25 Mayıs 2013 Cumartesi

Barzani: Sürecin Başarısı İçin Öcalan Özgür Olmalı



Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) 13. Genel Kurulu’nun açılışına Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin gönderdiği mesaj damgasını vurdu. Kürdistan’ın dört parçası için ortak bir stratejinin belirlenmesi gerektiğini söyleyen Barzani “Türkiye’deki barış sürecinin başarıya ulaşması için Sayın Abdullah Öcalan özgürlüğüne kavuşmalı“ dedi. YNK Politbüro üyesi Mele Bextiyar ise “Kürtler ortak stratejiyle mücadele etmeli” dedi.

Belçika’nın başkenti Brüksel’de başlayan Kongreya Netewî ya Kurdistan (Kürdistan Ulusal Kongresi-KNK)’nin 13. Genel Kurulu sürüyor. Kürdistan’ın dört parçasından parti ve örgütü temsilen iki yüze yakın delege ve misafirin katıldığı kurula çok sayıda mesaj gönderildi.

Kurulda ilk olarak Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin gönderdiği mesaj okundu. Kürdistan’ın dört parçası için önemli çağrılar içeren mesaj, Barzani’nin temsilcisi Hêmin Hewramî tarafından okundu.

“Parti temsilcileri ve Kürdistan’ın dört parçasında mücadele edenler, KNK yöneticileri ve değerli katılımcıları selamlıyorum” sözleriyle başlayan Barzani’nin mesajı şöyle:

“21. YÜZYILDA KÜRTLERİN UMUTLARI GERÇEKLEŞECEK”

“KNK’nin 13. kuruluş yıldönümünü kutluyor, halkımızın davası için başarı dileklerinde bulunuyorum. Kürdistan’ın dört parçasında halkımızın verdiği zorlu mücadelenin ardından bizler yeni bir dönemdeyiz. Kürt halkının meşru ve haklı mücadelesi bölge ile dünya çapında yeni bir aşama girdi, aydınlık bir gelecek için umudumuz büyük.

Halkımızın düşmanları zayıflamış durumda ve Kürdü inkar sürecini geride bıraktık. Karanlıklar dolu 20. yüzyılın tersine 21. yüzyıl Kürtlerin umutlarının gerçekleşeceği bir yüzyıl olacak. Bu kritik aşamada halkımızın haklı mücadelesini zafere ulaştırmak için birlik ve ortak çalışmaya ihtiyacımız var. Bunun için batıdaki siyasi, kültürel ve toplumsal çalışmaları yürüten merkezlerle çalışmalıyız, özellikle de Avrupa’da Kürtlerin haklarını savunacak dostlar kazanmalıyız.

Bölgemiz hızlı bir gelişim içinde, bazen bu gelişmeler geleceği belirliyor. Kürdistan’ın etrafında istikrarsızlık, fundamentalizm ve çelişkilerin derinleşmesi korkusu var. Hepimiz bu korkuya karşı hazırlıklı olmalıyız. Doğrudur; her zamankinden daha fazla Kürtler için şanslar sözkonusu, fakat aynı zamanda halkımıza yönelik saldırıların sürme tehlikesi de var. Bunun için her zamankinden daha fazla ulusal, ortak ve demokratik bir stratejiye ihtiyacımız bulunuyor.“

‘ŞİDDETEN ARINMIŞ BİR STRATEJİMİZ OLMALI’

Bu stratejinin Kürdistan’ın dört parçasındaki şartlara uygun şekilde şiddetten arınmış, barışçıl, siyasi, sivil ve diplomatik çalışmalar temelinde oluşturulmasını isteyen Barzani sözlerini şöyle sürdürdü: “En önemlisi bölge halkına barış, demokrasi ve birlikte yaşama mesajı vermeliyiz. Aynı zamanda halkımızın meşru haklarından da vazgeçmemeliyiz ve Güney Kürdistan’da ulusal ve Kürdistan’ı kapsayacak bir kongre kurmalıyız. Bütün Kürdistani güçlerden oluşacak bu kongre beklenmedik gelişmeler karşısında mücadele etmeli.“

HEWLÊR ANLAŞMASI KORUNMALI’

Türk hükümeti ve PKK arasındaki sürece de dikkat çekmek istediğini söyleyen Barzani “Bu başlayan sürecin derinleşmesi için çalışmalıyız. Her iki tarafa da barış sürecinin tamamlanması için bu süreci uzun soluklu sürdürme çağrısı yapıyorum. Çünkü barış, diyalog ve şiddetsiz bir mücadele Kürtlerin umutlarını gerçekleştirecek tek yoldur. Bu sürecin başarıya uluşması için Sayın Abdullah Öcalan özgürlüğüne kavuşmalı ve Türkiye’deki anayasada değişiklikler yapılmalı” dedi.

Suriye’deki krizin patlak vermesiyle Batı Kürdistan’daki güçleri bir araya getirmeye çalıştıklarını belirten Barzani, Hewlêr anlaşmasının “ulusal bir kazanım” olduğunu bildirdi. Barzani, Batı Kürdistan’daki güçlere de şu çağrıyı yaptı: “Herkesten Hewlêr anlaşmasına göre hareket etmesini ve kardeşçe birbirlerine yardım etmeli. Birbirlerine karşı şiddet ve baskı yöntemlerini kullanmamalı. Kürtlerin birbirine karşı silah kullanmasını tam da Kürt düşmanlarının isteğidir.”

Bütün güçleriyle Doğu Kürdistan’daki barış girişimlerini de desteklediklerini söyleyen Barzani, Kürdistan’ın bu parçası için şu mesajı verdi: “Bu parçada da Kürt davasının ilerlemesini umut ediyorum. Bu yüzden Doğu’daki güçlerin birliği ve tek sesliliği çok önemli.”

Kürt halkının barış isteyen bir halkın olduğunu belirten Barzani son olarak şu çağrı yaptı: “Bölgenin barış ve huzura kavuşması için bütün devletler Kürt inkarından vazgeçmeli. Silahlanma rekabetine ve şiddete son verilmeli. Bu temelde kongreye başarı dileklerimi sunuyorum. Umut ediyorum kongre Kürt halkının haklı davası için verilen mücadelede uzun süreli bir strateji belirlemeli.”

YNK ADINA MELE BEXTİYAR ADINA KONUŞTU

Barzani’nin mesajından sonra Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) Politbüro üyesi Mele Bextiyar söz aldı. Kürdistan’daki özgürlük duygusunun buğday taneleri gibi olgunlaştığını söyleyen Bextiyar “Kürtler tarihi bir süreç yaşıyor, bu dönemde birliğimiz her zamankinden daha önemli. Kürtler ortak stratejiyle mücadele etmeli. Kürt hareketleri eskisi gibi parçalı değil ve Kürtlerin düşmanları da eskisi gibi güçlü değil” dedi.

PKK’nin yürüttüğü mücadelenin önemine dikkat çeken Mele Bextiyar özetle şöyle konuştu: “Öcalan 14 yıldır zindanda ağır koşullarda mücadelesini yürütüyor ve umarım en yakın zamanda özgürlüğüne kavuşmalı. Kongrenizde yapacağınız tartışma ve değerlendirmelerin ardından umarım yeni bir program belirlersiniz.“

ANF

Kürt Televizyonlarında Bir Gün…





 

Brüksel’e 20 km mesafede, Denderleeuw kasabasında, bir kanal kenarında, geniş bir alan üzerine kurulu, iki bitişik binada, Kürtlerin gözü ve kulağı olarak değerlendirilen televizyonlar yayın yapıyor. Kürtlerin görsel medya serüveni 1995 yılında Med TV’nin kurulmasıyla başladı. Med TV, aynı zamanda ilk Kürt televizyonuydu.

Bu geleneği sürdüren Stêrk Tv, Nûçe Tv ve Ronahi Tv'nin prodüksiyon stüdyoları, Denderleeuw’deki binalarda bulunuyor. Bu binalardan birinin ikinci katında Stêrk Tv stüdyoları, bir kafeterya ve bir yemekhane yer alıyor. Ziyaretçiler, ilk binanın girişindeki resepsiyon salonunda güvenlik kontrolü yapıldıktan sonra, ziyaretçi kartı alarak içeri girebiliyor. 

Görsel medya çalışanları her sabah olduğu gibi kahvaltıları yaparken,  dikkat çekici sohbetlere de vesile oluyor. Haber sunucusu Ejder Şêxo ile Cahit Mervan’ın Sêla Sor programına katılmak için gelmiş Kürt siyasetçi Serhat Bucak’ın oturduğu bir kahvaltı masasına, daha sonra Reşad Sorgul da katılıyor.  Sorgul’un, Stêrk Tv'de saat 06.30’da başlayan programı için saat 04.30’dam beridir stüdyoda olduğunu öğreniyoruz. Masaya son olarak Stêrk Tv'de yayınlanan “Ol” (Din) programı konuğu Şêx Murşidê Xeznewî oturuyor. Kahvaltı Kürt dili ve edebiyatı üzerine yapılan tartışmalarla geçiyor.

Yemekhaneden kafeteryaya giden koridorun iki duvarında, Kürt Sanatçı Rotinda'nın Kürdistan dağlarında çektiği fotoğraflardan oluşan bir sergi var. Kafeteryada, Kürtlerin ekranlardan hem de yazıları ile tanıdığı Baki Gül, Cahit Mervan, Mahmut Önder ve Ferda Çetin çaylarını içiyor. Lokal küçük bir Kürdistan'ı andırıyor. Kürtçenin bütün lehçelerinde, her masada farklı bir sohbet var. Ellerde çay. Lokalde sürekli kanalların yayın akışını gösteren üç televizyon duvara asılı. Büyük bir bar tezgahının üstünde, kaynar su, boş bardak, poşet çaylar, kahve ve şeker sıralanmış halde duruyor. Kafeterya self-servisle çalışıyor, isteyen çay veya kahvesini kontuarın arkasından alabiliyor.

Çıkış kapısının hemen yanında Nûçe Tv Kürtçe haber çalışanı Selman Aslan oturuyor. Selman’ın çalışma masası, ana binanın ikinci katında bulunuyor. Henüz erken olmasından dolayı, ilk başta binada çoğunlukla sabah programları yapan çalışanlar var. Herkesin elinde çay var ve her karşılaşmada, çalışanlar “Rojbaş, hûn bi xêr hatin” diyerek selam veriyor, çay teklifinde bulunuyorlar.
Bürolardan hemen önce, sol köşede, camekân içinde tozlanmış bir tekerlekli sandalye, eski bir bilgisayar, bir yazıcı ve onlarca kitap dikkat çekiyor. Duvara asılan portrenin altına 'Burhan Karadeniz' ismi yazıyor. Anma Köşesi, 1992 yılında Yeni Ülke ve Özgür Gündem muhabiri iken Hizbi-kontra tarafından vurularak tekerlekli sandalyeye mahkum edilen ve 2003 yılında sürgünde yaşamını yitiren Burhan Karadeniz’e adanmış.

Az ilerde küçük bir bahçeyi andıran Kürt yazar Ferda Çetin'in bürosu ise özelikle ilgi çekiyor. İçinde onlarca çiçek ve küçük ağaç var.

27 yaşındaki Selman Aslan, Nûçe Tv haber editörü Amed Dicle'nin hemen karşısında oturuyor. Selman işe, editörün belirlediği haber başlıklarını, başta abone oldukları ajanslar olmak üzere haber kaynaklarında aramak ile başlıyor. Genç haberci. “Kürt halkı büyük emeklerle, bedellerle eylem yapıyor, bu eylemleri dünya ve Kürdistan kamuoyuna en doğru ve en hızlı şekilde yansıtmak için uğraşıyoruz” diyor Selman Aslan.

Genç haberci “Kürt halkının özgür Kürt basınına çok güvendiğini” söylüyor. “Bazen bir haber için onlarca video geliyor, Kürdistan’ın her yanından görüntüler geliyor, eğer Nûçe Tv halkın görüşlerini, taleplerini doğru yansıtmasa, bu kadar görüntü gelmezdi” diye ekliyor. 

Salman bir yandan haberini hazırlıyor, diğer yandan da hiç bir detayı atlatmadan redaksiyonu nasıl yaptığını anlatıyor. Görüntü dosyasından bazı görüntülerin isimlerini yazılı haberlerin altına taşıdıktan sonra görüntüleri izlemeye başlıyor. Hangi videodan hangi sahneler alınacak kaydediyor. Yazılı haberi görsel habere dönüşmesi birçok prosedürün yerine getirilmesine bağlı. Salman haberi düzenledikten sonra, ses dublajını yapmak için seslendirme stüdyosuna geçiyor. Haber oradan da montaj servisine gidiyor.

Barış Güllü,  altı yıldır montaj servisinde çalışıyor. Barış, “Yazılı haberi görselliğe kavuşturuyoruz” dedikten sonra “biz haber için son durağız” diye ekliyor. Genç montajcı ses ve görüntülerin uyuşmasının çok önemli olduğunu söylüyor.

Barış “küçük bir hata bile büyük sonuçlara yol açabiliyor, dikkatli olmamıza rağmen, yine de hatalar oluyor maalesef” diye kabul ediyor. Montaj servisini, teknik sorunlardan ziyade görüntülerin içeriği zorluyor. Barış “Roboski katliamı görüntüleri üzerinde saatlerce montaj yapmak duygusal anlamda bizi çok zorladı, ama aynı zamanda son Amed Newroz'u gibi bazı görüntüler ise bize büyük bir coşkuya neden olabiliyor” diyor. Montaj bittikten sonra haber, canlı yayın rejisörüne gidiyor.

Yemekhane öğle yemeği servisini saat 12:30 başlatıyor. Yemekhaneye asılı bulunan televizyonda haber sunucusu Aslan, Kürtçe diliyle ‘Nûçe Aktuel'i sunuyor. Masalar yavaş yavaş dolarken,  Kürt televizyonları Ronahi Tv, Newroz Tv ve MMC'nin sinyal saldırısına maruz kaldığını bilgisi dolaşıyor. Rojahi TV bir haftada ikinci kezdir sinyal saldırısına maruz kalıyor. Görsel medya çalışanları Kürt kanallarının yaptığı haberler bazılarını ciddi şekilde rahatsız ettiğini düşünüyor. Sadece üç Kürt kanalı değil, Nilsat uydusu üzerinde aynı frekansta yayın yapan 25'e yakın kanalın görüntüleri kararmış. Üç saatlik kesintiden sonra üç kanalın yayını durduğu yerden devam ediyor.

Ronahi Tv'den Nûçe Tv'nin canlı yayın stüdyosuna gidebilmek için bina değiştirmek gerekiyor. Dışarıda, açık havada Stêrk Tv haber sunucularından Mahmud Önder sigarasını içiyor. Mahmut Önder ilk Kürt kanalı Med Tv'nin ilk aylarından bugüne kadar, Kürt görsel medyası içinde yer almış deneyimli bir haberci. Önder, “Dengê Gel” (Halkın sesi) programını sunuyor.

Canlı yayın stüdyosunun kapısı üzerinde “Agahi, weşana zindî” ( Bilgi, canlı yayın) yazıyor. Kapı aralığından Baki Gül'ün canlı yayında olduğunu görmek mümkün. Baki Gül, Türkçe “Nûçe Aktuel” programını sunuyor. Nûçe Tv Reji çalışanlarını çalışma başında izlemek için canlı yayının bitmesini beklemek şart.

Koridorda Kürt görsel basının önemli bir yüzü, Cahit Mervan'ın yüksek sesi yankılanıyor. Cahit Mervan  'Sêla Sor' programının hazırlığını yapıyor. Bu seferki konukları Kürt yazar Serhat Bucak, yazar Selda Aksoy ve telekonferans ile programa bağlanacak Van belediye başkanı Bekir Kaya. Yanlarında başka bir programın konuğu olan yazar Metin Ayçiçek de var. Üçüne Ferda Çetin de katılınca beraber bir hatıra fotoğrafı çekiyorlar.

