5 Kasım 2011 Cumartesi

Van'da Halk Soğukta Beklerken Van Valiliği Yardımları Geciktiriyor (VİDEO - Haber)


Dünya Kurdistan’ın Etrafında Dönüyor

Soru; sorun tanımlamaktır. Tanımlayamadığınız sorunu çözemezsiniz. İsmail Beşikçi hocamız birkaç yıldır aynı soruyu tekrar tekrar biz Kürdlere soruyor “Kürdistan’ın neden bölündü?” diye. Soruyu şöyle de sorabiliriz sanırsam: Kürdistan niye bölündü, nasıl bölündü?

Denk geldiğim ve Troçki’nin devrim sonrası Rus Çarı’nın arşivlerinde bulduğu belgelere göre Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Kürdistan’ın ikiye bölünmesi kararlaştırılmış. Buna göre batısı Fransa’ya bırakılıyor, kuzeyi ve doğusu ise Rusya’ya. İlgi duyanlar ve yeterli ingilizcesi olanlar bu belgeleri linkini verdiğim kitabın üçüncü bölümünden okuyabilirler (http://tmh.floonet.net/books/tstu/secrettreaties.html).

Kürdistan Fransa ve Rusya arasında ikiye bölüşülüyor. Kürdistan’ı güney’den kuşatan bugünkü Irak’ın Arap kesimleri ise İngiltere’nin oluyor. İsmail Hocamızın sorguladığı bu bölüşme olmalı. Her ne kadar Bolşevik Devrimi bu planın birebir uygulanmasına imkan vermemişse de bu bölüşme anlaşmasını anlamadan sonraki gelişmeleri anlamak mümkün değil. Devrim sonrası her ne kadar Rusya pozisyon değiştirmişse de unutmayalım ki Fransa ve İngiltere savaşın galipleri olarak pozisyonlarını korumuş olmalılar.

Burada hemen kısa bir değinecek olursak, Avrasya denilen, Finlandiya – Portekiz’den Bering Boğazı ve Malezya’ya uzanan bölge Dünya’nın hakiminin kim olacağının veya olmayacağının belirlendiği bölge olarak tanımlanıyor. Bir jeostratejik saha olarak Avrasya’yı tanımlayan Amerikan stratejist Brzezinski’ye göre tüm bu bölgenin iki kilit ülkesi Ukrayna ve Azerbaycan’dır. Bölgedeki iki kilit oyuncu da Rusya ve Almanya. Bu analiz Sovyetler sonrası döneme ait.

Sovyet Devrimi öncesindeki paylaşımda kelimesiyle Kürdistan ve hatta ‘Batı Kürdistan’ ifadeleri geçiyor. Yani paylaşan neyi paylaştığını çok iyi biliyor. Bahsettiğimiz ise asimilasyonist değil, toprak genişleten veya koloniyalist ülkeler. Dolayısıyla bugünkü mentaliteyle veya Türk ideolojisiyle zehirlenmiş Türkçe konuşan akıllarımızla o dönemi dönüp anlamak pek kolay olmayabilir. Dolayısıyla haritayı hayal ederken sınırların olmadığı, üzerinde sadece coğrafi şekillerin ve insan toplulukların olduğunu tasavvur edin. Boş bir kağıt, önce coğrafyası, sonra nüfuslarıyla, özgünlükleriyle o topraklarda yaşayanlar.

Kürdistan’a geçmeden önce ele aldığım bölüşmede Aleksandretta sancağının, yani başkenti o zamanlar İskenderun olan bugünkü TC Hatay ilinin özel statüyle bu üç güçten bağımsız bir liman devleti olarak kararlaştırıldığını, aynı paylaşımda İstanbul’un da Çarlık Rusyasına bırakılmasının kararlaştırıldığını öğreniyoruz.

Kürdistan, yukarıda bahsettiğim siyasi sınırları kaldırılmış haritada bir ayağı Akdeniz’e diğer ayağı Azerbaycan’a temasla Hazar Denizi’ne, oradan Orta Asya steplerine uzanan stratejik bir konumdadır. Türklerden bolca okutulduğunuzu tahmin ettiğim ‘Rusların sıcak denizlere açılma düşleri’ ekseninde düşünün şimdi Rusya’nın o zamanki Kürdistan ilgisini. Buna Orta Asya’ya bugün dahi Rusların kimseyi yaklaştırmadığını ekleyin.

Ve bahsettiğim aynı paylaşımda Kürdistan’ın tam ortasında Orta Asya’ya ulaşmak isteyenlerle Akdeniz’e ulaşmak isteyenler buluşmuş görünüyorlar. Tüm harıyla süren Birinci Dünya Savaşı ve bu bahsettiğimiz üçlünün kazanma senaryoları üzerine kurdukları bir paylaşım haritası.

