20 Şubat 2012 Pazartesi

Irkçılık ve Faşizm Tavan Yaptı: 'Vatana Zararlı Bebekleri Öldürelim'

Erzurum - Erzurum'da Yakutiye Emniyet Müdürlüğü tarafından Erzurum Lisesi Konferans Salonu'nda düzenlenen "Huzur Toplantısı"nda konuşan Dumlupınar İlköğretim Okulu Müdürü Mustafa Aydın "Emniyette suçluların kanını alıp gen haritası çıkarsınlar. Çocuk doğduktan sonra analizi yapılsın. Vatana, millete, bu ülkeye zararlıysa yürümeden yok edilsin" dedi.

Toplantıya konuşmacı olarak katılan Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Genel Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Yıldız Akpolat, "çocukların şiddete eğilimli olmasının aile ve çevreye bağlı olması" konusunda katılımcılara görüşlerini sordu. Mustafa Aydın, bazı öğrencilerin "hırsız" ve "vatana, millete zararlı" olduğunu belirterek şunları söyledi:

"Çocuklar bir defa genellikle hırsız. Bunun yanında çocuklara devamlı 'Anneniz yoğurt mayalıyor mu?' diye sorarım. 'Evet mayalıyor' diyorlar. Bir kere yoğurt bozuksa, mayası bozuktur. Aile ne ise, çocuğu odur. Bulunduğum çevreyi sokak sokak dolaştım. O kadar kullanılmayan ev var ki. Çocuklar köpek bakıyor. Orada soba yakmış oturuyorlar. Yetkililere eski ve boş evlerin yıkılmasını söyledim. Analar ne kadar kültürlü olursa yetişecek nesil o kadar kültürlüdür. İngiltere'de okullarda şiddetin dozunu ayarlamak için bir takım tartışmalar yapılıyor. Arjantin ya da Brezilya'da emniyette, suçlu çocuklara 'Nasıl bir şiddet uygulayalım' diye tartışılıyor. Ben bunu bizzat okudum, kafadan atmıyorum. En önemli tespitim, suça meyilli çocukların yüzde 90'ının ailelerinin geçimi sosyal yardımlaşma vakfı tarafından karşılanıyor. Yıllar önce Brezilya'da sokak çocuklarını yok etmek için bir örgüt kurulmuştu. Kusura bakmayın, belki biraz anormal gelebilir, ama ben şunu istiyorum: Tıp bu kadar gelişti, yüz nakli yapılıyor. Emniyette suçluların kanını alıp gen haritası çıkarsınlar. Çocuk doğduktan sonra analizi yapılsın. Vatana, millete, bu ülkeye zararlıysa yürümeden yok edilsin."

ANF NEWS AGENCY

Güçlükonak, Beytüşşebap, Uludere

Uludere'nin tarihin bir kuytusuna gömülmesine izin verirsek, gelecekteki katliamların kuyularını kazmış oluruz.
 
Hepsini unutuyoruz. Uludere konusunda da hükümet işte bu bilgiyi cebinde şakırdatıyor. Biraz daha ayak dirersek Uludere'de askeri uçaklarla bombaladığımız 34 kişi de unutulur gider. Hem zaten onlar da sütten çıkma ak kaşık değil, 13-14 yaşında namlı kaçakçılardı.

Şimdi devleti göbeğinden yaran çatışmanın arkasında örtbas edilmiş, unutturulmuş katliamlar var.

Güçlükonak adını duyduğunda oranın bahtsız halkı dışında kimin tüyleri ürperiyor? Pekiyi bilen kaç okur var sözgelimi, Güçlükonak haritada nereye düşüyor?

Hatırlatalım mı?

Birkaç yıl önce Güçlükonak katliamını Devlet Bakanı Adnan Ekmen, Yeni Aktüel dergisine dökülüvermişti:

"Gerçeği bildiğim halde bunu kamuoyuyla paylaşamadığım için vicdanen rahatsızım."

13 yıl esneyebilmiş bir vicdana pek saygı duymasak bile Adnan Ekmen'in açıklamasıyla Güçlükonak katliamının müsebbipleri resmen açıklanmış oldu.

Güçlükonak katliamı

Güçlükonak katliamını kayıtlara düştüğü şekliyle bir özetleyelim.

PKK, 15 Aralık 1995 yılında tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Kimileri fazla vakit kaybetmedi. 12 Ocak 1996 günü Şırnak'ın Güçlükonak ilçesine bağlı Gêrê (Çevrimli) ve Yatağan köylerine baskın yapan askerler, eski korucular Abdullah İlhan, Ahmet Kaya, Ali Nas, Neytullah İlhan, Halit Kaya ve Ramazan Oruç'u gözaltına aldı.

PKK'ya yardım ettikleri iddiasıyla gözaltına alınan köylüler, Taşkonak Jandarma Taburu'na götürüldü.

15 Ocak günü ise Koçyurdu Köyü korucularından Hamit Yılmaz, Abdulhalim Yılmaz, Mehmet Öner ve Lokman Özdemir, "görev var" denilerek Ramazan Nas'a ait minibüsle aynı tabura götürüldü. Gözaltındaki köylüler ve 'görev' için götürülen korucular, Taşkonak Taburu'nda, Nas'a ait 56 AH 320 minibüse bindirilerek yola çıkarıldı. Minibüs tabur ile Koçyurdu Köyü arasında silahlı bir grup tarafından durdurularak kurşun yağmuruna tutuldu ve ardından içindekilerle birlikte yakıldı.

Olaydan bir gün sonra Ankara'da ne kadar yabancı gazeteci varsa onlara bir tur düzenlendi. Hepsi Güçlükonak'a götürüldü. Onlara, "Bakın PKK ateşkesi bozdu. İşte kanıtı" dendi. Yalnız gazeteciler halkla konuşturulmadı. Ne de olsa yakın geçmişte yiğit başbakanımızın da Şemdinli halkı için söylediği gibi onların da tanıklığı geçerli değildi.

Oysa PKK, bu tür 'zaferler'i üstlenmek konusunda hevesli bilinmesine rağmen bu saldırıyı üstlenmedi. Olayla ilgisinin olmadığını belirtti.

Genelkurmay'ın benzersiz bir hızla dünyaya PKK marifeti olarak ilan etmiş bulunduğu Güçlükonak katliamı davası, kimilerinin gözünde kapanmamıştı. Öldürülen köylülerin yakınları da katliamdan devleti sorumlu tutuyordu.

Aydın ve sanatçıların oluşturduğu Barış İçin Bir Arada Çalışma Grubu, 13 Şubat tarihinde katliamı incelemek üzere Güçlükonak'a gitti. Heyet, yaptığı incelemelerin ardından katliamın devlet güçlerince gerçekleştiğini duyurdu ve Genelkurmay Başkanlığı hakkında suç duyurusunda bulundu. Katliam kurbanlarının yakınları, askeri yetkililerin baskılarına rağmen 12 Temmuz 1996 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu.

Türkiye mahkûm edildi. Öldürülenlerin yakınlarının açtığı davada, 10 kişiye 15'er bin euro manevi tazminat verilmesi kararlaştırıldı. Mahkeme, Türkiye'yi İbrahim Kaya'ya 5 bin 160 euro maddi tazminat ödenmeye mahkûm ederken, diğer sekiz kişiye de 3'er bin euro ödenmesine karar verdi.

Ama ne gam. Katliamın kontrgerilla tarafından yapıldığını iddia edenler yargılandı. 'Ordunun manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif' iddiasıyla yargılanan Şanar Yurdatapan, Petrol-İş Sendikası eski Genel Başkanı Münir Ceylan ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi eski Başkanı Ercan Kanar 10'ar ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezaları Yargıtay'ın bozma ilamı üzerine beraatle sonuçlandı.

Bu konuda hakikatin ortaya çıkması için çabalayanlar yılmadı. Üst üste Genelkurmay aleyhine suç duyurusunda bulundular.

Güçlükonak katliamının failleri üstüne de elimizde epeyi belge var. Kontrgerillanın yanına aldığı korucu ve itirafçılar, yıllar sonra kullanıldıklarını anlattılar. Bir kısmının öldürüldüğü, tetikçilerden ikisinin hayatta olduğu biliniyor.

Celal Başlangıç, bu konuda 2001 yılında bir kitap yayımladı. Birkaç yıl önce de Güçlükonak'ın da Ergenekon davasına dahil edilmesini talep etti.

Başlangıç, Güçlükonak'ta yaşanan katliamın savaşın sürmesi için, bir de uluslararası camiayı yönlendirmek için hazırlanmış bir tezgâh olduğunu ileri sürüyordu. Bir ayrıntıya da dikkatimizi çekiyordu: "Güçlükonak katliamından bir gün sonra Avrupa Parlamentosu'nda bir karar tasarısı görüşüldü. Yeşiller Partisi ve sosyalistlerin verdiği bu karar tasarısında, PKK'nın ateşkesine Türkiye'nin ne cevap vereceği soruluyordu. Tam bu karar öncesi tezgâhlandı Güçlükonak katliamı".

Beytüşşebap'a gelince

Aradan 11 yıl geçti. Sığıyla deriniyle devletimizin yordamı hiç değişmemişti elbet. Aynı film, bu kez Beytüşşebap'ta çekildi.

Güçlükonak katliamı ile PKK'nin ilan ettiği ateşkes hedef alınmıştı, ikinci katliam ise 1 Ekim 2006 ateşkesinin yıldönümüne denk getirildi. Beytüşşebap'ta 12 kişi katledildi.

Öldürülenler bu kez de korucuydu.

Hedef yine bir minibüstü.

Ve tabii ki Genelkurmay'ın fanfarlı kampanyası, yine PKK'yi işaret ediyordu.

Beytüşşebap saldırısından hemen sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt tarafından yapılan açıklamada da Meclis'te 20 milletvekili ile temsil hakkı kazanan DTP hedef alınıyordu.

Oysa katliam emrini kimin verdiğinden kimlerin aktif olarak görev aldığına kadar her şey biliniyor, insanlar korkuyla susturulup sindiriliyordu.

Bir iddia, korucuların hedef alınmasının koruculuk sistemini canlandırmayı amaçladığı yolundaydı. JİTEM yönlendirmeli korucular bu katliamın baş aktörleriydi.

Şimdi ne Güçlükonak ne Beytüşşebap'ın anısıyla sızlıyor kamuoyunun vicdanı. Unutuldu gitti.

Uludere konusunda da aynı sonucu bekliyor büyüklerimiz. Elbet Çiller kadar şuursuz değil hiçbiri. Hanım bir keresinde "Devletin olduğunu ne biliyorsunuz, belki o helikopterler PKK'nindi" deyivermişti. Uludere'de halkı katleden uçakların nesebi belli.

Uludere'nin de sessizce tarihin bir kuytusuna gömülmesine izin verirsek, gelecekteki katliamların kuyularını şimdiden kazmış oluruz.

Bu kez unutmayalım. Unutturmayalım.

Yıldırım Türker

Mahabad Kürt Cumhuriyeti

MAHABAD CUMHURIYETİ'NİN KURULUŞU VE BÜYÜK GÜÇLERİN POLİTİKALARI: 1941-1946
 
İngilizceden Türkçeye çeviren: Mustafa GÜNEŞ

1945-46 Mahabad Kürt Cumhuriyeti, modern Kürt tarihinin köşe taşlarından biridir. Mahabad'ın yegane önemi, Kürdistan'ın görece küçük bir parçasında da olsa ve bir yıldan kısa bir süre yaşasa da, Kürtlerin tarihlerinde ilk kez başarılı bir şekilde özerk bir Kürt devleti kurmalarında yatar. Bu dönem, Kürt tarihinde farklılığıyla öne çıkar, çünkü Kürt ulusalcı hareketinin özlemleri bu kısa dönem içinde kristalize olmuştur. Mahabad Cumhuriyeti'nin tarihi üzerinde çalışmak ve analiz yapmak, birkaç nedenden ötürü önemlidir:
İran'daki Kürt halkı, ulus-devlet yaratma yolunda tarihinde ilk kez kendi kendini temsil ve kendi kaderini tayin etme fırsatını bulmuştur;

Mahabad Cumhuriyeti, Kürtler ile Kürdistan'ı işgal eden devletler arasındaki karışık ve çapraz ilişkileri göstermektedir;
Aym zamanda, bu dört devletin kendi aralanndaki siyasal ilişkilerinin belirli bir düzeyde ve kısmen Kürt ulusalcı hareketi tarafından belirlendiğini gösterir;

Mahabad Cumhuriyeti açığa çlkarmaktadır ki, Kürt sorunu uluslararası bir sorundur ve büyük güçler, daha belirgin olarak ABD, Britanya ve eski SSCB Kürdistan'daki politik gelişmelerde Kürt ulusalcı hareketinin başarısı ve yenilgisi üzerinde her zaman etkili olmuştur;

Mahabad Cumhuriyeti deneyimi, bugünkü Kürt ulusalcı hareketine dersler çıkarmak baklmından rehberlik etmektedir;
Birleşik Devletler ve Sovyetler Birligi'nin başmı çektiği iki kamp arasındaki soğuk savaşın [i]ilk evresi, denebilir ki, ikinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından ilk olarak genelde İran ve özelde de Mahabad Cumhuriyeti üzerinde kendini göstermiştir.

Bu çalışmadaki amacım, Mahabad Cumhuriyeti'nin 1941'den İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar süren İran'daki Anglo-Sovyet işgali ile ortaya çıkan siyasal boşluktan yararlanmaya çalışan Kürt ulusalcı hareketinin bir sonucu olduğu düşüncesini analiz etmektir. Kürt Cumhuriyeti'nin bir Sovyet kuklasl olduğu veya Sovyet ajanlarının Kürt ulusalcılığını[1] geliştirip harekete geçirdiği şeklindeki görüşlerin aksine, Kürt1erin kendi çıkarlarından yola çıktıklarını ve bu çıkarlar arasında kendi kaderlerini tayin etmek ile kendi bölgelerini kendilerinin yönetmesinin de bulunduğunu savunmaktayım. Bu amaçlarına ulaşmak için Kürtler her türlü güce ve kaynağa açık olmuşlardıf. Bu bakımdan Kürtler, uluslararası siyasal ilişkilerde deneyimsiz olmalarına rağmen, sozü geçen bütün büyük güçlerle siyasal ilişkiler kurmaya çalışmışlardır. Mahabad Cumhuriyeti'nin kuruluşunu Sovyetler'in İran'daki ve özellikle İran Azerbaycan'ındaki dış politikalarına indirgemek yanlış bir sonuç olacaktır. Şu da görülmelidir ki, bu tarz bir açıklama ABD'nin de desteklediği İran politikası açısından kabul gören ve yansıtılan bir açıklama biçimidir. B. Yassin'e göre, Cumhuriyet'in yükselişi ve düşüşü, "birbirine sıkı sıkıya bağlı birkaç gelişmeden kaynaklanan tarihsel bir vaka olarak gorülmelidir. Bunlar, Kürt ulusalcılığı içinde meydana gelen gelişmeler, İran'daki politik durumdaki dramatik değişim, ve 'Üç Büyükler'in birbirleriyle, İran ve Kürtler ile ilişkileridir."[2] İkinci Dünya Savaşı boyunca ve sonrasındaki süreçte, Orta Doğu, üç büyük güç; İngiltere, ABD ve SSCB bakımından büyük öneme sahip bir bölge olmuştur. Genel olarak İran ve özel olarak Kürdistan, bu güçler bakımından hayati bir bölge haline gelmiştir. Böylece, bu güçler ile İran ve Kürtler arasında olağanüstü bir karmaşık ilişkiler süreci ortaya çıkmıştır. Mahabad Cumhuriyeti'nin Doğuşuna bu karmaşık ilişkiler açısmdan bakılmalıdır. Bu nedenle, zamanın büyük güçleri İngiltere, ABD ve SSCB'nin politikaları ve bunların Kürt ulusalcı hareketine ve Kürtlere yaklaşımı üzerinde durmak oldukça önemlidir.