Cahit Mervan “Kürt görsel medyasının Kürdistan'da nasıl bir etkisi oldu?” sorusunun cevabını, biraz düşündükten sonra, kısa ve öz bir şekilde sıralıyor:

-Kürdistanı dünyaya taşıdı, dünyayı Kürdistan’a taşıdı.

-Dört parça Kürdistanı yakınlaştırdı.

-Kürdistan'da siyasi ve sosyal değişimlere yol açtı.

Saat 17:00'ye beş kala Necibe Qeredaxi Nûçe Tv'deki Soranice ana haberlerini sunmak için canlı yayın stüdyosuna enerjik bir şekilde giriyor ve ses cihazlarını takıyor. Reji odasında Çekdar Kurdi, yayına girmek için son hazırlıklarını yapıyor. Çekdar, “çar, sê, du, yek, fermû” dedikten sonra  Necibe Qeredaxi sunumuna başlıyor. Reji odasında onlarca ekran ve birçok saat sayacı var. İlk kez odaya girenlerin bir şey anlaması mümkün olmayacak kadar karmaşık. Ancak Çekdar’ın yanında oturan genç Rojin, ne yaptığını bilen bir edayla bilgisayar ekranlarını kontrol ediyor.

Her üç kanalın büro ve canlı yayın stüdyolarının en çok hareketlendiği aralığın saat 17:00 ile 19:00 arası olduğunu gözlemlemek çok zor değil.  Stêrk Tv Türkçe haber sunucusu Selim Günenç sunumunu bitirdikten sonra kafeteryaya günün son çayını almaya geliyor. Daha sonra Nûçe tv Türkçe haber sunucusu Hacer Katurman da geliyor.

Anahaber bültenleri bitikten sonra koşuşturmalar azalıyor. Bürolar teker teker boşalmaya başlıyor. Yalnız Nûçe Tv editörü Amed Dicle pek gidecek gibi gözükmüyor. Saat 20'yi geçmesine rağmen Amed Dicle bilgisayar ekranına pür dikkat konsantre olmuş. Bürosu üstünde Amed surlarını ve şehrini temsil eden birçok motif var. Amed Dicle, 22:00 haberlerini hazırlıyor.  Kıbrıs’tan gelen konuğuyla Nûçe Tv'nin son canlı yayınını gerçekleştiriyor. 

Med Tv'nin başlattığı Kürt görsel medya geleneğini ayakta tutmak için, onlarca kişi her gün büyük emek sarf ediyor. En küçük görsel haber bile birçok servis tarafından üstünde çalışılması gerekiyor. 

KÜRT TELEVİZYONCULUĞU

Uydu üzerinden yayın yapan ilk Kürt kanalı Med Tv,1995 yılında yayına başlaması ile beraber, Kürdistan medya tarihinde yeni bir dönem başlattı. Med Tv Kürtçe'nin bütün lehçelerinin yanısıra, Asurice, Türkçe ve Arabça da yayın yaparak Kürdistan ve dünyadaki Kürtleri yakınlaştırdı, Kürdistan arasındaki sınırları anlamsızlaştırdı. Kürt kanalı daha test aşamasındayken Türk devletinin diplomatik baskılarına maruz kaldı ve daha sonrasında frekans karartıcı sinyaller ile engellenmeye çalışıldı.

İngiltere, Türkiye'nin resmi talebi üzerine, 1999 yılında Med Tv'nin lisansını iptal etti. Ancak Med Tv'nin geleneği 1999 yılında Medya Tv ile devam etti. Medya Tv'de 2004 yılında Fransa devleti tarafından kapatılarak Med Tv'nin akıbetini paylaşınca bu sefer Roj Tv, Kürdistan'daki savaşı ve direnişi dünya kamuoyuna duyurma görevini üstlendi. Roj Tv de uluslararası baskının ardından, Danimarka mahkemesi tarafından mahkum edildi. Bugün,  Med TV ile başlayan görsel medya geleneği, Stêrk Tv, Nûçe Tv, Newroz Tv ve Ronahi Tv ile devam ediyor.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

PKK Çekilirken: Metina Notları

IMG_3895PKK’nin geri çekilme kararı pek çok gazeteci açısından da bir milât oldu. Her şeyden önce, günaşırı Kandil’le telefon görüşmeleri hayatımıza dahil oldu. Telefon rehberlerimize “Roj” diye bir isim eklenirken, Roj’dan gelen SMS’ler ya da rojkandil account’lu e-mail’ler aslında “normalleşmeye” doğru giden yolda hayatımıza giren yeni ayrıntılardı. Diyarbakır Newroz’uyla başlayan, Kandil’de yapılan basın toplantısıyla süren süreç sonrası Kürt alanını izleyen gazeteciler için “yenilik”ler bunlarla sınırlı değildi elbette. Geri çekilme sürecini izleme talebimize ilişkin yanıtı yine Roj’dan beklerken, bundan sonrasını HPG’nin koordine edeceğini öğrendik. Artık telefon rehberimizde yeni bir isim verdi: Umut.

Umut, bekleyişimizi sürdürdüğümüz Erbil’den Duhok’a geçip ondan haber beklememizi istedi. Bu kez dar bir gazeteci grubu seçtiklerini anlattı. Hazırlıklar bitince bize ulaşacaklardı. Kandil’deki gazeteci kalabalığının yarattığı sıkıntı yüzünden böyle bir karar alınmıştı muhtemelen. Bizi hemen de arayabilirlerdi, ertesi gün de, üç gün sonra da. Macera ve gerilim dolu bir filmin içine düşmüş gibiydik. Duhok’ta işhanından bozma Mazi Otel’de beklemeye başladık. İlk gün geceyarısına kadar telefonu sık sık kontrol ederek, ekranını görecek şekilde karşımıza koyarak bekledik. Sabaha karşı uykuya daldığımızda telefonumuz henüz çalmamıştı, ama biz Umut’u epeyce aramıştık. Yüz yüze geldiğimizde bunu anımsayıp güleceğimizi bilmeden.

Malûm telefon, artık beklemenin keyfini çıkarıp Duhok’un en iyi restoranını keşfettiğimizde geldi. Siparişi vermiş, yemeği beklerken bütün Güney Kürdistan lokantalarında önden verilen çorbamızı kaşıklamaya başlamıştık ki, telefonumun ekranında isim belirdi: Umut. Aksansız Türkçesiyle “hadi geliyorsunuz, neredeyseniz şoför sizi alacak” der demez masaya gelen yemekleri hızla bitirdik. Neredeyse kanat takıp otele vardığımızda Geverli şoförümüz Mamoste de bizi almak üzere yola çıkmıştı. Bir oğlu gerillada olan Mamoste, PKK’ye yardım-yataklıktan ve üyelikten, artık sayamadığı kadar hapis cezasına çarptırılınca, çareyi kaçmakta bulmuştu. Birkaç yıl sonra da eşi ve çocuklarını getirmişti. Aslında Türkçe biliyordu, ama mecbur kalmadığı durumlar dışında konuşmuyordu. Herhalde yedi yıl hapis yattığı Türkiye hapishaneleri ve yargılandığı duruşma salonları hariç en çok biz Türkiye’den giden gazeteciler yüzünden Türkçe konuştu. Ancak kendi adıma, onun sayesinde Kürtçe egzersizi yaptığımı da söylemem lâzım.

Yaklaşık üç saatlik bir yolculuktan sonra, Mamoste birini aradı ve bir Ezidi köyünde beklemeye başladık. Tam o sıralarda Metina’da olduğumuz süre boyunca bizi hiç yalnız bırakmayan yağmur da şiddetini artırıyordu. Yaklaşık 15 dakikalık bekleyişin ardından, hızla yol almaya başladık. Beş dakika sonra üzerlerinde haki giysileriyle PKK gerillalarının ete kemiğe büründüğü noktaya ulaşmıştık. Bizi bekliyorlardı. Metina’ya ilk varan gazeteci grubu olarak bundan sonrasını PKK’lilerin kullandığı dört çekerli jiplerle sürdürdük. Ormanın derinliklerinde ilerliyorduk. Jipler daha önce sıkça geçtiği için “gerilla yolu” olarak tabir ettikleri yolda, ağaçların arasından orman canlısı çevikliğinde ulaştığımız yer ise, gazeteciler için kurulan kamp alanıydı. Kamp alanında bizler için kurulan kameriyede önce güvenlik nedeniyle telefonlarımız alındı, isimlerimiz yazılarak tek tek zarflandı ve bir UPS kutusuna konuldu. Gerilla Sinan’la o zaman tanıştık, telefonlarımızı alan Sinan’dı. Daha sonra orada kaldığımız günler boyunca en çok “toplumsal cinsiyet eşitsizliği” üzerine Sinan’la sohbet ettik, birlikte türküler söyledik. Aslen Batmanlıydı, ama Batman’ı hiç görmemişti; Mardin’de doğmuş, İstanbul’da büyümüş, oradan da gerillaya gitmişti. Sosyal medyayı çok iyi kullanan, çok iyi fotoğraflar çeken, bize dağlarda çektiği çiçeklerin, hayvanların fotoğraflarını gösteren Sinan, gülümseyen gözleriyle hep aklımda olacak.

Semaverde kaynatılan çaylar eşliğinde başlayan sohbetlerimiz, diğer gazetecilerin de katılımıyla şenlikli bir meclise dönüşürken, herkes olabildiğince çok gerillayı dinlemek ve aslında kendisini anlatmak istiyordu, gördüğüm kadarıyla. Pek çok gazeteci, “atlatma” tabir edilen durumu hissetmekten öte, tarihî bir ânın tanıkları olduğumuzun farkındaydık. Bir yandan içinde bulunduğumuz bakir doğa, bir yandan bize çay dolduran, yemekler taşıyan gerillaların uzanıp dokunabileceğimiz yakınlıkta olması, diğer yandan ne zaman geleceğini bilemediğimiz ilk çekilme grubunu göreceğimiz saatlerin giderek kısalması… Heyecan verici o kadar şey vardı ki…

Yaklaşık 30 kişilik gerilla grubuyla Metina Dağları’nın arasındaki derin vadide, bizim için ihlal ettikleri ateş yakmama yasağını çiğneyerek “kamp ateşi” başında ettiğimiz sohbetlerde, bizim kadar onlar da meraklıydı elbette. İsim sorup sormama tereddüdünü aştıktan sonra, her birimizin ilk sorusu şuydu: “Ne zamandır buradasın?” Her yaştan kadın ve erkek gerillalar bütün sorularımıza anlayışla cevap verirken, “ne zaman” sorusuna verdikleri yanıt da ilk birkaç saatten sonra değişti. “Bu soruya yanıt vermemiz doğru olmaz” cümlesi, “2 yıl, 5 yıl, 15 yıl” gibi cevaplara dönüşmeye başladı. Onlar da Türkiye’nin, Türkiye’de yaşayanların kendileri hakkında ne düşündüğünü merak ediyorlardı. Ve gazetelere, TV’lere yansıyan haberlerin Türkiye halkının sahici hisleri olmamasını umarak soruyorlardı sorularını. Yanıtın olumsuzluğu barışa dair umutlarını azaltıyor muydu, bilmem, ama kendilerine ve “her biri bir gerillaya dönüştü” dedikleri Kürt halkına duydukları güveni söylemeden geçmek olmaz.

Zor ikna edilenler

Metina’daki ilk gecemizde neredeyse hiç uyumadık. Onlarla ne kadar vakit geçirirsek, ne kadar çok şey konuşursak, ne kadar dinler, ne kadar anlarsak, o kadar daha iyi anlatırız diye düşündük. Grubun ne zaman geleceğini biliyorlardı, ama güvenlik nedeniyle bizimle paylaşmamayı tercih ettiler, saygı duyduk. Uyumamızı önerirlerken, hareketli geçeceği belli olan ertesi güne enerjimizin kalmasını istiyorlardı. Bizim için kurulan çadırlar için çok uğraştıkları belliydi. Tek kişilik, iki kişilik ve daha fazla insanın kalacağı büyük çadırlara konulan battaniyeler o güne özel olarak satın alınmış, ambalajları bozulmadan çadırlara yerleştirilmişti. Altımıza iki, üstümüze iki battaniye serip sırt çantalarımızı da yastık yaparak iki saatlik uyku için çadırlara geçtiğimizde, bir yandan burnumuza dolan harika kokular, diğer yandan pek çok yeni duyguyla uykuya daldık. Sabaha karşı 04:30’ta uyandırıldığımızda gördüğümüz genç gerillaların hazırladığı mükellef kahvaltı sofrası hem mahcubiyet vericiydi hem de disiplin açısından takdir edici. Kahvaltıdan sonra jiplerle sınırın sıfır noktasına doğru hareket ettik. Gözlerimiz dört bir yanımızı çevreleyen Metina dağlarında, grubun hangi noktadan giriş yapacağını birbirimizden önce görmeye çalışıyorduk. Yarım saatlik bekleyişten sonra grup Çukurca’nın öte tarafından göründüğünde fotoğrafçılar zoom’larını son sınırına kadar kullanıp deklanşöre basmaya başladı. Evet, barış için atılan adımlar nihayet menziline varmıştı.

IMG_3898Wan eyaletinden gelen Beytüşşebap grubu, yedi günlük süren yürüyüşün sonunda oldukça yorgun görünüyordu. Üstleri başları çamur içindeydi. Onlarca dere geçmişler, karlı dağları aşmışlar, gündüzleri uyuyup geceleri kilometrelerce yürüyerek Metina’ya varmışlardı. 15 kişilik gruptan konuştuğumuz hemen herkes aynı şeyi söylüyordu: “En güçlü olduğumuz anda çekildik. 2013’te büyük bir atılım için hazırlanıyorduk. Bizim elimize silahı önderliğimiz verdi, bizi dağlara o gönderdi, silahımızı ancak o alabilir, dağları ancak onun sözüyle terkederiz.” Kürt coğrafyasının ve Türkiye metropollerinin değişik yerlerinden PKK’ye katılmışlardı. Kimi Mersin’den, kimi Diyarbakır’dan, kimi Şırnak’tan. Geride bıraktığımız yılın büyük kısmını eğitimle geçirirken, geri çekilme kararını radyodan dinlemişler, önce inanmak istememişlerdi. Murat Karayılan’ın söylediği “zor ikna edilenler”le karşı karşıya olduğumuz belliydi. Buna rağmen, barış için hayatlarını geçirmek ve belki de vermek üzere çıktıkları dağlardan çekilirken hepsi “şimdi siyaset zamanı” diyordu. Bundan sonrasına ilişkin sorularımıza yanıtları neredeyse aynıydı: “Kürtlerin ve Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü gerçekleşmeden silah bırakmayız. Ancak o koşulda silah bırakır, siyasî mücadele için topraklarımıza döneriz.”

Tam bu noktada şunu söylemek lazım: Geri çekilen PKK’lilerin devlete güven duyduğunu söylemek zor, hatta neredeyse imkânsız. İnsansız hava araçlarının hareketliliği, korucuların çekilme sırasında arazide olması gibi pek çok etken bu güvensizliği pekiştiriyor. Yine de gözleri hükümetin kendi adımlarına vereceği karşılıklarda. Anayasada Kürt kimliğinin tanınması konusunda tavizsizler. Aldıkları siyasî eğitimi gün gelip halkın içinde pratiğe geçirmek konusunda ise belirgin bir heyecan taşıyorlar. Enteresan bir şekilde, bir “ulus devlet” hayalinden çok, Kürtlerin yaşadıkları coğrafyalarda kapitalizmle mücadele edeceğini anlatıyorlar ve bu konuda PKK tarihinin model olduğunu öne sürüyorlar.

