23 Kasım 2011 Çarşamba

PKK Kahretmeye Devam Edecektir

Mustafa Karasu/Özgür politika
 
AKP hükümeti Kürt Özgürlük Hareketi karşısında sıkıştıkça psikolojik savaşı arttırmaktadır. Asker ve sivil bürokrasiyle PKK'nin tasfiyesi konusunda anlaşmışlardır. PKK karşısında başarısız kaldıkça iktidarının temelinin zayıfladığını görmektedir. Çünkü Türkiye'yi demokratikleştirerek güç olmayı ve varlığını sürdürmeyi değil de Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezerek varlığını sürdürmeyi bir politika olarak benimsemiştir. Bunu başaramadıkça da öfkeleniyor ve saldırıyor. Siyasi soykırım operasyonları da, psikolojik savaşı arttırması da askeri yöntemlerle ezme söylemi de bundan kaynaklanıyor.

Bu saldırıların yeşil Türkçü faşist çevrelerin ortak bir tutumu ve kararı olduğu, Fetullah Gülen'in "kök kurutma" vaazlarından anlaşılmaktadır. 1990'lı yılların kök kurutma stratejisi bugün de devrededir. Hatta 1990'lı yıllardan beri ordunun, polisin ve kontrgerillanın saldırılarını yetersiz ve etkisiz bularak eleştirmektedir. Fetullah Gülen'e göre ordu ve polis 1990'larda az yapmıştır; faili meçhul cinayetler az işlenmiştir. Askeri yöntemlerin daha acımasız kullanılmasını isterken Kürdistan'da hangi sömürgeci yöntemlerin uygulanmasını istediğini bir bir sıralamıştır. Yargıç, imam, öğretmen ve istihbaratçıya aynı görevleri vermiştir. Türkiye'nin Kürtler üzerinde uyguladığı siyasi sömürgecilik ve kültürel soykırım bu yol, yöntem ve araçlarla Kürtlere benimsetilecektir. Kürtler sömürgeciliğin gönüllü uygulayıcıları haline getirilecektir.

Tüm bunlar Kürt Özgürlük Hareketi'nin karşısındaki başarısızlığın hezeyanlarıdır. Çaresizliğin getirdiği öfkenin ortaya çıkardığı itiraflardır. İçişleri bakanının, "arıyorum arıyorum bir sorun bulamıyorum" söylemiyle zihniyetini dışa vurmasıyla Fetullah Gülen'in hezeyanları aynı ruh halinin sonucudur.

Kürt Özgürlük Hareketi'ni ideolojik, siyasi, askeri ve toplumsal alanda yenemeyenler psikolojik savaşla bunu başaracaklarını sanıyorlar. Kürt Özgürlük Hareketi'nin tarihsel gücünü ve güneş kadar berraklığını göremeyenler bu yollarla sonuç alacaklarını sanıyorlar. Halbuki biz bu psikolojik savaşı on yıllardır görüyoruz. Hangi yöntem, hangi karalama biçimi denenmedi ki! Bu nedenle Kürt Özgürlük Hareketi de Kürt halkı da bu saldırılara karşı bağışıklık kazanmıştır. Psikolojik savaşlarını bazı işbirlikçi, uşak ruhlu ve yürekleri hasetlikten zift bağlamış Kürtlerle güçlendirmek isteseler de, yalanlarına bunlar vasıtasıyla dayanak bulmaya çalışsalar da nafiledir. Bu çabalar da sonuç vermeyecektir. Artık kara çal izi kalır yöntemi de Kürt hareketi karşısında işe yarmayacaktır. Kırk yıllık mücadele gerçeği her türlü yalanı ve iftirayı defalarca psikolojik savaş araçları mezarlığına yollamıştır. Kırk yıllık mücadeleyle PKK gerçeği o kadar netleşmiştir ki artık yalanların ve iftiraların etkisi ve gücü kalmamıştır.

Şamil Tayyar gibi yeşil Ergenekoncu psikolojik savaş elemanı Kürt Ergenekon'u diye bir kitap yazmış. Daha önce yazdığı Ergenekon kitabının etkili olduğunu düşünerek "acaba PKK'yi de bu güçlerle özdeşleştirerek, bu güçlere benzeterek sonuç alır mıyım" hesabıyla oturmuş bir psikolojik savaş senaryosu kurgulamış. Bazı uşak ruhlu ve yeminli Apo ve PKK düşmanlarıyla birlikte bazı inananları bulacaklarını sanmaktadırlar. Kuşkusuz her zaman bazı inananlar bulunur, ama bunlar sadece bu elemanın bir psikolojik savaş yürüttüğünün kanıtından başka bir şey ifade etmez.

Gladio ya da beyaz Ergenekon PKK'ye karşı savaşta bitmişti. PKK karşısında güç kaybettiği için ve artık dış güçlerden destek alamadığı için ipliği pazara çıkmıştı. PKK'nin salladığını, devrilecek hale getirdiğini, özelikle de dış destek alarak üzerlerine gitmişlerdir. Hatta bir kısmıyla uzlaşarak Türkiye'de yeni bir siyasi kimya ortaya çıkarmışlardır. Bir kısmının zindanlara atılması bu sürecin sonucudur. Ancak dikkat edilirse bu güçlerin esas suçlarını işledikleri Kürdistan'daki uygulamalarından dolayı yargılanmıyorlar. Bu konudaki yargılanmalara yol açacak Hakikatleri Araştırma Komisyonlarına da izin vermiyorlar.

PKK ise kırk yıllık mücadelesiyle her bakımdan güçlenmiş ve kökleşmiş bir harekettir. Kendisini değişime uğratıp yenileyerek eskisinden daha fazla güçlü mücadele eder hale getirmiştir. Şimdi beyaz Türkçü Ergenekon karşısında kazanılan kolay zaferi PKK'ye karşı yürütülecek mücadeleye benzetmek daha baştan baltayı taşa vurmaktır. Çünkü o Ergenekon ve Gladio'nun ele ayağa düşmesini sağlayan Kürt Özgürlük Hareketi'dir. Dolayısıyla bu özel savaş kalemşoru Kürt Özgürlük Hareketi'nin söylediği gerçekleri, başarısız kıldığı odakları bir kitapla açığa çıkarıp etkisizleştirdiğini sanarak kendisini fazlasıyla abartmaktadır.

Şamil Tayyar'ın Kürt Ergenekon'u adlı kitabını hangi psikolojik saikle yazdığı "Murat Karayılan'ı İran yakaladı, sonra pazarlıkla serbest bıraktı" yalanından anlaşılmaktadır. Bu yalanını Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı bir psikolojik saldırı amacıyla yazdığı kitabına da koyacaktı. Yalan olduğu anlaşılınca çıkardı mı, yoksa kitabında bıraktı mı bilemiyoruz. Kitabını okumadık, ama bu yalanı bile o kitabın nasıl bir psikolojik savaş senaryosu ve kurgusu olduğunu kanıtlamaktadır.

Basına yansıdığına göre bu eleman PKK Lideri Abdullah Öcalan 1972 yılında yakalandığında Ergenekon'un bir sorumlusu olan Kemal Sunalp, "o bizim adamımızdır, bırakın" dediğini söylemiş! Önce de başka yalanlar söyleniyordu. Şimdi bu eleman PKK'nin Ergenekon tarafından kurulduğunu söylemeye getiriyor. Önce de MİT diyorlardı. Şimdi ordu içindeki Ergenekon'la ilişkilendiriliyor.
Bu kurgulamalar PKK'nin 1980 sonrası gerilla mücadelesini geliştirip kitleselleşmesiyle birlikte gündeme getirilmiştir. Bugünkü siyasal ve somut duruma bakarak 1972'lere bir senaryo düzenleniyor. O zaman Abdullah Öcalan bir örgüt kadrosu bile olmayan üniversite birinci sınıfta okuyan bir devrimci sempatizandır. Daha bir devrimci kadro olup olmayacağı bile belli değildir. Çünkü birçok sempatizan bir örgütün kadrosu olmadan ya devrimciliği bırakmıştır ya da sempatizan kalmıştır. Dolayısıyla olsa olsa ilerde bir devrimci kadro olma adayıdır. Yaptığı ise öğrenci boykotudur. Bu boykot, Kızıldere olayı olunca birkaç devrimcinin ya da devrimci sempatizanın bunu protesto etmek için boykot yapalım demesiyle olmuştur. Bir örgüt yaptırmamıştır, bir örgüt talimatıyla bu boykot yapılmamıştır.

Siyasal Bilgiler Fakültesi, Mahir Çayan'ın öğrencisi olduğu okuldur. Bu okulda etkisi bulunmaktadır. Bu etkiyle bu boykot yapılıyor. Okul boykotu herhangi bir siyasal ortamda hiçbir cezası ve müeyyidesi bulunmayan bir eylem biçimidir. Zaten sonraları birçok okul çeşitli nedenlerle boykot yapmıştır. En fazla üniversiteler içinde disiplin konusu olacak bir eylem biçimidir.

Bu olaydan dolayı üniversite birinci sınıf öğrencisi olan Abdullah Öcalan da tutuklanıyor. Çünkü boykot yapma 12 Mart'a meydan okumak olarak görülüyor. Bu olaydan dolayı başka öğrencilerle birlikte yedi ay Mamak cezaevinde yatıyor; daha sonra tahliye oluyor. Çünkü hiçbir örgüte üye değildir; genel bir devrimci sempatizandır. Herhalde mahkeme bu 22 yaşındaki genç için "daha sonra bir örgüt kuracak, Kürtler için özgürlük mücadelesi verecek ve bu mücadele Türkiye'yi kırk yıl uğraştıracak" diyerek bir boykottan dolayı bir üniversite öğrencisini yıllarca cezaevinde tutamazdı. Kaldı ki 1970'li yıllarda öğrencilere bugünlerden daha toleranslı yaklaşılırdı. Zaten 12 Mart'ta 12 Eylül gibi çok yaygın öğrenci tutuklamaları olmamıştır.

Şimdi bugün büyük bir örgüt kurmuş olduğundan yola çıkarak "o zaman nasıl bırakıldı" gibi bir soru sormak, bunun üzerinden senaryolar ve kurgular ortaya koymak, amiyane deyimle akla ziyan bir iştir.
Ancak bu yedi aylık cezaevinin, bu cezaevinde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idama götürülmesinin ve idam sehpasında "yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği" demesinin Abdullah Öcalan'ı da binlerce ve yüz binlerce genç gibi bir kararlaşmaya götürdüğü kesindir. Deniz'lerin idamının gençler içinde nasıl bir etki bıraktığını ancak Şamil Tayyar'ın milliyetçi cephede yer alan ağabeyleri bilir.

22 yaşındaki birinin gelecekte güçlü ve etkili bir örgüt kuracağını kimse bilemez. Bu örgüt büyük bir irade ve mücadeleyle bu noktaya gelmiştir. On binlerce şehidi olması, on binlerce kadrosunun zindanda yatması, yüz binlerce taraftar ve sempatizanının bu 35 yılda ömürlerini zindanlarda geçirmesi; bu hareketi yok etmek için yapılan faili meçhul cinayetler ve köy yakmalar; tüm bunlara rağmen bu hareketin ağır bedeller ödeyerek ve zorluklar içinde bu mücadeleyi geliştirmesi vardır. Psikolojik savaş senaryosu içinde olmayanlar bunu bilir ve anlar.

PKK hiçbir yere bağlı olmadan, hiçbir yerden destek almadan özgücüne dayanarak ekmeğin bile zor bulunduğu "komin evlerinde" kendisini yaratarak bugünlere gelmiştir. Bu öyle ateşten tarihtir ki, hiç kimsenin çarpıtmaya gücü yetmez. PKK düşmanlığında Şamil Tayyar'a nal toplatacak Taha Akyol bile, "ben PKK'nin MİT ya da devletin herhangi bir birimi tarafından kurulduğuna ve korunduğuna inanmıyorum" demiştir. Ahmet Hakan da "PKK'nin ulusalcılarla bir ilişkisi olduğu iddiasını doğru bulmuyorum, bunun kanıtı gösterilsin" diye yazmıştır. Tabii bu cenah hemen Doğu Perinçek'in Mahsum Korkmaz Akademisine gitmesini öne sürer. Hiç kimse demagoji yapmasın! O zaman Doğu Perinçek ve çevresi Kürt sorununa farklı bakıyordu. Hatta kontrgerilla ve Gladio konusunda en fazla onlar yazıyor, çiziyordu. Ancak 1990'lı yıllarda ordu içinde bir kesim "ABD Kürtleri destekliyor" diyerek ABD karşıtı bir tutum içine girince–ki bunu da ABD'ye şantaj yapmak için bir taktik olarak yürütüyorlardı- ucuz başarı peşinde koşan ve eskiden beri millici yanları olan bu kesimler ordunun ABD karşıtlığı ile birleşip Türkiye'de siyasal mevziler kazanacaklarını düşünmüşler ve eski söyledikleriyle de çelişen bir siyasi çizgiye girmişlerdir. Bu nedenle Doğu Perinçek'le Kürt Halk Önderi'nin fotoğrafından yola çıkarak PKK ulusalcılar ve Ergenekoncularla birliktedir demek sadece ucuz bir psikolojik savaş propagandasıdır.

