraklar, bilinmeyen bir el" gibi fazlasıyla bayatlamış, miadını doldurmuş argümanlarla açıklamaya çalışmaktadır.

HANGİ İYİ ŞEYLER, HANGİ DEMOKRATİK GELİŞME...

Kendisine aydın diyen bu tipler, sözlerini de, "tam da iyi şeyler olacakken" bu tür olayların meydana geldiğini savunmaktadır. Ve ne yazık ki bu tiplere de "hangi iyi şeylerden" bahsettiklerini soran ne tarafsız bir gazeteci, ne de bir düşün insanı vardır. Burada bahsedilen "iyi şeyler" Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün iki yıl önce ifade ettiği "iyi şeyler" ise, Kürtler bunun AKP politikaları açısından fazlasıyla "iyi olduğunu" yaşayarak öğrenmişlerdir. Öyle iyi şeyler olmuştur ki, 3 bin Kürt siyasetçi, "KCK" gerekçesiyle cezaevlerine doldurulmuş ve bölgede AKP'nin önü açılmak istenmiştir."

Öylesine iyi şeyler olmuştur ki, DTP'nin ve sonrasında BDP'nin bütün iyi niyetli girişimlerine rağmen 12 Eylül referandumunda Kürtlerin hiç bir talebi dikkate alınmamıştır. Hatta bu yönlü girişimlere AKP'nin derin Kürtlerinden olan Dengir Mir Mehmet Fırat, "20 kişi ile istediğinizi elde edemezsiniz" restini çekmiştir. Ve yine öylesine iyi şeyler olmuş ve demokratikleşme açısından öylesine önemli adımlar atılmıştır ki, ilan edilen bütün eylemsizlik süreçlerine rağmen operasyonlarda 35 PKK'li hayatını kaybetmiştir. İşte bunları "ne zaman demokrasi için bir adım atılacakken" sözleriyle olayı sulandırmaya çalışan zatlara hatırlatmamaktadır.

Bütün bunlar bize Kürt sorununun çözümünün gerçekten çok “zor” olduğun göstermektedir. Çünkü ekranlarda askerden çok asker, evine ateş düşen ailelerden daha düşman gazeteciler ve bilim insanları türemiştir. İnsan, yürütülen tartışmaları izlerken, atılan manşetleri okurken, "Hanımlar, Beyler bu acı sizin eserinizdir, bu canların vebali boynunuzdadır" sözleri söylemek istiyor... 

Kenan Kırkaya


İran Ordusu Sınırı Geçti, Çatışmalar Var

İran ordusunun Federal Kürdistan Bölgesi sınırını geçtiği bildirildi. Kandil’de PJAK gerillaları ile İran ordusu arasında çatışma çıktığı belirtiliyor.

Alınan bilgilere göre İran askerleri Qeladize yakınındaki Dola Kokê alanında sınırı geçti. PJAK gerillalarının direnişiyle karşılaşan İran askerleri ile şiddetli çatışmalar yaşanıyor.

Newroz TV’ye konuşan bir PJAK koordinasyon üyesi sabahın erken saatlerinden itibaren sınır hattındaki Serdeşt ve Piranşar kentlerine ağır silahlar ve binlerce askerin sevk edildiğini belirtti. İran ordusunun yayla sakinlerini uyararak alandan çıkardıktan sonra bombardımana başladığı ve sınır hattını geçtiğini belirten PJAK yetkilisi, çatışmalar ve bombardımanın halen devam ettiğini bildirdi. Çatışmalarda ölü yaralı olup olmadığı henüz bilinmiyor.

İran ordusu geçen haftalarda da sınırı geçme teşebbüsünde bulunmuştu. Irak medyası 10 bin İran askerinin Çoman sınırlarına girdiğini duyurmuştu.

