28 Mayıs 2011 Cumartesi

Oy Gaspına Dikkat!


600 yıllık imparatorluğun ve üzerine çullandığı gelenekle bereketlendirerek Cumhuriyet dönemine emanet ettiği kumpas, hile ve namertliğin, Kemalist kadrolarca rafine halinin ardından, neo Kemalizm'in postmodern türevleriyle karşı karşıyayız...

Kemalizmin hep yedeğinde tutarak zihniyet genleriyle oynadığı; iğdiş ederek gelecek tasavvurunu, algı menzilini ve amaç bütünlüğünü kötürümleştirdiği 'Türk sağı'nın, tıpkı senkronize vaziyetteki 'sol' ikizi gibi daha kesif bir mecradan dişlerini gıcırdattığını görüyoruz. Unutmayalım ki, ne Teşkilat-ı Mahsusa ne de İttihat ve Terakki, homojen değildi; sonrasında farklı gibi görünen sürüsüne lanet yapılanmaların tümünün anavatanıydı. Üstelik seceredeki anıların tazeliğiyle hemhaldiler...

Bu kirli mirasın, kan, kin, karşıtlık üzerinden obezleştiği kadar; adalet, ahlak ve hak evreninden uzaklaştığı, bizlerin sınırlı/küçük ömürlerinin bile tanıklığıyla sabittir. İki hafta sonra yapılacak seçimler öncesinde sergilediği oyunun figürlerine, sahne efektlerine, seçilmiş sözler ve giydirilmiş fon melodilerine bakıldığında, akli melekelerden firarın iştihanı anlamamak mümkün değil. Bunun için de yüzde 10 seçim barajıyla yapılan aleni hırsızlığın, 12 Haziran'da hem zorbaca hem de soft-ware kibarlığıyla yapılamayacağının garantisi yok...

1999 seçimlerinin ardından Ağrı İl Özel İdaresi'nde Vali Lütfi Yeğenoğlu'nun başkanlığında toplanan İl Genel Meclisi üyeleri(daimi) toplantısında MHP'li üye, neden Ağrı Belediyesi'nin HADEP tarafından kazanılmasına seyirci kalındığından şikayetçi oluyor. Bunun üzerine Vali Yeğenoğlu, "Kemal Bey, Diyadin'de HADEP ile ikinci parti arasında oy farkı azdı, müdahale ettik ve HADEP'e vermedik ama Ağrı merkezde inanın fark çoktu, bunu değiştiremezdik" diye cevap veriyordu. Bu örnekler, Diyadin'den Mersin'e kadar uzatılabilir; hem seçim bölgesi hem de kesintisiz dönemler olarak. Seçim öncesi ve sırasında devlet birimlerinin zor aygıtlarıya müdahil olmaları da eksik değil...

Bugün hem aktörler daha becerikli hem de aygıtlar daha münasip. Türk Emniyeti, Başbakan'ın milliyetçilik ve bayrak üzerine yürütüğü seçim kampanyasına paralel olarak Türk kamuoyunu yönlendirmek, milliyetçiliği zinde tutup AKP etrafından kenetlemek ve PKK ile BDP'yi barış istemeyen öcüler olarak pazarlamak için taktik operasyonlar yürütüyor. Son zamanlarda suikast senaryoları, işbirliği iftiraları, açık terörizm ve nokta katliamlarla yetinmeyen Türk Hükümeti/devleti, Blok adaylarının Kürt halkının yanı sıra Türkiye halkından da gördükleri sempati ve aldıkları desteği engellemek için masum insanları kıymaya kalkışacak kadar gözüdönmüşlük içindedir...

Askerini, polisini, paramiliter güçlerini yığıyor; psikolojik savaşın en pespaye çeşidinden en sureti haktan görünenine kadar tenezzül etmekte beis görmüyor. Devletin bütün olanaklarını kullanıyor, yargı ve yürütme sorumsuzluğunu, medyasının en görgüsüz oburluğuyla besleyip kusturuyor... Bu topyekun patalojik marazın küçük bir köydeki oy sandığından Yüksek Seçim Kurulu'nun duyuru saniyesine kadar korsanlık yapamayacağı bir güzergah yok...

Son değişikliklerle sandık alanı ve çevresi ayrımına gidildi. Sandık çevresi, kurulun görev yaptığı yer, merkez olmak üzere 15 metre yarıçaplı çevre; alanı ise 100 metre yarıçaplı olarak tanımlandı. Bu bölgelerde görevlendirilecek devlet güçlerinin listeleri ilçe seçim kurullarına önceden bildirilerek, sandık alanında sandık çevresinde bulunma hakkına sahip kimseler ile seçimin 'güvenliğini sağlamakla' görevli devlet güçlerinden başka kimse bulunamayacağı hükmü doğrultusunda işlem yapılıyor/yapılacak. Bu devlet güçlerinin ilçe seçim kurulu başkanı tarafından verilen belgeyle görevli oldukları sandıkta oy kullanabilecekleri düzenlendi...

İçişleri Bakanı, bölgesel toplantılar yaptı; ilçe ve il seçim kurulları ile sandık görevlilerinin belirlenmesi, mülki amirlerin seçim sürecine aktif katılımı ve özellikle Emniyet-Jandarma güçlerinin konumlanması, müdahale kabiliyeti programlandı... Emniyet Genel Müdürlüğü ile Jandarma Genel Komutanlığı’nda Seçim Harekat Merkezleri oluşturuldu, Bakanlık Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezi hazırlandı...

Üçüncü Blok'un bağımsız adaylarının sandık kurullarında temsilci bulundurma hakları yok, müşahitleri olabilir ama geçmişte bazı yerlerde olduğu gibi müşahitlerinin 11 Haziran akşamından itibaren nezarethanelerde 'ağırlanmayacağı'nın garantisi yok. Köy sandığından, ilçe seçim kuruluna, oradan il seçim kuruluna kadar dar ve taraftar bir güvenlik/bürokratik koridordan Yüksek Seçim Kurulu'na siber yolculuğa çıkan ve ardından digital hesaplamayla deklare mikrofonuna rakam olarak yansıyacak oylar, şaşırtıcı olabilir...

Tecrübeyle sabittir ki, devlet ağlarında gaspedilen oyları çekip çıkarmak için sınırlı saatler var, üstelik çok zor. Günü aşan itirazlardan diğer adaylar olumlu neticeler alabilir ama BDP'nin de desteklediği Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku'nun bu hakkı mahfuz değildir...

Yüksek Seçim Kurulu, il ve ilçe seçim kurulları başkan, asıl ve yedek üyeleri görevlerine başlamadan önce, kurul önünde birer birer şöyle and içerler: Hiçbir tesir altında kalmaksızın, hiç kimseden korkmadan, seçim sonuçlarının tam ve doğru olarak belirmesi için görevimi kanuna göre, dosdoğru yapacağıma, namusum, vicdanım ve bütün mukaddesatım üzerine and içerim... 18 Nisan'daki tasnif ve kısa sürede revize kararında kılıf zorluğu çekmeyen Yüksek Seçim Kurulu dikkate alındığında; namus, vicdan ve mukaddesatın ayarı hakkında minik bir fikrimiz mevcut...

Devletin bütün uzuvlarının seferberlik halinin yanında dizilen ve sübvansiyonla şişirilen kadroların, ahlak ve vicdan siperleri zayıftır. İnsani bütünlüklerinde açılan gediklerden sızan agresif saldırganlık, iktidar taasubu ve yitirme korkusuyla çılgınca saydırıyor. Dolayısıyla 3. Blok'un bütün bileşenleri ve kadrolarının dikkatli, hızlı ve mobilize olarak sandıklara ve oylara sahip çıkmaları, yedekli çalışmaları; halklarımızın geleceğine konulmak istenen gayrimeşru ipoteğe fırsat vermemeleri gerekiyor...

http://tuncelfikret.blogspot.com/

Kürtler, Kimlik Politikası ve Hegemonya-2


Bir partinin ya da politik bir grubun politik mücadelede ön plana çıkması, ağır basması için çoğunluğu kazanmış olması gerekmez.

Burada cevaplandırılması gereken önemli soru şudur:

Çoğunluğu kazanmak ne demektir?

Kabaca iki türlü cevap verilebilir:

Birincisi, çoğunluğun başlıca görüşlerinizin tümüne katılmasıdır.

İkincisi: Çoğunluk sizden değildir, ama bir zamanlar karşı çıktığı başlıca görüşlerinizin en azından bir bölümünü içselleştirmiştir. Politik rakipleriniz sizin görüşlerinizi kendi dillerinden ifade ederler.

Eskiden bu görüşler üzerine yapılan tartışma bitmiştir ya da başka bir boyuta yükselmiştir.

Yeni boyut, değişimin nasıl kurumsallaşacağı ile ilgilidir.

Bazı kurumlar ortadan kalkacak, bazı yeni kurumlar kurulacaktır.

Değişim kültürel içerikten politik ve toplumsal yapılanmaya kayar.

Değişim hangi oranda ve nasıl olacaktır?

Değişimin gereğini herkes kabul etmektedir.

Tanım olarak değişim, eski konumdan uzaklaşmak demektir. İşlerin eskisi gibi yürümemesi demektir.

Eski konumdan hangi yönde ve oranda uzaklaşılacaktır?

Politik mücadele içinde cevabı belirlenecek yeni soru budur.

Somuta inersek…

Önceki yazıda Yeşiller'in son otuz yılda Almanya’da nasıl bir kültürel değişim sağladıklarını, başlangıçta kendilerine özgü olan ve tepkiyle karşılanan görüşlerinin nasıl genel kabul gördüğünü, kültürel alanda önemli bir hegemonya kurduklarını belirtmiştim.

Büyük ve ekonomik olarak güçlü bir eyalet olan Baden Württemberg’de yeşiller en büyük parti durumuna gelerek Hıristiyan Demokratlar’ın 58 yıllık iktidarına son verdiler ve SPD ile kurulan eyalet koalisyon hükümetinin büyük ortağı oldular.

Büyük bir eyaletle sınırlı da olsa görüşlerinin kurumlaşmasına yönelmeleri gerekiyor. Çevrecilikle ilgili görüşlerinin önemli bölümü diğer partiler tarafından da –kendi ifade tarzları içinde- savunulduğuna göre, çevrecilik ve sürdürülebilir kalkınma konularındaki görüşlerini toplumsal yaşamın bütün alanlarına uygulayabilmeleri gerekiyor.

