1 Kasım 2011 Salı

Dünyaca Ünlü İsimler KCK Tutuklamalarını Protesto Ediyor

İstanbul - Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayıncı-yazar Ragıp Zarakolu'nun da aralarında bulunduğu 44 kişinin KCK operasyonu kapsamında gözaltına alınıp tutuklanması sonrası başlatılan imza kampanyasına dünyaca ünlü isimler imza attı.

Türkiye'deki Keyfi Gözaltıları Durdurun! (Stop Arbitrary Detentions in Turkey!) başlıklı uluslararası imza kampanyasında imza sayısı saat 18.00 itibariyle 4500'i geçti.

Kampanya KCK operasyonları adı altında, 2009'dan bu yana 7748 kişinin gözaltına alınmasını ve 3895 kişininse "gelecekte dava tarihleri belirlenmeksizin" gözaltında tutulmasını protesto edilmesi için ipetitions.com adlı internet sitesi üzerinde 31 Ekim günü düzenlendi.

Dilekçede akademisyen Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu'nun da son olarak gerçekleştirilen "KCK operasyonları" kapsamında gözaltına alındığına değiniliyor. Ayrıca çevirmen araştırmacı Ayşe Berktay'ın da ekim ayındaki operasyonlardan sonra tutuklandığına değinilmiş. Bu kişilerin, "operasyonlar vasıtasıyla sesleri kısılan binlerce kişiden" yalnızca üçü olduğunun da altı çiziliyor.

Metni imzalayanlar arasında dünyaca tanınmış akademisyenler ve aydınlar da bulunuyor. Bu isimlerden bazıları şöyle: Princenton Üniversitesi'nden uluslararası hukuk ve insan hakları profesörü Richard Falk, Columbia Ünivesitesi'nden antropolog Prof. Lila Abu-Lughod, Kanada Carleton Üniversitesi'nden Dr. Amy Bartholome, Amerikalı filozof Judith Butler, Türkiye doğumlu İngiliz yazar Musa Moris Farhi, Columbia Üniversitesi'nden Prof. Hamid Dabashi, Amerikalı gazeteci-yazar Prof. Maureen Freely, Kyoto Ritsumeikan Üniversitesi'nden Prof. Akira Maeda, Alman tarihçi Christoph K. Neumann, Hintli yazar Arundhati Roy.

Ayrıntılı bilgi için

http://www.tlaxcala-int.org/article.asp?reference=6115

Fethullah Gülen'e Reddiye

Bizi yaratan Yüce Rabbimin Adıyla

Kürdün katline fetva veren Fethullah Gülen'i cevaplamak insani bir görev, Rabbimin emridir.

Bir insanın ne olduğunu, ne yapmak istediğini anlamak için onun hangi mertebelerden geçerek bugüne geldiğini bilmekten geçiyor.

Fethullah Gülen çocukluğundan eğitim sürecini tamamladığı sürece kadar devletin imkanlarıyla yetişip büyümüş ve hayata atılmıştır. Kemalist sistemin has fideliğinde yeştişmiştir. Aslında buna yetişme değil, "yetiştirme" demek gerekiyor. Nasıl yetiştirildiğini Türk İslam sentezi çerçevesinde yürüttüğü faaliyetlerden de anlamak mümkün. Bu faaliyetlerinin özü, dine yakınlık duyan kesimleri Türkçülük ideolojisi etrafında devlete ruhsal bağlarla zincirlemektir.

Fethullah Gülen'in Kürdistan'da yürüttüğü bu çalışma deşifre olmuştur. Bu deşifrenin verdiği korku ve hınçla Kürtlere pervasızca saldırmaktadır. Görülen o ki Çukurca eylemi askerden daha çok onu korkutmuştur. Bunun için hükümeti yetersiz kalmakla eleştiriyor. İnternet sayfalarına düşen video konuşmalarında Kürtlerin katli için fetvalar veriyor, "neden katliam yapmıyorsunuz?" diye devleti eleştiriyor.

"Ayıptır. 30 senedir dağdaki bir avuç şakinin hakkından gelmiyorusunuz. Böyle bir dönemde, senelerin ihmalinden dolayı bir kısım müesseleri tenkit manasına gelecek sözler sarfetmek ve onları suçlamak doğru değil. Ne varki bu mübarek vatanın parçalanması karşısında Gandhi'nin Hindistan hakkındaki sözlerini hatırlıyorum. Gözlerim doluyor. Hindistan'ın bölündüğü, Pakistan'ın ayrıldığı günlerde Gandhi, Muhammed Aliye "Beni testere ile ortadan biç ikiye böl. Fakat Hindistan'ı bölme!" İşte o ölçüde ızdırap olmayınca gerekli stratejiler üretilemez. O gailenin hakkında gelinemez"

Fethullah Gülen bu sözleriyle devlete ve cemaatine "Kürtlerin hakkında gelin!" talimatını veriyor. Ancak unuttuğu çok önemli bir husus var. Gandhi'nin ülkesinde 80 kadar dil ve bir o kadar da din resmidir. Gandhi zulme ve sömürüye başkaldıran üstün ahlakın temsilcisidir. Oysa ki onun devleti dinlere ve dillere yasak koyan, zulmeden bir devlettir. Kendisi de bu zalim devletin ahlaksız elidir.

İnsan kendisini bir başkasıyla mukayese ederken savunduğu değerlere, uğruna mücadele ettiği hak, hukuk adalet ve nısfet ilkelerine bakar. Geçmişte Kürtlere zulüm yapan bu devlet bu ordu değil miydi? Fethullah Gülen darbe yapan, insanlara dışkı yediren devletin bu zulmüne ne zaman karşı çıktı? İki çift söz söyledi? 12 Eylül cuntası için "Allah bu orduya zaval vermesin" diyen o değil miydi? İki gün önce yaptığı konuşmada bile "bu ordu Kürtlerin kökünü neden kazımadı" diye eleştiriyor. Ordunun ve devletin neden Kürtlere zulüm yaptığını sorgulamıyor, neden az zulüm yaptığını sorguluyor! Ayıptır, yazıktır. Allah ve Resulüne karşı insanda biraz haya ve iffet olur.