11 Temmuz günü İran rejimi, Güney Kürdistan sınırlarındaki “PJAK üslerine” saldırı tehdidinde bulunurken, Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’ye de suçlamalarda bulunmuştu. 3 Temmuz günü Mesut Barzani yaptığı açıklamada bombardımanı kınamıştı. Barzani, “Kürdistan’ın sınır bölgesindeki vatandaşlara karşı İran’ın ayrım gözetmeyen top atışlarını kınıyoruz” demişti.

Irak’taki Amerikan ordusu sözcüsü Jeffrey Buchanan, İran’ın saldırılarının sona erdirilmesi için Bağdat hükümetine destek vermeye hazır olduklarını kaydetmişti.

Bu arada El Raedeyn TV, İran güçlerinin kısa bir süre önce sınır hattında 50 askeri karakol ve kontrol noktası daha kurduğunu duyurdu.

Kandil bölgesine hemen her gün obüs, havan, katuşa saldırıları aralıksız sürerken, bazı yerleşim birimlerinin Sidekan kentine göç etmek zorunda kaldığı belirtiliyor. Federal Kürdistan Bölgesi Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cabar Yawer, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada sınırlarının 2007 tarihinden beri Türkiye ve İran tarafından bombalandığını belirterek, bombalamalar sonucunda 400 köyün boşaltıldığını söyledi.

HPG’ye yakın kaynaklar İran’ın esas amacının Kandil zirvelerini sabit tutmak istediğine dikkat çekiyorlar.

İran’ın eskiden sınırlı ve küçük sayıda yaptığı operasyonlar artık nicelik ve süre bakımından oldukça yükseldiği görülüyor. En son Tendürek dağının İran bölümü olan Kır’da gerçekleşen operasyona 2 bin asker katılmıştı. Ayrıca İran özel operasyonlar için kontragerilla birlikleri oluşturuyor. Türk ordusunun gerilla savaşı konusunda İran’a bilgi verdiği, hatta Türk Genelkurmayı’ndan bazı askerlerin İran ordusuna eğitim verdiği kaydediliyor.

HPG'den Silvan Açıklaması

Diyarbakır’ın Silvan ilçesi kırsalında 14 Temmuz günü yaşanan çatışmaya ilişkin açıklama yapan HPG, 20 askerin öldüğünü ve gerilla kaybının 7 değil 2 olduğunu bildirdi. HPG, çatışmada ölen 5 kişinin de gerilla kıyafeti giymiş kontralar olduğunu duyururken, 3 adete silaha da el koyduklarını açıkladı.

HPG Basın-İrtibat Merkezi (HPG-BİM), “imha operasyonu”nun 5 bin askerin katılımıyla 11 Temmuz günü Diyarbakır’ın Silvan, Kulp, Lice arasındaki Reşanê, Banıtmê, Zılek, Şelıma, Hındês, Dahla Zırê, Geliye Goderne, Goma Çalê, Mala Gır ve çevresine yönelik olarak başlatıldığını belirtti.

5 BİN ASKER KATILDI

HPG-BİM, operasyonun dördüncü günü olan 14 Temmuz’da saat 15.00 sularında Cumatê, Zılek ve Şelıma alanları arasında farklı noktalarda çatışmalar yaşandığını kaydetti. Çatışmaların gün boyu sürdüğünü ifade eden HPG-BİM, çatışmalar içerisinde Türk ordusunun gerilla birliklerini imha etmek amacıyla havadan ve karadan ağır silahlarla alanı bombaladığını belirtti.
20 ASKER ÖLDÜ
Yaşanan çatışmalarda 20 askerin öldürüldüğünü, çok sayıda askerin de yaralandığını bildiren HPG-BİM ölü ve yaralı sayısının daha çok olduğunu belirtti.

ÖLENLER ARASINDA GERİLLA KIYAFETİ GİYMİŞ 5 KONTRA

Öldürülen askerlerden 5’inin gerilla elbisesi giymiş kontra olduğuna dikkat çeken HPG-BİM, ölen askerlere ait 2 adet BKC ve 1 adet melez tipi silaha da gerillalarca el konulduğunu kaydetti.

