Kürt meselesi üzerinden yeni tartışmalar, yeni oyunlar ve yeni durumlar
sözkonusu. Tartışmalar; CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun meselenin
çözümü için kendince ortaya çıkması. Bu konu üzerinde meselenin –büyük
bir ihtiyat payı olmasına rağmen- siyasal alanda tartışılması yeniden
ivme kazandı. Bu tartışmalara herkes kendi cephesinden birşeyler
söylüyor. Ancak Kılıçdaroğlu’nun ruh halinden de görüldüğü gibi pek de
umut vermeyen bir tartışma bu. Çünkü AKP kendisi için kullanıyor, MHP
kendisi için. Sağlıklı sonuç çıkması çok zor.
Kürt meselesi üzerinden
yeni oyunlar da oynanıyor. Bu oyunların merkez üssü
Washington-Ankara-Hewlêr-Bağdat gibi gözüküyor. Pensilvanya’daki
Fethullah Gülen tarikatının merkezini de bu oyuna farklı bir boyuttan
katıldığını ve oyunun temel aktörü olma isteğini de kesinlikle görmek
gerekiyor. Ancak oyunun kurucularının durumları hiç de iyi değil. Temel
aktörlerden AKP, kim ne derse desin kendi “güvenlikçi politikası”
nedeniyle erken iflası yaşıyor. ABD, AKP’ye biraz daha omuz veriyor ama
bu sürenin ilelebet olmadığını da sürekli hatırlatıyor. Hatta artık
ABD’nin AKP’ye öyle eskisi gibi yaklaşmadığını da bir yere iyice not
etmek gerekli. Çünkü AKP’li Yalçın Akdoğan’ın “Kürt reformları” diye
tanımladığı bu adımların ABD’nin “savaş hattında yapamadınız bari
siyasal alanda adımlar atın” sözlerine bir yanıt taşdığı da
söylenebilir. Ve şunun altını da kalın çizgilerle çizmek gerekiyor, ki
AKP’nin şu anda reform olarak sunduğu herşeyin büyük bir aldatmaca
olduğu gerçeğidir. Şimdi hal böyle iken Beşir Atalay’ın son konuşmaları
ile Yalçın Akdoğan’ın sözde Kürt reformlarına kimsenin aldırış edeceği
yok. Tayyip Erdoğan’a şimdiden söylemek lazım ki sonradan esip
gürlemesin!...
Gelelim Hewlêr ve Süleymaniye hattına. Bu hattın
Ankara ve Washington ile mecburi işbirliğinin diyeti olarak araya
girmek rolü kalıyor. Ancak bu merkezdeki aktörlerin kimin adına, ne
zaman ve ne için nasıl görüştüklerini kimse bilmiyor. Eğer Kürt
toplumunu ilgilendiriyorsa bu görüşmelerin kamuoyuna açıklanması en
azından bu işin muhataplarına ifade edilmesi gerekiyor. Ama bu konu hala
bir muamma. Dolayısıyla KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın
deyimi ile “işin asıl muhatapları ve özellikle İmralı es geçilerek bu
konuda hiç ama hiç kimse bir yol alamaz” sözlerini haliyle önemsemek
gerekiyor.
Kürt meselesinin geldiği yeni durum konusuna gelince;
Kürtler özellikle PKK’nin öncülük ettiği siyasal çizgi AKP’lilerin
aklının alamayacağı bir boyuta gelmiş durumdadır. AKP kendi kafasını
kendi iktidar yağının içine daldırıp her tarafı bulanık gördüğü için
Kürtlerin bölgede hangi dinamiği temsil ettiğini anlayamıyorlar.
Şöyleki; PKK’nin öncülük ettiği siyasal çizgi Kürtleri bölgenin artık
temel bir aktörü haline getirmiş durumdadır.
Suriye, İran, Irak ve
Türkiye’de PKK artık değişmez temel bir güç, kendisi ile beraber
bölgenin gidişatını etkileyebilecek büyük bir potansiyeldir. Bu
potansiyel bölge devletlerini de küresel güç dinamiklerini de bütün
politikalarını temelden etkileyebilir. Sadece AKP 12 Haziran 2011’den
bugüne bu durumun kendisi için muhasebesini yapsın; ortaya çıkan sonuç
nedir çok daha rahat görecektir. Sözde “ustalık dönemi”nde kendi
içindeki bölünmeyi, hayata geçiremediği politikaları, en önemlisi de
gidişatının ne kadar kötü bir hal alacağını görmek durumundadır.
