Kürt sorununun kesin bir çözüm sürecine sokulmasının zamanı gelmiştir. Zira hayat, savaşla geçen 26 yılda Türk devletinin bu sorunu askeri yöntemlerle çözemeyeceğini, PKK’nin de silahlı mücadeleyle daha da ileriye gidemeyeceğini göstermiştir.
Türk devleti birçok kez bu sorunu şiddetle çözemeyeceğini itiraf etmiştir. Geçmişte Kürtleri inkar ve imha etmeyi ‘milli politika’ olarak benimseyen devlet, Kürt gerçeğini kabul etmiş ve yasal güvence sağlamamış olsa da Kürt kimliği ve kültürünün önünden çekilme eğilimine girmiştir.
Kürt halkı kimliği, değerleri ve sembolleriyle Türkiye sisteminde önemli bir yer edinmiştir. Buradan geriye gitmesi, yeniden karanlığa gömülmesi artık mümkün değildir.
Türk devleti eski politikasını terk etmiştir. Henüz yenisini üretmemiştir ancak, birkaç yıldır Kürtleri yatıştırmayı, sorunu yumuşatmayı denemektedir. Bu özünde bir çözüm egzersizidir, fakat yetmemektedir.
Tabii yalnızca Kürt halkı değil PKK ve Öcalan gerçeği de kendini kabul ettirmiş ve ciddi bir meşruiyet zemini elde etmiştir. Kalıcı çözümü tetikleyen işte bu ‘demokratik meşruiyet’ zeminidir.
Öte yandan PKK silahlı mücadeleyle bir yere kadar gelmiş, oradan öteye gidememektedir.
PKK birçok kez savaşla çözülecek sorunların çözüldüğünü, bundan böyle sorunların demokratik siyasetle çözülmesi gerektiğini belirtmiştir. Silah bırakmaya hazır olduğunu deklere de etmiştir.
Kaldı ki savaş bazılarının iddia ettiğinin aksine PKK’nin çıkarlarına ve hedeflerine hizmet etmemektedir. Zira, PKK öncülüğündeki Kürtler kendi kurumlarını yaratma ve kendilerini yönetme sürecine girmişlerdir. Kürdistan’ın 11 ilinde Kürt siyasi iradesi egemendir. Geri kalan birçok ildeyse bu irade giderek güçlenmektedir. Yakın gelecekte Kürtlerin kendilerini yönetmeleri mümkün hale gelecektir. Kürtler hem özyönetime sahip olabilecek hem de Türkiye’nin yönetimine güçlü şekilde katılabileceklerdir. Bu yönde önemli kazanımlar elde etmişlerdir.
Savaşın uzaması bu kazanımları riske edecektir. Bu durum ‘birarada yaşama’ iradesini güçten düşürecektir. PKK bunu bildiği için’ ‘kendi başımızın çaresine bakarız’ demiş, ‘birlikte çözüm’ stratejisinden vazgeçebileceği işaretini vermiştir.
Ancak iki taraf için de ‘felaket’ anlamına gelecek böyle bir çözüm istememektedir. Bugün PKK denilince çoğu insanın aklına sadece dağdaki gerilla geliyor, ama PKK bunun çok ötesindedir.
PKK artık bir halk iradesi, kurumsal birikim ve yönetim modelidir. Kürt tarafı asıl olarak bu nedenle çözümde ısrar etmektedir.
Çünkü barışçıl süreçte bu yükseliş devam edecektir. Kürtlerin kazanımları hem artacak hem çeşitlenecektir. Bu Türkiye’yi de güçlendirecektir. Kürtler kendi çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde Türkiye’yle bütünleşecek, çıkarları geliştiği ölçüde Türkiye’nin çıkarlarını geliştireceklerdir.
PKK’nin silahlı mücadeleye başladığı 15 Ağustos 1984’ten bu yana 26 yıl geçti. Bu süre içinde hem devletin hem PKK’nin algısı, anlayışı, bileşenleri, siyaseti, talep ve beklentileri değişti. Türkiye ve Kürdistan değişti. Bu değişim kalıcı çözüm için yeterli birikim üretmiştir.