Haydi düşman olduğun Kürtleri bir yana bırakalım. Camileri ahıra çeviren, ezanı, namazı yasaklayan, kadınların başındaki örtüyü, erkelerin şalvarını yırtan bu ordu değil miydi? Müslümanlara bu kadar zulmü kim yaptı? Neden bunu sorgulamıyorsun da "Allah zeval vermesin" diyorsun. Zalimler için ıstarap çektiğini söylüyorsun. Müritlerini ve devleti Kürtlerin üzerine sürüyorsun.

Fethullah Gülen Hoca! Burada din iman ahlak yok, büyük bir sahtekarlık ve ahlaksızlık vardır.

"Müminler bir bedenin azaları gibidir. Vucutta bir aza hasta ise bütün beden acı çeker" diyor Allah'ın Resulü. 40 bin Kürt katledilip, köyleri şehirleri yıkılıp yakılırken ne kadar acı çektin? İşkencehanelerde parça parça edilen Müslüman kardeşlerin için ne kadar ızdırap duydun? Izdırap çekmediğini biliyoruz. Asıl sen ne kadar sevindiğini söyle! Demek ki İslam dininin değil, devletin bir parçasısın. Acıların da ondandır.

Sen Kürtleri Türkleştirme gayreti içindesin. İslam Peygamberi ise "Her kim ki soyunu bırakıp kendisini başkasına nispet ederse bu küfürdür. Her kimki soyundan, babasından başkasını kendini nispet ederse Allah'ın azabına uğrar" diyor. (Tecridussarih no: 1420). Senin yaptıklarınla İslam Peygamberinin söyledikleri biribirine taban tabana zıt. Şimdi senin yaptığın küfür mü, İslam'a hizmet mi?

Esas Bin Kays anlatıyor: "Kindilerle birlikte Hz Peygambere gittik. Onlar bana fazla ilgi gösterdiler. Ben bu arada sen de bizden degilmisin diye bir soru sordum? O bana, ben Kinane Oğullarındanım. Annenizi iffetsizlikle itham etmeyin, babanızı inkar etmeyin dedi. Ravi Es As da sözlerini söyle sürdürüyor "Hz Muhammed'in bu açıklaması üzerine artık kim soyunu inkar ettiyse ben onu dayakla cezalandırdım" diyor. (K.s İbrahim Canan tercümesi 17/325 hadis no 6806) Bu hadis ve İslam uygulamasının anlamı şu: Irkını inkar eden sopa yiyer. Sen Kürtlerin ırkını inkar etmesini istiyorsun. Bunun için bütün yaşamını Kürt çocuklarının dimağını değiştirmeye/Tükleştirmeye adadın. Yani İslam hukukuna göre dayak hak ediyorsun, hoca efendi.

Kürtler de Allah'ın kulu. Türklerin devlet kurma hakları var da Kürtlerin kendi devletlerini kurma hakkı neden olmasın? Kürtlerin devlet kurmaları İslam'a aykırı mı? "Andolsun biz Peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde Kitabı ve Mizani indirdik“. (Hadid ayet 25)
"Zulm edenlere meyl etmeyin; sonra size ateş dokunur." (Hud ayet 113 ) Kur´an da 360'tan fazla zulümle ilgili ayet mevcüttur . Yine Kur´anda zalimler lanetlenmistir. Kürtler binlerce yıldır bu topraklarda yaşıyor. Türkler ise toprakları zorla ve zulümle işgal etmişlerdir. "Zulme karşı susan dilsiz şeytandır" (Hadis). Zulme karşı bu suskunluğunun anlamı nedir Hoca Efendi?

Kürtlere reva gördüğün bu zulüm neden? Türklerin yurdunu mu işgal etmişler. Dillerini mi yasaklamışlar? Asimile mi ettiler. Köylerini, şehirlerini, coğrafyasını mı yaktılar? Yüzbinlercesini işkencelerden mi geçirdiler? Onbilercesini katledip zindana mı attılar? Kürtlere karşı duyduğun bu öfkenin kaynağı nedir, hoca efendi nedir? Kitleleri galeyena getirip Kürtlere saldırtıyorsun?

"Zalimler icin yasasin cehennem. (Bediuzzaman Said-i Nursi)

"Hiç biriniz, kendisi için istediğini mümin kardeşi için istemedikçe iman etmiş sayılmaz" (Hadisi Şerif) Arapların 22, Türklerin 6, Farsların da iki devleti var. 40 milyon Kürdün neden bir devleti olmasın? Devlet bir yana bırakalım. Katliamları reva görüyorsunuz. Bu hadis ve ayetler karşısında Allah ve Resulüne iman ettiğinden şüphe etmek gerekmiyor mu Hoca Efendi? Sen de imanından şüphe etmiyor musun? Açık söyleyelim. İslam'ı öğretmiyor, tahrif ediyorsun.

Hz.Peygamber (s.a.v) gençliğinde Mekke'de zulme karşı kurulmuş "Hilful Fuduldur" isimli organizasyonda görev almıştı. Bu organizasyon zulme uğrayanların hakkını arıyordu. İslam dini geldikten sonra ona sormuşlar. "Şimdi böyle bir organizasyon olsa içinde yer alır mısın?" "Seve, seve" diye buyurmuştur. Eğer Allah ve Resulüne inanıyorsan, tevbe edip derhal ama derhal safını değiştirmen gerekiyor. Yoksa "Zalimler için yaşasın cehennem!"

Korkuların Allahın gazabı değil, Kürtlerin hak talebidir. Ki bunun için " Bu iş böyle giderse, BM'nin hakemliğine kadar gidilir" diyorsun. Demek ki Kürtlere yapılanların zulüm ve adaletsizliik olduğunu çok iyi biliyorsun. Merak etme ve kuşkun olmasın bu iş oraya kadar gider!

"Onların üstlerini altlarına getir. Birliklerini boz. Evlerine ateş sal. Köklerini kurut" diyorsun. İmanın yok, yada çok zayıf onun için korkuyorsun.

Rabbim, Rahman ve Rahimdir. Zalimlere karşı da Kahhar ve Cebbar'dır. Ayetlerini tahrif edenlere işte böyle korkular salar. Azap çektirir. Rezil u rusvay eder. Hak gününde de cehenneme gönderir.

Allah'ın selamı bütün Müslümanların ve mazlumların üstüne olsun.

H.Ahmet Turhallı

Paris’te Kürt Gençleri İle Türk Irkçı-Faşistleri Arasındaki Çatışmaya Ait Görüntüler!

