22 Ağustos 2010 Pazar

Silahlara Veda Meselesi

Kürt sorununun kesin bir çözüm sürecine sokulmasının zamanı gelmiştir. Zira hayat, savaşla geçen 26 yılda Türk devletinin bu sorunu askeri yöntemlerle çözemeyeceğini, PKK’nin de silahlı mücadeleyle daha da ileriye gidemeyeceğini göstermiştir.
Türk devleti birçok kez bu sorunu şiddetle çözemeyeceğini itiraf etmiştir. Geçmişte Kürtleri inkar ve imha etmeyi ‘milli politika’ olarak benimseyen devlet, Kürt gerçeğini kabul etmiş ve yasal güvence sağlamamış olsa da Kürt kimliği ve kültürünün önünden çekilme eğilimine girmiştir.
Kürt halkı kimliği, değerleri ve sembolleriyle Türkiye sisteminde önemli bir yer edinmiştir. Buradan geriye gitmesi, yeniden karanlığa gömülmesi artık mümkün değildir.
Türk devleti eski politikasını terk etmiştir. Henüz yenisini üretmemiştir ancak, birkaç yıldır Kürtleri yatıştırmayı, sorunu yumuşatmayı denemektedir. Bu özünde bir çözüm egzersizidir, fakat yetmemektedir.
Tabii yalnızca Kürt halkı değil PKK ve Öcalan gerçeği de kendini kabul ettirmiş ve ciddi bir meşruiyet zemini elde etmiştir. Kalıcı çözümü tetikleyen işte bu ‘demokratik meşruiyet’ zeminidir.
Öte yandan PKK silahlı mücadeleyle bir yere kadar gelmiş, oradan öteye gidememektedir.
PKK birçok kez savaşla çözülecek sorunların çözüldüğünü, bundan böyle sorunların demokratik siyasetle çözülmesi gerektiğini belirtmiştir. Silah bırakmaya hazır olduğunu deklere de etmiştir.
Kaldı ki savaş bazılarının iddia ettiğinin aksine PKK’nin çıkarlarına ve hedeflerine hizmet etmemektedir. Zira, PKK öncülüğündeki Kürtler kendi kurumlarını yaratma ve kendilerini yönetme sürecine girmişlerdir. Kürdistan’ın 11 ilinde Kürt siyasi iradesi egemendir. Geri kalan birçok ildeyse bu irade giderek güçlenmektedir. Yakın gelecekte Kürtlerin kendilerini yönetmeleri mümkün hale gelecektir. Kürtler hem özyönetime sahip olabilecek hem de Türkiye’nin yönetimine güçlü şekilde katılabileceklerdir. Bu yönde önemli kazanımlar elde etmişlerdir.
Savaşın uzaması bu kazanımları riske edecektir. Bu durum ‘birarada yaşama’ iradesini güçten düşürecektir. PKK bunu bildiği için’ ‘kendi başımızın çaresine bakarız’ demiş, ‘birlikte çözüm’ stratejisinden vazgeçebileceği işaretini vermiştir.
Ancak iki taraf için de ‘felaket’ anlamına gelecek böyle bir çözüm istememektedir. Bugün PKK denilince çoğu insanın aklına sadece dağdaki gerilla geliyor, ama PKK bunun çok ötesindedir.
PKK artık bir halk iradesi, kurumsal birikim ve yönetim modelidir. Kürt tarafı asıl olarak bu nedenle çözümde ısrar etmektedir.
Çünkü barışçıl süreçte bu yükseliş devam edecektir. Kürtlerin kazanımları hem artacak hem çeşitlenecektir. Bu Türkiye’yi de güçlendirecektir. Kürtler kendi çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde Türkiye’yle bütünleşecek, çıkarları geliştiği ölçüde Türkiye’nin çıkarlarını geliştireceklerdir.
PKK’nin silahlı mücadeleye başladığı 15 Ağustos 1984’ten bu yana 26 yıl geçti. Bu süre içinde hem devletin hem PKK’nin algısı, anlayışı, bileşenleri, siyaseti, talep ve beklentileri değişti. Türkiye ve Kürdistan değişti. Bu değişim kalıcı çözüm için yeterli birikim üretmiştir.