Bu anlaşmaya bakınca benim gördüğüm aynı cephede yer alan ama çıkarları farklı olan üç ayrı devletin o günün şartlarında birbirlerinden güçleri oranında koparabildikleri üzerinde anlaşmaya vardıkları. İngilizler Arap yarımadasını, Fransızlar Adana – Maraş ve Batı Kürdistan’ı, Rusya geri kalan Kürdistan’ı alıyor.

Ve hikaye o ya, Rusya 1917’de devrim yapınca Kürdistan’ı almaktan vazgeçiyor. Her türlü anlaşmadan önce çekildiğini söylüyor, sonrasında ise her ne oluyorsa aynı içerikli anlaşmalara, Lenin yönetiminde ve oldukça kirli bir şekilde geri dönüyor.
Her ne oluyorsa dediğime bakmayın. Mustafa Kemal liderliğinde bir ekip Osmanlı bakiyesi üzerinde hak iddia ediyor ve diğer yandan Osmanlı orduları bugünkü Ermenistan içlerine kadar ilerlemiş bulunuyorlar.

Bu noktada Lenin Mustafa Kemal’in savaştan da galip çıkmış olan Batı’ya yaklaşıp devrimi tehlikeye atabilecek bir savaşa yönlendirilebileceğinden korkmuş olmalı. Lenin’in Mustafa Kemal ekibini kazanmak için milyonlarca altın gönderdiği hikayelerin Türkler cephesinden okuduğunuzdan biliyorsunuz zaten. Ve sonra meşhur Kars anlaşması geliyor. Türkler Ermenistan’dan çekiliyor, Lenin’in devrimcileri ise Kars ve Erzurum’dan, civarından.
Henüz Kürdistan’da Mustafa Kemal’in ekibinin olmadığı zamanlardan bahsediyoruz. Kürdistan limboda yani. Ruslar Erzurum’dan, civarından çekilip Türklere yer açıyorlar ama örneğin henüz Fransızlar bir iddiadan vazgeçmiş falan değiller. Ha keza İngilizler. Ki İngilizler sonradan kontrolleri altındaki Milletler Cemiyeti aracılığıyla bugünkü Güney Kürdistan’ı o zamanki İngiliz Mandası’na, sonraki Irak’a bağlamayı becerebiliyorlar. Henüz ne Türkiye, ne Suriye ne de Irak’ın olmadığı zamanlar bunlar. Haritaların üzerinde siyasal sınırlar yok.

Kürdistan’ı düşünün yeniden bu harita üzerinde, başka hiçbir sınır vs değil. Sadece Kürdistan’ı sınırlarıyla oturtun bu boş haritanın üzerine. Savaş sürecinde paylaşanlar muhtemelen savaş sonrası dünyada birbirlerinin elini kolunu bağlamak istiyorlardı. Ne İngilizler ne Fransızlar Orta Asya’ya ulaşacaklardı Kürdistan üzeri (İngilizler aynısını Afganistan’da deneyip başarısız olmuşlardı), ne de Ruslar Akdeniz’e inebileceklerdi. (İstanbul ayrı konu olarak dursun, çünkü kağıt üzerinde İstanbul’u Ruslara bırakanlar diğer yandan Dardanel’i, yani Çanakkale’yi ele geçirmeye uğraşıyorlardı.)

Rusların devrim sonrası hem tutum değiştirmeleri hem de bu anlaşmaları açık etmeleriyle bolca plan bozulmuş, değiştirilmiş olmalı ancak stratejik hedeflerin değiştirilmiş olacaklarını düşünmek saflık olur. Zaten Sovyetler de hiçbir anlaşmaya taraf olmadıkları, “halkların geleceklerini belirleme hakları” palavralarını özellikle Kürdler örneğinde görüleceği üzere utanmaz bir pragmatizm ve oportünizmle hemen terk etmişlerdi. Ankara Anlaşması olarak da bilinen ve Bolşeviklerle Mustafa Kemal ekibi arasında imzalanan anlaşma Sovyetler açısından ‘Devrim Sınırları’nı İngiltere ve Fransa’dan olabildiğince uzak tutmaktan başka bir anlam içeriyor olamaz. Kürdistan ve bugün kırk milyon olan nüfuslarıyla Kürdler bir ideolojiye böylece kurban ediliyorlardı. O ideoloji aksini söylüyor olmasına, ideolojiyi yazan kendi yaptığı türden şeyleri yerden yere vuran polemikleriyle ünlü olmasına rağmen. Kürdistan’a dokunmamak ve Kürdlerle ilişkiye geçmemekle Lenin Batı’ya şöyle bir mesaj vermek istemiş olmalı: devrimin yayılmak, genişlemek gibi bir niyeti yok. Bakın, Kürdistan üzerinde Çar’ın kazanmış olduğu haklardan vazgeçiyorum, hak iddia etmiyorum. Siz de Çar ile yapmış olduğunuz anlaşmaya sadık kalın ve onun bölgesine uzanmak düşü kurmayın.