HER AN YENİ ÇATIŞMA YAŞANABİLİR

Çatışmaların ardından operasyonun yayılarak devam ettiğini ifade eden HPG-BİM, alanda her an yeni çatışmaların yaşanma ihtimali olduğunu kaydetti.

7 KAYIP HABERİ YALAN

Silvan’da yaşanan çatışmada gerilla kayıpları hakkında çelişkili bilgiler veren Türk devlet yetkililerinin “7 gerilla öldürüldü” yönündeki açıklamalarını da yalanlayan HPG-BİM, 2 gerillanın “kahramanca direnerek” yaşamlarını yitirdiğini belirtti.

2 GERİLLA HAYATINI KAYBETTİ

HPG-BİM, yaşamını yitiren gerillaların kimlik bilgilerini de açıkladı:

*1982 Van doğumlu, 2004 katılımlı, Canfeda Dağ kod adlı Zeki Çolaker

*1989 Diyarbakır doğumlu, 2010 katılımlı Şoreş Amed kod adlı Mehmet Kocakaya

Silvan Gerçeği ve Yandaş Medyanın 'Kardeşliği'

Silvan'da resmi açıklamalara göre 13 asker ve 2 HPG'linin hayatına mal olan çatışmanın üzerindeki sis perdesi henüz aralanmadı. Çatışmanın ardından Genelkurmay'ın ilk elden 'teröristlerin attığı el bombası sonucu çıkan yangında askerler şehit düştü' açıklaması birçok kesime inandırıcı gelmemiş olacak ki, yandaş medya bugünkü manşetlerinde yangının atılan roketatar, lav ve el bombalarından ve atılan el bombalarının alanda bırakılan cephaneye isabet etmesi sonucu çıktığını ileri sürdüler.

Dün Diyarbakır'a hareketinden önce İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in 'el bombası' konusunda yaptığı tereddütlü açıklaması kafalarda soru işareti bırakırken, PKK'lilerin lav taşımadığını PKK'yi yakından tanıyan, kamplara gidip onlarla röportaj yapan gazeteciler çok iyi bilir.

Ve atılan bir lav, el bombası ya da roketatarın iki gün boyunca geniş bir araziyi, yangın uçaklarının müdahalesine gerek kalacak şekilde yakmayacağını bu tür konulara uzaktan yakından vakıf olanlar da iyi bilir.

ANF önceki gün gece bir korucuya dayandırarak geçtiği haberinde, bölgede 4 gündür süren operasyonun ardından çatışma çıktığını, çatışma bölgesine helikopterlerin sevk edildiğini ve iki savaş uçağının bölge üzerinden iki tur attıktan sonra yangının başladığını yazmıştı. Yandaş medya bunu yalanlama telaşı içine girerken, dün CNN Türk'ten Ferit Demir'e konuşan bir çoban, çatışma sürerken 6 helikopterin bölgeyi bombaladığına tanık olduğunu, uçak görmediğini, ancak uçak sesine tanık olduğunu canlı yayında anlattı.

HaberTürk gazetesinden Ahmet Yukuş'un da bizzat köye giderek yaptığı haberde de benzer ifadeler vardı. HaberTürk'e açıklamada bulunan köylülerden Celal Elmacı şunları anlatıyordu:

"Önce büyük bir patlama sesi duyduk, daha sonra ise silahlar patladı. Helikopterler kaçan PKK'lılara havadan bomba yağdırıyordu. Çok korkunçtu. Böylesini olağanüstü hal döneminde bile yaşamadık. Çatışma sonrası yangın çıktı."

Gazeteye konuşan köylülerden Ahmet İlhan ise şunları anlatıyordu: "Çatışma sonrası yangın çıktı. İki gündür söndürmeye çalışıyoruz. Ancak rüzgarın etkisiyle yangın geniş alana yayıldı. Silah sesleri ve yangından ötürü 50 baş hayvanımız eve dönmedi."

ÖLENLER ANADOLU'NUN YOKSUL ÇOCUKLARI

PKK ile TSK arasında yıllardır devam eden çatışmalarda her türlü psikolojik harp taktiklerinin nasıl uygulandığına bölgede uzun yıllardır görev yapan gazeteciler çok tanık oldu.

