11 Kasım 2010 Perşembe

'Kurtuluş Günü' Diye 90 Yıldır Halkı Kandırmışlar

Mardin'de her yıl 21 Kasım'da kutlanan "Kurtuluş Günü"nün aslında var olmadığı ortaya çıktı. 90 yıldır kutlanan "Kurtuluş Günü", Belediye Meclisi kararı ile değiştirilerek "Onur Günü" yapıldı.

Türkiye'de Cumhuriyet'in ilanında bu yana her yıl birçok il ve ilçede kutlanan "Kurtuluş Günleri"nden kaçının ne derece doğru olduğu tartışmaya açıldı. Mardin'de 90 yıldır kutlanan ve her yıl 21 Kasım tarihinde okul öğrencilerinin tek sıra halinde geçit törenine götürüldüğü, askeri birliklerin zırhlı araçlarla geçit yaptığı ve Cumhurbaşkanından, Başbakanına kadar birçok devlet yetkilisinin kutlama mesajları gönderdiği "Kurtuluş Günü"nün yalan olduğu ortaya çıktı.

Uzun bir zamandan beri tartışılan Mardin'in kurtulup kurtulmadığı kararına Mardin Belediye Meclisi karar verdi. Belediye Meclisi, Türk Tarih Kurumu'ndan da Mardin'in hiçbir zaman işgal edilmediği ve düşman işgalinden de kurtulmadığını onaylattıktan sonra, "Kurtuluş Günü"nü kaldırma kararı aldı.

Belediye Meclisi, "Kurtuluş Günü"nü bundan sonra "Onur Günü" olarak sembolik törenle kutlayacak. Konu hakkında açıklama yapan Mardin Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu, kentlerinin işgale uğramadığını ve böyle bir günü düzenlemenin de anlamsız olduğunu belirterek, Türk Tarih Kurumu'ndan aldıkları cevap üzerine 90 yıldır kutlanan "Kurtuluş Günü"nü oy birliğiyle kaldırdıklarını açıkladı.

Geçen yıl yapılan "Kurtuluş Günü" kutlamaları, Cumhuriyet alanındaki Atatürk anıtına çelenk konulması ve istiklal marşının okunmasıyla başlanmış, törene Vali Vekili A. Ferhat Özen, Garnizon Komutanı Tuğgeneral Selim Mert, Belediye Başkan Vekili Suphi Uslan katılmış, ardından askeri ve sivil erkan tebrikleri kabul etmişti.

90 YILLIK YALAN

Törende bir konuşma yapan Belediye Başkan Vekili Suphi Uslan şunları söylemişti: "Bugün Mardin’imizin kurtuluş günü, istiklal sevdamızı sonsuza dek sürdürme kararını alışımızın yıldönümüdür. Mardin'in kurtuluş günü bu güne hangi sıkıntılarla gelindiğinin hatırlandığı bir gündür. Aziz milletimizin kurtuluş mücadelesinin altında özgürlüğe olan inancımızı bir kez daha anımsatan bir gündür. Dört bir yanı işgal edilmiş vatanımızda özgürlük meşalesinin tutuşturulması sonucu aydınlanan topraklarımızda, özgürlüğe kavuşulan bu günde Mardin, dünya tarihine dehanın ve kararlı mücadelenin bir emsali olarak girmiştir. Eli silah tutan Mardinlilerin yurdun istiklali için muhtelif cephelerde akıllarıyla, bedenleriyle ve yürekleriyle çarpıştığı sırada şehirde kalan, yaşlı kadın ve askere alınmayan gönüllü mukavemet grubu kan dökülmeden derin acılar yaşamadan hürriyetine sahip çıkmıştır. Hepimiz ecdadımızın bin bir mahrumiyet içinde başlattığı ve zaferle sonuçlandırdığı milli mücadelemizin hatırasına özenle vakıf olmalıyız. Bugün içinde bulunduğumuz barış ve huzur ortamım sağlamak, namus ve şerefimizi korumak için, canlarım seve seve veren tüm aziz şehitlerimizi ve bu uğurda ömürlerinin kalan kısmında onur ve kahramanlık timsali olarak yaşayan gazilerimizi rahmet ve şükranla anıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti; Yüce Milletimizin öz ve değerli malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek sonsuzluğa kadar yaşayacaktır. Bu güzel vatanın ve cumhuriyetimizin kurucusu büyük insan Mustafa Kemal Atatürk'ü ve silah arkadaşlarını saygıyla anıyoruz."