Bilemiyoruz, ama herhalde kitabında mutlaka "Ankara grubundan" söz etmiştir. Bunun da örgüt içinde mücadeleyi geriye çeken, daha doğrusu mücadeleden kaçanlar tarafından üretilen bir şey olduğunu biliyoruz. Bu nedenle PKK'nin direnişinden rahatsız olan ve bu mücadele karşısında zorlanan yeşil Türkçü Ergenekon'un bundan söz etmesi anlaşılırdır. Bu tür saldırıların yaşamlarının kırk yılını bir derviş gibi mücadeleye veren insanlar için sadece bir onur olduğunu da belirtmek gerekir. Şamil Tayyar ya da bu tür psikolojik savaş peşinde olan kimi Kürtler bu yaşama bir hafta bile katlanmazlar. Bir ay bile karılarından, sefalarından uzak durmazlar. Dolayısıyla PKK'yi, PKK tarihini bir yerlerle ilişkilendirmek nafile bir durumdur. Hele Türk devletinin on yıllardır bütün imkanlarını bu hareketi tasfiye etmek için harcadığı düşünülürse bu tür kara çalmalar aklı başında olan her insan için gülüp geçilecek şeylerdir. Herhalde Türk devleti on yıllardır bütün imkanlarını seferber ederek, hatta kendini dış güçlere pazarlayarak bu yürüttüğü kirli ve özel savaşı şakadan yürütmüyor. Ya da on yıllardır yaşananlar bir film ya da tiyatro senaryosu değildir. Hele hele PKK'yi en fazla mücadele ettiği ve Kürt toplumu içinde lanetlenecek hale getirdiği güçlerle ilişkilendirmek insanların aklıyla alay etmektir.

Bir yerlere dayanarak bugün Türkiye'de güç olanlar varsa onlar da yeşil Türkçü Ergenekonculardır. Türkiye'de bir iktidar kayması olmuştur, ama Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı politika değişmemiştir. Aksine bu iktidar gücü eline geçirdiği imkanları bırakmamak için en az beyaz Türkçü faşistler kadar saldırgan ve kirli savaşçıdır. Bu kirli savaş da Kürtleri yeni koşullarda siyasi egemenlik ve kültürel soykırım altında tutmak için yürütülmektedir.

Danielle Mitterand Ezilenlerin Dostuydu…




Paris - Daha 17 yaşındayken Nazi faşizmine karşı direniş hareketi içinde yer alan ve Kürtlerin mücadelesini uluslararası alana taşıyan Danielle Mitterand, 87 yaşında hayata gözlerini yumdu. Mitterand’ın vefatı Kürtler arasında büyük üzüntü yarattı.

Mitterdand, Paris’teki bir hastanede, eşi François Mitterand’ın ölümünden 15 yıl sonra yaşama veda etti. 87 yaşındaydı. François Mitterand, V. Cumhuriyet’in tek sosyalist cumhurbaşkanıydı. Mitterand aynı zamanda 7 Ocak 1984’te Viyana’da Ermeni Soykırımı’nı tanıyan dünyadaki ilk liderdi.

Eşi Danielle Mitterand ise ezilen Kürt halkı için verdiği mücadeleden dolayı “Kürtlerin annesi” olarak görülüyordu.

FRANÇOIS MITTERAND: BENİM EŞİM KÜRT

Yıllarca Mitterand çiftine yakın duran isimlerden biri olan Nouvel Observateur dergisi gazetecisi Robert Schneider, Daniel Mitterrand ile ilk karşılaşmasını şöyle anlatıyor: “14 Ekim 1994, ikinci ameliyatından üç ay sonra. Çok zayıf düşmüş haldeki François Mitterrand, beni Elysee’de baş başa öğle yemeğine davet etti. Danielle bizimle kahve içerken buluştu. (François Mitterand) Gülerek bana dedi: ‘Siz şanslısınız, sizin eşiniz Fransız! Cumhurbaşkanı’nın eşi, O, bir Kürt! Kısa bir süre önce kendi himayesindekilerden birini tanıştırdı, cesur bir Kürt direnişçi olduğunu söyledi. Daha sonra öğrendim ki tehlikeli bir terörist!’ Danielle de kendi militan inancındaki bu kızdıran anıya gülüyor.”

Danielle Mitterrand’ın ismi 21 Mayıs 1981’den bu yana François Mitterrand’ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte Fransız tarihine geçti. Mitterrand, uluslararası sahnede sol görüşleri ile açık bir siyasi pozisyon alan ilk First Lady oldu. 1986’da Özgürlükler Vakfı’nı kurdu. Bu vakıf dünya genelinde ezilen kadın ve erkekleri savunuyor.

KIRMIZI HALILAR GÖZÜMÜ KAMAŞTIRMADI


Eski Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın dul eşi Danielle Mitterand, geçtiğimiz 21 Ekim’de Özgürlükler Vakfı’nın 25. kuruluş yıldönümü etkinliğinde yer almıştı.

Vakıf adına o gün yaptığı yazılı açıklamada Mitterand şunları söylüyordu: “Yaşam, zaman içinde uzun bir yol kat etmemi istedi. Kader bana çok ayıda kırmızı hali üzerinde yürüme ve dünya büyükleriyle karşılaşma fırsatı verdi. Ama her şeyden önce tüm kıtalardan halklara yakın olmamı, yaşama mutluluğundan unutulmuş ve sefaletten beli bükülmüş erkek ve kadınların tanıklıklarını dinlememi sağladı.”

Mitterand şöyle devam ediyordu: “Cumhurbaşkanlığının kırmızı hali seyahatleri benim yolumu şaşırtmadı, parıltılar da gözümü kamaştırmadı (…) Özgürlükler Vakfı’nın kurduktan 25 yıl sonra, vakıf olmanın nedenleri halen geçerlidir…” Bu nedenler, yoksulluk, baskı ve zenginliklerin adaletsiz paylaşımı…

KÜRT HALKI İLE DAYANIŞMA KOORDİNASYONU

Mitterand’ın vakfı ayrıca Kürt ve Fransız derneklerini bir araya getiren Kürt Halkı İle Dayanışma Koordinasyonu üyesiydi.

Vakıf bir açıklamasında, üyesi olduğu bu koordinasyon için “Kürdistan’ın tüm taraflarının temsilcisi” diyerek, koordinasyonun amacının Kürt sorununa barışçıl bir çözümü teşvik etmek olduğunu belirtiyordu. Açıklamada, “Ama pratikte, başta Türkiye olmak üzere tüm topraklarda Eski Kıta’nın silah satışları sayesinde şiddetli ve silahlı bir baskıyla karşılaşıyor. Bu kolektif düzenli olarak Fransa’dan olduğu gibi Avrupa’nın geri kalanın da ilgili hükümetlere silah satışının yasaklanmasını istiyor” diye belirtiliyordu.

MABABAD, DİYARBAKIR HEWLER ONU UNUTMAYACAK


Mitterrand, 1980’li yılların sonundan bu yana Kürtler lehine insani eylem içinde bulunuyordu. 1986 yılında Türk askeri cuntası tarafından 14 yıl hapse mahkum edilen dönemin Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana’nın özgürlüğüne angaje oldu. Mitterand, Leyla Zana’nın özgürlüğü için de uluslar arası alanda önemli rol oynadı. 1989 Temmuz’unda Doğu Kürdistanlı liderlerden Dr. Abdulrahman Qasimlo’nun Viyana’da suikast sonucu katledilmesi ardından İran Kürtlerini savundu.

Mitterrand, Saddam rejimin katliamlarına maruz kalan Güney Kürdistanlı Kürtlerle de hep dayanışma içinde oldu. Bu nedenle Danielle Mitterand’ın heykeli Mart 2010’da Güney Kürdistan’ın Halepçe kentine dikildi, onun adı sokak ve meydanlara verildi.

Mitterand, 2009’da Federal Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Hewler’deki Kürt parlamentosunda yaptığı bir konuşmada “Kürdistan benim ikinci vatanım” demişti. Mitterrand, 1989’da da mülteci kamplarında yaşayan 200 Kürt aileyi ülkesine götürmüş ve Güney Kürdistan’ın uçuşa yasak bölge ilan edilmesinde rol oynamıştı.

Mitterand Kuzey Kürdistan sorunuyla da yakından ilgileniyordu. 1999’da PKK lideri Abdullah Öcalan, Roma’ya geldiğinde Mitterand, şöyle demişti: "Öcalan'ın Roma'ya gelişi İtalyanlara verilmiş bir hediyedir. Böylece bütün dünyaya Kürt sorunu tanıtıldı. Bütün Kürtler ve Öcalan benim kalbimde. Kurduğum vakıfla yıllardır onların mücadelesine yardım etmeye çalışıyorum. Ben onların mücadelesi için sahaya iniyorum. Öcalan, terörist değil bir özgürlük savaşçısı."

Sırrı Süreyya Önder: Bu Tasarı BDP’li Belediyeler İçin Hazırlandı

"Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı" görüşmelerinde konuşan BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, tasarının BDP'li belediyeler için hazırlandığını belirterek, yasanın 12 Eylül uygulaması olduğunu vurguladı.

"Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı" Meclis İçişleri Komisyonu'nda görüşülmeye başlandı. BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, tasarıda dil sorunları olduğunu belirterek, "Bu tasarı ile terörist faaliyete eşittir, muhalif faaliyet haline getirilmiş. Terörün temel kıstası silahtır, şiddettir" ifadesini kullandı.

Önder, yasanın 12 Eylül uygulaması gibi olduğuna vurgu yaparak, "Biz yıllarca devletin görüşüyle uyuşmadığımız için sürekli suç işleyen kişi konumundaydık. Ancak adam öldürmedik, hırsızlık yapmadık. Mazlumun yanında yer aldık. Birbirimizin zekasını sınamayalım. Bu tasarının BDP'li belediyelere yönelik hazırlandığı belli. İlkokul zekası olan herkes bunu anlayabilir" dedi.

Tasarıya ilişkin söz alan CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün de, Ergenekon operasyonu döneminde yaşadığı bir olayı hatırlatarak, "Ben en iyi örneğim. Operasyon çerçevesinde bir gelir kontrolü tarafından hazırlanan tek imzalı raporla kasamda bulunan 2,5 milyon Euro'yu, neden bankaya yatırmadığım gerekçesiyle şüpheli bulunup, el konuldu. Bu parayı geri alabilmek için teminat istediler. Zaman içindeki faiziyle beraber 10 milyon Euro'luk gayrimenkulü teminat vermek zorunda kaldım. Yıllardır üzerime atılı bir iftirayı temizlemeye çalışıyorum" diye konuştu.

AKP Adana Milletvekili Ali Küçükaydın ise, yasayı savunurken, aynı zamanda Kürt çocuklarına da ceza istedi. Küçükaydın, "Çocuklar molotof atıyor, hem yakıyor hem yıkıyor hem öldürüyor. Yasada yeri olmadığı için ceza almıyorlar. Terörün finansmanının önlenmesi gerekiyor" dedi.

MHP Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan da, "AKP döneminde istihbarat epey gelişti. İnsanların yatak odalarına kadar giriliyor artık. Ama terörün finansmanı bulamıyorlar nedense" diye belirtti. Konuşmaların ardından tasarının görüşülmesine haftaya devam edilmesine karar verildi.

Kürt Sorununun Ekonomi-Politiği ve El Koyma

Veysi Sarısözen / Özgür Gündem

Biz TMK değişsin, Anayasa için “yol temizliği” yapılsın derken, AKP Kürt sermayesini yok etmeye dönük bir yasa çıkarmak üzere harekete geçti. “Terör örgütüne yardım ettiği tahmin edilen” herkesin malına, mülküne el koyacaklar.

Bu yasa Türk devletinin tarihsel “sermaye birikimi” geleneğinin yeniden hortladığını gösteriyor.

Türk milli sermayesinin doğuşu, ekonomik yoldan olmadı. Kanlı Ermeni jenosidi yoluyla oldu. Yani emeğin sömürüsüyle değil, bir halkın yok edilmesiyle Türk milli sermaye birikimi ilk sıçramasını yaptı. Ardından Türk milli savaşı sonrasında Rumlar tehcir edildi. Onlardan boşalan pazara cılız Türk milli sermayesi el koydu. Derken 6-7 Eylül pogromuyla, Rum sermayesine Türk sermayesinin el koyma süreci tamamlandı” sermaye millileşmişti.”

Anlaşılan şimdi sıra “Kürt sermayesine” geldi.