Bunun sonucunda zaten hem Türk devleti hem de PKK siyasal çözümün gerekliliğini kabul etmiştir. Ayrıca iki taraf da bunun alternatifinin ‘felaket’ olduğunu bilmektedir.
Bugün sorun esas olarak siyasal çözümün biçimde düğümlenmiştir. 26 yıl önce ‘ayrı bir devlet’ talep eden PKK, bugün sınırlarla bir sorunu olmadığını söylemekte ve Türkiye’nin bütünlüğü içinde bir çözüm istemektedir.
PKK bugün, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini (özerklik), seçim barajının düşürülmesini, anadilde eğitim hakkının verilmesini, Kürt kimliği ve kültürüne anayasal güvence sağlanmasını, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün hayata geçirilmesini talep etmektedir.
Türkiye’deki birçok siyasal gözlemci, gazeteci, yazar ve kanaat önderi bu talepleri ‘makul’ buluyor. Fakat aynı zamanda bu talepler için silahlı mücadeleye gerek olmadığını, PKK’nin savaşı durdurması gerektiğini söylüyor.
Elbette bu taleplerin hiçbiri silahlı mücadelenin gerekçesi değildir. Ancak savaş, bu talepler karşılanmadığı için değil, Türk devleti savaşı sona erdirecek adımları atmadığı, PKK’yi mecbur bıraktığı için sürüyor.
Bu talepler Kürt sorununun çözümüne ilişkin taleplerdir. Bunlar için siyasi mücadele gerekir. Kaldı ki Kürt meselesi savaşa rağmen uzunca bir süredir asıl olarak siyasal zeminde sürmektedir. Fakat Kürt meselesinin yanında çözülmesi gereken bir diğer mesele PKK meselesidir.
Bunun içinse PKK’nin muhatap alınması, onunla müzakere edilmesi gerekmektedir. Devlet bunu yapmadığı, PKK’yi ‘silah bırakmaya’ ikna edecek bir politikayı üretip hayata geçirmediği için silahlara veda edilememekte, kalıcı bir çözüme gidilememektedir.
PKK’nin kendi başına dağdan inmesi, savaşa tek taraflı olarak son vermesi ve bir sabah kapıya dayanıp ‘ben geldim’ demesi mümkün değildir. Kürtleri dağa çıkmaya zorladığı gibi dağdan indirmesi gereken de Türk devletidir. Ancak devlet, PKK’yi muhatap alma konusunda ayak sürmektedir.
Ayrıca Kürt meselesi devlet içindeki iktidar mücadelenin bir parçası haline gelmiştir. Taraflar bu meseleyi birbirlerine karşı kullanma yoluna gitmişlerdir.
Devlet içindeki bir klik bir diğerine karşı Kürt kartını kullanabilmektedir. Çözümsüzlük biraz da bu yüzden devam etmektedir.
Dolayısıyla savaş PKK savaşmakta ısrar ettiği için değil, devlet kalıcı bir çözüme hazır olmadığı için sürmektedir. Bu durumda PKK’yi suçlamak doğru değildir. PKK’nin yapması gereken ateşkes ilan etmektir. Onu da yerine getirmektedir. Ancak artık buna bir karşılık verilmelidir.
Türk devletinin operasyonlarını durdurması ve PKK’nin ateşkes açıklamasında dile getirdiği taleplerine olumlu yanıt vermesi gerekmektedir. Devletin karşılık vermemesi halinde Kürt halkı PKK’den tepki bekleyecektir.
Geçmişte olduğu gibi yine devlete anladığı dilden cevap verilmesini isteyecektir. ‘Kürtler PKK’yi dize getirdi, onlar ateşkese zorladı’ diyen bazı yazarların bunu görmesi gerekmektedir.