Bunun sonucunda zaten hem Türk devleti hem de PKK siyasal çözümün gerekliliğini kabul etmiştir. Ayrıca iki taraf da bunun alternatifinin ‘felaket’ olduğunu bilmektedir.
Bugün sorun esas olarak siyasal çözümün biçimde düğümlenmiştir. 26 yıl önce ‘ayrı bir devlet’ talep eden PKK, bugün sınırlarla bir sorunu olmadığını söylemekte ve Türkiye’nin bütünlüğü içinde bir çözüm istemektedir.
PKK bugün, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini (özerklik), seçim barajının düşürülmesini, anadilde eğitim hakkının verilmesini, Kürt kimliği ve kültürüne anayasal güvence sağlanmasını, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün hayata geçirilmesini talep etmektedir.
Türkiye’deki birçok siyasal gözlemci, gazeteci, yazar ve kanaat önderi bu talepleri ‘makul’ buluyor. Fakat aynı zamanda bu talepler için silahlı mücadeleye gerek olmadığını, PKK’nin savaşı durdurması gerektiğini söylüyor.
Elbette bu taleplerin hiçbiri silahlı mücadelenin gerekçesi değildir. Ancak savaş, bu talepler karşılanmadığı için değil, Türk devleti savaşı sona erdirecek adımları atmadığı, PKK’yi mecbur bıraktığı için sürüyor.
Bu talepler Kürt sorununun çözümüne ilişkin taleplerdir. Bunlar için siyasi mücadele gerekir. Kaldı ki Kürt meselesi savaşa rağmen uzunca bir süredir asıl olarak siyasal zeminde sürmektedir. Fakat Kürt meselesinin yanında çözülmesi gereken bir diğer mesele PKK meselesidir.
Bunun içinse PKK’nin muhatap alınması, onunla müzakere edilmesi gerekmektedir. Devlet bunu yapmadığı, PKK’yi ‘silah bırakmaya’ ikna edecek bir politikayı üretip hayata geçirmediği için silahlara veda edilememekte, kalıcı bir çözüme gidilememektedir.
PKK’nin kendi başına dağdan inmesi, savaşa tek taraflı olarak son vermesi ve bir sabah kapıya dayanıp ‘ben geldim’ demesi mümkün değildir. Kürtleri dağa çıkmaya zorladığı gibi dağdan indirmesi gereken de Türk devletidir. Ancak devlet, PKK’yi muhatap alma konusunda ayak sürmektedir.
Ayrıca Kürt meselesi devlet içindeki iktidar mücadelenin bir parçası haline gelmiştir. Taraflar bu meseleyi birbirlerine karşı kullanma yoluna gitmişlerdir.
Devlet içindeki bir klik bir diğerine karşı Kürt kartını kullanabilmektedir. Çözümsüzlük biraz da bu yüzden devam etmektedir.
Dolayısıyla savaş PKK savaşmakta ısrar ettiği için değil, devlet kalıcı bir çözüme hazır olmadığı için sürmektedir. Bu durumda PKK’yi suçlamak doğru değildir. PKK’nin yapması gereken ateşkes ilan etmektir. Onu da yerine getirmektedir. Ancak artık buna bir karşılık verilmelidir.
Türk devletinin operasyonlarını durdurması ve PKK’nin ateşkes açıklamasında dile getirdiği taleplerine olumlu yanıt vermesi gerekmektedir. Devletin karşılık vermemesi halinde Kürt halkı PKK’den tepki bekleyecektir.
Geçmişte olduğu gibi yine devlete anladığı dilden cevap verilmesini isteyecektir. ‘Kürtler PKK’yi dize getirdi, onlar ateşkese zorladı’ diyen bazı yazarların bunu görmesi gerekmektedir.
Kürt halkı kalıcı bir çözüm istemektedir. Çıkarı burada olduğu için ısrar etmektedir. Ancak teslimiyet dayatmasına karşı bütün varlığıyla direnecektir…
gunayaslan@hotmail.de