Mardin'in olmayan "Kurtuluş Günü" nedeniyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan ile Mardin milletvekilleri de telgraf göndermiş ve Mardin'lileri bu günleri nedeniyle kutlamıştı.

Zapatista Yerli Hareketi Uzerine

Yeni_Özgür_PolitikaCaracol’un kelime anlamını ‘’salyangoz evi’’ olarak çevirebiliriz. Zapatistalar kendilerini bununla çokça ifade ederler. Salyangoz gibi yavaş hareket ederler, yani kararları kapsamlı ve uzun bir süre tartıştıktan sonra alırlar, hiçbir şeyi aceleye getirmezler. ‘’Yavaş ama ileri (lento pero avanzo)“ diye ünlü bir sloganları da var, bu felsefe hayatlarına da kılavuzluk eder...’
1 Ocak 1994’de dünya Meksika’dan gelen bir haberle sarsıldı. O gün Meksika’nın Chiapas Eyaleti’nde kendine Zapatista diyen ve ağırlıklı yerli insanlardan oluşan bir siyasi hareket silahlı isyana kalkışmış ve bir kaç kenti ele geçirmişti. Yüzyılların haksızlığına karşı bu yoksul bölgede insanlar sömürü ve asimilasyona açıkça hayır dediler. Burada ilgi çekici nokta şuydu: Reel sosyalizm henüz yeni çökmüştü, çoğu sol/sosyalist hareket zayıflamıştı ve dünyada artık özgürlükçü sol gerilla hareketleri, birer birer mücadelelerini amaçladıklarına ulaşamadan bitiriyorlardı. Ancak buna rağmen Zapatista hareketi dünyada çok sayıda insanı ve grupları etkilemişti.

Meksika ve dünyada en kısa sürede gelişen büyük bir dayanışma hareketi sonucu Meksika hükümeti bir kaç hafta sonra askeri saldırılarını durdurdu ve Zapatistalarla görüşmelere başladı. 1996’da iki taraf arasında yapılan otonomi sözleşmesi parlamento tarafından onaylanmayınca, 2001 yılında görüşmeler durdu ve 2003 yılında Zapatistalar tek taraflı bu sözleşmeyi hayata geçireceklerini ilan ettiler. Bugün Zapatistalar taban demokrasisine dayanan özerkliği, birçok sorun ve saldırılara rağmen Chiapas Eyaleti’inin bin köyünde epey ilerletmişler. Bundan dolayı Zapatista hareketi halen büyük bir uluslararası dayanışmaya sahip.

Ortadoğu’dan Meksika’ya gitme imkanı doğunca, kendine çok özgün yanları olan Zapatista hareketini yakından tanıma fırsatını kaçırmamak için Chiapas’a gidebildim. Bu gezi bir kaç gün ile sınırlandırılmış olsa bile çok sayıda izlenim elde edebildim. Bunları burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

Tzotzil dilinde anadil eğitimi
Chiapas’ta bir dolmuşta yanıma oturan genç adamla konuşuyoruz. İspanyolca konuştuğunu sanıyordum ama hiçbir şey anlamıyordum. Oysa biri İspanyolca’yı tane tane konuştuğunda anlıyordum. Üstelik iki haftadır ülkede bulunduğum için epey pratik de yapmıştım. Ancak yanımdaki adamın anadilinin Tzotzil olduğunu ve İspanyolca’yı neredeyse hiç konuşmadığını iki dakika sonra ancak anlayabildim. Tzotzil’in Chiapas’taki büyük yerli dillerden biri olduğunu, bir kaç gün önce öğrenmiştim. Meksika’da yerlilerin onlarca dilleri olduğunu da... Bu sempatik adamın Bochil denilen bir küçük şehirde, Tzotzil dilinde ilkokul öğretmenliği yaptığını öğreniyorum. Bir kaç yıldır ısrarlı tutumları sonucu anadil eğitimi olanağını eyalet hükümetinden elde ettiklerini de aktardı. Yerli halkların yaşadığı yerlerde, binbir zorlukla bu tür adımlar atılıyormuş. Ancak yine de yerli diller kendilerini garantilemiş değiller.