Dolayısıyla
Kürt meselesinde gelinen yeni durum şudur: PKK, ABD’nin desteklediği
AKP’ye karşı 2009’dan bu yana girdiği mücadeleyi kazanmıştır. Şimdi bu
mücadelenin siyasal, askeri ve toplumsal sonuçları ortaya çıkmaktadır.
Bu sonuçlar da AKP’yi zayıflatacaktır. Çünkü bu kaotik durumda bir tek
Kürtlerin tutumları çok net. Diğer bütün güçler ise kendi içlerinde
çelişkili ve çatışmalı olacak.
Sonuç olarak, Kürt meselesi üzerinden
yaratılan yeni tartışma, kurgulanan yeni oyunlar ve ortaya çıkan yeni
durumun AKP’nin istediği gibi gitmeyeceğini ifade etmekte fayda var.
Çünkü PKK’nin asıl dinamiği kendisini dışavurma ve sonuca
götürme biçiminde değil; saldırılara karşı kendisini savunma
halindedir hala.
BAKİ GÜL
Geçen hafta Brüksel’de; Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen Dersim Konferansı’na katıldık.
Kürt
tarihinin en kanlı katliamlarından biri olan Dersim Katliamı’nın
75’inci yılında 5’incisi düzenlenen konferansta, katledilen günahsız ve
savunmasız on binlerce masum insanımızı andık.
Geçmişin acılarını paylaştık.
Dersim’i acısı, ahı, hasreti ve kahrıyla bilincimize kazıdık.
Çoğu kadın ve çocuk on binlerce insanı katleden Türk devletini de insanlığın huzurunda bir kez daha lanetle kınadık.
Ayrıca,
geçmişte Dersim Katliamı’nı unutturmaya, günümüzde ise ‘yükümlülüğü
olmayan bir özürle’ durumu kurtarmaya, işlediği insanlık suçundan
sıyrılmaya çalışan devleti uyardık.
Kürt halkının ortak vicdanı, hafızası ve direnişinin yeni bir aldatmaya ve atlatmaya izin vermeyeceği uyarısını yaptık.
Önümüzdeki günlerde (29 Haziran) yüreğimizin başkenti Amed’te idam edilen Kürt lideri Şeyh Said ve arkadaşlarını anacağız.
Elbette
aynı gün PKK lideri Öcalan’a verilen ama, hukuki, ahlaki ve siyasi
hiçbir meşruiyeti olmayan ‘idam kararını’ ve onun ağırlaştırılmış
uygulaması olan tecridi de kınayacağız.
Cumhuriyet döneminin ilk Kürt
isyanı olan Şeyh Said Ayaklanması’nın 87’inci yıl dönümünde Kürt
halkının biricik kurtuluş umudu olan isyan geleneğine sahip çıkacak, bu
yolun öncülerini ve bu yolda yaşamlarını yitirenleri saygıyla ve
minnetle anacağız.
Gelecek ay (13 Temmuz) ise Zilan Deresi’nde
vahşiçe boğazlanan ve yine çoğu kadın ve çocuk olan 15 bin masum
insanımızın daha yasını tutacağız.
Bir gün sonra da zindanda (14 Temmuz) hayatlarını feda eden tutsakların anılarını paylaşacağız.
13
Temmuz 1930 günü, Van ili Erçiş ilçesi ve köylerinden toplanan çoğu
kadın ve çocuk 15 bine yakın insan Zilan Deresi’nde topluca
katledilmişti.
Katliam emrini veren Salih Omurtak Paşa da daha sonra Genelkurmay Başkanlığı’na getirilerek ödüllendirilmişti.
Zilan’da
yaşanan acılara insanlık ve yurtseverlik adına sahip çıkacak, yoksul
Kürtlerin acısını paylaşacak, onları da acıları, ahları, hasretleri ve
kahırlarıyla hesabını soracağımız geleceğe taşıyacağız.
Oradan 14 Temmuz ‘Büyük Zindan Direnişine’ uzanacağız.
Onurlarını
ve haklı davalarını savunmak amacıyla hayatlarını feda eden Hayri
Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in şahsında bütün zindan
direnişcilerini Kürt halkının ihtiyacı olan ‘ulusal gururu’ yarattıkları
ve bir miras olarak bıraktıkları için şükranla anacağız.