Kürt halkı kalıcı bir çözüm istemektedir. Çıkarı burada olduğu için ısrar etmektedir. Ancak teslimiyet dayatmasına karşı bütün varlığıyla direnecektir…
gunayaslan@hotmail.de
Türk devleti birçok kez bu sorunu şiddetle çözemeyeceğini itiraf etmiştir. Geçmişte Kürtleri inkar ve imha etmeyi ‘milli politika’ olarak benimseyen devlet, Kürt gerçeğini kabul etmiş ve yasal güvence sağlamamış olsa da Kürt kimliği ve kültürünün önünden çekilme eğilimine girmiştir.
Kürt halkı kimliği, değerleri ve sembolleriyle Türkiye sisteminde önemli bir yer edinmiştir. Buradan geriye gitmesi, yeniden karanlığa gömülmesi artık mümkün değildir.
Türk devleti eski politikasını terk etmiştir. Henüz yenisini üretmemiştir ancak, birkaç yıldır Kürtleri yatıştırmayı, sorunu yumuşatmayı denemektedir. Bu özünde bir çözüm egzersizidir, fakat yetmemektedir.
Tabii yalnızca Kürt halkı değil PKK ve Öcalan gerçeği de kendini kabul ettirmiş ve ciddi bir meşruiyet zemini elde etmiştir. Kalıcı çözümü tetikleyen işte bu ‘demokratik meşruiyet’ zeminidir.
Öte yandan PKK silahlı mücadeleyle bir yere kadar gelmiş, oradan öteye gidememektedir.
PKK birçok kez savaşla çözülecek sorunların çözüldüğünü, bundan böyle sorunların demokratik siyasetle çözülmesi gerektiğini belirtmiştir. Silah bırakmaya hazır olduğunu deklere de etmiştir.
Kaldı ki savaş bazılarının iddia ettiğinin aksine PKK’nin çıkarlarına ve hedeflerine hizmet etmemektedir. Zira, PKK öncülüğündeki Kürtler kendi kurumlarını yaratma ve kendilerini yönetme sürecine girmişlerdir. Kürdistan’ın 11 ilinde Kürt siyasi iradesi egemendir. Geri kalan birçok ildeyse bu irade giderek güçlenmektedir. Yakın gelecekte Kürtlerin kendilerini yönetmeleri mümkün hale gelecektir. Kürtler hem özyönetime sahip olabilecek hem de Türkiye’nin yönetimine güçlü şekilde katılabileceklerdir. Bu yönde önemli kazanımlar elde etmişlerdir.
Savaşın uzaması bu kazanımları riske edecektir. Bu durum ‘birarada yaşama’ iradesini güçten düşürecektir. PKK bunu bildiği için’ ‘kendi başımızın çaresine bakarız’ demiş, ‘birlikte çözüm’ stratejisinden vazgeçebileceği işaretini vermiştir.
Ancak iki taraf için de ‘felaket’ anlamına gelecek böyle bir çözüm istememektedir. Bugün PKK denilince çoğu insanın aklına sadece dağdaki gerilla geliyor, ama PKK bunun çok ötesindedir.
PKK artık bir halk iradesi, kurumsal birikim ve yönetim modelidir. Kürt tarafı asıl olarak bu nedenle çözümde ısrar etmektedir.
Çünkü barışçıl süreçte bu yükseliş devam edecektir. Kürtlerin kazanımları hem artacak hem çeşitlenecektir. Bu Türkiye’yi de güçlendirecektir. Kürtler kendi çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde Türkiye’yle bütünleşecek, çıkarları geliştiği ölçüde Türkiye’nin çıkarlarını geliştireceklerdir.
PKK’nin silahlı mücadeleye başladığı 15 Ağustos 1984’ten bu yana 26 yıl geçti. Bu süre içinde hem devletin hem PKK’nin algısı, anlayışı, bileşenleri, siyaseti, talep ve beklentileri değişti. Türkiye ve Kürdistan değişti. Bu değişim kalıcı çözüm için yeterli birikim üretmiştir.