Hep duyarsınız: “İbrahim Tatlıses PKK’ye mali yardımda bulunmuş.” Zavallı Tatlıses bu magazin dedikodularına muhakkak gülüp geçmiş olmalıdır. Ama şimdi gülemez. Çünkü sözünü ettiğimiz yasa eğer Meclisten geçerse, böyle bir dedikodunun ortaya çıkmasıyla birlikte, devlet, İbo’nun ne kadar “kebap dükkanı” varsa hepsine anında el koyabilir.

El koyunca ne olur? Tatlıses’in boşalttığı “kebap” pazarını, diyelim ki cemaatten bir Türk hakkıyla ve başarıyla doldurur. Böylece Kürt sermayesi el değiştirmiş olur.

1990 başlarında öldürülecek Kürt iş adamlarının listesi Çiller’in cebinde bulunuyordu. Bunlar sırayla öldürüldü. Bu Kürt iş adamlarından boşalan alanları birileri doldurdu.

Şimdi ne yapılmak isteniyor? Aynı amaca, Kürt kapitalistlerinin mallarına el koyarak yürünmek isteniyor. AKP, Fırat’ın Doğusunda “kepenk kapatan” Kürt esnaflarını terörize etmeye çalışıyor.

Türk kapitalizminin başındaki AKP ve Cemaat oligarşisi Kürt sermayesini, zenaatkarını, esnafını, taşınmaz mülk sahibini, altında arabası olanı tehdit altına almak üzeredir. Evini, dükkanını, imalathaneni, fabrikanı, sürünü, davarını elinden alırım demektedir.

Bu yasa çıktığı anda, Kürtlerin zenginlikleri yağmalanacaktır. Tarih bize bu tehlikeyi haber veriyor.
Bu yağmalama nasıl olacaktır?

Her biri zahire pazarlarından, hayvan pazarlarından, çerçilikten, dükkancılıktan, tefecilikten, hileyle, hurdayla, emek yağmasıyla “tekelci yeşil sermaye” haline gelmiş olan AKP’li yeni burjuvazi ve cemaatin sermayedar oligarşisi bu yağmalama mekanizmasının nasıl olduğunu sizden, bizden çok iyi bilmektedirler. Onlar “paranın Allah’ı” olmadığını kendi pratiklerinden öğrenmişlerdir. Her birinin her kuruşunda bir yetimin ahı, bir rakip bakkalın kepenk kapatması, bir pazarcının tezgahını kaybetmesi, bir imalatçının iflası yatıyor. Yok edilen Kürt hayvancılık pazarını şimdi Türk “hayvan ithalatçıları” kaptı. Onlar, “Allahı olmayan para pazarında” “rekabetin” en ahlaksız yöntemlerinin ustası olmuşlardır. Bunları bildikleri için, yeni yasanın haberini aldıkları günden beri, kemik görmüş yırtıcılar gibi yalanıyorlar.

Şimdi bunlar ve bunların henüz kent sermayesi haline gelmemiş ayak takımından uzantıları, birer AK-Baba gibi, iftirayla, tertiple, tuzakla “teröristlere yardım etti” diyerek yok edecekleri “rakiplerinin” karşısındaki duvarlara tünemiş bekliyorlar.

“Yabancı düşmanlığının” zirve yaptığı “kıyılarda”, Kürtlerin KOBİ’leri bu yasayla birlikte biliniz ki birkaç yıl içinde silinip süpürülecektir. Kıyıları “Kürtsüzleştirme”nin başlangıcıdır bu.

Ama daha stratejik hedefler de var.

Antep’te, Malatya’da, Diyarbakır’da, Fırat’ın Doğusunda yükselen bütün Kürt kentlerinde “Kürt ulusal demokratik birliği” içinde yer alan, “gösterilere katılmasalar bile BDP’ye oy veren” Kürt iş adamları ve kadınları, Kürt orta sınıfı, eğer “biz bu demokratik ulusal birlik dışında kalırsak, bize dokunmazlar” diye düşünürlerse yanarlar. Bu kanun çıktığı gün, onlara “teröre yardım ettiler” diye saldırmayacaklar, Kürt sermayesini yok etmek, ondan boşalan pazara Türk sermayesinin el koymasını sağlamak için saldıracaklar.

Bölgenin giderek zenginleşen kapitalist pazarını “Türk milli sermayesi” arasında paylaştırmak için ilk adımlar atılıyor. AKP yalnız Türkiye sınırları içinde değil, tüm Kürdistan parçalarındaki pazarlara el koymayı hedefliyor. Güney’e “petrol ve inşaat sermayesi ihracı ve askeri tehdit” yoluyla, Batı’ya “Beşşar Esat rejimini yıkıp, demokrasi getirme” emperyalist yalanıyla ve Kuzey’e de işte bu “mülksüzleştirme yasasıyla” el konuyor. Ekonomi Bakanı Babacan geçenlerde, Avrupa pazarlarına yapılan ihracatın çökeceğinden hareketle “ihracatçılar kendilerine yeni pazarlar aramalı” demişti. Dünyanın hiçbir yerinde “boş Pazar” yok. “Yeni Pazar” elde etmek, o pazardan başkalarını kovmakla, onların yerini almakla mümkün.

Türkiye’nin Güneyinde bürokratik rejimlerin yıkılması demek, bu bölgede muazzam bir sermaye hareketinin doğması demektir. Bütün parçalardaki Kürt toprakları, geleceğin bu zenginliğinin kalbinde bulunuyor. Emperyalist devletler biliyor ki, bu bölgede “kim Kürdistan’a hakim olursa o bölgeye de hakim olacaktır.”
Türk sermayesi bu yeni yasayla, olmazsa başka kurnaz ve sinsi yollarla, mülksüzleştirmeyle, göçettirmeyle, tutuklamalarla, yürüttüğü savaşla, Kürt ulusal demokratik birliğini yok etme siyasetiyle “bölgenin kalbine” el koymaya hazırlanıyor. 200 bin asker ve on binlerce polisin “açtığı yoldan” Türk sermayesi “bölge” seferini başlatmıştır.

Kandil'e Hava Saldırısında 2 Sivil Yaralandı

Türk savaş uçaklarının Salı akşamı Kandil bölgesine düzenlediği hava saldırılarının hedefi yine sivil yerleşim alanları oldu, 2 sivil yaralandı.

Alınan bilgilere göre savaş uçakları dün saat 19.20’den itibaren yaklaşık bir saat boyunca Kandil bölgesini bombaladı. Bombardımanın hedefi Enzê, Meredor, Silê, Kontan ve Sûredê köyleriydi.

Saldırı sırasında Dergele yaylalarında bulunan İsmail Bayiz ile babası Bayiz Mihemed yaralanırken, tek geçim kaynakları olan çok sayıda küçük baş hayvanları da telef oldu.

Türk ordusu 17 Ağustos’tan bu yana yüzlerce köyün bulunduğu Medya Savunma Alanları’nı bombalıyor. 21 Ağustos’ta Kandil’e yapılan saldırıda bir sivil araç hedef alınmış, 4’ü çocuk aynı aileden 7 kişi katledilmişti.

SALDIRILARDAN EN ÇOK SİVİLLER ETKİLENİYOR

Türk ordusunun Güney Kürdistan’a yönelik saldırılarında en çok siviller etkileniyor. Çok sayıda can kaybı ve yaralanmalar olurken, bağ ve bahçelerin yakılması, hayvanların telef olması ve her an saldırı korkusu nedeniyle halkın geçim kaynakları da ellerinden alınmış oluyor.

Mayıs 2010’dan bu yana Türk ordusunun saldırılarında 5’i çocuk en az 9 sivil hayatını kaybetti, 12 sivil de yaralandı. 19 Haziran 2010’da Sidekan’da 15 yaşındaki Zahimed Mihemed Mecid isimli kız çocuğu yaşamını yitirdi. 10 Mayıs 2010’da da Çukurca’dan Güney Kürdistan’a yapılan obüs atışları Duhok’un Şeladize kasabasına bağlı Benıstan köyüne bir eve isabet etti. Obüs topunun isabet ettiği evin sahibi Rekan Hüseyin Rekani (27) adlı kişi yaşamını yitirirken, eşi ve 4 ile 9 yaşları arasındaki Bihar, Hesen ve Huseyn isimli 3 çocuğu yaralandı.

Fetullah Gülen: ''Said-i Kurdi’nin Mezarını Sormak Küstahlıktır ''


Zana Zanyar


Fetullah Gülen, kendisine ait olan Herkül.org sitesine görüntülü bir röportaj verdi. 14 Kasımda 2011 tarihli söyleşi, “Toprak olmalı, kardeş olmalı” manşetiyle verilmiş. Röportajda Gülen, Said-i Kurdi’nin mezarı konusuna değinen bir bölüm var ki, kıyamet koparacak düzeyde.

27 Mayıs 1960 darbesini yapan Milli Birlik Komitesi ile Fetullah Gülen’nin birlikte Said-i Kurdi’nin Urfa’da Halilülrahmen Camisi’ndeki mermer mezarının talan edilmesi olayında ortak hareket ettikleri anlaşılıyor.
Gülen o röportaj da Said-i Kurdi’yi kastederek şöyle diyor:

“Adeta silik bir insan gibi yaşama, silik bir insan gibi ruhunun ufkuna yürüme ve mümkünse mezarımı kimse bilmesin, çağın devasa kametinin -Said-i Kurdi- dediği gibi. İki üç talebemden başka kimse benim mezarımı bilmesin. Bu ne tevhid tellakisidir. Bu ne müthiş Allah’la irtibattır. Ve bilmiyor bugün kimse mezarını. Birileri belgesel yapmak istiyor. Falana soruyorlar, filana soruyorlar. Vakire de geldi, dayandı. Acaba bir şey diyebilir miyiz. Yavu ne demek, bu insan o mevzuda bir ahdu peymanda bulunmuş. Talebelerine benim mezarımı bir iki kişiden başkası bilmesin demiş. Onu delmek ne demektir o bir küstahlıktır.”

Şimdi bunları söyleyen Gülen, daha Said-i Kurdi yaşarken, “Kürt olduğu için O’nun yanına gitmeyi Türklük gururum kabul etmedi” diyebilecek kadar ırkçı bir tavır sergiliyordu. Said-i Kurdi vefat ettikten sonra ise O’nun Risale-i Nurlarında tahrifat yapan ve öğretisini Türkçülük hizmetine sokan yine Gülen’dir. Aynı Gülen şimdi Said-i Kurd-i’nin mezarının talan edilmesi, ortadan kaldırılması ve kaybedilmesini Said-i Kurdi’nin vasiyetiymiş gibi anlatarak fetva verebiliyor.

Oysa ne Said-i Kurdi’nin söylediği böyle bir söz var ne de ailesinin.

Anlaşılıyor ki, Said-i Kurdi’nin mezarını talan eden 2. Ordu Komutanı Cemal Tural ile Gülen birlikte hareket etmişler.

SAİD-İ KURDİ’NİN KÜRDİSTAN’A DÖNÜŞÜ VE VEFATI

Yaşamının büyük bir kısmı sürgünde geçen Said-i Kurdi 21 Mart 1960’da bir Newroz günü Kürdistan’a geri döner. Kürdistan’da ölmek üzere geri dönmüştür. Öleceğini biliyor gibiydi. Aradan iki güne geçer ve 23 Mart 1960’ta Urfa’dayken vefat eder.

Aslında ölmeden yıllar önce mezarı konusunda bir yazısında bıraktığı bir vasiyeti vardı. Said-i Kurdi o yazısında, “Yüzyıl sonra kendi davasını başarıya ulaştırma yönünde gayret gösterecek olan torunlarını, Van Kalesi’ndeki Horhor Medresesi’ne davet ederken, ellerinde çiçeklerle gelmelerini ve mezar taşına seslenerek kendisini çağırmalarını istemektedir.”

Aslına Said-i Kurdi mezarının Van’daki Horhor Medresesi’ne gömülmesini vasiyet ediyor.
Şeyh Said, Xelil Cibranlı, Seyid Rıza gibi onlarca Kürd önderlerinin ölüsünden dahi korkan Türk rejimi, Said-i Kurdi’nin mezarına tahammül edemedi. Kürt halkının kendi özgür ve eşit kimliliğiyle yaşamasına, varlıklarını korumasını soykırımla karşılık veren rejim, Kürtlük adına ne varsa hiç bir iz bırakmak istemiyordu. Nice Kürt önderlerinin bir mezar taşı bile yoktur. Bu önderlerden biri de Said-i Kurdi’dir.

Kürt halkının bir alimi olan Said-i Kurdi'nin mezarı, maalesef bugün bilmediğimiz bir yerdedir. Kürt halkı, O’nun torunları, sevenleri, O’nun mezarını ziyaret edememe üzüntüsünü yaşarken, Gülen ise mezarının talan edilmesini meşru gösterebilecek kadar zalimane bir fetva veriyor.