Zulme karşı
direnen tutsakları anacak, Kürt halkını zindanla teslim almaya çalışan
Türk devleti ve AKP Hükümeti’ni zindan pratiğinden ders almaya
çağıracağız.
Elbette, Kürt halkının uzun özgürlük yürüyüşünde anlamı ve önemi olan daha çok gün,hafta, ay ve yıl var.
Takvimin her yaprağında, tarihin her sayfasında birşeyler yazıyor.
Örneğin Mayıs ayı ‘şehitler’ ayıdır. Yıllardır bu anlamına uygun olarak da anılmaktadır.
Dersim ve Piran katliamlarının gerçekleştirildiği Haziran ise ’yüzleşme’ ayıdır.
Zilan Katliamı’nın ve zindan direnişinin yaşandığı Temmuz da hem ‘yüzleşme’ hem ‘direnme’ ayıdır.
Temmuz’dan
bir sonraki Ağustos ise Kürt halkının tarih sahnesine ayak bastığı,
görkemli ‘diriliş’ ayıdır. 15 Ağustos, lanetli tarihte yaşanan bir
kırılma anı, bir dönüm noktasıdır.
Bu yüzden her yıl çoşkuyla kutlanmakta ve özgürlük kavgasında yaşamını yitiren herkes saygıyla anılmaktadır.
Öte yandan son yıllarda neredeyse her günün tarihi bir anlamı vardır.
Kürt
halkı kendi kaderine sahip çıkmaya; inkar ve imha politikasından
kurtulmaya başladığı içindir ki son yıllarda Kürdistan’da her gün bir
tarih yaşanmaktadır.
Özellikle de KCK Operasyonları’nın başladığı 14
Nisan 2009’dan Hakkari ve Ağrı operasyonlarının yapıldığı 11 Haziran
2012’ye kadar geçen sürede her gün tarihi bir anlam kazanmıştır.
Milletvekilinden
belediye başkanına, gazetecisinden avukatına, duvar ustasından ayakkabı
boyacısına kadar her toplumsal kategoriden, her meslekten, yer yaş ve
cinsten Kürtlerin tutsak alındığı, aradan geçen bu 3 yılı aşkın zaman
diliminde Türk devleti ve AKP Hükümeti, neredeyse her Allah’ın günü
Alçaklığın Evrensel Tarihi’ne yeni bir katkı yapmıştır.
Devleti ve hükümetiyle Türkiye 3 yıl boyunca hemen her gün yeni bir alçaklık rekoru kırmıştır.
Alçaklık, 7 Haziran günü de Van’da zirve yapmıştır.
Bini
aşkın insanın hayatını kaybettiği, binlercesinin yaralandığı, on
binlercesinin göçe zorlandığı, 30 bin evin hasar, bir milyona yakın
insanın zarar gördüğü depremin ardından zor bir kış geçiren ve baharla
birlikte yaralarını sarmayı ümit eden Van halkının sırtına zehirli bir
hançer saplanmıştır.
Irkçı Türkçülüğün kanlı bir ifadesi olan Kemalizm, geçmişte Kürtleri katlediyor, ‘toplu mezarlara’ dolduruyordu.
Onun
sözde selefi olan, ırkçılığın ve Ortaçağ karanlığın projesi Siyasal
İslam (AKP) ise Nazi usulü ‘toplama kamplarına’ dolduruyor.
Böylece
özgürlük mücadelesini engelleyeceğini sanıyor. Fakat yakında onu
yapamayacak, kimseyi tutsak alamayacaktır. Zira, artık her Kürt gönüllü
bir tutsak, her tutsak özgür bir vatandır!
* Başlıktaki söz Yunus Emre’ye aittir.
GÜNAY ASLAN
gunayaslan@hotmail.de
Kimse, kendi ülkesinin işgalcisi, özgürlüklerinin katilini seçme hakkına
sahip değildir. Kimileri vampir Drakula’nın ruhuna çatıp, tarihi süreç
boyunca belayla boğuşuyor, şanslı olanlarınsa karşısına, her şeye rağmen
daha medeni yüzlü, insan olan işgalci çıkıyordu.