Zapatistalar yerli halkları diriltti
Yerli halkların dilleri, 1994’de başlayan Zapatista isyanının büyük etkisiyle Meksika’nın gündemine girdi. Daha doğrusu Meksika, geçmişi ve öz kültürünü tanıma sürecine girdi. Zapatistalar sadece Chiapas’ta değil tüm ülkede yerlilerin örgütlenmesinin hızlandırılmasına neden oldular. Chiapas’ın yanında yerli halklar özellikle Oaxaca ve Guerrero eyaletlerinde yaşamaktadılar. Nüfusun çoğunluğunu ise „Mestizolar“ oluşturuyor, yani Avrupalı işgalci ve yerlilerın karışımı olan melez insanlar. Her yerde yerliler örgütlenmeye başladılar, haklarını talep ediyorlar, kültürlerini asimilasyondan kurtarmaya çalışıyorlar. Aynı şekilde melezlerin de bir kısmı kendi kökenlerini araştırmaya başlıyorlar. Toplumda birçok kesim, ülkenin geçmişini açıkça ortaya koymaya ve ayrımcı siyasi sistemi eleştirmeye başladılar.

Meksika patlamaya hazır bir bomba gibi
Ancak Meksika devleti halen büyük oranda şovenist özelliklerini taşımaya devam ediyor, devletin erki ağırlıklı beyazlardan oluşan üst sınıfın elinde. Ekonomik olarak yerliler ve alt sınıftakiler yoğun bir şekilde sömürülmeye devam ediliyor. Bundan dolayı da bugün Meksika’da toplam 16 gerilla hareketi var, Zapatistalar bunlardan sadece bir tanesi. Bunların çoğu küçük ve aktif bir savaş içinde olmasa da siyasi sistemin nasıl ayrımcı ve baskıcı olduğunu gösteriyor. Üstüne bir de Kuzey Meksika’daki büyük uyuruşturucu çeteleri sorununu eklersek, ülkedeki sorun ve çelişkilerin büyüklüğünü görürüz. Konuştuğum Octavio isimli bir profesör bu nedenlerden dolayı ülkesini her an patlamaya hazır bir bombaya benzetti.

Meksika korucularının köylülere zulmü!
„Demek ki burada da korucu var“ diye aklımdan geçti, bir grup yerliyi dinlerken. Chiapas’ın büyük kentlerinden San Christobal’da önemli insan hakları kuruluşu olan Freyba’da bulunurken, ondan bir hafta önce tutuklanan bir grup köylü geldi. Zapatistalara yakın duran bu köylüler, paramiliter güçler tarafından tutuklanıp askeriyeye teslim edildi. Bu grubun, Freyba yöneticileriyle yaptığı görüşmenin son kısmına katılma imkanı buldum ve neler yaşadıklarını birinci elden öğrenebildim. Paramiliter olarak tanımladıkları silahlı güç, bizim (Kürdistan) korucuların aynısı.

Zapatistalar 1994’de isyana kalkıştıktan sonra devlet, Zapatistalara ait olmayan bazı köylere silah dağıtıp, sürekli Zapatista köylerine saldırtıyor. Bu saldırılarda toprak ve evler köylülerin elinden alınıyor, tecavüzler uygulanıyor ve bazen de insanlar öldürülüyor. Devlet güçlerinin, doğrudan Zapatista köylerine saldırısı yok. Paramiliterler saldırınca, devlet sözde nötr güç olarak araya giriyor, ama Zapatistaların üzerine giderek..! Freyba’da konuşan köylüler bir kaç gün tutukluluktan sonra serbest bırakıldı, ama mahkemelik oldular. Bu baskıya rağmen köylülerde hiçbir sinme görmedim, tam tersi daha fazla kimlik ve toprak için mücadele azmini gördüm. Sonra Freyba çalışanları benim de söz alıp kendimi tanıtmamı isteyince, kısaca nereden geldiğimi, halk olarak neler yaşadığımızı anlatmaya çalıştım. Köylerin yakılmasının yanında, dilimiz üzerindeki baskı ve asimilasyona değindim. Bundan dolayı onların sorunlarını sadece anlamadığımı, aynı zamanda hissettiğimi de belirttim. Büyük ilgi ile dinleyen köylülerle güzel bir paylaşımdı bu an, gözlerinden bunu görebildim; kolay kolay unutamayacağım. Egemen şovenist rejimlerin halklar üzerindeki baskıları dünyanın değişik halklarını nasıl yakınlaştırabileceğini bizzat yaşamak apayrı bir duygu...

Meksika’nın özerk bölgeleri: Caracollar!
Bu görüşmeden bir gün önce bir „Caracol“a gittim. İfade edilirken Türkçe’deki karakol kelimesi ile aynı fakat anlamı tam tersi. Caracol’lar Zapatistaların kırsal alandaki merkezleri; toplam beş tane Caracol var. Bu beş Caracol, toplam 1000 Zapatista köyünün de bir nevi merkezi. Burada hastane, okullar, toplantı yerleri ve kooperatifler var. Kooperatiflerde, imal ettikleri ürünleri satıyorlar.

