29 Ekim 2012 Pazartesi

KCK: 30 Ekim 'Artık Yeter' Deme Günü

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, Topyekün Direniş Günü’ ilan edilen 30 Ekim’de genç yaşlı esnaf emekçi kadın erkek tüm Kürdistan halkını yaşamı durdurmaya çağırdı. “30 Ekim zulmü reva görenlere artık yeter deme günüdür” dedi. Cumhuriyetin 89. Yıldönümüne de dikkat çeken KCK, “bir yanda bayram bir yanda direniş ve ağıt. Bu tezatlık aşılmadan Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünden bahsedilemez” ifadesini kullandı.

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı yaptığı yazılı açıklamada, Cumhuriyetin 89. Kuruluş yıldönümünün karşılandığının altını çizdi. Cumhuriyet’in kuruluşunda Kürt ve Türk halklarının ortaklaşa mücadelesi bulunmasına rağmen, 1 yıl sonra Kürt halkının yok sayılarak Türkleştirilmek istendiğini belirtti. 89 yıldır tekçi-ırkçı bir anlayışla Kürdistan’da sürdürülen soykırım ve katliamlar temelinde Cumhuriyetin inşa sürecinin geliştirilmek istendiğini kaydeden KCK, “bu nedenle toplumsal gerçeğe dayanmayan, Türkiye’nin değil Türklüğün Cumhuriyeti olan bugünkü Cumhuriyet ve Bayram gerçeği, halen toplumsal ayakları üzerine oturtulmuş değildir” dedi.

Üzerinden 89 yıl geçmiş olmasına rağmen bugün de AKP iktidarının tekçi-ırkçı politikalarla Kürt halkı üzerinde soykırım siyaseti yürüttüğünü ifade eden KCK açıklaması şöyle devam etti:

BİR YANDA BAYRAM DİĞER YANDA DİRENİŞ

“Bu haksızlığa ve yok edilmeye karşı insanüstü bir fedakarlıkla direnen Kürt halk gerçeği karşısında bu sorunu çözmeden Cumhuriyetin çağa uygun bir gelişmeyi ve demokratikleşmeyi yaşaması mümkün değildir. Bugün, soykırıma dayanan Türk milliyetçiliği 29 Ekim gününü bir bayram olarak kutlarken, Kürt halkı da halk olmaktan kaynaklı doğal hakları için bedenini ölüme yatırmış öncüleri etrafında direnişi geliştirmektedir. Bu büyük tezatlık giderilmeden Türkiye’nin birlik, bütünlük ve barışçıl bir toplumsal yapı olmasından bahsedilemez. Türkiyeli aklıselim her siyasetçinin gerçekçi ve empatiyle düşünmesi halinde bu tezatlığın görülmemesi mümkün değildir. Fakat bugün bu tezatlık görülmesine rağmen 89 yıl önceki siyaset anlayışıyla Kürt halkının haklarının tanınmamasında diretilmekte, bu uğurda her türlü bastırma ve katliamlar reva görülmektedir. Bu biçimde Türk resmi siyaseti bir taraftan ‘katliamcılık’ diğer taraftan ‘halkçılık’ ve ’ileri demokrasicilik’ sallanan bir hezeyana dönüşmüş bulunmaktadır. Bu nedenle söz konusu Kürt ve Kürdistan oldu mu her şey inkar ve yalana oturtulmakta, tarihin en ağır iki yüzlü mizanseni sergilenmiş olmaktadır. Bugün bir taraftan bayram kutlanırken, diğer taraftan ağıt ve direnişin sergilenmesinin gerçek hikayesi bu hakikate dayanmaktadır.”

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, cezaevlerinde esir tutulan Kürt halkının öncü kadrolarının başlattığı açlık grevinin 48. Gününe gelmiş olmasına rağmen AKP Hükümeti’nin duyarsızlığını sürdürdüğüne dikkat çekti. Açıklamada şunlar kaydedildi:

‘TUTSAKLARIN TALEPLERİNİN REDDİ SOYKIRIMDA ISRARDIR’


“Tutsakların ileri sürdüğü taleplerin karşılanması, aynı zamanda Cumhuriyetin başından beri var olan bir sorununun çözüm kapısını da aralayacağı için sadece direnişçiler ve Kürt halkı için değil, tüm Türkiye halkları için önemli bir hususu ihtiva etmektedir. Karşılanması mümkün olan bu taleplerin karşılanmamasında ısrar, Kürt halkı üzerindeki soykırım politikasında ısrar ve savaşın sürdürülmesi anlamına gelmektedir. Kürt halkının en güzide evlatlarının canını ortaya koyarak sürdürdüğü bu direniş tarihsel bir öneme sahip olup, Kürt halkının özgürlüğü ve Türkiye’nin barışı açısından büyük bir değer taşımaktadır. Bu anlamlı direnişte şahadetlerin yaşanmaması ve isteklerin karşılanması için tüm Kürdistan halkının ve Türkiye’de barıştan, demokrasiden yana olan tüm kesimlerin bu eylemle tümüyle bütünleşmesi ve bütün gücüyle sahip çıkması gerekmektedir. Şüphesiz halkımız bugüne kadar çok büyük fedakârlıklarla direnişçilere sahip çıkmayı esas almıştır. Dün Mardin-Şemrex’de ve yine Hakkâri’de Türk devletinin tüm saldırılarına rağmen halkımız direnmiş ve devletin saldırıları sonucu Şemrex’de bir yurtsever ağır yaralanmıştır.

‘30 EKİM’DE HAYAT DURMALI’

Bu çerçevede BDP’nin, açlık grevindeki tutsaklarla dayanışmak amacıyla, 30 Ekim günü (yarın) yaşamı durdurma ve çeşitli etkinliklerle bu tarihsel direnişi gündeme taşıma kararı yerinde bir karar olduğu gibi, aynı zamanda tüm halkımızın desteklemesi gereken bir karar ve herkesin katılması gereken bir insani eylemselliktir. Gün halkımıza zulüm ve zorbalığı reva görenlere Artık Yeter’ demenin günüdür. Gün, Kürt halkının kimliğine ve Önderliğine sahip çıkma ve özgürleştirme günüdür. Gün, tüm insanlığın olduğu gibi Kürt halkının da bir halk olarak anadil hakkını elde etmesi için büyük fedakarlık yapma günüdür. Bu temelde 30 Ekim günü, kadın-erkek, genç-yaşlı, esnaf-emekçi ve her kesimden tüm Kürdistan halkını yaşamı durdurmaya, çok çeşitli eylem ve etkinliklerle zindanlarda yükselen direnişe ses olmaya çağırıyoruz.”

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı bazı AKP’lilerin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük hakaret içeren sözlerine de şöyle yanıt verdi:

AKP’LİLERE UYARI

“Başbakan’ın gözdesi ve AKP’nin bugün yürüttüğü ırkçı-şovenist-inkarcı çizginin mimarı durumundaki zat, sürekli bir biçimde Kürt siyasetini ve siyasetçilerini, şoven-egemen ulus zihniyetiyle küçümseyen ve aşağılayan bir dil kullanırken, en son alçakça bir biçimde Kürt Halk Önderliği’ne dil uzatarak Önder Apo şahsında halkımıza büyük hakaret anlamına gelen sözler sarf etmiştir.

‘Kapısında ne kadar havlarsa sırtının o kadar sıvazlanacağını bilen ve daha fazla kemik olanağına kavuşacağını düşünen köpek misali’ AKP avlusunda avazı çıktığı kadar bağırıp çağıran ve Kürt halkına olmadık hakaretler yapan bu soytarının soytarısı haddini bilmek zorundadır. Buna bu cesareti veren sahipleri, bu kişinin daha fazla havlayarak ortamı tahrik etmesine ve daha fazla kan dökülmesine zemin sunmasına fırsat vermemelidirler.

Bir taraftan KCK adı altındaki Kürt siyasetini soykırımdan geçirmenin teorisyenliğini yapan bu kişilik diğer taraftan ise çok pişkince Kürtlerin demokratik siyaset yapmasından dem vurmakta ve gerçeklerle alay edercesine topluma saygısızca yaklaşmakta, açıkça gerçekleri çarpıtmakta ve yalan söylemektedir. İleri sürdüğü tezler pratikte çürütülmesine ve başarısız kılınmasına rağmen başarısızlığı başarı gibi göstermede ustalaşmış bu gevezenin AKP’de horozu öttüğü müddetçe AKP’nin Kürt sorununu demokratik yollarla çözmesi mümkün değildir.”


