5 Kasım 2011 Cumartesi

Dünya Kurdistan’ın Etrafında Dönüyor

Soru; sorun tanımlamaktır. Tanımlayamadığınız sorunu çözemezsiniz. İsmail Beşikçi hocamız birkaç yıldır aynı soruyu tekrar tekrar biz Kürdlere soruyor “Kürdistan’ın neden bölündü?” diye. Soruyu şöyle de sorabiliriz sanırsam: Kürdistan niye bölündü, nasıl bölündü?

Denk geldiğim ve Troçki’nin devrim sonrası Rus Çarı’nın arşivlerinde bulduğu belgelere göre Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Fransa ve Rusya arasında Kürdistan’ın ikiye bölünmesi kararlaştırılmış. Buna göre batısı Fransa’ya bırakılıyor, kuzeyi ve doğusu ise Rusya’ya. İlgi duyanlar ve yeterli ingilizcesi olanlar bu belgeleri linkini verdiğim kitabın üçüncü bölümünden okuyabilirler (http://tmh.floonet.net/books/tstu/secrettreaties.html).

Kürdistan Fransa ve Rusya arasında ikiye bölüşülüyor. Kürdistan’ı güney’den kuşatan bugünkü Irak’ın Arap kesimleri ise İngiltere’nin oluyor. İsmail Hocamızın sorguladığı bu bölüşme olmalı. Her ne kadar Bolşevik Devrimi bu planın birebir uygulanmasına imkan vermemişse de bu bölüşme anlaşmasını anlamadan sonraki gelişmeleri anlamak mümkün değil. Devrim sonrası her ne kadar Rusya pozisyon değiştirmişse de unutmayalım ki Fransa ve İngiltere savaşın galipleri olarak pozisyonlarını korumuş olmalılar.

Burada hemen kısa bir değinecek olursak, Avrasya denilen, Finlandiya – Portekiz’den Bering Boğazı ve Malezya’ya uzanan bölge Dünya’nın hakiminin kim olacağının veya olmayacağının belirlendiği bölge olarak tanımlanıyor. Bir jeostratejik saha olarak Avrasya’yı tanımlayan Amerikan stratejist Brzezinski’ye göre tüm bu bölgenin iki kilit ülkesi Ukrayna ve Azerbaycan’dır. Bölgedeki iki kilit oyuncu da Rusya ve Almanya. Bu analiz Sovyetler sonrası döneme ait.

Sovyet Devrimi öncesindeki paylaşımda kelimesiyle Kürdistan ve hatta ‘Batı Kürdistan’ ifadeleri geçiyor. Yani paylaşan neyi paylaştığını çok iyi biliyor. Bahsettiğimiz ise asimilasyonist değil, toprak genişleten veya koloniyalist ülkeler. Dolayısıyla bugünkü mentaliteyle veya Türk ideolojisiyle zehirlenmiş Türkçe konuşan akıllarımızla o dönemi dönüp anlamak pek kolay olmayabilir. Dolayısıyla haritayı hayal ederken sınırların olmadığı, üzerinde sadece coğrafi şekillerin ve insan toplulukların olduğunu tasavvur edin. Boş bir kağıt, önce coğrafyası, sonra nüfuslarıyla, özgünlükleriyle o topraklarda yaşayanlar.

Kürdistan’a geçmeden önce ele aldığım bölüşmede Aleksandretta sancağının, yani başkenti o zamanlar İskenderun olan bugünkü TC Hatay ilinin özel statüyle bu üç güçten bağımsız bir liman devleti olarak kararlaştırıldığını, aynı paylaşımda İstanbul’un da Çarlık Rusyasına bırakılmasının kararlaştırıldığını öğreniyoruz.

Kürdistan, yukarıda bahsettiğim siyasi sınırları kaldırılmış haritada bir ayağı Akdeniz’e diğer ayağı Azerbaycan’a temasla Hazar Denizi’ne, oradan Orta Asya steplerine uzanan stratejik bir konumdadır. Türklerden bolca okutulduğunuzu tahmin ettiğim ‘Rusların sıcak denizlere açılma düşleri’ ekseninde düşünün şimdi Rusya’nın o zamanki Kürdistan ilgisini. Buna Orta Asya’ya bugün dahi Rusların kimseyi yaklaştırmadığını ekleyin.