PARIS-  Fransa’nın başkenti Paris’te Türk Irkçı-Faşistleri ile Kürt gençleri arasında çatışma çıktı.

Asker ölümlerini bahane ederek başkent Paris’in Bastil bölgesinde yürüyüş düzenlemek isteyen Türk Irkçısı-Faşist gruba izin vermeyeceklerini bildiren Kürt gençleri, burada toplanan faşist grupla çatıştı.

Faşistler bölgeden ayrılırken, bu kez olaylara müdahalede bulunan polis ile Kürt gençleri arasında çatışma çıktı.

Malatya'daki Gerilla Cenazelerinin Hali ve AKP'nin Suç Dosyası - (VİDEO-Haber)




Kürt sorununda uyguladığı inkar ve imha politikaları kirli savaşın en kanlı adresi haline dönüşen AKP Hükümeti, şehirler de siyasal soykırım operasyonları düzenlerken, dağlarda ise askeri başarısızlığa uğradığı HPG güçlerine karşı ise en kaba tabiri ile Cenevre Savaş Sözleşmesi gibi uluslar arası sözleşmeleri ayaklar altına alarak napalm ve kimyasal gazlar kullanarak savaş suçlarına yenilerini ekliyor. İnsanlık tarihinde Adolf Hitler ve Saddam Hüseyin gibi diktatör ve faşist rejimler ile anılan ve bir utancın adı olan kimyasal silahlar 30 yıldır PKK’ye bağlı gerilla güçlerine karşı zaman zaman kullanılsa da AKP Hükümeti döneminde bu doruğa ulaştı. Son olarak Hakkari’nin Çukurca İlçesi’nde 34 gerillanın napalm ve kimyasal gazlarla katledilmeleri ve yanmış ve kömürleşmiş bedenler ile tanınmayacak halde olan gerilla bedenleri bir kez daha gözleri Türk devletinin işlediği savaş suçlarına çevirdi. İnsanlığı utandıran bu kareler AKP Hükümeti ve Türk devletinin Kürt halkına karşı ne kadar korkunç bir savaş yürüttüğünün de kanıtı durumunda.


‘KİMYASAL NECDET..’


Keza AKP Hükümeti son olarak ta geçtiğimiz Ağustos ayında gerilla güçlerine karşı kimyasal silah kullandığı elde edilen görüntülerle ortaya çıkan ve bir çok savaş suçu ile kirli bir künyesi olan Orgeneral Necdet Özel’i Genelkurmay Başkanlığı’na getirdi. AKP’nin Genelkurmay Başkanlığı’na getirdiği Özel’in komutasında 11 Mayıs 1999 günü Şırnak’ın Silopi İlçesi’ne bağlı Ballıkaya (Bilika) Köyü yakınlarında ARGK gerillalarına karşı kimyasal silah kullandığı  ve 20 gerillanın bu şekilde katledildiği kamera görüntüleri ile belgelenmişti.


‘NE HİTLER’İ NE SADDAM’I ARATTILAR‘


Türk devleti ve AKP Hükümeti’nin Çele’de 34 gerillayı kimyasal ve napalm bombaları ile katlederek insanlık tarihinde bir utanç olarak yer alacak olan savaş suçu ilk değil. Yaşamını yitiren gerillaların cansız bedenlerine işkence uygulayan ve tanınmayacak hale getiren Türk devletinin savaş suçu olan kimyasal silah kullanması konusundaki sicili ne Hitler’i ne de Saddam’ı aratıyor. İnsan hakları kuruluşlarının verilerine göre bugüne kadar 1994 yılından 2011 yılına kadar yapılan operasyonların 39′unda kimyasal silah kullanıldı. Rapora göre, “Doğa ve araziye yönelik kimyasal kullanım iddiası: 5 Biyolojik silah kullanımı iddiası: 2
Kimyasal silah kullanımı sonucu yaşamını yitiren gerilla sayısı: 437 ve Kimyasal silah kullanımı sonucu telef olan hayvan sayısı ise 134″


Türk devletinin 90’lı yıllarda ve AKP Hükümeti döneminde kimyasal gazlar ile işlediği insanlık suçlarından bir kısmı ise şöyle;


*Malatya’dan PKK’ye katılmak üzere yola çıkan ancak henüz katılım sağlayamadan Adıyaman’ın Bezar Dağı’nda 17 Mayıs 1994 tarihinde düzenlenen bir operasyonda toplu halde 22 dershane öğrencisi ve onları almaya gelen 6 PKK gerillası kimyasal silahlarla katledildi. Dönemin görgü tanıkları yıllar sonra Kürt basınına konuşurken, yaşamını yitiren gençlerin vücudundaki yanıkları ve dağa yayılan ağır kimyasal kokusunu hala dün gibi hatırladıklarını anlattılar. Bezar’da zulüm bununla da bitmedi ve bölgede o günleri yaşayan herkesin şahitliğinde cenazeler at ve katırlara bağlanarak karayoluna kadar yerde sürüklendi. Buradan kamyon kasasına doldurulan 22′si sivil 28 gencin cenazeleri Adıyaman’a getirilerek karakol bahçesinde uzun süre bekletildi.


*Van’ın Gürpınar İlçesi’ne bağlı Yalınca (Dim) Köyü’nde 1994 yılında biri kadın 42 gerilla kimyasal silahlar katledildi. Görgü tanıkları çatışmada gerilla karşısında hiçbir sonuç alamayan Türk ordusunun kimyasal silah kullandıklarını ve bedenleri kömüre dönen gerillaların iki gün operasyon alanında bırakıldığını ve daha sonra katır ve at ile iplere bağlanarak Tüzek Köyü’ne yakın bir bölgede toplu olarak gömüldüklerini ifade etti. Kimyasal silahlarla katledilen gerillalara ait toplu mezar 2009 yılında ortaya çıkarıldı.


*Türk ordusu 1995 yılında Siirt’in Şirvan İlçesi ile Bitlis arasında kalan Geliyê Şêx Cuma alanında gerçekleştirdiği kapsamlı operasyonda kimyasal silah kullanarak, 80 gerillayı katletti ve ardından toplu olarak bir çukura gömdü. Gerillaya karşı yapılan operasyona tanıklık eden bir kişi, 17 Haziran 2011 yılında Fırat Haber Ajansı’na konuşarak, “Gerilla birliği kadın ve erkeklerden oluşmaktaydı. Operasyonun son zamanlarıydı, askerler verdikleri kayıplardan dolayı çılgına dönmüşlerdi. Bu dönemde artık son çare olarak, kimyasal silaha başvurdular. Bu uygulama sonucunda, 80 gerilla yaşamını yitirmişti” dedi. 