Yerelin Merkez Karşısında Yeniden Düzenlenmesi -2

Kürt sorununun tarihsel temellerini kavramak ve demokratik çözüm çerçevesinde önerdiğimiz 'Demokratik Özerklik' projemizin tarihten gelen köklerine dikkat çekmek amacıyla...
BİN YILLIK TÜRK-KÜRT İLİŞKİLERİ

Kürt sorununun tarihsel temellerini kavramak ve demokratik çözüm çerçevesinde önerdiğimiz 'Demokratik Özerklik' projemizin tarihten gelen köklerine dikkat çekmek amacıyla, genel hatlarıyla da olsa bin yıllık Türk-Kürt ilişkilerine bir göz atmak gerektiğini düşünüyorum.

Kürtler, bugün Ortadoğu'nun bir realitesidir. Türkler, Farslar ve Araplarla birlikte Ortadoğu'nun büyük halklarındandır. Dünyada en büyük nüfusa sahip devletsiz bir halk olmalarından dolayı, nüfusları halen kesin sayılarla ifade edilemese de; Türkiye'de 15-20 milyon, İran'da 7-8 milyon, Irak'ta 5 milyon ve Suriye'de 1,5 milyona varan bir nüfusa sahip oldukları sanılmaktadır. Toplu yaşadıkları coğrafya, Büyük Selçuklu Sultanı Sencer'in isimlendirmesinden bu yana 'Kürdistan' adıyla anılmaktadır. Yine önemle altını çizmeliyim ki Kürtler, Ortadoğu'nun yerli halkıdır. Son 50 yılda antropoloji, arkeoloji, etimoloji ve etnoloji alanında yapılan bilimsel çalışmalar, Mezopotamya'nın kadim halklarından olan Kürtlerin ataları ve analarının, en azından 14 bin yıldır, bugün yaşadıkları Kürdistan coğrafyasında kök saldıklarını kanıtlamaktadır.

UZUN UZLAŞI DÖNEMİ

Tarihte Türk-Kürt ilişkilerinin başlangıcı bin yıl öncesine dayanmaktadır. Orta Asya'dan göç ederek İslamiyeti kabul eden ve bugünkü İran topraklarında Büyük Selçuklu Devletini kuran Türk Oğuz boylarının o dönemdeki temel politikası, yine bir islami halk olan Kürtlerle uzlaşarak, batılarındaki Rum diyarına yönelmek ve Bizans topraklarını kendine yurt edinmedir. Denilebilir ki bu uzlaşı politikası 19.yy'a kadar, temelde geçerliliğini korumuştur. Esas olarak Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ile başkentleri bugünkü Diyarbakır'ın Silvan ilçesi olan Mervani Kürt Devleti tarafından temelleri atılan bu uzlaşma,1071'deki Malazgirt savaşıyla, Türklere Anadolu'nun kapısını açmış ve Anadolu topraklarında Bizans'ın yenilgi sürecini başlatmıştır. Anadolu'ya girişle birlikte Türk ve Kürt beylikleri, karşılıklı olarak birbirlerinin hukukuna saygı göstermiş ve birbirlerinin varlıklarını tanımışlardır.

Anadolu'nun batısına doğru Bizans'ı gerileten Türkler, önce 1080 yılında Başkenti Konya olan Anadolu Selçuklu Devletini, arkasından da 1299 yılında Osmanlı Devletini kurup,14.YY ve 15.YY boyunca Batıya, Avrupa içlerine doğru ilerlemeye devam ettiler. Fakat bu dönemde Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, Osmanlı Ordusunun güçlü bir dirençle karşı karşıya kalması ve İran Safevileri'nin nüfuz alanlarını Orta Anadolu'ya kadar genişletmesi nedeniyle, dikkatlerini tekrar doğuya çevirmek zorunda kaldılar. Öncelikle Kürt beylikleriyle yeniden uzlaşmak zorundaydılar. Nitekim öyle de oldu.

Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim döneminde, Sünni Kürt feodalitesi ile sağlanan ittifak temelinde, Kafkasya'dan tüm Arabistan ve Kuzey Afrika'ya kadar yolları açan 1514-Çaldıran ve 1517-Mercidabık savaşlarıyla, Ortadoğu'nun en güçlü imparatorluğuna dönüştüler. Üstelik bu sefer sırasında 'halifelik' hırkasını Abbasilerden alarak, bundan sonraki tüm Osmanlı sultanlarının 'Müslümanların Önderi' unvanını da kazanmasını sağladılar. İşte bu yeni uzlaşı döneminde Kürt beylikleri; hükümetler, yurtluklar biçiminde babadan oğula geçen bir ÖZERK yerel iktidar biçimine sahip oldular. Kürt dili ve kültürel varlıkları gelişmelerini özgürce sürdürdüler. Kürt beyleri Osmanlıya karşı yılda bir kez vergi ve savaş dönemlerinde asker göndermekle yükümlüydüler. Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde ÖZERK Kürt beylikleri halinde, bağımsızlığa yakın bir siyasi statüde yaşamaları 19.YY başlarına kadar 300 yıl devam etti. Peki, acaba ne değişti de, bu siyasal statü sona erip, yerini Osmanlıya karşı Kürt isyanlarına bıraktı? Aslında bu can alıcı bir sorudur. Ve bu sorunun doğru ve bilimsel yanıtını vermeden, günümüzde de halen devam eden Kürt sorununun kaynaklarını kavramak da mümkün değildir.

İSYANLARA DOĞRU GİDEN YOL

Bir kere 17.YY'da Osmanlının önünün Avrupa'da kesinlikle kesilmesi gerçeği vardır. İmparatorluk esas olarak bu dönemden itibaren, Anadolu üzerindeki ağır vergi ve haraçlar yoluyla ekonomik sömürüyü derinleştirme ve 15 yıla kadar varan uzun askerlik sürelerini dayatma ihtiyacını duymuştur. 18.YY'ın başları, Osmanlıda iç talan politikasının adeta zirvesidir ve 19.yy'a da bu bozulma ve çürümeyle girilmiştir. Ayrıca bu dönemde, 1789 Fransız Devrimi'nin ulus-devlet ve milliyetçilik bayrağının, dalga dalga Osmanlı egemenliğindeki halkları etkisi altına alma gerçeği de vardır. Osmanlı yönetiminin tüm bu gelişmelere yanıtı ise, 19 yy başlarında yerel ÖZERKLİKLERİ yok ederek katı bir merkezi otoriteyi güçlendirmeye yönelmesidir. Tabii ki ilk hedefleri de, Kürdistan'da Osmanlı egemenliğinde 300 yıldır bağımsızlığa yakın ÖZERK bir statüde bulunan Kürt beylikleridir. Bu politikanın ise, Kürdistan'da neredeyse 19.yy boyunca devam eden kanlı bir çatışmayı tetikleyeceği besbelliydi. Nitekim öyle de oldu. İlk Kürt isyanı, 1806 yılında Süleymaniye yöresinde Babanzade aşireti tarafından başlatıldı ve bunu diğer bölgelerdeki isyanlar izledi. Bu önemli tarihsel nedene, bir de Ortadoğu'yu işgale yönelen başta İngilizler olmak üzere Batı emperyalizminin 'tavşana kaç, tazıya tut' oyunlarını da eklerseniz; Ortadoğu'da 1806'dan günümüze kadar 200 yıldır süren Kürt sorunu ve Kürt isyanlarının tarihsel nedenleri de, sanıyorum kavranılmış olur.

1921 ANAYASASI’NIN DEMOKRATİK ÖZÜ

Kanımca bu tarihsel süreci iyice bilince çıkaran Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş aşamasında uluslararası konjonktür ve içteki dengeleri iyi hesaplayarak, Lozan Antlaşmasıyla yeni devleti güvenceye almadan önce, Kürtlere karşı çok dikkatli bir politika izledi. Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongresi kararları Kürtlerin beklentilerini dikkate alan içerikteydi.1919-1924 yılları arasında sürekli olarak, Türklerle Kürtlerin eşit haklarından, bu iki asli unsurun devletin ortakları olduğundan ve Kürdistan'ın siyasal statüsünden çokça söz etti. Hatta 27 Haziran 1920 tarihli 'BMM Vekiller Heyeti'nin Kürdistan Hakkında Elcezire Cephesi Kumandanlığı'na Talimatı'nda, bugünkü anlaşılır Türkçeyle şöyle denmektedir:''Milletlerin kendi kaderlerini bizzat idare etmeleri hakkı, bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir. Tahmin olunduğuna göre Kürtlerin bu zamana kadar yerel idareye ait teşkilatlarını tamamlamış, reis ve nüfuzlu kimseleri bu amaç doğrultusunda bizim tarafımızdan kazanılmış olduğu dikkate alındığında, reylerini ortaya koyduklarında zaten kendi kaderlerini de belirleyeceklerinden, BMM idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilan etmelidirler. Kürdistan'daki bütün mesainin bu amaca dayalı siyasete yönlendirilmesi Elcezire Cephesi Kumandanlığı'na aittir.'' (TBMM Gizli Celse Zabıtları Cilt:3 sa:550-551 İş Bank.Yay.)