Bu çalışmayı dört bölüme ayırmış bulunuyorum. Birinci bolümde ulus ve ulusalcılk kavramları ve bu kavramların Kürt sorunundaki görünümleri üzerinde yoğunlaşacağım. İkinci bölümde, İkinci Dünya Savaşı'ndaki İran ve İran Kürdistanı üzerinde duracağım. Bu bölümde Kürtler bakımından İran'ın resmi etnik politikasını çözümleyeceğim. Aynca İran'ın İngiltere, ABD ve SSCB ile ilişkilerini inceleyeceğim. Bu bölümde, İngiltere, ABD ve SSCB'nin Orta Doğu ve özelde İran ve Kürdistan'daki dış politikalarını çozümleyeceğim. İngiltere ve Sovyetler Birliği'nin Kuzey ve Güney İran'ı işgal etmelerindeki hedefleri nelerdi? Sovyet politikasını oluşturanlar Kürt sorununa nasıl yaklaşıyorlardı ve hangi nedenlere dayanıyorlardı? Bölgedeki ABD yetkilileri neden Kürt taleplerine fiziksel veya moral destek vermediler? Bu bölümde, Kürt sorunu etraflnda ABD ve SSCB arasındaki soğuk savaşın tohumlarlnı açıklamayı deneyeceğim. Ezilen halkların hamisi olarak tanınan SSCB ile faşizm ve diktatörlüğe karşı demokrasi ve özgürlük savaşçısı olarak tanınan ABD ve İngiltere, temel talepleri demokratik haklar ve kendi kaderlerini tayin etmek olan Kürtlerin ellerini boş bırakmışlardır.

Mahabad Cumhuriyeti orneginde, Kürt politikacilarla ve Kürt liderleri adl geçen güçlere nasIl yaklaşmlşlardlr ve onlardan beklentileri neler olmuştur? Üçüncü bolümde; Mahabad Cumhuriyeti'nin kuruluşunu, Azerbaycan, İran ve Kürdistan'm diger parçalan ile olan ilişkilerini inceleyecegim. Aynca Kürt ulusçulugunun yükselişinin Mahabad Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile olan baglantisini da inceleyecegim. Son bolümde; büyük güçlerin bolgedeki politikalari sonucu Mahabad Cumhuriyeti'nin çoküşünü çozümleyecegim. Yamtml vermeye ça1Işacaglm hayati soru; Mahabad Cumhuriyeti'nin neden çoktügü, başka bir deyişle neden daha fazla yaşayamadigi olacaktir .

Mahabad Cumhuriyeti'ni incelemenin önemine rağmen, Kürt tarihi bakımından altı çizilmesi gereken bir sorun bulunmaktadır. Bu sorun, Kürtlerin Kürdistan hakkında yeterli bir arşiv kaynağına sahip olmamasıdır. Kürtler bir devlete sahip olmadıkları için, ulusal bir arşivleri ve diplomatik kayıtları bulunmamaktadır. Bu durum son derece önemlidir, çünkü olaylara Kürt tarafının yaklaşımı eksik kalmaktadır. Elbette, İbrahim Ahmed, Kadri Cemilpaşa (Zinar Silopî), Mela Mustefa Berzanî gibi olaya tanık1ık edip Mahabad hakkında yazılı malzeme verenler bulunmaktadır. Bu malzemeler paha biçilmez değerde olmakla birlikte, Kürtlerin bakış açısından Mahabad Cumhuriyeti'nin bir resmini çizmek için yeterli değildir. 1943 ve 1946 yılları arasında yayınlanan ve birincil kaynaklar olarak a1ınabilecek iki tane Kürt süreli yaymı bulunmaktadır: Kürt Komela partisinin yayın organı olan Niştiman (Anayurt), ve Kürdistan Demokrat Partisi'nin (İran) yayın organı olan Kurdistan. Bu çalışmada, ayrıca ABD ulusal arşivi ve Kamusal Kayıt Bürosu (Public Record Office)'deki birincil kaynaklara atıflarda bulunacağım. Bu her iki birincil kaynak da ihtiyatla ele a1ınma1ıdır, çünkü bu kayıtlar bö1gedeki olayları çoğu kez kendi dış politikalarına göre sorunları çarpıtarak resmi bakış açısından yansıtmaktadır. Soruna daha iyi bir bakış açısı için hayati önemi haiz yerel devletlerin arşivlerinin de Kürt sorunu nedeniyle yaşanan problemlerden dolayı ulaşılabilir olmadığnı da belirtmek önem taşımaktadır. Şimdiye kadar, Kürt Cumhuriyeti hakkında yaymlanmış resmi bir Sovyet belgesi bulunmamaktadır. 

Kendisinden bahsedilebilecek yegane kaynak, Prof. Olga Jigalina'nin 1997'de International Journal of Kurdish Studies'de yayınlanan makalesidir. Bu makalesinde Jigalina, resmi kayıtlara ulaşarak eski Sovyetler Birligi'nin Kürt sorununa yaklaşımını ele almıştır. Makale, dergide İngilizce bir özetiyle birlikte Rusça yayınlanmıştır. Sovyetler'in Kürtlere yönelik politikası İngiliz ve Amerikan resmi belgelerinden de ayrıca incelenebilir.

ULUS, ULUSÇULUK VE KÜRTLER

Kürt sorunu bakımından, "ulus" ve "ulusalcılık" kavramlarını çözümlemek bir zorunluluktur. Kürtlerin ve Kürt dilinin tanınması Kürt ulusalcılığnın merkezini teşkil etmiştir. Bu vurgu, kısmen Kürt kimliği ve dilinin inkarı şeklinde gelişen hakim (occupant) devletlerin resmi asimilasyonist politikalarından kaynaklanmaktadır. Türkiye örneğinde, devlet tarafından yönlendirilen Türk akadernisyenleri ve "bilim çevreleri" Kürtlerin aslında Türklüklerini unutmuş Türkler olduklarmı kamılamaya ça1ışmışlardır.[3] Bu durum, apayrı bir öneme sahiptir, çünkü kimlik ve dil etnik yapının nesnel iki kriterini teşkil eder. Asimilasyoncu politika1ara bir tepki olarak, Kürtler, siyasa1 etkinlikler ve hareketler şeklinde Kürt kimliğinin ve Kürt dilinin farklılığına vurgu yapmışlardır. Hemen hemen bütün Kürt kurumları, Kürtleri bir ulus olarak kabul ederler. Yine de, Kürtlerin bir ulus olup olmadığı sorununu çözümlemeye ça1ışacağım, ama bundan önce ulus ve ulusalcılık kavramlarının farklı tanımlarına bir göz atacağım.

Ulus ve ulusalcılık kavramları kendi içlerinde önemli oranda çelişkiler barındırır ve üzerinde uzlaşılmaktan çok uzak bir görünüm arz eder. Margaret Canovan, bunun "kavramsa1 açıdan yaka1anması olaganüstü güç bir mevzu"[4] oluşturduğunu belirtmiştir. Bu konuda çeşitli yaklaşımlar ve tanımlar bulunmaktadır.

Karl W. Deutsch, "ulusallik"ı (milliyet) "ulus"tan (millet) ayrır. Deutsch'un düşüncesine göre, "ulusallık kendi üyelerinin davranışları üzerinde etkin bir kontrol sağlamak için önlemler almaya çalışan bir insanlar topluluğudur. Ulusallık kendini güçle donatmak için can atan bir insan topluluğudur."[6] Bir ulusallık, diye devam eder Deutsch, sadece "kendi öz1emlerini gerçekleştirmek için güce ihtiyaç duyduğu anda" kendini bir ulusa dönüştürebilir.[7] Bir başka deyişle, Deutsch'a göre ulus, bir devlete sahip insan topluluğudur. Bu tanım, Kürtler gibi kendilerinin ulus olduğunu iddia edip bir devlete sahip olmayan toplulukları öngörmemektedir. Deutsch'un tanımı, Kürtleri bir ulus olmaktan çok bir ulusallık olarak ortaya koyar.

Peter Alter, bu yaklaşımı eleştirir. Deutsch'un iddiasnın aksine, Alter'e göre, "bir ulus, kendisine ait bir devleti olmadan da var olabilir."[8] 1871'de birleşik bir Alman devleti kurmadan önce de Almanların 18. yy.'da kendilerini bir ulus olarak gördüğünü kaydeder. Alter, bir milletin devletsiz de varolabileceğini kabul etmekle birlikte, yine de siyasal olarak kendi kaderini tayin etme talebinin önemine vurgu yapar.[9] Yassin, Alter'in tanımını temel alarak, ayrıca "bir ulus kendi devleti olmadan var olabileceği gibi, bir devlet de birleşmiş bir ulusa sahip olmadan var olabilir" sonucuna varmaktadır.

Ulusun bir başka tanımı, sosyolog Anthony Smith tarafından ileri sürülmüştür: "tarihsel bir bölgeyi, ortak mitleri ve tarihsel anıları, ortak bir kültürü, ortak bir ekonomisi olan ve bütün üyelerinin ortak hak ve görevleri bulunan bir insan toplulugu."[11] Smith'e göre, -akrabalık, sınfdaşlık, din, ortak kültür gibi bireyler arasında çeşitli unsurlarla oluşmuş olan- ulusal kimlik, kültürel bir kavram olup devletle hiçbir doğrudan bağı yoktur .

Ernest Gellner ulusu, "insanoğlunun inançları, baglı1ık ve dayanışmasınn bir sonucu"[12] olarak tanımlar ve şöyle der:

"i) iki insan, sadece ve sadece, sırasıyla işaretler ve düşünceler sistemi ile davranış ve iletişim biçimi anlamına gelen aynı kültürü paylaşıyorlarsa bir milletten sayılırlar.

ii) iki insan, sadece ve sadece, birbirlerini aym millete ait olarak görüyorlarsa bir milletten saytltrlar."

Benedict Anderson, milleti kapitalizmin gelişimiyle birlikte ortaya çıkan "imgelenmiş bir siyasal topluluk" olarak tanımlar. Anderson, milletin dinsel topluluklardan basit bir şekilde büyüyerek ve onu degiştirerek oluşmadığını, aksine dünyaya yaklaşmada temelli bir degişikliğin sonucu olarak meydana geldiğini iddia eder. 

"Kapitalizmin ve yayın teknolojisinde meydana gelen dönüşümlerin insan dilinde meydana getirdiği karşı konulmaz degişimler yeni bir imgelenmiş topluluk biçimine imkan tanımıştır", bu durum düşünmeye ve modern ulus aşamasına geçilmesini sağlamıştır.

Eric Hobsbawn, ulusun ilkel ve degişmez bir varlık olmadığını iddia etmiştir. Öznel unsur olan siyasal oluşumun ve nesnel unsur olan kültürel oluşumun yeterli bir açıklama getirmediğini ve her ikisinin de eksik olduklanını ileri sürmüştür. Ulusun özel ve tarihsel bakımdan yakın döneme ait bir varlık olduğunu öyle ki yerel devletin özel bir türüyle, "ulus devlet"le ilişkili olduğunu ve bunsuz yapılan bir tartışmanın anlamsız olduğunu ileri sürmüştür.[16]
Ulus kavramı, ulusçuluk kavramı bağlamında bir çozümlemeye tabi tutulmalıdır. Hobsbawn ve Gellner, ulusu meydana getirenin ulusçuluk olduğunu ileri sürmüşlerdir: "Bazen daha varlık öncesi kültürü alıp onu ulusa dönüştüren ulusçuluk, bazen de onu bir sonuç olarak ortaya çıkarır, fakat sık olarak varlık öncesi kültürü kendisi yazar"[17] Gellner ayrıca, "başka bir biçimden çok, ulusun bir çağın ulusçuluğu olarak tanımlanabileceğini"[18] ileri sürmüştür. Ulusçuluğun, "siyasal ve ulusal birliğin somutlanması (congruent) gerektiğini savunan siyasal bir ilke"[19] olduğunu ileri sürmüştür Gellner. Ulusçuluğun ulusa önceliği hususu, "ulusçuluk ulusu kendi bilincine varması için uyandırmaz: henüz daha varolmadığı halde onu davet (orijinal metinde italik. ç.n.) eder"[20] diyen Anderson tarafından da paylaşılır.

Bohemya Doğumlu sosyolog Eugen Lemberg'in ulusçuluk tanımını uyarlayan Alter, ulusçuluğu "ulus ve egemen ulus-devletin hayati önemi haiz değerler olduklarnı savunan ve bir halkın veya bir insan topluluğunun büyük bir kısmını harekete geçirmeye çalışan bir ideoloji ve aynı zamanda bir siyasal hareket. olarak tanımlamıştır. Alter'e göre, siyasal bir güç olan ulusçuluk, "bireyin insan türünün bir üyesi olduğu ve bir dünya vatandaşı olduğu Aydınlanma Felsefesi"[21] ile karşılaştırılamaz. Elie Kedouri, ulusçuluğu "19. yy. başlarında Avrupa'da geliştirilen bir doktrin" olarak tanımlar ve akabinde ulusçuluğun, kendisine ait bir yönetime sahip olmaktan memnun bir insan topluluğunun belirlenmesi için bir çıkış noktası olduğunu ve ülkede meşru güç kullanımı ve devletler topluluğunu doğrudan orgütlemeyi sağlamaya çalıştığını"[22] ileri sürer. Başka bir deyişle, Kedouri yegane meşru yönetim biçiminin ulusun kendini yönetmesi olduğunu kabul eder.