*Mardin’in Midyat İlçesi Bagok Dağı bölgesi Üçköy (Sêderî) Köyü kırsal alanında 1996 yılında çıkan çatışmada bir kez daha kimyasal silah kullanıldı. Kimyasal silah kullanımı sonucu yaşamını yitiren 9 gerilla Üçköy’ün eski köy yolunda kepçeyle açılan bir çukura gömüldü. Cenazeleri gören bir köyle ise gerillalarda hiçbir kurşun izi yada kan izi olmadığını belirtti.


*Dersim’in Çemişgezek İlçesi’nde 11 Nisan 1997 tarihinde çıkan bir çatışmada yaşamını yitiren 21 PKK gerillasının kimyasal silahla katledildikten sonra toplu olarak defnedildi. Kod isimleri ve doğum yerleri Malatya Özel Yetkili Başsavcılığı’nda bulunmasına rağmen 14 yıldır cenazeler ailelerine verilmiyor. Cenazelerin verilmemesi ise kimyasal silah kullanımı iddialarını güçlendiriyor.


*Batman’ın Sason İlçesi’ne bağlı Tanzê (Heybeli) Köyü Newala Çargê Mezrası’na 1999 yılı Şubt ayında operasyon düzenleyen askerlerin 15’i PKK gerillası ikisi sivil olmak üzere 17 kişiyi kimyasal gaz kullanarak öldürdüğü ileri sürüldü. Bölgeye giden asker ve korucular, cesetleri bir alanda toplayarak topluca yaktıktan sonra üzerlerine toprak örterek gömdü.


* Şırnak’ın Silopi İlçesi’ne bağlı Ballıkaya (Bilika) Köyü yakınlarında 11 Mayıs 1999 tarihinde gerçekleştirilen operasyonda yaşamını yitiren 20 PKK gerillası kimyasal silahlarla katledildi. Ancak operasyon bölgesindeki kimyasal gaz tüpleri gerillalar tarafından alınarak incelenmesi üzerine Almanya’ya gönderildi. Yapılan analizler kimyasal gazlı bombaların kullanıldığını bilimsel raporlarla ispatlandı. Ancak bu olayın en çarpıcı yanı ise kamera görüntüleri ile de ispatlanan bu savaş suçunu bizzat bugün Genelkurmay Başkanı olan Necdet Özel’in komutasında gerçekleştirilmesiydi.


*Bitlis’in Tatvan İlçesi Kokarsu (Arpêt) Köyü Geliyê Karoka mezrası kırsalında 7 Ekim 1999 tarihinde gerillalar ile askerler arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Türk ordusu gerilla güçleri karşısında başarısız olunca kimyasal gaz kullandı. Kimyasal gaz kullanımı sonucu 34 gerilla yaşamını yitirirken, Türk devleti bir kez daha kirli savaş suçunu ört pas etmek için gerillaları ailelerine vermeyerek toplu olarak bir çukura gömdü.


*Bingöl’ün Yedisu İlçesi Elmacık Köyü Gelincik Mezrası’nda 12-23 Mayıs 2001 tarihleri arasında gerçekleştirilen askeri operasyonda 20 gerilla kimyasal silahlar ve yargısız bir şekilde infaz edildi. İHD tarafından yapılan incelemeler de bu bilgiyi doğrularken, olayın araştırılması için yapılan suç duyurusu ise yanıtsız kaldı.


AKP KİRLİ SAVAŞI DEVRALDI….


*AKP Hükümeti dönemin de bu insanlık suçu adeta tavan yaptı. Batman’ın Beşiri ilçesi kırsalında 2003 yılının Ağustos ayında düzenlenen askeri operasyon sonucu çıkan çatışmada yaşamını yitiren 7 HPG’linin cenazesinde derin yanıklar tespit edildi.. Yaşamını yitirenlerin cesetlerinde derin yanıkların yanı sıra kimyasal madde sonucu oluşan deri yanması ve dökülmesi yaşandığı gözlendi. Görgü tanıkları kimyasal silah kullanıldığı yönünde beyanlarda bulundu ancak Türk yargısı da adeta bu yaşananlara çanak tutar gibi hiçbir soruşturma açmadı.


*Yine 6 Mayıs 2004 tarihinde Siirt ili Eruh İlçesi Gedikaşar (Ersi) ile Kuşdalı (Şavuran) köyleri arasındaki Çaçi Dağı kırsalında 6 gerilla kimyasal silahlar ile katledildi. Daha sonra bedenlerine işkence edildikten sonra kimsesizler mezarlığına gömüldü. Gerillaların ailelerinin girişimlerine rağmen cenazeler verilmezken İHD Bölge Temsilciliği yaptığı incelemeler sonucunda kimyasal silah kullanıldığına ilişkin ciddi emarelerin olduğunu açıkladı.

*Kimyasal silahlardan dolayı kimi zaman hayvanlar da telef oldu. Hakkari’nin Berçelan Yaylası’nda 22 Eylül 2004 tarihinde operasyona çıkan Hakkari Dağ Komando Tugayı’na bağlı askerlerin operasyon sırasında ormanlık alana kimyasal gazlar attı. Kimyasal gaz nedeniyle bölgede otlayan çok sayıda hayvan telef oldu. Ayrıca askeri birlikler bölgeye yakın köyleri ve Koçerleri yayladan uzaklaştırarak, yaylaya giriş çıkışları yasakladı.


*Türk ordusu bu kez Cudi Dağı’nda 31 Mart-7 Nisan 2005 tarihleri arasında gerçekleştirdiği operasyonda  kimyasal silah kullanması sonucu 5 gerilla yaşamını yitirdi. Kimyasal ile katledilen gerillaların cenazeleri operasyon bölgesinde bırakılarak ailelerine verilmedi.