Ergenekon soruşturması da dahil, halen Şırnak, Van, Hakkari'de önce PKK'ye mal edilen ancak daha sonra askerlerin 'döşediği mayın yada yanlışlık sonucu ölümler' olduğu ortaya çıkan asker ölümleri nedeniyle açılan davalar devam ediyor.

Her yapılan resmi açıklamayı amentü gibi kabullenen yoksul Anadolu insanı, yine yandaş ve candaş medyanın da gazına gelerek 'Vatan-Millet-Sakarya' demeye başladı. Toprağa düşenler Anadolu'nun yoksul çocukları. Bunlar üzerinden ahkam kesen, asıp-biçen gazete yöneticileri yada yazarlarının aldığı aylık maaş 15-60 milyar arasında. Politikacılar ve malvarlıkları ise ayrı bir araştırma ve tez konusu...

Başbakan da dahil hiçbirinin çocuğunun, yeğeninin normal standartlarda 15 ay askerlik yaptığına tanık oldunuz mu? Ya bedelli, yada çürük almışlardır... Ya tatil bölgelerinde askerliklerini yapmışlardır.

YANDAŞ VE CANDAŞ MEDYANIN İŞBİRLİĞİ

13 ölümün ardından Sabah, Radikal, Milliyet, Taraf gibi yandaş medya ile bilimum takunyalı candaş medya ağız birliği etmişcesine olayı kapatma telaşındalar henüz. Olayın aslını, astarını bilmeden yazıp çiziyorlar. Diyarbakır'da yaşanan çatışma ve iki gündür sönmeyen yangını Ankara'dan, İstanbul'dan yazıyor çok bilmiş muhabirler. Buradaki muhabirlerin gönderdikleri haberlerin hiçbir değeri yok. Ve kaynağından gönderilen haberlerin birçoğu bugün gazete sayfalarına yansımadı.

Örnek olarak Sabah gazetesinden yaptığı yalan haberlerle Kürtler tarafından iyi tanınan Mutlu Çölgeçen'in 'Özel' haberi.

İstanbul'dan haber yapan Çölgeçen'in bugün Sabah'ın manşetine konu olan 'Özel' haberi şöyle:

"PKK'nin 2'si asker 3 kişiyi kaçırması sonrasında jandarmaya bağlı 12 tim arazi tarama çalışmalarına başladı. 10 Temmuz günü araziye çıkan timlere ek olarak 4 tim daha araziye çıkarıldı. 13 Temmuz öncesinde yapılan toplantıda bölge komutanı Üsteğmen Mehmet Emin Karagöz Komutasında 1. Bölük ve Üsteğmen Necmeddin Erdoğan konusunda 2. Bölük birleştirildi. Askerlerin iki gündür uykusuz oldukları ve hatta kısa dinlenme anlarında bile bazı askerlerin uyuduğu belirtildi. Bunun üzerine arazideki timler 2. Bölük ortaya alınarak dinlenmeye çekildi. 14 Temmuz gecesi 01:00'de Reşan Deresi'ni tarayan termal kameralar ısı tespiti yaptı. Yorgun olan askerlere hava aydınlanmadan çök emri verildi. Gece 2 tim nöbet tuttu. 1. Bölükteki 58 kişi, 2. Bölükteki 37 kişi ile birlikte toplam 100 dolayında asker alandaydı.

14 Temmuz Perşembe günü öğleden sonra saat 14:00'de teröristlerden telsiz kesmesi duyumu geldi ve PKK militanlarının konuşmalarında "bu asker yorgun, neden vurmuyorsunuz" dediği belirtildi. Alınan bu anons üzerine alark durumuna geçildi. saat 14:20'de yapılan "Dikkat bölgede telsiz kestirmesi var" uyarısından 20 dakika sonra 14:40'da çatışma başladı. (Çatışma Perşembe değil, Cuma günü çıktı!) PKK'nin ilk ateşi uzun namlulu silahlarla geldi. Bu arada teröristler jandarma timine 50 metreye kadar yaklaştı ve arka arkaya el bombaları attı. Daha sonra da roketatar saldırısı başladı. El bombası ve roketatarlı saldırı sonrasında insan boyuna ulaşan kuru otlar tutuştu. Asker geri çekilmeye çalıştı. Yangın büyüyünce 65-70 asker dar bir alana sıkışıp kaldı.

