KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık, tecride yasal kılıfın meclisten
geçmesi durumunda savaşın Öcalan odaklı yürütülmesinin resmileşeceğini
söyleyerek, “Artık mücadele sadece bir tecrit kalksın ya da görüşme
olsun olmasın mücadelesi değildir” dedi. “Eğer İmralı merkezli genel
mücadele yürütülüyorsa, bizim mücadelemiz de AKP'ye karşı bütünlüklü
olacaktır” vurgusunu yapan Bayık, hem militanların hem de halkın
öfkesini artacağını belirtti.
ANF’ye mülakat veren KCK Yürütme
Konseyi Üyesi Cemil Bayık, Öcalan’a tecrit, 15 Şubat komplosu,
Avrupa’daki uzun yürüyüş ve Öcalan’ın neden aile görüşüne çıkmadığı
konusunda değerlendirmelerde bulundu.
15 ŞUBAT KOMPLOSU
*PKK
lideri Abdullah Öcalan 27 Temmuz’dan beri avukatları ile
görüştürülmezken, Öcalan’ın esaret altına alındığı 15 Şubat 1999
komplosunun yıldönümü de yaklaştı. 13 yıl sonra bu komployu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
15 Şubat uluslararası komplosu halkımız ve
hareketimiz açısından tarihi önemdedir. Önder Apo hareketimiz açısından
çok önemli bir konuma sahip olduğu gibi, halkımız açısından da büyük
değerler üreten tarihi bir önderdir. Kuşkusuz en başta da hareketimiz
açısından çok önemli bir kişiliktir. Daha doğrusu, bu hareketi ilk
sözcükleri dillendirmekten başlayıp bugüne kadar getiren esas aktördür.
Kuşkusuz büyük emekler veren halkımız vardır, görülmemiş fedakarlıklar
yapılmıştır, büyük şahadetler vardır. Ancak tüm bu değerlerin ortaya
çıkmasını sağlayan örgütün gelişmesinde, harekete geçirilmesinde,
eğitiminde ve korunmasında, hareketimizin bir bütün olarak ilk
çıkışından bugüne kadar büyük bir kimlik kazanarak halklaşmasında
belirleyici öneme sahiptir. Eğer Önder Apo olmasaydı, bu nitelikte ve
karakterde bir hareket başlayamazdı. Kürt gerçeğinde böyle zorlu bir
hareket başlatmak kolay değildi. Kuşkusuz Kürt sorunu vardı, bu sorunu
dile getiren başka hareketler de vardı. Ancak bu sorunun gerektirdiği
örgütlenmeyi, bilinci, iradeyi ve mücadeleyi oluşturmak apayrı bir
şeydir.
Uluslararası dengelerin oluştuğu Ortadoğu coğrafyasında
Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi devletler arasında sıkışmış bir
halkın gerçek anlamda iradeli bir Özgürlük Mücadelesini başlatmak kolay
bir iş değildi; herkesin göze alabileceği bir iş de değildi. Örgütler
kurulabilir, bu örgütler şu veya bu düzeyde Kürt toplumundan destek de
alabilirdi. Çünkü Kürtlerin bir özgürlük sorunu, bir özgürlük ihtiyacı,
bir demokrasi ihtiyacı vardı. Bu nedenle biraz Kürtlükten ve özgürlükten
söz eden herhangi bir hareketin şu ya da bu düzeyde bir taban bulması
mümkündü. Ama halkın taleplerini karşılayacak, talepleri konusunda
örgütlenme yaratacak ve bunun mücadelesini verecek bir örgüt ve halk
gerçeği ortaya çıkarmak apayrı bir konudur. Birincisi o günün
koşullarında ne kadar mümkünse, ikincisi de o kadar zordu. Çünkü Kürt,
Kürdistan, Ortadoğu ve uluslararası sistem gerçeği düşünüldüğünde, böyle
bir mücadeleyi göze almak, buna cesaret etmek kolay bir iş değildi.
Bugün herkes konuşuyor, ama konuşmakla pratiğe geçmek ayrı şeylerdir.
Hele Abdullah Öcalan Önderliğinde, PKK öncülüğünde büyük değerler
yaratıldıktan, özgürlüğü için direnen bir halk gerçekliği ortaya
çıkarıldıktan ve Kürt sorunu bölgesel bir sorun haline getirildikten
sonra tabii ki herkes daha cesaretli konuşabilir. Ama 1970’lerdeki durum
böyle değildi.
O dönemde Türkiye'de belirli bir siyasal kriz
vardı. Özelikle devrimci demokratik hareketin gelişmesiyle birlikte bir
siyasal irade boşluğu oluşmuştu. Devrimci mücadelenin gelişme ortamında
Kürdistan'da da belirli hareketler ortaya çıktı. Sömürgeciliğin
önce-leri uyguladığı sertliğin, ezme politikasının açıkça gündeme
gelmediği bir süreçte birçok örgüt ortaya çıkmıştı. Kürdistan
gerçe-ğinde egemenlerin ortaya çıkan her hareketi ezmek istediği ve ezip
geçtiği bilinmektedir. Ancak bu hareketler bu düşman gerçeği ortamında
sınavdan geçmiş, denenmiş ve ayakta kalmış hareketler değildi. Sömürgeci
faşistler Türkiye ve Kürdistan'daki gelişmeleri görerek 12 Eylül’de
harekete geçince, ortada sadece Türkiye cephesinde değil, Kürdistan
cephesinde de örgüt kalmamıştı. Hareketimiz de çok büyük darbeler yemiş,
o ortamda geri çekilmek zorunda kalmıştı. Şunu vurgulamalıyız ki, 12
Eylül rejimi en ağır saldırılarını PKK'ye karşı yöneltmiş, bu yönüyle en
ağır darbeyi yiyen de PKK olmuştu. Cezaevlerine en fazla PKK önder
kadroları, sempatizanları ve taraftarları doldurulmuştu. Çünkü 12 Eylül
bir kök kazıma harekatı olarak gündeme gelmiş, en fazla da Kürdistan'da
PKK'nin etkili olduğu alanlarda çok sert bir harekât yürütmüştü. Bunu 12
Eylül döneminde yaşayan ve siyasetle yakından ilgilenen herkes
bilmektedir.
Önder Apo nasıl 12 Eylül öncesi büyük bir önderlik
iradesi, örgütçülüğü ve eğitselliğiyle güçlü bir hareket ortaya
çıkarmışsa, bu hareketle Kürdistan'ın her tarafında nasıl büyük bir
uyanışa yol açmış ve sömürgeci sistemi zorlayacak bir gelişme
yaratmışsa, 12 Eylül faşizmini de önceden fark etmiş, yurtdışına çıkarak
hareketin sürekliliğini sağlamaya çalışmıştır. Çünkü 12 Eylül’ün ayak
sesleri Maraş katliamı ile birlikte duyulur olmuştu. Maraş katliamı
sonrası Önder Apo'nun yaptığı değerlendirmelerde -ki, bu
değerlendirmeler daha sonra Maraş Katliamı Üzerine adıyla bir broşür
olarak da çıkmıştır- askeri sistemin bir darbe yapmak için
hazırlandığını, demokrasi güçleri ve sol güçler bir araya gelmezlerse
Türkiye'de bir darbenin gerçekleşeceğini belirtmiştir. Bu belgeler hala
vardır, isteyenler bulup okuyabilir. Ne var ki ne Türkiye devrimci
demokrasi güçleri ne Kürdistan'daki örgütler bu gerçeği kavramışlardır.
Bu gerçeği kavrayarak faşizmi durduracak, faşizme karşı duracak bir
cephe yaratmadıkları için 12 Eylül gelmiş ve bütün örgütler darbe
yiyerek etkisizleştirilmişlerdir.
İşte bu ortamda Önder Apo 1980
sonrası büyük bir emek ve çabayla PKK'yi yeniden örgütlemeye ve
mücadele eder hale getirmeye çalışmıştır. 12 Eylül darbesi sonrası en
zor iş bir örgütü yeniden örgütlemek ve ayağa kaldırmak ve mücadele eder
hale getirmekti. Bunu Önder Apo Ortadoğu'da kalarak başarmıştır.
Avrupa’ya ya da Kürdistan'a ve Kürdistan gerçeğine uzak başka bir yere
giderek mültecileşmemiştir. “Darbecilerin geri çekilmesini bekleyelim,
ondan sonra yeniden faaliyet içine gireriz” yaklaşımı içinde olmamıştır.