*Hakkari-Şırnak-Van üçgeninde yer alan Berwarsevdin bölgesi Çiya Reşkê alanında 14 Temmuz 2005 tarihinde askerler ile HPG arasında çıkan çatışmada Hacer Benek, Vahit Bilir, Mehmet Emin Sincar, Rıfat Baysal ve Hasan Esmer isimli gerillalar kimyasal silahlar ile katledildi. Türk devleti bir kez daha savaş suçunu gizlemek amacıyla cenazeleri operasyon bölgesinde bırakarak ailelerine teslim etmedi. Bununla da yetinmeyen Türk ordusu cenazelerin aileleri tarafından alınmak istenmesi üzerine operasyon alanını sivillere yasakladı.


*Türk ordusu kimyasal silahlarla savaş suçu işlemeyi sürdürdü. 23 Şubat 2006’da Mardin’in Dargeçit İlçesi’ne bağlı Bakwan ile Guriza köyleri arasında yürütülen operasyonda kimyasal gaz kullanarak, 7 gerillayı katletti. Gerillalardan Ergin Ekinci’nin ağabeyi Ömer Ekinci, kardeşinin vücudunun tamamen sararmış halde olduğunu söyledi.



*Yine Kürtlerde infiale yol açan 24 Mart 2006 yılında Muş’un Şenyayla kırsalında kimyasal gazlar kullanılması 14 HPG’li yaşamını yitirdi. Gerillaların 6’sında da ne kan izi ne de kurşun izi bulundu. Gerilla aileleri çocuklarının üzerinde tek bir kurşun izi bulunmazken, bedenlerinin sararıp kararmış olması karşısında ise dehşete düştüler. Otopsi rapoları ise gerilla ailelerinin tüm ısrarlarına rağmen kendilerine verilmedi.



TANIK KORUCU KONUŞTU;



*Şırnak’ın Cudi Dağı’nda Nisan 2006’da düzenlenen operasyonda HPG üyesi Yıldız Demirdağ (Nursel Şimşir), Hatice Erbağ (Cihan Zilan) ve Cihan Ülüş’ün (Yılmaz Xorto) adlı 3 gerilla kimyasal silahlar ile katledildi. Türk devleti cenazeleri ailelerine verilmezken, olaya tanıklık eden bir korucu, gerillalara kimyasal bombalar atıldığını ve olay yerine ise ancak iki gün sonra özel giysiler giyen komandoların giderek cenazeleri getirdiğini anlattı. Kürt basınına konuşan korucu, kimyasal silahla katledilen gerillaların vücutlarının şişmiş ve kırmızı benler oluştuğunu anlattı.



*2006 da kimyasal silah kullanımının ardı arkası kesilmedi. Şırnak’ın Besta bölgesinde 12 Nisan 2006’da düzenlediği askeri operasyonda bir kez daha kimyasal silah kullanılarak 8 HPG’li katledildi. Türk devleti gerilla cenazelerini ailelerine teslim etmeyerek kimsesizler mezarlığına defnederek cenazelere uyguladığı vahşeti gizlemeye çalıştı.



* Dersim-Erzincan-Bingöl üçgeninde bulunan Lameç Vadisi’nde 31 Ağustos 2006 tarihinde HPG’li Cengiz Ersöz kimyasal silah kullanılarak katledildi.  Ersöz’ün vücudunda tek bir mermi izi bulunmazken, vücudunun yanmış ve dökülmüş olduğu görüldü. Ailesine ise otopsi raporu verilmedi.



*Van’ın Erciş İlçesi Karadoğan Köyü kırsalında 15 Eylül 2006 tarihinde meydana gelen çatışmada yaşamını yitiren ve Erciş Devlet Hastanesi’ne götürülen 6 gerillanın vücutlarında belirgin yanıklar olduğu görüldü. Yanıkların çatışmada kimyasal silah kullanmaktan kaynaklanmış olabileceği şüpheleri uyandırdı.



*Türk ordusu Kasım 2006’da Dersim ile Bingöl arasındaki düzenlediği operasyonda  kimyasal silah kullanması sonucu İzettin Karakaya adlı gerilla yaşamını yitirdi. Karakaya’nın vücudunda derin yanıklar oluştuğu görüldü.



*Dersim’in Ovacık İlçesi kırsalında 1 Ağustos 2007 tarihinde 6 HPG’li Türk ordusunun bir kez daha kimyasal silah kullanması sonucu yaşamını yitirdi. Kimyasal silahtan dolayı tamamen yanan gerilla bedenleri parçalanmış bir şekilde ailelerine teslim edildi.



*Türk ordusunun kimyasal silah kullandığına dair önemli bir kanıt sunan bir olay da Şırnak’ta yaşandı. Şırnak’ın Uludere İlçesi’ne bağlı Uzungeçit Beldesi kırsalında 23 Ağustos 2007 tarihinden çıkan çatışmada 11 HPG’li yaşamını yitirdi. Yaşamını yitiren HPG’lilerin cesetlerinde derin yanıklar olduğu görüldü.  Gerillaların katledildiği bölgede daha sonra otlayan hayvanların ölümüyle kimyasalın kullanıldığı kesinleşmiş oldu. Keza operasyon alanında çatışmadan 5 gün sonra otlanan 2 at, 4 katır, 1 eşek 19 inek, ve 24 koyunun yedikleri ottan zehirlenerek telef oldu.



*Siirt merkeze bağlı Kelekçi Köyü kırsalında 12 Eylül 2007 tarihinde çıkan çatışmada yaşamını yitiren 4 HPG’li kimyasal silahlar ile katledildi. Cenazeler yanıklardan ötürü tanınamaz halde olduğu için 2 gerillanın teşhis işlemi yapılamadı.



*Hakkari’nin Yüksekova İlçesi Geliyê Dostki alanında 1 Ağustos 2008 tarihinde çıkan çatışmada 2 HPG’li kimyasal silah kullanılması sonucu yaşamını yitirdi. Aileler çocukların kömür gibi yanmış bedenleri karşısında dehşete düşerken, bunun bir vahşet olduğunu dile getirdiler.



*Bitlis’in Mutki İlçesi kırsalında 26 Ağustos 2008 tarihinde Türk ordusu çatışmaya girdiği HPG’ye karşı bir kez daha kimyasal silah kullanması sonucu 9 gerilla yaşamını yitirdi. Yaşamını yitiren gerillalardan Sadrettin Varol’un babası Seyfettin Varol, çocuklarının kimyasal silahlarla öldürüldüğünü söyleyerek, “Malatya Devlet Hastanesi yakınında bir depoda tutulan oğlum ve diğer arkadaşların vücutlarını gördüğümde başta yaktıklarını sandım, ancak yakından bakıldığında kimyasal silahlarla öldürüldüğünü fark edebiliyorsun” dedi. 


NAPALM KULLANDILAR 


Türk ordusu kimyasal gazlar ile birlikte napalm ve misket bombalar da kullandı. Özellikle Güney Kürdistan’a yönelik operasyonlar da yasaklanan ve kullanımı insanlık suçu olarak görülen bu bombaları Türk devleti kullanmaktan geri durmadı. 


*Türk savaş uçaklaın 20 Ocak 2009 tarihinde Kandil Dağı’nın doğusunda yer alan Süleymaniye’nin Sengaser kasabasına bağlı sivil yerleşim alanlarına yönelik düzenlediği hava saldırısından sonra yöre halkında önce çocuklarda sonra büyüklerde mide bulantısı, kusma, öksürük, ishal, kızarıklık ve göz ağrısı gibi çeşitli hastalık vakalarının görülmeye başlandı. Yapılan araştırmada bunun atılan kimyasal gazdan kaynaklandığı belirlendi. Ancak bu dönemde aynı bölgeye napalm bombaları da atılmaya başlandı.


* Siirt’in Eruh İlçesi Çırav Dağı’nda 15 Mayıs 2009 tarihinde yapılan operasyonda çıkan çatışmada 4 gerilla yaşamını yitirdi. Ancak, teşhis giden aileler, çocuklarının vücutlarında herhangi bir kurşun izi olmadığını ve yanıklarla dolu bedenler ile karşılaştılar.


ÇUKURCA İNSANLIK SUÇU BELGELENDİ…


Türk devletinin Çukurca’da bundan iki yıl önce de tıpkı 34 gerillayı kimyasal silahlar ile katletmesi gibi 8 gerillayı da aynı şekilde katletmişti. Ancak, Türk devletinin 8 Eylül 2009 tarihinde kimyasal silahlar ile gerçekleştirdiği vahşet bu defa tüm bilimsel yönleri ile ispatlanmıştı. Çukurca İlçesi’ne bağlı Kazan Vadisi’ndeki operasyon kapsamında 8 Eylül 2009 tarihinde çıkan çatışmada yaşamını yitiren 8 gerillanın katledilmesi ile ilgili fotoğraf ve materyalleri ele geçiren insan hakları kuruluşları, bu materyalleri incelenmek üzere Almanya’ya gönderdi. Hamburg Üniversitesi TSK’nın kimyasal silah kullandığını raporla ispatladı. Alman basını, sarı torbalara konulmuş ve deforme olmuş, gerilla cenazelerinin fotoğraflarını da yayınlayarak, kimyasal silah ve yasaklı silahların kullanıldığını belirtti. Alman insan hakları savunucuları ve siyasetçiler, Türkiye’ye ‘savaş suçu’ sayılan bu olaylara yönelik açıklık getirmesi çağrısında bulundu. Der Spiegel dergisi, “Türkiye, Kürtleri kimyasal silahlarla öldürdü” başlıklı haberinde, Eylül 2009’da bir çatışmada yaşamını yitiren militanların parçalanmış cesetlerinin fotoğraflarına yer vererek, “zulmün en kötüsü” dedi. Ancak, Türk devleti bunların hiç birine açıklık getirmezken bir kez daha aynı bölgede kimyasal silahlarla gerillayı katletmeyi sürdürdü.



DERSİM’DE FOSFOR KULLANDILAR…



*Türk Başbakan Tayyip Erdoğan, İsrail’i ‘çocuk katili’ ya da savaş suçu işliyor diye dursun Kürt coğrafyasına da ise İsrail yöntemlerini kullanmaktan geri durmadı. Keza Türk devleti İsrail’in Gazze’ye 2008 yılında kullandığı ve kadın, genç ve çocuk demeden bin 400 kişinin yaşamını yitirmesine neden olan fosfor bombalarını Dersim dağlarında kullandı. Mayıs 2010 tarihinde kimyasal madde içeren ve dünya çapında yasaklanan fosfor bombası kullanılması üzerine  BDP Van Milletvekili Özdal Üçer, konuyu meclise taşımıştı.


* Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Beyyurdu (Bidav) Köyü kırsalında 5 Temmuz 2010 tarihinde 11 HPG’li kimyasal silahlarla katledildi. Gerillaların bedenleri üzerindeki tahribat insanın kanını dondururken, aileler ise teşhiste zor anlar yaşadı. Dönemin BDP Genel Saymanı Salih Yıldız, görgü tanıkları ve morg görevlilerinden cenazelerin tanınmaz durumda olduğuna dair bilgi aldıklarını belirterek, “Hakkari morgunda vahşetin fotoğrafı ve izleri hakimdir” diyordu



.

*Batman’ın Beşiri İlçesi kırsalında çatışmada 8 Ağustos 2010 tarihinde çıkan çatışmada da gerillaya karşı kimyasal kullanıldı. Kimyasal sonucu 5 gerillanın yaşamını yitirirken, bedenler ise paramparça edilmiş bir şekilde ailelerine teslim edildi. PKK’li Mehmet Önkol’un babası Arif, oğlunun vücudunda herhangi bir kurşun izi bulunmadığını ve vücudunun yanmış bir şekilde olduğunu ifade etti.



*Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’nde 20 Ağustos 2010 tarihinde yaşamını yitiren 4 gerillanın da kimyasal silah kullanılarak katledildiği belirlendi. Görgü tanıkları, çatışma sonrası gerilla cenazelerinin üzerine giden askerlerin gaz maskeleri taktığını belirtti.



*Van ve Hakkari arasında bulunan kırsal alanda 6 Eylül 2010 tarihinde bizzat dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu’nun komutasında eylemsizlik halindeki gerillaya karşı operasyon düzenlendi. Operasyonda çıkan çatışmada gerillaya karşı kimyasal silah kullanılması sonucu 9 gerilla yaşamını yitirdi. Cenazelerin yıkama işlemi sırasında derilerinin kalktığı ve parçalanma olduğu görüldü.  Bazı cenazeler de ise bıçak izleri ve kiminin ise boğazının kesildiği görüldü.