Yangın alanından kurtulmaya çalışan askerlerin mevzide bıraktığı mühimmat patladı. Askerlerin büyük çoğunluğunda kurşun yaraları tespit edildi. Ancak yaralanan mevzilerinden çekilemediği için ölümlerin çoğu yanarak meydana geldi."

Yalan haberleriyle tanınan bu muhabirin ardından yine Aksiyon'dan devşirme ve hep askerleri hedef alan "belgeli" bomba haberleriyle tanınan Taraf'ın muhabiri Mehmet Baransu da bu kez "belgesiz" bir haberi gazetesinin manşetine taşımaktan sakınca görmedi.

Baransu'nun Ankara'dan "güvenilir askeri kaynak"tan aldığı haberi şöyle: "İki asker ve bir sivili kaçıran, sonra da Hazro karakoluna roketle saldıran PKK'li grubu ele geçirmek için operasyon başlatılmıştı. Silvan Komando Taburu'na bağlı 90 kişilik bölük dört time ayrıldı ve PKK'lıların peşine düştü. Timler arasında beş kilometre mesafe vardı.

Tim komutanı otlu bölgede mola verdi ve iki nöbetçi bırakıldı. Kollar arasında sıkışan PKK'lılar time sızma yaptı. Önce iki nöbetçiyi öldürdü, sonra dinlenen erlere el bombaları attı, çatışma çıktı. Yaralı altı asker ile bombaların neden olduğu yangın yüzünden yanarak can verdi."

Zaman gazetesinin Sabah'ın "Özel" diye sunduğu manşet haberinin benzeri ise şöyle: "Timler 43 derece sıcakta, 40 kg teçhizatla 4 gün boyunca aralıksız yürütüldü. Yorgun düşen askerler, teröristler için kolay hedef haline geldi. Teröristlerin 14:00'de yaptığı ve "Askerler sersem sersem geziyor, neden vurmuyorsunuz" şeklindeki telsiz konuşmaları kayıtlara girdi.

Birlikler 14:30'da dikkatli olmaları konusunda uyarıldı. Saatler 14:40'ı gösterdiğinda çatışma çıktı. Teröristler roketatar ve silahlarla saldırdı. Yaralanan askerler, roketatarların yaktığı ağaçların arasında kalarak şehit düştü. ilk Cobra ise ancak 16:00'da yardıma geldi."

Ve Radikal gazetesi. Radikal'de ismini açıklanmayan ve çatışmada yer alan bir Uzman Çavuş'un anlatımlarını manşetine taşıdı.

Radikal'in manşet haberi şöyle: Tam teçhizatlı 200 kişilik bir tim, 13 Temmuz akşamı daha önce kaçırılan iki asker ve bir sağlık memurunu aramak için bölgede geniş çaplı bir arama-kurtarma operasyonu başlattı. Silvan ilçesinin dağ yamaçları gece boyunca karış karış arandı. Güneşin doğmasıyla birlikte operasyon hız kesmeden devam etti.

Saat 12.00 olduğunda Dolapdere ve Kulp İlçesi'nin Küplü köyleri arasında bulunan mevkiye gelinmişti.

Bir süre burada da operasyon devam etti. Askerlerin karınları iyice acıkmıştı. Az ileride kısa ağaçların olduğu bir bölge vardı. Orası gölgelikti. Yaklaşık 100 metre ileride daha sık bir orman vardı. Ama orası çok güvenli bulunmadı. İlk bulunan yerde nefes almaya karar verdiler.