Kürt Ulusçuluğu

Kemal Kirişçi ve Gareth M. Winrow Kürtlerin snıflandırılmasının kolay olmayacağnı, çünkü "bölgeye dağılmış olduklarınıl ve bağımsız devlet geleneklerinin bulunmadığmı"[23] ileri sürmüşlerdir. Kürtler arasındaki bölünmelerin ve kendilerini algılama konusundaki geniş bir aralığa yayılan görüş ve fikir ayrıllklarının "Kürtlerin Hroch'un çözümleme modeline göre gelişmenin C Aşaması'na tamamen girip girmediklerinin değerlendirilmesini"[24] güçleştirdiğini ileri sürmüşlerdir.
Kürtlerin ulus olup olmadıkları sorunu, çeşitli yaklaşım ve tanımların nasıl ele alındığına baglıdır. Kürt ulusçuluğu bakımından birkaç etken bir arada göz önüne alınmalıdır:

1. l639'dan Birinci Dünya Savaşı'na kadarki dönemde bölge Kürdistan olarak tanımlanmaktaydı ve Osmanlı ve İran imparatorlukları arasında bölünmüştü.

2. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Kürdistan dört devlet tarafindan tekrar bölünmüştür.

3. Lozan (1923)'da çizilen sınırlarla birlikte Kürtler her bir devlette etnik bir azınlık olarak görülmüştür.

4. Nihayet, uluslar arası siyasal arenada Kürt sorununun çözümü etnik azınlıklar sorunu ile her bir hakim (occupant) devletin demokratik ilerlemesi bağlamlarında ele alınır olmuştur.

5. Hakim devletler kendi içlerinde Kürt kimliğini ve Kürt sorununu inkar etmişlerdir. Bu etkenler, hakim devletlerin akademik çevrelerinde Kürt kimligi konusunda sistematik araştırmaların yadsınmasına neden olmuştur.[25] Bu etkenler, Kürt kimliğinin tanımlamaya yarayan Kürt kültürü, gelenekleri, dili ve tarihinin sistematik erozyonunda önemli bir role de sahiptir.

Kürtlerin bir ulus mu? yoksa bir etnik köken mi? olduğu soyut bir sorundur. Bununla birlikte, Kürt ulusçuluğu bir vakadır. Ben, Gellner ve Anderson'un ulusçuluğun ulusa önceliği fikrini paylaşıyorum. Ulus, ancak ve ancak bir ulus-devleti inşa ettiği takdirde başarılı olacak olan ulusçuluğun bir ürünüdür. Yine belirtmeliyim ki, bir hareket eger bir ulus-devleti hedefliyorsa ancak o zaman ulusçu hareket olarak sınıflandrılabilir. Ulusun ortaya çıkışı öznel ve nesnel unsurların diyalektik birliğine bağlıdır. Objektif unsur olarak, dil, gelenek, toprak gibi ortak özellikleri taşıyan bir insan grubu ancak ulusçu savaşım boyunca siyasal bir birlik olarak örgütlenerek sübjektif unsurun devreye girmesi ile bir ulusa dönüşebilir. Öznel unsurun iki tane kesişen bileşeni kendi içinde barmdırdığnı belirtmeliyim. Birinci olarak, ulusal bilinç ve kendini algılamayı içerir. İkinci olarak da, ulus başkaları tarafindan tanımlanmalı (other-defined)[26] ve başka siyasal kurumlar, örneğin bir diğer devlet tarafından, tanınma1ı ki hedefine koyduğu kendi siyasi birliğini kurup koruyabilsin.

Kürtler kendilerini etkileyen bütün olumsuz koşullara rağmen, ortak bir kültüre, geleneğe, coğrafyaya, özlemlere ve dile, yani nesnel unsura sahiptirler.[27] McDowall'in belirttiği gibi, Kürtler bir topluluk duygusuna sahiptirler, başka bir deyişle 19. yy.'ın sonları ile 20. yy.'ın başlarından itibaren, Türkler ve Araplarla aynı zamanda, kendilerini Kürt olarak algılamaya başlamışlardır.[28] Bu topluluk duygusu modern Kürt tarihinin büyük bir bölümüne damgasnı vuran ulusalcı hareket olarak kendini ilan etmiştir. Bununla birlikte, Kürtlerin kendilerini bir siyasal birlik olarak dönüştürme istekleri başarıya ulaşmamıştır. Başarısızlığın nedeni, öznel unsurun olgunlaşmamış olmasıdır. Kürt ulusçuluğunun öznel unsuru olgunlaşmamıştır, çünkü:

1. Başka1arı tarafından ve diğer siyasal kurumlar tarafından tanınmış değildir.

2. Yukarıda bahsettiğim olumsuz koşulların bir sonucu olarak, Kürt ulusçuluğu kendi sesini yerel hareketler olarak duyurmuştur. Yani, Türkiye'deki, Irak'taki, İran'daki ve Suriye'deki Kürt ulusçu hareketi olarak... Bu bö1ünme, Mahabad örneğinde, Kürt ulusçu hareketinin dayandığı güçler aşiretler olduğu ha1de, liderliği şehirli seçkinler ve entelijansiya tarafından yapılması ile daha derine gitmiştir .
Sonuç olarak, Kürt ulusçuluğunun bu kadar zamandır Kürt toplumunu bir siyasa1 birliğe dönüştürmedeki başarısızlığının, öznel unsurun olgunlaşmamasının bir sonucu olduğunu söylemek istiyorum.

KÜRTLER İRAN VE BÜYÜK GÜÇLER: 1941-1945 İran Kürtleri

Kürdistan'ın ilk biçimsel bölünmesi, 1639 yılında Osmanlı ordusunun Şah İsmail Safevi kuvvetlerine Çaldıran'da galip gelmesi sonucu Sultan Murat ve Şah Abbas tarafindan imzalanan bir anlaşma ile Osmanlı ve İran imparatorlukları arasında gerçekleşmiştir.[29] Qasimlo, her iki imparatorluğun özerk Kürt beyliklerinin muhalefet gösterdikleri merkezi devletler arasında bir konsolidasyona gittiklerini belirtmiştir. Son 500 yıl boyunca Kürtler Isfahan (İran'ın eski başkenti)'a ve Tahran'a karşı sürekli olarak mücadele halinde olmuşlardır. En son özerk Kürt beyliği, Sinê vilayetinde 1865 yılında özerkliğini kaybeden Erdelan Beyliği'dir.

İran Kürtleri, 1880 yılında şeyh Ubeydullah liderliğinde, İran hege- monyasına karşı baş kaldırmışlar ve tüm Kürdistan'ın özgürlüğünü hedeflemişlerdir. İsyan, Urmiye ve Van gölleri arasındaki bütün bölgeyi özgürleştirmeyi başarmıştır. Qasimlo, şeyh Ubeydullah isyanı'nın bir bütün olarak Kürdistan'ın özgürlüğü ve birliğini hedefleyen ilk Kürt hareketi olduğunu belirtir.[31] İsyan, başlarda başarılı olmasına rağmen, İran ve Osmanlı ordularının ittifakları ile ezilmiştir .

Yirminci yüzyılın başlarında, Birinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından İran Kürdistan'ı Tahran'a karşı Şikak aşireti reisi Simko (İsmail Ağa) tarafindan liderliği yapılan bir başka büyük isyana tanıklık etmiştir. İsyan Urmiye Gölü'nün batısındaki bölgenin tamamını kurtarmaya çalışmış ve Kürdistan'ın tümünün bağımsızlığını talep etmiştir. İsyan, Simko'nun İranlı yetkililerin daveti üzerine katıldığı görüşmeler sırasında Uşnu'da İran askerleri tarafindan katledilmesinden sonradır ki, güçlükle yenilgiye ugratılmıştır.

İran siyasal Yaşamının en önernli gelişmelerinden biri, İngilizlerin destegi ile Rıza Şah'ın tahta çıkması olmuştur. Rıza Şah'ın ana siyasi hedefi, merkezi bir devlet kurmak ve modernizasyon yoluyla etnik grupları asimile ederek ulusal birliği sağlamaktı.

Rıza Şah'ın Modernizasyon Programı ve Bunun İran Kürtleri Üzerindeki Etkileri

İran, Birinci Dünya Savaşı'nda tarafsızlığını ilan etti. Bununla birlikte, çeşitli güçlerin İran içine el atmaları merkezi hükümetin güçlükle kontrol altında tuttuğu merkezkaç güçlerini harekete geçirdi. İran'ın merkezi hükümetinin zayıf düşmesinin önemli bir sonucu, aşiretlerin güçlenerek aşiret federasyonları kurma fırsatını yakalamaları oldu.

Rıza Şah, ulusal bir kimlik yaratmayı amaçlayan bir modernizasyon programı başlattı. Rıza Şah tarafindan başlatılan bu modernizasyon programı, dinsel etkiyi azaltmaya ve İran'ı yabancıların müdahalelerinden, aşiret ayaklanmalarından ve etnik farklılıklardan kurtarmaya dönüktü. Bunu başarmak için, Avrupa tipi eğitim kurumları kurulacak ve fabrikalar, ulaşım ve iletişim ağları gibi modern ekonomik bir üstyapı oluşturulacaktı.[33] Ramazanî, modernizasyon programının yeni sosyal ve ekonomik grupların dogmasını hızlandırırken, toplumsal çelişkileri de derinleştirdiğini belirtmiştir.[34] Kürt bölgesi bu modernizasyon programında yer almıyordu, fakat yine de, belli bir oranda Kürtleri de etkilediğini belirtmiştir Yassin. Siyasal, ekonomik ve sosyal bir kurum olarak aşiretleri zayıflatmayı amaç edinen modernizasyon programının bir sonucu olarak, pek çok sayıda aşiret reisi Tahran'a ve İran'ın başka yerlerine sürgün edildiler; topraklarına el kondu ve kendi aşiretlerine karşı kullanılmak üzere rehine durumuna düştüler. Bununla birlikte, Lencowski'nin belirttiği üzere, Rıza Şah merkezi hükümetin aşiretler üzerinde otorite sağlaması bakımından başarılı olsa da, aşiretlerin temel yapıları olduğu gibi kaldı. Modernizasyon programı aşiretler arasında merkezi hükümete karşı önemli oranda bir düşmanlık yarattı. Bu düşmanlık, modernizasyon programının bir parçası olarak, Fars olmayan grupların, özellikle Kürtlerin ve Azerilerin asimilasyonu nedeniyle ileride daha da derinleşti. Modernizasyon programnın çekirdeğini, etnik yapı bakımından çoğul olan sosyal yapıyı bir tek halkı, ulusu, dili, kültürü ve siyasal otoritesi olan birleşik bir devlete dönüştürmek teşkil ediyordu. Bu amaca uygun olarak, İran parlamentosu 1928 yılında etnik grupların geleneksel giysilerini yasadışı ilan etti. Fars olmayan dillerin kullanılması engellendi ve sonuç olarak Farsların dışındakilerin okur-yazarlık oranı düştü. Merkezi hükümetin Farslaştırma ve asimilasyon politikası Kürdistan ve Azerbaycan'da aksi tepkilerle karşılaştı; Kürtlerin ve Azerilerin etnik farklılıklarının bilincine varmasına hizmet etti.[35] Bu durum, merkezi hükümete karşı Kürtler ve Azeriler arasında düşmanlık doğmasıyla sonuçlandı. Ayrıca, bu kesimlerdeki eğitim, sağlık ve kamu hizmetlerindeki eşitsizlikler,[36] düşmanlığın yanısıra İran merkezi hükümetinin modernizasyon ve asimilasyon programına karşı yoğun bir hoşnutsuzluk ve tatminsizliğe de neden oldu. Bu rahatsızlık, Tahran'a karşı isyanlarda ve otonomi isteklerinde her fırsatta kendini dışa vuruyordu. 1920'lerden Anglo-Sovyet işgaline kadarki İran tarihi, sürekli mücadele ve isyanlarla dolu geçmiştir .

Yassin ve Izady, Rıza Şah'ın modernizasyon programının "Türkiye, Irak ve Suriye'nin umarsız etnik-ulusal azınlklar arasından ulus-devletler yaratma"[37] şeklinde daha geniş bir bağlamda ele alınabileceğini belirtmişlerdir. Mustafa Kemal'in liderliğindeki Türk Cumhuriyeti'nin modernleşme ve batılılaşma politikası ile Rıza Şah'ınki birbiriyle çakışmaktadır. Bu iki ülkenin ortak ayırt edici yönleri, bağımsız Kürt kimliğini parçalamak ve asimile etmek olmuştur. Bu nedenle, bu iki ülkedeki Kürt milliyetçiliğinin hemen hemen aynı zaman aralığında birlikte ortaya çıkmış olması şaşırtıcı değildir. Bütün Kürt isyanlarının ana özel1iği, kendi kaderini tayin etme hakkının yaı sıra, kültürel ve demokratik hakları talep etmek olmuştur.

Rıza Şah Rejiminin Sonu: İran İşgal Altında

25 Agustos 1941'de, İngiliz ve Sovyet güçleri sırasıyla güney ve kuzeyden İran'a girdiler. İran'ın Anglo-Sovyet işgalinin nedenleri sözde şeylerdi, bununla birlikte ana etkenler İran'daki Alman aktivitelerini engellemek ve İngilizlerle Amerikalıların Sovyetler Birliği'ne yardım yolunu olduğu kadar, Transkafkasya'daki petrol alanlarını da güvene almaktı.

İşgal nedeniyle Rıza Şah rejiminin Eylül 1941'deki düşüşü, İran'ı siyasal bir kaos ve karışıklık ortamında bıraktı. İran ordusu çözüldü ve aşiretler bu dağılan ordudan silah ve cephane alarak kendilerini silahlandırdılar.[39] Daha önce sürgün edilen ve kendi bölgelerinden zorla uzak tutulan aşiret reisleri, kendi yerlerine geri döndüler ve yerel iktidarlarını tekrar ele aldılar. İşgalden sonra meydana gelen siyasal gelişmeler ve Rıza Şah'ın düşüşü, Kürtler arasında kendi geleneksel durumlarını tekrar tesis etmek açısından bir umut kaynağı oldu.

İşgal altındaki İran'da merkezi hükümete karşı ilk direnişler, liderliği aşiret reisleri tarafından yapılan ve siyasal olarak örgütlenmemiş bir hareketti. Roosevelt, "karışıklıkların ana merkezlerinin Mahmud Han'ın müthiş bir hegemonya kurduğu Mîrivan ve Hewraman (Awroman) dağları ile uzun süre Irak'ta sürgün kalan Kama Reşîd Han'ın Saqiz ve Serdeşt'i içine alan bir beylik kurduğu Banê olduğunu"[40] belirtir. Tahran'a karşı aşiret direnişlerinin yanısıra, İran Kürdistan'ında ikinci bölümde incelemiş olduğum siyasal örgütlenmeler de ortaya çıkmıştır.