Aksine 12 Eylül darbesi öncesinden başlayarak örgütü yeniden
toparlamaya, yeniden mücadele eder hale getirmeye çalışmıştır. Şunu
rahatlıkla söyleyebiliriz: 1980-84 arası yıllar Önder Apo’nun Önderlik
gerçeğini veya rüştünü tam anlamıyla kanıtladığı yıllardır. 1980-84
arasında ya bu hareket toparlanacak, örgütlenecek ve mücadele eden bir
hareket olacak, ya da mültecileşecek, marjinalleşecek, artık Türk
devletine karşı mücadele edemez bir duruma düşecekti. Önder Apo işte
inançların zayıfladığı o yılgınlık ortamında PKK kadrolarını eğitip
örgütleyerek yeniden mücadeleyi yükseltir hale getirmiştir. 15 Ağustos
hamlesi böyle büyük çabalar sonucunda gerçekleşmiştir.
Önder Apo
ilk günden bugüne kadar en zor koşullarda yol göstererek, önderlik
yaparak, doğru strateji ve taktikler ve doğru pratik politikalarla bu
örgütü her türlü saldırıdan korumuş, sürekli güçlenen, gelişen ve geniş
bir halk hareketi haline gelen bir siyasi güç olmuştur. Bu açıdan biz
PKK'yi bir önderlik hareketi olarak görüyoruz. Bu harekette önderlik
rolünün çok önemli olduğunu söy-lüyoruz. Bunun kişiyi yüceltme, abartma
ve büyütme ile alakası yoktur. Bu bizzat Önder Apo'nun kendi çabasıyla
yarattığı bir gerçekliktir, bir durumdur, objektif bir gerçekliktir. Bu
bakımdan hareket içinde de, halk içinde de etkisi çok büyüktür. Öyle ki,
hareket de halk da hep Önder Apo'ya bakmıştır, her türlü sıkıntısını
gidermesini ve her sorununu çözmesini Önder Apo'dan bek-lemiştir. O
gerçekten de böyle bir Önderliktir. Zor koşulları mücadele gerekçesi
haline getiren, en zor koşullarda bile çalışmasını, örgütlemesini ve
değer yaratmasını bilen bir önderlik gerçeğidir. Bu da belirli
yönleriyle halkta ve kadroda Önder Apo'nun her soruna çare bulacağı
biçiminde bir algı ortaya çıkarmıştır. Zaten dost düşman herkes bu
gerçeği böyle görmüştür.
Emperyalist-kapitalist sistemin,
Türkiye'nin, bölge gericiliğinin ve yine iç gericiliğin hepsinin
birleştiği nokta şu olmuştur: Eğer Apo tasfiye edilirse PKK de tasfiye
olur, Apo ortadan kaldırılırsa PKK de ortadan kaldırılır. Böyle ortak
bir algı ortaya çıkmıştır. Zaten uluslararası komplo hareketimize karşı
her türlü saldırıyı yapmış, her türlü baskı ve kuşatmayı uygulamış, ama
sonuç alamamıştır. Bu nedenle hareketin karargahı olarak görülen
Önderliğe yönelmiş, Önderliği etkisizleştirerek bu hareketi tasfiye
etmeyi önüne koymuştur. Zaten Önder Apo “yetersiz yoldaşlar ve sahte
dostlar nedeniyle komplo beni hedef aldı, bütün oklar bana yöneldi”
diyerek bir yandan gerçeği dile getirmiş, bir yandan da hareketin,
halkın, herkesin bütün her şeyi önderlikten beklemesinin ve
sorumluluklarını önderliğe yüklemesinin böyle bir durum ortaya
çıkardığını vurgulamıştır.
Bu yönüyle 15 Şubat uluslararası
komplosu hareketimizi tasfiyeye yönelik bir komplodur. Bu komplo sadece
bir hareketi tasfiye etmeye yönelmemiş, esas itibariyle Önder Apo ve
hareketimiz şahsında Kürt soykırımını tamamlama saldırısı ola-rak
gerçekleşmiştir. Nasıl Türk devleti Cumhuriyetin kuruluşundan sonra
Kürtleri tasfiye etmek ve Kürt soykırımını yapmak için erkenden
Kürtlerin üzerine gitmiş, Kürdistan'ın üzerindeki baskıyı arttırarak
Şeyh Sait ve arkadaşlarının idamına yol açan bir provokasyonla Kürt
soykırımını gerçekleştirmek istemiş, daha sonra Ağrı ve Dersim’de
katliamlar yapmışsa, Kürtlerin uyanışı söz konusu olduğunda siyasi
soykırım operasyonları, her türlü baskı ve zulümle Kürtlerin üzerine
gidip sindirmek istenmişse, özcesi Şark Islahat Planı ve İnönü’nün Doğu
Raporları çerçevesinde Kürtleri soykırıma uğratmak istemişse, 15 Şubat
komplosu da bu soykırım amacının tamamlanması için gerçekleştirilmiştir.
Çünkü Kürtleri ortadan kaldırmaya yönelik şekillenmiş bir özel savaş
devleti olan Türk devleti 1970’lere gelindiğinde Kürtlerin bir daha
ayağa kalkamayacak kadar ezilip sindirildiklerini düşünüyordu. Kültürel
soykırımın önemli oranda başarıldığını, kalanların da kısa sürede
bitirileceğini düşünüyordu. Ama 1970’lerde dünyada ve Türkiye'deki
siyasal ortamda, yine Güney’deki hareketin yarattığı kısmi etki ve
yenilgisinin sorgulanması ortamında gerçekleşen hareketimizin Kürt
gençliğini uyandırdığı, Kürt toplumunda özgürlük ve demokrasi arayışını
yükselttiği, bu hareketin sadece Kuzey Kürdistan'da değil, tüm
parçalarda Kürt uyanışını gerçekleştirdiği görülerek, böyle bir
komployla soykırımın tamamlanması önündeki engel ortadan kaldırılmak
istenmiştir.
Kuşkusuz uluslararası güçlerin amacıyla Türk
devletinin amacı bu komplo sürecinde örtüşmüştür. Uluslararası güçler
özellikle Ortadoğu'ya müdahale etmeden, Ortadoğu'ya yeni bir düzen
vermeden önce PKK gibi güçlü bir devrimci hareketi tasfiye ederek böyle
bir müdahalenin sorunsuz gerçekleşmesini hedeflemiştir. Öte yandan Önder
Apo’ya yönelik komployla Türkiye'yi tamamen kendilerine bağlayıp
Ortadoğu'da kullanmak istiyorlardı. Kürdistan'ın tüm parçalarında PKK
öncülüğünde büyük bir uyanış ortaya çıkmıştı. Uluslararası güçlerin bir
diğer amacı da PKK'nin öncülüğü ve iradesinin kırılıp KDP ve YNK’nin
kontrolündeki bir Kürt gerçeği yaratmaktı. Türkiye ise Demirel’in ‘bin
yıllık bela’ dediği PKK ve yarattığı Kürt gerçeğini tasfiye ederek Şeyh
Sait direnişiyle başlatılan kültürel soykırım hamlesini Önder Apo'nun
idamı ve hareketimizin tasfiyesiyle sonuca götürmek istiyordu. Bu açıdan
Önderliğin esaretinin hareketimiz ve halk açısından anlamı büyüktür.
Zaten 15 Şubat ‘kara gün’ ilan edilmiştir. Halk Türk devletinin bu
komployla ne yapmak istediğini derinden hissetmiştir. Bu nedenle komplo
sürecinde büyük bir direniş göstermiş, Önder Apo’nun yakalandığı günü
kara gün ilan etmiştir.
Bizim açımızdan komplo Kürt soykırımını
tamamlamak, Kürt iradesini kırıp tümden bitirmek isteyen gericilikle bu
halkın iradesinin, özgürlük ve demokrasi güçlerinin kıran kırana yeni
bir mücadeleye girdiği dönemi ifade etmektedir. 15 Şubat 1999’da Önder
Apo'nun esareti çok tehlikeli bir süreci ortaya çıkarmıştı. Önder Apo
şahsında hareket bitirilmek, halkın umutları ve iradesi kırılmak
isteniyordu. Çünkü Kürt gerçeğinde tarihte hep biraz da şöyle olmuştur:
Önderler tasfiye edilerek halkın iradesi ve umudu kırılmış, Kürtler
üzerindeki siyasi egemenlik ve kültürel soykırım politikası daha rahat
biçimde yürütülmüştür. Bir halkın iradesi ve bu halkın iradesine saygı
demek önderliğine saygı demektir. Önderliğine saygı göstermeyen,
iradesini kıran, onu imha etmek isteyen bir güç o halkın da iradesini
kırıp imha etmek istiyordur. Özellikle Kürt gerçeğinde önderliğe
yaklaşım, dolayısıyla önderliklerin konumu kesinlikle böyledir. Zaten
halkımız böyle hissettiği için uluslararası komplo sürecinde “Güneşimizi
Karartamazsınız” sloganıyla önderlik etrafında ateşten barikat
kurmuştur. Onlarca kadro, yurtsever, sempatizan kendilerini yakarak feda
etmişlerdir. Bu bile 15 Şubat’ın ne anlama geldiğini ortaya
koymaktadır. Bu bakımdan 15 Şubat uluslararası komplosuna karşı mücadele
etmek, onu yenilgiye uğratmak hareketimiz açısından stratejik bir
anlama sahip olmuştur. Komplo boşa çıkartılmadan halkımızın özgürlüğünü
ve demokrasisini kazanmak mümkün değildir.