Saatler 14:00’ı gösteriyordu, mola verildi. Üç-dört kişilik gruplar, birkaç metrelik mesafede buldukları bir ağacın altına oturdu. Daha yarım saat geçmemişti ki az ilerideki ormandan bombalar yağmaya başladı. Yakın mesafeden teröristlerin attığı el bombalarına askerler hazırlıksız yakalanmışlardı; sağa sola savruldular. Parça tesiri yüksek bombalardan çıkan alevler, sıcaktan baruta dönen otları alevlendirmekle kalmadı; üç-dört Mehmetçik oracıkta şehit oldu.

Ardından ormandan sızan PKK'lılar uzun namlulu silahlarla ateş etmeye başladı. Üzerleri alev alan askerler yanmaktan kurtulmak için çaba gösteriyor, askeri üniformalarını çıkartmaya, yerlere sürünerek vücutlarındaki ateşi söndürmeye çalışıyorlardı. Yanarak can verenler oldu. Ayağa kalkabilenler, hemen sipere yattı. Karşılıklı ateş başladı. Olay esnasında ne helikopter ne de uçaklar vardı. Uçakların çatışmadan önce bölgeye bomba attığı da yalan. İlk helikopter olaydan yaklaşık bir saat sonra geldi, onlar da yaralıları almak için..."

Silvan'da resmi açıklamalara göre 13 asker, 7 gerillanın öldüğü çatışmaya ilişkin henüz HPG'den resmi bir açıklama yapılmadı. Bugün Diyarbakır'da değişik görüş ve düşünceden STK'ların da yer aldığı bir heyet çatışma bölgesine gidip incelemede bulundu. Heyetin incelemesi halen sürüyor. Hazırlanacak rapor yarın yada Pazartesi günü kamuoyuna açıklanacak.

İstanbul'dan, Ankara'dan masa başındaki gazetecilere duyurulur. Bayrambaşı beldesi, Dolapdere köyü orada. Korucular orada, köylüler orada. Gidip onlardan çatışmanın başlaması ve sonucu hakkında bilgi alabilirsiniz. Hem korucuların, hem de köylülerin talebi bu. "Gelin bir de bizden dinleyin" diyorlar...

GERİLLA CENAZELERİ NEDEN MALATYA’YA GÖNDERİLDİ?

İkinci ve en önemli konu ise çatışma bölgesinden yanmış halde bulunan 2 gerilla cenazesi. 30-32 yaşlarında olduğu tahmin edilen ve üzerlerinde kısmen yanmış olan gerilla kıyafetli iki cenaze çatışmanın olduğu günün akşamı Silvan Devlet Hastanesi'ne getirildi. Hastane bahçesine gazetecilerin girilmesine izin verilmediği gibi Çevik Kuvvet ve TOMA araçları da hastane bahçesinde bekletildi.

Bu iki yanmış cenaze daha sonra Diyarbakır Adli Tıp Kurumu'na gönderilmesi gerekirken sonraki gün Malatya Adli Tıp Kurumu'na gönderildi.

İki cenaze halen morgda bekletiliyor. Tüm gazete ve televizyonların Malatya büroları, orada çalışan muhabirleri ve kameramanları mevcut. Çok zor değil, gidip ordan yanmış iki cesedin görüntüsünü alabilir, ordaki yetkililerden bu yangının neden kaynaklanmış olabileceğini sorabilirler.

İki PKK'li eğer el bombası atıp yangın çıkardıysa, onlar nasıl yanarak öldü?

Medya ve Politika: Tehlikeli İlişkiler -Çeviri

İnsan hakları esaslı demokrasinin, birkaç ayrılma prensibine dayandığı oranda daha iyi geliştiğini biliyoruz: Siyasetin ve dinin, karşılıklı olarak kendi öznel ideolojik düzenlemelerinden muhafaza edilmesi; kamusal ve özel yaşamın birbirlerine karışmaması; ve nihayet, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin, ve ilaveten, medya ve finansal kuvvetlerin dengeli bir biçimde birbirlerinden ayrılması.