İran'daki Kürt Aşiretleri

Kürt aşiretlerinin Kürdistan'ın sosyal, politik ve ekonomik hayatında belirgin bir önemleri vardı. İran'ın işgalinin ilk günlerinde Kürdistan'daki politik gelişmeleri aşiretlerin belirlediği ve Kürt ulusal hareketini etkileyen hayati bir etken olduğu söylenebilir. Aşiretler, aynı zamanda büyük güçlerin de İran'daki politikalarını kabul ettirmek için en başta muhatap aldıkları güçleri teşkil etmekteydiler. Sovyetler ve Britanya, aşiretlerin İran'daki güçleri ve önemlerini biliyorlardı. Roosevelt, merkezi hükümetin yokluğunda Sovyetlerin aşiretlerle doğrudan ilişkiler kurduğunu belirtir. Bunlar, kuzeyde Celalî'ler, Şahpur'un batısındaki dağlarda bulunan Şikakî'ler ve Rızaiye'nin batısmdaki Herkî'lerdir. Kirmanşah-Bağdat yolu civarını, İran Kürdistam'nın güney kesimlerini kontrol eden İngilizler, aşiretleri sessiz tutmuşlardır.[41] Eagelton, İran Kürdistan'nında nüfusları 120.000 ile birkaç bin arasında değişen altmıştan fazla Kürt aşireti olduğunu söylemiştir. İran Kürdistanı'ndaki en önemli aşiretler şunlardı:

Celalî'ler; 25.000 kişilik nüfuslanyla, Kuzey Doğu'nun en uç kısmında, Türk ve Sovyet sınırlarının birleştiği kesimde konumlanmışlardır. Eagelton, bu aşiretin sonradan Mahabad Cumhuriyeti'ne arka çıkmalarını da tavsiye eden Rızaiye'deki Sovyet Konsolosu tarafından etki altına alındığını belirtmiştir .
Şikakî'ler; 40.000 kişilik nüfuslarlyla o zamanki en büyük ikinci aşiret konumunda idiler. Bölgeleri, Azeri ve Kürt Cumhuriyetleri arasında sınır olan Hoy kentindeki Azeri Türklerini de barındırmaktaydı ve bir cephe teşkil etmekteydi.

Diger aşiretler, İran ve Irak arasında yerleşik olan 25.000 kişilik Herkî'ler, güneydeki 10.000 kişilik Milanî'ler, 5.000 kişilik Begzade'ler ve 8.000 kişilik Seyîd'ler idi.

Aşiretlerin Kürt ulusçu hareketinin örgütleri ile ilişkileri ve Cumhuriyetin kuruluşu ve yıkılışındaki nihai rolleri, ilgili bölümlerde tartışılacaktır.

İran ve İran Kurdistan'ındaki Büyük Güçlerin Politikaları:
1941-1945

İran'ın ve İran Kürdistam'nın jeopolitik konumlarına bağlı olarak, araştırmamızın konusu olan bölge, kendi dış politikalarını ve çıkarlarını kabul ettirmek ve uygulamak bakımından Büyük Güçler için son derece büyük bir öneme haizdi. Eski Sovyetler Birliği'nin, İngiltere'nin ve ABD'nin dış politikaları ve bunların birbirleriyle, İran ile ve Kürtler ile ilişkileri bu çalışmanın önemli bir yanını teşkil etmektedir. Cumhuriyetin kuruluşu ve çöküşü, Büyük Güçlerin genelde İran ve özelde İran Kürdistanı'ndaki politikaları ve birbirleriyle ilişkileri bağlamında çözümlenmelidir. Bununla birlikte, benim vurgum, Kürtlerle yakın teması nedeniy1e Sovyetler Birliği üzerinde olacaktır.

Eski Sovyetler Bir1iği'nin Kürt Politikası

SSCB'nin Kürt politikası, onun Orta Doğu'daki çıkarlarının ve İngiltere, ABD, İran ve Türkiye gibi diğer güçlerle ilişkilerinin bir parçası idi. Geniş anlamda, SSCB'nin Kürtlere yönelik politikası iki aşamaya sahipti: İşgalden 1944'deki petrol krizine kadar; ve o tarihten Cumhuriyet'in çöküşüne kadar.

Sovyet işga1inin ilk aşamasında, Sovyetlerin Kürtlere yönelik yaklaşımı onları korumak yönündeydi.[43] Sovyetler, İran kuvvetlerinin işgal bölgelerine girmelerine izin vermeyerek Kürtleri dolaylı olarak İran kuvvetlerinden koruyorlardı. 1941'in sonlarında, dikkat çeken bir olay oldu. Sovyet Azerbaycanı yetkilileri, Mahabad'dan 30 kadar Kürt aşiret reisi, toprak ağası ve dinsel şahsiyeti davet ettiler.[44] Bu Kürt liderlerinin Bakü'ye davet edilmeleri, İngiliz ve İran yetkililerince Sovyetlerin bağımsız bir Kürt devleti kurdurma çabası olarak değerlendirildi. İngiliz diplomatik kaynakları İngiliz yetkililerin Bakü'de gerçekleşen davetin bağımsız bir Kürt devletinin çekirdegi için "bir merkezi kurtuluş komitesi kurmak" olduğuna inanıyorlardı.[45] İran Başbakanı da bu seyahatin "tehlikeli propagandalara katılma1arı için eğitilmeleri ve daha sonra Sovyet sistemi ile karışık ayrılıkçı eğilimler lehinde açık nümayişler yapacakları cahil vilayetlere geri gönderilmeleri amacıyla Bakü'de birkaç başıbozuk unsur için"[46] düzenlendiği kanaatindeydi.

Sovyet yetkilileri, seyahatle ilgili İngiliz ve İran iddia1arını reddettiler ve seyahatin öncelikle kültürel olduğunu ve hiçbir siyasal önemi olmadığnı belirttiler. Gerçekten de, Sovyetlerin Kürt liderlerini bagımsız bir Kürt devletini desteklemek için çagırdıklarına ilişkin hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Yassin, bu seyahatin "Sovyet Azerbaycanı yetkililerinin Kürt aşiretleri ile sürmekte olan barışçı ilişkileri korumak çabası"[47] olarak değerlendirmek gerektiğini belirtir. Eagelton'a göre de, delegeler fabrika1arı, tiyatroları, sinemaları ve çiftlikleri gezerek birkaç gün geçirmişler ve Azeri Başbakan ile görüşmelerinde kendilerine Sovyet dostluğundan ve Kürt-Azeri kardeşliğinden bahsedilmiştir.

SSCB'nin Kürtlere yaklaşımı, Sovyetlerin genel politikası ve savaşın ilk safhalarındaki İran'daki çıkarlarının ışığı altında değerlendirilmelidir. İran, SSCB için Almanlarla mücadeleleri bakımından bir can damarı durumunda idi. Bu nedenle İran'nın güvenliği, özellike de İran'ın kuzeyinin güvenliği SSCB için ileri derecede önemli idi.[49] Kuzey İran'ı korumak için, SSCB bölgenin güvenliği için işbirliği edilebilecek olan bölge güçleri ile işbirliğine gitmek zorundaydı. Kızıl Ordu bölgeyi korumak için yeterince güçlü olmadığından SSCB'nin yerel güçlerle işbirliği yapmaktan başka bir seçeneği bulunmamaktaydğ.[50] Bu nedenle savaşın ilk evrelerindeki İran ve özellikle İran Kürdistanı'ndaki Sovyet politikası "Katkaslar ve Azerbaycan'a çekilen Sovyet ordularının gerisini korumak ve İran Körfezi'nden tankerlerle gelen Amerikan yardımlarının kamyonlarla yukarıya aktarılmasnı sürdürmek şeklindeydi. Bu nedenle, Sovyet politikası savaşın birinci yılında ve işgalin yarısına kadar dikkatli ve değişken bir seyir izleyerek elden geldiğince az sayıda kişi ve gruba müdahale edildi. Çünkü Türkiye'deki Miğfer Devletleri ajanlarının onları etkilemek istediklerine inanıldığı için Kürtlerin onlara ihtiyaç duymalarına neden olmak istenmiyordu."

Sovyetlerin İran politikası ve Kürtlere yaklaşımındaki ikinci aşama, 1944'deki İran-Sovyet petrol krizi ile birlikte başladı. 1944 yılı boyunca hem Amerikan ve hem de İngiliz petrol şirketleri İran petrol rezervleri üzerinde arama yapma imtiyazı almak istediler ve bu İran merkezi hükümeti tarafından kabul edildi. SSCB de benzeri bir arama imtiyazı almak istedi, fakat İran Başbakanı tarafından ret edildi.[52] Hemen akabinde gelişen Sovyet-İran ilişkileri sonucu Sovyetler İran içişleri için yaşamsal denecek meselelere geniş çapta karışmaya başladı.[53] İran'a petrol aramaları için baskı uygulamak amacıyla SSCB açıkça Azerileri ve Kürtleri desteklemeğe başladı.[54] Böylece, Kürtlerle iyi niyete dayalı ilişkileri sürdürerek kendi kontrolleri altındaki bölgenin güvenliğini sağlamak şeklindeki önceki dönemdeki Sovyet politikası, Kürt taleplerine açık destek vermek şeklinde dönüşüme uğradı. Yine de, Sovyet politikasındaki bu değişimi, bagımsız bir Kürt devleti için çalışmak veya onu desteklemek şeklinde bir değişiklik olarak anlamamak gerekir.[55] SSCB'nin bagımsız bir Kürt devletine taraftar olduğu biçimindeki iddia yanlıştır veya en azından İran'daki Sovyet varlığını dengelemek için ABD'nin desteğini almaya çalışan İranlı yetkililerin bir abartmasıdır.

Sovyetlerin İran Kürtlerine yönelik sınırları belli bir politikasının olmadığnı belirtmek gerekir. Tahran'daki Amerikan Konsolosu, SSCB'nin Kürtler tarafından İran hükümetine yöneltilen tehdidi sömürmek konusundaki politikası kesin olmakla birlikte, SSCB'nin Kürtlere dönük politikasının belirsiz olduğunu belirtmekteydi.[56] Eagelton'a göre, SSCB Kürt taleplerini bagımsız bir Kürt Devletinden çok, Azerbaycan Cumhuriyeti bağlamılnda değerlendirmekteydi. Bakü'ye ikinci ziyaretlerinde, Kürt delegeleri Sovyet Hükümeti ile görüşmek taleplerini ileri sürdüler. Bu talepler "ayrı bir devlet ve SSCB'den para ve silah şeklindeki yardım"[57] isteklerini içermekteydi. Azeri Başbakan Bagirov, Kürt delegelerine ayrı bir Kürt Devleti kurmak için acele etmeye gerek olmadığı tembihinde bulunmuştur. Kürt Devletinin sadece İran'da değil Türkiye ve lrak'ta da bir halk hareketine dayanması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu arada Bagirov, her nedense, "Kürtlerin özlemlerinin otonom Azerbaycan içinde başarıya ulaşabileceğini"[58] de ileri sürmüştür.

Sovyetlerin Kürtlerin özlemlerini Azerbaycan içinde karşılama politikası Mahabad Cumhuriyetinin kurulmasından sonra bile devam etmiştir. Kürt delegeleri Mart 1946'da[59] Tebriz'e Azerbaycan yetkililerini görmeye gittiklerinde, kendilerine Azerbaycan Cumhuriyeti ile birleşmeleri söylenmiştir.[60] Bununla birlikte, Kürt delegeleri Sovyet mantığını uygun bulmamışlar ve şöyle demişlerdir:

"Siz Ruslar bizden daha ilerisiniz ve bunun için biz size uyduk. Eger siz, bu duruma rağmen, bizi bizden ileri olmayan kimselere yöneltmekte ısrar ederseniz, bizim onlara uymak için hiçbir nedenimiz olamaz. Eger Kürtler zayif oldukları için bir başka devletle birleşmek zorunda iseler. neden tekrar İran ile birleşmesinler?"[61]

İngiliz Hükümetinin Kürt Politikası

Kürt aşiretlerinin önemine ve Kürdistan'ın İngilizlerin Orta Doğu'daki çıkarları bakımından jeo-politik konumuna rağmen, İngilizler Kürtleri doğrudan desteklemekten kaçınmışlardır. Araştırma konusu yapılan süreçte İran'daki İngiliz dış politikası, İran merkezi hükümetini desteklemek ve merkezi hükümet üzerinden aşiretlere bazı reformlar sağlayarak İran Kürdistanı'ndaki karışıklıkları en aza indirmekti.

İran Kürdistanı, özellikle, Almanlar 1941 yılında SSCB'ye saldırıp böylece Alman kuvvetlerinin Kafkaslara girmesi ihtimalinin İngiliz çıkarlarını tehdit etmesi ile stratejik bakımdan hayati derecede önemli olmuştur.

İran Kürdistanı'nın bu önemine rağmen, Kürt taleplerine İngiliz desteğinin olmamasının nedenleri daha agır basmıştır. İngiliz heyetinin Tahran'da 1942'deki[62] bir toplantısında, İngiliz yetkililer dışişlerine İngiliz politikasını şekillendirmesini istedikleri önerilerini sunmuşlardır. Bu öneriler şöyledir:

1. İran merkezi hükümeti güçlendirilmelidir;

2. Merkezi hükümet aşiretlerle doğrudan kendisi ilgilenmelidir;

3. Aşiretlerin Migfer Devletlerine karşı İngiliz savaş güçlerine yardımları önemsiz kalmaktadır [63] ve İngilizler aşiret kavgalarına karışmaktan kaçınmalıdır.

İngilizlerin Kürtlere yönelik politikaları, komşu devletlerin Kürt sorunu konusundaki duyarlılıkları bağlamında da bir çözümlemeye tabi tutulmalıdır. İngilizler, İran'daki Kürtlere bir yardım durumunda bunun Türkiye'yi Migfer Devletleri yanında yer almak konusunda harekete geçireceğinden korkmuşlardır. Kendisi de bir Kürt sorununa sahip olan Türkiye, Kürdistan'ın her parçasındaki her türlü gelişmeye oldukça duyarlı idi. Bölgedeki İngiliz yetkililer, Türkiye'nin Kürt sorunu konusundaki kaygılarının "aşırı"[65] olmakla birlikte rahatlatılması gerektiğini, aksi taktirde Türkiye'nin "savaşa dönük politikası bakımından tepki gösterebileceği ve hatta bir Alman saldırısına direnişini bertaraf edebileceği"[66] şeklinde Dışişleri Bakanlığı'nı şiddetle uyarmışlardır.
 
İngilizler, ayrıca İran Kürtlerinin otonomi veya bağımsızlık türünde herhangi bir durum kazanmaları halinde bunun, iki taraf arasında kuvvetli bağlar olduğu için, Irak Kürtleri üzerinde büyük etkisi olacağından da korkmuşlardır.[67] İngilizler Irak'taki Kürtlerin İran Kürdistanı'ndaki gelişmeleri yakından izlediklerine ve herhangi önemli bir başarını Irak'taki siyasal durumu karıştrıp sıkıntılara neden olacağına inanmaktaydılar.