15 ŞUBAT BİR ÖFKE GÜNÜDÜR
Bu
açıdan hareketimiz 15 Şubat’a büyük bir öfke günü olarak bakmaktadır.
15 Şubat bir öfke günüdür, uluslararası komplocuların hedeflerini boşa
çıkartma günüdür, Önderliği sahiplenme günüdür, Önderlikle bütünleşme
günüdür. Önderliği daha doğru anlama ve bu komplonun nedenlerini iyi
kavrayıp hareketimizin bir daha bu tür komplolarla karşılaşmasının önüne
geçme günüdür. Bu yönüyle hareketimiz uluslararası komplonun bilince
çıkarılmasını özgürlüğü ve demokrasiyi kazanmanın bilince çıkarılması
olarak ele almıştır. Önder Apo, ancak uluslararası komplo doğru
anlaşılırsa etkili mücadele verilebilir değerlendirmesinde bulunmuştur.
Dolayısıyla ancak uluslararası komployu boşa çıkarma yaklaşımıyla
mücadele yükseltilebilir ve zafer kazanılabilir düşüncesiyle hareket
etmiştir. Önder Apo İmralı’da yazdığı savunmalarda “Tarihsel komplolar
gelişmeleri durdurmaz, hızlandırır” biçiminde bir değerlendirmede
bulunmuştur. Bunun anlamı şudur: Eğer bu komplo anlaşılır ve boşa
çıkarılırsa, bu sadece komplonun boşa çıkarılması değil, tarihi
gelişmelerin hızlanması anlamına da gelecektir. Bu açıdan hareketimiz
başından itibaren komplonun bilince çıkarılmasına çalışmış, komplonun
bir soykırım hareketi olduğunu ve buna karşı mücadelenin soykırıma karşı
mücadele olduğunu belirlemiş, bu bakımdan Önder Apo'nun özgürlüğünü
sağlamanın soykırıma karşı bir mücadele olduğunu bilerek hareket etmiş,
bu nedenle uluslararası komplo boşa çıkarılmıştır. Uluslararası
komplonun anlaşılması, bilince çıkarılması ve bu temelde de komploya
karşı bir mücadele gerçekliğinin ortaya çıkarılması sağlanmıştır.
Kuşkusuz
uluslararası güçler ve Türkiye hala Önder Apo'nun merkezinde olduğu bir
komplo yürütmek istiyorlar. Ama artık komplo anlaşılmıştır, Önder Apo
gerçekliği anlaşılmıştır. Komplo ve Önder Apo gerçekliği bilince
çıkarılırsa -ki halkımız hem komployu bilince çıkarmış hem de Önderlik
gerçeğinin bu mücadeledeki yerinin ne olduğunu çok iyi kavranmıştır- 15
Şubat’a karşı mücadele aynı zamanda soykırımı sonlandıracak özgürlüğü ve
demokrasiyi kazanma mücadelesi olacak ve kesin başarıya ulaşılacaktır.
Zaten uluslararası komplo boşa çıkarılmıştır. Eğer komplonun bilince
çıkarılması gibi bu yeni komplo süreci de bilince çıkarılırsa, yenilgiye
uğratılması daha da kolay olacak ve sonuçta Kürt sorununun demokratik
çözümü sağlanarak her türlü komploya en doğru karşılık verilmiş
olacaktır.
UZUN YÜRÜYÜŞ DEĞERLERİN SAHİPLENMESİ ANLAMINA GELİYOR
*Avrupa'daki
Kürtler de tecride karşı 18 günlük uzun yürüyüş organize ettiler. 1
Şubat’ta başlayan, sol muhaliflerin de destek verdiği bu yürüyüşü nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Önder Apo'ya yönelik uluslararası
komplo sürecinde Avrupa’daki halkımızın tutumu gerçekten kahramanca
oldu. Belki de Önder Apo’yu sahiplenmenin öncülüğünü yaptı. Bunda Önder
Apo'nun Roma’ya gitmesinin etkisi olsa da, Avrupa’daki halkımız her
zaman Önder Apo'ya bağlılığını göstermiştir. Zaten birçok yurtsever
Önder Apo'nun bulunduğu alana giderek Onun tarzını, üslubunu, devrimci
ve yurtsever özünü anlamış, büyük bir saygı duymuş ve bağlılığı
fazlasıyla artmıştır. Önder Apo’yla yaşadıkları birkaç günü her zaman
yerine getirilmesi gereken üzerlerindeki bir sorumluluk, bir yük olarak
görmüşlerdir. Bu duygular komplo döneminde Avrupa’daki halkımızın
direnişine yansımıştır. Zaten Avrupa’daki halkımızın geçmiş dönemlerde
de her türlü tasfiyeciliğe ve provokasyona karşı en net tutumu aldığı
bilinmektedir. Bu açıdan Avrupa’daki halkımız Önderliğe bağlılığını her
zaman en yüksek düzeyde sürdürdüğü gibi, komploya karşı mücadelede de
yerini hep en önde almış, hiçbir dönemde Önderliğe karşı duyarsız
kalmamıştır. Bu yönüyle Avrupa’daki halkımızın Önderliğe bağlılığını bir
daha burada minnet ve saygıyla anıyoruz. Avrupa’daki halkımızın
komplonun gerçekleştiği dönemdeki tutumu da unutulmayacaktır.
Bu
yönüyle altı aylık tecridin, tehdit ve şantajın sürdüğü bir ortamda
Önder Apo'ya yönelik bu tecride, şantaj ve tehdide karşı Avrupa’daki
halkımızın gerçekleştireceği yürüyüş anlamlıdır. Geçen süreçte gençler
ve kadınlar da önemli bir eylemsellik içinde oldular. Önderlik söz
konusu olduğunda kesinlikle her türlü fedakarlığı gösterebileceklerini
ortaya koydular. Bunu zaten önemli bir gelişme olarak değerlendirdik,
değerlendiriyoruz. Bu yürüyüşle halkımız bu büyük bağlılığını bir kez
daha göstermektedir. Kendileri sadece Önderliğe bağlılığı ve
sahiplenmeyi ortaya koymayacaklar, eylemleri aynı zamanda bütün
Kürdistan parçalarındaki halkımızın Önderliği sahiplenmesine bir çağrı
olacaktır.
Kuşkusuz bu yürüyüş Önderliğimiz şahsında başta
şehitlerimiz olmak üzere büyük mücadele değerlerimizin sahiplenilmesi
anla-mına gelmektedir. Yine Önderliğimize sahip çıkma Avrupa’daki
halkımızın on yıllardır mücadeleye yaptığı katkıları sahiplenme anlamına
gelecektir. Avrupa’daki halkımızın da binlerle ifade edilen şehitleri
vardır. Birçok genç Avrupa’dan gerillaya katılmış ve şehit düşmüştür.
Avrupa’da basın çalışmalarından, diplomasi çalışmalarından
arkadaşlarımız gelmiş ve şehit düşmüşlerdir. Avrupa’daki halkımız
Avrupa’daki hiçbir toplumun, hiçbir halkın yapmadığı kadar ülkesine
bağlanmış, ülkesindeki mücadeleyi sahiplenmiş, ülkedeki mücadeleden
kopmamıştır. Avrupa’daki bazı halklar ve örgütler gibi mülteci konumuna
düşmemiştir. Avrupa’da kesinlikle başından sonuna kadar ülkedeki
mücadeleyi destekleyen konumda olmuştur. Bu açıdan halk sevgisinin, ülke
sevgisinin gelişmesinde Avrupa’daki bu destek ve katılımların, bu
yüzünü ülkeye dönmenin büyük payı vardır. Avrupa’daki bu yürüyüş
Önderlik üzerindeki tecrit, şantaj ve tehdidin yanında, son süreçte
AKP-Fetullah cephesinin Kürt Özgürlük Hareketi'ni tümden bitirme, Kürt
halkının iradesini kırma ve sömürgeciliği Kürdistan'da yeniden inşa edip
kültürel soykırımı tamamlama politikalarına da bir cevap oluyor.