* 26 Nisan 2011 tarihinde Dersim’in Pülümür ilçesinde meydana gelen çatışmada 7 gerilla yaşamını yitirdi. Ancak daha sonra operasyonda naneli şeker kokan, mide bulandıran ve boğazda yanmalara neden olan bir madde kullanıldığı belirtildi. Gerillaların aileleri ise yıkama esnasında dokundukları çocuklarının vücutlarına dokundukları bölgede kaşıntı oluştuğunu ve uyuşukluk meydana geldiğine dikkat çektiler.



* Bitlis’in Geliyê Şêx Cuma alanında 18 Mayıs 2011 tarihinde askerler tarafından başlatılan operasyonda yaşamını yitiren Rıdvan Aktaş adlı gerillanın kimyasal silahla katledildiği belirtildi. Aktaş’ın cenazesi yıkandığı sırada vücudunda yaygın kurşun izi olmadığı görü lürken, vücudunun bazı bölgelerinde derilerin parça parça kalktığı gözlendi.


*Türk ordusu 28 Mayıs 2011 tarihinde Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Mahir Mirzo, Xeregol alanları ile Horê, Reşmê, Zerê ve Şifreza köylerine yönelik olarak uluslar arası savaş kurallarına aykırı olmasına karşın misket tipi bombalar attı.


*31 Temmuz 2011′de Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’nde çıkan çatışmada yaşamını yitiren  Bedran Kaya adlı HPG’linin vücudunda herhangi bir kurşun izinin olmaması ve cenazesini yıkayanlar tarafından derisinin parça parça döküldüğüne dair bilgiler verilmesi kimyasal silah kullanıldığını ortaya koydu.



Diren Dicle

A-Med News Agency

Mesleğin Ne? -Yabancıyım'

PERWER YAŞ -ANF


Berlin - “505–83SZV–92.42” nolu bir yazışmaydı sadece. 30 Ekim 1961’de Bonn’da Türk Büyükelçiliği, Dışişleri Bakanlığı’na çektiği faksın yanıtı alınmış, 12 maddeden oluşan 2 sayfalık bir anlaşma imzalanmıştı. Hiçbir tokalaşma ve resmi imza törene gerek duyulmadan yapılan anlaşma ise iki ülkede yaşayanların kaderini değiştirecekti.

Yeni bir Almanya bir kez daha savaşın yıkıntıları, büyük bir yangının sıcak külleri üzerinde kuruluyordu. Fakat bu kez ikiye bölünmüş, bir sarkacın, dünyadaki kamplaşmanın tam ortasındaydı. İki süper gücünün üzerinde güç gösterisi yaptığı ipin inceldiği yerdeydi. Nazi rejiminden kurtulan Almanya kancaya çekilmişti. Batısı ABD’ye, doğusu Sovyetlere yatmıştı.

Batının kalkınması için her şeyi yapan ABD, hangi ülkeden iş gücünün de alınacağını belirliyordu. İtalya, Portekiz ve Yunanistan’dan işçi gücü alınmış, fakat yetmemişti. Almanya’nın 1953-1973 yılları arasındaki misafir işçilik tarihini “Takas diplomasisi” adlı kitapta yazan araştırmacı Heike Knortz’ye göre ABD, Bonn’un kulağına Türkiye’yi fısıldamıştı.
Ancak Alman yetkililer, Türkiye fikrine sıcak bakmıyor, bir Müslüman ülkenin vatandaşlarından yana değillerdi. Almanya’nın 1995’te NATO’ya alınmasıyla baskılar arttı. Zira ABD, Sovyetlere karşı ‘ileri karakol’ olarak gördüğü Türkiye’nin elini güçlendirmek istiyordu. 1961’e gelindiğinde baskılar sonuç alınmış, her iki tarafta hazırlık başlamıştı.

Almanlar gelecek ‘paha biçilmez’ misafirleri için konaklanacakları 12 metrekareden oluşan odalar, fabrikalarda çalışacakları yerler, tercümanlar hazırlıyordu. Diğer tarafta ise daha sonra ‘acı vatan’ olacak, filmlere, gurbet türkülerine konu olacak Almanya efsanesi, Türkiye’nin her yerine yayılmıştı.

Almanya, alacak işçileri belirlemek için İstanbul-Tophane’de bir irtibat bürosu kurmuştu. Büroya müracaatın ardından, sağlığı yerinde olan, suç işlememişlere “Almanya kağıdı” veriliyordu. Anadolu’nun hemen her köyünde yıllarca sürecek bir ‘Alamancı’ hikayesi bir kağıt parçasıyla başlıyordu. Koca memleketlerini tahta bavullara sığdıranlar ellerindeki o kağıtla Sirkeci garına yanaşacak Münih trenini bekliyorlardı.

MÜNİH-11. PERON…

27 Kasım 1969. Yer; Münih Merkez Tren Garı. 11. Peron… Dönemin İş ve İşçi Bulma Kurumu Başkanı Josef Stingi, heyecanlı bir bekleyiş içinde. Yanına da bir grup basın mensubunu alan Stingi ve gazetecilerin gözü birazdan son istasyonda duracak trende. Artık akşam saatleri ve trenden tahta bavuluyla İsmail Babader iniyor. Babader şaşkınlık içinde, neredeyse bir kırmızı halı eksik.

Her iki dünya savaşının travmasından kurtulmaya çalışan Almanya’nın göçmen öyküsündeki ilk durak işte bu perondu. 1956’dan yılından itibaren, “misafir işçiler” bu perondan inerek yeni bir dünyanın kapılarını açıyordu. Her iki dünya savaşı arasında soluğu Amerika’da alan göçmenlerin New York’taki Ellis Adası’ndaki gibi, Almanlar’ın umudu, çalışmak için can atan “misafirleri” yıllarca bu perondan tüm ülkeye yayıldı.

Babader’e ise “Ülkeye gelen “milyonuncu Türk işçisin” diyordu yetkililer ve ödül olarak da İş ve İşçi Bulma Kurumu Başkanı Josef Stingi, o yılların vazgeçilmez icadı, bir televizyon hediye ediyordu. Devlet arşivinden saklanan, haber ajansı DPA’nın foto muhabiri o anı yakalıyor; devlet televizyonu mikrofunu Babader’e uzatıyor ve duygularını soruyor.