MEZARI TALAN ETME

Her darbede nasıl ki ilk hedef Kürtler olmuş ise 27 Mayıs 1960’ta ki darbede ilk hedefe konulan Kürtler oldu. Sivas Toplama Kampı’na alınan Kürtler oldu.

Aynı darbede Kürtler ile Kürtlere ait olan hangi miras ve bellek varsa darbeciler tarafından ortadan kaldırılmak istendi.

27 Mayıs darbesinin yönetim kademesinde yer alan Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Başbakan Müsteşarı Alparslan Türkeş, İçişleri Bakanı M.İhsan Kızıloğlu, General Cemal Tural, Refik Tulga gibiler Kürtler adına ne varsa yok etmeyi darbe konseptinin başına aldılar. Bundan nasibini alan miraslardan biri de Said-i Kurdi’nin mezarıydı.

Said-i Kurdi vefat edince Kürdistan’ın dört bir tarafından halk akın akın Urfa’ya gelir. Onbinlerce kişinin katılımıyla cenazesi Halilülrahman Camisi’ne defnedilir. Mezarı mermerden yapılır. Mezarının Kürdistan’da olması, halkın yoğun bir şekilde sahiplenmesini rejim tahammül etmedi.

Yaşamında Said-i Kurdi’ye zulüm yapanlar, öldüğünde de kemiklerine rahat vermemek için harekete geçtiler.

11 Temmuz 1960 Pazartesi günü Urfa valisi Necdet Yalçın ile Kolordu Komutanı Cemal Tural askeri bir uçakla Konya’ya acil iniş yaparlar. Konya’da İmam Hatip Okulu’nda öğretmenlik yapan Said-i Kurdi’nin kardeşi Abdulmecit Ünlükul’u valiliğe çağırırlar. Ve O’na derler ki, “Kardeşin Said-i’n mezarını Urfa’dan nakledeceğiz. Her taraftan Doğu’dan, Suriye’den, Irak’tan insanlar gelip O’nu ziyaret ediyorlar. Ama bunu siz istemiş gibi olacaksınız. Şimdi bu kağıdı imzalayın”

Eline bir kağıt verirler. Önceden onun adına dilekçe şeklinde yazılmış bu kağıdı okuyan, Abdulmecit, Said-i Kurdi’nin Urfa’dan nakil edilmesi sanki kendi isteği imiş gibi yazıldığını görünce bunu kabul etmez. Ve der ki, “Benim böyle bir isteğim yok ki. Bari bırakın mezarında rahat etsin”.

Bu durum karşısında darbeciler Abdulmecid’i tehdit edip, “Hadi çok uzatma, buraya imza at. Yoksa bize zorla yaptırma” derler.

Bunun ardından Said-i Kurdi’nin kardeşi Abdulmecit’i zorla alıkoyan darbeciler, iki ayrı uçakla Diyarbakır’a, oradan da Urfa’ya doğru hareket ederler. Yolculuk sırasında Abdulmecit’in gözlerini kapatırlar.

12 Temmuz 1960 Salı günü gece saat 00.30’da Urfa şehri askeri kuşatma altına alınır.

Saat 01.00’de Said-i Kurdi’nin mezarının olduğu Halilürahman Camisi kordon altına alınır. Asker ve polisler dışında kimseyi camiye yaklaştırmazlar. Bu özel kuvvetler tarafından balyozlar ve demir aletlerle mermer mezar talan edilir. Mezarı açılır ve Said-i Kurdi’nin naaşını alırlar. Said-i Kurdi’nin kardeşi Abdulmecit Ünlükul o anı şöyle anlatır.

"Hep beraber meftun bulunduğu kabirdeki tabutunu açtık. İçimden "Seyda'nın kemikleri şimdi birbirine karışmıştır" diyordum. Fakat elimi kefene sürünce sanki yeni vefat etmiş gibi bir hal vardı. Yalnız kefenin ağız kısmı biraz sararmıştı, dışında da su damlası şeklinde bir leke vardı. Doktor, kefenin ağzını açtı. Seyda'nın yüzüne baktım; adeta tebessüm ediyordu. Yine hep beraber kucakladık o şanlı mazlum Üstad'ı ve askerlerin getirdiği çok ağır ve büyük tabuta yerleştirdik. Tabutun etrafındaki boşluğu otlar ile doldurdular. Sonra askeri bir cemseye bindik. Doğru uçağın yanına… Caddelerde hep süngülü askerler geziyordu."

Bundan sonrasını bilen yok. Abdülmecit Ünlükul tabuta ne olduğunu, ne yapıldığını veya nereye bırakıldığını bilmediğini söyler. Bir askeri uçağa Said-i Kurdi'nin mübarek naaşı bırakılır, diğer uçak da Üstad'ın çaresiz kardeşini Konya'ya geri getirmek üzere havalanır.

Şimdi aradan elli bir yıl geçmiştir. Said-i Kurdi’nin cesedinin yerleştirildiği uçağın hangi yöne, nereye gittiği, tabutuna ne yapıldığı yönünde arada geçen 51 yılda yetkili hiç kimsenin ağzından tek bir kelime bile çıkmamıştır. Türk devleti, bu kaybetme olayına cevap verme yükümlülüğünden kurtulmak için, dedikodular veya uydurma hatıralar şeklinde çok kimsenin ağzından değersiz ve birbiri ile çelişen değişik anlatımlar ortaya atmıştır.

Bugün de Said-i Kurdi'nin mezarının nerede olduğu hususunda resmi belgeler kamuoyu ile paylaşılmamış, bürokratlar ve yetkililer adeta sağır kesilmişlerdir. Herkesin bu olayı unutmasını istemektedirler ve beklemektedirler.

Şimdi de Fetullah Gülen çıkmış diyor niye Said-i Kurdi’nin mezarını soruyorsunuz. Haddini aşarak diyor ki “mezarını sormak küstahlıktır”. Unutun diyor. Said-i Kurdi’nin vasiyetidir diyor!!!

Gerçekte ise Said-i Kurdi’nin vasiyeti kendisinin yukarıda anlatıldığı gibidir. Ailesi adına kardeşi Abdulmecit’in de böyle bir isteği yok.

O zaman Gülen’in söylediği sözlerin kaynağı Said-i Kurdi olmadığına göre kimdir?

Fetullah Gülen’in, Said-i Kurdi’nin mezarının ortadan kaldıran General Cemal Tural ile ilişkisi nedir?

Fetullah Gülen diyor ki, “Said-i Kurdi demiş ki bir iki talebem mezarımın yerini bilsin yeterlidir”.

Saidi-i Kurdi’nin böyle bir vasiyeti yok, mezarı talan edilip cesedi başka bir yere bırakıldığı için kimse nerede olduğunu bilmiyor.

Bu durumda Gülen mi cesedin yerini biliyor acaba?

Eğer biliyorsa yerini kim O’na söylemiş?

Eğer biri sonradan O’na söylememişse tek bir seçenek kalıyor, Fetullah Gülen ve General Cemal Tural birlikte mezarın talan edilmesi ve cesedinin bilinmeyen bir yere bırakılmasını planlayıp yerine getirmişler.

Çünkü Fetullah Gülen ile Özel Harp Dairesi’nden General Cemal Tural’ın ilişkisinin derinliği somuttur.

Fetullah Gülen, 1961 yılında askere gider. Acemi birliğini Özel Harp Dairesi Elemanı Kurmay Başkanı Reşad Taylan’nın yanında yapar. Acemi birliğinde sadece istihbarat elemanlarının görevlendirildiği büyük telsiz eğitimini alır. Gülen’in Özel Harp Dairesi yani istihbarat ilişkisi 1957 yılına dayanıyordu. Daha 16 yaşındayken, Erzurum’da Özel Harp Dairesi elemanlarında üsteğmen Esad Keşafoğlu tarafından yetiştirilir ve Nur Cemaati’ne özel harp elemanı olarak sokulur. Bundan dolayıdır ki, gittiği her yerde istihbarat işini yapar. Acemi birliğinde büyük telsiz eğitimine alınmasının nedeni çok yetkin bir istihbaratçı olarak yetiştirilmesinin amaçlanmasıdır.

Aynı görevlendirme zinciri usta birliğinde de olur. Gülen, usta birliğini İskenderun’da 2. Ordu karargahında Orgeneral Cemal Tural yanında büyük telsizci-istihbarat elemanı- olarak yapar. Askeri kanuna göre bir askerin vaaz verilmesi yasakken Gülen istihbaratçı olduğu için özel harp temelinde vaazlar verir. Gülen, Küçük Dünyam adlı kitabında bu durumu şöyle itiraf eder. “Askeri elbisenin üzerine cübbe giyilmezken ben böyle bir kıyafetle vaaz ediyordum”.

Yine Küçük Dünyam adlı kitabında Cemal Tural ile olan ilişkisini şu şekilde açıklar:

“Cemal Tural o sıralarda 2. Ordu Komutanıydı. Ve hakikaten milliyetçi görünüyordu. Barzani hareketini adım adım takip ediyordu. O günlerde, Güneydoğu'daki bazı evlerde, Barzani'nin resimleri asılıydı. Barzani her an halkı ayaklandırabilir şeklinde şayia vardı. Cemal Tural'a karşı duyduğumuz alaka biraz da Barzani'yi yakın takibe almasından dolayıydı. Şimdi durum ve tutumuza bakınca bir kere daha şu tuhaflıkların karşısında hayrete düşüyorum. Dünkü şaki bugün eller üstünde. Tural Paşamız milliyetçi diyorlar. Türk askeri milliyetçi olmayacak da ne olacak. Allah milliyetçilere uzun ömür versin.”

Said-i Kurdi’nin mezarını talan edip, cesedini başka yere barakan Cemal Tural ile Fetullah Gülen’in bu kadar organik ilişkilerde olması akla ilginç kuşkular getiriyor:

Fetullah Gülen, Orgeneral Cemal Tural tarafından mı görevlendirildi?

Said-i Kurdi mezarının talan edilmesinde baş planlayıcı Cemal Tural iken, Fetullah Gülen’in bu son sözleri ve Cemal Tural ile ilişkileri yan yana getirilince fotoğraf tamamlanıyor.

Gülen diyor ki, “Saidi Kurdi demiş ki talebelerimden bir iki kişi dışında kimse mezarımın yerini bilmesin”. Hiçbir talebesi yerini bilmiyor. Ama hiçbir talebesi olmayan iki kişi yerini biliyor. Gülen’in konuşmalarından şöyle bir durum açığa çıkıyor gibi. Said-i Kurdi’nin mezar yerini bilenlerden biri mezarını ortadan kaldıran Cemal Tural biri de yaşarken Said-i Kurdi’ye düşman olan ve O’nun hiç talebesi olmayan Fetullah Gülen.

Said-i Kurdi’nin dediği gibi “Düşman nur postuna bürünmüş”.

AKP Faşizmine Karşı 'Stratejik Savaş'

Asrın Hukuk Bürosu avukatlarına yönelik operasyon ardından KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı'nın yaptığı, ”bu uygulamaların süreci, 'Stratejik bir savaşa' doğru sürüklediği” uyarısı dikkatle okunmalı. Uzun bir süredir, ”meşru savunma” konumunda olan HPG güçlerinin, ”stratejik savaş” aşamasına geçmesi otuz yıllık savaş sürecinde daha önce yaşanmamış bir dönemin başlayabileceği uyarısı olarak algılanmalı. AKP'nin bu tavrının tüm diyalog yollarının kapatıldığı biçiminde algılandığı kesin. Bugüne kadar, çatışmalı durumlara karşın, bir biçimde diyaloğun sürmesine karşın AKP'nin özellikle Öcalan'ın avukatlarına operasyon düzenleyerek verdiği mesaj, diyalog yolunun tamamen kapandığıdır.

BDP'lileri kast ederek, ”İster mecliste olsunlar ister olmasınlar ne fark eder” diyen Başbakan Erdoğan'ın Kürt iradesine yönelik yaklaşımı, Öcalan'ın avukatlarına yönelik operasyonla daha da netlik kazanıyor. AKP açık bir biçimde milyonlarca Kürdün tüm yasal tehditlere karşın, imza kampanyaları ile siyasal iradesi olarak beyan ettiği Öcalan'ı yok sayma çabasına girdiğini ilan ediyor. AKP Güneyli Kürtleri de, ”yeni bir süreç” başlayacak oyalamasına alet etmekten de çekinmiyor. Nitekim önümüzdeki günlerde BDP’li vekillere yönelik bir operasyon gelişirse şaşmamak gerekir.