Karşılığı da Lozan’da gelmiş olmalı. Aynı Batı Lenin’e “Elini gördüm, öyle olsun o halde, Kürdistan üzerinde kuralım saldırmazlık anlaşmasını” mealinde yaklaşmış olmalı.

Toparlarsak, Kürdistan’ın Mustafa Kemal ekibine Türkiye 
 Cumhuriyeti dahilinde hediye edilmiş olmasını nasıl anlayacağız:

1. Üçlü grup Kürdistan üzerinde stratejik bir paylaşıma karar veriyorlar.

2. Üçlü gruptan Rusya anlaşmadan öylesine çekiliveriyor. Devrim durumunun yarattığı bilinemezlik durumu var. Devrimcilerin ne yön izleyeceğine dair duyulan endişe, vs.

3. Mustafa Kemal ekibiyle birlikte Rusya’nın bahsettiğimiz stratejik içerikli anlaşmadan çekilmesinin yarattığı güç vakumuna yerleşiveriyor. Tarafsız olacağı vaadiyle her iki tarafın da desteğini alıyor.

Neden peki ne Rusya ne Fransa – İngiltere Kürdistan’ı istemediler?
Çünkü bir Kürdistan ortaya çıkması (ki aynı zamanda bugünkü durumdur) kime destek verirse ona ulaşılamayan taşı toprağı altın coğrafyanın, Avrasya’nın kapılarını açmış oluyor da ondan. Böyle bir Kürdistan ya anında bu güçlerden biri tarafından yutulurdu o koloniyalist şartlarda, veya mecburen kendisi bir güç olmak ve etrafında hak iddia etmek zorunda kalırdı. Kendisi bir bağımsız irade ve güç ortaya çıkabilse kimsenin buna itirazı olmazdı diye düşünüyorum. Oturup bir anlaşma ararlardı. Sorun Kürdistan’ı Kürdlerin ortaya çıkaramıyor olmasında.

Dolayısıyla bu güçler için Kürdistan bir basit ama önemli geçiş coğrafyası, Kürdler de kazara üzerinde yaşıyor bulunan değersiz insanlar. Kürdistan önemli, Kürdlerse ortada aşiret sürüleri halinde gezinen, dağın öte yanından habersiz ve bir politik entite halinde biraraya gelebilme kapasitesinden de uzak topluluk.

Lozan’da bu durum toplanıyor. Kürdistan’ın, kimsenin erişememesi için kapılarının kapatılıp mühürlenmesine, içeride kalan Kürdlerinse Kürdistan’a gardiyan olarak atanan Türklerin insafına bırakılmasına karar veriliyor.

1991 Körfez Savaşı’yla Amerika bu mührü kırıyor. Mühür konulmadan önce dünya Kürdistan’ın etrafında dönüyordu. Kırıldı kırılalı da durum aynı. Dünya 20. yy’ın başından beri Kürdistan’ın etrafında dönüyor, durduğu zaman da Kürdistan’ın etrafında duruyor.

Suriye konuşulurken Güneybatı’nın neden önemle ele alındığını bir de bu gözle okuyun. Mesele Kürdistan’la beraber açılacak olan kapılardır, artık erişilebilir olacak olan coğrafyalardır. 


Mehmed Husedin
Twitter ( @mhusedin )
mhusedin@yahoo.com
A-Med News Agency
www.ajansamed.com

Van'da 25 bine Yakın Bina Kullanılamaz Halde

Van - Van'da 7.2 şiddetindeki depremin ardından başlatılan hasar tespit çalışmaları sürüyor. 600’ü aşkın kişinin hayatını kaybettiği depremde 2 bin 779 bina yıkılırken, 21 bin 674 yapının da hasarlı ve oturulamaz olduğu tespit edildi.

Van depremiyle ilgili olarak oluşturulan komisyonlar tarafından hazırlanan ve kamuoyuna açıklanan rapora göre; depremde Van merkezde 61, Erciş'te 474 ve köylerdeyse 66 olmak üzere toplam 601 kişi hayatını kaybetti.

Depremde en fazla kayıp veren köy ise Dağönü Köyü oldu. Dağönü Köyü'nde deprem 17 can alırken, Güveçli Köyü'nde 14, Alaköy'de 10, Dibekdüzü'nde 8, Gedikbulak'ta 7, Arısu, Gülsünler ve Mollakasım'da 2'şer, Adıgüzel, Kumluca, Yaylıkaya ve Yemlice'de de birer kişi depremde hayatını kaybetti. Van merkezde 13, Erciş'te de 208 olmak üzere toplam 221 kişi enkazdan yaralı olarak çıkartıldı.