Dağlardan “sistem”e

İlk grubun geri çekilmesini görüntüledikten sonra haberlerimizi geçmek üzere Duhok’a geçtiğimizde, bir an önce Metina’ya dönmek üzere acele ediyorduk. Pek çok gazeteci ilk günden sonra geri dönme kararı almıştı, ancak biz ikinci günü de görüntülemek istiyorduk. Hazır otele dönmüşken, çamura ve ise bulanan giysilerimizden kurtulup hızlıca banyo yaparak Metina’ya doğru yola çıktık. Bu kez, Kürt basınından birkaç gazetecinin dışında, bizim dışımızda gazeteci kalmamıştı. Akşam yemeği saatini beklerken, barışa ilişkin uzun sohbetler ettik. Hiçbirinin “eve dönmek” gibi bir niyeti yoktu. Dağlarda yaşamaya, dağların özgürlüğüne, ortak hayata alıştıklarını anlattılar. İlk gün akşam yemeğinde kuzu eti, pilav, salata ikram etmişlerdi. İkinci gün, saatlerce uğraşarak mevsim sebzeleri kızartması sundular bize. Birlikte televizyonlardan geri çekilme haberlerini izlerken, masaya meyveler, kuru yemişler, cipsler, çaylar, kolalar geliyordu. Sanki dağ başında bir PKK kampına değil, yan komşuya misafirliğe gitmiştik. Her şey o kadar doğaldı. Sadece üstü kapalı olan kameriyede, dışarıda bazen şiddetini artıran yağmur ve doluya rağmen, geceyarısına kadar oturduk. Yağmurun dindiği anlarda hemen harlanan ateşin başında vücudumuzu ısıtmaya çalışarak Türkçe, Kürtçe şarkılar-türküler söyledik. İkinci grubun geliş saatini beklerken, birlikte geçirdiğimiz son saatleri olabildiğince dolu geçirmeye çalışıyorduk karşılıklı.

IMG_3939IMG_3879Sabah 04:30’ta ikinci grubu karşılamak üzere yola çıktığımızda, bu kez öncekinden farklı olarak biraz yürüdük. Bu sırada gerillalardan kaymamak için yere nasıl basmamız gerektiğini de öğrendik. Ayağın yan tarafıyla toprağa basınca, ıslak çimenlerden kayılmıyormuş. Bunu iki kez düştükten sonra öğrendiğimi de söylemeliyim. Grubun sınırdan içeriye gireceği yere yaklaştığımızda, beklemeye başladık. Bu arada şu ayrıntıyı unutmadan ekleyeyim: İki karşılama noktasına da gıda, çay tedarikiyle gidildi. Hemen gelenlere ikram etmek üzere odun ateşinde çaydanlığın sapına büyük bir sopa geçirilerek, gerilla usûlü çay yapılmaya başlandı. İstanbul’a dönüp fotoğrafları anneme gösterdiğimde, bunun Kürtlerin yaylalara çıkarken yıllardır sürdürdüğü bir gelenek olduğunu öğrendim. Çayın hazır olduğu dakikalarda ikinci gerilla grubu da ulaşmıştı. Zaten telsizle sürekli iletişim halindeydiler. Dokuz gündür yolda olan ikinci gruba dinlenmeleri için daha uzun zaman verdik, röportajlar için beklemeye başladık. İkinci grupta yer alan 18 yaşındaki iki gerilla, PKK’ye birkaç ay önce katılmıştı. İfadelerinden pek de gelmek istemedikleri anlaşılıyordu, zaten daha sonra bunu teybimize de anlatmakta bir beis görmediler. Aralarından Ruken Berivan ise en büyük hayalini “Önderliği görmek” olarak tarif ediyordu. Sadece “Önderliği” istediği için dönmüştü, yoksa dağları asla terketmezdi. Kucağında tuttuğu silahıyla, bir ağaç gölgesinde bunları anlatıyordu. “Kürdistan özgürleşmeden sistemin içine girmem” diye konuşuyordu.

Metina’daki son saatlerimizde ikinci gruptakilerle uzun sohbetler ettik. Ayrılma saatimiz gelip çattığında, bizi iki gündür ağırlayan grup Şahan’ın önderliğinde tören pozisyonu aldı ve her biriyle tek tek vedalaşarak Metina’dan ayrıldık. Ayrılırken, geride dağlarda bıraktıklarımızın yaşamda kalma ihtimallerinin güçlü olması, bizim için belki de mutluluk verici tek şeydi.

Gerilla portreleri

Dersimli Roza… Almanya’da büyümüştü, ablası PKK’liydi. 1999’daki geri çekilmede hayatını kaybedince, ablasının yerine o gelmişti gerillaya. Anadili gibi bildiği Almancasıyla zaman zaman Almanca bilen gerillalarla laf arasında Almanca konuşuyordu. Kucağında laptop’uyla Medya Savunma Alanları’ndan PKK sitelerine haber geçiyordu. İlk geldiği günlerde zorlandığını, ama şimdi o günlere gülüp geçtiğini anlatıyordu. Türkiye’ye döndükten sonra Dersim’e geçeceğimi öğrenince “anneme selam söyle” dedi, annesinin Almanya’dan Dersim’e tatile geleceğini duymuştu. Ama ne annesinin adını söyledi, ne de ben sordum.

Maraşlı Umut… Hakkâri dağlarının adı çok dillendirilen komutanı. Henüz 30’larında. Kürtçeyi gerillaya geldikten sonra öğrenmiş. Hakkında tam 34 idam kararı var. “İtirafçı olursam affederler mi acaba?” diye kahkahalarla anlatıyor hakkındaki idam kararlarını. Keskin bir gözlem yeteneği olduğu her halinden belli. Geri çekilmeyi HPG Ana Karargâhı adına o koordine ediyor. Zaman planlamasında dakika sektirmiyor; yemek saati belli, kalkma saati belli, yola çıkma saati belli. Biz de hafif yollu gerilla düzenine uyum sağlamaya çalışıyoruz.

Mardinli Sinan… Kafasında şapkasıyla diğerlerinden farklı. S’yi peltek söyleyen haliyle bir çocuk kadar sevimli, derin entelektüel bilgisiyle bir akademisyen kadar donanımlı. Bir erkek olarak, Kürtler dahil hiçbir halkın kadınlar özgürleşmeden gerçek anlamda bir özgürlüğe kavuşamayacağına inanıyor. Ve bununla ilgili bir kitap üzerinde çalışıyor. Teknolojiye, fotoğraf sanatına son derece hâkim. Fotoğraf çekmeyi gerillada öğrenmiş.

Şahan… Grubun en yaşlılarından. Bize PKK hareketini, gerilla hayatını, geri çekilmeye ilişkin hislerini anlatırken “biz silahı çok sevdiğimiz için burada değiliz” diyor. Yaklaşık 15 yıldır gerillada. Geri çekilme sürecini örgütleyenlerden biri de o. İkinci günün sonunda Medya Savunma Alanları’ndan ayrılırken bizi törenle uğurlama fikri onun.

Dersimli Munzur Piro… Çekilen ikinci grubun içindeydi. Onunla Şemdinli-Çukurca-G.Kürdistan üçgenindeki sıfır noktasında tanıştık. 42 yaşındaydı ve tam 16 yıldır dağlardaydı. Beş yıldır Beytüşşebab bölgesindeydi. Çekilirken kardan, soğuktan, azgın dere sularının soğuğundan ayakları yanmıştı. Dersim’i çok özlediğini söylüyordu.

Avaşin Eriş… Vanlıydı. Üç yıldır gerilladaydı. Ablası o gelmeden birkaç gün önce kamptan ayrılıp Haftanin’e geçmişti. Gelir gelmez gözleri onu aradı, sonra eğitime gittiğini öğrendi. Biraz hüzünlendi, yıllardır görmemişti ablasını. Gerillaya katılmadan önce evde olduğunu anlattı. Yedi kardeşi olduğunu, ama artık arkadaşlarını aile bildiğini de.

Müjgan Halis

KAYNAK: http://birdirbir.org/pkk-cekilirken-metina-notlari/

Bahoz Erdal: Türkiye’nin Suriye Politikası Kaosu Derinleştirir

HPG Komutanlarından Bahoz Erdal, Türkiye’nin Kürt karşıtı Suriye politikasının yanlış ve Suriye halkının çıkarlarına hizmet etmediğini söyleyerek ekledi: Türkiye’nin bu politikası hiçbir çözüm üretmez, aksine kaosu derinleştirir.

Birgün gazetesinden Ertuğrul Mavioğlu’na konuşan Bahoz Erdal, “Türkiye’de nasıl bir süreç başlattıysak, İran ve Doğu Kürdistan’da da benzer bir süreci destekleriz” diyerek, diyerek Rojava’ya askeri bir güç göndermeyeceklerini, zira Rojava’nın kendini savunacak kadar silahlı güce sahip olduğunu söyledi. Erdal, “Bize göre Batı Kürdistan halkının askeri yardımdan ziyade, siyasal, toplumsal ve diplomatik anlamda bir desteğe ihtiyacı var” dedi. 


Ertuğrul Mavioğlu’nun Bahoz Erdal ile yapmış olduğu söyleşi şöyle:

“PKK'nin Medya Savunma Alanları diye adlandırdığı sahanın Metina bölgesinde (Kandil değil) Bahoz Erdal ile gerçekleştirdiğim altı saatlik söyleşi bir dizi iletişim kazası sonucu aksadı. Kır – kent çelişkisinin bir boyutu da bu olsa gerek diyerek geçelim. Dün bu sayfada yayınlanan Bahoz Erdal söyleşisinin sonuna 'BİTTİ' ibaresi konulduğu için söyleşinin diğer bölümleri Kasabanın Sırrı'na kaldı.

Bahoz Erdal, Suriyeli ve eminim herkes onun Suriye'ye ve çocukluğunun geçtiği Rojava bölgesine dair düşüncelerini merak ediyordur. Açıkçası ben de merak ediyordum ve son üç yıldır bir ateş topuna dönen Suriye'nin geleceğini, Kürtler açısından hangi seçeneklerin öne çıktığını ve PYD'nin politikası ile Kürtlerin kısa ve orta vadede nasıl bir konumlanış içine gireceğini sordum. Bahoz Erdal Suriye sorunu ve Rojava ile çok yakından ilgili. Türkiye için öngördükleri 'çözüm süreci'nin benzerini hem İran hem de Suriye Kürtleri için dilediklerini Bahoz Erdal'ın ağzından duymak ise hayli ilginçti. Zira Aysel Tuğluk'un Radikal 2 yayımlanan 'Süreç sonuç değil başlangıç' başlıklı yazısında ifade ettiği “PKK da çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı; İran’da yakın gelecekte tekrar silahlı; Avrupa’da kurumsal vs. Bunu herkes bilmek durumunda” şeklindeki düşüncesi, gördüm ki, Bahoz Erdal'ın anlatımlarına denk düşmüyor.

Bahoz Erdal, Suriye'deki öngörülerine şu cümlelerle başladı: “Türkiye’de nasıl bir süreç başlattıysak, İran ve Doğu Kürdistan’da da benzer bir süreci destekleriz. Bu Ortadoğu merkezli bir bakıştır. Türkiye’de demokratik siyasal bir süreç işletmeye çalışırken, başka bir alanda silahların konuşturulmasını doğru görmüyoruz. 

Suriye’deki politikamız şudur: Rojava’da halkımızın gerçekleştirdiği 19 Temmuz 2012 ayaklanmasını destekliyoruz. Rojava’daki politikayı doğru buluyor ve destekliyoruz. Fakat biz askeri anlamda Rojava’ya askeri bir güç göndermeyeceğiz. Orada kendilerini savunacak kadar silahlı güçleri var. Bize göre Batı Kürdistan halkının askeri yardımdan ziyade, siyasal, toplumsal ve diplomatik anlamda bir desteğe ihtiyacı var.”
"SURİYE'DE ÇETELER VAR"

Bahoz Erdal, Suriye'de iç savaşın başlamasının sorumluluğunu muhalefet içindeki silahlı çetelerin varlığına bağlıyor. Ve bu çetelerin muhalefetin meşruiyetini de tartışmalı hale getirdiği görüşünde. Yaygın inancın aksine Suriye devrimine silahın bulaşmış olmasından da hiç ama hiç mutlu değil. Metina'da yaptığımız görüşmede, bu düşüncesini şöyle dile getirdi: “Suriye’de hiçbir zaman silahın bulaşmasını istemedik, tasvip etmedik. Bizim politik yaklaşımımızın doğruluğu da ispatlandı. Muhalefet adı altında grupların, çetelerin devreye girmesi Suriye devrimini bu hale getirdi. Meşruiyeti bile tartışmalıdır artık. Ortadoğu’daki etnik, dinsel, toplumsal sorunların nedenlerini ortaya çıkarmak istersek, nasıl çözeceğimizi düşünürken, Ortadoğu’da halkların ortak yaşamını öngörürken siyasal ve demokratik bir çözümü öneriyoruz. Barış ve özgürlük temelinde, ama eşitlik içinde sürecin geliştirilmesinden yanayız. Şimdi bunun koşulları oluştu. Suriye’deki durum açısından artık geri dönülemez bir nokta ortaya çıktı. Devrim başladığında dünyada sempati duyulan bir konumdaydı. Sonra işin içine bu silahlı hareketler ve çeteler girince bu, Suriye rejimine de iktidarda kalma gerekçesi sağladı. Oysa devrimin başlangıcında dayanışma ve destek neredeyse her yerden geliyordu. Şimdi ise öyle değil.”

"REJİM KÜRTLERİ TANIMIYOR"

Suriye'deki iç savaşın artık uluslar arası bir boyut kazandığını anlatan Bahoz Erdal, “Artık Suriye’deki durum Suriyelileri çoktan aşmış durumda. Bölgesel ülkeler var, İran, Irak, Türkiye, Suudi Arabistan…. Uluslararası müdahale var, Rusya, Çin, ABD… Suriye’nin kaderini bu durumda Suriyelilerin belirlemesi zor” diyor. 

Muhaliflerin parçalı ve perspektiften yoksun olmaları nedeniyle rejime alternatif oluşturamayacaklarını savunan Bahoz Erdal'ın PKK'yi Suriye rejiminin ya da Beşar Esad'ın destekçisi olmakla suçlayanlara da yanıtı var: “Baas rejimi Kürtleri başka devletten gelmiş yabancılar olarak kabul ediyor. Kürtlerin Suriye'deki statüsü, Mahmur kampındaki Kürtlerden bile geridir. Suriye bize Türkiye’den gelen yabancılar olarak kâğıt veriyordu, vatandaş olarak kabul etmiyordu. Türkiye ise beni Suriye uyruklu terörist olarak biliyor. Bunun nedeni ne? Sınırlar 1. Dünya Savaşı’ndan sonra çizildi. Almanlar bir tren hattı yapmak istiyor ve o yüzden bölge ‘serhat- binhat’ diye ifade ediliyor. Yani, yukarı ve aşağı… Suriye ve Türkiye’dekiler arasında akrabalıklar var. 

Türkiye’den gelmesi, gerekmiyor. Türkiye’de doğmuş olması gerekmiyor. Tren yolu onların arasına girmiş, sınır buna göre belirlenmiş ve akrabaların arasından geçerek onları ayırmış. Rojava’dakilerin kuzeyde mutlaka akrabaları vardır. Bizim de kuzeyde akrabalarımız var. Bizimkiler kuzeyde doğup büyümüşler. Bazen 'binhat’a geliyorlar, bir süre kalıp 'serhat’a dönüyorlar.”