İmralı'da yürütülen görüşmelerin sonucunda Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan protokollerin AKP Hükümeti tarafından yok sayılarak hem görüşmelerin kesilmesi hem de Öcalan'a uygulanan tecritin derinleşme süreci, Kürdistan'da savaş hukuku ve ahlakın ayaklar altına alındığı bir savaş durumuna sahne oldu. Tüm bu olup bitenlere karşın Güney Kürdistan Bölgesel Yönetim Başkanı Mesut Barzani'nin girişimlerine kapı kapanmamasına karşın, Kürdistan ve Batı illerinde Öcalan'ın avukatlarına yönelik gözaltı operasyonu bu girişiminde AKP Hükümeti tarafından bir oyalama taktiği olduğunu gözler önüne seriyor.

Barzani'nin Ankara ziyareti ile özellikle Türk basınında dillendirilen AKP Hükümeti'nin yeni bir ”açılım” süreci başlatacağı beklentisinin de salt bir oylama yoluyla zaman kazanma çabası olduğu son operasyonlarla da daha da netleşiyor.

Bugüne kadar iktidar olmakla görevlendirilen tüm sistem partilerinin bir bileşkesi olan AKP kendisinden önceki iktidarların tüm ”birikimlerini” de arkasına aldı. AKP, Kürt tasfiyesi amacıyla çıktığı yolda, megolomanik liderliğinin de beklentilerine uygun, otokratik bir iktidarı kurumsallaştırmak için, Kürt muhalefetine kendi hukukunu da ortadan kaldırarak yöneliyor. Kürt legal siyasetini kurmaca iddianamelerle toplama kamplarına kapatan AKP iktidarı aylardır Kürdistan dağlarını savaş uçaklarıyla vuruyor. Uluslararası hukuku da yok sayan AKP, Güney Kürdistan topraklarını vururken, Kuzey Kürdistan'da kimyasal silahlarla HPG gerillalarını katlediyor.

Kürt Özgürlük Hareketi'nin Kürdistan'da siyasal zemini altından çekmesi karşısında Ankara egemenliği AKP'yi bir savaş hükümeti olarak devreye soktu. PKK'yi bir ”terör” örgütü olarak gösterme çabaları Kürdistan'da uygulanmakta olan devlet terörünü ”meşrulaştırma” operasyonudur. PKK'ye her ”terörist” denmesi, işkencelerde tecavüze uğrayan Kürt kadınlarını, bok yedirilen Kürt yoksulları, evlerinin önünde devlet tarafından katledilen Kürt çocukları perdelemeyi amaçlıyor.

Bugün AKP tarafından temsil edilen Ankara egemenliği ve onun denetimindeki Türk basını ve liberal aydınları ısrarla PKK'nin siyasal kimliğini kamuoyundan gizleyebilmek için ellerinden gelen her türlü gayri ahlaki yolu kullandılar. Batı illerinde bir nebze ”başarılı” olmakla beraber Kürdistan'da ve Batı illerinde yaşayan Kürtler üzerinde bir etki oluşturamadılar. Kürdistan'da iktidar nimetlerini dağıtarak sistem partileri etrafında öbeklenen dar grupların ömrü de PKK mücadelesi ile kısa zamanda son buldu. Ankara egemenliği, Kürdistan'da kaybettiği siyasal mücadele sonucu, tüm diğer partilerini geri çekerek küllem yekûn desteği ile ancak AKP'yi ayakta tutabileceğini anladı.

Partiya Karkerên Kurdistan/Kürdistan İşçi Partisi (PKK) çıkışını ilan ettiği, ”Kürdistan Devriminin Yolu-Manifesto” ile, Kürt sorunu ve çözüm yöntemine ilişkin siyasal tahlillerini kamuoyu ile paylaştı. Siyasal bir parti olarak kurulan PKK Kürt sorunun çözümünde silahlı mücadelenin de başta Ankara egemenliği olmak üzere tüm parçalardaki egemenlerin kullandığı zora karşı bir gereklilik olduğu fikrini savundu. PKK Kuzey Kürdistan'da Ankara egemenliğinin, iktidarını koruma aracı olarak uyguladığı devlet terörüne karşı yürüttüğü silahlı mücadelenin yanında siyasal mücadelesine de hiç bir dönem ara vermedi. PKK temel mücadele alanı olarak gördüğü siyasal mücadele zeminini koruyabilmek için devletin terörüne karşı, örgütlü Kürt muhalefetinin savunma gücünü ayakta tuttu.

Bunun gelinen noktada AKP Hükümeti sivil siyasal zemini ayakta tutmanın olmazsa olmaz koşulu olan diyalog yolunu ortadan kaldırarak 80 yıllık inkar ve imhayı yeniden tek seçenek haline getiriyor. Bu nedenle KCK ağır bedellere rağmen uzun zamandır korumaya çalıştığı meşru müdafa konumundan 'stratejik savaşa' evrileceği uyarısında bulunuyor.

canerdem2126@gmail.com

Gülen’in Yeşil Türkçü-İslamcılığı Kürdistan’a Zehir Saçıyor

Yeşil Türkçü-İslamcı Fetullah Gülen, bir taraftan Said-i Kurdi öğretisini Türkleştirirken, diğer taraftan da Kürdistan’da kurduğu okul ve yurtlarda, dershanelerde...
“Savaş ve iktidar bloklarının en çok başvurdukları toplumsal politikalarından biri asimilasyondur. En genel deyimiyle kültürel eritme anlamına gelen asimilasyon politikalarındaki temel amaç, tahakküme tabi tuttuklarının tüm karşı direnç yeteneklerini ellerinden almak için, başta zihniyetin temel kullanım aracı olan yerel dili uygulama dışı tutup, hâkim dilin yoğun işlenişini ifade eder. Resmi dil yoluyla yerel dil ve kültür kadükleşip dolaşımda rol oynamayacak kadar daraltılır. Hâkim dil-kültür yükselmenin, okumanın, siyaset ve ekonominin ifade dili olarak kullanana kazanım sağlar. Baskı altına alınan dil ve kültür ise kullanana zarar kaydettirir.

Ulus-devlet, tüm tekellerin ortak paydası olarak, toplumsal maddi kültürün gaspı, fethetme ve sömürgeleştirilmesi üzerine kurulmakla yetinmez; manevi kültürün asimilasyonunda da belirleyici rol oynar. Ulusal kültür adı altında çoğunlukla hâkim bir etnisite veya dini cemaatin kültür normlarını resmileştirip, geriye kalan tüm kültürel varlıklara karşı savaş açar. “Ulusal bütünlüğe zararlıdır” deyip, binlerce yıldan beri varlığını koruyan ne kadar din, etnisite, kavim ve ulus dil ve kültürü varsa, ya zorla ya da maddi teşviklerle hepsinin sonunu hazırlar. Tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar dil, din, mezhep, etnik kabile ve aşiretlerle kavim ve uluslar bu politikanın, daha doğrusu soykırımın kurbanı olmuşlardır. Maddi soykırımlar (fiziki imha) manevi soykırımların yanında devede kulak bile değildir. Binlerce yıldan beri süzülüp gelen dil ve kültür değerleri grupları ile birlikte ‘ulusal birlik’ çılgınlığı altında kutsal bir eylemmiş gibi kurban edilirler.”

Türk devletinin Cumhuriyet tarihi boyunca Kürdistan’da Kürtlere karşı yürüttüğü asimilasyon politikaları; Şark ıslahat planı ve Mecburi iskân kanunu ile başlamış daha sonra Köy Enstitüleri ve Yatılı bölge okulları olarak bilinen-YİBO’lar ile devam etmiştir. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri de, devlet politikası haline getirilen Kürdistan’ın asimilasyonunda pekiştirici unsurları olarak düşünülmüştür. Cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen Kürdistan’ı Türkleştirme planı, AKP dönemi kadar sinsi ve tehlikeli olmamıştır. Selçuklu’dan-Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyetin ilanından sonraki 700 yıllık süre içinde uygulanan inkâr politikalarından aldığı deneyimlerle-bu süreçleri güncelleyerek, Yeşil Türkçü-İslamcı bir çizgiyi günümüze uyarlamaya çalışılmaktadır.  

Yeşil Gladio iş başına getiriliyor

Yeşil Türkçü-İslamcı Fetullah Gülen, bir taraftan Said-i Kurdi öğretisini Türkleştirirken, diğer taraftan da Kürdistan’da kurduğu okul ve yurtlarda, dershanelerde, okuma salonlarında, Işık evleri adlı hücrelerle Kürt çocuklarını soykırımdan geçirerek Türkleştirme misyonunu üstlenmiş durumdadır.

Fetullahçı-AKP’nin Kürdistan’ı ve Kürtleri biçimlendirme planı çerçevesinde en çok yatırım yapılan, Kürdistan’da mantar gibi çoğalan YİBO’lar birer 'devşirme' okulları haline dönüştürülmüştür. Bunlar yanında Toplumsal Kalkınma Projesi (TOKAP), Çok Amaçlı Toplum Merkezleri (ÇATOM), Müfredat, Laboratuvar Okulları (MLO) gibi. 'Ulusal Eğitime Destek', Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Eğitim Gönüllüleri Derneği (Atatürkçü Dernekler), SODES-Sosyal Destek Programı-kurumu, EHİDER’e-Eğitim ve Halkla İlişkiler Derneği, Gönül Köprüsü Derneği, Fezalar- Işık- Nilüfer eğitim kurumları, dershaneler; Sema, Şifa, Nursima isimli sağlık merkezleri gibi oluşumlar üzerinden geniş bir alanda Kürdistan’da Türkleştirme faaliyetleri yürütülmektedir. Bütün bu alanlarda Osmanlı devletinin devşirme sistemi ile Türk misyonerliğinin İslam maskesi adı altında yeni döneme uyarlanmış şekliyle eğitim verilmektedir.

‘Çağdaşlaştırma’ diğer anlamıyla Türkleştirme amacında olan Kürdistan’daki eğitim kurumları yanında bir de,  “Türkçülük” ideolojisini din motifleriyle Kürdistan’a yaymaya çalışan- Kürdistan coğrafyasının her tarafında faaliyet yürüten Fetullah Gülen’e bağlı-misyonerlik faaliyetlerini yürüten İmam hatip liseleri, Kuran kursları, Yurtlar İrşat ekipleri ve Cami imamları bulunmaktadır.

Din kisvesi altında Kürdistan’ı Türkleştirme görevini alan Fetullah Gülen,1957 yılında Erzurum’da daha 16 yaşında iken Türk Gladio'su elemanı üsteğmen Esat Keşafoğlu tarafından örgütlendirilerek Gladio elemanı sıfatıyla Nur Cemaati’ne sızdırılmıştır. O’nun vasıtasıyla Nur Cemaati, Türk ırkçılığının hizmetine sokulmuştur. 

Gülen, aynı dönemlerde ABD’nin direktifleri doğrultusunda, özü faşizm ve yapısal ırkçılık olan bu öğretiyi yaymak amacıyla “Komünizm İle Mücadele Dernekleri’ne” kuruculuk yaptı. 1967 yılında kurulan ve Gladio’nun bir kolu olan Yeniden Milli Mücadele Hareketi’nin kurucuları arasında yer aldı. YMMH içinde şimdiki AKP’liler ve tasfiye ettiği Ergenekoncular bulunuyordu. Veli Küçük, A. Kadir Aksu, Cemil Çiçek, Melih Gökçek, Mufit Gürtuna, Aykut Edebali, , Hüseyin Gülerce ve Ahmet Taşgetiren vb. isimler YMMH’nin kurucuları arasında yer alıyordu.

Türk devletinin bütün hücrelerine yavaş, sessiz ve sürekli bir akışla sızan Fetullahçı kadrolar, devletin en tabanından örgütlenerek önemli mevkileri ele geçirdiler. Ele geçirilemeyen kurumlardaki bürokratları, kendi kontrollerine almak için her türlü şantaj ve komplolar devreye sokuldu. Telefon dinleme, gizli belgelerin ifşa edilmesi, kadının devreye sokulduğu fotoğraf ve görüntülerle etkisiz kılma ve istifa ettirme yöntemleri ile kurumlar ele geçirildi.

CIA ve Gladio’nun desteği ile devleti ele geçiren-Türk ırkçılığının misyoneri durumuna getirilen Fetullah Gülen ve ırkçı-faşist partisi AKP tarafından, Kürdistan’a topyekûn bir imha konsepti başlatılmıştır. Fetullah Gülen’in stratejisini hazırladığı ve AKP’ye uygulattığı siyasi, askeri, kültürel, ahlaki ve maneviyat yönlerini kapsayan tasfiye konsepti bütün şiddetiyle hayata geçirildi.

Kürdistan’da Türkleştirme temelinde yürütülen asimilasyon politikaları Kürdistan’da kurulan İmam hatip liseleri, kuran kursları, okuma evleri adı altında kurulan merkezler; köy ve şehirlere gönderilen imamlar üzerinden gelişti. 1924 yılından beri sürdürülen Kürtlerin asimilasyonu 1980 askeri darbesi sonrasında geliştirilen dine dayalı asimilasyonla devam ettirildi.