Raporda Van genelinde 137 bin 396 olan hane sayısının 87 bin 737'sinde hasar tespit çalışmalarının tamamlandığı belirtilirken, yapılan hasar tespiti sonucuna göre; Van merkez ve merkeze bağlı köylerle birlikte Erciş ve Erciş ilçesine bağlı köylerde 2 bin 779 binanın yıkıldığı belirtildi. 21 bin 674 yapının hasarlı ve oturulamaz olduğu, 34 bin 924 binanın hasarlı olmasına rağmen içinde oturulabileceği hükmüne varılırken, 28 bin 630 konutun ise sağlam durumda olduğu tespiti edildi.

Depremde yüzlerce yurttaşın yaşamını yitirdiği Erciş ve köylerinde bin 50 bina yıkılırken, 5 bin 13'üne ise hasarlı ve oturulamaz raporu verildi. İlçede sadece 4 bin 241 yapı hakkında 'sağlam' tespitinde bulunuldu.

Öte yandan Van merkez ve Erciş İlçesi'nde 20 okulun boşaltılması kararlaştırılırken, binaların güçlendirilmesi veya yıkılmasının ise önümüzdeki günlerde kararlaştırılacağı kaydedildi.

N.Ç.'nin Tecavüzcüleri AKP'li Çıktı!

Mardin’de 13 yaşındaki N.Ç’ye tecavüz skandalının altından AKP’li bir grup çıktı. Ceza alan tecavüzcülerden birinin AKP İlçe Başkanı Halit Denli’nin oğlu Nizam Denli, birinin bir dönem ilçe başkan yardımcılığı yapan Sabri Ajak, diğer ikisinin de AKP içinde aktif çalışan Selman Aydın ve Selahhatin Kuray olduğu ortaya çıktı.

Kamuoyunda infial yaratan Mardin’de 13 yaşındaki kız çocuğu N.Ç’ye tecavüz davasının ayrıntılar ortaya çıkmaya başladı. Önceki gün Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altay’lı tarafında açıklanan tecavüzcü listesinde, aralarında Yüzbaşı, İlköğretim Okulu Müdür Yardımcısı da olan ve çoğu kamu görevlisi 26 isim yer aldı. Bu isimlerden biri de Nizam Denli. Nizam Denli, Mardin’in Mazıdağı ilçesinde 3 dönemdir AKP İlçe Başkanlığı görevini yürüten Halit Denli’nin oğlu. Yakın çevresinden edindiğimiz bilgilere göre Nizam Denli, Mazıdağı’nda ‘Oto Yıkama ve Yağlama’ işiyle uğraşıyor.

TECAVÜZDEN SONRA HACCA GİTTİ

Araba tamircisi olan yakın arkadaşı Sabri Ajak ile birlikte ilçedeki bir kadın satıcısı aracığıyla 2002 yıllında 13 yaşındaki N.Ç’ye defalarca tecavüz etti. Sabri Ajak’ın da bir dönem AKP İlçe başkan yardımcısı olarak faaliyet yürüttüğü belirlendi. Tecavüz olayından sonra hacca gidip dindar bir imaj edinmeye çalışan Denli’nin, daha sonra da Menzil tarikatına girdiği öğrenildi.

Bu arada, Denli’nin ticaret hayatında da önemli gelişme kaydederek ekonomik olarak büyüdüğü ifade edildi. Kız çocuğuna tecavüz suçundan ceza almasına rağmen hiçbir şey olmamış gibi AKP’nin siyaset koltuğunda oturmaya devam eden ilçe başkanı Halit Denli gibi oğlu Nizam Denli’nin de, sosyal çevresinde çok rahat hareket etmesi ise dikkat çekiyor.

TARİKATA GİRDİ ELHAMDÜLİLLAH!

Telefonla ulaştığımız AKP ilçe başkanı Halit Denli olayla ilgili olarak “O olaydan sonra oğlumla konuşmuyorum. Oğlum yanlış arkadaş kurbanı oldu. Siyasi olarak bana komplo kurmak için oğlumu kullandılar. Oğlum olaydan sonra hacı gitti ve tarikata girdi elhamdülillah” şeklinde görüş belirtti.

Listede adı geçenlerden Selahattin Kuray ise Nizam Denli’nin kayınbiraderi. Diğer bir isimde son seçimde AKP’den belediye başkan adayı olan İsmail Aydın’ın amcaoğlu Selman Aydın. Bu iki kişi ilçede AKP için yaptıkları yoğun siyasi çalışmalarla tanınıyor.