Bizdeki durum Almanya’dakinden oldukça farklı olmakla birlikte, önemli bir ortak nokta bulunuyor: Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da son yirmi yılda sadece Kürt halkında değil, boyutları farklı olmakla birlikte Türk halkında da önemli bir kültürel değişim yaşandı.

Kültürel değişimin ana noktasını, herkesin kendi kimliğini açıkça ifade edebilmesi oluşturdu. Bugün normal gibi görünen, önümüzdeki yıllarda ise iyice normalleşecek olan bu özellik, yirmi yıl önce hiç de normal değildi.

Kürt halkının varlığı ve bunun sonucu olarak da dili kabul edilmiyordu.

Yirmi yılda değişik kavgalar ve itirazlar arasından geçen kimlik talebi kendi yolunu açtı.

Herkes kendi kimliğini açıkça ortaya koymak, kimliğine sahip çıkmak hakkına sahiptir görüşü, tümüyle egemen olmasa bile, önemli oranda ağırlık kazandı.

Konu Kürtlerle sınırlı kalmadı, kalamazdı da…

Araplar, Çerkesler, Lazlar, Süryaniler ve bu topraklarda şu veya bu oranda var olan bütün halklar kimliklerini açıkça sahiplenmeye başladılar.

Konu halklarla sınırlı kalmadı. Farklı dinsel ve mezhepsel kimlikler, inançlar; farklı cinsel kimlikler de kendi özelliklerine sahip çıkmaya başladılar.

Farklı kimliklerin serpilmesine –istemeden de olsa- AKP de katkı yaptı. Yıllardan beri İslami kimliği farklı bir kimlik olarak savunanlar, başka kimliklerin de kendini göstermesini engelleyemezdi.

Engellemek için ellerinden geleni yaptılar, başarılı olamadılar.

Bu konuda AKP yetkililerinin Aleviler için yaptıkları çeşitli “saptamaları” hatırlamak yeterlidir.

Yirmi yıldır yaşanan kültürel değişimin oturduğu söylenemez, ama geri dönülemeyecek kadar ileri gidilmiştir. AKP, seçimden sonra, TBMM’de istediği büyük çoğunluğu elde edebilse bile, filmin geriye sarması mümkün değildir.

Mücadele artık yasaların ve kurumların kültürel değişime göre nasıl şekilleneceği konusundadır.

Farklı kimliklerin varlığının ve birlikteliğinin yasal güvencesi nasıl sağlanacak, hangi kurumlar ortadan kalkacak ve yerlerine hangileri kurulacak?

Örneğin devletin değişik din ve mezheplere karşı eşit uzaklıkta durması söz konusuysa, bir Sünni kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın feshedilmesi gereklidir.

Bu, yasa çıkarılarak yapılabilecek iş değildir; zira bu kurumda on binlerce kişi çalıştığı gibi, kurum toplumun birçok alanına da nüfuz etmiştir.

Bu tür kurumlar yasayla feshedilseler bile, başka şekillerde varlıklarını sürdürebilirler.

Bir çözüm, alternatif kurumların ortaya çıkması olabilir. Aleviler Cem evleriyle bunu belirli oranda yaptılar. Bir başka önemli adım, “sivil cuma namazları”dır.

Bu tür seçeneklerin çoğalması Diyanet’i zayıflatır ve kendi yapısında reform yapmaya zorlar; ama nasıl?

Reform yapmamak için sonuna kadar direneceklerdir; zira reform yapmazlarsa etkinlikleri giderek azalacak, ama yaparlarsa da gelişmeleri kontrol edemeyeceklerdir.

Reform onların sınırlarının çok ilerisine gidecektir.

Farklı kimliklerin bir arada yaşaması için gerekli yasalar ve kurulması gerekli yeni kurumlar üzerinde daha somut düşünmek ve daha da önemlisi düşünüleni uygulamak gerekiyor.

Unutulmaması gerekir: Teorinin kendi pratiği vardır. Her teori uygulandıkça belirli bir değişime uğrar. Pratik, kendi teorisini yeniden şekillendirir.

Demokratik özerklik ile ilgili olarak da benzeri bir gelişme olacaktır. Teorik olarak nelerin eksik kaldığını pratik gösterecektir.

Unutulmaması gereken nokta şudur: Yirmi yıl önce zor hayal edilecek bir aşamaya gelindi. Teklik konusundaki kültürel hegemonya yıkıldı, yerini çeşitlilik aldı.

Bu aşamadan geriye dönülmesi mümkün değildir.

Mücadelenin yeni bir aşaması gündemdedir: bu çeşitliliğin yasaları ve kurumları nasıl olacaktır?

Bu aşamanın da zor olmakla birlikte önceki kadar çetin olacağını sanmıyorum.

Cumhuriyet’in teklik konusundaki hegemonyası yıkılmıştır ve farklı bir söylemle kendini yeniden üretmeye çalışmaktadır.

Bunu başarabilmek için de yirmi yıl önce kesinlikle reddettiklerini kabul etmek zorunda kalmaktadır.

Gelecek yine zor, ama eskisi kadar zor olmayacak gibi görünüyor…

Kürtler, Kimlik Politikası ve Hegemonya-1


İki bölümlük bu yazıda Almanya’da Yeşiller partisinin hızlı yükselişinin incelenmesinden hareketle, buradan toplumdaki ana akım (mainstream), kimlik politikası ve Kürtler ile ilgili bazı çıkarsamalar yapmaya çalışacağım.

Yaklaşık bir ay önce haftalık Die Zeit gazetesinde Yeşiller’in önemli isimlerinden Jürgen Trittin ile uzun bir söyleşi yayımlandı.

Trittin, bu söyleşisinde, Yeşiller’in istikrarlı ve hızlı yükselmesinin Japonya’daki nükleer santral kazası ile açıklanamayacağını, yıllarca uğraşarak toplumdaki ana akımın yeniden tanımlanmasını sağladıklarını belirtiyordu.

20 yıl önce Almanya’nın yenilenebilir enerji üretimine yönelmesinde bütün partilerin –en azından kağıt üzerinde- anlaşacağı söylenseydi, bunu söyleyene “aklını kaçırmış” gözüyle bakılırdı.

Yeşiller, Almanya’da, toplumsal kültürün önemli oranda değişmesini ve yeniden tanımlanmasını sağladılar.

Otuz yıl önce bu ülkede çevre korunma kavramı oldukça zayıftı. Yıllar içinde bu kavram hem içerik olarak zenginleşti hem de bütün politik güçler tarafından kabul edilir oldu.

Toplumun bütün kesimlerini kesen başka bir yaşam tarzı gündeme geldi, giderek egemen oldu.

Çöplerin ayrılması, kurşunsuz benzin kullanımı, yenilenebilir enerji üretimine yönelme, göçmen haklarının savunulması, kadınların önemli sorumluluklar üstlenmeleri gibi gelişmelerde Yeşiller’in belirgin payı vardır.

Yaklaşık 35 yıl önce politik yaşama girdiklerinde Yeşiller sol bir politik güç idiler.

Barış hareketinde –SPD ile birlikte- aktiftiler.

Bugün ise kapitalizmi savunan ve Afganistan’da yürütülen savaşı onaylayan bir parti durumundalar.

Burada söz konusu olan sadece Yeşiller’in evrimleşmesi değil, Almanya’daki düzenin de Yeşiller’in istekleri doğrultusunda değişmesidir.

Böylece Yeşiller ile düzenin buluşması gerçekleşti.

Yeşiller; Hıristiyan Demokratlar, Sosyal Demokratlar ya da Liberal Demokratlar gibi kapitalizmi savunmakla birlikte, farklı bir kapitalizmi savunuyorlar.

Buradan hareketle, Yeşiller’in Almanya kapitalizminde önemli bir kültürel yenilenmeye neden oldukları söylenebilir.

Yeşiller’in otuz yıl önceki tezleri, bugün Almanya kapitalizmi tarafından önemli oranda içselleştirilmiş durumdadır.

Hıristiyan Demokratlar ve Liberaller bile atom enerjisinden uzaklaşılması gerektiğini savunuyorlar.

Bu durum Yeşiller’in geleceği için ciddi bir sıkıntı kaynağı olduğu gibi, aynı zamanda bu partinin yükselmesinin süreceğini de gösteriyor.

Sıkıntı kaynağıdır, çünkü, eğer mevcut düzen sizin taleplerinizi önemli oranda içselleştirmişse, politik bir güç olarak belirgin bir özelliğiniz kalmamış demektir.

Bu durum bir partiyi hızla erimeye götürebilir.

Diğer yandan ise, toplumdaki bütün sınıfları kesen kapsamda farklı bir yaşam tarzının egemen olmasında daha yapılacak işler vardır.

Yeşiller’in atom enerjisi karşıtlığı bu konuda iyi bir çıkış noktası oluşturuyor.

Japonya’daki nükleer kaza, modern çağın başlamasından bu yana tekniğe duyulan güveni sarsacak karaktere sahiptir.

Bugüne kadar, ne denli tehlikeli sonuçlara yol açacak olursa olsun, tekniğin denetlenebileceği varsayılırdı.

Örneğin dünyayı onlarca kez yerle bir edecek sayıda atom silahı bulunmasına karşın, bunları ateşleyecek olanın insan olduğundan hareketle, bu dehşet dengesinin denetim altında tutulabileceği varsayılırdı.

Japonya’daki nükleer kaza, insanın kendi ürettiği tekniği denetleyemeyebileceğini ve bunun da vahim sonuçları olabileceğini gösterdi.

Konu sadece nükleer santrallerle ilgili değildir.

Reflexive Modernisierung olarak da adlandırılan teze göre, modernlik, insan yaşamında bir yandan tehlikeleri azaltırken, öte yandan da artırır.

Eskiden olmayan tehlikeler ortaya çıkar.

Denetlenemeyen teknik bunlardan birisidir.

İnsan hayatına büyük kolaylıklar getiren teknik gelişme, büyük tehlikeleri de birlikte getirebilmektedir.

Yeşiller’in bu konuda ne tür politik kavramlar geliştireceklerini yakında göreceğiz.