İran'daki sıkıntıları ve karışıklıkları en aza indirmek için, İngiliz yetkililer merkezi hükümeti aşiretlere uzlaşmacı bir yaklaşım geliştirmesi için çaba sarfettiler, Reader Bullard, örneğin, İran Başbakanına aşiretlerin şikayetleri ile ilgili bir soruşturma başlatılacağı sözünü içeren bir bildiri yayınlamasını önerdi.[69] Bullard, Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği telgrafında, İngiliz politikasını şöyle özetlemiştir: "...Kürdistan'daki otoritelerini yeniden kurmaları için İran Hükümetini cesaretlendirmek ve bütün meşru şikayetleri takip etmek"[70] İngilizlerin girişimlerine rağmen, İran yine de uzlaşmacı bir politika ve reform yolunda bir adım atmadı ve sadece taktiksel manevralarla yetindi.

ABD'nin İran Politikası

ABD'nin özel bir Kürt politikası yoktu. Bu nedenle, ABD'nin Kürt sorununa ilişkin yaklaşımını ABD'nin bö1gede İran ve SSCB'ye yönelik politikaları bağlamında ele alacağım.

George Lenczowski, ABD'nin İran politikasinin 'bütünlü[e saygi, içişlerine karişmama, ekonomik yardim ve tavsiyeye hazir olmak ve Açık Kapı doktrini gibi soylu ilkeler"[71] temeline dayandığını belirtmiştir. Lenczowski'nin iddiasının aksine, Yassin İran'ın egemenlik ve bütünlüğünün korunması konusuna İran'daki Amerikan çıkarlarının ışığı altında bakılmalıdır. ABD'nin İran'daki politikasının temel ilgisini Amerika'nın Suudi Arabistan ile olan petrol konusundaki önemli gelişmeleri bakımından etkili sonuçlara neden olabilecek olan bir büyük gücün İran'a yerleşmesinin engellenmesi teşkil etmiştir.[72] İran'daki ABD politikası ülke üzerinde kontrol kurmak isteyen Sovyet girişimlerine karşı koymak için merkezi hükümetin güçlendirilmesi olmuştur. Elde bulundurma politikası olarak da adlandırılan bu politika, savaş sonrası dönem için de geçerli olmuştur.

Bu bö1ümü özetlemek bakımından, Mahabad Cumhuriyetinin yıkılıp gitmesinde birkaç nokta büyük derecede önemi haizdir:

Birinci olarak; merkezi hükümetin modernizasyon ve asimilasyon programı Azeri ve Kürtler gibi etnik grupları yabancılaştırmış ve daha sonra da Tahran aleyhine ulusalcılığın düşmanca duyguların yükselmesine neden olmuştur.

İkinci olarak; İran'ın İngilizler ve Sovyetler tarafından işgali, hükümeti desantralize etmiş (merkezsizleştirmiş) ve İran ordusununun dagılmasına neden olmuştur. Merkezi hükümet tarafından tatmin edilmeyen ve hayal kırıklığına uğramış olan kesimler, bu durumdan yararlanmışlar ve kendilerini yönetmeyi istemişlerdir. Bu süreç, aşiret reislerinin dönmesi ve aşiretlerin dagılan ordunun silahlarına el koyarak hızla güçlenmesi ile ivme kazanmıştır.

Üçüncü olarak; İran'daki büyük güçlerin çıkarları, hedefleri ve ilgi odakları önemlidir. Hem SB ve hem de Britanya, müttefiklerin savaş gücü bakımından hayati derecede önemli olan savaş yardımlarını SSCB'ye ulaştıfmak için İran'ın korunmasını hedeflemişlerdir. SB ayrıca İran'daki petrol rezervlerine ilgi duymuş ve imtiyazlar almak için Kürt ve Azerilerin kendini yönetme veya otonomi gibi taleplerini kendi çıkarına kullanmıştır. Bununla birlikte, SB'nin Azeriler ve Kürtlere yönelik iki farklı politikası olmuştur. SB bir Azerbaycan Cumhuriyetinin teşkili ile daha çok ilgili olduğu için, Kürtlerin Azerbaycan içinde bir otonomi ile smırlandırılmasını tercih etmişlerdir.[74] Büyük Britanya ve ABD, diğer yandan merkezi hükümetin güçlendirilmesinden yana olmuşlar ve Kürtlere herhangi bir destek vermemekte ısrar etmişlerdir. ABD, SB'nin Kürtleri ve Azerileri desteklemek yoluyla Sovyetlere yakın bir İran hükümeti kurmak amacında olduğunu sanmıştır. Bu nedenle hem ABD'li ve hem de İngiliz yetkililer ve bazı akademisyenler yanlış bir şekilde Mahabad Cumhuriyetinin kuruluşunun SB tarafindan planlanarak hayata geçirildiğini kabul etmişlerdir.

KÜRT ULUSÇULUĞUNUN YÜKSELİŞİ VE MAHABAD CUMHURİYETİNİN KURULUŞU

Mahabad Kürt Cumhuriyetinin kuruluşu tarihsel bir olay olmuştur. Asıl mimarları Kürt milliyetçileri olmuştur. Kürdistan genelindeki ve İran özelindeki Kürt ulusalcı hareketi cumhuriyetin ortaya çıkmasında hayati rolü oynamıştır. Bununla birlikte, İran'daki siyasal durumdaki dramatik değişim ve büyük güçlerin birbirleriyle, İran'la ve Kürtlerle ilişkileri gibi iç içe geçmiş gelişmeleri dikkate almaksızın cumhuriyetin kuruluşunu tek başına Kürt ulusçuluğuna indirgemek yüzeysel bir bakış olacaktır. Bu bölümde Kürt milliyetçiliğini ve özellikle ileride Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) olarak yeni bir biçim alacak olan Komela olmak üzere, Kürt örgütlenmelerini incelemeye çalışacağım. Sonra da Kürt ulusçuluğunun büyük güçler, merkezi hükümet ve Azerilerle olan ilişkilerine göz atacağım.

Komela'nın Oluşturulnası

Mahabad uzun süren bir Kürt ulusçuluğu geleneğine sahip bir alan olmuştur.[75] 1942'deki İran'ın istisnai koşullarında Mahabad'daki Kürt ulusçuları Komela Jîyanewa'e Kurd'u, kısaca Komela'yı, yani Kürt Diriliş Dernegi'ni kurdular.

Komela'ya şehirli seçkinler ve entellektüeller liderlik etmişlerdir. Bunların çoğu Mahabad'da etkin şahsiyetlerdir. Parti üyeliği sadece Kürtlerle smırlı tutulmuş ve örgütlenme biçimi olarak gizli hücre tipi temel alınmıştır.[77] Komela'nın temel siyasal amacı Kürtlere otonomi kazandırmaktı ve siyasal yaymı Niştiman'da yazıldığı gibi, nihai amacı parçalanmış olan Kürdistanı birleştirerek bağımsız bir Kürdistan kurmaktı. İran merkezi hükümetine verilen bir memorandumda Komela taleplerini şöyle formüle etmekteydi:

1. İran merkezi hükümeti 3 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olan Kürt bölgelerinde Kürt dilini resmi dil olarak kabul etmelidir,

2. Kürtçe, eğitim, idari ve adalet işlerinde resmi dil olmalıdır,

3. Kürdistan'daki devlet yetkilileri Kürt olmalıdır,

4. Kürdistan'dan elde edilen bütün mali kaynaklar Kürdistan'da okullar ve hastahaneler yapılmasına harcanmalıdır,

5.Bu talepler parlamentoya götürü1meli ve yasal statüye kavuşturulmalıdır,

6. Bunlar mevcut koşullardaki taleplerimizdir. Gelecekteki hedef, halkın meşru hakkı olan kendi kaderini belirleme temelinde kendini yönetmesidir. Bu konudaki görüşmeler savaş sonrasında yapılacaktır ve hiç şüphe yoktur ki, Kürtler kendi geleceklerin belirleyeceklerdir.

7. Kürt halkının kendi geleceğini belirlemesine izin verildiği takdirde, İran'a bir komşu gibi yaklaşılacaktır.[78]
Komela ulusalcı bir partiydi ve İran Kürdistanındaki Kürt ulusalcılarının harekete geçirmiştir. Komela'yı İran'daki Kürt hareketi içinde belirgin kılan şey, onun Kürdistan'ın diğer parçalarıyla bağlantılarıdır. Kürdistan'ın dört parçasında bir ulusal hareket yaratmaya ve Kürdistan'ı birleştirmeye verilen dikkat Komela'yı yerel bir hareket olmaktan ayrıp ona ulusal bir hareket karakteri vermekteydi. Bazı akademisyenler Komela'nın yerel bir hareket olduğunu ve Kürdistan'ın diğer parçalarıyla bağı olmadığını belirtmişlerdir.[79] Bu doğru değildir. Komela ve Kürdistan'ın diğer parçalarındaki Kürtler arasındaki ilişkiler iyiden iyiye kurulmuştur. Komela ile Hîwa[80] arasında ilişkiler bulunmaktaydı; öyle ki, MîrHac örneğinde olduğu gibi, Komela'nın oluşturulmasındaki aktif katılımcılar arasında Hîwa'nın bazı aktif üyeleri de yer almışlardır. Aynca Komela ve Türkiye Kürtleri arasında da ilişkiler bulunmaktaydı. Komela'dan çıkan bazı kollar Irak ve Türkiye'de kurulmuşlardır. Komela'ya Kürdistan'ın bütün parçalarından Kürt temsilciler gelmişlerdir.[81] Bu gelişen ilişkiler sonucunda, sembolik bir anlamı olan Türkiye, Irak ve İran sınırlarının kesiştiği noktada, Dalan Par Dağlarında bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantı Üç Sınır (Sê Sînor) Toplantısı olarak adlandırlmıştır. Kürt delegeler Peymanî Sê Sînor adlı bir pakt imzalamışlardır. Toplantının önemli yanı büyük Kürdistan'ın çıkarları için uygun destek sağlamak, maddi ve insan kaynaklarını paylaşmak kararı olmuştur.[82] Büyüyen Kürt ulusculuğunun Büyük Kürdistan'a dönük yoğunlaşması, yerel güçleri olduğu kadar büyük güçleri de gerek Kürtlere yaklaşımları bakımından ve gerekse birbirleriyle ilişkileri bakımından ilgilendirmekteydi.

Eagelton, "1944 yılı ile birlikte Komela'nın yeni olan faaliyetleri İran Kürdistanı'nın kuzeyinde, hem Mahabad yakınlarındaki tarafsız bölgede ve hem de Mahabad'ın kuzeyindeki Rus sınırına kadar olan bölgede yayılmaya başladığını"[83] belirtmiştir. Komela aşiretler içinde biraz taban bulmuştur. Eagelton'a göre, 1945 yılı ile birlikte neredeyse bütün Kürt aşiret reisleri ve pek çok ha1ktan kimse partiye katılmıştır. Bununla birlikte, bu durum tamamen doğru değildir. Komela aşiret reislerine ve toprak aga1arına çok eleştirel yaklaşmıştır. Bunlar partideki mevkilerden uzak tutulmuşlardır. Komela, aşiret reislerinin ve toprak ağalarının Kürtlerin geri kalmasının sorum1uları olduğuna inanmaktaydı. Bu nedenle Komela, "bir yandan Kürt entellektüelleri ve şehirli seçkinler ile diğer yandan geleneksel seçkinler arasında fonksiyonel bir simbiosis (birleşme, ç.n.)"[84] yaratmakta başarılı olmuştur.

Kürdistan Demokrat Partisi'nin (KDP) Kurulması

Qasimlo, İran Kürdistam'ndaki demokratik hareketin mevcut siyasal yapı içinden çıktığını belirtmiştir. Çünkü, "daha geniş bir siyasa1 bakışa sahip kadrolara, zamanın gereklerine uygun bir siyasal programa ve onbinlerce üyeye onderlik edecek bir orgüt1enmeye"[85] ihtiyaç bulunmaktaydı. Sonuç olarak 1945'de[86] Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) adı verilen yeni bir parti kurulmuştur. KDP'nin kurulması meselesi bir hayli ihtilaflı bir konudur. Bazı akademisyenler, KDP'nin kuruluşunun Bakü'deki bir toplantıda Sovyet yetkililerinin işareti ile veya doğrudan direktifi ile olduğunu iddia etmişlerdir.[87] Kürtler ve SB arasında temasların olduğuna ilişkin şüphe olmamakla birlikte, yine de KDP'nin Sovyet direktifi ile kurulduğunu gösterecek açık bir delil bulunmamaktadır. Yassin, KDP'nin kuruluşunun asıl olarak "Kürt1erin ulusalcı ve demokratik bir partiye olan ihtiyacında"[88] temel bulduğunu belirtmiştir. Komela dağıldığında bütün Komela üyelerinin KDP'ye katıldığını ve Komela ile KDP arasındaki farkın sadece orgüt1enme yapısında ve üyelikte olduğunu ve programatik, ideolojik veya siyasal düzlem bakımından bir fark olmadığının ayırdına varmak önemlidir. Komela'dan farklı olarak, KDP halk içinde açık faaliyette bulunan lega1 bir örgüttür. Ve belki de daha önemlisi; KDP, toprak ağalarına ve aşiret reislerine eleştirel yaklaşarak onlara parti içinde yüksek mevkilerde görev vermeyen Komela'ya nazaran, aşiret reislerine ve toprak ağa1arına parti içinde önemli roller üstlenmelerine izin vermiştir. Bununla birlikte, Komela'dan KDP'ye geçişte siyasal bir değişim görmek mümkün değildir. Sekiz anahtar noktayı içeren KDP'nin programı bir karşılaştırmaya tabi tutulduğunda Komela'nınkiyle taşıdığı benzerlikler hemen fark edilebilmektedir:

1. İran'daki Kürt halkı kendi yerel işlerine kendileri bakmalılar ve İran sınırı içinde kendilerine bir otonomi verilmelidir.

2. Kendi ana dilleri ile öğrenim görmelerine izin verilmelidir. Kürt böl gelerinde resmi idari dil Kürtçe olmalıdır.

3. Ülke anayasası, bütün sosyal ve idari konular için seçilecek olan bö1ge temsilcileri için garantiler vermelidir.

4. Devlet yetkilileri yerel ha1ktan seçilmelidir.

5. Köylülerin ve toprak sahiplerinin geleceklerini teminat a1tına a1acak şekilde genel bir yasa ile her iki taraf arasında bir uzlaşma zemini sağlanma1ıdır.

6. KDP Azerbaycan halkı ve Azerbaycan'daki azınlıklar (Asuriler,
Ermeniler vs.) ile tam bir kardeşlik ve birlik için mücadele eder.

7. KDP; tarim ve ticaretin ilerletilmesini; sağlık ve eğitim hizmet1erinin geliştirilmesini; Kürt ha1kının maddi ve manevi iyiliğinin artırılmasını ve Kürdistan'ın doğa1 kaynaklarının en iyi şekilde kullanılmasını görev bilir.