ARTIK MESELE SADECE TECRİT DEĞİLDİR
Artık
Önderlik üzerindeki tecrit sadece bir görüş yaptırmama, avukatlarla
görüştürmeme değildir. Kürt Özgürlük Hareketi'ni bir bütün olarak
tasfiye etme savaşının odaklandığı bir yerdir. Bu yönüyle Önder Apo'ya
yönelik politikalara karşı mücadele, bir bütün olarak Kürt Özgürlük
Hareketi'nin tasfiye edilmek istenmesine karşı mücadeledir. Savaşın
odaklandığı yerin İmralı olduğunun ortaya konulması, bu konudaki
hassasiyetin yüksek tutulması açısından değerlidir. Çünkü zaman zaman
çeşitli kesimlerin sanki Önder Apo'ya yönelik tecrit, şantaj ve tehdidi
özgürlük mücadelesinden ayrıymış, sanki bir kişiye yönelmiş bir tecrit,
tehdit ve şantajmış gibi gösterme çabaları vardır. Bu tür yaklaşımlar
Türk devletinin Kürt Özgürlük Hareketi'ni, Kürt halkının Özgürlük
Mücadelesini tasfiye etme politikalarını gözden kaçırma, basitleştirme
ve sıradanlaştırmaya hizmet etmekte, böylelikle inkarcı sömürgeci
AKP-Fetullah cephesinin kendi siyasal egemenlikçi kültürel soykırım
politikalarını daha az tepki alarak sürdürmesine zemin olmaktadır. Bu
açıdan doğrudan Önder Apo üzerindeki tehdit, tecrit ve şantajı protesto
eden, ona karşı tutum alan böyle bir yürüyüşün olması önemlidir. Şubat
ayı Önderliği sahiplenme, Önderlik şahsında Kürt halkına karşı
gerçekleştirilen komploya karşı mücadele etme ve bunu protesto etme
günleri olduğundan, bu uzun yürüyüş böyle bir mücadele atmosferini
oluşturmada, canlı tutmada, gündemleştirip bütün Kürdistan'ın
parçalarında ve Kürtlerin bulunduğu her alanda bulunduğu halkımızı
harekete geçirmede de rolünü oynayacaktır. Bu temelde halkımızın bu
eylemini selamlıyorum.
TASFİYE HAREKATINDA ULUSLAR ARASI GÜÇLER DE VAR
*İşkenceyi
Önleme Komitesi (CPT), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve diğer
uluslararası kuruluşların tecrit karşısındaki sessizliğini neye
bağlıyorsunuz?
CPT, AİHM ve uluslararası kuruluşların bu
tecrit, tehdit ve şantaj uygulaması karşısındaki sessizliği suç
ortaklığını ifade ediyor. Önder Apo İmralı’ya ilk götürüldüğünde bir
Avrupalı yetkilinin gelip kendisiyle konuştuğunu, bundan sonra
İmralı’daki durumu-mun kendi takiplerinde olacağını belirttiğini
söylüyor. Bu açıdan CPT, AİHM ve ilgili kuruluşların buradaki
uygulamaları ve gelişmeleri bilmemeleri mümkün değil. Kürt halkı ayakta,
sürekli kendilerine başvuru var, ama buna rağmen sessizler. Türkiye
onlara göre hukuk devleti. Ama altı-yedi aydır Önder Apo keyfi bir
biçimde avukatlarıyla görüştürülmüyor. Avrupalılar kendileri-nin hukuk
devleti olduğunu, hukuka çok önem verdiklerini söylüyorlar. Buna rağmen
kendilerine üye olan, bazı konularda bağlı olan Türk devletine hiç ses
çıkarmıyorlar. Bu kadar avukatın tutuklanmasına ses çıkarmıyorlar. Onlar
da biliyor ki avukatların tutuklanması tamamen siyasidir. Bu, açıktan
açığa İmralı merkezli yürütülen savaşı gösteriyor. Dolayısıyla İmralı
odaklı bir tasfiye harekatı söz konusu olduğu için göz yumuluyor. Çünkü
bu tasfiye harekatı içinde kendileri de var. Bu nedenle de İmralı’daki
uygulamalara sessiz kalıyorlar.
AVRUPA’NIN DESTEĞİ OLMAZSA TÜRK DEVLETİ BU UYGULAMALARI YAPAMAZ
ABD
ve Avrupa’nın desteği olmasa Türk devleti bu uygulamaları yapamaz, bu
kadar demokratik siyasetçiyi tutuklayamaz, avukatları tutuklayamaz,
gazetecileri tutuklayamaz. Hukuksuz bir biçimde altı ay boyunca
görüşmeleri engelleyemez. 12 Eylül faşizmi döneminde bile avukat
görüşmelerini böyle keyfi engellemiyorlar, en azından görüştürüyorlardı.
Yine çok kısa da olsa tutukluların aileleriyle görüşmesi oluyordu.
İçerde öldü mü kaldı mı spekülasyonları yapılmaması için bunları
yapıyorlardı. Ama şimdi dünyada görülmemiş bir biçimde avukat
görüşmelerine engel çıkarıyorlar. Kürt halkının duyarlı olduğu bu
Önderliğe yaklaşımın savaşı daha da şiddetlendirdiği, tepkileri daha da
arttırdığı bilinmesine rağmen, bu kurumlar hiçbir girişimde
bulunmuyorlar. Avrupa’da bu kadar eylem olmasına rağmen harekete
geçmiyorlar. Demokratik ülkelerde topluluklar demokratik tepkilerini bu
kadar ortaya koydukları zaman, orada bırakalım bu tür örgütleri,
hükümetler bile harekete geçer. Ama CPT ve AİHM Kürt halkının
tepkilerini ciddiye almıyor. Nasıl Türk devleti istediğiniz kadar
bağırın çağırın diyor, Kürt halkının demokratik tepkilerini,
örgütlenmelerini ve istemlerini ciddiye almıyor ve önemsemiyorsa Avrupa
da önemsemiyor. CPT de, AİHM de, uluslararası kuruluşlar da önemsemiyor.
Almanlar, Fransızlar ya da İngilizler herhangi bir konu için bu kadar
tepki içinde olsalardı, acaba CPT, uluslararası kuruluşlar böyle mi
hareket ederlerdi, tepkileri böyle mi olurdu? Tüm bunlar suç ortaklığını
gösteriyor.
İnsan Hakları ve hukuk bunlar için ancak işlerine
geldiği zaman gündeme konulan konulardır. Herhangi başka bir hükümet
olsaydı, Türkiye'nin yaptıklarının onda birini, hatta yüzde birini
yapsaydı, o hükümet veya devletle ilişkileri iyi değilse dünyayı
başlarına yıkarlardı. Faşist bir hükümet ve devlet olarak eleştirmekten
öte, o devlet veya hükümetin ne kadar vahşi olduğunu ortaya koyar,
üzerlerine bomba yağdırırlardı. Binlerce insanın ve avukatların nasıl
tutukladıklarını, çocuklar ve kadınların sokaklarda nasıl
öldürdüklerini, halkın üzerine uçaklarla nasıl bomba yağdırdıklarını,
sivil insanları nasıl öldürdüklerini gündeme getirerek o devlet ve
hükümetin üzerine gidip yıkarlardı. Ne var ki Türkiye söz konusu
olduğunda bırakalım üzerlerine gitmeyi, “Dostlar alışverişte görsün
misali hukuk ve vicdan konusunda zevahiri kurtarmak açısından bazı
eleştiriler yapsak da önemli değil, siz devam edebilirsiniz”
demektedirler. Tutumları hükümet için bu mesajı ifade ediyor. Nitekim
Beşir Atalay yaptıkları bu kadar zulüm ortamında “dışarıdan fazla tepki
almıyoruz” diyor.
Hala Kürt sorunu söz konusu olduğunda dünyada
hukuk da, vicdan da, insan hakları da, değerler de bitiyor. Tamamen
siyasal ve ekonomik çıkarlar gündeme giriyor. Avrupalıların tutumunu
bunlar belirliyor. Dünyanın başka yerinde olsaydı, Türk devletinin
yaptıklarını başka bir ülke yapsaydı, Ortadoğu'da bu kadar kullandıkları
bir ülke olmasaydı, Türkiye bunların onda birini değil yüzde birini
bile yapamazdı.
ÖCALAN ALEYHİNDE KARA PROPAGANDA VAR
*Sayın Öcalan’ın aile görüşüne çıkmaması ve Türk medyasında bu konuda çıkan bazı yorumları nasıl değerlendiriyorsu-nuz?
Önder
Apo'nun görüşmeye neden çıkmadığı aslında çok nettir. Daha 27 Temmuz’da
avukatlarına “İsterseniz bundan sonra görüşmeye gelmeyebilirsiniz”
demiştir. Çünkü AKP'nin oyalama ve zamana yayarak tasfiye etme
politikasına Kürt Özgürlük Hareketi tavır koyduktan sonra AKP'nin o güne
kadar yaptığı saldırı hazırlığını görülmedik biçimde
pratikleştireceğini bilmektedir. AKP bu savaşı yürütürken savaşın
merkezinin İmralı yapılacağının da farkındadır. Önder Apo “AKP bana bu
kadar öfkeleniyor, bunun nedeni savunmalarımı okumasıdır” demişti.