"KÜRT KARŞITLIĞI POLİTİKASI"

Bahoz Erdal'ın Kürt bölgesinde uygulanan politika ve Türkiye'nin Suriye'ye yaklaşımına ilişkin değerlendirmeleri de şöyle:

“Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, Kuzey’de ve Güney’de oluşan durum, Rojava’daki mücadelenin aktifleşmesini sağladı. Şu anda en güçlü muhalefet Kürtlerdir. Kürtler Rojava’da şu ana kadar doğru olanı yapıyorlar. Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikası yanlış ve Suriye halkının çıkarlarına hizmet etmiyor. Muhalefet denilebilecek grubun yanı sıra çetelere de destek verdi. Türkiye’nin resmi politikası, Suriye’nin gerçekten demokratikleşmesine, orada yaşayan bütün toplumsal kesimleri tanıyan, saygı gösteren ve bunların hepsinin bir arada yaşayabileceği bir perspektiften uzaktır. Türkiye’nin politikası esas olarak Kürt karşıtlığı üzerinedir. Nasıl yapalım da Kürtler bir statü kazanmasın. Türkiye’nin isteği bunun üzerine. Kürtler tanınmasın istiyor ve desteklediği muhalif örgütlere de 'PYD’yi desteklemeyin, Kürtleri tanımayın, statü vermeyin' diye şart koşuyor. Türkiye’nin bu politikası hiçbir çözüm üretmez, aksine kaosu derinleştirir. Suriye’deki sorun uluslararası boyut alsa bile, oradaki halkların demokratik birliğini, eşitliğini savunan bir muhalif hareket olursa, başarılı olur. Kürtler böyle bir muhalefet çıkarsa, birlikte hareket etmelidir. Fakat şu an böyle bir muhalefet oluşmuş değil. Suriye için öngörümüz ise, demokratik, çoğulcu, özerkliği tanıyan bir sistem ancak barış sağlayabilir. Çünkü Suriye’de Kürtler, Aleviler, Türkmenler, Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler var. Toplumsal açıdan aynı Türkiye gibi zengin bir çeşitlilik söz konusu. Böylesi bir zeminde demokratik barışçıl bir sistem ancak ülkeyi bir arada tutabilir.”

ANF

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Reyhanlı'da 'Sol'un Çapı

E.Erkiner

Önemli her politik olay kişilerin, örgütlerin ve değişik kümelenmelerin çapının ne olduğunu ve ne olmadığını gösterir.

Türkiye solunun önemli bölümü Reyhanlı katliamında maalesef yeniden sınıfta kaldı.

Yapılan değerlendirmeler büyük çapsızlığı göstermekten öteye gidemedi.

İçindeki korkuları bastırmak için senaryo uydurmanın analiz yapmak sanıldığını yeniden gördük.

Bir bölüm insan Reyhanlı’daki katliamın Özgür Suriye Ordusu tarafından yapılmış olmasını istiyor.

Olabilir, bu katliamı ÖSO da yapmış olabilir.

Ne ki, ihtimallere dayanılarak açıklama yapılmaz. Gerekçe gösterebilmeniz gerekir.

Deniliyor ki:

AKP Hükümeti aylardan beri Reyhanlı’da gerginlik politikası izliyordu. Bu beldede bulunan ÖSO yanlıları da haraç toplamaktan başıboş davranmaya kadar her türlü davranışı sergiliyordu. Yerel halk bunlardan rahatsızdı.

Bunların hepsinin doğru olduğunu kabul edelim.

Buradan en az 50 kişinin öldüğü katliama nasıl geçiyorsunuz?

Yukarda söylediklerinizin sonucu en az 50 kişinin öldürüldüğü katliam mıdır?

CHP’den Türkiye solunun bazı bölümlerine kadar ortak dert, ne yapıp yapıp Suriye’deki Esad rejimini savunmaktır.

Bunu açıkça yapamadıkları zaman peşpeşe ihtimaller sıralayarak konuyu bulanıklaştırmaya çalışıyorlar.

El Kaide de yapmış olabilir, İsrail de yapmış olabilir, AKP hükümetinin kendisi de yapmış olabilir, hatta CIA bile yapmış olabilir.

Ateşkes olmasaydı bu listeye mutlaka PKK de eklenecekti.

İhtimal sıralamanın sonu yok…

Esad zulmünden kaçan Suriyeli mültecilere ve Reyhanlı’da çoğunluğu oluşturan Sünnilere karşı El Kaide’nin katliam düzenlemesi ihtimal dahilinde görünmüyor.

Hem Esad rejimine karşı El Kaide uzantısı olduğunu açıkça belirten bir örgütle savaşacaksınız hem de Esad zulmünden kaçanları da hedef alan katliam yapacaksınız; bu pek olacak iş değildir.

İsrail’in böyle bir katliam yapmış olması da ihtimal dahilinde değildir.

İsrail, Suriye’de Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesini istemiyor ve bu nedenle de Esad’a karşı tavrını sınırlı tutuyor.

Esad, İsrail için kötünün iyisidir.

İsrail ile Mısır’ın ilişkileri Hüsnü Mubarak iktidarı döneminde sorunsuzdu. Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidar olmasından sonra ilişkiler eskisi kadar sorunsuz değil.

Filistin’deki Hamas, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in kardeş örgütüdür.

Mubarak zamanında merkez bürosu Şam’da idi, Mısır’da iktidar değişince Kahire’ye taşındı.

İsrail benzer bir gelişmenin Suriye’de de ortaya çıkmasını kendi çıkarları açısından istemez.

ABD’ye gelince…

Erdoğan, Obama yönetiminden Suriye’ye müdahale etmesini isteyecek ve bunu destekleyeceklerini bildirecek.

ABD, Suriye’ye açıkça müdahale etmeyecek…

Suriye’deki halk ayaklanmasında dincilerin dışındaki grupları daha fazla desteklemeye yönelebilir, ama açık müdahale etmeyecek…

Arap ülkelerindeki halk hareketlerinde; öncelikle Tunus, Mısır ve Suriye’de anti İsrail ve anti ABD sloganları duyulmadı.

Geçmişte ise böyle değildi.

Esad yönetimi içerdeki patlamanın hedefini birkaç kez İsrail’e yöneltmeyi denedi ama başaramadı.

ABD yönetiminin Arap dünyasında kökleri bulunan anti Amerikancılığı kışkırtmamak için dikkatli davranması kendi çıkarları açısından normaldir.

ABD, Libya’da bile ön plana çıkmadı. Fransa ve İngiltere ön plana çıktılar.

Emperyalizm ve uluslar arası teori konusunda zayıf bir birikime sahip olan Türkiye solu buradan hareketle anlayamadığı bir şeyler olduğunu seziyor ama tutarlı bir açıklama da bulamıyor.

Öyle görüşler var ki, insan ne söyleyeceğini şaşırıyor…

Bir görüşe göre, Suriye’nin iç işlerine karışılmaması gerekir.

Türkiye ile Suriye arasında 800 km'lik ortak sınır var.

Bu ülkede 80 bin kişi hayatını kaybetmiş ve 300 binden fazla kişi de Türkiye’ye sığınmacı olarak gelmiş.

Bu durumda nasıl olur da Suriye’deki durum sizi ilgilendirmez ya da karışmazsınız?

AKP Hükümetinin Suriye politikası istikrarsızdır ve doğru da değildir.

Bunu belirtmek bir şeydir, hiç karışmayalım demek başka bir şeydir.

Bir başka görüşe göre ise, Suriye halkı kendi kararını verebilir.

Siz nerede yaşıyorsunuz, ne olup bittiğinden hiç mi haberiniz yok? diye sormak gerekir.

Suriye halkının bir bölümü Esad yönetimini destekliyor, diğer bölümü ise ona karşı…

Esad yönetimini destekleyen kesimin yanında Rusya Federasyonu, İran, Irak’taki Şiiler ve Lübnan’daki Hizbullah yer alıyor. Ülkede Pastarlar, Iraklı Şiiler ve Hizbullah askerleri de savaşıyor.

Diğer kesimin arkasında ise ABD, Türkiye, Suudi Arabistan bulunuyor.

Bu kesim çok parçalı ve homojen değil…

Bir de Kürtlerin durumu var.

Kürtlerin Suriye’de Esad yönetimini desteklememesi ve hızla ordulaşarak bazı yerleşim birimlerinin yönetimini ele geçirmesi Türkiye solunun önemli kesiminin hiç hoşuna gitmiyor.

Kimisi bu konudaki hoşnutsuzluğunu açıkça gösteriyor kimisi ise homurdanmakla yetiniyor.

Bu kesimlerin ülkedeki ateşkes sürecinden ve PKK’nin hareketli gerilla birliklerinin ülke dışına çıkmasından da hiç hoşlanmadıklarını belirtmek gerek.

Esad yanlılarıyla Kürt özgürlük hareketi karşıtları bire bir aynı değil ama aralarında önemli yakınlıklar bulunuyor.

Reyhanlı katliamı için ihtimaller sıralaması yapılırken, bu katliamla ateşkes ve çözüm sürecinin ilişkisi üzerinde hiç durulmuyor.

Bölgede öncelikle Suriye ardından da İran çözüm sürecinden son derece rahatsız…

Reyhanlı katliamı ülkenin en önemli sorunundaki çözüm sürecini geri plana itti.

Bu katliamı gerçekleştirenler iyice araştırılıp ortaya çıkarılmalıdır.

Ne ki, bu ülkenin en önemli sorunu Suriye değildir.

Suriye’deki durum önemli sorunlardan bir tanesidir.

Çözüm sürecinin öneminin ve bu sürecin ilerlemesi için yapılması gerekenlerin yeniden öne çıkarılması gerekiyor.

ANF

Türk Hükümeti İçin Reyhanlı Dersleri



Cahit MERVAN

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Reyhanlı’da sivil insanları hedef alan saldırı terörist bir saldırıdır. Hiçbir suçu ve günahı olmayan insanlarının canına, malına kast eden terörist saldırıdır. Bu saldırı aynı zamanda bölgesel ve uluslararası savaş aktörlerinin kullandığı kanlı tipik bir ‘iletişim’ stratejisidir.  Mesaj çok kanlı ve vahşi bir biçimde verilmiştir.

 Bu saldırıyı ikirciksiz, ‘amasız’ mahkum etmek, yapanları lanetlemek ve köken, dil, din, ideoloji farkı gözetmeksizin saldırının mağdurlarıyla dayanışma içinde olmak ilk başta yapılması gereken şeydir.

TERÖRİZME KARŞI DURUŞ İKİRCİKSİZ OLMALI

Bu nedenle Reyhanlı saldırısı sonrası BDP eş başkanı Selahattin Demritaş’ın yaptığı ilk açıklama son derece yerinde olmuştur. Demirtaş sadece saldırıyı mahkum etmekle kalmadı ve ‘öncelikli olarak hükümeti eleştirmek yerine birlik olmamız gerekir’ dedi. Bu aynı zamanda Kürt hareketinin bu tür terörist saldırılar ve felaketler sonrası toplumsal dayanışmaya verdiği öneminde bir sonucudur. Bu açıklamayı sağa-sola çekmenin, BDP’ye ‘AKP destekçisi’ olarak gösterip ve BDP’ye karşı bir infaza dönüştürmenin manası yoktur. Kaldı ki ahlakide değildir. 

Demirtaş bu açıklamasıyla Kürt hareketinin faydacı, fırsatçı olmadığının altını bir kez daha çizmiştir. İyide yapmıştır. Kürt hareketinin böylesine felaket günlerinde ‘düşmanıyla’ da dayanışma içinde olacağını göstermesi, bir zaaf değil, bir erdemdir.  Kaldı ki Reyhanlı saldırısı tamda Demirtaş’ın dediği gibi ‘herkesi hedef almıştır.’ Bu hedefin tam ortasında da barış ve çözüm süreci bulunmaktadır. Öte yandan komşumuzun evine düşen ateş bizi asla sevindirmemelidir. Bundan nemalanırız diye düşünmek aptalcadır. Gayri insanidir. Kürtlerin örfe ve adetleriyle de, çıkarlarıyla da bir alakası yoktur. 

Ancak KCK, DTK, BDP ve diğer Kürt gruplarının saldırıyı mahkum eden tutumu ve toplumsal dayanışma çağrısı AKP hükümetinin Reyhanlı başta olmak üzere, benzeri olaylardaki günahlarını azaltmaz. AKP’yi asla ve asla sorumluktan kurtarmaz.

AKP AKIL TUTULMASI YAŞIYOR

Belirtmekte yarar var ki hükümetin Reyhanlı saldırısı sonrası içine girdiği tutum Kürt tarafının terör ve şiddete karşı toplumsal dayanışma çağrısını karşılamaktan çok uzaktadır. Bir kez hükümet krizi, kaosa dönüştürmüştür. Olayın üzerinden saatler, günler geçmesine rağmen gerçekler halktan gizlenmiştir. Halen kaç kişinin saldırıda yaşamını yitirdiği bir muammadır.

Reyhanlı saldırısı sonrası getirilen basın yasağı ise akıllarda ciddi kuşkularının oluşmasına yol açmıştır. Gerçekleri halktan saklayan bir hükümetin krizi de ve onun yol açtığı kaosu da başarıyla yönetemeyeceği kesindir.

Hükümet Reyhanlı saldırısıyla birlikte akıl tutulması yaşamaktadır. Ancak bu akıl tutulması yeni değil. Kökleri iflah olmaz Kürt ve Kürdistan düşmanlığında yatıyor.  Bunun en önemli nedeni Türkiye devletinin bir türlü güncelleyemediği ‘Milli Siyaset Belgesi’dir. Çünkü Türkiye’nin ‘gizli anayasası’ olarak ta bilinen bu belgede ‘terör’ denildiği zaman ilk akla gelen Kürtlerdir, Kürdistan Özgürlük Hareketi yani PKK’dir.

Ancak Reyhanlı’da onlarca insanın yaşamına mal olan, yüzlercesinin sakat kalmasına yol açan saldırının önlenememesinin beklide bir nedeni veya en önemeli nedeni Türk devletinin ‘terör meselesine’ sakat ve yanlış bakışından kaynaklanmaktadır. Türk devletinin esas olarak Kürtlerin özgürlük mücadelesini bertaraf etmek için ‘terör’ konusunda takındığı kolaycı ve toptancı yaklaşım, gerçek manada terörist saldırılar karşısında onu çaresiz kılmıştır. Türkiye’yi saldırıların kolayca yapılacağı bir alan haline getirmiştir.

Türk devleti üzerinde bir çakı dahi bulunmayan binlerce Kürdistanlı siyasetçi, yazar, gazeteci, sendikacı, avukat, BDP üyesi insanı ‘terörist’ veya ‘bir terör örgütüne üye olmak’ veya ‘yardım yapmak’ gibi uyduruk gerekçelerle rehin alırken, duyu organlarını Reyhanlı tipi kanlı terörist saldırılara kapatmış oldu. Faturası ise çok ağır.

TÜRKİYE ŞAM’DA EKTİĞİNİ REYHANLI’DA BİÇTİ

İkincisi: Türk devleti Suriye’de halkların haklarına saygı duyacağına, rejimi yıkmak için kirli ve gizli ilişkiler içine girdi.  ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur’ prensibinden hareketle El-Kaide ve El-Nusra gibi kanlı ve karanlık örgütlerle içli dışlı olması Türkiye’yi açık hedef haline getirdi.

Türk hükümeti hazırlıkları ‘sınırın bu tarafında’ yapılan başkent Şam başta olmak üzere Suriye’nin şehirlerini hedef alan ve her gün onlarca insanın ölümüyle sonuçlanan kanlı saldırıların bir karşılığının olabilme ihtimalini hesaplayamadı. Türk hükümeti Suriye’de kirli ve karanlık güçler eliyle ektiğini ne yazık ki kanlı bir şekilde Reyhanlı’da biçti. 

Daha da önemlisi Türkiye AKP hükümetinin basiretsiz, yanlış ve halkların haklarına saygı duymayan politikaları sonucu, sonu belli olmayan kanlı bir savaşın eşiğine gelip dayanmıştır. Buradan elbette ki geriye dönüş mümkündür.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın başlattığı barış ve çözüm süreci Türkiye ve AKP hükümetine tarihsel bir fırsat sunmuştur. Türk hükümeti isterse hem içteki şuan sönmüş olan kanlı savaşı ilelebet sorun olmaktan çıkartmak için adımlar atar ve Kürt sorununu adil bir çözüme kavuşturur hem de Ortadoğu bataklığından kendisini uzak tutar, komşularıyla, o ülkelerin halklarıyla karşılıklı saygı, hak ve güven üzerinden yeni bir ilişki geliştir. Örneğin ilk adım olarak Batı Kürdistan halkının iradesine saygı duyduğunu açıklayabilir.  

TÜRKİYE PKK’Yİ TERÖRİST OLARAK TANIMLAMAKTAN VAZGEÇMELİ

Reyhanlı saldırısı insanların canına mal olsa da Türkiye’nin ‘terör’ tanımında ciddi bir paradigma değişikliğine ihtiyacı olduğu gerçeğini ortaya çıkardı. Her şeyden önce Türk devleti, AKP hükümeti teröre ilişkin görüşlerini gözden geçirmeli ve revize etmelidirler.    
               