Konunun teorisi ise, sorun açıkça ortaya çıkmadan önce hazır durumdaydı.

Birisi İngiliz birisi Alman olan iki sosyolog, Giddens ve Beck, modern toplumun aynı zamanda tehlike toplumu olduğunu açıklayan görüşlerini değişik kitaplarda yıllar önce ortaya koymuşlardı.

Toplumsal gelişmenin ihtiyaçlarını görmek ve ona uygun saptamalar yapmak yetmez.

Bu saptamaların hayata geçirilmesi ve giderek toplumun ana akımını belirlemesi, onu değiştirebilmesi gerekir.

Politik ustalık burada ortaya çıkar.

Yeşiller, yıllar süren çabaları sonucu, Almanya’da kültürel hegemonyayı ele geçirmiş durumdadır.

Herkes onlardan değildir, ama neredeyse herkes onların temel görüşlerini savunmaktadır.

Bunların başında da yenilenebilir enerjilere yönelmek, nükleer enerjiden uzaklaşmak geliyor.

Büyük bir kesimin sizden olmaması ama önemli görüşlerinizi kabul etmesi, o toplumda hegemonya kurabildiğinizi gösterir.

Yeşiller toplumun bütün kesimlerini ortaklaşa ilgilendiren yaşam tarzı konusunda böyle bir hegemonya kurabildikleri için, yükselmelerinin süreceği söylenebilir.

Kürtlerin konuyla ne ilgisi var diye sorabilirsiniz.

Yeşiller’in başarısının nedenlerinden bir tanesi de, sosyalist solun bir türlü anlayamadığı kimlik politikasıdır.

Herkesin kimliğiyle kendisini ifade edebilmesini savunmaları ve bunu toplumsal sistemle de bütünleştirebilmeleridir.

Almanya’nın değişen ana akımı sadece çevrecilik konusunda değildir. Daha az oranda ve halen epeyce zorlanarak da olsa, farklı kimliklerin kabul edilmesi konusunda da değişim sağlanmıştır.

Gelecek yazıda bizdeki kimlik politikası, Kürtlerle başlayan ve toplumun değişik kesimlerinde yayılmaya başlayan büyük değişim üzerinde duracağım.




Turizm Savaşları

 
Tunus Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika’daki politik çatışmalar ve istikrarsızlık Güney ve Doğu Akdeniz alanlarını turizm açısından güvenli olmayan alanlara dönüştürdü. Uzak Doğu iklimindeki istikrarsızlıklar (Taylan’daki yağmurlar) ve doğal felaketler (Japonya depremi) eklenince turizm endüstrisi ve haritasında ciddi değişiklikler meydana geldi.

Türkiye birçok alanda yaşanan olumsuz gelişmelerin aksine bu yılki turizm sezonuna oldukça elverişli başladı. PKK’nin ilan ettiği ateşkes ve turizm bölgelerine yönelik açıklamalarda bulunmaması bu saha için güvenli bir atmosfer yarattı.

Türkiye turist akışında meydana gelebilecek olası değişiklikleri zamanında okudu ve Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya’da Turist pazarlarını yönetmek için bir dizi politik ve diplomatik ilişki geliştirdi. Ve daha şimdiden geçen yılın aynı dönemindekine kıyasla yüzde 15 daha fazla turist çekmeyi başardı.

Bu bazı kaynaklara göre bu daha fazla; örneğin Türkiye Otelciler Federasyonunun (TÜROFED) raporuna göre, 2011 yılının ilk üç ayında ziyaretçi sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 1,8 milyondan 2,1 milyona yani yüzde 17,6 arttı. Türkiye, bu yılki turizm akışını yönetmede o kadar kararlı ki Dışişleri bakanı Antalya ve İzmir’de ek ofisler açarak burada yabancı temsilciliklerle bir toplantı gerçekleştirerek bu konudaki stratejik yaklaşımını ortaya koydu.

Turizm bir sermaye hareketidir. Bu yüzden Rusya ve Avrupa bu turizm hareketini yeniden kontrol etmeye ve tüm sermayenin Türkiye’ye akışını engellemeye çalışıyor.

TURİZM SATRANCI

Aslında bu ülkenin Turizm konusunda yeni stratejiler geliştirme arayışı iki yıl önce başlamıştı. Planlı olarak geliştirdiği krizlerle İsrail den turistleri kaybetmesine rağmen bundan daha fazlasını İran Ortadoğu’dan çekmeyi başardı. Şu anda İran Türkiye için beş önemli kaynaktan biri. Almanya Rusya İngiltere Bulgaristan diğer önemli kaynaklar arasındır. Sadece İran değil bütün Ortadoğu ve körfez bölgesindeki Turizm potansiyelini artırmaya çalışıyor. Daha 2010 yılında Ocak-Temmuz aylarında Birleşik Arap Emirlikleri gelenlerde % 74, Lübnan yüzde 73 ve Suudi Arabistan yüzde 47 artmıştı.

Son yıllarda Ortadoğu ve körfez bölgesindeki turist potansiyelinin Türkiye’ye yönelmesinin en büyük sebebi Avrupa’nın İslam karşıtı eğilimleri kışkırtmasıdır. Buna Kuzey Afrika’daki politik istikrarsızlıkta eklenince Türkiye’ye için büyük avantajlar ortaya çıktı.

Türkiye’nin bu konuda geliştirdiği en önemli stratejilerden biri de vizelerin karşılıklı veya tek taraflı olarak kaldırılması oldu. Avrupalı Turistlere yıllardır sağlanan vizesiz geçiş izni bu yıl Ortadoğu ülkeleri ve Rusya ile vizeleri karşılıklı olarak kaldırılmasıyla önemli düzeye ulaştı.

Ayrıca Türkiye yeni pazarları ustalıkla yönetmeye çalışıyor. Bu konuda Rusya önemli bir örnek Türkiye son yıllarda Rusya ile geliştirdiği ekonomik ilişkilerde bu ülkenin Turizm potansiyelini de hedefliyordu. Özellikle bu yıl ülkeye gelen turist sayısında yüzde 30 artırmayı hedefliyor. Bu geçen yıl 3,1 milyon olan sayının 4 milyona çıkarılması anlamına geliyor.

Türkiye’nin bu oranda Turist çekmesinin bir yönü de fiyat oranlarıyla geniş bir coğrafyadaki orta sınıfları hedeflemesidir. Bu konuda ucuz sunum Rusya ve batının alt sınıflarını Ortadoğu’nun orta sınıflarını tatile çekmeyi pazarlıyor. Ayrıca otel sahipleri tur operatörleri kataloglarındaki süreleri iki ay uzatarak ek karlar elde etmeyi hedefliyorlar

MEDVEDEV; TÜRKİYE’YE GİTMEYİN


Ancak Turizm gelirlerinden faydalanmayı düşünen tek ülke Türkiye değil Avrupa ve Rusya giderek Türkiye’ye akan Turizm sermayesini yeniden kontrol etmek istiyor. Özellikle Avrupa basını Türkiye’deki jeolojik yapısını gündemleştiriyor. Türkiye’nin yıkıcı deprem bölgesi olduğu ve Akdeniz’de büyük tsunamilerin meydana gelebileceğini hatırlatıyor. Bu iddialar turistlere Japonya’daki doğal felaketleri hatırlatıyor.

Yine Rusya bir yandan acil bir biçimde iç turizmi güçlendirme kararı alırken bir yandan Türkiye’nin kalitesiz turizm hizmetlerini deşifre etmeye başladı. Başkan Medvedev, Kostroma kentinde Rusya vatandaşlarına Türkiye’ye gitmemeleri konusunda çağrı yaptı. Güney bölgesindeki yöneticiler seslerini yükselterek Türkiye turizm şirketlerinin Rusları kandırıldığını belirtiyor.

Ayrıca Türkiye’nin kaliteli üretim yerine ticarette şark kurnazlığını bırakmıyor. Örneğin “Her şey dâhil” programların hilelerle dolu olması dünya basınında yer almaya devam ediyor. Özellikle Rusya basını bu konuda haberlere yer ayırmaya başladı.

Alanya’daki muhabirinin izlenimlerini manşetine taşıyan Komsolmolskya Pravda Türkiye’nin insanlara sunduğu “her şey dâhil” seyahat paketlerinin bir kandırmadan ibaret olduğunu yazdı. Gazete bu ülkeye gidenlerin vaat edilenden çok daha fazla para harcamak zorunda kaldığını ayrıca temizlik ve diğer hizmetlerin çok kötü olduğunu yazdı.

Gazetenin muhabiri Denis Titerenko ucuz paketlerin turistleri ya sosyal aktivitelerden uzak kötü otel ve konaklama yerlerine götürdüklerini yâda bir ek ücret aldıklarını belirtti. Titerenko Türklerin çok Kurnaz bir halk olduğunu satıcıların ya etiket kullanmadığını yâda kullandıkları etiketlere aldırmadan pazarlık yaptıklarını ayrıca Turistlere pazarladıkları değerli hediyelik ve takı eşyalarının çoğunca sahte çıktığı yazıyor. Muhabir Türkiye’nin Akdeniz sahillerine giden Turistlerin büyük kısmının daha sonra pişmanlık duyduğunu iddia etti.

Konu hakkında görüşlerine başvurulan Tur operatörü Viyoletta savoystova ise Tatile gitmek isteyen insanların Turizm şirketleriyle yaptıkları sözleşmeleri daha dikkatli okumaları, sözleşmelerini yanlarına almaları ve diğer hukuksal yolları önerdi.

Baydemir Erdoğan'ı Canlı Yayına Davet Etti


Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın BDP’li belediyelerin hizmetlerini kıskandığını söyledi. Baydemir, "Sayın Başbakan muhtemelen kabul etmeyecektir. Ama güvenmiş olduğu ekonomi bakanı ya da ekonomiden sorumlu görevlendireceği bir yetkiliyle gelsin bir canlı yayın programına katılalım" dedi.