Önderlik Savunmalarında AKP'nin nasıl bir hareket olduğunu detaylı
açıklamıştır. Onun kendine demokrat, kendine Müslüman maskesini
düşürmüştür. Esas olarak da Türkiye'de herhangi ciddi bir değişim
olmadığını, sadece bir iktidar kaymasının olduğunu, bunun da hem
uluslararası çıkarların ihtiyacı hem de Kürt Özgürlük Hareketi'ni
tasfiye etmede eski iktidar bloklarının etkisiz kalması sonucu
gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Bu yönüyle Kürt sorunu söz konusu
olduğunda AKP'nin geçmişteki iktidarlardan daha tehlikeli olduğunu, daha
maskeli, sinsi ve örtülü bir siyasal egemenlik ve kültürel soykırım
peşinde koştuğunu vurgulamıştır. Nitekim gerilim ortaya çıkar çıkmaz
derhal 13 yıldır görülmemiş düzeyde bir tecrit, tehdit ve şantaj
politikasını İmralı’da uygulamaya başlamıştır. Daha önce de tecrit
uygulanmış, baskı ve şantaja başvurulmuştur. Ama ilk defa bu kadar uzun
süreli bir tecrit uygulandığı gibi, bu tecridi hukuki bir kılıfa
uydurmak için de çalışma yapıldığı bilinmektedir.
Sadece tecrit
uygulanmıyor, sadece buna yasal kılıf hazırlanmaya çalışılmıyor. En
fazla da Önder Apo aleyhinde bir kara propaganda ve teşhir saldırısı
yürütülmektedir. Kürt halkı nezdinde, Türkiye ve dünya kamuoyunun
gözünde düşürmek için yoğun bir karalama kampanyası başlatılmıştır.
Önderliğin ateşkes istediği, demokratik siyasal çözüm için AKP'ye fırsat
tanıdığı süreçte, AKP zaman kazanmayı kendisi için önemli gördüğünden,
yandaş basın ve çeşitli çevreler “Apo görüşülebilir bir aktördür”
derlerken, şimdi tamamen Önder Apo'ya yönelik çok boyutlu bir saldırıya
geçmişlerdir. Bu yönüyle Önder Apo üzerinde tehlikeli bir saldırı
yürütüldüğü açıktır. Buna karşı halk mücadele veriyor, hareketimiz
mücadele veriyor. Hareketimiz Önder Apo üzerindeki tecrit ve baskının
savaş nedeni olduğunu defalarca tekrarlamıştır. AKP Önder Apo konusunda
hareketin de, halkın da ne kadar hassas olduğunu bilmektedir. Buna
rağmen tecridi gevşetmesi, tehdit ve şantaj politikasını bırakması bir
yana, bu uygulamaların sürdürüleceğini her defasında tekrarlamaktalar.
BDP’NİN ELİNİ AYAĞINI KIRIP ETKİSİZ KILMAK İSTİYORLAR
Bu
süreçte siyasi soykırım operasyonları yoğunlaştırılmıştır. BDP'nin
elini ayağını kırarak etkisiz hale getirip Kürdistan AKP'nin at
koşturduğu bir yer haline getirilmek istenmektedir. Kürt demokratik
hareketini bu yönlü tasfiyeye yönelirken, Önderliğin de bütün
avukatlarını tutuklamışlardır. Bu tutuklamalar açıktan açığa Önder
Apo'ya nasıl yaklaşıldığını ortaya koymaktadır. Bu süreçteki tüm
uygulamalar AKP'nin yüzünün teşhir olmasında önemli bir etken olmuştur.
İşte böyle bir süreçte üzerindeki baskıyı hafifletmek ve halkın Önderlik
üzerindeki tecride yönelik tepkilerini gevşetmek için ailesiyle bir
görüşme yaptırmak istemiştir. Bununla altı aydır süren bu ağır baskı ve
tecridi sıradanlaştırmaya, meşrulaştırmaya, normalleştirmeye
çalışmıştır.
Böyle bir görüşme yaptırılarak, altı aydır süren bu
büyük savaş, Türk devletinin askeri ve siyasi saldırıları ve buna karşı
gerçekle-şen direniş yokmuş, ortam sanki normalmiş gibi bir hava
yaratılmak istenmiştir. Her ne kadar siyasi ve askeri saldırılarda ısrar
etse de, yine de her zaman ortamı gevşetme ve yumuşatmaya ve böylelikle
bu saldırılarını daha kolay gerçekleştirmeye çalışmıştır. AKP'nin dokuz
yıllık politikası böyledir. Bir yandan saldırılarını arttırırken diğer
yandan beklenti yaratarak adım adım demokrasi ve özgürlük güçlerini
sınırlandırmaya ve kendisini etkili kılmaya çalışmıştır. Bu defa da
benzer bir yaklaşımla bir görüşme yaptırıp baskılarını gözden kaçırarak
tepkileri azaltmayı hedeflemiştir. Ama AKP'yi en iyi tanıyan, AKP'nin
taktiklerini en iyi bilen Önder Apo buna geçit vermemiştir. Tecridi ve
baskıları sıradanlaştırma, tasfiye politikası izlediği halde hala
kendine Müslüman, kendine demokrat yüzünü gizleme imkanı bulmaması için
ailesiyle görüşmeyi reddetmiştir. Sadece tecridin, tehdidin ve
saldırıların normalleştirilmesine karşı çıkmamış, aynı zamanda AKP'ye de
tutum koymuştur. Bu duruşuyla açıkça AKP'nin politikalarına karşı
sadece direnilir, AKP ile herhangi bir uzlaşma ve görüşme, herhangi bir
şey olması mümkün değildir demiştir. Bu durumda tek doğru yolun AKP'nin
politikalarına karşı tutum alınması gerektiğini göstermiştir. Bu
tutumdan, bu mesajdan daha açık ne olabilir?
AHMET ALTAN İLLEDE KENDİ TERORİSİNİ DOĞRULATMAK İSTİYOR
Avukatları
tutukluyken, siyasi soykırım operasyonları varken, basın bile
susturuluyorken, Kürtlerin sesi kısıtlanıyor ve nefesi alacakları hiçbir
ortam bırakılmak istenmiyorken, Önder Apo’dan başka hangi tutum
beklenebilirdi? Böyle bir ortamda tabii ki Önder Apo görüşmeyi
reddederdi ve reddetmiştir. Bu kadar açıktır. Bunu yorumlamak için öyle
büyük siyasetçi, büyük analizci olmaya gerek yoktur. Altı aylık siyasal
ortam, Türk devletinin Kürt Özgürlük Hareketi ve Önder Apo'ya yaklaşımı,
İmralı’da uyguladığı politikalar, avukatların tutuklanması ve kimi ‘iyi
Kürtler’ üzerinden Önder Apo'ya karşı karalama kampanyası sürdürüldüğü
dikkate alınırsa, aile görüşmesini reddetmesinin açıktan açığa AKP
Hükümetine karşı bir tutum olduğu rahatlıkla görülebilir. Bunu görmemek
devekuşu gibi kafayı kuma gömmek olur.
Ahmet Altan ille de kendi
teorisini doğrulatmak istiyor. İşte bilmem PKK hata yapmış da, Önderlik
buna karşı tavır almış! PKK zamanında ve doğru tutum almıştır. Önder
Apo PKK'nin neden böyle bir tutum aldığını çok iyi bilmektedir. Daha
doğrusu, PKK Önder Apo’nun zihniyeti ve duruşu içinde olduğu için böyle
bir tutum almıştır. PKK, AKP'ye sekiz yıl zaman tanımıştır. Tamam, zaman
zaman çatışmalar olmuş ama şiddetlenmemiş, belirli bir düzeyde
seyretmiştir. AKP bu ortamda seçim kazanmış, bu ortamda kendisini
güçlendirmiştir. Eğer PKK AKP'ye şans tanımasaydı, AKP zaten mevcut
iktidarını yürütemezdi. Ancak Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi
politik ve sorumlu davranarak küçük de olsa bir çözüm imkanına fırsat ve
şans tanımak istemiştir. Ama AKP dokuz yıl boyunca hiçbir adım
atmamıştır. Sadece Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürüttüğü psikolojik
savaşı güçlendirecek bazı adımlar atmıştır.
Önder Apo ve hareket
bu kadar fırsat tanıdığı halde AKP bir türlü adım atmıyor, oyalıyor.