Ajanslar dün, güney
Atlantik'teki Falkland adacıkları Başbakanı Gavin Short’un,
Britanya’dan kopma kararı için, halk oylamasına gideceklerine dair
açıklamasını duyuruyordu.
Toplam büyüklüğü 12 bin kilometre kare olan
adalar, 1600 yılında keşfedilmiş ve ilk yerleşmecileri de
Britanyalılardı. En son 1983 yılında da işgale kalkışan Arjantin’le
savaşarak geri alınan adalarda, bugün 2 bin 500 insan yaşıyor. Hapisteki
Kürtler, yaklaşık bu nüfusun yirmi katıdır.
Adalar yönetiminin
kararı üzerine, Britanya ırkçıları "şehitler ölmez, vatan bölünmez"
naralarıyla ayağa kalktı mı diye baktım. Hayır, insan kanı döktükçe
yandaş toplayıp, güç kazanan zamane vampiri Drakula’yı andıran "kim
Ahmet, kim Mehmet ayırımı yapacak halimiz yok" naralarıyla öne fırlayan
yok, İngiliz ordusu da yakıp, yıkmak ve önüne çıkana bomba yağdırmak
üzere taarruzda değildi.
Demek ki, insana benzeyen işgalciye çatmak da şansmış…
En
korkuncu, Kürtlerin payına düşen işgalcinin, Sudan’ın vampiri Beşir’i
bile aratacak şekilde, bütün çözüm yollarını kanda araması, Kürtleri
zorla tutmak için, bugünkü dünyada hala yalan, dolan üstüne kurulu
zalimleşmeyi, tek geçerli seçenek saymasıydı.
Bu amaçla, Kürdistan,
tel örgüsüz, ama namluların kuşatması altında, üstü açık esir kampıydı.
Ülkenin adı yasak, dağlarının, köy ve kasabalarının ismi kağıt üzerinde
gasp edilip, çalınarak kendilerine benzetilmişti.
Bir yanda demokrasi
var yalanıyla tozu, toprağı havaya savuruyor, öte yandan seçilmiş 6
tane Kürt milletvekilini, 38 tane belediye başkanını hapsediyor, 8
tanesini parlamentodan hapishaneye sürüklenmek üzere dosya düzenliyor,
öbür yandan "hapishanelerde size de yer var" demeye getirerek, gerillayı
teslim olmaya çağırıyor, aynı anda Leyla Zana’ya 10, Aysel Tuğluk’a da
14 yıl, 7 aylık hapis cezası kesiyorlardı.
Dillerini konuşma,
annelerin bebeklerini uyutma "na na"sı izinle, insan kanı bir mermi
fiyatı kadar ucuz, hayatlar, katillere sunulmuş avlama zevkiydi. Can
alma ve yaşamaya dair kararlar, sabah erken kalkan işgalci efendinin
anlık insafına bağlı.
Çağdaş Drakulalar, kendilerine yakışan
insaniyetle övünürken, ana yurtlarının insanlarına "onlar" diyorlardı.
"Onlar hapishanelerde kendi dillerini konuşacak kadar özgürdürler."
AKP rejimi, budur. Bir ayağı dincilik, öteki ırkçılıkta olan, Faşizm tanımının yetersiz kaldığı bir zalimlik heyulası...
Roboskî
örneği, bunların kimlik ve vicdan belgeleridir. Katliamla yürek
soğuturken, öldürülmüşleri "dolap beygiri" diye aşağılayıp alay eden,
katillerin peşine düşenleri, aleni bir utanmazlıkla suçlu ilan eden
bunlardır.
Kalleşliğe şal çeken, gasp edilip, çalınmış yurdunu,
üstüne oturulmuş insanlığını geri isteyen Kürtlere, "kalleş" diyecek
kadar insanlıkla tersleşenler…
Avrupa’ya ihraç edilmiş köle işçi
çocukları için, ana dilleriyle eğitim hak, fakat, yurdu işgal ve talan
edilmiş Kürtlerin çocuklarına, ana dilleri ilk okulun beşinci sınıfından
sonra, "yabancı dil tertibinden" seçmeli ders…
Bunu, gönüllerinden
kopan iyilik, insani vicdan borcu gibi sunan işportacı, hemen ardından,
imkanı imkansızlaştıran "ama" ile verdiğini geri alan tuzaklar
kuruyordu. Ama on kişi bir araya gelip ana dilinden ders ister, buna
karşılık, İngilizce ve benzeri herhangi bir başka yabancı dilin
öğretilmesini talep etmez ve de öğretmen imkanı varsa…
Biz bu
"ama"ları daha önce Kürtçe kurs olayında da gördük. Kürt çocuklarının
kurslara devam ederek dillerini öğrenmeleri serbest, fakat polise havale
edilmiş "ama"ları kapıda hazırdı. Polis, kurs yerlerinin kapılarını
çerçevelerini santimlemeye başlayınca, bir türlü alan ölçüsü
bulunamamış, sonra kursun kendisi gitmiş, geride sadece adı kalmıştı.