Kürdistan’a gönderilecek bütün kadrolar isim isim Fetullah Gülen tarafından belirlenip atamaları yapıldı. Vali ve kaymakamlardan, savcı ve hâkimlere, polis müdürlerinden diyanet işleri başkanlarına kadar bütün kadroların nereye-hangi şehre gönderileceği Fetullah Gülen tarafından gerçekleştirildi. Vali-kaymakam, Emniyet müdürleri, savcı-hâkim kararnamelerindeki düzenlemeler Gülen tarafından yapılıp hükümete iletildi. Türkçülüğü din yoluyla anlatacak, din yoluyla asimilasyon politikasını yürütecek en önemli kadrolar ise imamlar oluşturuyordu. Türk ırkçılığına bağlı kalıp bu temelde faaliyet yürüteceklerine dair yemin ettirilen Fetullahçı imamlar Kürdistan’ın en ücra köşelerine sızdırılmaya başlandı.

Fetullah Gülen’in Kürdistan’da yürüttüğü din yoluyla Türkleştirme faaliyetleri, Gülen’in diğer bir yüzü olan kontrgerilla örgütü JİTEM tarafından ödüllendirildi. 1995 yılında JİTEM’e bağlı “Mehmetçik Vakfı” Kürt çocuklarını Türkleştirmede en önemli misyonu oynayan Gülen’i “Teşekkür Beraatı” ile ödüllendirmişti.      
    
Gülen’in Türkleştirme faaliyetleri sadece din ve eğitim yoluyla gerçekleşmedi. Kürt gençlerinin gerillaya katılımlarını engellemek amacıyla başta aileler olmak üzere Kürt gençlerinin yozlaştırılması, kız çocuklarına tecavüz ve gençlerin uyuşturucuya sevk edilmesi, fuhuş gibi toplum ahlakını ve kültürünü hedef alan faaliyetleri yönlendirdi.  Türkiye şehirlerindeki fuhuş, eroin ve hırsızlık çeteleri, çocuk ve organ kaçakçılığı gibi çeteler Kürdistan’da görevlendirilerek, faaliyetleri devlet tarafından desteklenerek korumaya alınmıştır. Halkta korku yaratacak her türlü çete faaliyeti Kürdistan’a taşırılmıştır.

Yeşil Türk Gladio’sunun şefi Fetullah Gülen’in Kürdistan’a gönderdiği valilerine, kaymakamlarına, polis müdürlerine,  özel yetkili savcılarına, eğitimci ve sağlıkçılarına Kürdistan’daki faaliyetlerine yönelik işbirlikçi-yandaş basını üzerinden verdiği talimatlarda şunları söylemektedir: “Yargı, polis ve mülki idare Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya hâkim olmalıdırlar. Kürtlük adına siyaset yapanlar özel savcılarımız tarafından kovuşturularak içeriye alınmalı aynı zamanda kuvvetle sindirme düşünülmelidir. PKK’nın üstlendikleri alanlar kuşatılmalı, 5 bin-10 bin kişide olsa kökleri kurutularak evlerine ateş düşürülmelidir. Bunun için askerimizi temas ettirmeden gelişmiş teknik silahlar, hatta gerekirse kimyasal silahlar kullanılmalıdır. Birlik arayışlarına nifak sokulmalı, ittifak stratejileri ile kuşatılarak yok edilmelidir. Diğer taraftan bölgede dini duygularla toplumun ruhuna işleme kanalları oluşturulmalıdır. Bölgeye binlerce vaiz gönderilmeli bu vaizler ölümüne orada kalmalıdır. Yine binlerce eğitimci ve sağlıkçı bölgeye gönderilmelidir. Eğitimciler ve sağlıkçılar köy köy, mahalle mahalle, ev ev dolaşıp toplumun damarlarına girerek devletin egemenliğini tahsis etmelidirler.”

Legal alanda faaliyet yürüten ırkçı-faşist partisi AKP’ye Kürdistan’da uygulaması için gönderdiği gizli eylem planında ise, 'Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması hızlandırılarak, çocukların düzgün Türkçe öğrenmeleri ve erken yaşta eğitim sistemine dâhil edilmelerinin sağlanmasını' istemektedir. Fetullah Gülen’e ait olan bu ırkçı düşünceler, 4-5 yaşındaki Kürt çocuklarının anadillerine hâkim olamadan, dillerinin dejenere edilerek unutturulması ve onların küçük yaşta Türkleştirilmesiyle ilgilidir.

AKP’nin gizli eylem planı olarak bilinen ama gerçekte Fetullah Gülen’in AKP’ye gönderdiği Kürdistan’da uygulanan eylem talimatında, 'Kürt çocuklarının Türk kültürü ve dili ile ‘bütünleştirilmesi-kaynaştırılması’ için hazırladığı 62 maddelik ‘TEDBİRLER’ başlıklı eylem planında şunlar yer almaktadır.

Tedbir No: 1

Milli Eğitim Bakanlığınca, bölgede görev yapan/ yapacak öğretmenler eğitilecek, ayrıca ders programları milli birliği sağlayacak ve pekiştirecek şekilde geliştirilecektir.

Tedbir No: 24

Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması hızlandırılacak, çocukların düzgün Türkçe öğrenmeleri ve erken yaşta eğitim sistemine dâhil edilmeleri sağlanacaktır. Bölge çocuklarına her eğitim düzeyinde burs / parasız barınma / yatılı okuma imkânları sağlanacak, özellikle kız çocukları bu konuda desteklenecektir.

Tedbir No: 25

Bölgedeki Yatılı İlköğretim Bölge Okulları ve Pansiyonlu İlköğretim Okulları'nın etkin ve amaca uygun hale getirilebilmesi maksadıyla; Bu okulların kapasiteleri dolmadan taşımalı eğitime yönelinmeyecektir. Kız öğrencilere yönelik Yatılı İlköğretim Bölge Okulları ile bu okullarda görevli bayan öğretmen sayısı artırılacak; bu okullar kız öğrenciler için çekici hale getirilecektir.

Tedbir No: 26

Bölgede okuma-yazma bilmeyen ve özellikle Türkçe bilmeyen kadınlar ile çocuklar için, Milli Eğitim Müdürlüğünce mahallindeki okulların fiziki imkânlarından yararlanılarak Türkçe okuma yazma kursları düzenlenecek ve bu çalışma Milli Eğitim Müdürlüğü-Yerel Televizyonların işbirliği ile uzaktan eğitim imkânları kullanılarak, tüm kamu kurum ve kuruluşlarının desteği ile gerçekleştirilecektir. Bu çalışma eğitim-öğretim seferberliği şeklinde uygulanacaktır. Türkçe öğretmen ihtiyacının karşılanması için gerekli planlama yapılacaktır.

Tedbir No: 30

Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılması konusunun 'Bağımsız Kürdistan ve Kürt Ulusu yaratma' gayretlerinin bir parçası olduğu hususunun, bölücü terör örgütü ve yandaşı kuruluşlar ile bağlantısı ortaya konulacak; ulaşılan sonuçlar yurt içi ve dışındaki çalışmalarda bir mesnet olarak kullanılacaktır. Bölücü terör örgütünün siyasal alanda çok önem verdiği ve üzerinde çalıştığı bu konunun, binlerce yıldır birlikte yaşamış milletimizi birbirine kenetleyen dil bağını koparma maksatlı olduğu, Türkiye'de Türkçeden başka resmi dil ve eğitim dilinin kabul edilmeyeceği uluslararası her platformda ifade edilecektir. Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenimi yapılırken, bunlardan herhangi birinin eğitim-öğretim dili olmasına izin verilmeyecektir.

Tedbir No: 36

Ana çocuk sağlığı, aile planlaması / üreme sağlığı hizmetlerinin etkinleştirilmesi, ulaşabilirliğinin artırılması, bu hizmetlerin ücretsiz olarak sağlanmasının temini yanında, hizmetin benimsetilmesi amacıyla Halk Eğitimi faaliyetleri yaygınlaştırılacaktır. Özellikle bayan kadın doğum uzmanlarının bölgede görev almaları sağlanacaktır. Nüfus ve aile planlamasının önemini anlatan öykü ve masal kitapları, çizgi filmleri vb. özel bir ihtisas komisyonu marifeti ile hazırlanacak ve hedef kitleye ulaşması sağlanacaktır... Nüfus ve aile planlaması konusunda çalışmalar yapacak Sivil Toplum Kuruluşları teşvik edilecek ve bu kuruluşlara her türlü destek verilecektir.'

Tedbir No: 42

Başarılı çocuklara Batı illerindeki kamu ve özel yatılı okullarda kontenjan ayrılacak.  Bölgelerarası yarışmalar/şenlikler düzenlenecek. Tatil dönemlerinde Batı illerine ortak geziler düzenlenecek, ortak tarih bilincini geliştirmek amacıyla Çanakkale ve İstiklal Savaşı’nın yaşandığı bölgeler tercih edilecek. Kardeş okul kampanyaları düzenlenecek. Bakanlık, kurum ve kuruluşların kamplarında kontenjanlar ayrılacak. YİBO ve Yurtlarda okutulan bölgedeki çocukların polis kolejlerini tercih etmeleri için teşvikte bulunulacak. Başarılı ve çevresinde etkili olanlar sınavsız bir şekilde polis kolejlerine alınacak.  

Tedbir No: 47

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine bin 362 adet cami yapılacak. Din hizmetlerinin en ücra köşelere ulaştırılması amacıyla, Türkiye genelinde “il özel irşat ekipleri” kurulacak. Bu ekiplerin en önemli görevi ise “bölücülükle mücadele” olacak. İrşat ekipleri, ülkenin birlik ve beraberliğini korumak amacıyla bölücü ve yıkıcı faaliyetlere karşı görev yapacak. Bu kapsamda vatandaşlarla camide ve cami dışında bir araya gelecek olan ekipler, “irşat faaliyetlerinde” bulunarak teröre karşı da uyarıda bulunacak.  Bölgede imam hatip liselerinin ve Kuran kurslarının sayılarını arttırılacak. Kürt açılımında ‘din kardeşliği’ birleştirici öğe olarak öne çıkarılacak. Müslüman kimliği ortak kimlik olarak öne çıkartılacak.

Tedbir No: 54

Türkiye’nin batı illerinden Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan evlilikler teşvik edilecek. Bölgeden yapılan evliliklerle ‘bütünleştirme-kaynaştırma’ sağlanacak.

Fetullah’ın devşirme yurtları

Kürdistan’da Fetullah Gülen’in okul ve yurtları, dershane ve eğitim evlerinin dağılımı-faaliyetleri-örgütlenme biçimi; bir merkeze bağlı olarak 6 bölgeden oluşmaktadır. Cemaat Kürdistan’daki örgütlenmesini; Erzincan, Bingöl, Batman, Van, Urfa ve Amed olarak bölgelere ayırmış bu bölgeleri de İstanbul’a(merkez) bağlamıştır.

 Maraş, Malatya, Urfa(ve ilçeleri), yurtları Adıyaman’a; Erzurum, Ağrı, Iğdır, Kars(ve ilçeleri), yurtları Erzincan’a; Muş, Bitlis, Elazığ(ve ilçeleri), yurtları Bingöl’e; Şırnak, Siirt(ve ilçeleri) yurtları Batman’a; Hakkâri(ve ilçeleri) yurtları Van’a bağlanmıştır. Urfa ve Amed (ilçeleri) yurtları ise tek başlarına birer bölgedir. 

Kürdistan’da açılan-TOKİ tarafından yapılan Fetullah Gülen cemaatine ait yurtlar, dikkat çekmemek için önce ev olarak sonra dernek olarak açılıyor. Dernek açıldıktan sonra yurt binalarına “talebe derneği” ya da “talebe yurdu” isimleriyle tabela asılıyor. Bina açılıp yurt işlemeye ve öğrenciler alınmaya başladığında resmi olarak yurt adı veriliyor. Halk arasında da “Kuran kursu” olarak tanıtılıyor. Tabelalarına ise “…Yurt” yazıyorlar. Fetullah’ın mülki amirleri olan kaymakamlar ve valilerin bilgisi dâhilinde açılan bu devşirme yurtları için gereken her türlü yasal kolaylık yapılıyor. Yurt biçiminde açılan derneklerin ruhsatları işbirlikçi-yandaş mülkü amirler tarafından hemen veriliyor.

Fetullah’ın devşirme yurtlarına her öğrenci kaydedilmiyor. Genelde evleri köyde olan Ortaokul ve lise öğrencilerini derneğe getiriyorlar. Aileleriyle bağlantıları zayıf olduğu için bunlar daha çok tercih ediliyor. Eğer bir öğrencinin yurtsever ve BDP’li olduğu bilinirse yurt ile ilişkisi hemen kesiliyor. Genelde kolay kandırılabilecekler devşirme yurtlarına alınıyor. Yurtlara kayıt yaptıran her öğrenci aynı zamanda AKP’nin gençlik kollarına zorunlu üye olmak zorundadır. 