Görüşmelerde oyalama yapıyor, sıkıştığı zaman “bana bir fırsat daha
verin” diyerek İmralı’ya ve hareketimize başvuruyor. 12 Haziran
seçimleri sonrasında Kürt Özgürlük Hareketi AKP'ye “Ya çözüm için
tutumunu koyacak ve adım atacaksın ya da bu böyle yürümez” demiştir.
İmralı’dan gelen protokollerin hareketimiz tarafından onaylanmasından
sonra AKP'den net tutum beklenmiştir. Önder Apo “Erdoğan Kürt sorununu
demokratik siyasal yoldan çözeceğini açıklasın” dememiş midir? Ama
Erdoğan bu çağrıya hiçbir yanıt vermemiştir. “Kürt sorunu kalmamıştır,
Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” diyen biri bir çözüm politikasının
içine girebilir mi?
BASİTLEŞTİRİYOR, SIRADANLAŞTIRIYORLAR
Dolayısıyla
durum öyle Ahmet Altan’ın bildiği gibi değildir. Kendine göre iyi
şeyler olacakmış da PKK bozmuş gibi bir şeyler söylemesi gerçeği ifade
etmemektedir. Öyle bir durum yoktur. İyi bir şey olsaydı PKK bunu
coşkuyla kabul eder ve her türlü des-teği verirdi, ama böyle bir şey
yoktur. AKP'nin Kürt politikası özde değişmemiştir. Kürtler üzerinde
siyasi egemenlik ve kültürel soykırım politikasından vazgeçilmemiştir.
Bu açıktır. Ahmet Altan sürekli “PKK yanlış yaptı” dediği için şimdi
Önderliğin tutu-muyla kendi tezini doğrulamaya çalışıyor. Böyle olmaz!
Bu entelektüellik değildir, aydın olmak değildir. Bir tez ileri
sürüyorsun, ondan sonra da olayları ve olguları o tezine göre uydurmaya
çalışıyorsun. Teziniz de, bu ayarlama da yanlıştır. Bu bakımdan doğruyu
görmek gerekiyor. Doğrusu da Önder Apo'nun AKP Hükümetine tutum
koymasıdır. Öyle PKK yanlış yapıyor, PKK mücadele yürütüyor, savaş
yürütüyor, Önder Apo buna karşıdır diye bir şey yoktur. Önder Apo'nun
PKK'nin yürüttüğü savaşa ve AKP'ye gösterdiği tutuma karşı herhangi bir
eleştirisi yoktur. Olsa olsa iyi savaş yürütmüyorsunuz, iyi mücadele
yürütmüyorsunuz konularında eleştirileri olabilir. Önder Apo harekete
küsecek de görüşe çıkmayacak, dolaylı mesaj verecek! Böyle bir şey
olabilir mi? Kürt sorunu çocuk oyuncağı mıdır? Bir halkın davası çocuk
oyuncağı mıdır? Öyle bir şey olsa görüşe çıkar, tutumunu da açıkça
ortaya koyardı. Bu yönüyle Ahmet Altan olayı basitleştiriyor,
sıradanlaştırıyor.
HEM NALINA HEM MIHINA VURUYOR
Zaten
Ahmet Altan hem nalına hem mıhına vuruyor. Tutarlı bir yaklaşımı yoktur.
Bu biraz da ortamla bağlantılıdır. AKP öyle bir psikolojik ve ideolojik
saldırı yürütüyor ki, Türkiye'de gerçekten aydınların, yazarların doğru
tutum koyması da kolay bir iş değildir. Çünkü PKK'ye tutum almayan
herkes aforoz ediliyor. Ahmet Altan hükümeti zaman zaman eleştiriyor.
Eğer Kürt Özgürlük Hareketi'ne yönelik eleştirileri olmasa kendisini
aforoz ederler. Başbakan’a ve AKP'ye yönelik eleştirilerini PKK'ye
yaptığı eleştirilere dayanarak yapıyor. Başbakanı ve hükümeti eleştirme
kredisi buradan geliyor. Ahmet Altan’ın da bunu iyi bilmesi gerekiyor.
Kuşkusuz
Erdoğan’ın danışmanları ve kalemşorları tabii ki Önderliğin tutumunun
AKP'ye yönelik olduğunu söylemeyeceklerdir. Onların zaten işi gücü Önder
Apo’yla PKK arasına ayırım koymaktır. Önder Apo PKK'nin politikalarını
yanlış görüyor diyerek, Kürt halkında kuşkular uyandırıp Kürt halkının
mücadelesini gevşetmek, yetersiz kılmak istiyorlar. Bir psikolojik
savaştır, bunu yürütüyorlar. Bunu anlıyoruz. Zaten Türk devletinin Kürt
Özgürlük Hareketi'ne yönelik bölüp parçalama çabaları yeni değil ki!
Sürekli bunu yapıyorlar. Her gün “PKK içinde şahin var, güvercin var,
PKK içinde şahinler güçlendi, bilmem ne oldu, işte Apo’yla örgüt
arasında çelişki var” diyerek Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürütülen
psikolojik savaşın en bilinen bayatlamış, klişe oyunlarını
gündemleştirmeye çalışıyorlar.
ÖCALAN AKP’NİN ŞİFRELERİNİ ÇÖZDÜ
Bir
çocuk bile sorar: O zaman bu kadar avukatı niye tutukladınız? Altı
aydır Kürt Halk Önderinin PKK'ye yönelik eleştirilerinin toplumdan
gizlenmesi için mi bu görüşmeleri yasakladınız? Bunlara çocukların
inanacağı kadar bile olsa mantıklı bir cevap verilemeyeceğine göre, bu
tür yorumlara kargalar bile güler. Öyle bir şey olsa, bırakalım
görüşmeleri yasaklamaları, on beş günde ya da haftada bir değil her gün
birkaç saat görüştürürler. Böyle bir şey olsa devlet de, AKP de amiyane
tabirle düğün bayram yapar. Bu açıdan yapılan yorumlar bayatlamış
psikolojik savaş argümanlarıdır. Buna halk inanmıyor. Bu tür yorumlar
kafa bulandırmayı ve gerçek mesajı gözden kaçırmayı esas alıyor. Bu tür
yorumlarla gündemi saptırarak Önderliğin AKP'ye karşı aldığı tutumu,
Kürt Özgürlük Hareketi'ne ve halka verdiği direniş mesajı gizlenmeye
çalışılıyor. Önder Apo AKP'nin şifrelerini çözmüştür. Kürt Özgürlük
Hareketi AKP'nin şifrelerini çözmüştür. Halk AKP'nin şifrelerini
çözmüştür. Bu nedenle artık AKP'nin numaraları da, psikolojik savaş
merkezinin numaraları da halkımız için bir anlam taşımaz.
Önder
Apo savunmalarında her şeyi değerlendirmiştir. Bu açıdan daha önce de
“Ben söyleyeceğimi söyledim, artık bu savunmalar son savunmalarımdır”
değerlendirmesinde bulunmuştur. Zaten AKP'nin nasıl bir parti olduğunu,
AKP'ye yaklaşımının da, tutumunun da ne olduğunu onlarca defa görüşme
notlarında ortaya koymuştur. Savunmalarda bu görüşler daha açık ve
kapsamlıca dile getirilmiştir. AKP'ye neyi nasıl yapması gerektiğini
söylemiştir. PKK'ye de çözüm olursa nasıl yaklaşması gerektiğini, çözüm
olmazsa neler yapılması gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. AKP'nin
politikaları netleşmiş, bir çözüm politikasının olmadığı anlaşılmıştır.
AKP'nin çözümsüz politikaları karşısında Kürt Özgürlük Hareketi'nin
tutumu nettir. Önderliğin daha önce söyledikleri de nettir. AKP'nin
çözüm politikasının olmaması halinde halkın da, PKK'nin de nasıl
yaklaşması gerektiğini çok net ortaya koymuştur. Görüşmeye çıkmayarak bu
net tutumu bir daha hatırlatmıştır. Kendisinin yaklaşımının nasıl
olduğunu göstermiştir. AKP Önderliğin bu tutumuyla şaşkına dönmüştür.
Kendilerine göre Önderliğin ailesiyle görüşmesini sağlayacaklar, böylece
toplumda AKP'ye yönelik yargıları değiştirmeye çalışacaklardı. Ama
Önderlik buna izin vermemiştir.
TECRİDE YASAL KILIF
*Öcalan’a
tecride hukuki kılıfın arayışının yasalaşması halinde yaklaşımınız ne
olacak? Ayrıca bu 15 Şubat, hareketiniz ve halk açısından nasıl
karşılanacak?