Zaten 23 Nisan 1920'de kurulan ilk Büyük Millet Meclisi'nin, devleti kurmaya başlarken iki temel siyasi yönelişi vardı: Birincisi, Meclis Hükümeti rejimi ile bütün yetkiler BMM'de toplanmıştı. İkinci olarak ÖZERKLİK ilkesine büyük önem verilmiş, yerel temsile ve ÖZERK organlaşmaya olanak tanınarak, demokratik bir yöneliş ortaya konulmuştu. Nitekim 1921 Anayasası'nın yerel yönetim alanındaki temel ilkesi ÖZERKLİK'ti. Örgütlenme ilkesi bakımından VİLAYET ŞURALARI küçük bir BMM gibiydi. İdari yerinden yönetim ilkesine bağlı olarak, ÖZERKLİKleri mahalli işlerle sınırlıydı. Bu Vilayet Şuralarına hiçbir biçimde yasama yetkisi verilmemiş, ancak 'tanzim ve idare' yetkisi verilmişti.1921 Anayasasına göre Eğitim, sağlık, vakıf, ekonomi, tarım, bayındırlık, toplumsal yardım işlerinin düzenlenmesi ve idare edilmesi Vilayet Şuralarına bırakılmıştır. Bu organlar seçimle oluşur ve kendi içinden bir Başkan ve bir İdare Heyeti seçer.

Bu üçlü kurumlaşma, 1921 Anayasası'nın Meclis Hükümeti rejiminin öngördüğü kurumlaşmanın minyatürüydü. Buna göre Vilayet, hem bir mülki birimdir, hem de bir yerel yönetim birimidir. Vali, sadece merkezin vilayetteki temsilcisidir; vilayet yerel yönetiminin yürütme organı ve vilayet halkının temsilcisi değildir. Anayasaya göre, Vilayet Şurası'nın icra yani Yürütme Amiri, seçimle gelmiş Vilayet Şurası Başkanı'dır. O halde bu Başkan, vilayet halkını temsil eder ve Vilayet Şurası'nın yürütme organıdır.1921 Anayasası'nın bu ÖZERKLİK ilkesi, Anglo-sakson ÖZERK yönetim anlayışına benzemekte ve demokratik bir öz taşımaktadır. Ancak Cumhuriyetin ilanından sonra yürürlüğe giren 1924 Anayasası bu demokratik özü terk ederek, tamamen katı merkeziyetçi bir idare anlayışını benimsemiştir ki, ondan sonra çıkan Kürt isyanları dahil tüm siyasi sorunların da kaynağını teşkil etmiştir.

'KÜRDİSTAN’IN ÖZERKLİĞİ YASASI'

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, devletin kuruluş sürecinde Kürtlere ve Kürt sorununa yaklaşımlarına dikkat çekmek amacıyla, bir önemli tarihi belgeye daha, izninizle değinmek durumundayım. Texas Üniversitesi Ortadoğu uzmanlarından Robert Olson'un İngiliz Gizli belgelerinden derlediğine göre BMM, 10 Şubat 1922 tarihli gizli oturumunda, Kürdistan'ın ÖZERKLİĞİ Yasası'nı 64'e karşı 373 oyla kabul etmişti. İngiliz Yüksek Komiseri Horace Rumbold, Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a yazdığı yazıda, Meclisçe onaylanan bu 18 maddelik yasayı rapor eder. Bu yasa maddelerinden dikkat çekici olanları şöyle sıralanabilir;

''Madde 1: BMM (Büyük Millet Meclisi), Türk Milletinin medeniyetin gerekleri doğrultusunda ilerlemesini sağlamak amacıyla, Kürt milleti için kendi milli gelenekleriyle uyum içinde bir ÖZERK YÖNETİM kurmayı taahhüt eder.