Bunların
kafaları almıyor, vicdanları anlamıyor, ama yine de anlatmaya devam
edeceğiz. Kürtler temel insani hakkı olarak kendi yurdunda özgürce
yaşamak ve kökleriyle bir bütünlük olan diliyle eğitim görmek istiyor.
Kürde,
soyunun dilini yabancı dil öğretimi gibi sunmak, onun insanlık
arayışını kalleşlik diye tanımlamakla eş değer, katledilmişlerini dolap
beygiri diye nitelemek kadar aşağılamadır.
Dolandırıcı kurnazlığıyla,
temel sorunlarından biri olan ana dilde eğitim hakkına seçmeli ders
seçeneği, utanç verici bir haysiyetsizlik dayatmasıdır.
Satın alınıp,
boynuna tasma takılmış, başına yular geçirilmiş, önüne yem konarak
yandaş yapılmış kendi Kürtleri, bu sadaka ile tatmin olacaklar mı
bilemiyorum, ama haysiyetli Kürtler, "ya hep, ya da hiç” diyorlar.
Çünkü, 30 bin kişinin kılıçtan geçirilmesi, kurşuna tutulması, 4 bin
köyünün haritadan silinmesini, 4 milyon kişinin mültecileşmesini,
seçmeli ders için göze almadılar.
Kandırmaca, dolandırmaca dönemi
bitti. Kürtler, kendi yurtlarında yer yüzünün onurlu her halkı gibi
hayatlarının efendisi olarak yaşamak istiyorlar. Zalimle düelloya
girmeleri bu yüzdendir.
Kölelik kader değildir. Azla yetinme günleri
gerilerde kaldı. Gerilla lideri Cemil Bayık’ın deyimiyle, gaspçının
ayakları altındaki yurtları ve insanlıklarını kurtarana kadar direnmeye
devam edeceklerdir.
AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com
ABD’den yeşil ışık alan AKP Hükümeti, Şam rejimini devirecek savaşın öncüsü olmak için hazırlıklara başladı.
ABD yönetimi, Suriye’de 14 bin kişinin yaşamını yitirdiği iktidar
savaşında AKP Hükümetine’ne aktif rol alması için düğmeye bastı. ABD Dışişleri
Bakanı Hillary Clinton, Şam rejiminin Kürtlerin yoğun olduğu Halep kenti
ve çevresinde yığınak yaptığı haberleri üzerine yaptığı açıklamada, ‘bu
Türkiye’nin stratejik ve ulusal çıkarlarına aykırı’ diyerek Türkiye’nin
kırmızı çizgilerini belirledi. Türkiye de, Cizre-Nubaybin hattında
tanklarını konuşlandırarak olası bir savaş için hazırlıklara başladı.
Uluslararası
toplumun eliyle Suriye’deki iç savaş tırmandırılıyor. Bir taraftan
muhalifler silahlandırılıyor diğer taraftan başta BM olmak üzere
uluslararası güçler tarafından Suriye’de iç savaş olduğu
dillendiriliyor. Böylece Şam rejimine yönelik bir savaşın yolu açılıyor.
Ancak Rusya’nın muhalif olmasından dolayı Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nde bir savaş kararı çıkartılamıyor. Libya’da Kaddafi rejimine
yönelik operasyonu yapan ülkeler arasında olan ABD de, Türkiye’yi savaş
için öncü güç olarak hazırlıyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton,
Esad rejiminin Kürtlerin örgütlü ve yoğun olarak yaşadığı Halep’e
yığınak yapmasını ''Türkiye’nin ‘stratejik ve ulusal çıkarları’na aykırı''
olduğunu savundu.