Önder Apo’yla yedi aya yakındır görüşme
olmamaktadır. Sadece bir defa aile görüşmesi yapılmıştır. Bunu da çok
haksız, hukuksuz ve hiçbir biçimde kabul edilmeyecek tecride karşı
tepkileri yumuşatmak için yaptırmışlardır. Önder Apo üzerindeki tecridin
daha da ağırlaştırılmak istendiği, üzerinde hiçbir dönemde tanık
olunmadık kadar bir baskı, tehdit ve şantaj politikasının izlenmekte
olduğu görülmektedir. Altı aydır hiçbir gerekçe olmadan tecrit, tehdit
ve şantaj sürdürülmektedir. Bu da yetmemiş, tüm avukatları
tutuklanmıştır. Öyle ki, İmralı’ya gidecek avukat olmasın, gitse bile
orada herhangi bir şey konuşmasın yaklaşımıyla bu tutuklamaları
gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla bu tutuklamalar sadece uydurma iddialar
olan mesaj götürmeyle ilgili değildir. Bundan sonra Önder Apo üzerindeki
politikaların ve tecridin nasıl olacağını da bu yaklaşımla ortaya
koymuşlardır.
Avukatların tutuklanmasının keyfi olduğu
biliniyor. Görüşme notları on üç yıldır basında yayınlanıyor. Öyle ki,
görüşmelerin tümü daha Türkiye ve Kürt basınında yayınlamadan kontra
sitelerde yayınlanıyordu. Bu sitelerin orijinalleri nasıl yayınladığı
hala kuşkuludur. Yani öyle gizli kapaklı bir şey yoktu. Avukatlar
Önderliğin düşüncelerini gazetelerde yansıtıyorlardı. Türk devleti ise
tümünü dinliyor ve kaydediyordu. İsteselerdi çok önceleri müdahale
yapabilirlerdi. Bilinmeyen bir şeymiş ve yeni açığa çıkarmışlar gibi
avukatların tutuklanması, bu tutuklanmaların amacının ne olduğunu ortaya
koymaktadır. Tamamen siyasi bir kararla bu tutuklamalar
gerçekleşmiştir.
Hala Apo şöyle mesaj vermiş diyerek, geçmişte
avukatların basına da yansıttıkları görüşmeleri sanki Önder Apo gizliden
gizliye mesaj göndermiş de bunlar yeni açığa çıkarılmış gibi şimdi
gazetelerde, televizyonlarda yayınlanıyor, konuşuluyor. Böylelikle
tecridin ağırlaştırılmasının psikolojik ortamı hazırlanıyor.
TECRİDE KARŞI SESSİZ KALMAMIZ MÜMKÜN DEĞİL
Hareketimiz
kongrelerinde ve konferanslarında defalarca Önder Apo'ya yaklaşımın
savaş ve barış gerekçesi olduğunu açıklamıştır. Bunu kamuoyu da
bilmektedir. Önder Apo'ya böyle bir yaklaşım göstermek savaş ilanıdır,
PKK'ye karşı savaş açmaktır. Böyle bir tecrit zaten başlı başına savaşın
tırmanması, yükselmesi anlamına gelmektedir. Çünkü tecrit sadece Önder
Apo'nun tecridi değildir. Bu tecritle Kürt sorununda herhangi bir çözüm
politikalarının olmadığını, Önder Apo'yu susturarak, iradesini kırarak,
PKK'yi tasfiye ederek ve halkın iradesini kırarak bir tasfiye ve teslim
alma politikası yürüttüklerini ilan etmişlerdir. Buna karşı tabii ki
Kürt halkının, Kürt Özgürlük Hareketi'nin ve dostlarının da, Önder
Apo'nun da direneceği açıktır. Şimdi böyle bir süreç yaşanıyor.
Bu
tecride ve politikalara karşı sessiz kalmamız mümkün değildir. Buna
karşı zaten aylardır büyük bir direniş gösterilmektedir. Bu direniş
karşısında çaresiz kalan Türk devleti bütün iktidarların, faşist
yönetimlerin ve 12 Eylülcülerin, 1990’lı yıllardaki derin devletin -daha
doğrusu esas devletin- yaptığı gibi halka saldırarak, zindanlara
doldurarak Kürt halkını özgürlüğü için mücadele edemez duruma getirmek
istiyorlar. Böyle bir saldırı yürütüyorlar. Bu saldırının amacını da
açıkça söylüyorlar. Sokağa çıkamaz, yürüyüş yapamaz hale getireceğiz
diyorlar. Bu ne demektir? Bir halkın özgürlük ve demokrasi mücadelesini
boğmak, ezmek demektir. Binlerce siyasetçi zaten bunun için
tutuklanıyor. 1990’lı yıllardaki konsept yeni koşullarda uygulanıyor.
Tamamen aynı konsept, aynı mantık, aynı amaç güdülüyor, sadece yöntemler
değişmiştir. Kimse farklı olduğunu söyleyemez. Kuşkusuz kimi
farklılıklar vardır. Halkımızın yürüttüğü mücadele sonucunda artık eski
söylemle bir inkarcılık, eski söylemle Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye
etme politikası, eski söylemle Kürtlerin iradesini kırma harekatı
yürütülemez. Dolayısıyla yeni söylemler gündeme gelmiştir. Eskiden kart
kurt’tan türemiş dağ Türkleridir, Kürt yoktur, deniyordu. Şimdi bunu
demek hareketimize karşı mücadelenin baştan kaybedilmesi demektir. Bu
nedenle şimdi “Kürt vardır, bazı sorunları da vardır” diyerek bu örtü
altında yine Kürtlerin iradesini kırmak, Kürt Özgürlük Hareketi'ni
tasfiye etmek ve bu temelde de Kürtler üzerindeki egemenlik ve soykırım
politikasını yeni koşullarda sürdürmek istiyorlar. Tecrit bu anlama
geliyor.
TECRİT AÇIK BİR TEHDİT VE ŞANTAJDIR
Tecrit
sadece Önder Apo üzerindeki görüşme kısıtlaması değildir. Açık bir
tehdit ve şantaj vardır; “teslim olacaksın, politikaları-mıza boyun
eğeceksin” dayatması vardır. Bu dayatmaya karşı da Önder Apo
direnmektedir. Önder Apo düşüncelerini ve tutumunu açıkça ortaya
koymuştur. Savunmalarında AKP'nin politikalarına karşı yaklaşımının ne
olduğunu ortaya koymuştur. Son görüşmeye çıkmayarak da bunu pratik bir
tutum haline getirmiştir. Bu durum bizim de, halkımızın da 15 Şubat’ta
mücadeleyi daha da geliştirmemizin gerekçesi olacaktır. Zaten halkımız
bütün 15 Şubatlarda ayağa kalkmış, direnmiş, Önder Apo'ya sahip
çıkmıştır. Bu 15 Şubat’ta da sahip çıkacaktır. Kuşkusuz devlet ordusunu,
askerini, istihbarat örgütünü harekete geçirerek halkın Önderliği
sahiplenmesini engellemeye çalışacaktır. Zaten bunun için her şey
yapılıyor.
Son zamanlarda psikolojik savaş saldırılarını daha da
arttırmışlardır. Bazı insanları televizyonlara çıkararak, gazetelere
konuşturarak Önderliğe saldırtıyorlar. Aslında bu da tecridin, şantaj ve
tehdit politikasının bir devamıdır. Böylelikle Önder Apo'yu
sahiplenmenin zeminini yıpratmaya çalışıyorlar. Önderliğe sahiplenmenin
önüne geçmek istiyorlar. İşte böyle bir konseptle karşı karşıyayız.
Tutuklamalar da, Önderlik ve hareket aleyhine yaptırılan konuşmalar da
aynı amaca yöneliktir. Ama halkımız bütün bu baskılara rağmen 15
Şubat’ta Önderliğine sahip çıkacak, komploya, tecride ve tehdide yönelik
tepkisini ortaya koyacaktır. Bu halk Türk devletinin tehdit ve şantaj,
soykırım ve tasfiye politikalarına kurbanlık koyun gibi boynunu
uzatmayacaktır. Halk direnecek ve AKP'nin bu politikalarını boşa
çıkaracaktır.
Tutuklamalar ve çok boyutlu saldırılar AKP
Hükümetinin gücünü değil güçsüzlüğünü ortaya koymaktadır. AKP Hükümeti
güçsüz olduğu için bu kadar tutuklama yapıyor. Öyle ortada suç falan
yoktur. Suç, Önderliği sahiplenmektir; suç, Kürtlerin demokratik
haklarını elde etmek için mücadele etmektir. Suç bunlardır. Bunlar yüz
yıllık suçlardır. “Kürtler mücadele edemez, hiç kimse ben Kürtlere
öncülük yaparım diyemez, Kürtlere önderlik yaparım iddiasında bulunamaz.