Madde 3: BMM, tüm Kürt Milleti tarafından benimsenen ve onurlu bir geçmişe sahip deneyimli bir yöneticiyi Genel Vali olarak seçecektir.

Madde 4: Genel Vali üç yıl için atanacaktır. Bu dönemin bitiminde eğer Kürt Milletinin çoğunluğu, önceki Genel Valinin görevine devam etmesini istemiyorsa, yeni bir Genel Vali Kürt Milli Meclisi tarafından seçilecektir.

Madde 6: Kürt Milli Meclisi, Doğu vilayetlerinde genel oya dayalı seçimle oluşturulacak ve her Meclis üç yıl için seçilmiş olacaktır. Meclis oturumları 1 Martta başlayacak ve 4 ay süreyle görev yapacaktır. Eğer Meclis bu süre içersinde işlerini tamamlayamazsa süre, üyelerinin çoğunluğunun isteği ve Genel Valinin onayıyla uzatılabilir.

Madde 9: ÖZERK BÖLGE sınırları karma bir komisyon tarafından belirleninceye kadar, KÜRDİSTAN İDARİ BÖLGESİ Van, Bitlis, Diyarbakır Vilayetleri, Dersim sancağı ve kimi kaza ve nahiyeleri içerecektir.

Madde 10: Kürdistan'ın yönetimine ilişkin olarak, bazı yerlerde yerel duruma uygun olarak bir yargı örgütü oluşturulacaktır. Bu örgüt şu an için yarısı Türk, diğer yarısı Kürt olmak üzere yetkin elemanlardan oluşacaktır. Emeklileri durumunda Türk görevliler Kürt görevlilerce değiştirilecektir.

Madde 12: Doğu Vilayetlerinde düzeni korumak amacıyla bir Jandarma Kolordusu oluşturulacaktır. Kürt Meclisi bu kolordunun oluşturulmasına ilişkin yasayı inceleyecek, ancak jandarmanın üst komutası hizmetleri gerekli görüldüğü sürece yüksek rütbeli Türk görevlilerin elinde olacaktır.

Madde 15: Türk dili sadece Kürt Milli Meclisi'nde idari işlerde ve hükümet idaresinde kullanılacaktır. Bununla birlikte Kürt dili okullarda öğretilebilir ve yönetim, Kürt dilinin gelecekte hükümetin resmi dili olma talebine temel teşkil etmeyecek şekilde, bu dilin kullanılmasını teşvik edebilir.

Madde 16: Hukuk ve Tıp fakültelerini içeren bir üniversitenin kurulması, Kürt Milli Meclisi'nin öncelikli görevi olacaktır.

Madde 17: Genel Valinin onayı alınmadan ve BMM bilgilendirilmeden Kürt Milli Meclisi hiçbir vergi uygulamasına girişemez.

Madde 18: İlke olarak BMM ile görüşülmedikçe ve onayı alınmadıkça, Kürt Milli Meclisine hiçbir imtiyaz tanınamaz.

Horace Rumbold-Yüksek Komiser ''

(Ahmet Mesut, İngiliz Gizli Belgelerinde Kürdistan 1918-1958, DOZ Yayınları)

Değerli okurlar

Bu proje esas olarak kaynağını, günümüzün çağdaş demokratik özyönetim anlayışından, Türk ve Kürt halklarının bin yıllık ilişkilenme tarihinden ve Cumhuriyetin kuruluş sürecindeki demokratik yaklaşımlarından almaktadır. Amacı 1920'lerde Anadolu halklarının birlikte yürüttüğü mücadele sonucunda kazanılan bağımsızlığın ardından ilan edilen ve 84. yılını dolduran Cumhuriyetin, demokratik bir niteliğe kavuşturulması ve 1924 Anayasasından günümüze, giderek kangren hale dönüşen Kürt sorununun demokratik çözümüne katkı sağlamaktır.

Hatip Dicle