Ve bahsettiğim aynı paylaşımda Kürdistan’ın tam ortasında Orta Asya’ya ulaşmak isteyenlerle Akdeniz’e ulaşmak isteyenler buluşmuş görünüyorlar. Tüm harıyla süren Birinci Dünya Savaşı ve bu bahsettiğimiz üçlünün kazanma senaryoları üzerine kurdukları bir paylaşım haritası.

Bu anlaşmaya bakınca benim gördüğüm aynı cephede yer alan ama çıkarları farklı olan üç ayrı devletin o günün şartlarında birbirlerinden güçleri oranında koparabildikleri üzerinde anlaşmaya vardıkları. İngilizler Arap yarımadasını, Fransızlar Adana – Maraş ve Batı Kürdistan’ı, Rusya geri kalan Kürdistan’ı alıyor.

Ve hikaye o ya, Rusya 1917’de devrim yapınca Kürdistan’ı almaktan vazgeçiyor. Her türlü anlaşmadan önce çekildiğini söylüyor, sonrasında ise her ne oluyorsa aynı içerikli anlaşmalara, Lenin yönetiminde ve oldukça kirli bir şekilde geri dönüyor.
Her ne oluyorsa dediğime bakmayın. Mustafa Kemal liderliğinde bir ekip Osmanlı bakiyesi üzerinde hak iddia ediyor ve diğer yandan Osmanlı orduları bugünkü Ermenistan içlerine kadar ilerlemiş bulunuyorlar.

Bu noktada Lenin Mustafa Kemal’in savaştan da galip çıkmış olan Batı’ya yaklaşıp devrimi tehlikeye atabilecek bir savaşa yönlendirilebileceğinden korkmuş olmalı. Lenin’in Mustafa Kemal ekibini kazanmak için milyonlarca altın gönderdiği hikayelerin Türkler cephesinden okuduğunuzdan biliyorsunuz zaten. Ve sonra meşhur Kars anlaşması geliyor. Türkler Ermenistan’dan çekiliyor, Lenin’in devrimcileri ise Kars ve Erzurum’dan, civarından.
Henüz Kürdistan’da Mustafa Kemal’in ekibinin olmadığı zamanlardan bahsediyoruz. Kürdistan limboda yani. Ruslar Erzurum’dan, civarından çekilip Türklere yer açıyorlar ama örneğin henüz Fransızlar bir iddiadan vazgeçmiş falan değiller. Ha keza İngilizler. Ki İngilizler sonradan kontrolleri altındaki Milletler Cemiyeti aracılığıyla bugünkü Güney Kürdistan’ı o zamanki İngiliz Mandası’na, sonraki Irak’a bağlamayı becerebiliyorlar. Henüz ne Türkiye, ne Suriye ne de Irak’ın olmadığı zamanlar bunlar. Haritaların üzerinde siyasal sınırlar yok.

Kürdistan’ı düşünün yeniden bu harita üzerinde, başka hiçbir sınır vs değil. Sadece Kürdistan’ı sınırlarıyla oturtun bu boş haritanın üzerine. Savaş sürecinde paylaşanlar muhtemelen savaş sonrası dünyada birbirlerinin elini kolunu bağlamak istiyorlardı. Ne İngilizler ne Fransızlar Orta Asya’ya ulaşacaklardı Kürdistan üzeri (İngilizler aynısını Afganistan’da deneyip başarısız olmuşlardı), ne de Ruslar Akdeniz’e inebileceklerdi. (İstanbul ayrı konu olarak dursun, çünkü kağıt üzerinde İstanbul’u Ruslara bırakanlar diğer yandan Dardanel’i, yani Çanakkale’yi ele geçirmeye uğraşıyorlardı.)