Böyle bir halk yoktur, böyle bir toplum yoktur, bu bakımdan böyle bir
önderlik de yoktur. Böyle bir Önderliği sahiplenme de yoktur”
yaklaşımıyla saldırmaktadır. Bu, yüz yıllık çözümsüz politikaların yeni
koşullarda devreye girmesidir.
Önder Apo'ya görüşme
yaptırmayarak, baskı uygulayarak güya kendi politikalarını kabul
ettirmeye çalışıyorlar. 1980’li yıllarda Amed Zindanındaki politikanın
farklı biçimi şu anda İmralı’da uygulanıyor. Amed’de de bir irade kırma,
teslim alma, kendi politikalarını kabul ettirme yaklaşımı vardı. Şimdi
bu politika Önderlik şahsında bütün Kürtlere uygulanıyor. Tabii ki
1980’lerdeki gibi yapılamaz. 1980’li ve 1990’lı yıllardaki uygulamalar
zaten teşhir ve deşifre olmuş, lanetlenmiştir. Yapanlar bile pişman
olmuştur. Şimdi kalkıp AKP'nin 1990’lardaki politikayı aynı uygulaması
beklenebilir mi? Şimdi diyorlar ki, biz 1990’lar gibi yapmıyoruz. Bu
politikayı uygulayanlar bile yanlışlığından söz ederken, şimdi
uygulanması mümkün mü? 1980’li, 1990’lı yıllardaki uygulamaların
yapılmaması AKP için yeni bir politika ve başarı değildir. Önemli olan
bugün ne yapıyorsun? Doğru politika izliyor musun, izlemiyor musun?
Sorun budur. Şimdi kalkıp tek kişilik yasalar çıkarıyorsun,
görüştürmüyorsun. Türkiye'deki bütün tutuklara verilen hakların
hiçbirisini vermiyorsun. Televizyon yok, kitaplar ve dergiler bile tek
tek veriliyor. Bir radyo var, ama çoğu zaman bozuluyor. Şimdi bu tecridi
daha da ağırlaştırmaya çalışıyorlar. Mecliste böyle bir yasa çıkararak
bunu yapabilirler. Ama bu politika sonuç almayacağı gibi halkın
direnişini daha da geliştirecektir.
Önder Apo o hücredeki yaşamı
ve zorlu koşulları zaten yenmiştir. PKK gerçeği, PKK’nin devrimci tarzı
orada da işlemektedir. PKK nedir? PKK zor koşulların devrimciliğidir.
Şimdi Önder Apo da o zor koşulların militanlığını ve devrimciliğini
yapıyor. Görüştürmeyebilirler, hiçbir görüşme de olmayabilir, bu
uygulamalar bir dönem daha sürebilir. Çünkü bu bir savaştır,
mücadele-dir. Türk devleti bazı politikalarını ısrarla uygulayabilir.
Ama Türk devletinin bu politikasını er geç kıracağız. Kuşkusuz devlet
imkanlarını kullanarak bugün bazı şeyler yapabilir. Bu AKP'nin gücünü
değil, onun savaş tarzını ortaya koyar. Kürt halkına, Kürt Özgürlük
Hareketi'ne karşı yeni bir savaş içinde olduğunu ortaya koyar. Kaldı ki,
Önder Apo’nun öyle aileyle görüşeyim, avukatlarla görüşeyim diye bir
derdi yoktur. Bir görüşme olacaksa özgürlük ve demokrasi için olacak,
siyasi bir değeri olacak. Yoksa kendisini sıradanlaştıran bir görüşmeyi
zaten kabul etmez. Önder Apo zaten ben konuşacağımı konuştum,
söyleyeceğimi söyledim, yapacağım değerlendirmelerin hepsini yaptım
demiştir. Türkiye gerçeğini de, AKP gerçeğini de açıklığa kavuşturmuş,
eski iktidardan yeni iktidar bloklarına, Türkiye'de oluşan iktidar
kaymasına kadar cevaplanması gereken tüm konuları değerlendirmiştir. Bu
yönüyle ideolojik, teorik ve siyasi anlamda genel olarak söyleyeceği
yeni bir şey yoktur. Kuşkusuz günlük olarak her zaman söylenecek şeyler
vardır, söyleyebilir. Ama eğer AKP Kürt sorununa doğru yaklaşmayacaksa,
demokratikleşmeye doğru yaklaşmayacaksa, görüşmeleri tasfiye
politikasının psikolojik savaş argümanı olarak kullanılacaksa, Önderlik
bunu kabul etmez.
BU ARTIK TECRİT KALKSIN MÜCADELESİ DEĞİL
Meclisten
yasa geçtiği zaman tabii ki savaşın Önderlik odaklı yürütülmesi
resmileştirilmiş olacaktır. Bu bir öndere nasıl yaklaştığının açık
kanıtı olacaktır. Bu da tabii ki bizim açımızdan, Önderlik açısından,
halk açısından bir mücadele gerek-çesi olacaktır. Bir bütün olarak
mücadele yürüyecek. Artık mücadele sadece bir tecrit kalksın ya da
görüşme olsun olmasın mücadelesi değildir. Artık bir siyasi mücadele,
bir genel mücadele olarak sürecektir. Eğer İmralı merkezli genel
mücadele yürütülüyorsa, bizim mücadelemiz de AKP'ye karşı bütünlüklü
olacaktır. Bu aynı zamanda tecride karşı mücadeledir, bu aynı zamanda
çıkarılacak yasaya karşı mücadeledir. Böyle bir yasanın geçmesi sadece
öfkeyi, mücadeleyi ve tepkiyi arttıracaktır. Böyle bir yasa mücadele
gerekçesini daha da güçlendirecek, AKP'nin meşruiyetini daha fazla
ortadan kaldı-racaktır.
GERİLLANIN ÖFKESİ ARTACAK
Kuşkusuz
Önder Apo'ya bu yaklaşım militanın öfkesini ve tepkisini daha da
arttıracaktır. Halkımız Önder Apo'ya büyük bağlıdır, militanlar büyük
bağlıdır. Tüm PKK militanları Önder Apo için her türlü fedai eylemini
yapacak güçtedirler. Zaten fedai-liklerini her fırsatta gösteriyorlar.
Öyle Türk ordusuyla savaşmak kolay mıdır? O karakolları basıp tümüyle
etkisizleştirmek kolay mıdır? O karakollarda Genelkurmay Başkanının
dediği gibi askerler gerillaları gördüğü an dayanamıyor, kaçırıyorlar.
Karşısında fedai bir güç görünce nasıl dayanacak? Fedai gücün karşısında
dayanmak mümkün müdür? Türk devleti tankıyla, topuyla, binlerce
askeriyle, uçaklarıyla ancak durdurabiliyor. Yoksa fedai güçle asker
karşı karşıya geldiğinde askerin dayanma gücü yoktur. İşte böyle bir
fedai güç Önder Apo'yu da sahiplenir, Önder Apo için her türlü
sahiplenici eylemi de yapabilir, protesto eylemi de gerçekleştirebilir.
Bu açıdan bu yasanın Meclise gelmesi bırakalım bir irade kırma
yaratmayı, gerillanın öfkesini, azmini ve mücadele gücünü arttırır. Bu
da daha büyük bir mücadele biçiminde AKP'nin karşısına çıkacaktır.
Halkımız
da Önderini sahiplenecektir. Kürt halkı artık eski halk değildir. Hala
Amed zindanında PKK Önder kadrolarına ve mili-tanlarına yeterince sahip
çıkmamanın acısını yaşıyor. Bir daha böyle uygulamalara, PKK
Önderliğinin ve kadrolarının tehdit, tecrit, şantaj ve işkence altında
kalmasına müsaade mi edilecektir? Bugün Önder Apo ağır işkence
altındadır, büyük bir psikolojik savaş altındadır. Hiç kimse bu şartlara
dayanamaz. Önder Apo dayanıyorsa, düşmanı bilince çıkardığı gibi, her
türlü psikolojik savaşını aşacak kişiliğe ulaşmasındandır. AKP'nin her
yaptığının bilincinde olduğu için etki etmemektedir. Ama İmralı
sisteminin bir işkence sistemi olduğu da açıktır. Dünyada böyle bir
tecrit yoktur. On üç yıl tek başına bir hücrede kalan tek kişi var
mıdır? Yoktur. Türkiye tarihinde de böyle bir şey yoktur. Eskiden Amed
zindanında da hücreye koyuyorlarmış, ama yanlarında bir iki kişi
olurmuş. Tek koyduklarında bile yan hücredeki arkadaşlarıyla konuşma ve
ilişkilenme imkanları bulurlarmış. Birbirlerini görme imkanı olurmuş.
Ama Önder Apo'nun on dört yıldır tek başına bir hücrede yaşaması bir
ilktir, ağır bir işkencedir. Bunu cezaevinde kalanlar bilir.
Devam edecek…
ANF NEWS AGENCY