İktidar, meseleler üzerine düşünce şantiyeleri açmak, medya frekanslarının tahsisinin yenilenmesinin sistematik olmamasını veya bu tahsislerin bazı ortak karar alma etiği şartına bağlı kılınmasını istemek, Medya da gazetecilere karar mercilerinde daha çok yer verilmesi doğrultusunda itici önlemlerde bulunmak yerine, konuyla olan ilgisinin, yaptığı ilk iş olarak, Medya'yı baştan aşağı kontrol eden imkanlarının güçlendirilmesinde odaklandığını görüyoruz.

Medya alanında, bugün yeni bir hedef belirmektedir; yurttaşlar demokrasinin daha kesintisiz olmasını arzulamaktadırlar; bunun için örneğin siyasi egemenliğin beş senede bir (Fransa'da ) yenilenmesini istediler; bu ise daha çok tartışma ve daha çok çoğulcu olmayı gerektiriyor.

Demokrasinin kesintisizliğinin güçlendirilmesi fikrini takip edersek, medyanın bu süreç içerisinde önemli bir rol oynayacağını söyleyebiliriz; bunu ya çok arzulanan tartışma paradigmasını pekiştirerek, ya da tam tersine göstermelik bir kopyasını düzenleyerek yapacaklardır.

Herkesin medyayı bir nevi 'karşı-iktidar' (contre-pouvoir ) olarak gördüğü zamanlar geçti artık. Haklı olarak, düşünür Marcel Gauchet buna, mütemadiyen politika faaliyetlerini şartlandırdığı, alt ve üst yapılarını oluşturduğu için 'iktidar-ötesi'( méta-pouvoir ) diyor.

Bununla beraber, iktidar-ötesi medya, gözlemleyip, kontrol edip, eleştirip izah edeceğine, iktidarla içli dışlı bir şebeke olmaya devam ediyor. Aynı zamanda bu medyadan bize ulaşan haberlerin ekonomik modelinin giderek metalaşma olgusuna bağlı olduğunu gözlemliyoruz.

Sosyal ağlar ve yeni medya, haber sektörünü demokratikleştirseler, amatör ve profesyonel haberciliği birbiriyle karıştırsalar, hatta sektörü daha çoğul kılsalar da, hala doğruluğu denetlenemeyen dedikodulardan ileri gidememektedirler.

Bu yüzden gerçekten çoğulcu, bağımsız, bedava, aydın ve özgür bir haberciliğin geleceği pek parlak gözükmüyor.

En son, Huffington Post olayı, konu ile ilgili ilginç bir belirti oldu: Bir araya getirdiği meşhur kalemlerle isim yapan bir web sitesi bu; iştirak eden kalemlere ödeme yapmasa da belirli bir profesyonel görünürlülük ve sosyal bir tanınma kazandıran bu site AOL tarafından 225 milyon euroya satın alındı.

Arka planda, bu katma değere el koyanlar kimler?

Eğer medyanın demokrasiler içerisinde temel bir rolü varsa, bu şüphesiz yurttaş ile kaliteli ve bedava enformasyon arasındaki bağları müdaafa ettiklerinden olduğu kadar, sosyal antlaşmanın, özü itibariyle söz'le antlaşmasıdır da.

Evet, demokrasi demagoji ve safsatanın vatanıdır. Zaten bu nitelikleri başka siyasi rejimlerle de paylaşır. Fakat başka rejimlerle paylaşmadığı iki angajman var: Biri, doğruları söyleme riski, diğeri ise hiçbir zarar vermeye çalışmadan bu doğruları duyabilmesidir.

Bu sorunsallar, Michel Foucault' nun da dediği gibi demokratik kamu alanının canlılık ve sürekliliğinin vazgeçilmez öğeleridirler. Medyanın, bu doğruları söyleme cesaretini koşulsuz biçimde üstlenmesi, bu antlaşmanın da özünü teşkil eder.

* Cynthia Fleury, filozof -Le Monde / Çeviri İkinci Grup