8. KDP, bütün ülkenin ilerlemesi için İran'daki bütün halkın siyasal eylemlerinde onlar için özgürlük talep eder.

KDP'nin bu programı, meşruluğa ve İran'ın bütünlüğüne bir dönüş olarak kabul edilmiştir. İran hükümeti KDP'nin kurulmasını ve programını nihai olarak SB'nin arkasında olduğu bağımsız bir devleti hedef alan ayrı1ıkçı bir hareket olarak değerlendirdiği için kutlamak konusunda endişeli davranmıştır. İran hükümeti, Sovyet1erin ülkedeki varlığına ve Kürtlere dönük politikasına ABD'nin desteğine ihtiyaç duymuştur. Ayrıca, Türkiye ve Irak'ın her ikisinin de oldukça duyarlı olduğu Kürt sorununa dikkat1erini çekmeye çalışmıştır. Daha önce de belirttiğim gibi, ABD'nin politikasğ İran'ın birliğini korumak ve burada hiçbir Sovyet kuruluşuna veya Sovyet destekli bir rejime izin vermemekti. Böylece, İran hükümetinin Kürt ulusalcı hareketi ve onun Sovyet1erle olduğu iddia edilen ilişkileri hakkındaki propagandaları İngiliz ve ABD'nin Kürt ulusalcı taleplerine muhalefet etmeleri konusunda önemli bir role sahip olmuştur.

Bu süreçte önemli bir gelişme meydana geldi. Kürt delegeleri Bakü'yü ziyaret etmekte iken, Mela Mustafa Barzanî, Irak Kürdistanı'ndaki bir Kürt milliyetçisi, ve onu izleyenler, Irak'tan çıkarak sınırı geçip İran Kürdistanı'na geçtiler. Barzanî, Nisan 1945'te bir isyana liderlik etmiş fakat İran'a doğru geri çekilmek zorunda bırakılmıştı. Onun İran sınırını seçmesinin nedeni, asıl olarak İran ordusunun varlığının kalmadığı ve Mahabad'a yol veren gelişmelerin yaşandığı İran Kürdistanı'ndaki durum hakkında bilgi sahibi olmasıdır. İbrahim Ahmed'in anılarına göre, İran Kürtleri Mela Mustefa Barzanî'nin bir İngiliz ajanı[91] olabileceğinden şüphelendikleri için önce O'nu hoş karşılamadılar. Bununla birlikte, Barzanî İran Kürdistanı'na geçmeden önce Komela ile temasa geçmiş ve yanındakilerle birlikte İran Kürdistanı'na geçme arzusunu ifade etmişti. Komela buna olumlu yanıt verdi.[92] Qazî Muhammed ile görüşmesinde Barzanî, Qazî tarafından hoş karşılanan savaşçılarını Kürtlük için fedai olarak verdi.

Mahabad Cumhuriyetinin Kuruluşu

1945 Ekimi'nin ortalarında İran Azerbaycanı'nda bir isyan patlak verdi. İsyanın başında Azerbaycan Demokratik Partisi (ADP) bulunmaktaydı. Silahlı ADP üyeleri ve gönüllüler, İran Azerbaycanı'nının en önemli kenti olan Tebriz'i ele geçirdiler. İran ordusu Tebriz'de konaklamış bulunuyordu. Tebriz'deki İran askeri müfrezeleri saldırıya uğradı ve silahsızlandırıldı, kamu bina1arı işgal edi1erek Tahran ile bağlantılar kesildi. Sovyet ordusu İran birliklerinden hiçbirine bö1geye girme izni vermedi. Kasım 1945'in sonu ve Aralık 1945'in başlarında ulusal bir konsey oluşturularak Azerbaycan Otonom Cumhuriyeti (AOC) i1an edildi ve yerel bir hükümet oluşturuldu.

Bütün bu zaman boyunca, İran merkezi hükümetinin Azerbaycan ve Kürdistan'da hiçbir kontrolü yoktu.[94] İran ordusu içinde bulunduğu koşullarda etkisiz kalmıştı. AOC'nin ilanı, Kürtler için kendi ulusalcı gündemlerini kabul ettirmek için bir örnek teşkil etti. İran Adalet Dairesi, Kürdistan'daki İran otoritesinin bu son sembolü Mahabad şehrinde ele geçirildi ve bu İran otoritesinin Kürdistan'daki sonunu simgelemiş oldu. Kürdistan Demokratik Partisi'ni kurup Kürt ulusalcıları ve aşiret reisleri arasmda da güçlenen Qazî Muhammed ve partinin ileri gelenleri Otonom Kürt Curnhuriyeti'ni ilan etmeye karar verdiler.[95] 22 Ocak 1946 günü, çok sayıda Kürdün önünde, Qazi Muhammed Mahabad'ın Çarçira Meydanı'nda Kürdistan Curnhuriyeti'nin kurulduğunu ilan etti.[96] Qazi toplanan halka hitap ederken, günün önemini ve Kürtlerin birlik içinde bundan yararlanması gerektiğini vurguladı.

Konuşmasında, ayrıca şah'ın İran Kürtlerini asimile etme politikasnı da lanetledi.[97] Qazi Muhammed Cumhurbaşkanı olarak ve Hacı Baba Şêx de Başbakan olarak seçildiler.

İran merkezi hükümeti ile Kürt temsilcileri arasında geçen görüşmeler bu cumhuriyet ilanından hemen önce bile sürmekteydi. Bu ilandan hemen kısa bir süre önce, merkezi hükümeti içinde meşru bir Kürt idaresinin[99] de yer aldığı Kürt talepleri tanımak konusunda ikna etmek için bir Kürt delegasyonu Tahran'ı ziyaret etmişti. İran hükümeti yine hareketsiz kalmış ve delegeleri tatmin etmemişti. Amerika'nın Tebriz'deki Konsolos yardımcısı Gerald Dooher ile yaptığı görüşmede Qazi Muhammed Mahabad Cumhuriyeti'nin statüsünün İran'mın bütünlüğü çerçevesinde bir iç hukuk kuralı teşkil ettiğini söylemişti. Ayrıca, Azeri komisyonunun merkezi hükümet ile hem Kürtler ve hem de Azeriler adına görüşmeler başlatacağını da söylemişti. Bununla birlikte, bu görüşmede Kürt sorunu tartışılmamıştı. 13 Temmuz 1946 günü, AOC temsilcileri ile merkezi hükümet arasında 15 maddelik bir anlaşma imzalanmıştı. Bu anlaşmada, Kürt sorunundan sadece 13. Maddede bahsedilmişti: "Hükümet Azerbaycan'da yaşayan Kürtlerin bu anlaşmadan yararlanacaklarını kabul etmiştir ve hükümetin 22 Nisan tarihli kararnamesinin 3. Maddesine uygun olarak, Kürtler ilkokullarda beşinci sınıfa kadar Kürt dilini öğretebileceklerdir."[100] Kürt sorununun AOC'nin bir iç işi konumuna indirgendiği açık hale gelmişti. Bu anlaşmadan tatmin olmayan bir Kürt delegasyonu Başbakan Qavam ile görüşüp Kürtler için merkezi hükümetten bazı tavizler koparmak için Tahran'ı ziyaret etti. Qavam bu delegasyona, Kürdistan'ın Azerbaycan'ın bir parçası olduğunu ve Kürtlerin bu nedenle Azeri hükümeti ile görüşmeleri gerektiğini bildirdi. Kürt ulusalcıları, bununla birlikte, Kürt Cumhuriyeti'ni Azerbaycan'dan ayrı olarak kurmaya istekliydiler.

Kürdistan Cumhuriyeti ve Büyük Güçler

Büyük Güçlerin Mahabad Cumhuriyeti'ne yaklaşımları bu çalışmanın önem- li bir bö1ümünü teşkil etmektedir, çünkü bu Büyük Güçlerin, Kürtlerin ve İran'ın birbiriyle iç içe geçmiş karmaşık ilişkilerini ortaya koymaktadır. Mahabad Cumhuriyetinin gelecegi bu karmaşık ilişkilere bağlı olmuştur.

Daha önce de belirttiğim gibi, Sovyetlerin Kürtlere dönük ana politikası, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar, Kürtlerle iyi niyete dayah ilişkiler kurmak ve Kürt sorununu Azerbaycan meselesi eksenine sokmaktı. Eagelton, Roosevelt ve diğer akademisyenlerce paylaşılan Mahabad Cumhuriyetinin Sovyetlerin teşviki ve harekete geçirmesi ile kurulduğu varsayımı, bu varsayımı haklı kılacak açık bir delile dayanmamaktadır. Bu iki yazarın anlatımları kişisel yaşantılarına dayanmakta olup bunların birinci derecede kaynak oldukları savunulamayacağı gibi belli bir ihtiyatla da karşılanmahdır. Diger yandan Sovyet dışişleri belgelerinin Olga Jigalina[101] tarafından incelenmesi bize göstermektedir ki, Sovyetlerin İran Kürtleri bakımından birinci derecede politikası, en azından ikinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Kürtler iyi niyete dayalı ilişkiler yaratarak Kürt aşiretlerini ve Kürt ulusalcı güçlerini kontrol etmek ve Kürt ulusalcı özlemlerini Azerbaycan özerk Cumhuriyeti'ne entegre etmek olmuştur. Başka bir deyişle, SB'nin otonom bir Kürt Cumhuriyeti yaratmak gibi bir isteği olmamıştır. Ayrıca şu da açıktır ki, Sovyetlerin -Azeri örneginde olduğu gibi- Kürt sorunuyla ilgilenmesi petrol imtiyazlanı güvence altına almak amacıyla İran hükümetini zorlamak içindir. SB'nin bölgesini genişletmek ve Orta Doğu'yu etkilemek şeklin- deki ABD'li yetkililer tarafından da paylaşılan korku doğru bir temele dayanmamaktadır. Böyle yayılmacı hedefler söz konusu olsa bile, SB'nin kendi politikasını uygulamak için bağımsız bir Kürdistan için teşvik verdiğini teyid eden açık deliller bulunmamaktadır. Bütün işaretler göstermektedir ki, bırakın bağımsız bir Kürdistan'ı, otonom bir Kürdistan dahi bir Sovyet politikası değildi. Daha doğru bir anlatım, SB'nin Kürt sorununu Azerbaycan'a yönelik daha geniş politikasının çerçevesi içinde aldığı olabilir. Mahabad Cumhuriyeti'nin ilanı ve Onun Azerbaycan Cumhuriyeti'nden ayrı bir varlık olmaktaki ısrarı sovyet yetkilileri ve Cumhuriyet arasında tansiyonun artmasma neden olmuştur. Bir Kürt dele- gasyonu, Sovyet Azerbaycam Eğitim Bakanı Mirza İbrahimov ve Bakü'den General Qoliov ile görüşmek üzere Tebriz'e çağırılmıştır.

İbrahimov, Kürtlerin kendi hükümetlerini kurmak yerine AÖC ile birleşmeleri konusunda ısrarda bulunmuştur. Bununla birlikte Kürt delegeleri Sovyet önerilerini red etmiş ve kendi hükümetlerini işletmek konusunda ısrar etmişlerdir.[103] Hem SB ve hem de AÖC Kürtleri ikna çabasına devam etmişler ve Azeri Ulusa1 Konseyi'nde Kürt temsilcileri için beş sandalye verilmiştir. Mahabad Cumhuriyeti'nin bu türden teklifleri red etmesi, SB'ne otonom cumhuriyet konusundaki Kürt taleplerini kabul etmekten başka çıkar yol bırakmamış, fakat bunu da resmi olarak ifade etmemişlerdir. Mahabad Cumhuriyeti'nin ilanından ve Cumhuriyet ile AÖC arasında yaşanan yüksek tansiyonlu geçen bir sürecin ardından bir diyalog süreci başlatıldı ve Qazî Muhammed ile Azeri Başbakam Cafer Pişravi arasmda 23 Nisan 1946'da bir anlaşma imzalandı.[104] Mahabad Cumhuriyeti ile SB arasındaki ilişkinin bir diğer önemli yanı da Sovyetlerin Bakü'deki toplantı sırasında sözünü vermiş olduğu askeri yardım konusu idi. Sovyet yetkilileri Kürtlere ağır toplar, tanklar ve başka askeri malzemeler verme konusunda söz vermişlerdi.[105] Gerek Curnhuriyetin ilanından önce ve gerekse de sonra, Kürtler SB'den sadece birkaç bin tüfek alabildiler, fakat tankları ve diğer agır mühimmatı alamadılar.
Amerikan yetkilileri Mahabad Cumhuriyeti'nin büyük Kürdistan'ın bir çekirdeği işlevini göreceğini kabul ediyorlardı. Rossow, bunun İran, Türkiye, Irak ve Suriye Kürdistanlarının tümünü içine alacağını ileri sürmüştür.[106] Rossow, böyle bir yaratımın ancak Sovyetlerin eli altından çıkabileceğini ileri sürmüştür. Qazi Muhammed ve diğer kabine üyelerinin Irak ve Türkiye'deki Kürtlerle işbirliği yapmak istemediklerini, ve Kürt sorununun ancak gerçek bir demokratik gelişme ve İran'daki çeşitli ulusal azınlıklara saygı gösterilmesi ile çözülebileceğini söylemelerine rağmen, Amerikalı yetkililer Qazi Muhammed'in emelinin büyük bir Kürdistan yaratmak olduğuna inanmaya devam ettiler.

Amerikalı yetkililerin kafalarında Mahabad Cumhuriyeti'nin Sovyet yörüngesinde olduğu şeklindeki kabul nedeniyle, ABD'li yetkililer ulusal azınlıklara dönük İran politikasnın bunlar tarafından hoş karşılanmadığını bildikleri halde, ABD, Azeriler ve Kürtlerle olan çelişkilerinde İran merkezi hükümetini destekledi. ABD'nin İran'da aldığı pozisyon, İran ve Orta Doğu'daki geniş Amerikan çıkarları ve hedefleri bağlamında ele alınmalıdır.

Daha önce de tartışmış olduğum gibi. Soğuk Savaş'ın erken dönemi ikinci Dünya Savaşı'nın sonunda başlamıştır. ABD, George Kennan tarafından formüle edilen bir kuşatma politikası uygulamıştır.[108] Kuşatma stratejisi, Lewis Gaddis'in belirttiği üzere, şu varsayıma dayanmaktaydı: "Sovyetler Birliği kalıtsal olarak yayılmacıydı ve komünist iktidarı fetihler ve devrimler yoluyla en üst düzeye çıkarmak istemekteydi. Sovyetlerin dünyaya hakim olmak hedefi sürekli idi ve amansızca karşı konmadığı taktirde başarıya ulaşabilirdi."[109] ABD'li yetkililer şuna kani idiler ki, Sovyetler Birliği kalıtsal olarak yayılmacı idi ve ABD'nin görevi, Sovyetlerin "yayılmacı" politikalarını uygulamak için yeterli araçlara sahip olup olmadığına bakmaksızın, Truman'ın sözleriyle, "özgür uluslar"ı Sovyet komünizminin tiranlığından korumaktı.