Ekonomik sorunlardan dolayı zor durumda olan öğrencilerle ilişki kurduklarında ilk önce Cemaate ait misafirhanelere götürüyorlar. Burada öğrencileri etkilemeye çalışıyorlar; “biz burada dini-İslam’ı, zor durumda olanlara yardımlaşmayı savunuyoruz” diyorlar. Batı illerinde üniversite kazanan öğrencileri tespit ederek gittikleri üniversitedeki Cemaat üyelerini haberdar ederek giden öğrenci ile irtibat kurmaları sağlanıyor.

Dini ibadetler, kurallar-yasaklar ve ekonomik masraflar konusunda ilk başta kimseye bir mecburiyet veya zorunluluk getirilmiyor. Yurda gelen öğrenciler üzerinde başlangıçta olumsuz bir etki yaratmaması için fazla baskı yapmıyorlar. Öğrenciler alıştıktan sonraki süreçte birçok konuda dayatmalar başlıyor. Önce Kuran'a el bastırarak yemin etme zorunluluğu getiriliyor. Kurana el basan öğrencilere, “mesih” olarak tanıttıkları Fetullah Gülen’e bağlı kalacaklarına, nerede olurlarsa olsunlar AKP’nin çıkarlarını koruyacaklarına dair yemin ettiriyorlar. Ardından yurtlarda öğrencilerin kendi aralarında Kürtçe konuşmalarını yasaklıyorlar. Kürtçe konuşmayı PKK ile ilişkilendiriyorlar. Kürtçe konuşan öğrencileri “PKK’lı mısın” şeklinde teşhir ediyorlar. Yurtlarda bulunan kütüphanelerde Said-i Kurdi’nin risalelerinden Kürtçe olanı öğrencilere verilmiyor. Kürtçe olan risale içinde Kürt-Kürdistan kelimelerinin geçmesinden dolayı bu risale öğrencilere verilmiyor. Okuma girişiminde olanlar uyarılıyor. Bunun yerine Fetullah Gülen tarafından değiştirilen risaleler veriliyor. 

Öğrencilerin düşüncelerini değiştirmek için bütün propaganda araçları kullanılıyor. Mitinglere ve eylemlere katılmaları yasaklanıyor. Katılanlar yurt içindeki temizlik, yemek, bulaşık gibi işlerle veya aile ziyaretlerinin engellenmesi, dışarı çıkmama gibi cezalara çarptırıyorlar. Miting ve eylemler için “günahtır, dinen uygun değildir” deniliyor. Devşirme yurtlarında yapılan yoğun Türkçü propagandalarla öğrenciler yurtsever düşüncelerden uzaklaştırılmaya çalışılıyor. Kürt gençlerini BDP ye ve özellikle PKK’ye karşı örgütlüyorlar. Fetullah’ın devşirme işini yürüten hocaların yanında öğrenciler PKK’den bahsettiklerinde şiddet gösteriyorlar. “Günah işliyorsunuz, çarpılacaksınız” diyorlar. Yurtlara gelen öğrencilerin beyinlerini dini propagandalar ile yıkıyorlar. Kuran'daki bazı ayetleri yorumlayarak etkilemeye çalışıyorlar. 

Yurda alınan öğrenciler için ön şart olarak; Cemaatin aile, akraba ve yakın çevre içerisinde tanıtılması, Cemaatin propagandasının sürekli yapılması isteniyor. Bu çevrelerin Zaman gazetesi ve Sızıntı dergisine abone edilmesi şart koşuluyor. Zaman gazetesi ve Sızıntı dergisine yapılan abone miktarına göre yurt öğrencileri ödüllendiriliyor.

Devşirme yurtlarında belli bir süre kalan öğrenciler, başlarında birer hoca olmak üzere, üçerli gruplar halinde-kermes adı altında köyleri ve esnafları dolaşarak yurt için erzak toplamaya zorlanıyor. Köylere gönderilen yurt öğrencilerinden kapı kapı dolaştırılarak peynir, yağ, vb. erzak toplamaları isteniyor. Toplanan erzaka göre öğrenciler para ve tatil gibi şeylerle ödüllendiriliyor. Yurtlara en fazla yardım asker ve polislerden geliyor. Yurtların bulunduğu yerlerdeki polisler kurbanlarını yurtlara bağışlarken askerlerde köylere deri toplamak için giden yurt hocalarını ve öğrencilerini askeri arabalarla götürüyor.

Fetullah’ın Yeşil Türkçü-İslamcı misyoner hocaları

Yeşil Türkçülük ideolojisi ile misyonerleştirilen yurtlardaki kuran kursu hocalarının çoğunluğu Kürtlerden oluşuyor. Kürt çocuklarına yönelik asimilasyon politikası bu devşirilmiş hocalar tarafından yapılıyor. Fetullahçı hocalar; “Türk bayrağı altında yaşıyorsak Türkçe konuşmalıyız. Bu bayrağa hizmet etmeliyiz Türkçeden başka dil yoktur ve dinimizce de yasaktır, bizim devletimizin dili Türkçedir. Başka bir dilde ısrar etmek dinimizde yasaktır. Birliğimizi bozmaya yönelik nifak girişimleridir” diyorlar. Yine bu devşirme hocalar vaaz adı altında öğrencilere AKP propagandası yapıyorlar. AKP’nin sunduğu imkân ve özgürlükler yoluyla bu günlere gelindiğini ve bir arada olunduğunu belirtiyorlar. Akşam yemeklerinden sonraki çay sohbetlerinde de bir saat boyunca PKK’nin anti-propagandası yapılıyor. “PKK için boş davadır” deniliyor. PKK’nin terör örgütü olduğu, çocuk öldürdüğü, halkı sömürüp zorla para aldığı, uyuşturucu sattığı ve PKK’ye katılan kadınların fahişeleştirildiği söyleniyor. PKK karşıtı aynı söylemleri yurt ve kuran kursu hocaları, dolaştıkları esnaf çevresinde de yapıyorlar. 

Fetullah’ın Yeşil-Türkçülük ideolojisinin misyonerleri olan Kürt hocalar, çevre edinmek, yurtlara-kurslara yeni öğrenciler almak için esnafları dolaşarak Cüz öğretiyorlar. Çeşitli bahanelerle yapılan esnaf ziyaretlerinden sonra Cuma günleri namazdan sonra çay içme ve sohbet davetleriyle yurtlara-kuran kurslarına esnaflar çağrılıyor. Ayrıca esnafları yurtlara getirmek için iş tekliflerinde bulunurken asıl hedefleri ise ulaştıkları bu çevrelere çocuklarını yurtlara göndermeleri için teşvik ediyorlar. Öğrencilerin evlerine giderek parasız ders veriyorlar. Yurtlarda ise öğrencilerin dersleri ile yakından ilgileniyorlar. Her öğrencinin başarılı olması için yoğun çaba gösteriyorlar.

Fetullah Gülen’in isteği üzerine AKP hükümeti tarafından vali ve kaymakamlara gönderilen gizli bir genelge ile yurt ve kuran kurslarında belirlenen hocaların isimlerine düzenlenen “para-yardım” toplamak için izin belgesi veriliyor. Valilik tarafından izin belgesi verilen misyoner hocalar; “fakir öğrencileri okutuyoruz” diyerek köy köy, ilçe ilçe, il il, dükkân dükkân dolaşarak para ve kurban derileri topluyorlar. Oysa yurtlarda kalanların çoğunluğu fakir öğrencilerden oluşuyor olmasına rağmen onlardan da aidat alıyorlar. Aidat veremeyenler yurtlardaki temizlik gibi angarya işlerde çalıştırılıyor.

Yurtlardaki misyoner hocaların bölgelerindeki Vali ve Kaymakamlarla ilişkileri güçlüdür. Yurt ve kuran kursları Vali ve Kaymakam ve emniyet müdürleri tarafından sürekli ziyaret ediliyor. Maddi yardımlar yapılıyor. İkişerli-üçerli gruplar halinde Fetullahçı hocaların para-yardım toplamak amacıyla esnaf, köy, ilçe ziyaretlerinde vali, kaymakam, emniyet müdürü ve karakol komutanları tarafından özel olarak tahsis edilen devlete ait resmi arabalarla gidiyorlar.

Fetullah’ın hizmetinde olan misyoner hocalar aynı zamanda bulundukları alandaki AKP teşkilatları ile de sıkı ilişki halindedirler. AKP teşkilatları ne görev verirse ona göre hareket ediliyor. Kürdistan’daki bütün faaliyetlerini bu esas üzerinden yürütüyorlar. Örgütleme yaptıkları bütün çevrelerde AKP propagandası yapıyorlar.  Samanyolu TV’nin izlenmesini ve Zaman gazetesinin okunması da teşvik ediyorlar.

Gülen cemaatine ait yurtlarda ajanlık eğitimleri veriliyor

Kürdistan’ın her tarafında açılan yurtlar-kuran kursları gerçekte birer devşirme-asimilasyon işlevselliğine sahiptir. Yeşil-Türkçülük ideoloji ile yapılan asimilasyon politikalarında din önemli bir maskeleme aracına dönüştürülmektedir.  Fetullah’ın devşirme yurtlarında ajanlık eğitimleri de verilmektedir. Emniyet genel müdürlüğü istihbarat şube müdürlüğünden istihbaratçı polisler, yurt yurt dolaşarak öğrencilere ajanlık eğitimleri veriyorlar. İstihbaratçı polisler, öğrencilerden, bulundukları köy, mahalle, kasaba ve ilçelerde BDP’li olanların-BDP adına faaliyet yürütenlerin, gösteri yapanların, polise taş atanlara ilişkin bilgi notu hazırlamalarını istiyor. Ayrıca yurtlarda kalan her öğrenci 3 ayda bir, ajanlık eğitimi veren istihbaratçı polise; aile bireyleri, akraba çevresi, mahalledeki komşuları, evlerine gelip giden misafirler hakkında bilgilendirme raporları yazmaya zorluyor. Polise verilen bilgiler içinde teyit edilmiş-en iyi bilgiyi getirenler emniyet müdürü tarafından ödüllendiriliyor. Bunlar yanında polis-öğrenci işbirliğini geliştirmek amacıyla yurtlarda bulunan öğrenciler belli zamanlarda çevik kuvvete ait otobüslerle piknik alanlarına götürülüyor. Polis ve aileleriyle yurt öğrencileri bir araya getirilmeye çalışılıyor.   Polis ve askerlerin Fetullah Gülen yurtları ile olan yakın ilişkileri sonucunda ve yurt hocaların yönlendirmesi ile yurtlarda kalan öğrenciler Polis kolejlerine ve Harp akademilerine yönlendirilerek geleceğin polis müdürleri ve generallerini yetiştirmeyi hedefliyorlar.

İlkokuldan başlayarak üniversiteye kadar Fetullah’ın verdiği burslarla okutulup devşirilen-Türkleştirilen Kürt çocukları, mastır yaptırmak amacıyla İngiltere’deki Bournemouth, Nottingham, Middlesex, Exeter; Amerika’daki Harward üniversitelerine gönderiliyor. Aynı zamanda buralarda ABD ve İngiltere’nin Fetullah Gülen’e tahsis ettiği çiftliklerde, Gladio’nun ‘yeşil imamı’ tarafından 3-4 yıl eğitilen-bu devşirilmiş kadrolar, ele geçirilen devletin yasal ve yasadışı hücrelerine yerleştiriliyor.

Kürt öğrenciler eğitim adı altında asimilasyoncu yurt ve okullarda ‘Yeşil Türkçü-Yeşil İslamcı’ ideoloji temelinde eğitildikten sonra Kürt çocuklarını ailelerinden, köklerinden, kültürlerinden kopartarak karanlık işlerini yaptırdıkları kadrolar haline getiriyorlar. Fetullah Gülen’in oluşturduğu ‘Yeşil Gladio’nun’ karanlık işlerini yaptıracağı geleceğin kadroları ağırlıkta Kürt öğrencilerden oluşturuluyor.  Kürdistan’daki yurtlarda sadece Kürt öğrenciler asimilasyona tabi tutulmamaktadır. Batıdan getirilen-Türkleştirilen Çerkez, Laz öğrencileri de aynı yurtlarda bir araya getirilmektedir. Bu şekilde yeşil Türkçü-İslamcı ideolojisi için karma bir yapı oluşturularak her üç etnik yapı asimilasyona tabi tutulmakta; ‘yeşil Ergenekon’ için yararlı kadrolara dönüştürülmektedir. 

Fetullah Gülen’in, “keklik keklikle yakalanır…” öğretisi temelinde Kürt çocuklarını ‘Yeşil Türkçü-İslamcı’ ideoloji temelinde asimile etmeye çalışan Kürt hocalar olurken; Türkçülük esasları ile yetişip-şekillenen Kürt öğrencileri de, kendilerinden sonraki Kürt çocuklarını yetiştikleri ideoloji temelinde yetiştirmek için hocalarının izinden gitmektedirler. Son dönemlerde Kürdistan’a gönderilen İmamlar, öğretmenler, polisler, savcı ve hâkimler, sağlıkçılar, kaymakam ve valilerin Kürt oluşları dikkat çekicidir.