‘BAŞBAKAN VAN’DA YALAN SÖYLEDİ’

Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın depremin yıldönümünde Van’da yaptığı konuşmaya da tepki gösteren KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, “Kürt Özgürlük Hareketi’ni karalamak için her türlü yalan teoriyi geliştirmekten ve bu teorileri esas almaktan çekinmeyen Başbakan, en son Van’da yaptığı konuşmada gerçekleri bir kez daha çarpıtmış, Kürt demokratik kurumlarının Van halkıyla dayanışma amacıyla geliştirdiği kampanyalardan elde edilen gelirlerin hareketimize aktarıldığını beyan etmiştir. Türk Başbakanı, bu iddiaları öne sürerken elinde belgelerin olduğunu da ilan etmiştir. Başbakan’ın bu iddiaları tamamen yalan olup, Kürt Özgürlük Hareketi olarak kendisini, elinde olduğunu ileri sürdüğü belgeleri yayınlamaya çağırıyoruz” dedi.

‘KÜRT HALKI TOPLUMSAL İRADESİNİ ORTAYA KOYMALI’


KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı açıklamasında son olarak şu çağrıda bulundu:

“AKP’nin ve Türk sömürgeciliğinin bu kadar yalana ve psikolojik savaşa başvurmasının, yine gelişen direnişe ve çağrılara kulak tıkatmasının nedeni, Özgürlük Hareketi’nin büyük başarılar kazanarak Kürt sorununu çözüm aşamasına taşımasıdır. Kırk yıldan bu yana Önder Apo’nun öncülüğünde Kürt halkının binlerce evladını feda ederek bin bir emekle yürüttüğü bu mücadele artık sonuç alma aşamasına gelmiştir. Sömürgeciliğin her türlü katliamı, saldırısı ve çabaları bu yürüyüşü durduramadığı gibi bundan sonra da durduramayacaktır. Tüm halkımız bu gerçeği bilmeli ve bu temelde bütün gücüyle ve bütün olanaklarıyla serhildan hareketini zirvesel düzeye çıkarmak, sömürgeci-faşist zulme dur demek ve Kürt analarının dökülen gözyaşlarını durdurmak için devreye girmeli, özgürlük ve demokratik çözüm iradesini en güçlü-nitelikli kitlesel eylemlerle göstermelidir. Tüm halkımızı ve Kürt halkının tüm dostlarını tarihin bu önemli aşamasında cezaevi direnişçilerine daha fazla sahip çıkmaya ve toplumsal iradeyi ortaya koymaya çağırıyoruz.”


ANF

DTK, 30 Ekim’de ‘TOPYEKÜN DİRENİŞ’e Çağırdı

PKK ve PAJK’lı tutsakların Türk cezaevlerinde 12 Eylül’den bu yana bedenlerini ölüme yatırarak sürdürdükleri açlık grevine dikkat çeken DTK, 30 Ekim’de “Topyekûn Direniş” çağrısında bulundu. DTK, “Kürt halkının tutsaklarla aynı amaçlar etrafından bütünleştiğini tüm dünyaya göstermek tarihi bir sorumluluktur” dedi.

DTK, yaptığı yazılı açıklama ile Türk cezaevlerinde PKK ve PAJK’lı tutsakların bedenlerini ölüme yatırarak 48 gündür sürdürdükleri süresiz dönüşümsüz açlık grevine dikkat çekti. BDP’nin 30 Ekim günü hayatı durdurma yönünde almış olduğu “Topyekûn Direniş” kararına katılım sağlamaya çağrıda bulundu.

Kürt halkının tarihe geçecek olan bir süreci yaşamakta olduğu ifade edilen açıklamada, “Halkımızın değerli evlatları tüm cezaevlerinde yaşamlarını hepimizin olan talepler uğruna bedenlerini siper ederek görkemli bir direniş sürdürüyor. 14 Temmuz 1982 Büyük Ölüm Orucu nasıl Kürt halkının dirilişinin ilk kıvılcımı olduysa, 12 Eylül 2012 Süresiz Dönüşümsüz Açlık Grevi de Kürt halkının özgürlüğüne giden büyük bir adım olarak tarihe geçecektir. Bu süreç sıradan yaklaşılmayacak bir şekilde hassastır. Tüm halkımızın hem Açlık Grevi Eylemini sürdüren tutsaklarla hem de onların talepleri etrafında birleşmesi gerekmektedir. Demokratik Çözümden, özgürlüklerden, insan haklarından yana olduğunu iddia eden hiç kimse bu sürece uzak kalmamalıdır. Herkes bulunduğu alanda yapabilecekleri ile büyük bir sahiplenme gerçekleştirmelidir” denildi.