George Kennan, SB'nin Orta Doğu'daki hedefleri arasında bir Büyük Kürdistan kurmanın da yer aldığı düşüncesinde idi. Kennan, "Sovyetlerce silahlandırılan Kürtler"in Türk-İran sınırında Türk hükümetine sorun çıkarabileceklerini ve bunun da bir Sovyet müdahalesi için neden teşkil edeceğini ileri sürmüştür.[111] Kennan ayrıca SB'nin Musul ve Kerkük'ü almak isteyen Irak Kürtlerini silahlandırdığını ve yine Kütlerin isteği ile müdahale olanağı kazanacağını ileri sürmüştür.[112] İçinde zengin petrol rezervlerini barındıran Kerkük'ü de içine alabilecek bir Büyük Kürdistan'ın yaratılması Irak hükümetinin düşmesine neden olabilir ve Batılı güçlerden ziyade SB'ne yakın olan bir hükümet ile başarıya ulaşabilir. Türkiye'nin bütünlüğü de tehlikeye girmiş olurdu, çünkü Kürtlerin büyük bölümü ve Kürdistan'ın en büyük parçası burada bulunmaktadır. Böylelikle, ABD'li yetkililer SB'nin bir Büyük Kürdistan yaratarak Orta Doğu'da kuvvetli bir üs elde edebileceğinden korkuyorlardı ve bunun da, "Irak'ın İran Körfezi'ne sıkışacağı ve Abadan petrol rafinerilerinin de hemen burada yattığı düşünüldüğünde"[113] ABD'nin bölgedeki çıkarlarına karşı büyük bir tehlike yaratcağını düşünüyorlardı. Sonuç olarak, İran ve İran Kürdistanı, ABD için Sovyetlerin Orta Doğu'daki yayılması bakımından büyük önem taşımaktaydı. Amerikan Devlet Departmanı, İran'ın bütünlüğünü ve bir devlet olarak bağımsızlığını güvence altına almak; İran'ın içişlerine müdahalelerin önlenmesi için bir iç güvenlik yaratmak; İran ekonomisine gelişmesi için yardımda bulunmak; ve son olarak İran'da demokrasiyi hayata geçirmek için ABD'nin İran ile ilişkilerini tanımlayan bir politika çizdi.

ABD'nin İran politikası ve Mahabad Cumhuriyeti'nin SB ile ilişkilerinin ABD'li yetkililerce yanlış algılanması sonucu, Cumhuriyetin ABD'den talepleri ele alınmadı. Qazi Muhamrned, Tebriz'de Amerikan Konsolos Yardımcısı Dooher'i kabulünde, ABD'nin Kürtlere yönelik politikasını ve Amerikalıların İran'a demokrasi getirmek isteyip istemediklerini anlamak istedi. Qazi, Kürtlerin tek isteklerinin İran içinde bir otonomi olduğuna vurgu yaptı. Ayrıca Cumhuriyet için tarım, endüstri ve eğitim alanlarında ABD'nin desteğini istedi.[115] Bütün bunlara rağmen, konsolos yardımcısı Kürt taleplerine herhangi bir olumlu yanıt vermedi.
Mahabad Cumhuriyetinin kuruluşundan önce, Qazi Muhammed Britanya ile bazı ilişkiler kurmak istedi.[116] Qazi tarafından yetkili kılınan Ebdurehman Zebîhî ve Alî Reyhanî Tebriz'deki İngiliz Konsolosluğuna yaklaştılar. Bununla birlikte, İngilizlerin buna yanıtı hareketsiz kalmak ve tatmin etmemek şeklinde oldu.[117] İngilizlerin Cumhuriyet'e destek olmamasının nedeni, Britanya hükümetinin İran merkezi hükümetini desteklemesi ve 1941 yılından beri resmi İngiliz politikasını izlemesi idi.[118] İngilizlerin Cumhuriyetle ilgili olarak temel ilgileri Irak Kürdistanı'na olan etkileri teşkil etmekteydi. Irak Kürdistanı'nı inclemesi sırasında, Erbil'deki İngiliz Kuvvetleri Siyasal Danışman Yardımcısı olan H.M. Jackson, Irak Kürtlerinin şunları fark ettiğini belirtmiştir:

1. Azeri mücadelesindeki sorunlardan bir tanesi de Kürt bağımslızlığıdır;

2. Dünyamn en büyük güçlerinden biri olan SSCB bu mücadelede aktif bir sempatizan durumundadır;

3. Mela Mustefa ve onun çevresindekiler özgürlük mücadelesinde kilit konumda bulunmaktadırlar.

İngiliz yetkililer yükselen Kürt ulusalcılığnın taşıdığı potansiyel tehlikenin ve bunun sonuç olarak Irak ve Türkiye üzerindeki etkilerinin ayırdında idiler. Irak'ta yaşamsal çıkarları olduğundan, İngilizler yeni kurulmuş bulunan özerk Kürt Cumhuriyeti'ni desteklemeyi red ettiler.

KÜRDİSTAN CUMHURİYETİ'NİN YIKILIŞI

Mahabad Cumhuriyeti bir yıldan fazla sürmedi. Yıkılışı, iki önemli gerçeği ortaya çıkardı: Birinci olarak, dıramatik bir biçimde kendi sonunu hazırlayan İran'daki Kürt ulusçuluğunun zayıflığını gösterdi; ikinci olarak ise şu noktayı açığa vurdu ki, Cumhuriyetin kaderi önemli oranda Büyük Güçlerin özelde İran ve genelde Orta Doğu politikalarına baglı idi. Bir başka deyişle, Kürtler uluslararası siyasal diziliş ve ittifakların yanısıra, kendi iç zayıflıklarının da kurbanı oldular. Cumhuriyetin çöküşünün temel nedeni, yine de, Sovyetlerin İran'dan çekilmesi olmuştur.

Kürt Ulusçuluğu ve Cumhuriyet'in Yıkılışı

Cumhuriyetin kuruluşu bilinçli eylemin ve Kürt ulusçularının ikinci Dünya Savaşı sırasında İran'ın Anglo-Sovyet işgalinin yarattığı olumlu koşullardan yararlanma çabalarının sonucu olarak gerçekleşmişti. Cumhuriyetin bir yıldan daha kısa süren hayatı boyunca, Kürt ulusçuluğu İran'daki Kürtler arasında birliği sağlamakta başarısız oldu. Birliğin saglanamamasının en önemli yanı, aşiretlerin bundaki rolü idi.

Aşiretlerin çoğunun Cumhuriyete destek vermesine ve reislerinin de KDP'ye katılmasına rağmen, Cumhuriyetin sonraki süreçlerinde aşiret desteği gevşemeğe başladı. McDowall, aşiretlerin "askeri ve ekonomik yardımın anahtarını O elinde tuttuğu" için Qazi'yi desteklediklerini ileri sürmüştür.[120] Aşiretler Cumhuriyet'i bekleyen ani tehlikeyi fark ettiklerinde, ona olan desteklerini çekmeye başlamışlardır. McDowall, ayrıca aşiretlerin kendi ekonomik ihtiyaçlarunı göz önünde bulundurmak zorunda olduklarını da ileri sürmüştür: "Aşiret topraklarında yetişen temel ürün tütün idi, fakat İran'ın başka yerlerindeki pazarlara girmemeye başladıktan sonra ciddi zorluklar yaşamağa başladılar."[121]
Aşiretler Kürdistan'ın siyasal yaşamında önemli bir rol oynamışlardır. Onların önemi şu etkenlere dayanmaktaydı:

i) Silahlı adam kaynağı idiler. Gerçekten de, Cumhuriyet'in en önemli kurumu olan bir Kürt ordusu kurmada anahtar role sahiptiler.

ii) Aşiret fertleri eylemde reislerini takip ettiklerinden, Kürt ulusçuluğunun halk destegi aşiretlere baglı idi.

iii) Aşiretler Kürt toplumunun en büyük unsuru idiler.

Aşiretler, önemlerine paralel olarak, Kürt ulusçuluğunun başarısı bakımından dikkate değer dezavantajlara da sahiptiler. İlk olarak; "hangi gücün destekleneceği konusunda aşiret reislerinin aşiret mensupları üzerindeki mutlak etkinlikleri"[122] vardı. Mahmud Osman, Cumhuriyetin yıklı1şını çözümlemesinde, "aşiret kuvvetlerinin samimi olmakla birlikte, Cumhuriyetin önderliğinden ziyade aşiret reislerine bağlı olduğunu"[123] ileri sürmüştür. İkinci olarak; farklı aşiretler arasındaki sürekli çelişki ve rekabet Kürtler arasında ulusal bir birliği önlemiştir. Ve son olarak; aşiretler ister İran merkezi hükümeti olsun, isterse Kürt hükümeti olsun tabi olmak konusunda direnmişlerdir. Aşiretlerin bu dezavantajları, Cumhuriyetin çoküşünde hayati rol oynamıştır. Mamaş ve Mangur gibi bazı Kürt aşiretleri, Cumhuriyeti desteklemeyerek Irak'a göçmüşlerdir. Bir başka örnek oldukça etkili olan Şıkakî aşireti ve onun reisi Ömer Xan'dır; önceleri Cumhuriyet'te yer almış olmalarına rağmen, Cumhuriyetin en zor anında İranlı yetkililerle temas kurarak Tahran'la ayrı bir ilişki talebinde bulunmuşlardır. Cumhuriyet'in çokça ihtiyaç duymasına rağmen aşiret desteğinin eksik kalması daha ,Kasım ayının başlarında ortaya çıkmıştır. İki Amerikalı yetkili, Dooher ve Allen, İran Başbakanı Qavam'a Kürt aşiret reislerinin kısa bir süre içinde Cumhuriyet'ten desteklerini çekeceklerini bildirmişlerdir.

Roosevelt, Kürt ulusçuluğunun çözümlenmeyen bilmecelerinden birinin "sadece liderleri değil, neredeyse bütün kadroları nisbeten daha aydın şehir halkı içinden gelmesi gerekirken, askeri gücü her zaman sadece hükümet boşluklarında kazanıp kaybetmenin dışında hiçbir düşünceleri olmayan ve hiçbir eğitime de sahip olmayan aşiretlerden ve aşiret liderlerinden gelmek durumunda kalması"[125] olduğunu ileri sürmüştür.

Qasımlo, Kürt demokratik hareketinin liderliğinin zayıf olduğuna vurgu yapmış ve yıkılışının nedenlerinden birinin bu olduğunu belirtmiştir. "Yeterince yetenekli ve yetişmiş siyasal ve askeri kadroların Cumhuriyetin varlık gösterdiği 11 aylık bir sürede oluşturulmasının imkansız olduğunu"[126] ileri sürmüştür.

Cumhuriyetin Yıkılışı ve Uluslar arası Bağlantı

Cumhuriyetin yıkılışı uluslararası politika bağlamında da bir çozümlemeye tabi tutulmalıdır. Sovyet silahlı kuvvetlerinin İran'dan çekilmesi, her iki cumhuriyet için de desteğin ortadan kalkması ve Azerbaycan'ın ani çoküşü Cumhuriyet'in yıkılması ile sonuçlanan başlıca dış etkenlerdi.

Sovyet silahlı kuvvetlerinin İran'dan çıkması çeşitli birbiriyle baglantılı etkenlerin bir sonucu idi. İlk olarak, SB İran'dan petrol imtiyazı alarak en önemli hedeflerinden birine kavuşmuştu. İkinci olarak; ABD ve Britanya'nın SB'ne İran'daki politikasını tekrar gözden geçirmesi için artarak baskı yapması gelmek- tedir. Son olarak da; SB'nin dış politikasıyla bağlantılı iç etkenleri ve ideolojik olarak durduğu nokta gelmektedir.

İran Başbakanı Qavam, Sovyet hükümeti ile İran'daki silahlı Sovyet kuvvetleri ve Azerbaycan sorunu üzerinde görüşmeler yapmak için 19 Şubat 1946'da Moskova'yı ziyaret etti. Görüşmeler sırasında Sovyet yetkilileri üç öneri sundular:

i) Azerbaycan'ın özerkliği tanınmalıdır;

ii) Bir ortak İran-Sovyet petrol şirketi İran'ın kuzey illerindeki petrol kaynaklarını işlemelidir.

iii) Bir miktar Sovyet silahlı gücü belirsiz bir süre için İran'da kalmahdır.[127] Bunlar, İran'ın bakış açısından açıkça kabul edilemez tekliflerdi ve sonuç olarak iki hükümet arasında herhangi bir anlaşmaya varılamadı. Bu görüşmelerin en önemli sonucu Qavam'ın petrol imtiyazlarının Sovyet önceliklerinin en başında geliyor olduğunun farkına varması oldu. Yassin'in belirttiği gibi, "Qavam, Sovyetlerin petrol ve Azerbaycan olmak üzere her iki hedefe de kavuşmak istemekle birlikte, seçmek zorunda bırakıldığında petrole öncelik tanıyacaklarını hissetti."[128]
Qavam'ın Sovyet politikası konusundaki önörüsünde haklı olduğu ortaya çıktı. Birleşmiş Milletlerrden artarak gelen baskılar karşısında, SB sonunda Qavam tarafindan ileri sürülen yeni tekliflere olumlu yanıt verdi. Bu yeni tekliflerde, SB'ne verilecek olan petrol imtiyazı olmakla birlikte, Azerbaycan sorununun İran'ın bir iç meselesi olduğu ve İran otoritelerince ilgilenileceği noktası kuvvetle vurgulanıyordu. İki hükümet, 6 Mayıs 1946'da bir anlaşmaya vardılar.

Sovyetlerin Kuzey İran'dan çekilmesini ve Azerbaycan meselesinden elçekmesini tek başına petrol imtiyazına bağlamak yeterli olmaz. Gözden geçirilmesi gereken başka etkenler de bulunmaktaydı. ABD hükümeti İran'daki gelişmeleri yakından takip etmekteydi ve Sovyetlerin İran'dan çekilme işlemini sıkıya almak konusunda hassasiyet gösteriyordu. Diğer yandan, İran hükümetini iki cumhuriyetle ve SB ile olan ihtilaflarında sıkı bir şekilde desteklemekteydi. Birleşmiş Milletler yoluyla ABD İngiltere ile birlikte SB'nin İran'daki politikasını gözden geçirmesi için baskı uygulamaktaydı. Kuşatma politikasının ışıgında, sonuçta meydana gelen gelişmeler ABD'nin Orta Doğurda kendi politikalarını etkin kılmak konusundaki kararlılığını göstererek Missouri savaş gemisini istanbul'a gönderdi; ve SB'nin Yunanistan ve Türkiye'deki taleplerine karşı çıktı.