Namlular Suriye’ye bakıyor
Clinton,
önceki gün ABD düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’nde yaptığı
konuşmada, “Edindiğimiz bilgiye göre, Suriye güçleri son 24-48 saat
içerisinde Halep çevresinde yığınak yapıyor. Bu, stratejik ve ulusal
çıkarları açısından Türkiye için bir kırmızı çizgi olabilir. Dolayısıyla
bunu çok dikkatle takip ediyoruz” şeklinde konuştu.
Türkiye de ABD
tarafından çizilen ‘kırmızı çizgiler’ uyarısınca dün hemen harekete
geçti. Fırat Haber Ajansı’nda (ANF) yer alan habere göre Türkiye, Suriye
ile sınırı olan Şırnak’ın Cizre ilçesi ile Mardin’in Nusaybin arasında
kalan bölgedeki askeri birliklerde bulunan tanklar sınır kesimine
konuşlandırdı.
Cizre ilçesinde bulunan tank taburundan çıkan
tanklar, sınır kesiminde Suriye’nin Andivar bölgesine bakacak şekilde
konuşlandırılırken, sınır karakollarında güvenlik amacıyla bulundurulan
tankların da Suriye sınırına gönderildikleri ve tankların namlularının
sınıra çevrildiği bildirildi.
MİT eliyle silah sevkiyatı
Uzmanlar,
Suriye’ye yönelik olası bir askeri operasyonun bölgesel savaşa yol
açacağı uyarısında bulunuyor. Ancak Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan,
ellerinde oyuncak olan muhaliflere silah yardımı yaparak şimdiye kadar
binlerce kişinin öldüğü iç savaşı daha da körükleyerek olası askeri
müdahalenin önünü açıyor.
İngiliz Independent gazetesi, Esad
rejiminin devrilmesi için can atan Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin
dışa bağımlı muhalifleri silahlandırdığını duyurdu. Gazetenin haberine
göre silahları Katar ve Suudi Arabistan ayarlıyor ve Türkiye’ye
gönderiliyor. Ankara yönetimi de Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT)
aracığıyla bu silahları sadece Müslüman Kardeşler’e yakınlığıyla bilinen
muhaliflere teslim ediyor.
Geçtiğimiz günlerde ismi açıklanmayan
bir muhalif ‘komutan’, Türkiye üzerinden kendilerine silah ve iletişim
malzemeleri geldiğini ve önümüzdeki günlerde Şam rejim güçlerine yönelik
büyük bir taarruz başlatacaklarını söylemişti.
Rusya’ya suçlama!
Birleşmiş
Milletler de Suriye’deki durumun iç savaş olduğunu söyleyerek toplumu
yönlendirmeye çalışıyor. Reuters haber ajansının geçtiği habere göre
BM’nin ‘barışgücü operasyonları’nın başkanı olan Herve Ladsous,
Suriye’deki durumun bir iç savaş olup olmadığı sorusuna “Evet, bence
böyle diyebiliriz” yanıtını verdi. Ladsous, “Artık sadece tank ve top
değil, saldırı helikopterlerinin de kullanıldığı haberleri doğrulandı.
Bu iş gerçekten çok büyüyor” dedi. Şam yönetiminin ülke üzerindeki
denetimi kaybettiğini öne süren Ladsous, “Belli ki Suriye hükümeti
birden fazla kentte büyük bölgeleri muhalefete kaptırmış ve buraların
kontrolünü yeniden ele almak istiyor” dedi.
Ladsous’un ‘saldırı
helikopterleri kullanılıyor’ demesi dikkat çekti. Zira ABD Dışişleri
Bakanı Hillary Clinton, Brookings Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada Şam
rejiminin Rusya’dan aldığı saldırı helikopterlerini muhaliflere karşı
kullandığını söylemişti. Clinton, “Ruslardan, Suriye’ye yapmayı
sürdürdükleri silah sevkiyatını durdurmalarını istedik. Zaman zaman bize
kayglanmamamızı, gönderdikleri hiçbir şeyin (Suriye yönetiminin)
ülkenin içindeki tutumuyla ilgili olmadığını söylüyorlar... Bunun doğru
olmadığı açıkça belli” dedi. “Rusya’dan Suriye’ye saldırı helikopterleri
gönderilmekte olduğu yolunda gelen son bilgiler bizi kaygılandırıyor”
diyen Clinton, bilginin kaynağını belirtmedi.