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, merkez Bağlar İlçesi Yeniköy Semti’nde, Yeniköy Kentsel Dönüşüm Projesi temel atma törenine katıldı. Törenin ardından gazetecilere açıklamalarda bulunan Baydemir, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, ’Belediyelere para gönderiyoruz yatırıma gitmiyor, nereye gidiyor’ sözlerinin sorulması üzerine şunları söyledi:

"Çok açık ve net söylemek gerekirse sayın Başbakan başta Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olmak üzere BDP’li belediyelerin çalışmalarını kıskanıyor. Özellikle de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmalarını kıskanıyor. Bu kadar kıt kaynaklarla, kıt imkanlarla, bu kadar büyük hizmet nasıl üretiliyor diye açık söylüyorum kıskanıyor. Ondan dolayı da çamur atıyor. Çamur at izi kalsın politikasını izliyor. Ama Diyarbakır sadece değil, bölgeye göndermiş olduğu kaynağı biz eleştiriyoruz. Sayın Başbakan Devlet Planlama Teşkilatı’nın Hazine Müsteşarlığı’nın verilerini incelesin. Kendi iktidarı döneminde incelesin. 21 ile vermiş olduğu teşvik toplamı, Bursa iline vermiş olduğu teşvik toplamından daha azdır. Bir kez daha söylüyorum sayın Başbakan kendi iktidarı döneminde bütün Türkiye’de dağıtmış olduğu teşvik toplamına bir baksın. Bunun Türkiye’nin Doğu yakasındaki 21 ile vermiş olduğu teşvik toplamı Bursa iline vermiş olduğu teşvik toplamından daha azdır. Bizim eleştirdiğimiz budur. Sayın Başbakan önce kendi pratiğine baksın."

SAYIN BAŞBAKAN BU ÇÖP SİYASETİNİ BIRAKSIN

Baydemir, çöp siyasetinin bayatlamış bir siyaset olduğunu belirterek, "Artık çöp siyasetini yapmamak lazım" dedi. Nedeni ne olursa olsun, kentin sokağını ya da caddesini temizlememenin ayıp olduğunu, böyle bir şeye asla hiçbir belediyenin tenezzül etmeyeceğini belirten Baydemir, "Çok açık ve net söylüyorum ve buradan da çağrı yapıyorum. Mesai arkadaşlarıma da çağrı yapıyorum. Ayıptır, sokakları temizlememek, caddeleri temizlememek olamaz böyle bir şey. Biz böyle bir şey yaparsak kim bundan rahatsız olacak ben açık söylüyorum. Her şeyden önce benim halkım rahatsız olacak. Ben halkımın sağlığı için sokaklarımı temizliyorum. Ben halkımın sıhhati için caddeleri temizliyorum. Ve aslan da yatağından belli olur. Dolaysıyla bizim çöple siyaset yapma gibi bir politikamız asla olamaz. Ama sayın Başbakan da bu çöp siyasetini bıraksın artık. Sakız etmiş hakikaten sakız etmiş. Artık bu bayatlamış bir şeydir. Başta Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olmak üzere dört belediyemizin de böyle bir politikası yoktur olamaz da" ifadelerini kullandı.

BAŞBAKAN GELSİN CANLI YAYINA ÇIKALIM

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan sonra, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı canlı yayına davet eden Baydemir, "Sayın Başbakan muhtemelen kabul etmeyecektir. Ama güvenmiş olduğu ekonomi bakanı ya da ekonomiden sorumlu görevlendireceği bir yetkiliyle gelsin bir canlı yayın programına katılalım. Bu Diyarbakır’daki yerel bir kanalda olabilir, bu bir ulusal kanalda olabilir. Gelin son 10 yıllık zaman dilimi içerisinde hatta sizin iktidarınızla sınırlandıralım. Diyarbakır’a ne yatırım yapılmış? Ne kadar kaynak verilmiş? İstanbul’a ne yatırım yapılmış? Ne kadar kaynak verilmiş? Gelin bunları masaya yatıralım ve bu hükümet döneminde ayrımcılık mı var? Yatırım mı var? Hep beraber irdeleyelim. Ayıptır günahtır" diye konuştu.

BAŞBAKAN HALKIN GÖZÜNÜN İÇİNE BAKA BAKA HAKARET EDİYOR


Başbakan Erdoğan’ın Hakkari’de yaptığı konuşmasıyla ilişkin Baydemir, "Başbakan gözlerimizin içine baka baka bir halkın gözünün içine baka baka ben açık söylüyorum hakaret ediyor. Hakkari ilinin gerçekleşen bütçesi bir koskoca il belediyesinin gerçekleşen bütçesi 20 milyon lira. İstanbul’un bütçesi 21 katrilyon. Ayıptır günahtır. Kalkmışsın Hakkari’de diyorsun ki 20 milyon lirayı ne yaptın. Bir de belediyecilikten geliyorsun. Valla okkalı bir söz söylemek mümkündür ama seçim sathı mailinde fazla germeyelim" dedi.

BDP'li Kaya, Erdoğan’a Yolsuzluk Belgeleriyle Cevap Verdi


Van Belediye Başkanı Bekir Kaya, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Van ve Hakkari mitinglerinde ‘Bu paralar nereye gidiyor’ sözlerine belgelerle cevap verdi. Kaya, AKP döneminden kalma 71 milyona aşkın borç ödediklerini belirterek, Erdoğan’a ‘Bir gün bile olsa kendi belediye başkanınıza “Bu paralar nereye gidiyor? Sorusunu yönelttiniz mi?” diye sordu.

Van Belediyesi, Van için büyük bir tesis olacak olan ‘Çok katlı otopark ve Konferans Salonunun” temelini attı. Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloğu Van Bağımsız Milletvekili adayları Nazmi Gür ve Aysel Tuğluk’un da hazır bulunduğu temel atma töreninde konuşan Van Belediye Başkanı Bekir Kaya, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Van ve Hakkari mitinglerinde ‘Bu paralar nereye gidiyor’ sözlerine belgelerle cevap verdi.

Kentteki bütün çalışmaları halkla birlikte gerçekleştirdiklerini belirten Kaya, “Bu kent; kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar, birilerine peşkeş çekilen ihaleler, paylaşılan rantların, o kara gölgesinden artık kurtuldu. Halkımız kendi parasının nereye gittiğini, neye harcandığını artık rahatlıkla biliyor ve bunun muhasebesini yapabiliyor” diye konuştu.

‘2 YILDA 71 MİLYON 596 TL BORÇ ÖDEDİK’

Göreve başladıkları gündün bugüne belediyeye aktarılan kaynakları ve giderlerle ilgili bilgiler veren Kaya, Belediyeye bugüne kadar İller Bankası’ndan gelen paradan toplam 44 milyon 300 bin 025,97’si eski borçlara karşı kesilirken, Belediyenin ise eski borçlara karşılık kendi kasasından 2 yıl boyunca 27 milyon 308 bin TL olmak üzere; Toplamda yaklaşık 71 Milyon 596 TL borç ödediğini söyledi.

Bunun dışında Mavi Kent AŞ’de yapılan inceleme sonucunda 52 Milyon TL’nin usulsüz bir şekilde harcandığı belgelediklerini söyleyen Kaya, bugün ortada olan bu marifetlerin, kendilerine “Paralar nereye gidiyor” diyen başbakanın belediyesinin yaptığı borçların karnesi olduğunu belirtti. Kaya, “Kendi borçlarını ödediğimiz ve hizmet yaptığımız için bize teşekkür etmesi gereken Başbakan’ın kalkıp bizi suçlaması mantık dışıdır. Başbakan’ın yapması gereken öncelikli şey kendi belediyesinin dönemi için hesap sormasıydı. Başbakana şunu sormak istiyorum bu borçlara rağmen bir gün bile olsa kendi belediye başkanınıza “Bu paralar nereye gidiyor? Sorusunu yönelttiniz mi? Hayır! Ama aksine bir daha aday gösterip mitinginizde sırtını sıvazladınız. Bu halk buna en iyi cevabı seçimlerde zaten vermiştir ve vermeye devam edecektir” diye konuştu.

‘BAŞBAKANIN MATEMATİK BİLGİSİ VARSA RAKAMLARI TOPLASIN’

Başbakan’ın sürekli İller Bankası’ndan gelen paranın bir yıllık toplamını vererek bu paranın nereye gittiğini sorduğunu söyleyen Kaya, “Bize 2010 yılında iller bankasından gelen 66 milyon 398 bin TL’nın nereye gittiğini söyleyelim. 38 milyon 847 bin TL personel giderlerine, 18 milyon 049 bin TL sizin eski borlarınıza karşılık direk kaynaktan kesildi. 8 milyon 626 bin TL ise yine eski borçlarınıza karşılık biz ödedik. Evet sayın Başbakan matematik bilgin varsa bunu hesapla nereye gittiğini öğren ama ben o bilginin olmadığını düşünüyorum” dedi. Tüm borçlara rağmen hem AKP’lilerin hemde Başbakan’ın hala eski tahribatlarının üzerini örtmeye çalıştığını aktaran Kaya, “Tabi siz kendinizi, size alınan Isfahan İpek Halının üzerinde uçarak zan ediyorsunuz. Ama siz uçarken, sizin bu halka bıraktığınız tek miras kamyon kamyon borç oldu” dedi.

Başbakan’ın asıl rahatsızlığının BDP’li belediyelerinin yaptığı başarılı çalışmalar olduğuna dikkat çeken Kaya, “Başbakan şunu bilmeli ki yanlış hesap Bağdat’tan değil, Van’dan dönmüştür. Korkunun ecele faydası yok, biz burada halkımızla en iyi çalışmayı yapmaya devam edeceğiz. Sizde çılgın projelerinizle oyalanıp durun!” diye konuştu.

USULSÜZLÜĞÜN FATURALARINI GÖSTERDİ

Kaya daha sona Mavi Kent kasasından Başbakan’a alınan halı, Cumhurbaşkanına alınan hediyeler, alınan altınlar, bilezikler, ziynet eşyaları, yüzlerce kilo bal-peynir’in faturalarını alana teker teker gösterdi. Bu belgelerle halkın parasının nereye ve nasıl harcandığını net bir bizimde ortaya koyduğunu aktaran Kaya, Başbakan’ın öncelikli olarak 52 milyon TL’nin hesabını kendi belediye başkanına sorması gerektiğini söyleyerek “Ama soramazlar çünkü bunların tümü bu kente geldiklerinde hediyelerle Ankara’ya uğurlanmışlar. İşte Başbakan; bizim paramız hizmete sizin paranız ise buralara gidiyor!” diyerek cevap verdi.

‘BAŞBAKAN, BİR KURUŞ FİLE FAZLA GÖNDERDİĞİNİ İSPATLARSA İSTİFA EDERİM’

Başbakan’ın söylemlerine tepki gösteren Kaya, “Bizim dönemimizde bütün Türkiye’de olduğu gibi her belediyeye kişi başına iller bankasından gönderilen miktardan, bir kuruş gönderdiğini ispatlasın derhal belediye başkanlığından istifa ederim” diyerek “Peki, siz diğer belediyelerinize bakanlık fonlarından gönderdiğiniz paranın hesabını açıklayabilecek misiniz” sorusun sordu.

‘AKP DÖNEMİNDE BELEDİYE GÖNDERİLEN 950 BİN TL KAYIP’

2006 yılında AKP’nin iktidar olduğu dönemde AKP’li Van Belediyesine Çevre Bakanlığı’ndan gönderilen 1 milyon 500 bin TL’nin 950 bin TL’sinin kayıp olduğunu söyleyen Kaya, “Ancak şimdi bu parayı bizden istiyorlar. Siz yenilen ve çalınan bu parayı niye benden istiyorsunuz? Ama hiç kimse merak etmesin bu 950 bin TL’yi de boğazlarında çekip çıkaracağız” diye konuştu.

‘AKP’Lİ BAKAN ÇELİK’E KAÇAK SUDAN CEZA KESTİK’

AKP’nin Vanlı Bakanları’ndan Hüseyin Çelik’in kaçak su kullandığını söyleyen Kaya, “Biz bunları yakaladık ve gerekli cezayı da kestik” dedi.

Kaya konuşmasının devamında, yaptıkları her projeyi kendilerine mal eden AKP’lileri ‘Deli Emin’ tiplemesine benzeterek şöyle konuştu; “Şimdi elimizi neye atsak, ne yapsak; eski belediye yönetimi ve AKP’liler ‘deli emin’ gibi ‘şerefsizim benim aklıma gelmişti’ deyip duruyorlar. Şerefinize karışmam ama aklınıza gelmişti de 5 yıl boyunca neyi beklediniz. Bütün Vanlılar şunu bilmelisiniz; bu projeler ihtiyaçtan kaynaklı ve Vanlıların projeleridir.”

Yapılan konuşmanın ardından Çok Katlı Otopark ve Konferans Salonunun temeli, Kaya, Gür, Tuğluk tarafından yapıldı. Açılış sonrası balonlar ve konfetiler uçurulurken, daha sonra MKM Sanatçıları Zelal Gökçe ve Koma Gûlên Xerzan solisti Çiya mini bir konser verdi.

Temeli atılan çok katlı otopark, 840 araçlık olarak projelendirilirken, otoparkın zemin katı iş yerleri, bodrum katlarla birlikte 7 kat ise otopark olarak belirlendi. Otoparkın en üst katı ise bin 500 ve 350 kişilik konferans salonları olacak. Otoparkın 2 yıl içerisinde bitirilmesi bekleniyor.

Karayılan: "Bir Yıldır Hazırlık Yapıyoruz"


KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Türkiye’de yapılacak yeni anayasada Kürt inkarına izin vermeyeceklerini belirterek, ‘’Devlet seçimlerden sonra artık bize net bir şey söylemeli. Aksi durumda kendi başımızın çaresine bakarız’’ dedi.

Kürt meselesinin çözümü için Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloku’nun seçimlerden başarıyla çıkması gerektiğini vurgulayan Karayılan, ‘’Devrimci halk savaşı çerçevesinde önemli bir hazırlık yapmış bulunmaktayız. Bir yıldan fazla bir zamandır bu hazırlıklarımızı sürdürüyoruz’’ dedi.

Karayılan’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

‘’Kürt halkının özgürlük mücadelesinin içinden geçtiği dönem çözümün kendisini dayattığı bir dönemdir. Bu açıdan Türkiye ve kuzey Kürdistan’da yapılacak olan seçimler Kürt halkı açısından büyük önem arz ediyor.

Bilindiği gibi Türkiye cumhuriyeti tarihinde Kürtler birçok kez isyan etti. Tüm bu isyanlar, serhıldanlar zorla bastırıldıktan sonra, 38 yıl önce Özgürlük Mücadelemiz başladı ve birçok aşamadan geçerek bugüne kadar geldi. Bu süre içerisinde büyük direnişler gelişti, büyük zulümler yaşandı. Yirmi bine yakın insanımız şehit düştü. Gerilla, yurtsever halkımız, milis güçlerimiz her kesimden insanlarımız çok büyük emek harcadılar, büyük bir direniş geliştirdiler.

Bundan 38 yıl önce hiç kimse ben Kürdüm demeye cesaret edemezdi. Ama bugün gelinen aşamada işgalci sistemin partileri kendi içlerinde Kürt sorununu tartışıyorlar. Kürt isminin kabul edilmediği bir aşamadan Kürtler için özerkliğin tartışıldığı bir aşamaya geldik. Kürt halkının özgürlük mücadelesi sıfırdan başlayarak günümüzde çözümün tartışıldığı bir aşamaya geldi.

‘YENİ DİZAYNDA KÜRTLERİN YERİ’

Gelinen aşamada sorunun artık demokratik teamüller çerçevesinde çözülmesini istiyoruz. Bir heyet devlet adına ayda bir defa gidip önderliğimizle görüşüyor ve bu görüşmeler halen devam etmektedir. Önderliğimiz her şeyi seçimlere bağladı. Yani Türk devleti seçimlerden sonra artık bize net bir şey söylemeli. Eğer demezse biz de başımızın çaresine bakacağız. Ortadoğu’da halk ayaklanmaları yaşanıyor. Arap halkları başkaldırı halindedir ve bölgeyi yeniden dizayn etmek istiyorlar. İşte bu yeni dizaynda Kürtlerin yeri de olmak durumundadır.

Kürt halkının özgürlük mücadelesi bugün artık son aşamasına gelip dayanmıştır. Halkımız her gün alanlarda serhıldan halindedir. En demokratik haklarını talep ediyorlar. Binlerce insanımız zindanlarda tutsaktır, milyonlarca insanımız ayakta ve özgürlük diye haykırıyor. Bu açıdan halkımızın özgürlük talepleri artık ertelenemez.

‘YENİ ANAYSA KÜRT İNKARINA İZİN VERMEYECEĞİZ’

Türkiye’de anayasa tartışmaları da uzun bir süredir gündemde. Türkiye’nin bütün siyasetçileri dahi yeni bir anayasanın artık gerekli olduğunu dillendiriyorlar. Biz de Kürtlerin bu coğrafyanın kadim bir halkı, bir hakikati olduğunu söylüyoruz. Bugüne kadar Kürtler hep inkar edildiler, zulümlere maruz kaldılar. Artık bunlara son verilmeli, bundan vazgeçilmelidir. Kürtler dili, kültürü olan bu toprakların sahibi olan bir halktır. Yeni anayasada Kürtler tanınmalı, hakları verilmelidir. Demokratik özerklik perspektifiyle Kürtler kendi kendilerini yönetebilmelidirler. Bu, Kürtlerin en doğal haklarıdır, bizim sürekli söylediğimiz şey de budur.

Biz yeni anayasada Kürtlerin yeniden inkar edilmesine kesinlikle izin vermeyeceğiz. Çünkü biz varız. Şunu herkesin bilmesini istiyoruz; biz varlığımız için elimizden ne gelirse yapacağız. Türk devleti, sorumluları bunu iyi bilmelidirler. Ama bunlardan önce halkımız bunu iyi bilmelidir. Dindar Kürtler, Kürt alimleri, şeyhleri bunu bilmelidir. Kürt demokratları, yurtsever Kürtler bunu bilmelidir. Kürt kadınları, gençleri, çiftçileri, Kürt esnafı, işçisi ve Kürt işadamları bunu bilmeliler ki bugün önemli bir dönemdeyiz.

Kimse bireysel çıkarı için gidip oy kullanmamalıdır. Herkes elini vicdanına koymalı. Cüzdanı düşünmenin zamanı değildir. Bu koşullarda bile bir kişi eğer kendi çıkarları için işgalcilerin partilerine oy verirse tarih bunun hesabını ondan soracaktır. Bu büyük bir günahtır. Her gün Çocuklarımızı meydanlarda şehit ediyorlar. Annelerimiz sokaklarda saçlarından tutularak yerde sürükleniyor. Kürt halkı üzerinde büyük bir zulüm uygulanıyor.

DEĞERLİ BİR BİRLİK

Başta da belirttiğim gibi seçimler Kürtler açısından oldukça önemli bir süreçte yapılıyor. Emek, özgürlük ve demokrasi bloğu da ortak bir liste ile bu seçimlere katılacak. Bu liste hem Kürt birliğini içeriyor hem de Kürt ve Türk kardeşliğini temsil ediyor.

Eskiden de Kürt halkı kendi içinde birliğe sahipti. Ancak, bazı siyasi partiler bu birliğin dışında kalıyorlardı. Fakat şimdi onlar da bu birliğe dahil oldular. Bu çok kutsal, çok değerli bir birliktir. Aynı zamanda Türkiye’de de Kürt sorununun demokratik çözümünü isteyenler, Kürtlerin dili, kültürü ve tüm zenginlikleriyle özerk yaşamalarını isteyenler, bu hususta emek sahibi olanlar, Türkiye sol çevrelerinde tanınan isimlerin bazıları da temsili olarak listede yer alıyor. Bu da yine oldukça önemlidir. Emek, özgürlük ve demokrasi cephesi listesi, gerçekten de halkların kardeşliğinin ve Kürt halkının birliğinin fotoğrafını gösteriyor. Asıl önemli olanda budur.

Ölümler artık son bulmalı. Ezme ve ezilmeye artık yeter denilmeli. Yasaklara artık yeter denilmeli. Allahın bu halka verdiği dilin yasaklanmasına artık yeter denilmeli. İnsan doğasına aykırı olan bu tür uygulamalar artık son bulmalı. Bunlar insanlık dışı olan, ne çağımız felsefesinde, ne din ne de dostluk felsefesinde var olan şeylerdir. Allahın uluslara verdiği dilin yasaklanmaması gerekir. Eğer Kürt halkı ve Türkiye’deki demokrasiden yana olan güçler bu cephe içinde bir araya gelip güçlerini birleştirirlerse bu halklar açısından, özellikle Kürtler açısından büyük bir anlam ifade eder. Bugün ABD, Avrupa ve bölgedeki tüm devletlerin gözü Kürtlerdedir. Kürtlerin ne derece de irade sahibi olduklarını, birlik olduklarını görmek istiyorlar. Biz de artık bir statümüzün olmasını istiyoruz. Bu açıdan emek özgürlük ve demokrasi bloğunun seçimlerde mutlaka birinci olması gerekir. Kürtlerin en azından yüzde yetmişi bu listeyi desteklemelidir.

‘HERKESE GİDİLMELİ’

Eğer Kürtlerin büyük çoğunluğu bu listeyi desteklerse bu şöyle bir mesaj vermiş olacaktır: Kürtler bu meseleyi çözün ve bizi tanıyın demiş olacaklardır. Kürtler artık savaşın olmasını istemiyor, barış istiyor. Kürt halkı en doğal haklarına sahip olmak istiyor. Bu açıdan seçimler çok önemli. Seçimler referandumdan daha önemlidir. Seçecekleri kişiler onların temsilcileridir. Bunun için hareket olarak bütün Kürt halkına çağrımız bu listeyi desteklemeleridir. Bu listeyi desteklemeleri kendilerini desteklemeleri demektir. Kendi mücadelelerini desteklemeleri demektir.

Önemli bir çalışma yürütülüyor. Moral ve coşku yüksektir, ancak eksik ve yetersizlikleri de var. Bazıları bu kadar gelişme yaşandı daha ne istiyorsunuz, diyor. Ödenen bedeller karşısında yaşanan gelişmeler yetersizdir, daha fazla olmalıdır. Biz kendimizi tanımaya başladık ve bir ulus olduğumuzu anladık. Haklarımızın yendiğini bilince çıkardık. Bundan kaynaklı daha çok örgütlenmeliyiz. Ben, bütün kadro ve çalışanların, bütün yurtseverlerin kendilerini daha fazla örgütlemeleri gerektiği kanaatindeyim. Her bölge kendi komitelerini örgütlemeli, çalışma ekiplerini kurmalıdır. Bütün köylere, evlere, herkese gitmelidirler. Sadece bilinen yurtseverlere değil, şu ana kadar AKP’ye, CHP’ye, SP’ye hatta MHP’ye oy verenlere dahi gitmeliler. Neden? Çünkü bu süreç özeldir, eskisi gibi değildir.

‘YA ÇÖZÜM OLACAK YA YENİLGİ’

Eskiden seçimlerde herkes aşiret reisine, akrabalarına oy verirdi. Hatır için bile oy verilirdi. Şimdi artık ulusal değerler için oy verilmelidir. Kürt meselesini gözeterek oylarını kullanmalıdırlar. Çünkü bu aşamada Kürt meselesinde ya çözüm olacak ya da yenilgi. Yenilgi derken, savaşın, katliamların, ölümlerin gelişebileceğinden söz ediyorum. Dolayısıyla Kürdistan’da yeniden bir direniş dönemi başlayacaktır. Biz kolay kolay yenilmeyiz. Herkes bunu iyi bilsin. Direniriz fakat savaş büyür. Buna hazırlıklıyız.

Bilinmelidir ki eğer Türk devleti adım atmaz, yeniden inkarcılık gelişirse bu da bizi imha etmede ısrar ettikleri anlamına gelecektir. Bundan kaynaklı herkes seferberlik ruhuyla çalışılmalıdır. Hiç kimse şunun için çalışırım veya çalışmam dememelidir.

Halkımızın blok adayları arasına fark koymamasını istiyoruz. Hangi bölge için kim tespit edilmişse oylar ona verilmelidir. Farklı bölge için tespit edilen kişiye verilen oyların AKP’ye gideceği ve onlara hizmet edeceği bilinmelidir. Çünkü bir oyu eksiktir diye seçilmeyen kişinin yerine AKPli seçilir. Hiç kimse böyle yapmamalıdır. Bu mesele bir onur ve şeref meselesi olmalıdır.

AKP ‘KÜRT VARDIR AMA HEPİMİZ TÜRK MİLLETİYİZ’ DİYOR


Erdoğan yalan söylüyor. Halkımızın Erdoğan’ın yalanlarını anladığına inanıyorum. Erdoğan, ‘ben Kürt meselesinde bazı adımlar attım artık inkar kalkmıştır’ diyor. TRT 6’dan falan bahsediyor. Sanki bedavaya vermiş gibi. Öyle değildir. Kürt meselesi 2000’lerde çözüm aşamasına geldi. Erdoğan’dan önce Ecevit’in sorunun çözümüne yönelik çabaları, arayışları vardı. Fakat daha sonra Ecevit iktidardan düşürüldü ve 2002 yılında Erdoğan başa geldi. Erdoğan hep ‘çözeceğim, iyileştireceğim’ dedi. Dokuz yıldır Erdoğan bu meseleyi tıkatıyor, hep umut yaratıyor ama adım atmıyor.

Son olarak “Kürt sorunu yoktur” dedi. Şu ana kadar halen AKP’den umutlu olanlara şunları söylüyorum: AKP “Kürt vardır ama hepimiz Türk milletiyiz” diyor. Yani ‘hem vardır hem yoktur’ diyor. ‘Varlar, kardeştirler dillerini konuşabilirler fakat hepimiz Türk milletiyiz’ diyor. Türk devletinin siyaseti Kürdistan’da iflas edince AKP bir kurtarıcı gibi devreye sokuldu. Şimdi AKP, Türk işgalciliğinin temsili olarak Kürdistan’da çalışıyor. Bazı ailelere ve çevrelere para yağdırarak zenginleştiriyor. Hüseyin Çelik’in ailesi neydi? Eskiden fakirdiler şimdi milyoner oldular. Şimdi hepsi mal mülk sahibi oldu. İhsan Arslan milyoner oldu. Kürt mücadelesini boğmak için birçok kişiyi zengin ettiler ki kendilerine zemin yapabilsinler. AKP’nin yaptığı budur.

‘AKP ENGELDİR’

Şimdi Kürt sorununun önündeki engel AKP’dir. Dikkat edin Kürt meselesiyle ilgili kim konuşursa Erdoğan ona cevap yetiştiriyor, Bülent Arınç da aynı şekilde. Onlar artık Türk işgalciliğinin sorumluluğunu üzerlerine almışlar. Bunların dindar olmadığı da ortaya çıktı. Bunlar kendi çıkarlarına, zenginliklerine ve iktidarlarına bakıyorlar. Kürt halkını da buna kurban etmek istiyorlar. Biz haklarımızı istiyoruz ve bu istemimizden de geri adım atmayacağız. Bizi yeniden uğraştıramazsınız ve taleplerimizi erteletemezsiniz.

Biz gelişecek böyle bir sürecin her yerinde biz olalım da demiyoruz. Ama eğer çözüm gelişmezse, tekrar sorunu erteler ve inkar siyasetini dile getirirlerse bizde buna karşı mücadelemize devam edeceğiz. O zaman da Kürdistan’da kıyamet kopar. 15 Haziran bunun için milattır.

Dikkat edin, seçim barajını sadece Kürt halkının iradesi Türkiye siyasetine yansımasın diye aşağı çekmediler. AKP bütün konuşmalarında 12 eylül cunta anayasasına karşıyız diyor, fakat 12 Eylül’ün bir kanunu olan seçim barajını ise savunuyor. Baraj olduğu için Kürtler seçilemiyor, AKPliler bedavadan meclise gidiyor. Sonra da ‘biz Kürtleri temsil ediyoruz, benim 60 tane Kürt parlamenterim var’ diyor. Bu yaptığı ikiyüzlülük ve adaletsizliktir.

‘BARAJ OLMAZ İSE KÜRTLER 80 MİLLETVEKİLİ ÇIKARIR’

Kürtler bağımsız olarak seçime girecekler, fakat çıkarabilecekleri milletvekili sayının ancak yarısını çıkarabilecekler. Eğer baraj olmasaydı Kürtler seksen parlamenter çıkaracaktı. Şimdi ise otuz beş kırk milletvekili çıkarmak için çaba sarf ediyorlar. Örneğin bloğun Batman’da iki adayı var. Karşılarında da iki aday var. Batman halkı yüzde altmış beş yüzde yetmiş oylarını bloğun bu iki adayına vermelidir. Belki seçilmeleri için bu kadar oy gerekmiyor ama yine de Kürtler için alınacak oy sayısı belirttiğim şekilde çok önemlidir.

Eğer mesele kişilerin parlamentoya girmesi olsaydı her halde biz hareket olarak bu kadar konuşmazdık. İnsanlarımız her gün meydanlarda canlarını veriyorlar. Eğer Kürtlerin yüzde ellisinden fazlası oyunu birleştirir ve bağımsız adayları desteklerse Kürt mücadelesi sonuç alacaktır. O zaman seçimleri kim kazanırsa kazansın, AKP ya da bir başkası da iktidara gelse Kürt meselesi konuşulmak durumunda kalınacaktır. İktidara gelen ben bu sorunu çözeceğim, diyecektir. Zaten eğer böyle derse biz diyalog için devrede olacağız. Kürt halkının temsilcileri devrede olacaktır.

Bu davayı PKK başlatmadı. Bu dava iki yüz yıldır vardır. Osmanlı Kürt sorununa kısmen de olsa yumuşak yaklaşıyordu. Ama Türkiye Cumhuriyeti vahşetle yaklaştı. Herkesi tasfiye ettiler. Şimdi onların mezarlarının yerini bile bilmiyoruz. Şex Said’in cenazesinin nerede olduğunu bilen var mı? Seyid Rıza’nın cenazesinin nerede olduğunu bilen var mı? Said-i Nursi’nin cenazesinin yerini bilen var mı?