ABD'nin SB'nin Orta Doğurdaki ilerlemesini önlemekteki kararlı politikasına paralel olarak, Sovyetlerin İran'dan çekilmesini algılamakta iki büyük etkenin daha ele alınması gerekmektedir. Birincisi, SB diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi ikinci Dünya Savaşı ile birlikte bir yıkıma uğramıştı. SB bir süper güç olarak ortaya çıkmakla birlikte, ABD'ye nazaran çok zayıf kalmaktaydı. Stephan Ambrose'un belirttiği gibi, ABD, "aşırı bir güce sahipti ve çok daha fazla miktarda gücü üretmek için çok boyutlu kaslarını germekteydi. Diğer uluslara oranla -endüstriyel üretimden içerdeki siyasal istikrara kadar- her türlü güç bakımından bu kadar uzağa gitmiş olan ABD üstün olmanın keyfini çıkarmaktaydı."[129] ABD askeri gücünü ve yeteneklerini Hiroşima'ya atom bombası atarak göstermişti. SB'nin ekonomik ve askeri kapasitesi, 1920'lerden beri kapita1ist dünya ile barış içinde bir arada yaşamaktan ibaret olan SB'nin dış politikasına bağlı idi. SB'nin dış politikası çoğu zaman Batılı güçlerce yanlış yorumlanmıştı. Zannediliyordu ki, SB'nin ana hedefi Lenin'den ve eski Bolşevikler'den miras kalan dünya çapındaki sosyalist devrimi gerçekleştirmekti. Bolşeviklerin bir Dünya Sosyalist Devrimi'ni bekledikleri ve Sovyet devriminin başka devrimler tarafından, özellikle de Batılı kapitalist ülkelerin devrimleri tarafından izleneceğini sandıkları doğruydu. Bu anlamda tamamen yanlış sayılmazlardı. Avrupa boyunca devrimci kalkışmalar olmuştu, fakat yine de hepsi yenilgiye ugratılmışlardı.[130] Kapitalist dünyadan izole edilmiş ve iç Savaş ile yıkıma uğramış durumda iken, Sovyetlerin ve Bolşevik Parti'nin bürokratikleştirilmesi süreci başladı. Devrimci Sovyetler Birliğinin bürokratik bir rejime dönüşümü, Sovyet politikasında ve Dünya Devrimi üzerinde hatırı sayılır etkiye sahip oldu. SB'deki bürokratik rejimin ana odağını, bürokratik kurumlarını ve çıkarlarını korumak oluşturdu. İktidarda kalmak için kapitalist dünya ile ekonomik ve siyasa1 ilişkiler kurmak zorunda ka1dılar. Sonuç olarak, Bolşevikler Dünya Devrimi perspektiflerini terk ettiler. Bu süreç Anglo-Sovyet ticaret anlaşmasına kadar eskiye dayanmaktaydı.[131] Bu anlaşmaya göre, SB Britanya imparatorluğu'nun kontrolü altındaki Asya'da hiçbir hareketi desteklemeyecek veya cesaretlendirmeyecekti. Bu Sovyet dışişleri çıkarlarının Bolşeviklerin Sovyet Devriminin erken dönemlerinde öncelik tanıdıkları sosyalizmin enternasyonal ilkelerine hakim olmasının başlangıcı oldu.

SB'nin 1920'lerin başlarından bu yana dış politikalarının bir gereği olmadıkça devrimci hareketleri destekleme çabasına girmediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Stalin tarafından Üçüncü Enternasyonal'in sona erdirilmesi bu gelişmenin inkar edilemez bir sonucu idi. Sovyetlerin Kürtlere ve Azerilere yaklaşımı bu bağlamda incelenmelidir. SB kendi iç ve dış istikranını Kürtler ve Azeriler uğruna tehlikeye atmazdı.

Azerbaycan'ın hiçbir direniş göstermeden çöküşünün de Sovyetlerin mesele üzerindeki suskunluğuyla bağı olduıu da söylenmiştir. Tahran'daki Amerikan elçisi. "Sovyet destek birimlerinin Azerbaycan'ı desteklemekteki başarısızlığının, Azerbaycan rejiminin büyük bir hızla çökmesinden kay- naklanmış olabileceğini"[133] belirtmiştir. Azerbaycan'ın ani çöküşü Mahabad Cumhuriyeti'ni etkilemiştir. Bu durum hem aşiret reisleri ve hem de Kürt hükümeti bakımından Azerbaycan'a olan Sovyet desteği ile karşılaştrıldığında, İran otoriteleri karşısında yıkılmalarının kaçınılmaz olduğu hususunda ikna edici olmuştur. Kürtler SB'nin kendilerini destekle- meyeceği ve bu destek olmaksızın İran güçlerine karşı direnmenin imkansız olduğu konusunda inandırlmışlardı. Qazî, 5 Aralık"ta İran ordusuna karşı olası direniş yollarını tartışmak için "Savaş Konseyi"ni toplantıya çağırdığında, birkaç Kürt lideri konuyu ortaya getirip Kürt Cumhuriyeti'nin kaderinin Azerbaycan'daki gelişmelere bağlı olduğunu söylemişlerdi.

Sovyet desteğinin yokluğunda ve ABD ile Britanya'nın Azerbaycan ve Kurdistan ihtilafları, İran merkezi hükümetini aktif olarak desteklemeleri ve Azerbaycan'ın ani çöküşü, Mahabad Cumhuriyetine İran ordusu tarafından kuşatılmaktan başka bir yol bırakmamıştı.

SONUÇ

Mahabad Cumhuriyeti'nin kurulması Kürt ulusçuluğunun ondokuzuncu yüzylın sonlarından itibaren gelişen bir özlemi idi. İçerde, İran merkezi hükümetinin asimilasyoncu ve Persleştirici politikaları sonucu ortaya çıkan Kürtlerin hoşnutsuzluğu ve dışarıda ise 1941'deki Anglo-Sovyet işga1i ve bunun sonucu iktidarın desantralize etmesi olumlu koşullar yaratmış ve özlemlerine kavuşmak, yani kendi kaderini tayin için zemin sağlamıştır.
Mahabad Cumhuriyeti sadece 11 ay boyunca var olabilmiştir. Bununla birlikte, bu kısa süre içinde dahi ekonomi, eğitim ve askeri alanlarda önemli gelişmeler kaydetmiştir. Kürt dilinde eğitim ve ögretim birincil derecede önem taşımaktaydı. Şîno, Bokan ve Mahabad kentlerinde yeni okullar inşa edilmiştir. Cami imamları Kürtçe vaaz vermişlerdir. Mahabad'da bir ulusal kütüphane kurulmuştur. Cumhuriyet için bir ordu örgütlenmiştir. Eagelton'un anlatımına göre, ordu 13.000 kişiden oluşmaktaydı. Cumhuriyetin Savunma Bakanı ise bu rakkamı 45.000 olarak vermekteydi. SB'nin armağanı olan bir radyo istasyonu kurulmuştur.

Mahabad Cumhuriyetinin tarihi, Kürt sorunu hakkında bugün de geçerli olan birkaç gerçegi açığa çıkarmaktadır: Bu gerçekler şunlardır:

1. Kürt sorunu uluslararası bir sorundur ve Kürdistan'daki herhangi bir gelişme Türkiye, Irak, İran, Suriye, ABD, Britanya ve eski SB'ni ilgilendirmektedir.

2. Mahabad Cumhuriyeti Kürt ulusalcılığının bir göstergesidir. Modern Kürt tarihinde ilk kez bir hareket açıkça tanımlanmış hedefleri, bir programı ve siyasal bir yapısı olan siyasal bir örgütlenme tarafından yönetilmiştir. Aşiretler, şehirli seçkinler ve dini liderler gibi Kürt toplumunun çeşitli kesimlerini tek bir ulusal neden etrafında birleştirmeyi amaçlamıştır. Bu birleşme sınırlı ve kısa ömürlü olmakla birlikte, yine de çok önemli idi.

3. Cumhuriyetin ilanı kendi başına kararlı bir eylemin sonucudur, çünkü geçmişte olduğunun, en azından 19. Yüzyılın başlarından itibaren İran Kürdistanı'nda olduğunun aksine, hareketin bir aşiret kalkışması olmadığnı, ulusalcı bir karaktere sahip olduğuna vurgu yapmıştır. Cumhuriyetin liderlerinin iranlı yetkililerce idam edilmesi, hareketin bu ulusalcı karakterini yok etmeyi amaçlamıştır.

4. Mahabad Cumhuriyeti, iki Büyük Güç olan ABD ve İngiltere'nin Orta Doğu'da statükodan ve onun korunmasından yana olduğunu kanıtlamıştır. Bu iki gücün Orta Doğu politikasında, bırakın bağımsız bir Kürdistan'ı, özerk bir Kürdistan'a bile yer olmamıştır. Britanya, Irak'ı kontrol ettiği için Kürt sorunu ile doğrudan bir bağa sahipti. İran Kürdistanı'ndaki gelişmeler Irak Kürtleri üzerinde etkili olmaktaydı. Irak'taki iki önemli kent, Musul ve Kerkük Kürt bölgesi içinde kalmaktaydı ve ulusalcı bir hareket İngiliz çıkarları açısından bir tehlike teşkil etmekteydi. İngilizler Kürt ulusalcılarının ittifak için SB'ne eğilim duyduklarını bilmekteydiler. İngilizler Kürt ulusalcılığına şüphe ile bakmaktaydılar ve SB'nin kürt kartını kullanarak bölgedeki etkisini artırmasından korkuy- orlardı. İngilizler gibi, ABD de SB'nin Kürt ulusa1cılarını etkisi a1tına almak istediğine inanmaktaydı. Kuşatma stratejisi uygulamak için ABD Sovyetlerin Orta Doğu'daki olası yayılma politikasına karşı kararlı bir tutum geliştirdi. SB'nin İran'daki Azeri ve Kürtlere açık ve gizli desteği ve SB'nin politikasının ürünü olarak görülen iki cumhuriyetin kurulması sonucu Amerikalılar bu iki cumhuriyet ile olan ihtilafında açıkça İran merkezi hükümetini desteklediler. iran'nın bütünlüğü ve bagımsızlığı ABD için önemliydi, çünkü iran SB'nin Orta Doğu'yu etkilemesini ve buraya girmesini engelleyebilirdi.

5. Ne ABD ve ne de Britanya Orta Doğu'da Kürt sorunu ile ugraşan dört devleti karşılarına almak istememekteydi. Kürdistan'ın Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye, İran, (İngiliz mandası altındaki) Irak ve Suriye tarafından resmi olarak bölünmesinden beri bu devletler hangi parçada olursa olsun Kürt sorununa duyarl olmuşlardı ve Kürt ulusalcılığını önlemek ve Kürt isyanlarını bastırmak için birbirleriyle işbirliği yapmışlardı. 1924'den bu yana Kürdistan tarihi bunun delilleri ile doludur. Kürt halkına herhangi bir desteğin bu dört devleti karşıya almak anlamına geleceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

6. SB'nin Orta Doğu'daki politikası açık olmaktan çok uzaktı. Uzun süreden beri inceleme konusu yapılan süreçle ilgili Sovyet dökümanları yayınlanmamıştır. 1941 ve 1947 yılları arasındaki süreç, bununla birlikte, göstermektedir ki, SB'nin başta gelen ilgisi kendisi için Almanya ile savaşında hayati olan İran üzerinden gelen ABD ve İngiliz yardımının güvenliği için İran'ı korumak; ve İran'dan petrol imtiyazları koparmak olmuştur. SB'nin başlarda Azeri ve Kürtlere verdiği destek kendi hedeflerine ulaşması bakımından sadece elini kuvvetlendirmek içindi. SB'nin Azeri ve Kürtlere verdiği destek yine de bir ayrıma tabi tutulmalıdır. Sovyetlerin Kürtlere ilişkin baştaki politikası onlarla iyi niyete dayalı ilişkiler kurmak ve onlara Azerbaycan içinde yarı özerk bir konum kazandırmaktan ibaretti. Kürt sorunu Azerbaycan'a bağlı tutulmuştur. Bu süreç boyunca ABD ve Britanya SB'nin Kürtlere ilişkin politikasını yanlış yorumlamışlardır. SB'nin Orta Doğu'daki hedeflerine ulaşmak için bagımsız bir Kürdistan yaratmaya çalıştığını var saymışlardır. Şüpheleri açık delillere dayanmamış, sadece yetkililerin önyargılarına dayanmıştır. Bunların doğru olmadığı bugün kanıtlanmıştır.

7. İnceleme konusu yapılan süreçteki İran'ın resmi politikası, Sovyetlerin İran'daki varlığını dengelemek, ABD'nin desteğini kazanmak için olmuştur. İran, Sovyet varlığını dengelemek ve ABD veya Britanya'nın Kürtleri desteklemesini önleyerek Kürt Cumhuriyeti ile etkili bir şekilde uğraşmak için ABD ve Britanya'nın Sovyet destekli Kürt ulusalcılığı şüphesi ile oynamıştır. İran ayrıca Türk hükümetinin İran Kürdistanı'ndaki gelişmeler karşısındaki ilgisini uyandırmayı da başarmıştır.

8. Cumhuriyetin yıkılışı Kürtlerin bazı zayıf noktalarını açığa vurmuştur. Birincisi; Kürt toplumunun aşiretsel yapısı ve aşiretlerin içlerinde barındırdığı dezavantajlar onun yıkılmasında belirgin bir rol oynamıştır. Bazı aşiretler Cumhuriyet'te hiç yer almazken, bazıları da Sovyet ordusunun geri çekilmesi ve İran silahlı kuvvetlerinin yaklaşması gibi olumsuz gelişmeler sonrasında onu terk etmiştir.[135] İkincisi; siyasal örgütlenme şehirli seçkinlerden ve entelijansiya taraftndan yürütülürken, silahlı gücün ana gövdesi parti liderliği veya hükümet yerine kendi aşiretlerinin reislerine bağlı olan aşiret mensuplarından oluşturulmuştu. Bu nedenle, parti liderliği veya hükümet hayati bir karar almadan veya bir eyleme geçmeden önce aşiret çıkarlarını hesaba katmak zorunda kalmışlardır.

İlk Kürt Cumhuriyeti yok olmuştur, çünkü:

1. Uluslar arası destek bulamamış, aksine iki büyük güç olan ABD ve İngiltere Kürt taleplerini geri çevirmiş ve İran merkezi hükümetini desteklemişlerdir.

2. SB güçlerini Kuzey İran'dan çekmiş ve iki cumhuriyeti desteklemekten vaz geçmiştir.

3. Kürt Cumhuriyeti'nin kendi içindeki zayıflık ylkılmasında belirgin bir rol oynamıştır.

4. İran iki ana politikadan oluşan akıllıca bir diplomasi örneği göstermiştir: Bir yandan Sovyet tehditini kullanarak Sovyet varlığına karşı ABD'nin desteğini kazanırken, diğer yandan da iki cumhuriyetle etkili bir şekilde bir iç meselesi olarak uğraşabilmek için Sovyetleri İran bö1gesinden çıkarmak amacıyla ABD ve Britanya'nın tasvip etmemesine rağmen Sovyetlere petrol imtiyazları vermiştir.

Mahabad Kürt Cumhuriyeti modern Kürt tarihinde önemli bir süreç idi ve böyle de kalmıştır. Mahabad ve O'nun liderleri uzun süre Kürtler tarafından hatırlanacaktır.