Söz konusu dört şahıs da mahkeme tarafından 13 yaşındaki kız çocuğu N.Ç’ye tecavüz suçundan 4 yıl 2’er ay hapis cezasıyla cezalandırılmıştı.

N.Ç. 2002’de 13 yaşındayken, Mardin’de aralarında yüzbaşı, kaymakamlık yazıişleri müdürü, ziraat odası başkanı, muhtar ve korucuların da bulunduğu 26 kişinin aylarca cinsel istismar ve tecavüzüne maruz kalmıştı. Olayla ilgili Yargıtay 14. Ceza Dairesi, Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26 sanığa, “15 yaşından küçük kızla rızasıyla birlikte olmak” suçundan 4 yıl 2 ay ceza veren kararının bir bölümünü onamıştı. AİHM’e taşınan bu tartışmalı karar, kamuoyunda yoğun tepki çekmeye devam ediyor.

Barzani, İçinde Savaş Olan Üç Seçeneği de Reddetti

Ankara - Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani, Türk gazetecileriyle yaptığı bir saatlik görüşmede, “Ya PKK’yı Kuzey Irak’ta siz bitirin; ya birlikte bitirelim veya bizim bitirmemizin yolunu açın” şeklindeki seçeneklerin tümünü reddederek, “Barış için bir rol oynamaya hazırım. Ama içinde savaşı barındıran hiçbir opsiyona ilişkin bir rol oynamam” dedi.

Barzani’nin gazetecilerle görüşmesi İstanbul Çırağan Otel’de gerçekleşti. Görüşmeye, M. Ali Birand, CNN Türk’ten Ferhat Boratav, Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel ve Radikal’den Cengiz Çandar katıldı.

Çandar’ın kendi köşesinde aktardığı bilgilere göre Barzani konuşmasına “Türklerle Kürtlerin ilişkilerinin düzelemeyecek ölçüde bozulmasını engellemek istiyoruz” şeklinde başladı.

“Mesut Barzani isterse Kuzey Irak’ta PKK’yı bitirir” şeklinde Türkiye’de yayılan ‘algı’nın ‘doğru olmadığını’ ifade eden Barzani’nin “gergin bir dönemde bulunulduğu”na dikkat çekerek “silahlı çatışmaların sürmesinin sorunu çözmeyeceğini” ve “bunlara son vermekten gayrı bir seçenek görmediği”ni söylediği belirtildi.

İÇİNDE SAVAŞI BARINDIRAN HİÇBİR OPSİYONA İLİŞKİN ROL OYNAMAM

Çandar’a göre “Çatışmalar durmalı; onun ardından diyalog başlamalıdır. Başka seçenek yoktur” sözleriyle ısrarla ve defalarca Kürt sorununa ‘askeri çözümün imkânsızlığı’nın altını çizen Barzani, Birand’ın “Üç opsiyonun hangisine yakınsınız” diye sorduğu ve ‘üç opsiyonu’ sırasıyla “Ya PKK’yı Kuzey Irak’ta siz bitirin; ya birlikte bitirelim veya bizim bitirmemizin yolunu açın” şeklinde ifade ettiği soruya şu karşılığı verdi: “Size çok samimi davranmamızı istiyorsanız; cevabım hiçbiridir. Barış için bir rol oynamaya hazırım. Ama içinde savaşı barındıran hiçbir opsiyona ilişkin bir rol oynamam.”

“Türkiye, istese de istemese de, PKK’den savaşı durdurmasını istemeye devam edeceğim” diyen Barzani, “Şu sırada en önemli öncelik, savaşı durdurmaktır, bunun ardından diyalog başlayabilir ve başlamalıdır” ifadelerini kullandı. Barzani, Türkiye’nin kendisinin bu yönde oynayacağı bir rolü ‘iyi karşılayacağını sandığını’ da sözlerine ekledi.

TÜRK TARAFINI PEŞMERGEYLE ORTAK KONTROL NOKTALARI KURMAYI TALEP ETMEDİ

Çandar, Barzani’nin açıklamalarını aktarırken şunları yazdı: “Bunun bir ‘arabuluculuk’ gibi anlaşılmaması gerektiğinin özenle ve özellikle altını çizdi ve rolünün ‘diyaloğun yeniden başlaması için siyasi baskı ve birtakım önlemler alınması’ olduğunu bildirdi. Ancak bu önlemler arasında Türk askerinin, Kuzey Irak topraklarında peşmergeyle birlikte veya doğrudan ‘kontrol noktaları’ kurulmasını içermediğini, Türk tarafından kendilerine böyle bir talebin zaten ifade edilmemiş olduğunu belirtti.”