Türkçü-İslamcı düşünce ve davranışlarla asimilasyona tabi tutulan öğrenciler, festivaller ve yaz kampları adı altında yılın belli dönemlerinde kamplara alınmaktadır. Yurt ve kamp süreçlerindeki öğrenciler yetenek ve ilgi alanlarına göre sınıflandırılmakta, bu yeteneklerini geliştirmeleri ve devlete bağlılıklarını pekiştirilmesi amacıyla gösterdikleri başarı oranında yükseltilen fonlara bağlanıyorlar.

Bütün bu asimilasyon faaliyetlerin sevk ve idaresi ‘Yeşil Ergenekoncu’ Fetullah Gülen tarafından yürütülmektedir. Yurtlarda kalan öğrencilerin durumlarını Fetullah Gülen bizzat kendisi yakından takip ediyor. Yurtlarda Fetullah Gülen, görüntülü telefon üzerinden öğrenciler ile tek tek konuşuyor. Ayrıca yurtlarda Samanyolu TV dışında başka bir televizyon kanalının izlenmesi yasaktır. Sadece haftanın belli zamanlarında Mehtap TV’de Fetullah Gülen’in kendisinin katıldığı “Kırık Testi” isimli program, bütün yurtlarda topluca seyrettirilmektedir. İzlemek istemeyenler, üç defa mazeretsiz toplu eğitime gelmeyenler yurtlardan atılmakla karşı karşıya gelmektedir. Bunlar yanında Fetullah Gülen’in ‘Herkül’ isimli internet sitesinde yayınlanan mesajları yurtlarda ‘etüt’ adı verilen gece eğitimlerinde ders olarak işlenmektedir.

Fetullahın devşirme yurtlarında Kürt kızları pazarlanıyor

ABD tarafından Türkiye’deki ‘Yeşil Glaldio’nun başına getirilen Fetullah Gülen’in Kürdistan’ı Türkleştirme politikasında en büyük ideoloğu; Yahudi devşirmesi Avram Galanti olmuştur. Galanti, 1924’lerde İttihat Terakki tarafından uygulanan Kürdistan ve Anadolu halklarının inkâr ve asimilasyonuna önemli katkılar sunmuş, Türkiye’deki “tek”çi anlayışın teorisyeni olmuştur. 

Fetullah Gülen’in kendisine örnek aldığı Yahudi devşirmesi Galanti, Türkleşmenin bir tek yolunun okullarda yapılacak tek dilde eğitim ile Türk ulusunun birlik olabileceğini savunmaktadır. Galanti, “Bir topluluğun temsilinin (asimilasyonunun) ilk şartının o topluluğa kendi dilimizi öğretmek olduğu bir mütearifedir (bilinen şeydir). Bir dilin de ilk evvel bu mantık ve müessir yayın ve vasıtası okuyup yazmaktır. İnsanlık, büyük kitlelerin okuyup yazmasının henüz okuldan başka bir vasıtasını bulamamıştır. Bizim de bu vasıtaya müracaatımız zaruridir. Bölgedeki insanlara kendi dilimizde okuyup yazmayı öğretmek zorundayız. Bu şekilde leyli iptidailer (yatılı okullar) suretiyle tercihan ve müstacelen bölgeler Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel kurtarılmalıdır” düşüncelerini savunmaktadır. Ayrıca Galanti’nin İttihat Terakkinin hazırladığı Şark Islahat raporuna da önemli destekler sunduğu da bilinmektedir.

Şark Islahat Raporun en can alıcı bölümünde ise ''bir dili en iyi ve kolay öğreten anadır'' denilmektedir. Bunun için “bu mıntıkalarda kızların tahsiline bilhassa itina etmek temsili (asimilasyonu) bir kat daha kolaylaştıracaktır. Bölgedeki kızların Türklüğe tenessül etmeleri için belli merkezlerde Türk Ocakları ve kız mektepleri tesis edilmesi, kızların mekteplere rağbetlerinin suver-i adide ile temini lazımdır.”

- Kız okullarına önem verilerek, kadınların Türkçe konuşmaları sağlanmalıdır
  
-Kürt çocuklarının özellikle de kız çocuklarının ailelerinden uzaklaştırılıp asimile edilmesi ve Türkleştirilmesi için vaz geçilmez bir uygulama olacaktır.

-Şark illerinden kız alıp vermelerin yaygınlaştırılmalıdır. Bu şekilde aile ve çevresinin Türkleştirilmesi sağlanmalıdır.

-Planlanan bölge okulları, köy okulları ve meslek okullarının faaliyete geçirilmesi... Kız ve erkek misyoner yetiştirilmesi ve bunun için hususi müessese kurulması... Bölge halkından kabiliyetli ve küçükten asimile edilen gençlere yüksek tahsil imkânları sağlanması.

Yeşil Gladio şefi Fetullah Gülen, Galanti’nin inkâr ve soykırım fikirlerini günümüze formüle ederek Kürdistan’da-Kürt çocuklarının-Kürt kızlarının asimilasyonunu öncelikli görmüştür. Gülen, ‘kırık testi’ programında bu konuda şunları söylemektedir: “Anadil anadan öğrenilir. O bakımdan geleceğin annelerini, bugünkü çocukları Türklüğe asimile etmek çok daha önemlidir.” Fetullah Gülen’in kurmaylarına, taşeron partisi AKP’ye verdiği soykırım fetvaları sonrasında, Kürdistan’da kız çocukları evlerinden, ailelerinden, koparılarak-renkli kampanyalarla YİBO’lara, Işık-Nilüfer okullarına, kız meslek liselerine, pansiyon ve yurtlara dolduruldu. Bu okul, yurt ve pansiyonlarda kız çocuklarının Türk dili ve kültürü ile yetiştirilmesi artık bir devlet politikası olarak yürütülmeye başlandı.

Fetullah Gülen YİBO’lara, devşirme yurtlarına Kürt kızlarını doldurmak için devletin bütün imkân ve olanaklarını seferber etmekte, ulaşamadıklarına ise farklı projeler geliştirmektedir. Galanti’nin İttihat Terakkiye önerdiği gibi Kürt kızları ile cemaat çevresinin evliliklerini teşvik etmektedir. Gülen cemaatine bağlı kadınlar köy köy, mahalle mahalle dolaşarak genç kızları tespit ederek cemaat üyesi erkeklere ayarlamakla görevlidirler. Bunların başında polisler gelmektedir. Pilot bölge olarak seçilen Hakkâri, Şırnak, Van-Muradiye’de, Çaldıran talebe yurdunda Ağrı’da, Doğubayazıt’taki yurtlara polisler yoğun ilgi göstermektedir. Fetullah’ın yurtları Kürt kızlarını polislere pazarlama merkezlerine dönüştürülmüştür. Yurtlara gönderilen yeni yetme genç polislerin, fiziki yapıları düzgün, genç kızlarla ilişki kurarak evlilik adı altında bu kızları; İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Kayseri, Rize gibi şehirlere götürmektedirler.

Bu temelde AKP’nin Rize belediye başkanının Kürt kızlarını ikinci eş yaparak Kürt sorununun çözüleceği düşüncesi öylesine söylenmiş bir söz değildir. Fetullah Gülen’in bu konuda Herkül sitesinde yayınlanan görüş ve önerilerinden etkilenilerek söylenen sözlerdir.Kürt kadını hedef alan sözler sadece Fetullahın kadrolarından olan Rize belediye başkanı tarafından dile getirilmemiştir. 

Siirt valisinin “dağa çıkacaklarına fuhuş yapsınlar” sözleri de Fetullah’ın Kürdistan’da yürüttüğü başka bir faaliyeti deşifre ediyordu. Mardin, Siirt, Van-Erciş ve en son Dersim-Ovacık'ta yaşanan cinsel istismar olaylarında Fetullahçı kadroların isimleri geçmeye başladı.  En son Siirt’teki N.Ç. olayında da Fetullahçı kadrolar açığa çıkmıştı. AKP’nin 2002’de iktidara gelişi ardından Kürdistan’daki orta ve liselerde uyuşturucu (hap, esrar), porno dergi ve CD’ler elden ele dolaşmaya başladı. Kürdistan’daki bütün internet kafelerde birçok internet sitesine giriş yasak iken, porno sitelerine erişim engeli getirilmedi. Fetullah yandaşı TV’lerdeki erotik içerikli dizilerle Kürt gençleri pornografi teşvik edilmeye başlandı. Bütün bu çabalar sonucunda Kürdistan’da fuhuş olaylarında tırmanış yaşandı.

Cinsel istismar, fuhuş olayları Gülen’in Kürdistan’daki karanlık yüzünü oluştururken dinin öne çıkartıldığı eğitim kurumları ve yurtlarla ‘beyaz soykırım’ uygulanarak Kürt kızları başka şekilde bitiriliyordu.
Yurtlarda özellikle fiziği düzgün, gelişmeye açık, güzel kızlar seçiliyor. Fakir kesimden gelen bu kızlar kendilerine sunulan sınırsız maddi imkânlarla kandırılmaya çalışılıyor. ‘Gülen bataklığına’ battıkça daha çok batıyorlar. Gülen’in talimatı ile bunlara burslar verilerek özel-paralı kolej ve üniversitelerde okutuluyor. Özel burs ve eğitimlerden geçirilen kızlar mastır adı altında başta Amerika ve İngiltere olmak üzere Avrupa ülkelerine gönderiliyor.

Cemaatin örgütleme ağı dışında kalan Kürt kızları ise başka yöntemlerle avlanıyor. İl-ilçe milli eğitim müdürlükleri, üniversiteyi kazanan Kürt kızlarının isimleri ve gittikleri şehirleri bölgedeki Fetullah’ın kadrolarına vermekte, bu kadrolarda öğrencinin kazandığı şehirdeki kadroları bilgilendirmektedir. Üniversite adayı Kürt kızı ile ilişkilenen Fetullahçılar ücretsiz kalacak yer, karşılıksız burs, ücretsiz sosyal-sağlık imkânlarından yararlanma talepleriyle etkilemeye çalışıyorlar. Aynı zamanda aile ile de bağlantıya geçerek-ailenin rızası alarak faaliyetlerini sağlama alıyorlar. Yine okullarda başarılı olan cemaat üyesi genç-yakışıklı erkeklerle kızları ağlarına düşürüyorlar. Amaçlarına ulaşan cemaat kadrolarıyla ağlarına düşürdükleri kızlar evlendirilerek başlatılan soykırım süreci sinsi yöntemlerle devam ettiriliyor.

Bu öğrenciler çoğunlukla İstanbul’da toplanıyor ve ‘yeşil Gladio’nun örgütlenme ağı içindeki bütün sosyal imkânlardan yararlandırılıyor.  Sınırsız bir şekilde ücretsiz bütün taşıma araçlarına biniyorlar. Uçakla yapılan iç ve dış seyahatlerde sahip oldukları pasaport ve kimliklerle VIP’ten geçiş hakkına sahip oluyorlar. Yine ücretsiz olarak sağlık kuruluşlarından yararlanıyorlar. Kendilerine hediye edilen cep telefonları ile hiçbir ücret ödemeden telefon ve internet kullanıyorlar. 

Yurtlardaki fiziği güzel Kürt kızlarının devşirme süreci Fetullah Gülen’den gönderildiği söylenen eşarp vb. hediyelerle pekiştirilmeye çalışılıyor. Yapılan propagandalarla gelen hediyelerin sanki bir ilahtan geldiği izlenimi yaratılmak isteniyor.

Kürdistan’daki Kürt kızlarını hedef alan bütün devşirme operasyonları, ‘yeşil Gladio’ şefi Gülen ve etrafındaki şebeke tarafından yürütülürken Kürt kızlarının bütün masrafları başbakanlığa ait gizli ödenekten karşılanıyor.

PKK ve Kürt halkının inkârı-yok edilmesi ve asimilasyonu üzerine kendi iktidarını inşa eden İttihat Terakki zihniyetinin devamı niteliğindeki ‘Yeşil Ergenekon’ diğer adı ile ‘Yeşil Gladio’ ve onun şefi Fetullah Gülen’in tek amacı; tek dilli, tek kültürlü, tek kimlikli ve tek inançlı bir ‘milli Türk devleti’, yani Türklerden oluşan ulus-devletin devamını ve sürekliliğini sağlamaktır. Bu temelde Gülen’in cemaat kadrolarına Mehtap TV’den verdiği; “düşmanını(Kürtleri) alt etmek için her türlü yöntem farzdır” fetvaları Kürdistan’da yürütülen kirli savaşın bundan sonra çok daha sinsi ve tehlikeli yürütüleceği sonucu çıkmaktadır.

Yasin Kılıçkaya