Çünkü Reyhanlı’daki vahşi ve kanlı saldırı aynı zamanda terör ile ulusal hakları için mücadele veren hareketlerin nasıl kökten birbirinden ayrıldığının da, ayrılması gerektiğinin de en somut örneği oldu. 

Bu saldırıyla birlikte Türkiye’nin yapması gereken şey terör ile ulusal kurtuluş hareketleri arasında var olan o nitel karakterin hakkını teslim etmektir. Yani hiçbir dönemde Reyhanlı türü kanlı bir saldırıda bulunmamış olan PKK’yi ‘terörist’ olarak tanımlamaktan ve bu tanıma uygun davranıştan vazgeçmelidir.

TÜRKİYE PKK’NİN KIYMETİNİ BİLMELİ

Açıkça söylemek gerekirse Türk devleti öteden beri  ‘şaki’, ‘eşkıya’, bölücü’ ve en son ‘terörist’ olarak tanımladığı ve tanıttığı Kürt hareketinin kıymetini de bilmelidir.

O kadar çok nedeni olmasına rağmen-örneğin son iki yıl içinde Türk devleti tarafından gerçekleştirilen Kortek, Kazan Vadisi, Roboski ve Geliya  Şex Çuman katliamlarına rağmen- Kürdistan Özgürlük Hareketi hiçbir zaman Reyhanlı benzeri bir saldırı ile intikam almaya çalışmadı. Bunun arayışı içinde olmadı. Fikir olarak da her zaman sivilleri hedef alan saldırılardan kendisini uzak tuttu. Hakkını teslim etmek gerekir ki sivillerin zarar gördüğü saldırılarda ise PKK kabul ederek ve özür diledi.

Reyhanlı saldırısı Türk devletine her elinde silahı olanın ‘terörist’ sayılmayacağı gerçeğini acı bir şekilde göstermiş olsa gerek. Aslında benzeri saldırılar İstanbul’da 15 Kasım 2003'te Neve Şalom ve Beth İsrael Sinagogu'na ve 20 Kasım’da ise İngiliz Konsolosluğu ve HSBC Bankası'nın genel merkezine yapıldı.  Onlarca masum insan bu saldırılarda yaşamını yitirdi. 

Ama Türkiye ‘terörü’ ve ‘teröristi’ hep başka yerde aradı. Ret ve inkar politikası gözleri o kadar kör etti ki Türk devleti yanlış teşhisin sonucu tehlikeyi hep Kürtlerde aradı. Her taşın altında, her olumsuzluğun altında Kürtlerin ‘bir parmağı var mıdır’ diye zaman harcadı. Kürtleri bu ve benzeri kanlı saldırılarda ‘olağan’ yer yer ‘baş şüpheli’ olarak gösterdi. Bunun için tıpkı son Reyhanlı saldırısında Fehmi Koru’nun yaptığı gibi beş kuruş etmez, zaman ve insan kaybına yol açan uyduruk teori ve senaryolar yazdı, çizdi. Öyle bir aşamaya geldi ki Türk devleti kendi yazdığı ve ürettiği bu yalan senaryo ve teorilerin adeta esiri oldu.

Halbuki Kürdistan Özgürlük Hareketi abartısız söylemek gerekir ki dünyanın tanıdığı, gelmiş geçmiş en temiz ulusal kurtuluş savaşını yürüttü.  Olanağı ve gücü olmasına rağmen onlarca, yüzlerce insanın hayatına mal olabilecek sivil hedeflere saldırmadı. Çünkü Kürt hareketi, yani PKK hiçbir zaman için ‘terör’ ve ‘terörist yöntemleri’  askeri bir strateji olarak kullanmadı. İyi ki de kullanmadı. Zaten doğru olanda buydu.

Şimdi bu ‘doğru’dan yani PKK’den AKP, Erdoğan ve yardımcıları çok şey öğrenebilirler. Kuşku olmasın ki kapıya gelip dayanan yeni Reyhanlı türü kanlı saldırılar önlemek, bertaraf etmek ve Ortadoğu’da savaş batağından uzak durmak Kürtlerin doğrularını kompleksiz ve soğukkanlı bir şekilde anlamaktan geçiyor. 

ANF

14 Mayıs 2013 Salı

İlk Gerilla Grubu Sınırı Geçti

 
KCK’nin 25 Nisan'da yaptığı çağrı doğrultusunda 8 Mayıs tarihten itibaren geri çekilmeye başlayan gerilla gruplarından ilki Medya Savunma Alanları'na ulaştı.

Gerilla terimiyle "Van Eyaleti"nden yola çıkan 15 kişilik ilk grup Güney Kürdistan'daki Medya Savunma Alanları’na ulaştı. Gerillalar sınırı gece saatlerinde geçti. Sabah saat 6:30’da Medya Savunma Alanları'nda gerçekleştirilen karşılama törenine, çok sayıda gazeteci de tanıklık etti. Tören kıtası ile selamlaşan grup daha sonra bir açıklama yaptı.

7 GÜN YÜRÜDÜLER

Grup adına konuşan Cigerxwin Fırat, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda geldiklerini belirterek “Sürece katkı sunmak istiyoruz” dedi. 14 arkadaşıyla birlikte yaklaşık 7 gün yürüyerek Güney’e ulaştıklarını ifade eden Fırat, “Önderliğimizin başlattığı sürece katılmak amacıyla geldik. Ancak yolda keşif uçuşları ve askeri hareketlilik yoğundu. Biz bu yıl savaşa hazırlanıyorduk, böylesi bir sürecin gelişebileceğini beklemiyorduk. Fakat Önderliğimizin perspektifi bizim için emirdir” diye konuştu.

Grup elemanlarından Savuşka Siirt ise “Önderliğimiz dışında hiçbir güç bizi geri çekemezdi, Önderliğimiz irademizdir” diye belirtti.

GERİLLA İLE BİR GECE  

İlk grubun gelişini izlemek üzere Medya Savunma Alanları’na gelen gazeteciler bir geceyi gerillalar ile geçirdi. Grubun gelişini ANF, DİHA, Nuçe TV, Sterk TV, Newroz TV, Sabah, Bianet, Agos, Dijle TV, İHA, AA, DHA, Hürriyet, Kanal D, Cihan, Reuters, T24, El Cizire Arabi, Kurdsat, Gali Kurdistan, Kurdistan TV, El Cizire İngilizce, Birgün, France Express, Radikal, Cumhuriyet ve gazeteci Hasan Cemal izledi.

HASAN CEMAL: TARİHİ ANA TANIKLIK ETMEK OLDUKÇA HEYECAN VERİCİ

İlk grup ile kısa bir süre yürüyen gazeteci Hasan Cemal “Benim için böylesi tarihi bir adıma tanıklık etmek oldukça heyecan vericiydi. Silahlı ilk grubun çekilişini görmek benim için güzeldi. Bu adım barış süreci için oldukça yararlı oldu. Anladığım kadarıyla bu geri çekilme süreci devam edecek. PKK bunu oldukça ciddiye alıyor. Gelen gerillalar da Önderliklerine derin bir güven duyduklarını söylüyorlar” diye konuştu. 

HPG: İlk gerilla birliği ulaştı

 

HPG Basın-İrtibat Merkezi (HPG-BİM), 8 Mayıs'ta başlayan geri çekilme süreci kapsamında ilk gerilla birliğinin Güney Kürdistan'daki Medya Savunma Alanları'na ulaştığını doğruladı.
HPG-BİM şu açıklamayı yaptı:  "7 mayıs günü HPG Ana Karargahımız Komutanlığımız tarafından yapılan açıklamada Önderliğimizin çağrısı ve hareketimizin kararı çerçevesinde, kuzey Kürdistan'da ve Türkiye'de bulunan gerilla güçlerimizin güney Kürdistan'a geri çekilişinin 8 mayıs günü başlatılacağı belirtilmişti. Kuzey Kürdistan'dan yola çıkan 15 kişilik ilk bir gerilla birliğimiz 14 mayıs günü sabah saatlerinde Medya savunma alanlarına ulaşılmıştır." 

İlk gerilla grubu sınırı geçti

Demokratik çözüm süreci çerçevesinde geri çekilen gerilla gruplarından ilki, Güney Kürdistan'da gerillanın denetimindeki Medya Savunma Alanları'na ulaştı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan 21 Mart Diyarbakır Newroz'unda yaptığı çağrısı ardından 8 Mayıs'ta başlayan geri çekilme çerçevesinde ilk grup bu sabah yerel saatle 07.00 civarında Güney Kürdistan'a ulaştı. Gerilla grubunun içinde gazeteci yazar Hasan Cemal'in de olduğu gözlendi. 

19 kişilik HPG grubu, aralarında Türkiye ve Federal Kürdistan Bölgesi'nden bir çok gazetecinin yanı sıra dünya basınından onlarca gazeteci karşıladı. Nuce TV, Sterk TV, DİHA, Fırat Haber Ajansı, Reuters, AFP, AP, El Cezire, Doğan Haber Ajansı gibi çok medyadan gazeteci bunlar arasında yer aldı. 

Konuya ilişkin HPG Anakarargah Komutanlığı'nın gün içinde açıklama yapması bekleniyor.

 Öcalan'ın Newroz'ndaki tarihi çağrısı ardından 23 Mart'ta KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı ve HPG ateşkes ilan ettiğini açıklamıştı. Daha sonra 25 Nisan'da KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, 8 Mayıs'tan itibaren HPG'lilerin Kürt sorununun çözümü için "Demokratik Çözüm Yürüyüşüne" başlayacağını açıklamıştı.

ANF

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Karayılan: Müdahale Olursa Süreç Tıkanır


KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, devlet güçlerinin gerillanın geri çekilmesi sırasında 1999’dakine benzer operasyonlar yaparsa sürecin tıkanacağını ve gerillanın kendi savunmasını yapacağını söyledi.

Geri çekilmenin 8 mayıs tarihinde başladığını, olası sorunların çıkmaması durumunda çekilmenin kısa sürede tamamlanacağını belirten Karayılan gerillalara karşı olası saldırıların olması durumunda geri çekilmenin durdurulacağını belirtti.

Gerillanın tehdit olmadığını, Kürtlerin mütevazi savunma gücü olduğunu savunan Karayılan, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘geldikleri gibi gitsinler’ sözüne; “Biz bir yerden gitmedik, zaten oradaydık ve güçlerimizin yüzde sekseni oldukları yerlerde katıldılar. Amed’te, Dersim’de, Erzurum’da bulunan gücümüzün yüzde sekseni Medya Savunma Alanlarını görmemiştir” şeklinde cevap verdi.

Geri çekilmen kendi mecrası içinde sürdüğünü, ilk grupların birkaç gün içinde Medya Savunma Alanları’na ulaşacağını söyleyen Karayılan, ateşkes sonrası karakol ve barajların yapımın yeniden başlamanın fırsatçılık olduğunun altını çizdi.

‘Pazarlık yapıyorlar’ sözüne ‘temel haklar pazarlık konusu yapılamaz’ diye yanıt veren Karayılan, tarafların çözüm konusunda ilkeli ve kararlı olmasını gerektiğini söyledi.

Gerçekten heyecan verici günler yaşanıyor. Tarihi anlardan söz ediyoruz. Bu sadece Kürt toplumu ve Kürt medyası açısından değil, dünyanın kabul ettiği bir gerçek. Geri çekilme sizin açıkladığınız tarihte başladı. Kamuoyu merak ediyor. En azından şu birkaç gün içerisinde yaşananlarla ilgili elinizdeki bilgiler neler?

Evet. Öncelikle bu ay Mayıs ayı. Mayıs ayı bizim için bir şehitler ayıdır. Tüm Mayıs ayı şehitleri şahsında bütün devrim şehitlerini saygıyla anıyorum, onlara verdiğimiz söze bağlılığımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum.

TARİHİ BİR SÜREÇ YAŞANIYOR

Sizin de ifade ettiğiniz gibi, gerçekten Kürdistan’da tarihi bir süreç yaşanıyor. Öyle inanıyoruz ki bu süreçte alınan kararlar ve geliştirilen pratik uygulamalar, hem Türkiye hem Kürt halkı ve hatta bölge açısından çok önemli yenilikleri beraberinde getirecektir. Yeni bir süreci ve yeni bir yapılanmayı beraberinde gündeme getirebilecek nitelikteki tarihsel gelişmelerdir. Şimdi biz uzun bir süreden beri -ki çoğu kamuoyuna da açık olmak üzere- belli bir tartışma yürütüyoruz ve bir kararlaşmayı yaşıyoruz. Bu kararlaşma temelinde, özellikle de Önder Apo’nun İmralı’da devletle sürdürdüğü diyalog ve müzakere sürecinin belli bir aşamaya ulaşmasıyla birlikte hareketimizin kararlaşması daha da kesinleşmiştir. Ve bu temelde biz sözü edilen geri çekilme kararlaşmasını kamuoyuna açıkladık.

PKK SÖZÜNDE DURAN BİR HAREKETİR

Geri çekilme açıklandığınız tarihte başladı mı?

PKK hareketi sözünü tutan bir harekettir. Biz bir şey söylemişsek bunu yaparız. Dost veya düşman, bizi yakından takip eden herkes bu gerçeği teslim etmek durumundadır. Biz karar almışsak, söz vermişsek, halka, topluma karşı bu sözü ifade etmişsek, bunun gereğini yerine getiririz. Bu bizim temel bir özelliğimizdir. Bu anlamda ilan ettiğimiz karar pratikleşme sürecine girmiştir. 8 Mayıs itibarıyla birçok eyalette, Amed’de, Garzan’da, Serhat’ta, Botan’da ve adını saymadığım diğer bütün eyaletlerde geri çekilme süreci resmen gündeme girmiş, kararlaşmış ve pratikleşme safhasına girmiştir.

Size intikal eden şu ana kadar bir bilgi var mı? Bir sorun yaşanıyor mu? 

Şimdi henüz başlangıcındayız. Yani 2-3 gün geçti. Bize yansıyan fiilen engelleyici, herhangi bir durum söz konusu olmamıştır. Zaten biz daha önce yaptığımız açıklamada da ifade ettiğimiz gibi kendi gerilla tarzımızla hareket etmeyi esas alıyoruz. Yani isteyen de öyle kolay kolay engel olamaz ama engel olabilecek yerler, noktalar var tabii. Yani bu konuda her şeyin istenilen düzeyde olduğunu söylemek erken olur.

SALDIRI OLURSA GÜCÜMÜZ KENDİSİNİ KORUYACAKIR

25 Nisan tarihinde yaptığınız açıklamada bir şeyin altını çizdiniz. Dediniz ki, geri çekilme sürecinde güçlerimize yönelik bir saldırı olursa geri çekilme durur, meşru savunma hakkımızı da kullanırız. Aslında herkes de buraya kilitlendi. Bu biraz da tehdit olarak algılandı Türkiye cephesinden. Bunun üzerine de tartışmalar var. Halen o noktada mısınız? Bir saldırı olursa tavrınız ne olur? 

Elbette ki halen o noktadayız. O bir tehdit değil. Hatırlanırsa onu ifade ettiğimiz kısımda 5 farklı maddeyle birlikte o cümle ifade edilmiştir. O bir konsepttir, geri çekilmenin bir konseptidir. Yani devlet güçleri müdahale ederse -işte ‘99’daki gibi- operasyonlar yaparsa, pusular atarsa, bizim gücümüz de geri çekilme hareketini durdurup kendi savunmasını yapacaktır, savunma pozisyonunu alacaktır. Bundan daha doğal bir şey yoktur. Biz şunu söylüyoruz: Bir kararlaşmamız var. Bu kararlaşmayı uygulama safhasına koymaktayız. Bunun önünde engel olmak isteyenler varsa biz bunu da değiştirebiliriz.

MÜDAHALE OLURSA SÜREÇ TIKANIR

Bu da bir tehdit değil.