Halen de Kürtleri yok etmek istiyorlar. Bütün bunlara rağmen gidip işgalcilere oy verip ben dindarım demek doğru değildir. Gerçek dindarlık böyle değildir. Dindar olmak vicdanlı olmayı gerektirir. Zulme karşı durmayı gerektirir. Hakkaniyetten yana yer almayı gerektirir. Zaten AKP’nin dindar olmadığı da belli oldu. Din yoluyla, para pul, tehdit ve şantaj yoluyla Kürtleri teslim almak istiyorlar. Kandırmak, korkutmak istiyorlar. Yaptıkları budur. Bunun için şu ana kadar AKP’ye oy verenlerin bunları düşünmelerini istiyoruz. Böylesi önemli bir dönemde Kürt meselesinin çözümü için her ne sebeple olursa olsun işgalci partilere oy verilmemelidir. Ancak bu şekilde meselenin çözülmesine hizmet etmiş olurlar.

‘MAL VARLIĞIMIZ ÜSTÜMÜZDEKİ ELBİSEDİR’

Erdoğan her gittiği mitingde, meydanlardaki her konuşmasında bize saldırıyor. Ortada açık bir haksızlık var. Biz de orada yokkuz ki cevap verebilelim. Eğer biz de alanlara inebilseydik, ona cevap verebilseydik tamam, ama bırakın bizim alanlara inmemizi, bize yakın olanlara bile yasaklar koyuyorlar. Her gün insanlarımızı tutukluyorlar. Meydanlardan önderliğimize, hareketimize saldırıyor. Saldırılarının da haddi hesabı yok. Bizi kaçakçılık gibi şeylerle suçluyor. Oysa hiçbirimizin elbisesi ve çantasının dışında bir şeyi yoktur. Bizler kendi halkımıza özgürlük için mücadele edeceğimize dair söz vermişiz. Bizimle birlikte mücadele eden arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu şehit düştü. Bizler onların davasını sürdürmeye kararlıyız. Onların isteği Kürt halkının özgür olmasıydı. Biz de Kürdistan’ın özgürlüğü için sonuna kadar çalışacağız. Kaldı ki bizim de ne zaman şehit düşeceğimiz belli değildir.

ABD’nin bize ait paralara el koyduğunu söylüyorlar. Hiçbirimizin parası yok ki ABD el koysun. Halkın önünde açıkça yalan konuşuyorlar, bize iftira atıyorlar. ABD’nin yaptığı bir iftira taktiğidir. Bize haber gönderip, PKK bizim sorunumuz değil, Türkiye’nin sorunudur, biz de böyle bir şeyin olmadığını biliyoruz. Fakat biz Türkiye’yi bölgede dostumuz yapmak, çıkarlarımız temelinde ittifak kurmak için böyle şeyleri yapmak zorundayız, diyorlar. Zaten biz bu konuda dava da açmış durumdayız. Tabii diğer taraftan bizi de kendisine muhtaç kılmak istiyor. Çünkü bölgede bağımsız hareket eden tek parti durumundayız.

KÜRTLER SAVAŞI DA SİYASETİ DE ÖĞRENDİ

Bizler bu mücadele içinde siyaseti de savaşı da öğrendik. Artık kendimizi koruyabiliyoruz. Kaç defa gelip uçakla, tank ve toplarla etrafımızı sardılar, kuşattılar. Bizi yok etmek istediler. Başarabildiler mi? Hayır. Tabi kendimizi koruyabildiğimiz için ayakta kalabiliyoruz. Türk ordusu bütün tekniğiyle Zap’ın üzerine gitti, alabildiler mi? Hayır başaramadılar. Kürt halkı gelinen aşamada savaşta da siyasette de kendisini ispatlamıştır artık. Bu PKK şahsında kendisini ispatlamıştır.

Çamur at, tutmazsa izi kalsın misali karalama kampanyaları düzenliyorlar. AKP’nin yaptığı da budur. Örneğin halkımız sivil cuma namazları çerçevesinde alanlarda namazını kılıyor. Bu çok kutsal ve anlamlıdır. Kürt halkı devlete, biz kutsal dinimizi sizin hizmetinize sokmayacağız, diyor. Siz on beş bin imam hatipliyle dini kullanarak Kürt halkının gözünü yeniden boyayıp Türk işgalciliğine bağlamak istiyorsunuz, ama biz bunu kabul etmeyeceğiz, diyor. Kürt halkı; biz dinimize bağlıyız, dindar insanlarız ve özerkiz, diyor. Bunun gereği olarak da namazını alanlarda kılıyor. Böyle olduğu için de AKP ve Erdoğan bundan çok rahatsız durumdadır. Çünkü yıllardır Kürtleri kandırmak için kullanılan önemli bir kozları bu şekilde ellerinden alınmış oluyor. Bundan sonra da dini bir koz olarak artık kullanamayacaklar.

NAKŞİBENDİ ŞEYHİ İLE GÖRÜŞTÜM

Erdoğan çıkıp “bunlar, biz Zerdüştiyiz, diyorlar” şeklinde benim yazdığım kitaba atıfta bulunuyor. Kitapta İslamiyet’ten ve Zerdüştlük’ten bahsediyorum. Amed’de bir imam da bu meseleyi dile getirdi. 1370 yıl önce Kürtler Zerdüşti idiler fakat sonra islam oldular. Bugün büyük çoğunluğunun dini inancı islamdır. İşgalcilik, Kürtlere karşı dini kullanmak istedi. Bu bir gerçektir. Nakşibendi tarikatı da kullanılmak istendi. Bu şu anlama gelmiyor ki bütün Nakşibendi tarikatı tek kalıptadır ve işgalciliğe hizmet etmiştir. Böyle bir durum yoktur. Nakşibendi tarikatının Kürt halkına hizmetleri de vardır. Şeyh Said de Nakşibendi’dir. Nakşibendi şeyhlerinin öncülüğünde birçok Kürt direnişi gelişmiştir. Ancak genel olarak düşman bunlardan faydalanmak istemiştir ve günümüzde de bu politika devam ediyor. Bugün AKP bundan faydalanıyor. Kadiri olsun, Nakşibendi olsun Kürtlerin mensubu olduğu tarikatlar Kürtlerin haklarına da sahip çıkmalıdır.

Ben bundan bir süre önce Şex Şebendi ile görüştüm. Nakşibendi tarikatının merkezi Süleymaniye’dedir. Tarikatın en büyük Şeyhi de Şex Şebendi’dir, kendisi de bu durumu dile getirdi. Bu bir hakikattir. Bütün Nakşibendiler kötüdür demiyoruz, hayır. Biz, samimi ve dürüst dindarlar, Türkiye işgalciliğinin Kürt halkına karşı bir koz olarak dini kullanmasına izin vermemelidirler diyoruz. Kitapta bu hususlar net ifadelerle yer alıyor. Ancak Erdoğan kitap üzerinde çarpıtmada bulunuyor, tersyüz etmek istiyor. Aslında Erdoğan’dan önce Fethullahçılara ait olan Zaman gazetesi bu çarpıtmayı geliştirdi, Erdoğan sonra bu çarpıtmayı meydanlara taşıdı.

'5 LİRA ALDIĞIMIZI İSPATLASIN HER ŞEYİ BIRAKIRIZ’

Erdoğan’ın elinde MİT var ayrıca polis ve devletin bütün istihbarat imkanları elindedir. Belediyeden bir şey aldığımızı söylüyorsa belgesini ortaya çıkarsın. Halka ilan etsin. Erdoğan belediyelerden 5 lira aldığımızı ispatlasın her şeyi bırakırız. Fakat ispatlayamaz. Çünkü böyle bir şey yoktur, yalandır. Belediye başkanlarından isteğimiz sadece halka hizmet götürmeleridir. Ben açıkça söylüyorum: Ne bize ne başkasına para vermesinler. Yurtsever belediye başkanları yalnızca hizmet yapmalılar. Her şeyleri şeffaf olmalı.

Hem Hakkari hem de Şırnak belediye başkanları açıklama yaparak devletin kendilerine ödediği paranın ancak çalışanların maaşını karşılayabildiğini söyledi. Hakkari belediye başkanı, sadece 101 bin lira kalmış, Erdoğan gelsin bu parayla hizmet yapsın, dedi. BDPli belediyelere hükümet para vermiyor tam tersi göndermesi gereken parayı kesiyor. Buna rağmen Erdoğan kalkmış yalan söylüyor. Biz bütün halkımızın ve AKPlilerin de bu gerçekleri görmelerini istiyoruz. Hakkari belediyesinin parasını kestiler, belediye zar zor kendisini idare edebiliyor. Bize nasıl para göndersin? Kaldı ki bizim paraya da ihtiyacımız yoktur. Bizim maddi bir çıkarımız olamaz, manevi bir hareketiz. Maddiyatla bir işimiz olamaz. AKP’den Siirt’te belediye başkanı olan ne yaptı? Belediyeyi talan etti, gitti. Van belediyesi en zengin belediyeydi. AKPli belediye dört yıl içinde iflas ettirdi. Bütün paraları çalıp gitti. CHPliler de eskiden belediyelere öyle yaklaşıyordu. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Türkiye genelinde ranta bulaşmayan, dürüst ve sade çalışan sadece BDP’nin belediyeleridir.

NASIL YARIŞ OLACAK

Tayyip Erdoğan Kasımpaşalıyım diyor. Yani kabadayı olduğunu söylüyor. Ama Kürdistan’da yaptıkları kabadayılığın harcı değildir, onurlu bir insan böyle yapmaz. Onun rakibi BDP’dir. BDPlileri tutukluyor. Son iki yıl içinde üç bin siyasetçiyi hapse attı, neredeyse çalışan bırakmadı. Rakibinin ellerini ve ayaklarını bağlıyor sonra da dövüşelim, diyor. Nasıl kavga olacak ki? Bu nasıl bir yarış? Karşısındakinin kafasından polis copunu eksik etmiyorsun, bütün çalışanlarını zindana atıyorsun, korkutmak istiyorsun, zulmü başlarından eksik etmiyorsun. Sonra da gelin sandıkta yarışalım, diyorsun. Bir siyasetçi, onurlu bir parti başkanı böyle yapmaz. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de PKK bunları yapıyor, diyor. Bu AKP’nin ikiyüzlülüğüdür. PKK kimseyi zindana atmamış, kimseye sokakta işkence yapmamış. PKK kimseyi öldürmemiş ki. Bütün bunları yapan AKP’dir. Peki, PKK nasıl baskı yapıyor, ne yapıyor? Erdoğan yalan söylüyor yine gerçekleri ters yüz ediyor. Kendisi baskı uyguluyor, halkın gözünü korkutmak istiyor. Sonra da bizim boynumuza atmak istiyor.