‘SİHİRLİ KUTU’DAKİ SIR…

Babader’e ne oldu bilinmez, o yıllardaki birçok işçi gibi döndü mü, kaldı mı? “Milyonuncu Türk”ün Almanya’da geriye kalan macerasına dair hiçbir bilgi yok. Babader’e karşılama ödülü olarak televizyon verilmesi ise tesadüf değildi. ‘Sihirli kutu’ savaşın izlerini silmeye başlayan Nazi Almanya’sının ardındaki ilk kuşağın vazgeçilmez eğlencesiydi.

Televizyon ve sinemalarda ise bir “seks furyası” almış başını gidiyordu. 1968-1974’e kadar Alman sinemalarına giren filmlerin yarısı seks içerikliydi. Hatta 1970’de, Babader’in gelişinden birkaç ay sonra Alman sinema tarihine “en başarılı ilk 5 filmi” arasına giren, 25 milyon tarafından izlenen, 38 dile çevrilen ve 1980’e kadar 13 bölümü süren “Okul kızlarıyla röportaj” adlı erotik film serisi geldi.

Gerçi bazı araştırmacılara göre erotik filmlerin amacı savaş sonrası azalan nüfusta çocuk sayısını artırmak, vatandaşı savaş bunalımından kurtarıp cinsel hayata yöneltmekti. Yani 68 kuşağının sarmalında, doğu-batı sarmalında arasında sıkışan gençlere “devrimi de yapmayın, aile büyüklerinize Nazi geçmişini de sormayın, sadece sevişin” mesajı veriliyordu.

İşte o yıllarda fabrikalarda ter dökmenin, ülkeyi kalkındırmanın yanı sıra kimilerine göre eşinden, yavuklusundan ayrılan “Anadolu erkeği” Alman nüfusunun yükselmesinde de yardımcı oldu. Resmi olmayan istatistiklere göre o yıllarda Türkiye’den gelen üç işçiden biri “sarışın Alman”a gönül kaptırdı; ya evlendi, ya da dost hayatı yaşadı.
50 YIL SONRA KİM ‘YABANCI’?

50 yıl sonra geriye dönülüp bakıldığında ise bambaşka bir manzara ortaya çıkıyor. Biraz Türkiyeli, biraz Almanya’nın kültürünü alışmış, aslında hiçbir yere ait olmayan farklı sosyal-etnik bir kimliğin oluştuğu konusunda herkes hemfikir. İşte ‘dördüncü kuşak’ göçmen için böyle bir tablo çiziliyor. (Gerçi Fatih Akın “Ben yüzde 70 Almanım” diyor.)

Kimi Almanlara göre “misafirliklerini bilmeyen” göçmenler medyada ise hep “dövüldü”. Seçimler öncesinde ırkçı partilerin sarışın Alman kızın yanı başında açılan balondaki “Ali beni taciz etme” sözlerinin yer aldığı “Geri dönüşü biletiniz bizden” afişleri.

“Kızını satan baba”, “Ben ithal gelinim”, “Her dört çocuktan biri yabancıdan doğuyor”, “Hoca üçüncü karısının kemiklerini kırdı”, “Kuzeniyle evlendirilecekti, evden kaçtı” manşetleri… Ana haber bültenlerinde göçmen konulu haberler geçtiğinde hep ekranda dondurulan türbanlı-pazar poşetli-çocuk arabalı kadın görüntüsü...

2010 göç raporunu açıklayan göç ve uyumdan sorumlu devlet bakanı “Üniversiteyi başarıyla bitiren Türkiye’den gençler, akademisyenler niye Almanya’yı terk ediyor? Onlar burada kalmalı” dedi. Bakanın sözlerini tersten okuduğumuzda “Sadece aptal Türkler burada kaldı” sonucunu çıkartmak mümkün.

Çünkü Alman yetkililere göre göçmenlerin şu andaki en büyük sorunu eğitim ve buna bağlı olarak işsizlik. Örneğin istatistiklere göre diplomasız Almanların oranı yüzde 2 iken, bu rakam Türkiyeli göçmenler arasında yüzde 15’ye kadar çıkıyor. İşsizlik ise en fazla nüfusları 300 bini bulan, nerdeyse 10 kişiden birinin göçmen olduğu Berlin’de görülüyor. Berlin’de işsiz göçmenlerin oranı yüzde 22, Almanların ise yüzde 10.

Kimi gençlere “Mesleğin ne?” sorusunu yönelttiğinizde aldığımız “Yabancıyım” yanıtı bizi şaşırtıyor. Fakat Die Zeit gazetesinin hazırladığı “50. Yıl” ekindeki şu giriş sözleri aslında yabancılık yarasının ne kadar derin olduğunu özetliyor:

“İkinci Dünya Savaşı ve 6 Milyon Yahudi’nin öldürülmesi ile Alman halkı kendine yabancılaşmış, aynaya bakamaz hale gelmişti. Savaştan dönen erkekler, kadınlarını tanımıyordu. Kadınların ise ruhları ve bedenleri yabancı askerler tarafından parçalanmıştı, kocasını sevemiyordu. Sonunda basmakalıp birleşmenin üzerinde bıyıklı, baş örtülü başka yabancı bir grup geldi.”

50. YILDA KÜRDÜN ADI YOK!


Peki Kürtler? Yıllar sonra gelen “900 bin Kürt yaşıyor” itirafına rağmen Almanya, hala Kürtleri bir göçmen grubu olarak tanımlıyor. Kürdistan’da savaşın doruğu çıktığı 90’lı yıllarda Almanya, Kürtler için bir kaçış istasyonu, bir sığınaktı. Ancak 1991’de “Türkiye’de Kürtler izleniyor, baskı altındalar” kararından önce de Almanya’ya binlerce Kürt işçisi ve emekçisi gelmişti.

1966 Varto depreminin ardından Almanya’nın kapılarını açması Muş ve civarında yaşayanlar için büyük bir fırsattı. Yine İç Anadolu’da yüz yıllık sürgün hayatından sonra da birçok Kürt, soluğu ikinci sürgün ülkesi Almanya’da almıştı.

Ancak hem medyada yer alan yazılarda hem de Alman yetkililerinin 50. yıl mesajlarında Kürtlerin de sözü edilmemesi, ülkenin kalkınmasına yardımcı olan emekçi Kürtlere teşekkür edilmemesi içimizi sızlatıyor. Kürtlerin Almanya’da “yabancı grubun içindeki yabancı” olduğunu gösteriyor.

ANF NEWS AGENCY