San Christobal’a araçla bir saat uzaklıkta olan Oventic Caracol’una gidiyorum. Gitmeden önce Zapatistaların yaklaşık iki yıldır kamuoyuna neredeyse hiç açıklama yapmadıkları ve genel olarak geri durduklarını biliyordum. Bu da dialogda bulunmayabilecekleri anlamına geliyordu. Ki öyle de oldu. Caracol yönetimiyle görüşmek için büyük ihtimalle bir hafta beklemek gerekirdi, ancak Chiapas’ta bu zaman olmadığı için hiç ısrarlı olmadım. Yine de oradaki insanlarla sohbet ettim ve Caracol’u gezebildim. Kıt olanak ve kısmi uluslararası dayanışma katkılarıyla gerçekleştirdikleri gerçekten görülmeye değer. Maxmur kampı seviyesinde bir yer olarak görebiliriz bu Caracol’u. Gezerken Caracol’da en çok dikkat çeken şey, yapılar üzerine yapılan resimler ve çizimler... Zapatista ya da diğer halkların mücadele sembollerini ve önemli kişiliklerini görmek mümkün. Bizim tanıdıklar arasında Che Guevara ve tam 100 yıl önce yaşamış olan Meksika devriminin lideri Zapata vardı.

‘Yavaş ama ileri’
Caracol’un kelime anlamını „salyangoz evi“ olarak çevirebiliriz. Zapatistalar kendilerini bununla çokça ifade ederler. Salyangoz gibi yavaş hareket ederler, yani kararları kapsamlı ve uzun bir süre tartıştıktan sonra alırlar, hiçbir şeyi aceleye getirmezler. Bu tarzlarıyla aynı zamanda sağlıklı bir şekilde sürekli de ilerlerler. „Yavaş ama ileri (lento pero avanzo)“ diye ünlü bir sloganları da var, bu felseyefeyi ifade eden...

San Christobal’de konuştuğum aktivistlere göre, Zapatistalar örgütlü oldukları 1000 köyde belki dünyanın çok az yerinde olmayacak şekilde taban demokrasisini uyguluyorlar. Gündeme aldıkları tüm konular, kapsamlı bir şekilde kolektif olarak da tanımladıkları köylerde tartışıldıktan sonra Caracol düzeyine geliyor. Ardından en üst düzeyde delegeler gelip tartışıyor ve nihai kararı alıyorlarmış. Böylece taban ve konsey demokrasisi karışımı bir sistem denilebilir. Tartışma süreçleri uzun ve zahmetli olduğu için yılda toplam 4 önemli karar alınırmış. Bu süreçlerde çok sayıda ve uzun toplantılar düzenlenirmiş. Bu modeli uygulamanın önündeki belki de önemli engeller; paramiliterlerin saldırıları ve neoliberal sistemin yarattığı yozlaşma.

Yerlilerin başkaldırısı...
Son yıllarda, özellikle 2003’den sonra, bu model bugünkü halini almış. Dikkat edilirse Subcommandante Marcos’tan ( son olarak adını Delegado Zero olarak değiştirdi) fazla bir şey duyulmuyor. Aktivistler, Zapatistaların şu anki suskunluğunu, bu modelden kaynaklandığını belirtiyor. Yani Marcos öyle sanıldığı gibi yüksek yetkiye sahip ve süreçleri ileri düzeyde belirleyen biri değilmiş. Daha önceleri öyle bir durumu olmuş olsa bile daha halkçı yönetimle, O tarihi rolünü oynadığını söylüyorlar. Ancak biliniyor ki bir toplum için tarihi rol oynayan liderler, aktif siyasetten geri çekilseler bile uzun süre önemli konumlarını sürdürürler ve bazen de tavsiye şeklinde görüşlerini bildirirler. Bu tavsiyeler tam uygulanmasa bile dikkate alınırlar.