Hayır. Bir tehdit değil, bir gerçekliktir. Biz hiç kimseye “her şeye rağmen ölümü de göze alın, ölerek gelin” diyemeyiz. Hiç kimse de bunu bizden isteyemez. Bu açık bir şeydir. Öyle bir tehdit falan da değildir. Orada bir konsept konulmuştur. O konseptin bir maddesidir. Müdahale olursa tabii ki süreç tıkanır. Onu demek istiyoruz. Ve aslında herkese bir uyarıdır. Aynı zamanda güçlerimize de bir uyarıdır. Ve aynı zamanda güçlerimizin bir takım tereddütlerine karşılık da söylenmiş bir sözdür. Bu da önemli.

Daha önce ‘orta kademede tereddütler var’ demiştiniz. Şu anda bir tereddüt var mı? 

Tereddüt nasıl; kendi inisiyatifi altında hareketi başlatmış olan bir komutanın, “önüme engeller çıksa, tuzaklar kurulsa, çeşitli yerlerde kuşatmalar geliştirilse ne yaparım” anlamındaki tereddüdüne de verilmiş bir perspektiftir. Yani “size dönük böyle bir şey olursa siz de kendi tavrınızı koyar ve kendi gücünüzü savunmayı esas alırsınız” anlamında verilmiş bir yanıttır.

Geri çekilme başladı. Türkiye cephesindeki tartışma, işte 5 bin kişi Medya Savunma Alanları’nda bir araya gelecek, ellerinde silah oldukları sürece de bunlar bir tehdittir. 

Şimdi her şeyden önce şunu söyleyeyim: Yani Kürt halkının çok mütevazi bir şekilde bir savunma gücü vardır. Bu savunma gücü, Kürt halkının temel hakkı olan var olma hakkını savunmakla mükellef bir güçtür. Şimdi iki de bir bunu tehdit gibi göstermek yanlıştır, bir çarpıtmadır. Yani Ortadoğu bugün bir çatışma ortamında; herkes silahlanıyor, kendi savunmasını yapmaya çalışıyor. Kürtlerin de belli bir gücü varsa -ki bu az sayıda bir güçtür- kalkıp bunu sürekli ona buna karşı bir tehdit gücü gibi göstermek bir çarpıtmadır yani. Biz hiç kimse için bir tehdit değiliz, öncelikle onu söyleyeyim. Hele hele bizim bu kararlaşmamızdan sonra Önder Apo’nun Newroz’da kamuoyuna sunduğu tarihi deklarasyondan sonra biz hiç kimse için tehdit değiliz. Bize dönük tehdit durumunda olan güçlere karşı savunma durumundayız. Yani güçlerimizin varlığı bu amaçladır.

Süreci sabote etme tartışmalarına ne diyorsunuz?

Kürt sorunu Ortadoğu bölgesinin en karmaşık sorunudur. Bir değil, bir çok gücü ilgilendiren bir sorundur. Sadece bölgesel değil uluslararası güçleri de çok yakından ilgilendiren bir sorundur.

Karmaşıklığı da oradan geliyor aslında.

Evet. Dolayısıyla bu sorunun çözümünün ya da çözüm sürecinin öyle sorunsuz gelişeceğini, engelsiz yürüyeceğini sanmak, Ortadoğu ve Kürt sorunu gerçeğini anlamamak demektir. Böyle karmaşık bir sorunda birçok gücün şu veya bu biçimde ilişkili olduğu, işte, siyasetini yürütmede, dengeler kurgusunun geliştirilmesinde bir faktör olan, kimisinin de aslında bir kart olarak çıkarları doğrultusunda kullanmak istediği, öteden beri böyle politikaların bulunduğu bir sorunun çözümünü geliştirirken, kararlı olunmazsa elbette ki engelleyici birçok girişim ortaya çıkabilir, çıkar da.

TARAFLARIN ÇÖZÜMDE KARARLI VE İLKELİ OLMASI LAZIM

Sabotajları bertaraf etmek için kararlı olmak gerekiyor…

Elbette. Ama şu önemli. Burada önemli olan, çözüme mükellef olan tarafların, yani bizim ve Türk devletinin çözümde kararlı olmasıdır. Ben şuna inanıyorum: Eğer taraflar çözümde kararlı ve ilkeli davranırsa, gerek içten gerekse de dıştan ne kadar sabote edici girişimler olursa olsun engelleyemez. Bu nokta önemlidir. Yoksa süreci bir biçimde tıkatmaya dönük değişik dayatmalar, tehditler, girişimler olabilir. Önemli olan bizim kararlılığımızdır. Bakınız, bir şey daha söyleyeyim: 

Hareketimize dönük birçok çevre kendine göre çok değişik değerlendirme ve yakıştırmaları yapmaktadırlar. Ama PKK hareketi, hem de Ortadoğu’nun kaynadığı tarihin bu önemli döneminde almış olduğu bu kararla ve şu anda bu kararı uygulamakla ne kadar bağımsız bir irade gücü olduğunu ortaya koymuştur. Altını çizerek söylüyorum; biz Ortadoğu’da artık bir gerçeğiz, dengeler sisteminde bir gücüz, birçok çevre ve güçle ilişkimiz var ama bizim kendi irademizle bu kararlaşmayı yaşamamız, PKK’nin ne denli bağımsız, kendi öz iradesiyle hareket edebilen bir güç olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Yani bu bizim için ve tabanımız için net bir durum ama bunu değişik yakıştırmalarla sürekli gündeme taşıyan çevreler için söylüyorum bunu. Bu açık bir durum yani. Bağımsız ve öz bir irade var ortada. Kürt halk hareketinin, özgürlük hareketinin bir iradesi vardır ve bu irade bugün ağırlığını ortaya koymuştur, pratiği bu temelde geliştirmektedir. Değişik çevrelerden veya kesimlerden sabote edici girişimler olsa da bu irade öyle kolay bir irade değil, sarsılmaz bir iradedir. Bu konuda yeter ki karşı taraf da samimi dursun.

BURADAN GİTMEDİLER BULUNDUKLARI YERLERDEN DAĞA ÇIKTILAR

Karşı taraf dediğiniz Başbakan Erdoğan’ın grup toplantısında açıklaması olmuştu, geri çekilmeyle ilgili. Sizin açıklamanıza atıfta bulunarak tarih verilmesi yanlış olmuştur, dolayısıyla nasıl geldilerse, öyle de gitsinler. Şöyle de bir algı var, sanki dışarıdan birileri Dersim’e gitmiş, Erzurum’a gitmiş, başka bir yere gitmiş, dolayısıyla nasıl gelmişlerse öyle de çıksınlar. Bunları nasıl yorumluyorsunuz?

Şimdi bu konuda gerçeklik şudur: Yani Amed’den çekilecek güç dışarıdan Amed’e gitmemişlerdir. Amed’in çocuklarıdır, oradan katılmışlardır. Yani öyle bir söylem -ki sadece Başbakan değil daha önce de bazıları öyle ifade etti- sanki biz yurtdışından gitmişiz oralara, işte nereden gitmişsek şimdi de oralardan dönecekmişiz. Bu güçler orada örgütlendi, oradan katıldılar, oranın çocuklarıdırlar, orada doğmuşlar ve orada dağda bulunuyorlar. Yani doğru, dışarıdan giden, yani bizim eğitip de takviye olarak gönderdiğimiz, yine bir kısım Kürdistan’ın diğer parçalarından olan arkadaşlar, ya da bazı komuta düzeyindeki eğitim görüp giden arkadaşlar belki Medya Savunma Alanları’ndan oraya gitmişlerdir.

BİZ YOLLARI DA DAĞLARI DA BİLİYORUZ

Peki, yol meselesine ne diyorsunuz?

O yolu biz biliyoruz, bu doğru. Gidiş-geliş hattı nereden olur, nereden olmaz, biz bütün Kürdistan’ı ve hatta Türkiye’nin de bir kısmını da hareket olarak adım adım biliyoruz. Nerede hangi dağ, hangi tepe var, hangi vadi var, hangi nehir var, nerede, ne kadar, nasıl üstlenilebilir, hatta orada ne kadar bir güçle hareket edilebilir, oranın koşulları nedir, ne değildir, toplumsal yapısı nedir, ne değildir biz çok detaylı biliriz. Bunu hemen söyleyeyim; sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan değil, biz Kürdistan’ın tüm alanlarını bu anlamda biliyoruz. Coğrafyayı tanıyoruz. Bu anlamda söylenmişse doğrudur, biz yolları biliriz. Fakat oradaki güç orada yetişmiştir. Şimdi gidip sen Amed gücünü sıraya koyup sorsan belki de yüzde 10’u ya da 15’i buralardan gitmiş. Yani eğitim görüp giden, buralardan giden en fazla yüzde 15’i, bilemedin 20’si olur. Ama yüzde 80’i orada katılmış, orada eğitim görmüş, belki de eğitim amaçlı gelmiş geri gitmiş de olabilir fakat oranın çocuklarıdır. Bir kere bunun bilinmesi lazım.

Henüz Medya Savunma Alanları’nı görmemiş yüzde 70-80 oranında bir gerilla gücünden söz ediyorsunuz.

Evet, hiç buralara gelmeyenler de var, gelip eğitim görüp gidenler de var. Gerçeklik budur, bu böyle olduğu için “nasıl geldilerse öyle de giderler” pek doğru olmaz. Evet, yolları da biliyoruz, o anlamda söylenmişse olabilir. Fakat sizin biraz önceki sorunuzun bir kısmına cevap vermedim.

Lütfen buyurun…

Bazı kesimler bizim Medya Savunma Alanları’na çekilecek olan güçlerimizin bir tehdit oluşturacağını söylüyor.

Hatta Batı Kürdistan’a bir kısım gidecek diye tartışmalar var.

Hayır. Batı Kürdistan’a bir kere olmaz. Çünkü Batı Kürdistan kendini örgütlemiş, mevcut durumda on bin civarında silahlı gücü var. Öyle bir şey olmaz.

BİZ OTUZ YILDIR BU DAĞLARDAYIZ

Salih Müslim de benzer bir yanıt veriyor aslında, bizim PKK’ye ihtiyacımız yok diyor. 

Yoktur, bir de orası öyle güçlerimizi çok kaldırabilecek düzeyde bir coğrafyaya sahip değildir. Coğrafyası ovadır, düzdür. Bizim arkadaşlar bir kere orada hareket edemezler. Dağda yetişmiş bir gerilla ovaya indiğinde kendini çıplak hisseder, rahat edemez. Farklıdır, oranın gücü zaten orası için yeterli hale gelmiş bulunuyor. Kendileri de bunu açıklıyor, öyle bir durum yok. Biz açıkladık nerede kalacağımızı, zaten üs alanlarımız vardır buralarda. Şimdi Türkiye kamuoyunda bazen tartışılıyor işte, sanki biz birilerinin onayından ve kontrolünden geçerek buralara geleceğiz. Hayır. Biz 30 yıldır bu dağlardayız. Bu dağların hem kuzey hem de güney hatlarında üslenmişiz. Yani bu hat tarih boyunca Kürt isyancılarının dayandığı bir hattır ve hiçbir dönemde de hiçbir devlet de aslında egemenlik sağlayamamıştır. Bu sarp araziler gerillanın üslenmesine müsaittir. Ayrıca herkesten biraz uzak bir üslenme alanıdır. Bu kimse için bir tehdit değildir. Bir kere onu söyleyenler sorunun ciddiyetinin ve özünün farkında değiller veya bilinçli çarpıtıyorlar. Yani 30 yıl savaşmış bir gerilla gücünü, yenilmemiş, mücadeleyi sürdürme iddiası ve iradesi bulunan bir gerilla gücünü, silahlı mücadelesini kısa bir sürede sona erdirmesini istemek, işi yokuşa sürmektir. Öteden beri düz yaklaşan birçok devlet yetkilisi hep “silahsızlansınlar, biz bilmem şunu yaparız, bunu yaparız” derlerdi. Yani böyle arabayı atın önüne koyarak kimse sorunu çözemez, çözemeyeceğini de geçmiş süreç ortaya koydu.

ORADA SİLAHSIZLANSINLAR SÖZLERİ BEYLİK SÖZLERDİR

Gerilla silahsızlanacak mı? 

Bu bir süreç işidir. Şimdi silahsızlanmadan bahsediyorlar. Evet, nihai olarak bu süreç oraya gider. Fakat izlenmesi gereken aşamalar var ve bu bir süreçtir. Eğer bu süreç izlenilirse tabii ki bu güç giderek tümden silahları devre dışı edecek bir programa sahiptir. Ama bu “hemen gitsinler, orada tehdittirler, yok orada bilmem silahsızlanmalı,” sözleri beylik sözleridir, sorunu kavramama ve ciddiyetinin farkında olmamadır.

BİZİM SÖYLEDİĞİMİZ 3. AŞAMAYLA İLGİLİDİR

Silahları bırakma meselesiyle ilgili daha önce benzer bir açıklamanız olmuştu. Başbakan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan Karayılan süreci anlamadığını söyledi. Buna karşı bir cevabınız olmadı.

Biz, bizimle ilgili söylenen her şeye hemen cevap yetiştirmek tarzını esas almıyoruz. Gerçeklik vardır, gerçeklik zamanla daha iyi netleşir, gün geçtikçe daha iyi açığa çıkar. Benim süreci anlamama gibi bir durumum yoktur. Biz orada bir proje koymuşuz. Bu proje ana hatlarıyla makul ve taraflarca da uygun görülen bir projedir. Kaldı ki bu projeyi Önderlik sunmuş. Bize de sunmuş, devlete de sunmuş. Yani öyle kimsenin orada anlayıp anlamama durumu söz konusu değil. Fakat şu var: orada bizim ifade ettiğimiz, üçüncü aşamayla ilgilidir. Yani her şey paralel yürür. Şunu söylemiyoruz, “işte bilmem her şey olur, Önder Apo özgürleşir, sonra da bilmem şu olur.” Yok. Bu bir projedir, bu proje çerçevesinde toplumsal uzlaşma, barışın kalıcılaştırılması, özgürlüklerin geliştirilmesi, işte silahsızlanma sürecinin başlatılması, bütün bunlar paralel bir biçimde bir proje dahilinde gerçekleşebilecek olan durumlardır. Birini birinin önüne koyup da öbürünün gerisine koyma gibi bir tartışma biçimi pek doğru değil. O aşama kendi başına bir aşamadır ve diyelim bir kapsamlı proje çerçevesinde paralel bir biçimde sürecin ilerletilip nihai amacına ulaşmasını sağlatmak gerekiyor. Yani benim orada kastettiğim esasında odur.

TEHDİT ETSEK GERİ ÇEKİLMEYİZ

Siz bunu hatırlattığınızda da “pazarlık yapıyorlar, tehdit ediyorlar gibi bir takım argümanlarla karşı cevap veriliyor, ya da tartışma oluyor.

Bir kere tehditle alakası yok. Biz tehdit etsek güçlerimizi Karadeniz’den, Dersim’den çekmeyiz. Biz en çok 2013 yılında devleti sıkıştırabilecek noktadaydık. Tehdit gibi bir niyetimiz olsa mevcut kararları almazdık. Onlar yanlış. Ama biz de bir gücüz. Şunun kabul edilmesi lazım; bugün gerilla Kürt halkının ve Türkiye’nin bir gerçeğidir. Sen onu bir çırpıda atamazsın. 3-5 kişi değildir. Binlerle ifade edilen silahlı, ideolojik temele dayalı, inançlı, kararlı, savaşma arzusu olan, bu konuda hiçbir sorunu bulunmayan, tecrübe kazanmış kendine güvenen bir güçtür. Şimdi sen bu gücü ele alırken, yani işte bir kalemle sil at, bilmem, “gitsin şöyle olsun, böyle olsun” diyemezsin. Yani bakınız, sorunu çözmede samimi olan kimseler olguyu dosdoğru ele almak zorunda. Ve o olgu doğru ele alındığında işte bu biçimde adım adım bir proje temelinde sonuca gitmeyi esas almak en makul yaklaşım biçimidir. Bunu herkes görür. Ama yok öyle değil de, varsa bir şeyi kulp takan, bahane arayan, gerekçe arama peşinde olanlar için bir şey demem. Fakat mevcut konulan proje -ki o basın açıklamasında da açıkladığımız aşamalar- en makul çözüm biçimidir yani.