‘HAKKARİ VE ŞIRNAK HALKINI SELAMLIYORUM’

Hakkari ve Şırnak halkının tutumu onurlu ve kutsal bir tutumdur. Bu vesileyle Hakkari ve Şırnak halkını selamlıyor, bir kez daha saygılarımı sunuyorum. Bu aynı zamanda tarihi ve ulusal bir tutumdur. Botan halkımızın bu tarihi ve ulusal değerdeki tutumu Türk işgalciliğine verilmiş açık bir cevaptır. Bu tutumla Erdoğan’a bizi tanımayanı biz de tanımayız, denilmiştir.

Şunu da belirtmek isterim ki, aslında ben kepenk kapatma eylemlerinin sürekli yapılmasını çok gerekli görmüyorum. Çünkü bu tür eylemler sürekli geliştiğinde esnafımızın zarar görmesine neden oluyor. Fakat Hakkari ve Şırnak’ta olduğu gibi çok özel ve önemli durumlar karşısında bu tür eylemler olabilir. Yine Uludere halkının ateş altında olduğu halde dağlara çıkarak şehitlerinin cenazelerini alması, sahiplenmesi büyük bir cesaret örneğidir ve mücadelede yeni bir aşamadır. Bu, yurtseverlik tutumunda yükselen cesaret ve fedai ruhun göstergesidir.

KONFERANSI DESTEKLİYORUZ

Ortadoğu’da yeni bir dönem başladı. Bu yeni süreçte Kürtlerin de statüsü olmalı. Ama bakıyoruz ki Türk devletinin ABD ile ilişkileri Kürt mücadelesini geriletme ve yeni dönemde de Kürtlerin bir statü sahibi olmalarını engelleme temelindedir. Tekrardan inkar siyasetini Lozan’da olduğu gibi hakim kılma çabaları vardır. Bu çabalar Kürdistan’ın dört parçası için de sergileniyor. Bugün Kürt Özgürlük Mücadelesi önemli bir aşamadadır. Bunun için Kürt halkı ulusal birliğini geliştirmelidir. Ortak stratejimiz olmalıdır. Hem her parçadaki Kürtler kendi içinde birlik olmalı hem de her dört parçanın birliği olmalıdır. Kongra gel 8. Genel Kurulu bunun çağrısını yaptı. Ulusal birliğin sağlanmasına yönelik atılacak her türlü adımı destekleyeceğimizi belirtmek isterim. Biz hareket olarak da ulusal konferansın yapılmasını büyük bir gereklilik ve ihtiyaç olarak görüyoruz.

Güney Kürdistan’da temaslarda bulunan Kuzey Kürdistan heyetinin yaptığı görüşmeler sonucunda Kürt ulusal konferansının gerçekleştirilmesine dair çeşitli kararlar alındığını basın yoluyla takip edebildik. Bu değerli bir gelişmedir ve alınan kararları destekliyoruz. Hareket olarak da bu tür adımların atılması için de uzun bir süredir zemin yaratmaya çalışıyoruz.

HAZIRLIKLIKLARIMIZ VAR

Ortadoğu ve Kürdistan’da önemli gelişmelerin yaşandığı bu dönemde hem Güneybatı Kürdistan’da hem de Kuzey Kürdistan’da sorunun çözüm koşulları önemli oranda oluşmuştur. Biz de hareket olarak bu koşulları değerlendirmek istiyoruz. Kürt halkı belki de özgürlüğe ve başarıya hiçbir zaman bu kadar yakın olmadı. Bugün özgürlüğümüz kendi elimizdedir. Eğer kuzey Kürdistan’da yapılacak seçimlerde birliğimizi çok güçlü geliştirebilirsek başarı imkanları daha da artacaktır. Bu gerçekleşirse Türk devleti artık bunu görerek sorunun çözümü yönünde adım atmak durumunda kalacaktır. Biz de zaten devrimci halk savaşı çerçevesinde önemli bir hazırlık yapmış bulunmaktayız. Bir yıldan fazla bir zamandır bu hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Uzun yıllara dayanan önemli bir tecrübeye ve güce de sahibiz.

Kuzey Kürdistan’da gelişecek bir çözüm diğer parçalarda da çözümün gelişmesine zemin oluşturacaktır. Bu açıdan önümüzdeki süreç ulusal anlamda bir hamleyi gerekli kılmaktadır. Suriye, Türkiye ve İran devletleri bu hakikati görerek çözüm için adım atmalıdırlar. Bu dönemde yaşanacak gelişmeler halkımızın kaderini netleştirecektir. Bunun için bütün Kürtleri, dostlarını, demokratları, barış isteyenleri böylesi önemli bir süreçte sorumlu yaklaşmaya çağırıyoruz. Kürt halkının özgürlüğü ile birlikte bölgede halkların kardeşliği temelinde barışın sağlanmasında kararlıyız. Kongra gel 8. Genel Kurulunda da bu yönlü kararlaşma yaşadık.’’

Bağımsız Adaylar 'Pusula Barajı'nı 3 Yöntemle Aşacak

 
Yüzde 10 seçim barajı nedeniyle 12 Haziran'daki genel seçime bağımsız adaylarla girecek olan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu'nun önünde bir de "pusula barajı" var. Geçmişten bu güne barajları aşma konusunda deneyimli olan Kürt siyaseti, okuma yazma bilmeyenler için ip, fotokopi ve sayma gibi yöntemlerle "pusula barajı"nı aşıyor.

12 Haziran Milletvekili Genel Seçimleri'nde yüzde 10 seçim barajını aşmak için ve toplumsal dinamiğin ortak sesini duyurmak için bir araya gelen Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu adaylarının önünde aşması gereken bir engelde, "pusula barajı" olacak. Pusula barajını aşmak için her dönem el yordamıyla buldukları yöntemi kullanacak olan blok seçmenleri bu seçimde de yaratıcılığın sınırlarını zorlayacağa benziyor.

BAĞIMSIZLARIN PUSULA BARAJI

2007 yılı genel seçimleri öncesi birleşik oy pusulasında sadece siyasi partilerin adları ve amblemleri yer alırken, bağımsız adaylar ise, adlarının yazılı olduğu, kendi hazırladıkları, oy pusulalarını oy kabinine koyabiliyor veya seçim öncesinde seçmenlerine verebiliyorlardı. Bağımsız adayı seçmek isteyen seçmenin, bu pusulayı zarfa koyması yetiyordu. Ancak 22 Temmuz Genel Seçimleri'ne DTP'nin bağımsız adaylarla girme kararının ardından alelacele bir yasa değişikliğiyle bağımsız adayların da birleşik oy pusulasında yer almaları kararlaştırıldı.

BİN UMUT ADAYLARI İKİ BARAJI AŞTI, SIRA DEMOKRASİ BLOĞU’NDA

"Bin Umut Adayları" ile seçime giren DTP'nin oylarını azaltmaya yönelik olduğu kamuoyu tarafından sık sık dillendirilen uygulama ile 2007 seçimlerinde ilk defa artık oy pusulaları anormal büyüklüklerde, 2 metrelik absürd ebatlarda olabilir hale geldi. Bağımsız adaya oy vermek isteyen seçmenin, birbirinden ayrılması zor olan onlarca bağımsız aday alanı arasından kendi adayını bulması gerekecekti. Bağımsız adayların adlarının küçük puntolarla yazılması, logo, fotoğraf kullanamamaları, benzer ve hatta aynı isimli adayların birbirlerinden ayırt edilememesi gibi zorluklar seçmen iradesinin değil parlamentoya, daha oy pusulasına bile yansımasını zorlaştırdı. Üstelik tüm bunların yanında gümrüklerden oy kullanan seçmenin, istese ve becerebilse bile bağımsız adaya oy verememesi gibi skandal niteliğinde bir durum yaratıldı ki, Hakkari'de DTP'li bağımsız adayın kazandığı milletvekilliğinin AKP'ye geçmesi hafızalardaki yerini koruyor. Söz konusu uygulamaya rağmen DTP, Bin Umut Adayları ile oy potansiyelini yükselterek meclise 21 milletvekili göndermeyi başladı. 12 Haziran Genel Seçimleri'nde de aynı engel Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu önünde beklerken, blok da çalışmalarını bu eksenli yürütüyor.

BAĞIMSIZLAR İÇİN KULLANMA OY YÖNTEMLERİ: İP, FOTOKOPİ VE SAYIM

Adayların oy pusulasındaki yerlerinin kesinleştiği ve seçim atmosferinin iyice yükseleceği son haftalarda doğru oy kullanma eğitimi tüm bloğun seçim çalışmalarının en temel konularından biri oldu. Geçen seçimde kullanılan ip yöntemi gibi, bu seçimde yeni bir yöntem geliştirdi. Buna göre;

Oy pusulalarının fotokopisi çekilerek seçmene dağıtılır. Bu pusulalarda, bağımsız adayın olduğu kısımlar kesilerek çıkarılır ve o kısım boş kalır. Seçmen, oy sandığına gittiğinde, örnek oy pusulasını, gerçek oy pusulasının üzerine koyar ve de boş kalan kısma mührü yerleştirir. Örnek pusulanın düzgün yerleştirilmesi için de sol üst köşesine bir işaret yerleştirilir.

Yine bir diğer yöntem ise ip yöntemi. Seçmen daha önceden örnek oy pusulasından oy vereceği blok adayının yerini iple işaretler ve o ipi cebine yerleştirir. Ardından oy sandığına gittiğinde, ipi oy pusulasının üzerine koyar ve ipin ucunun bittiği yere mührü vurur.

Üçüncü yöntem ise sayım. Bu yöntemde de okuma yazma bilmeyen seçmene bağımsız adayın sıralamadaki sayısı verilir. Seçmen sandığa gittiğinde en baştan başlayarak bağımsız adayın bölümüne denk gelene kadar sayıp boşluğa mührü vurur.

Oy pusulalarının çıkmasının ardından yapılacak ev ziyaretleri ile binlerce blok çalışanı okuma yazma bilmeyen seçmenler için seferber olacak. Ev ziyaretlerinin yanı sıra seçim bürolarında yapılacak eğitimlerle de seçmenler oy kullanma konusunda eğitileceği belirtiliyor.