Zapatistaların belli bir başarıyla uyguladıkları özerkliğin ve taban demokrasisinin tarihi nedenleri de var. Sıfırdan gelen bir durum değil bu. 500 yıl önce İspanyol kraliyeti Meksika’yı işgal ederken, Chiapas’taki yerliler köklü bir değişime gitmişler. Daha önce sınıflı toplum varken, bu neredeyse ortadan kalkıyor ve komünler şeklinde yaşamlarını yeniden düzenliyorlar. Bunu yapmasalardı çoktan fiziki olarak da yok olurlardı. Chiapas bölgesinde kentlerde beyazlar ve melezler ağırlıklı yaşarken; köylerin çoğunda yerliler bulunmaktaydı. Köylüler büyük yoksulluk yaşarken; kentlilerin ekonomik durumu her zaman daha iyiydi. Kentliler aynı zamanda çok şovenistlerdi, yerlileri hep aşağılarlardı. Hatta 1994 yılına kadar San Christobal’da bir kaldırımda bir yerli ve beyaz/kentli karşılaşınca yerlinin kaldırımdan caddeye inmesi normaldi. Bu aşağılanmaya ve yoksulluğa karşı 19. yüzyılda binlerce yerli San Christobal kentini sarıp, bu duruma son verilmesini talep edince, kısa süre sonra Meksika ordusu tüm bu yerlileri katliamdan geçirdi. 20. yüzyılın 70’li yıllarında özgürlük teolojisinden etkilenen San Christobal piskoposu, yerlilerin kendilerini örgütlemeleri için bazı küçük avantajlar sağlamaya başladı ve yerlilere kendilerini örgütlemelerini ısrarla vurguladı.

Ve Marcos geliyor
Sonra 1984’de başkentten 6 solcu –aralarında Marcos da vardı– gelir, Zapatista hareketine katılırlar. Bu 6 kişinin etkisiyle 1994’daki isyan hazırlanır. Yani tam on yıl boyunca 1 Ocak 1994’teki isyana hazırlanılır. Tabii buradaki tartışma noktası, 6 beyaz ve melezin gelmesi ve harekete belli düzeyde yön vermesidir. „Bu 6 kişi olmasaydı, Zapatistalar bu isyanı yapar mıydı“ sorusu çok sorulur. Bu soruya ilişkin yürüttüğüm tartışmalarda genelde „hayır“ cevabını aldım. Ancak bu 6 kişiden daha çok yerlilerin kendi köklü örgütlenmelerinin de belirleyici olduğu hep eklenir. 1994’den sonra hareket gelişmeye devam etti ve bugün bu 6 kişiye eskisi kadar ihtiyaç duyulmadığını belirtiyor, San Christobal’deki aktivistler. Yukarıda Marcos’un rolünü oynadığı konusunda da bunu kastetmiştim.

Zapatistalara uluslararası destek
Bugün dünyanın birçok yerinden yüzlerce insan gelip Chiapas’ta kalıyor, değişik faaliyetlerde bulunuyor. San Christobal kent merkezinde neredeyse Meksikalılar kadar başka ülkelerden gelen insanlar da var. Siyasi amaçlı gelenler arasında özellikle Avrupalı ve Kuzey Amerikalı’ya rastlayabiliyorsun. Gelenlerin çoğu aylarca –bazıları yıllarca- kalıyor.

Meksika’da başkentten sonra STK yoğunluğunun en fazla olduğu kent San Christobal. 150 bin kişilik şehirde onlarca STK’yı görmeniz mümkün. Bunların hepsinin amacı veya yönü aynı değildir. Hatta BM’nin bile bir ofisi var. Bir kısmı Zapatistalara yakın dururken, diğer kısmı daha liberal yaklaşıma sahip. Kaldığım kısa sürede birkaç tanesini kısmen tanıyabildiğim için kapsamlı yorum yapmam mümkün değil.

Rantçı örgüt ve partilere tavır
Ancak yaptığımız sohbetlerde bir kaç kişiden, kimi STK’ların, Zapatista hareketi üzerine siyasi rant sağlamak amacıyla kurulduğunu da duyuyorum. Bundan ve başka nedenlerden dolayı Zapatistalar 2-3 yıl önce bir çok STK ile mesafeyi açmışlar. Kendilerini sol/sosyalist olarak tanımlayan bazı Meksikalı STK’lar, daha önce Zapatistaları desteklerken bugün daha fazla olumsuz eleştiriyorlarmış. Zapatistalar da, rant ve kariyer peşinde koşan STK ve partilerden uzak duruyorlar. Son başkanlık seçimlerinde kendisini solcu olarak tanımlayan ama sosyal demokrat olan PRD’ye oy vermeme çağrısı bile yaptılar. Bunun nedeni ise PRD’nin bir taraftan Zapatistaları destekler gibi görünürken; aynı zamanda iktidarda olduğu eyaletler ve kentlerde baskıcı ve sömürücü sistemin devam ettirici rolüne girmesidir.
ERCAN AYBOĞA