İLK GRUPLAR BİR KAÇ GÜNE KADAR MEDYA SAVUNMA ALANLARINA ULAŞIR

Geri çekilmede süre meselesi çok tartışıldı. Bazen sizin ağzınızdan bazen de başka arkadaşlarınızın tarihler verildi. Ne kadar sürebilir, 1 ay, 2 ay, 5 ay. Belirlenmiş bir takvim var mı?

Şimdi bakın. 8 Mayıs itibarıyla güçler harekete geçti. Muhtemelen birkaç gün sonra ilk gruplar Medya Savunma Alanları’na ulaşır. Ve bu pürüzsüz gerçekleşirse ve herhangi bir engelleyici tutum olmazsa süreci hızla bitirmek istiyoruz. Yani ne olur ne olmaz gibisinden bir sürece yayma yaklaşımı söz konusu değildir. Bunun için böyle tarih belirlemek, gün vermek (bitişi anlamında) pek doğru değil. Biz aslında bu süreci mümkün mertebe hızla bitirmek istiyoruz. Örneğin, eğer bir engelleyici şey olmazsa ilk ay çok yoğun olur. Fakat mesela HPG’nin yaptığı açıklamada da ifade edilen hususlar var. Diyelim, şimdi sürekli keşif uçakları dolaşıyor. Gerilla keşif uçağı altında yürümez. Gerillada keşif uçağına karşı tedbirler vardır. Keşif uçağı öyle her şeyi görseydi zaten kimse orada yaşayamazdı. Havadır yani, öyle her şeyi görmüyor. Hareket halindeki güçleri açık arazide görebilir. Gerilla da o tür bir pozisyona girmez. Yani keşif uçaklarının dolaştırılması otomatikman hareketin durdurulmasıdır.

KEŞİF DOLAŞIRSA GERİLLA YÜRÜMEZ DURUR

Bu çok önemli bir nokta. Dolayısıyla keşif uçaklarının dolaşmasına karşı mısınız?

Evet. Keşif dolaştı mı gerilla durur. Çünkü eğer keşif altında yürürse bir nevi iradesini karşı tarafa teslim etmiş olur. Karşı taraf isterse gelip bulabilir. Gerilla kendisini bu pozisyona koymayacaktır, kendi kendini savunma temelinde yürüyecektir. Eğer karşı taraf hep gözetliyorsa ve hep diyelim havadan ve karadan gözetleyecekse ona göre pozisyon alır. Diyelim ki gözetliyorsa hareketini durdurur veya yana sarkar veya işte araziye uyar. Mesela bu keşif faaliyeti her zaman vardı, biz onun altında hareket de yapmışız.

FIRSAT BU FIRSAT DEYİP KARAKOL YAPIYORLAR

Fakat süreçten söz ediliyor…

Evet, ama o ağırlaştırıyor. Bu bir. İkincisi, yani böyle bir takım zorlayıcı hususlar var. Bazı kesimler işte HPG’nin o açıklamasına tehdit falan dediler. Ben onun için demin tehdide ilişkin bazı şeyler söyledim. Yani bunlar tehdit değil. Orada ifade edilenler yanlış değildir, doğrudur. Kimse böyle ekonomik amaçlı yol yapımı, bina yapımı, baraj yapımından bahsetmiyor. Askeri amaçlı projeler var bu konuda. Fırsat bu fırsat deyip de alelacele karakol inşasına girişmek rahatsız edici bir durumdur. Bizim amacımız bölgeyi sivilleştirmek, askeri bir ortam değil de sivil bir ortam oluşturmak değil mi? Evet, öyleyse bu kadar karakol neyin nesi?

ÇUKURCA NÜFUSU 9 BİN ASKER SAYISI 18 BİNDİR

Güney-Kuzey sınırına birçok karakol yapılıyor…

Şimdi bakın bir şey söyleyeyim size: Rakam vererek söyleyeceğim; bizi dinleyen tüm basın mensupları ve merak eden ilgililer gidip söylediklerimi tetkik edebilirler, doğru mu yanlış mı? Çukurca’nın nüfusu 9 bindir. Çukurca bir ilçe. Çukurca’nın hemen etrafında çok yakın mesafede üslenmiş olan askeri güçlerin nüfusu ise 18 bindir.

Sadece Çukurca’da? 

Evet. Yani bu kadar yığılmış, bu bir askeri üstür. Çukurca mevcut durumda bir askeri üs. Şimdi buna rağmen halen daha karakol yapmak, o zaman neyin hazırlığının yapıldığı sorusu insanın aklına gelir. Oradaki komutan bunu düşünüyor tabi, “bunlar ne yapmak istiyor” diye. Bunlar ateşkes yokken yapılamıyordu, çünkü gerilla engelliyordu. Biz “bizim uzağımızdaki ötemizdeki yerler şöyle olsun, böyle olsun” demiyoruz. Hayır. Biz haddimizi bilen bir hareketiz, gücümüzü de bilen bir hareketiz. Bizim daha önce durdurduğumuz bir takım bu türden askeri amaçlı projeler vardı. Yani şimdi alelacele bunları hayata geçirme tabii rahatsız edicidir. Biz şimdi bunu da tartışıyoruz tabii.

BARAJLAR ASKERİ AMAÇLIDIR

Barajlar da bunun içinde mi? Askeri amaçlı mı?

Bir kısım baraj var. Örneğin şimdi Şırnak-Hakkari hattındaki baraj projelerinin hepsi uygulansa sınırın yarısı kapanır zaten, su olur. Yani bu ne kadar ekonomik amaçlıdır. Kürdistan arazisini, tarihi eserlerini, o güzelim doğasını suyun altında bırakma projesidir. Bu ne biçim ekonomik amaçlı projedir. Bu bölgeyi kalkındırma değil, bölgeyi su altında bırakma tutumudur. Halkımız da biz de buna karşıyız. Bir de bunlar, tabii gerilla hareket sahasını daraltma projesi çerçevesinde yapılan faaliyetlerdir. Yani bu tür şeyler en azından üçüncü aşamaya kadar biraz yavaşlatılabilinirdi. Ama buna rağmen biz kararlı davranmak durumundayız. Biz bunları daha önce de belirttiğim gibi mutlak yerine getirilmesi gereken şartlar olarak belirtmiyoruz. Sürecin karşılıklı ve rahat işleyebilmesi için, yine en hızlı bir tarzda pratikleşmesi için anlayış gösterilmesi gereken, karşı tarafın da doğru yaklaşması gereken hususlardan bahsediyoruz. Örneğin biz daha erken bitirmek istiyoruz. Bu konuda önceden ifade ettik, şimdi de bir kez daha tekrarlamak istiyorum: Mesela Önderliğimizin koşullarının düzeltilmesi.

ÖNDER APO BAZI BİRİMLERLE GÖRÜŞTÜRÜLMELİDİR

Önder Apo’nun bizzat bir takım birimlerle ilişkilenme olanağının yaratılması, bu sürecin pratikleşmesini bizim açımızdan daha da rahatlatır. Bunun gibi şeylerden bahsediyoruz. Üzerimizde bir ağırlık var, bir yük var. Hareketin yönetiminin almış olduğu karar ve bugün uygulamakta olduğu süreç açısından üstlenmiş olduğu bir sorumluluk ve ağırlık vardır. Şimdi bu ağırlığı hiç görmeden, hiç de hissetmeden, “tamam işte siz şunu yapın, ama biz de bildiğimizi okuyacağız” diyen bir yaklaşım işi zora sokabilir. Bu konuda herkesin sorumlu yaklaşması önemlidir. Gerçekten de sorumlu yaklaşılmalıdır. Biz bunu ifade ederken bu, bir tehdit değil, bir pratiğin uygulanması için olması gereken şeyler, yine kolaylaştırıcı yaklaşımların ne olduğunun ortaya konulması olarak anlaşılmalıdır. Bunun böyle anlaşılması gerekiyor. Yani kimse fırsatçı yaklaşmamalı. Eskiden fırsatçı yaklaşılıp tuzaklar kuruldu, güçler imha edildi. Şimdi henüz tuzak göze çarpmıyor ama öbür taraftan fırsatçı yaklaşılıp bir daha adeta kimsenin hareket edemeyeceği bir pozisyon yaratma, alanı tümden askerileştirme gibi bir niyet de herhalde iyiye yorumlanamaz. Bu doğru da değildir.

Devlet, hükümet fırsatçılık mı yapıyor?

Neden biz ateşkes pozisyonunda değilken o kadar proje yapılamıyordu? Çünkü yapılma koşulları yoktu. Çünkü oralara girilemezdi. Oralar gerillanın denetimi altındaydı. Şimdi gerillanın denetimi hafifletilmiş, halen var yer yer, onu da söyleyeyim, güçler hazırlık içerisinde, kimisi hareket halinde, kimisi hazırlık içerisinde, o arada hemen ‘fırsat bu fırsat’ diye her yere karakol dikmeye çalışma, her yere yol götürme, zorlaştırıcıdır tabi. Biz bu söylediklerimizin dikkate alınmasını istiyoruz. Belirttiğim gibi, savaş alanındaki durumlardan bahsediyoruz. Daha önceden gerillanın hareket sahası olan bölgelerden bahsediyoruz. Yoksa Türkiye’nin ve Kürdistan’ın daha farklı taraflarındaki bir takım yapılmış projelerden bahsetmiyoruz. Hatta gerillanın, bu geri çekilme sürecinin etki sahasına giren durumlardan bahsediyoruz. Bunun böyle anlaşılması gerekiyor.

KORUCULUK TAM DAĞITILMALIDIR

İçişleri Bakanı Muammer Güler’den bir açıklama geldi “koruculuğu dağıtacağız” yaklaşık 45-46 bin geçici köy korucusu statüsünde olanları dağıtacağız. 19 bini gönüllü köy korucusu, onlara dokunmayacağız. Sizin de talebiniz aslında koruculuğun lağvedilmesiydi. Ciddi bir problemdi, sosyal felaketti aslında Kürdistan’da. Ne dersiniz, yeterli buluyor musunuz bu açıklamayı? 

Evet o açıklama bazı yönleriyle belki olumlu görülebilinir. Ama dar bir bakış açısını oluşturuyor. Bana göre geniş bir ufku içermiyor. Biz, sivil demokratik bir toplum, barış içinde bir arada yaşayan, silaha hiç gerek hissetmeyecek, gerek duymayacak, sivil demokratik bir toplum ve sistem oluşturmak istiyoruz. Yani bizim zihin haritamızda eğer bu varsa, o zaman neden bilmem bazıları gönüllü, silahlı kalacakmış, o neyin nesidir? Bir de Kürt toplumsal yapısını iyi tanıyan -ki İçişleri Bakanı da aslında tanıyor- bir kimse bilir ki, bir takım aileler, aşiretler silahlı oldu mu, öbürleri üzerinde üstünlük aracı olarak onları kullanır.  Yani kişisel ve ailesel menfaat ve üstünlük zemini haline getirir. Dolayısıyla toplumda gerçekten sivil, barışçıl, demokratik, özgür bir hayat geliştirilmek isteniyorsa, her şeyden önce silahtan arındırılma esas alınmalıdır. O açıdan ben o bakış açısını çok dar görüyorum. Öyle bir şey hedefleniyorsa, o zaman nasıl bir Türkiye’yi yaratmayı düşünüyorlar? Nasıl bir Kürdistan, Kürt toplumu? Yani o vakit hani güçlerimizin Medya Savunma Alanları’nda kalmasına tehdit deniliyor ya, o zaman Kürt toplumuna güvenmiyorsun, bir de gönüllü korucu olanları silahı üstünde tutuyorsun. Bu, yanlış bir şeydir. Hayır, bizim yaratmak istediğimiz demokratik Türkiye ve özgür toplum, Kürt toplumu böyle değil. Daha ileri bir şey. O açıdan o açıklamayı ben dar görüyorum.

ADALET VE HAKİKAT KOMSİYONUNA İHTİYAÇ VAR

“Barış ve Çözüm Süreci Komisyonu” parlamentoda kuruldu. Görevi tam tanımlanmasa da PKK ve devletin işlediği suçları da araştıracakları komisyonun üç üyesi tarafından dile getirildi. Sizinde Hakikatleri Araştırma Komisyonu öneriniz vardı. Bu talebinizi karşılıyor mu?

Yeni kuruldu, açıklamaları var. O komisyonun görev kapsamı netleşince kesin bir şey söyleyebilir insan. Ama şu bir gerçek; kalıcı bir toplumsal uzlaşma için bir Adalet ve Hakikat Komisyonu’na ihtiyaç vardır. Bunun için biz öteden beri hep söylüyoruz. Bununla kastımız nedir? Toplumdaki tüm işlenmiş olan suçları, bizim tarafımızda da işlenmiş olanlar var, olabilir. Karşı tarafın da işlediği şeyler var. Bunların hepsinin araştırılması, açığa çıkarılması, netleştirilmesi ve bu temelde karşılıklı helalleşme diyebileceğimiz, bir birini bağışlama ve ortak yaşamı böylece bunun üzerinde inşa etme projesi geliştirilirse o zaman hakikaten toplumsal uzlaşma kalıcılaşır.

Dünya örnekleri de var bu konuda. 

Vardır. Köklerine sağlıklı oturmuş olur. Bu kadar faali meçhul cinayet var. Halen annelerimiz Cumartesi günleri meydanlarda çıkarak kayıplarını aramaktadır. Çocukları kaybedilmiş, onların peşindedir. Şimdi bu tablonun olduğu bir yerde kalıcı barış nasıl olacak? Faali meçhullerin bir kere açığa çıkarılması gerekir. Yani herkes çok iyi biliyor ki, bunları devlet yapmış.

KOÇGİRİ’DEN GÜNÜMÜZE KADAR ARAŞTIRILSIN

Dersim’de birkaç gün önce 38 soykırımına ait kemikler çıktı. 

Evet. Tabi şimdi baştan günümüze kadar olan bir süreçten bahsediyorum. Yani Koçgiri’den başlayıp günümüze kadar. Devlet ne yaptı? Kürtler ne yaptı? Bu konuda üstünü örtme değil, açığa çıkarıp bu anlamda bir helalleşme ve bağışlama üslubu ile geçmiş yaralar sarılarak tedavi edilebilinir. Şimdi mesela birisi o kadar katliam yapmış, soykırım var Dersim’de, Zilan Vadisi’nde ve her yerde. En son 1990’lardaki toplu katliamlar ve faili meçhuller. Bunları görmüyor, işte diyor “PKK şunu yaptı!” PKK durup dururken bunu yapmadı. Kaldı ki PKK’nin yaptığını bir ölçüme vursan, senin yaptığının yüzde biri bile değildir. O kadar uygulama yaparsan, toplumsal tepki de gelişir. Şu veya bu ad altında. Bu, Kürt halkının kendini savunma refleksidir. Toplumsal tepkisidir. Bunlar açığa çıkarılmadan kalıcı bir barışın geliştirilmesi de söz konusu olamaz. İstesek de yapamazsın. Çünkü tarih insanların aynasıdır. İnsanlar her zaman dönüp bakacaktır. Bakınız biz bu konuda samimiyiz. Samimi olduğumuz için bunları söylüyoruz. Neden samimiyiz? Bizim için bir tercih meselesidir. Biz Türkiye ile barışmak istiyoruz. Türkiye’nin birliği içerisinde özgür kimliği ile yaşayan, özgür Kürt halkının yaşamasını öngören bir konseptte tercih kılmışız. Bunun için de yapılması gerekenleri izah ediyoruz. Bu anlamda mecliste kurulan komisyon buna ne kadar yetebilir, bilemem. Ama böyle bir komisyona kesin ihtiyaç vardır. Eğer buna dönük bir çaba içerisine girerse ben burada açıkça söyleyeyim, biz her türlü araştırmaya hazırız. Biz hareket olarak bizden yana yapılmış hataları ifşa etme durumundayız. Bunu geçmişte ettik, daha kapalı kalmış olanlar varsa onları da ederiz. Biz o konuda kendimize güveniyoruz.