NE KADAR OPERASYON YAPARSANIZ YAPIN, SONUÇ GETİRMEZ

Türkiye’nin PKK’ye karşı sınırötesi operasyonlarla sonuç alma ve PKK’yi bitirme yaklaşımını da değerlendirirken, “Ne kadar operasyon yaparsanız yapın, bir sonuç getirmez. Bu, operasyonlarla sonuç alamayacağınız türden bir savaş” dedi. Barzani, “ Gerilla savaşı ile uğraşmanın, ortadan bir cephe olmadığı için kolay olmadığını” vurguladı.

TEKNOLOJİK SİLAHLAR DA KAZANDIRMAZ

Irak hava sahasının şu döneme dek ABD’nin kontrolünde bulunduğunu söyleyerek, hava operasyonlarıyla bir ilgilerinin bulunmadığını da ifade eden Barzani, Türkiye’nin elindeki çok üstün silahlarla da sonuç almayacağını ifade etti. Barzani, kendinin de peşmergelik yaptığını hatırlatarak, “1988’de İran-Irak Savaşı bittiğinde, Hakurk (Xakûrkê) bölgesine yerleştik. Saddam, Hakurk’a 5 tümen gönderdi ve üstelik kimyasal silahlar kullandı. Bizi sökemedi ve sonuçta yenilen Irak ordusu oldu” dedi.

KCK OPERASYONLARI TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİNE HİZMET ETMEZ

“Savaş, Kürt halkının da, Türk halkının da çıkarlarına hizmet etmiyor” diyen Mesut Barzani’nin söyleşinin sonunda KCK tutuklamalarına da değindiği belirtildi. Barzani’nin “Siyasi gerekçelerle insanları tutuklamanın Türkiye’nin güvenliğine hizmet etmediğine inanıyorum” sözleriyle KCK operasyonlarına ilişkin olumsuz bir tutum ortaya koyduğu kaydedildi.

'ABD Türkiye'ye Kobra Satışını Durdursun' Kampanyası

New York - ABD tarafından Türkiye’ye üç adet Süper Kobra helikopterinin satışını durdurmak için imza kampanyası başlatıldı. ABD Senatosu Dışilişkiler Komitesi Başkanına hitaben hazırlanan kampanya metninde Türk ordusunun uyguladığı vahşetin görüntülerine de yer verilerek, helikopterlerin satışının durdurulması talep edildi.

ABD yönetiminin Türkiye’ye savaş helikopterlerini satışına karşı çıkan insan hakları savunucuları imza kampanyası başlattı. “ABD Kobralarının Türkiye’ye satışını durdurun” başlıklı dilekçede ABD Senatosu Dişilişkiler komitesinden satışa karşı çıkması istendi.

ABD Senatosu Dişilişkiler Komitesi Başkanı Senator John Kerry’e gönderilmek üzere hazırlanan kampanya metninde, “Türkiye’deki Kürtler için acil ihtiyaç duyulan şey, Kürt sorununa barışçıl çözümdür, daha fazla yüksek teknolojik silahlar değil! Lütfen bu satışa karşı çıkın!” ifadeleri yer aldı.

Metinde Türk ordusunun Hakkari’nin Çukurca ilçesinde gerillalara karşı kimyasal silah kullandığına dikkat çekilirken, “Türkiye yakın zamanda, 22 Ekim 2011’de, Kazan Vadisi’nde, kimyasal silah ve napalm bombaları kullandığı bombardımanda 35 Kürt savaşçıyı öldürdü” diye belirtildi. Kampanyada, söz konusu saldırıyla ilgili internet ortamına düşen vahşetin video görüntülerine dikkat çekildi.

Kampanyaya şimdiye kadar 350’e yakın kişi imzalarıyla katıldı. Helikopter satışının görüşüleceği 12 Kasım gününe kadar 5 bin imza hedefleniyor.

Kampanyaya katılmak isteyenler şu adresten ulaşabilirler: http://www.change.org/petitions/chairman-us-senate-foreign-relations-committee-stop-us-cobra-sales-to-turkey

Türkiye uzun zamandır ABD’den kobra tipi helikopterleri satın almaya çalışıyor. ABD yönetimi, Türkiye’nin geçtiğimiz ay Füze Kalkanı radar sisteminin topraklarında konumlandırılmasını kabul etmesi ardından, savaş helikopterlerinin satışına karar verdi. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), 28 Ekim günü yapmış olduğu bir açıklamada, Türkiye’ye 3 adet AH-1W "Super Cobra" taarruz helikopterinin yanı sıra 7 adet T700-GE-401 motoru, bağlantılı teçhizat, yedek parça, eğitim ve lojistik desteğin satışıyla ilgili Kongre’ye resmi bildirimde bulunduklarını belirtmişti.