Rusların devrim sonrası hem tutum değiştirmeleri hem de bu anlaşmaları açık etmeleriyle bolca plan bozulmuş, değiştirilmiş olmalı ancak stratejik hedeflerin değiştirilmiş olacaklarını düşünmek saflık olur. Zaten Sovyetler de hiçbir anlaşmaya taraf olmadıkları, “halkların geleceklerini belirleme hakları” palavralarını özellikle Kürdler örneğinde görüleceği üzere utanmaz bir pragmatizm ve oportünizmle hemen terk etmişlerdi. Ankara Anlaşması olarak da bilinen ve Bolşeviklerle Mustafa Kemal ekibi arasında imzalanan anlaşma Sovyetler açısından ‘Devrim Sınırları’nı İngiltere ve Fransa’dan olabildiğince uzak tutmaktan başka bir anlam içeriyor olamaz. Kürdistan ve bugün kırk milyon olan nüfuslarıyla Kürdler bir ideolojiye böylece kurban ediliyorlardı. O ideoloji aksini söylüyor olmasına, ideolojiyi yazan kendi yaptığı türden şeyleri yerden yere vuran polemikleriyle ünlü olmasına rağmen. Kürdistan’a dokunmamak ve Kürdlerle ilişkiye geçmemekle Lenin Batı’ya şöyle bir mesaj vermek istemiş olmalı: devrimin yayılmak, genişlemek gibi bir niyeti yok. Bakın, Kürdistan üzerinde Çar’ın kazanmış olduğu haklardan vazgeçiyorum, hak iddia etmiyorum. Siz de Çar ile yapmış olduğunuz anlaşmaya sadık kalın ve onun bölgesine uzanmak düşü kurmayın.

Karşılığı da Lozan’da gelmiş olmalı. Aynı Batı Lenin’e “Elini gördüm, öyle olsun o halde, Kürdistan üzerinde kuralım saldırmazlık anlaşmasını” mealinde yaklaşmış olmalı.

Toparlarsak, Kürdistan’ın Mustafa Kemal ekibine Türkiye 
 Cumhuriyeti dahilinde hediye edilmiş olmasını nasıl anlayacağız:

1. Üçlü grup Kürdistan üzerinde stratejik bir paylaşıma karar veriyorlar.

2. Üçlü gruptan Rusya anlaşmadan öylesine çekiliveriyor. Devrim durumunun yarattığı bilinemezlik durumu var. Devrimcilerin ne yön izleyeceğine dair duyulan endişe, vs.

3. Mustafa Kemal ekibiyle birlikte Rusya’nın bahsettiğimiz stratejik içerikli anlaşmadan çekilmesinin yarattığı güç vakumuna yerleşiveriyor. Tarafsız olacağı vaadiyle her iki tarafın da desteğini alıyor.

Neden peki ne Rusya ne Fransa – İngiltere Kürdistan’ı istemediler?
Çünkü bir Kürdistan ortaya çıkması (ki aynı zamanda bugünkü durumdur) kime destek verirse ona ulaşılamayan taşı toprağı altın coğrafyanın, Avrasya’nın kapılarını açmış oluyor da ondan. Böyle bir Kürdistan ya anında bu güçlerden biri tarafından yutulurdu o koloniyalist şartlarda, veya mecburen kendisi bir güç olmak ve etrafında hak iddia etmek zorunda kalırdı. Kendisi bir bağımsız irade ve güç ortaya çıkabilse kimsenin buna itirazı olmazdı diye düşünüyorum. Oturup bir anlaşma ararlardı. Sorun Kürdistan’ı Kürdlerin ortaya çıkaramıyor olmasında.

Dolayısıyla bu güçler için Kürdistan bir basit ama önemli geçiş coğrafyası, Kürdler de kazara üzerinde yaşıyor bulunan değersiz insanlar. Kürdistan önemli, Kürdlerse ortada aşiret sürüleri halinde gezinen, dağın öte yanından habersiz ve bir politik entite halinde biraraya gelebilme kapasitesinden de uzak topluluk.

Lozan’da bu durum toplanıyor. Kürdistan’ın, kimsenin erişememesi için kapılarının kapatılıp mühürlenmesine, içeride kalan Kürdlerinse Kürdistan’a gardiyan olarak atanan Türklerin insafına bırakılmasına karar veriliyor.

1991 Körfez Savaşı’yla Amerika bu mührü kırıyor. Mühür konulmadan önce dünya Kürdistan’ın etrafında dönüyordu. Kırıldı kırılalı da durum aynı. Dünya 20. yy’ın başından beri Kürdistan’ın etrafında dönüyor, durduğu zaman da Kürdistan’ın etrafında duruyor.

Suriye konuşulurken Güneybatı’nın neden önemle ele alındığını bir de bu gözle okuyun. Mesele Kürdistan’la beraber açılacak olan kapılardır, artık erişilebilir olacak olan coğrafyalardır. 


Mehmed Husedin
Twitter ( @mhusedin )
mhusedin@yahoo.com
A-Med News Agency
www.ajansamed.com

Hiç yorum yok: