3 Eylül 2011 Cumartesi

Mehmet Metiner Yine Kıvırdı

 

AKP Adıyaman milletvekili Mehmet Metiner, Youtube düşen ses kaydında Başbakan Erdoğan hakkında söylediği sözleri yalanlayarak, "Ben 2001 yılında HADEP'in Genel Başkan Yardımcısı'ydım. Bu dönemde böyle bir konuşma yapmış olabilirim" dedi. Oysa Metiner'in bahsettiği tarihte ne AKP iktidardaydı, ne de Başbakan Erdoğan diye biri vardı.

Youtebe'ye düşen ses kaydında "Ben Tayyip Erdoğan'la demokratik bir Türkiye inşaa edileceği kanaatinde değilim. Bir yerlerden icazet almaya çalıştı. Kürt sorununda çok antidemokratik ve geri..." sözlerini yalanlamayan AKP Adıyaman milletvekili Mehmet Metiner, ses kaydının internette yer alması sonrasında açıklama yaptı.

Böyle bir konuşmayı hatırlamadığını, Adıyaman'daki bayramlaşma sohbetleri sırasında böyle bir beyanda bulunmadığını belirten Metiner, "Eğer bu ses kaydının Adıyaman'daki bayramlaşma ziyaretinde çekilmiş bir ses kaydı olduğunu ispatlarlarsa ben hemen partimden ve milletvekilliğinden istifa etmeye hazırım" dedi.

Ses kaydını yalanmayan, sadece Adıyaman'da söylenmediğini ifade eden Metiner, açıklamasının devamında, "Ben 2001 yılında HADEP'in Genel Başkan Yardımcısı'ydım. Bu dönemde böyle bir konuşma yapmış olabilirim" iddiasında bulundu.

Oysa Metiner'in bahsettiği 2001 yılında ne AKP iktidardaydı, ne de Başbakanlık koltuğunda Recep Tayyip Erdoğan oturuyordu.

Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlını yürütürken, Siirt'te okuduğu Mehmet Akif Ersoy'un bir şiiri nedeniyle hakkında dava açıldı ve cezaevine konuldu. Aldığı 4 ay hapis cezasını Pınarhisar Cezaevi'nde geçirdikten sonra 24 Temmuz 1999 tarihinde tahliye oldu.

Refah Partisi'nin kapatılması ardından Erdoğan ve şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de içinde olduğu 'yenilikçi' kanat, 14 Ağustos 2001 tarihinde AKP'yi kurdu.

3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerde AKP tek başına iktidara geldi ve Abdullah Gül Başkanlığı'nda 58. hükümet kuruldu.

Recep Tayyip Erdoğan siyaset yasağı nedeniyle meclise giremeyince, o tarihte CHP'nin de desteğiyle Anayasa değişikliğine gidildi ve 8 Mart 2003 tarihinde Siirt'te yenilenen seçimlerde Erdoğan meclise girdi. 11 Mart 2003 tarihinde Abdullah Gül hükümeti istifasını verdikten sonra, yeni hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Erdoğan'a verildi. Erdoğan başkanlığındaki 59. hükümet ise 15 Mart 2003 tarihinde kuruldu.

Yani Mehmet Metiner'in, "HADEP Genel Başkan Yardımcısı iken Başbakan Erdoğan hakkındaki sözleri söylemiş olabilirim" sözleri gerçekleri yansıtmıyor. Çünkü Metiner'in anlattığı tarihlerde Erdoğan Başbakan değildi.

Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde Mehmet Metiner uzun dönem Erdoğan'ın danışmanlığı görevini yürütüyordu. Erdoğan'ın özel kaleminde yaşanan bir kadın meselesi nedeniyle Erdoğan tarafından belediyeden kovuldu.

İslamcılardan rantı kesilen Metiner, daha radikal bir karar alarak Gündem gazetesi ve HADEP'ten rant sağlama arayışına girdi. 2000 yıllarında gündem gazetesini telefonla arayan Metiner, gazetenin yetkili kişisiyle görüşmek istediğini söyledi. Genel Yayın Yönetmeni'ne, "Kürt olduğum için Erdoğan beni Büyükşehir Belediyesi'nden kovdu" diyerek gazetede köşe yazmak istediğini söyledi.

Gazete yönetimi, politikası gereği Kürt ve sol muhaliflere kapısını açtığı için Genel Yayın Yönetmeni konuyu gazetenin yönetim toplantısında dile getirdi. Yapılan toplantı sonucunda Metiner'e de köşe verilmesi oy birliğiyle kararlaştırıldı. Metiner de zaman zaman eşi ve kızı ile gazetenin İstanbul Kazlıçeşme'de bulunan merkezini ziyaret etmeye başladı.

"Bilgasayarım yok" diyen Metiner'in evine bizzat Gündem gazetenin teknik ekipleri bilgisayar satın alıp evine bilgisayar ve teknik donanımı kurdu. Metiner daha sonra HADEP'e üye oldu, Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildi. Kendisine maaş bağlandı.

Köşesinde dilediği gibi at koşturacağını sanan Metiner 2002 yılında gazeteden kovuldu. HADEP'den de istediği rantı sağlayamayacağını anlayınca buradan da atıldı.

15 Mart 2003 tarihinde Başbakan Erdoğan'ın hükümeti kurması ardından bazı gazetelerde ve çıktığı televizyon programlarında Erdoğan'a methiyeler düzdü. AKP ve cemaatle paslaşması sonucunda Güney Kürdistan'a defalarca gitti ve burada müteahhitlik yaptı. Halen Güney Kürdistan'da iş alanında yatırımları var.

Metiner, 2003 yılından itibaren Erdoğan'a gazetelerde ve ekranlarda dizdiği methiyeler ve yaptığı dalkavukluğun karşılığını 12 Haziran 2011 tarihinde Adıyaman'dan AKP milletvekili olarak aldı.

TAYLAN ESMER - ANF

Korku Ve Saygı

Kürt halkı arasındaki birliği yok etmeyi iktidar yatırımı olarak gören Türk ırkçı zihniyetinin gücüne giden, kürt halkını yok edememiş olması ve bu yok etme girişimlerine karşılık inatla gösterilen direniştir.Tarihin en büyük, en çetin isyanına tanıklık eden bir kuşaktan, gelecekte zalimlere karşı bir nokta bile korku bırakması mümkün olmadığı halde, sindirme ısrarını sürdüren bir devlet geleneğinin,meşruiyetinin devamı mümkün degildir. Zamanla reklamı yapılan, feodal benzetimler, çağdışı saldırganlığımız gibi yanılgıların artık zamana sığmadığını görememekte, güvence sorununu daha derinliğine kazmaya götürmektedir. Kürt halkının ırkçı devlete karşı güven duymasi gereken hiç bir adım, zaman birimi ve imkânı olmamıştır.

BDP ile PKK arasındakı mesafeyi uçuruma sürükleme arzusuyla yanıp tutuşan devlet kurumlarının, iktidar postalıyla yola çıkan günübirlik aydınlarının örneklerine bakılırsa tehditkâr oldukları gözden kaçmaz bir durum belirtimidir. Sanki bütün bu savaşı kürt halkı başlatmış, sanki siyasi tutuklular huzur tatiline çıkarılmış, parçalanan çocuklar Puzzle meraklısıydı da,bu sefer Barış sürecini baltalayan PKK olmuş.

Bir Ortadoğu Design projesi olarak gördüğüm olaylardan birisi olan Mavi Marmara hikâyesine Birleşmiş Milletlerin verdiği rapora bakındığımızda ortaya şöyle bir durum çıkıyor.

1-Hukuk dışı saldırılardan yakınan Türk devleti,kendi anayasa işleyişini görmemekte, katlettigi sivilleri görmezden gelmektedir.

2-Devletlerin, hukukun üstünde olmadığını iddia eden Davutoğlu’nun, kendi devletini istisnai bir devlet olarak 'Hukukun üstünde tutarak' başta kürt halkı olmak üzere diğer etnik gruplar üzerindeki baskısını da meşru görmektedir.

3-Sürekli ' Insanlik Dışı Abluka ' olarak lanse edilen hikâyenin karşılığında geliştirilen Silah anlaşmalarını, kürt halkının üzerine çevirmekle kendisini ' Bir Sömürge Devleti ' kılıfından kurtarmaya çalışmakta,günümüze kadar canlılığını koruyan OHAL bileşenlerini de yine 'Hukuk Dayatısı' olarak algılamaktadır.

4-Gayet duyarlı gözüken bir 'Dış Politika' izleniliyor olmasi yalancıklarını, Ortadoğu ve Kuzey Afrikadaki diktatörlerin bedel ödemesi gerektiğine olan inancını 'Sömürge Devletlerle' yapılan anlaşma geregi olduğundan dem vurmayan bir dış politika stratejisinin, Iceride sergilenen tüm saldırganlığı da ' İç Politika'nin demokrasi doğrultusunda bir 'bedel ödemesi' zorunluluğu bilincine varamamasına yol açıyor.

5-Eğer duyarlı bir devlet gibi gözüküyor yapıp,hukuk hasretiyle tutuştuğunuzu iddia ediyor,saldırganlığınızı 'Satılmış' medyanızla şirine göstererek Demokrasiye varmayı arzuluyorsanız, ortaya şöyle bir tablo çıkması kaçınılmazdır.

-Kürt halkina dayatılan korkuya karşılık, devlet kurumlarına olan itaatsizliğin yayılması,yapılan sivil katliamların uluslararası mahkemelere taşınması ve benzeri eylemsellikler olacaktır, olmalıdır.

Ayrıca Sayın Barzani'nin Özgürlük Hareketine teslimiyeti dayatmasını da anlayamadığımı söylemeliyim. 30 senedir verilen bu onurlu mücadeleyi, devletin baskıcılığına sonsuz saygıyla boyun eğmemiz gerektigini söyleyeceğine ; Güney Kürdistandaki Türk sömürge güçlerinin karakollarını, geleneksel rant paylaşımını, siyasi baskıları ortadan kaldırsın. Korkuya karşılık saygı gösterilemez.Kim olursa olsun, kürt halkının icine ' korku' bırakmaya gücü yetmeyecektir.Güç denemek isteyenlerse,direnişimizden korkuyla geri tepecektir.

Reşit Ballıkaya

İç Savaş Politikaları

AKP Genel Seçimleri milliyetçi-İslamcı çizgide sürdürmesine karşın %50 oy almıştı. Seçimin diğer galibi de AKP’yi bölgesinde yenen BDP idi. PKK’nin Silvan baskınından (12 şehit’ten) sonra “Ramazan ayını bekleyin!” dedi Başbakan. Bu, uygulayacağı şiddetin yanında BDP, DTK ve bazı STK’ları tutukla(t)ma anlamına da geliyordu. Murat Karayılan’ın devlet televizyonları ve ajanslarında İran’a yakalandığı haberi bir iki gün flaş haber olarak verildi. Normal değildi. ABD’nin organizasyonluğunda sağlanan Irak, Türkiye ve İran işbirliğiyle İran’ın Kandil’i ele geçirme operasyonu devredeydi. Kürt Sorunu karşısında (iki düşman) İran’la ABD dahi bir araya geliyordu. Bu da normal değildi. Kürt Federe Bölgesi’nin kendi topraklarını İran’a karşı korumaması da tuhaftı. Ama tuhaf olmayan bir durum vardı, o da “savaş” iki tarafça da yöntem olarak seçilmişti.

Olaylar Başbakanın konuşmasının dozunu artırmak zorunda bıraktı. “Ramazan’a hürmeten duruyoruz. Bıçak kemiğe dayandı. Bölücü terörle aralarına mesafe koymayanlar (BDP’yi kastediyor) da bedelini ödeyecekler. Açık söylüyorum, faturası ağır olacak.(14 Ağustos)” “Bu cinayet şebekesi (PKK) bertaraf edilecek. Meşruiyet çizgisine gelmek isteyenler (BDP’yi kastediyor) şimdiden pozisyon alsınlar!(16 Ağustos)” Ve nihayet Hakkari-Çukurca’da (17 Ağustos 2011) 8 asker şehit edildi. Bir korucu da öldürülmüştü. Başbakan’ın artık sevap-günah çizgisi kalmadı: “Ramazan’a hürmet kalmadı! Bundan sonra konuşulmaz, uygulanır!” Günlerce Türk uçakları PKK’nin kamplarını bombalamaya başladı. Ve bu arada Türk savaş uçakları Kandil’i vurayım derken biri altı aylık bebek olmak üzere dördü çocuk yedi günahsız kişiyi yolculuk yaptıkları otomobillerinde vurdu. Ölürken anne bebeğine sarılmıştı. Hani biz birilerine bebek katili filan diyorduk ya, işte o unvanı da elde ettik! Bu yazımı yazdığım anda bile Diyarbakır semalarını savaş uçakları yırtıyordu.

Başbakan 18 Ağustos’ta toplanan MGK’ye savaş konseptini kabul ettirdi. OHAL’e rahmet okutacak bir savaş planından söz ediliyor: Kırsalda operasyonlar (Özel Harekât Polis Timleri’yle Jandarma Özel Harekât Birlikleri) yoğunlaştırılacak ve özellikle Hakkari ve Şırnak’ta özel(!) operasyonlar yapılacak, sivil toplum örgütleri susturulacak. Adı konmasa da “Süper Vali” uygulamasına geçilecek.(Bazı korucular uzun bir zamandır Bölge’de kontra görevi yapıyorlar.) Başbakan’a akıl veren akil(?!) yazarlar vardı: Hükümetin, Sri Lanka’nın Tamil’e saldırısını örnek almasını öğütlüyorlardı. Ülkede zaten yer yer “linç” girişimleri yaşanıyor(du). Polis arabuluculuk dahi yapmıyor(du). Olanları benimsemek doğru olamazdı.
Başbakan Kürtlere “terör örgütü üyeleri” gözüyle bakamaz! Özel savaş birliklerinden medet umuyor: Onu bu konuda pohpohlayanların medyadan kazandıkları parayı merak ediyorum! Sık sık görüştükleri Öcalan’a tecrit uygulamaya başladılar, avukatlarıyla görüşemez oldu. AKP’nin yapmayı planladığı yeni anayasada Kürt sorunu çözümünde 12 Eylül Anayasası’nı aşacak bir niyeti yok. Başbakan’a yağ çeken gazete(ci)ler ona dostluk ettiklerini sanmasınlar. Taraf ve Emre Uslu, Hakkari’ye niye bu kadar düşman? Polis kökenli Uslu’ya göre PKK Hakkari’de “İkna Odaları” kurmuş. [Demek ki Hakkari’de AKP’nin oy almama nedeni bu olmalı(!)] Bayramdan sonra olacaklara (devlet terörüne) bahane yaratmaya çalışıyor Emre Uslu. Çoğu kez doğruları yazan Ahmet Altan bu seviyedeki kimi yazarlarının sihirbazlığına yol vermemesi gerekir(di). Sen “büyük” bir yazarsın Ahmet Altan, senin böyle kışkırtıcı tipli yazarlara ihtiyacınvar? Neden gazeten (Taraf) AKP taraftarı durumunda, neden objektif yayıncılık yapmıyor? Oysa ben sırf seni okumak için Taraf’ı alıyorum.
1990’lara benzer bir konsept hazırlanıyor. 90’lar tekrarlanabilecek mi? Kürtler, Türkler buna müsaade edecek mi? %50 oy’(un)a mı güveniyorsun? İktidar niyetli gözüküyor: Kontra faaliyetleri, maskeli baskınlar, Jitem’in yaptığı gibi gerilla kıyafetleriyle köyleri basıp öldürmeler? PKK’nin de karşısına her çıkanı öldürmesi mümkün ? Yine aydınlar, gazeteciler, yazarlar, işadamları kaçırılıp öldürülecek mi? “Ölüm Listeleri” hazırlanacak mı? Ya “Tutuklanacaklar Listeleri”? Yeni Mehmet Ağarlara, İbrahim Şahinlere, Korkut Ekenlere düşecek mi? Mehmet Ağarlara yüklü paralar vererek isimlerini listeden sildiren Kürt zenginlerin olduğunu gazetelerde okuduk. Bir eski özel harekâtçı her şeyi itiraf ediyor. Devlet (Hükümet) bu kadar çıldıracak mı? AKP bir savaş hükümetine dönüşmüş durumdadır. TSK’yı eline geçirmiş, Ergenekon’u Yeşil’e boyamış bir yönetim olarak-ne yazık ki!-savaştan beslenen bir iktidar biçimine dönüşmüş(tür). Eskiye dönüp bir baksın AKP, Mehmet Ağar nerede şimdi? Tansu Çiller nerede? İbrahim Şahin nerede? DYP diye bir siyasi parti (ve oyu) kaldı mı?

Kimin İslamı?

Sinan Şahin Aram Yayınları'ndan çıkan "Kimin İslamı?" adlı kitabıyla peygamberlerin mücadelesine, iktidarcı-karşı İslamcı güçlerin tarihsel kökenine inerek Kültürel İslam'a değiniyor.

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile Yeşil Kuşak projelerini detaylı bir şekilde anlatan Şahin, toplumsallığın temel dinamiklerinden biri olan İslam'ın iktidar unsuru haline gelmesiyle yarattığı sonuçları gözler önüne seriyor.

"Paradigmasal Değişimde Kuantum" adlı kitabından sonra, tarihsel-toplumsal araştırma ve incelemelere devam eden Sinan Şahin, peygamberlerin mücadelesine, iktidarcı karşı İslamcı güçlerin tarihsel kökeni ile kurtuluş teolojilerine ışık tutarak "Kimin İslamı?" ile yeniden okuyucuların karşısına çıktı. Aram Yayınları'ndan çıkan kitabına neden "dincilik sorusu?" ile başlayan Sinan Şahin, mitolojik çağlardan bu yana egemen güçlerin insanı esas alarak kendi insanlığını yaratmış olduğu alanlarda tutsak etmeye çalıştığını belirtiyor. Şahin, tespitini var oluşun sürekliliği için gerçekleştirilen cinsel eylemin endüstri tarafından ne hale getirildiğini; insanın maddi, manevi dünya ile kurduğu ruhsal, imgesel bağın dışa vurumu olan sanatın bugün insanlığı nasıl yerlerde süründüren bir manipülasyona dönüştüğü gerçeğini geniş örneklerle açıyor.

'İlk kimlik ile animizm'

İnsanın ilk kimliğinin inanç sahasında elde ettiğini dile getiren Şahin, tezini "animizm"den (canlı doğa) örnekler ile derinine açarak kuantum fiziğinin "gözlenen-gözlemci" ikileminden "ilkel insan"ın, kendi öz duyuş ve dileyişini çevresindeki dünyada etki gösteren kuvvetlere yükleyerek bu dünyadaki ruhların kendisine iyilik yapması için canlı doğaya taptığını belirtiyor. Bu örnekle Şahin, söz konusu dönemin günümüzün aksine insanın doğa güçlerine karşı bir direniş ya da tahakküm içerisine girmediğini, doğaya iyi davranarak ondan da iyilik beklendiğini kaydediyor.

Canlı doğaya tapmanın neticesinde putların oluştuğunu belirten Şahin, kitabında her klan için putun bir kimlik haline geldiğini anlatarak insanlığın aidiyetlik duygusu hissetmesi durumunu çözümlüyor. "Sürü'den ayrılanı kurt kapar" sözü ile toplumsallığı geniş ve çarpıcı örnekler aracılığıyla anlatan Şahin, toplumsallığın kök hücrelerinin oluşum tarihi ile inanç tarihini kesiştirerek ortak paydada buluşturuyor.

Marksizm'e 'metafizik' eleştirisi

Descartes'in insanı "Bir saatin dişlisi" olarak tanımlayıp robot gibi ele alıp pozitivist yaklaşım ile toplumsallık-inanç ikilemine olan yaklaşımını eleştiren Şahin, Marksizm'in metafiziği red edip tamamıyla devlet tekeline bırakarak yaşamın ideolojik düzenlenişini egemen güçlere devrettiğini dile getiriyor. Kapitalist modernite ile beraber ulus-devletin "tanrının yeryüzüne inmiş hali" olarak şekillendiğini dile getiren Şahin, inancın salt manevi dünyayı ilgilendiren bir durum olmaktan öte, ekonomik-siyasal-sosyal-kültürel veya bir bütün olarak ele alınması gerekliliği üzerinde duruyor.

'Peygambersel çıkışlar'

Peygambersel çıkışlar üzerinde duran Şahin, ilk peygamber Hz. Âdem üzerinden "bilgi ağacının meyvesi" örneklemesi ile egemenlerin insanlarla olan ilişkisini çarpıcı bir dile ile ele alıyor. Şahin, Hz. Âdem, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. Muhammed'in toplumların zihniyetlerinin gücüne dayanarak fikirlerini inşa etmeye çalıştığı noktasında durarak peygamberlerin öz yaşamını detaylı ve farklı bir pencereden devrimci çizgide değerlendiriyor. PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın, Hz. Muhammed ile ilgili tespitlerine değinen Şahin, Hz. Muhammed'in devrimci ve ahlaki toplumu din ile kurma çabasına değiniyor. Peygamberlik geleneğini demokratik komünal değerlerin tarihi bağlamında bir sistem karşıtı mücadele olarak ele alan Şahin, tek tanrılı dinlerin bir ürünü olan feodal dönemi ise "olgunlaşmış kölelik" olarak anlatıyor.

'Gerçek Müslümanlık Hz. Muhammed'in ölümüyle sonra ermiştir'

Devletçi sistemi değerlendiren Şahin, bu sistemin üç sacayağının olduğunu dile getirerek bunları "Toplumun parçalanmasının meşrulaştırılması, toplum-doğa ilişkisinin iktidar eksenli ele alınması ve erkek-kadın özgür birlikteliğinin yok edilerek cinsiyetçiliğin inşa edilmesi" olarak nitelendiriyor. Devletleşmenin tohumlarının atıldığı Sümerlerden de dem vuran Şahin, panteonları anlatarak devletli gelenek ile özne-nesne yer değişimini gözler önüne seriyor. İslam-karşı İslam tezi ile iktidarcı güçlerin İslam'ın fethine yönelik tarihsel girişimleri üzerinde duran Şahin, Hz. Muhammed'in vekili konumunda olup toplum nazarında sevilen ve kutsal sayılan halifelerden üçünün neden eceli ile değil de öldürüldüğü sorusunu sorarak taht-iktidar mücadelesine ışık tutuyor. Öcalan'ın "Gerçek Müslümanlık Hz. Muhammed'in ölümüyle sonra ermiştir" söylemine atıfta bulunan Şahin, İslamiyet'in Hz. Muhammed ölümünden hemen sonra günümüze kadar gelen süreçte nasıl bir baskı ve sömürü aracı gerçeği haline geldiğini detaylı bir şekilde anlatıyor. Şahin, karşı İslam'ın anlaşılması için durumu kökeninden ele alarak okuyucuya sunuyor. Yer yer İslam'ın iktidarın yani Muaviye'nin eline geçişini örneklerle anlatan Şahin, Muaviye'nin halife olması ile yepyeni bir dönemin açıldığını belirtiyor.

'Osmanlı'dan TC'ye İslam'

Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne İslam'ı irdeleyen Şahin, Türk boylarını 1071'de Anadolu'ya girişinden ve İslam'la tanışmasından ele alıp günümüz Diyanet İşleri'ni Şeyh-ül İslam'a benzetiyor. Nakşilik-Fethullahçılık-Nurculuk ya da Hizbullahçılığı açan Şahin, bunların NATO ile bağlantısını gündemine alıyor. Günümüzde NATO'nun yeni düşman tanımı ile Yavuz Sultan Selim süreci arasındaki benzerlikler üzerinde duran Şahin, AKP-Gülen misyonunu derinlemesine inceliyor. Kitabında siyasal İslam'ın Türkiye'de yürürlüğe girişinin tüm yönlerini ele alan Şahin, Ergenekon davaları ile Fethullah Gülen'in emniyetten sonra askeriyeyi de kontrol altına almak isteyişini yorumluyor. M. Kemal Atatürk'ün Şeyh-ül İslam'ın yönelimlerini hesap ederek TBMM'nin açılışını 22 Nisan yerine 23 Nisan Cuma gününe alışını ve açılışta "Saltanat ve Hilafetten kurtuluş amacıyla görev yapmak için kurulacak olan Meclis'i Allah'ın lütfüyle Cuma namazından sonra açacağız" söylemini anımsatıyor.

'Mahirler ve Denizler katledildi, Tayyipler ve Fethullahların önü açıldı'

Soğuk savaş süreci ile beraber Türkiye'nin ABD ile ortak hareket etmeye başladığını belirten Şahin, ABD eksenli Truman siyasal planı, Marshall ekonomik doktrini ve NATO askeri savunma konseptini derinlemesine açıyor. 68 Kuşağı'nın Türkiye'yi demokratik ve sosyalist bir ülke konumuna getirmesi durumu karşısında önlem alan ABD'nin o yıllarda siyasal İslam'ın temellerini attığını dile getiren Şahin, Mahirler ile Denizler'in katledilmesi ile beraber Tayyipler ile Fethullahlar'ın önünün açıldığına vurgu yapıyor.

'Yeşil Kuşak projesi'

Yaşananları Yeşil Kuşak projesi olarak yorumlayan Şahin, bu politikanın 1974'te Erbakan-Ecevit hükümeti ile pratikleştiğinin altını çiziyor. 11 Eylül saldırıları ile başlayan Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) 50 İslam ülkesinde nasıl yaşamsallaştırılmak istenildiğini açan Şahin, Fethullah Gülen'i ise "Dedesinin sarığı üzerine Amerikan kepi takan vaiz" olarak tanımlıyor. Gülen Cemaatini de "Truva atı" olarak betimleyen Şahin, cemaat ile AKP'yi batıdan İslam dünyasına sokulmaya çalışılan ve kapitalist moderniteyi Ortadoğu'ya yaymak üzere görevlendirilen ılımlı-kontrolü "İslamcılar" olarak belirtiyor.

'Devletle buluşan siyasal İslam hak, adalet vicdan ve ahlakı yok ediyor'

Şahin, kitabının son bölümünde Kürt özgürlük hareketine karşı Diyanet+Hizbullah+Fethullah+özel ordu kuşatması derinlemesine detaylandırarak bölgedeki temel sorunları ise maddeler halinde açıklıyor. Siyasal dincilik ile PKK Lideri Öcalan ve Kürt mücadelesinin tasfiye edilmek istendiği üzerinde duran Şahin, siyasal İslam'ın devlet ile buluşarak İslam'ın kültürel değerleri olan hak, adalet, vicdan ve ahlakı yok ettiğini, toplumsallığı dağıttığını dile getirerek kitabını sonlandırıyor.

DİHA