Türkiye’ye 111 milyon dolara mal olacak savaş helikopteri ile ek askeri teçhizat satışıyla ilgili talep Senato Dişilişkiler Komitesi’nde 12 Kasım günü ele alınarak karara bağlanacak.

ABD'nin silah ihracatını düzenleyen yasasına göre, yönetim bir NATO müttefikine önemli bir silah transferi yapmadan 15 gün önce Kongre'ye resmen bilgi vermek zorunda. Kongre, yapılmak istenilen satışı durdurma yetkisine sahip.

İşte Malatya Morgunda Tutulan Cukurca'da Kimyasal Silahla Katledilen Gerillaların Cenazelerinin Dehşet Durumu (VİDEO)


FLAŞ HABER: Karayılan: Fetullah Gülen Cemaati'nin Yeşil Ergenekon Belgeleri Elimizde

Deniz Kendal-ANF

 

Behdinan - KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Gülen Cemaati üyelerinin her ilde komite halinde örgütlendiğini belirterek emniyet yetkililerini ve valileri yönlendirdiğini kaydetti. Ellerinde Yeşil Ergenekon’un nasıl örgütlendiğini gösteren belgeler olduğunu söyleyen Karayılan, bunları kendilerine güvenen gazetecilere vermeye hazır olduklarını açıkladı.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ANF’ye yaptığı açıklamada Gülen Cemaati’nin nasıl örgütlendiği ve devleti ele geçirdiği konusunda çarpıcı bilgiler verdi. Karayılan, Yeşil Ergenekon’a dair ellerinde belgeler olduğunu ifade ederek, bu belgeleri harfiyen yayınlama cesaretini gösteren gazetecilere vermeye hazır olduklarını belirtti.

CEMAAT HER İLDE KOMİTELER ŞEKLİNDE ÖRGÜTLENDİ

Karayılan şu açıklamalarda bulundu: “Bu konuda önemli bazı hususları söyleyeceğim: Türkiye’de NATO’ya bağlı oluşturulmuş Gladio’nun Ergenekon biçiminde uzun bir süre rol oynadığı bir gerçektir. Bu Gladio bugün kılıf değiştirmektedir. Ergenekon’un Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Türkiye demokrasi güçlerine karşı kullanılması sonucunda yeterince yıpranması, çeteleşmesi ve devlet için de bir ağırlık haline gelmesi nedeniyle Ergenekon’un devre dışı bırakılması projesi temelinde kılıf değiştirmektedir. Doğrudur, bugün Ergenekon’un eski yapısı yargılanıyor ama yerine yeni bir Ergenekon (Yeşil Ergenekon) da geçmekte ve örgütlenmiş bulunmaktadır. Açıkça söylüyorum, Gülen Cemaati’nin üyeleri her ilde bir komite halinde örgütlenmiş bulunup o ildeki emniyet yetkililerinin, valinin devlet uygulamalarının hangi doğrultuda gerçekleşmesi gerektiğini karar altına almakta ve esas yönlendirme merkezi onlar olmaktadır. Bu Kürdistan’da da Türkiye’de de böyledir. Belki her ilde çok etkili olamamakta -devlet içinde henüz bu sisteme dahil edilmemiş bazı kesimler de vardır- ama onları da istediği doğrultuda yönlendirebilmektedir. Hem merkezi düzeyde örgütlü bir yapı hem de iller bazında oldukça örgütlenmiş bir yapı söz konusudur.

BU SÜRECİ YEŞİL ERGENEKON YÖNETİYOR

Ergenekon tarafından Erdoğan’a karşı tertiplenen suikast planlarının deşifre edilmesi ve yine Ergenekon, Balyoz davası gibi AKP’ye karşı darbelerin açığa çıkarılmasında rol oynayan bu kesimin artık AKP ile de oldukça bütünleşmiş ve ciddi bir ittifak kurma durumu söz konusudur. Böylece asker-devletten polis-devlete geçiş süreci de hızla gelişmekte, geriletilen askeri vesayet yerine yeni bir vesayet gücü iktidarını kurmaktadır. Fazla açmayacağım, yalnız bir şey söyleyeyim: Bu süreci Yeşil Ergenekon yönetmektedir. Kesinlikle “devletin yargısı, hukuku, filan” bunlar hikayedir. Dikkat edin, bu “siyasi soykırım operasyonları” tek elden yönetiliyor. İspata-belgeye bakmadan, aldıkları istihbarat temelinde, “kimi hedeflersek bu hareket çöker, artık Kürt halkı güçsüzleşir, zorunlu bir biçimde boyun eğer ve bize sığınır” diyerek tespitler yapıyorlar ve onlar hakkında polis yoluyla dosya oluşturup yakalıyorlar. Bu, cemaatin işidir.