Bunun sonucunda zaten hem Türk devleti hem de PKK siyasal çözümün gerekliliğini kabul etmiştir. Ayrıca iki taraf da bunun alternatifinin ‘felaket’ olduğunu bilmektedir.
Bugün sorun esas olarak siyasal çözümün biçimde düğümlenmiştir. 26 yıl önce ‘ayrı bir devlet’ talep eden PKK, bugün sınırlarla bir sorunu olmadığını söylemekte ve Türkiye’nin bütünlüğü içinde bir çözüm istemektedir.
PKK bugün, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini (özerklik), seçim barajının düşürülmesini, anadilde eğitim hakkının verilmesini, Kürt kimliği ve kültürüne anayasal güvence sağlanmasını, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün hayata geçirilmesini talep etmektedir.
Türkiye’deki birçok siyasal gözlemci, gazeteci, yazar ve kanaat önderi bu talepleri ‘makul’ buluyor. Fakat aynı zamanda bu talepler için silahlı mücadeleye gerek olmadığını, PKK’nin savaşı durdurması gerektiğini söylüyor.
Elbette bu taleplerin hiçbiri silahlı mücadelenin gerekçesi değildir. Ancak savaş, bu talepler karşılanmadığı için değil, Türk devleti savaşı sona erdirecek adımları atmadığı, PKK’yi mecbur bıraktığı için sürüyor.
Bu talepler Kürt sorununun çözümüne ilişkin taleplerdir. Bunlar için siyasi mücadele gerekir. Kaldı ki Kürt meselesi savaşa rağmen uzunca bir süredir asıl olarak siyasal zeminde sürmektedir. Fakat Kürt meselesinin yanında çözülmesi gereken bir diğer mesele PKK meselesidir.
Bunun içinse PKK’nin muhatap alınması, onunla müzakere edilmesi gerekmektedir. Devlet bunu yapmadığı, PKK’yi ‘silah bırakmaya’ ikna edecek bir politikayı üretip hayata geçirmediği için silahlara veda edilememekte, kalıcı bir çözüme gidilememektedir.
PKK’nin kendi başına dağdan inmesi, savaşa tek taraflı olarak son vermesi ve bir sabah kapıya dayanıp ‘ben geldim’ demesi mümkün değildir. Kürtleri dağa çıkmaya zorladığı gibi dağdan indirmesi gereken de Türk devletidir. Ancak devlet, PKK’yi muhatap alma konusunda ayak sürmektedir.
Ayrıca Kürt meselesi devlet içindeki iktidar mücadelenin bir parçası haline gelmiştir. Taraflar bu meseleyi birbirlerine karşı kullanma yoluna gitmişlerdir.
Devlet içindeki bir klik bir diğerine karşı Kürt kartını kullanabilmektedir. Çözümsüzlük biraz da bu yüzden devam etmektedir.
Dolayısıyla savaş PKK savaşmakta ısrar ettiği için değil, devlet kalıcı bir çözüme hazır olmadığı için sürmektedir. Bu durumda PKK’yi suçlamak doğru değildir. PKK’nin yapması gereken ateşkes ilan etmektir. Onu da yerine getirmektedir. Ancak artık buna bir karşılık verilmelidir.
Türk devletinin operasyonlarını durdurması ve PKK’nin ateşkes açıklamasında dile getirdiği taleplerine olumlu yanıt vermesi gerekmektedir. Devletin karşılık vermemesi halinde Kürt halkı PKK’den tepki bekleyecektir.
Geçmişte olduğu gibi yine devlete anladığı dilden cevap verilmesini isteyecektir. ‘Kürtler PKK’yi dize getirdi, onlar ateşkese zorladı’ diyen bazı yazarların bunu görmesi gerekmektedir.
Kürt halkı kalıcı bir çözüm istemektedir. Çıkarı burada olduğu için ısrar etmektedir. Ancak teslimiyet dayatmasına karşı bütün varlığıyla direnecektir…
gunayaslan@hotmail.de