Komisyon size başvursa ne gerekiyorsa yapmaya hazırsınız?

Ama bu komisyonun tek taraflı araştırma yapmaması, her iki taraftan da araştırması, gerçekten hakikat ve adaleti açığa çıkaran bir komisyon halinde çalışması ve bize güven vermesi durumunda biz kesinlikle buna her biçimde açık olacağız.

CHP’NİN SÜRECE DAHİL OLMASINI İSTİYORUZ

Güven verilmesi tabi ki önemli. Sivil toplum örgütlerinin bunun içinde olması gerekir. Dünyada da örnekleri var. Komisyondan söz etmişken parlementoda CHP’den devam edelim. Tartışmalı diğer bir konuda bu mesele. Komisyona CHP neden vermedi, çekinceleri vardı, MHP de bu komisyona üye vermedi. Tartışmalar halen devam ediyor. Ancak geride bıraktığımız günlerde CHP’den 30 milletvekili de içinde bulunduğu solda duran 114 aydın; ‘’Barış İçin Özgürlükçü Demokrasi Bildirgesi’’ yayınladır. ‘’Süreci destekliyoruz’’ dediler. CHP’nin durduğu noktaya, bu bildiriyi nasıl yorumluyorsunuz?

Her şeyden önce bildirge tabi ki önemlidir. Şunu belirteyim, biz hiçbir zaman zaten CHP’yi tümden devre dışı kılan bir yaklaşımı uygun görmedik. Bakın, demin Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu’na ilişkin bazı şeyler söylendi. Biz aynı yaklaşımı CHP için de öngördüğümüz için CHP’nin sürece dahil olması gerektiğini düşünüyoruz. Yaklaşım nedir? Yani biz tümden geçmiş ile hesaplaşan, geçmişin sorunlarını kapatan değil, netleştirerek gideren, yaralarını saran bir anlayışı taşıdığımız için CHP’nin de bu sürece dahil olmasını önemli görüyoruz. Neden? Çünkü CHP inkar siyasetinin başından bu yana sorumlu bir güç olarak bulunmuştur. Bu bence CHP için de önemli bir durum. Şimdi CHP 20. yüzyılın bakış açısıyla yapılmış olan bir takım uygulamaların 21. yüzyılda da takipçisi mi olacak, yoksa “onlar o tarihte yapılmıştır, bunun özeleştirisini vermek gerekir, biz bugün yeni Türkiye’de daha çağdaş bakış açısıyla yeni Türkiye’nin inşasında yer almak istiyoruz” mu diyecek? Bundan önce CHP’nin ve CHP çizgisinin geleceği açısından da önemli bir husustur.

CHP’yi geçmişiyle yüzleşmeye mi ağrıyorsunuz?

Bizim bu konudaki Kemalizm’e dönük eleştirimiz önemlidir. Pozitif bir eleştiridir. Dönüşüme açık bırakan bir eleştiridir. CHP’nin bir kere bunu doğru anlaması lazım. “CHP bu sürece dahil olmalı, günahıyla sevabıyla o da bu helalleşme sürecinde bulunmalıdır” diyoruz. Hem CHP için bu gerekli, hem de tarihsel arka planını netleştirmek bu konudaki sorunları gidermek için ve bu temele dayalı kalıcı bir barışı inşa etmek için bu gereklidir. Bu noktada CHP içerisinde bazı süreci destekleme eğilimleri kuşkusuz önemli. Ama ben geneli için önemsiyorum. Sadece bir grubu değil. CHP bir kere şunu bilmeli; Kürt toplumu örgütlü bir toplumdur. Kürt sorununun Önder Apo üzerinde çözümüne karşı olması gerçeği görmemektir. Bu biçimiyle Kürt toplumunu karşısına alması kendisi için çok hatalı bir şeydir. Dikkat edin CHP giderek Kürt toplumunu karşısına alan çizgiyi izliyor.

CHP ALEVİ TOPLUMU İÇİN NE YAPTI?

Kürt toplumu, Alevi toplumu. 

Evet, ona da geleceğim. Yer yer mesela istifalar oluyor. Aynı şekilde Alevi toplumu açısından da CHP aynı şeyi yaşıyor. CHP bu kadar Alevi kitlesine dayanmış olmasına rağmen, Alevi inancının özgürlüğü için ne gibi bir projeyi yaptı? Bayağı, kaba, ulusalcı, devletçi bakış açısını sürdürme dışında fazla bir şey yapmadı. Dolayısıyla bu kendileri için önemli. Şimdi detayına girmek istemiyorum, fakat Kürt-Türk halklarının barışını sağlayacak olan tek güç, en önemli güç Önder Apo gücüdür. Bu anlamda AKP hükümetinin süreci İmralı üzerinde Önderlik üzerinde götürme tutumu çok doğru, yerinde ve isabetli bir tutumdur. CHP bunu görmüyor. Önderliğin bu toplum üzerinde o kadar etkisi var. Sorunu çözecek bir irade söz konusu. Bunu dıştalayan bir hedef ve yaklaşımla yerini belirleyemez. Çünkü süreç ilerleyecek, ilerledikçe de kamuoyunun desteği artacak. Kimse taktik yapmıyor. Herkes aklını başına alsın; yeni Türkiye kurulacak, yeni Türkiye inşa edilecek. Bu Türkiye’de Kürtler dahil Aleviler dahil herkes özgür olacak. Özgürlük ve eşitlik tesis olacak. Bundan geri duran kaybedecek.

Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşürse yararlı olur diyenler var. Bu konuda sizin görüşünüz nedir?

Bizim siyasetimize göre CHP de dahil olmalı o da devletin en güçlü muhalif gücü. Biz de sorunu devletle çözmek istiyoruz. Bu anlamda CHP’nin dahil olması bizce doğru. Yapacakları görüşmeler olursa bizde katılmalarını istiyoruz.

Yarar görür müsünüz?

Yararı şudur; Kürt inkarı önemli bir konudur. Kürt inkarı nedir? Büyük bir yalandı. Kürtler bu topraklarda binlerce yıldır var. Kendine ait kültürü, kendine ait geçmişi ve tarihi vardır. Dili ve kültürü var. Fakat bunlar inkar edildi. Bu büyük bir talihsizlik ve yanlıştır. Sonra bu inkarı 90 yıl boyunca sürdürmek bir yalandır. Yalan İslamiyete göre, Alevi inancına göre en büyük günahtır. Fakat bugüne kadar bu yalanla devlet yürütüldü. Fakat bu çok şeye neden oldu, trajedilere yol açtı. Buna son vermek gerekiyor. Kürt inkarına son vermek önemli bir olaydır. Buna herkes dahil olmalı. Gerçeği gören ve toplumsal gerçeği doğru okuyan, dönemin ve sürecin ruhunu doğru okuyan herkes Kürt inkarına son verme sürecine dahil olmalı. Bu konu çok önemlidir. Bu konuda yaşanan süreç bana göre devindirici olacak ve her şeyi beraberinde değiştirecektir. Toplumu özgürleştirecektir. Özgürleşmiş bir toplumda herkes eşit ve özgür yaşama olanağına kavuşacaktır. Her inanç grubunun, her mezhebin ve her etnisitenin Türkiye demokratik ulusu kimliği altında özgürce yaşama ve bu anlamda demokratik modernitesini oluşturma sürecine dahil olma şansı ve imkanı yaratılmış olacaktır. Bu açıdan önemlidir.

DEMOKRATİK TÜRKİYE’NİN YOLU HERKESİN ÖZGÜR OLMASINDAN GEÇER

Demokratik Türkiye birliğine Kürtler özgür iradesiyle dahil olmadan demokratik Türkiye birliğini oluşması mümkün değildir. Demokratik Türkiye birliğinin yani mevcut Türkiye’nin demokratikleşmesi birliğini korumasının yolu Kürtlerin, Alevilerin ve diğer tüm ezilen etnisitelerin ve inançların özgür iradeleriyle dahil olmaları halinde mümkün olabilir. Bunun görülmesi gerekiyor. Bana göre Türkiye artık bunu görüyor. Türkiye’nin mevcut yönetimin bunu görmesi durumunda süreç bu temel de ilerleyecektir.

TEMEL HAKLAR PAZARLIK KONUSU YAPILAMAZ

CHP’den söz etmişken CHP’nin hükümete yönelik temel itirazlardan biri de şu; “PKK ile pazarlık yapıyorsunuz” ne dersiniz bu itiraza? 

Yüz yılık bir sorun tartışılmadan çözülemez; tartışma ve diyalogun olması gerektiği bilinen bir husus. Ama CHP’nin ifade ettiği gibi bir al ver meselesi yoktur. CHP’nin pazarlık iddiası doğru değil. Doğal ve temel haklar tartışma ve pazarlık konusu olamaz. Bu açıdan pazarlıktan ziyade ortaya konulmuş bir irade var. Her şeyden önce Önder Apo tam 20 yıldır Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözmek için çeşitli çabalarda bulunuyor. Bu süreç Turgut Özal’la başladı. Merhum Turgut Özal bu nedenden dolayı suikasta uğradı. Bundan ötürü de süreç kesildi. Daha sonra ki aşamalar da var. Önder Apo bir irade ortaya koymuştur. Karşı tarafta da bu sorunu çözeceğini söyleyen bir devlet ve hükümet var. Böylece karşılıklı iradelerin ortaya koyulması temelinde gelişen bir süreç söz konusudur. Bu sorunu demokratik yöntemlerle çözme eğiliminin gelişmesi temelinde bu süreç gelişmektedir. Yoksa öyle belirtildiği gibi pazarlık temelinde şu ya da bu yapılıyor değil. Bir iradeleşme durumu söz konusu. Artık gelinen noktada bu sorunun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi tutumu taraflarca geliştiğinden dolayı bu süreç bu düzeyde gelişmektedir ve Türkiye’de gerçekten barıştan yana olan herkesin de sevinmesi gereken bir durumdur. Savaştan yana olan, kan üzerinden siyaset yapmayı kendine tarz edinmiş kişilere bir şey diyemeyiz. Ama gerçekten bu ülkede barışın, demokrasinin, demokratik birliğin ve özgür birliğin gelişmesini isteyen herkesin bu sürece dahil olması gereken bir süreç olduğunu düşünüyorum. Yani bu konu öyle değişik yaklaşımlarla tutumlarla değil anlayışın oluşturulması ve zihinsel yaklaşımın doğru geliştirilmesi, gerçeğin inkarı değil gerçeğin kabulü temelinde gelişebilecek bir süreçtir. Bu sürecin esasında da bu vardır.

İNKARI DEĞİL TOPLUMSAL GERÇEĞİ KABUL EDEN ANAYASA OLMALIDIR

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın önemle altını çizdiği bir nokta var anayasal düzenleme ve demokratikleşme. Anayasa meselesine ne diyorsunuz?

Anayasada ne gibi değişiklilerin yapılması konusunda biz daha önceden yapmış olduğumuz açıklamalarımızla ifade etmişiz. Bize göre Türkiye’yi demokratikleştirecek, Kürt halkının inkarına son verecek, yine Kürtlerin varlığını özgürce yaşamasını kabul edecek, diğer mezheplerin, inanç gruplarının eşitliğini ve özgürlüğünü sağlayacak sivil ve demokratik bir anayasa olmalı. Biz özet olarak böyle ifade ediyoruz. İnkarın değil, toplumsal gerçeğin kabul edildiği, çoğulcu bir anlayışın esas alındığı bir anayasa. Tekçi, toplumsal mühendislik bakış açısıyla toplumu tek bir açıyla ele alan bir anayasa olmaz. Toplumsal gerçeği olduğu gibi resmeden demokratik bir anayasa öneriyoruz. Demokratik ulus bakış açısını esas alan tüm kesimleri kucaklayan bir anayasa çerçevesine Türkiye’nin ihtiyacı vardır. Bunu hemen hemen herkes söylüyor.

MECLİS UZUN TATİL EDİLMEMELİDİR

Süreç ve Anayasanın gündem de olduğu bir dönemde Parlamento Temmuz’da tatile giriyor olmasına ne diyorsunuz? Cemil Çiçek sanki uzun tatilden yana değil. 

Bu aşamada Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorunun gündemde olduğu ve çözüm sürecinin tartışmada olduğu ve yine birbiriyle çakışan iki husus ki bu durumla birlikte anayasanın da gündemde olduğu bu dönemde bizce de meclisin fazlaca uzun bir tatil yapmaması gerekir. Eğer Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in de böyle bir eğilimi varsa doğrudur. Türkiye’nin gündemde olan çok önemli sorunları var. Bu sorunların bu dönemde çözülmesi gerekiyor. En önemli sorun ise anayasanın yapılması. Yine bu yeni anayasada Kürt sorunun çözümünü kapsayan bir çerçevede ele alınması konusu çok önemli.

İKİNCİ AŞAMA İÇİNDE ÖNEMLİDİR

Bu sürecin ikinci aşaması içinde parlamentonun açık kalması önemli değil mi?

Evet. Zaten ikinci aşama budur. Birinci aşama bitiyor. Başladı ve hızla bitecektir. Böylece ikinci aşama gündeme giriyor. Bu ikinci aşamada da daha çok anayasal düzeyde bir takım reformların yapılması çözüm sürecinde geliştirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda da normal bir şeydir. Bu sürecin duraksamaması ve sistematik bir şekilde ilerlemesi için meclisin daha fazla devrede olması gereklidir ve bu normal bir şeydir.

TOPLUMUN HER KESİMİNİ SÜRECE DESTEK OLMAYA ÇAĞIRIYORUM

Çözüm için en geniş toplumsal mutabakat mutlaka sağlanmalıdır diyenler var. 

Biz geri çekilme süreciyle aslında halkların dostluğu, toplumların özgürlüğü, eşit birliğinin gelmesini arzu ediyoruz. Yani gerillanın geri çekilmesi özünde dostluğun gelişmesi, barış sürecinin gelişmesi ve çözüm sürecinin pekişmesini sağlamak içindir. Bu anlamda gerillanın bu yürüyüşü bir çözüm yürüyüşüdür. İnkarın kaldırılması yürüyüşüdür. Gerilla çekiliyor ama inkarın da çekilmesi gerekiyor. İnkar sürecinin de artık sona ermesi gerekmektedir. İşte bunun için başta tüm Kürdistan halkının, yine Türkiye’nin demokratikleştirilmesinden, özgür ve eşit olmasından yana olan tüm kesimlerin bu sürece dahil olması çok önemlidir. Bu anlamda biz dört konferansı önerdik. Özellikle de Türkiye’deki sol, demokratik bütün samimi çevrelerin gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesinden ve barışından yana olan bütün kesimlerin, ezilenlerin, kadınların, Alevilerin, bütün inanç gruplarının ve emekçi grupların bu sürece ağırlıklarını koyması gerekmektedir. Biz bu süreci sadece devletten ve hükümetten beklersek yanlış olur. Özellikle toplum gücünü ortaya koymalı. Toplum barış istiyorsa, ki istiyor; demokratik özgür bir toplum istiyorsa, ki onu da istiyor; o zaman anayasanın yapım sürecinde olduğu, Kürt sorununun da çözüm sürecinin başladığı bu süreçte toplumsal irade, demokratik toplum iradesi kendini ortaya koymalı ve bizim geliştirdiğimiz Önder Apo’nun büyük bir sorumlulukla geliştirdiği bu süreçte Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesine ve çözüme ulaştırılması için herkesin üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekmektedir. Gerillanın çekilmeye başladığı bu günlerde bütün Türkiye’deki demokrasi güçlerini, barış ve demokrasiden yana olan tüm kesimleri sorunun çözümü ve ikinci aşamanın başarılı bir biçimde gündemleşip gelişmesi için mücadele etmeye ve sorumluluklarına sahip çıkmaya çağırıyoruz.

ANF