BELGELER ELİMİZDE

“Hayır, böyle değildir” diyenlere söylüyorum: Bizim yanımızda belgeler vardır. Türkiye’de kendine güvenen gazeteci varsa, kamuoyu önünde açıkça köşelerinde yazsın, “PKK’nin vereceği belgeleri harfiyen yayınlayacağız” desin, bunun sözünü versin ve yanımıza gelsin, biz bu belgeleri verelim. Yeşil Ergenekon’un Türkiye’de nasıl örgütlendiği, devleti nasıl ele geçirdiği bu biçimde açığa çıkacaktır. Biz bunu biliyoruz.

İŞTE SAİD NURSİ İLE FETHULLAH GÜLEN FETVALARI ARASINDAKİ FARK

Şeyh Sait isyanı zamanında önemli bir Kürt şahsiyeti olan, kendi kimliğini hiçbir zaman inkar etmemiş ve din kardeşliğini kendisine eksen yapan Saidi Nursi, “hiçbir mümin insanın elini Kürt kanına bulaştırmaması gerekir” diye fetvası vardır. Şeyh Sait isyanında kendi talebeleri olan bir yarbay gelip sorar ve Saidi Nursi bu fetvasını verir. Peki, şimdi onun izinde olduğunu söyleyen, gerçekte ise onun bütün temel prensiplerini tahrip eden, bazılarını kitaplarından çıkararak, bazılarını da farklı yorumlarla çarpıtarak topluma yansıtan Fethullah Gülen’in Kürt halkı hakkında verdiği fetvaya bakın. Arada ne kadar çelişki var değil mi? Tam zıttı. Fazla yorum yapmak istemiyorum; o fetvanın içinde sömürgeciliğin iğrenç kan içici yüzü vardır.

BU DİN ADAMLIĞI DEĞİL, KAN İÇİCİLİKTİR


“Köklerini kes, işlerini bitir, yok et.” Düşünün, Türk ordusu bu kadar katliam yapmış ama o daha orduyu eleştiriyor. “5 bin değil 50 bin de olsa otuz yılda niye yok etmediniz” diyor. O zaman ‘90’lardaki faili meçhuller nerede kaldı? Onları aşan düzeyde bir katliamı savunuyor, onun talimatını veriyor. İşte sömürgeciliğin gerçek yüzü budur; katliamdır. Elbette ki bunun dincilikle ilgisi yoktur. İslam dinine inanan, gerçek bir müminin taşıdığı bir vicdanı olur; sömürgeci amaçlar için bu kadar kan içici, yok edici bir dile sahip olamaz. Açıkça dini bir perde olarak kullanıp toplumu kandırma durumu vardır. Bu perde altında iktidar olmaya yürürken Kürt gençliğini, Kürt halkını düşürme, egemenliğini kurma, her şeyini ele geçirme çabası vardır. Bu insanlar buna göz dikmişlerdir, iktidara göz dikmişlerdir. Bütün amaçları iktidardır. Türk ırkçılığını esas alıp her yerde egemenlik kurmaktır. Bunun böyle olduğu Fethullah Gülen’in son verdiği talimatlarda açıkça ortaya çıkıyor. Peki, bir din adamı öyle konuşabilir mi? İnsanların katledilmesi, yok edilmesi ve köklerinin kesilmesinden bahsedebilir mi? Vicdanı buna el verebilir mi? Kaldı ki bu insanlar kimdir? Kürt halkının özgürlük için dağa çıkmış evlatlarıdır. Nihayetinde ben şunu söylüyorum: Belirttiğim gibi söz verip iddialı olan yayıncılar bize başvurursa Yeşil Ergenekon’un belgelerini kendilerine verebiliriz.

SONUÇ ALAMAYACAKLAR, BUNU HERKES GÖRECEK

AKP devletinin Fethullah Gülen’le birlikte Kürt Halk Önderliği’ne karşı insanlık ve ahlak dışı tecrit uygulaması-İmralı İşkencesi; Kürdistan gerillasına karşı insanlık dışı silahları kullanma temelinde yok etme operasyonları; yine Kürt halkına karşı işkence ve Kürt siyasetine karşı da soykırım politikaları sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Bunlar sonuç alamaz. Kürt halkı, yüzyılların bir yoğunlaşması olarak bugün bir direniş bilincini edinmiş, demokratik toplum perspektifini esas almış bir halk olarak bütün sömürgeci yönelimleri boşa çıkaracak güçte olduğunu herkese gösterecektir. Hem gerilla hem de toplumsal mücadelesinde yürüteceği direniş çizgisinde bunu tarihin bu önemli döneminde herkese gösterecektir.”