DTK bileşeni BDP’nin 30 Ekim’de yaşamın her alanında çalışanların genel greve gideceği, esnafların kepenk açmayacağı, şoförlerin kontak kapatacağı, “topyekûn direniş günü” kararı aldığı hatırlatılan açıklamada, bu tarihte Kürt halkının bu karar çerçevesinde açlık grevi yapan tutsaklarla aynı amaçlar uğruna bütünleştiğini tüm dünyaya göstermesinin tarihi bir sorumluluk olduğu vurgulandı. Açıklamada son olarak, “Bu sürecin ancak halkımız tarafından direniş ruhuyla karşılanacak olması, taleplerin yaşama geçirilmesine ve eylem sonucu gelişebilecek ölümleri durdurabilir” denilerek 30 Ekim’de BDP’nin almış olduğu “Topyekûn Direniş” kararına katılım sağlamaya çağırdı.


ANF

Türk-İslam Sentezi İslam'a Aykırı Bir Dindir

Sanki, o Kürtlerin yurduna el koymamış, Kürdistan’ın adını, ruhu olan dilini yasaklamamış da, Kürtler olmayan Türkistan’ı ele geçirmiş, dilini, adını da yasaklamış. Türkleri orta malı yapıp ödürmüş, öldüremediklerini rehin almış, esir tutmuş, malları, mülklerinin talanını, götüremediklerini yakıp yıkmayı serbest kılmış gibi diş gıcırdatıyorlar, Kürtlere.

Bunların vicdan anlayışında Kürtler hem var, hem de yoktur. Canlı varlık, hem de vur ha vur edilmesi gereken cansızdır, Kürtler.


Hayata dair hayalleri, acı, sevinç hisleri, kişisel hikayeleri yoktur, onların.


Türk nezdinde bir "mu” kadar değeri yoktur, Kürdün. Asker, polis kılığına girmiş Türk’ün, onu öldürmesi, bağışlanmış bir haktır. Katledilen Kürtlerin toplamı, gerektiğinde birer rakamdır.


Kürtleri öldürülmek için yaratılmış kabul etmeleri, böyle algılayıp, anlamaları normaldir. Çünkü herkes, güçlerinin yettiği her şey ya talan, ya hırsızlığa açık mal, ya da öldürülmeyi hak edendir.


Haklarını teslim etmek gerekiyorsa eğer, Kürtler insandan sayıldığı anlar, haller de vardır. Mesela askerlik çağında, vergi almada, Türkler için diktatör belirleme olan seçim zamanlarında Kürtler birer canlı, hem de "sayın vatandaş"dır.


Öyle bir vatandaş ki, dedelerinden kalma köyünün adı inklar ve yasaktır.


İnkar ve yasak ise onların normallerindendir. Onların normali, evrensel hukukta insanlık suçu, her yasak birer cinayettir. Kürt dili ve kültürü ile köy, dağ, düzlük isimlerinin yasaklanması, bunların üstüne türedi kültürden deyimlerin yapıştırılması tek başına cinayet, her biri ayrı ayrı birer soykırım halkasıdır.


Birbirine geçen yasak ve inkar halkalarıyla bunlar, soykırımcıdır. Soykırımcılık ise iflah olmaz hastalık ve babadan oğula geçen insanlık suçudur.


Yerli halklar Ermeniler, Yunanlılara karşı bu suçlar işlendi. Onlar yok denecek kadar azlar. Malları, mülklerinin adları da yok...


Ama Kürtleri kırmakla bitiremediler. Soylarını kurutamadılar. Hapsetmek, rehin almakla da bastırıp, yenemediler.


Kürtleri yıldırıp, teslim almak için ta başından beri, (başından dediğimiz Türkün tarih sahnesine çıkışı olan TC’dir) ''hakları yok, ödevleri, görevleri var''dır. Kürdün görevi kendini inkar etmek, her türedi, dönek, dömbelek gibi kendi soyuna, kökü, kökenine sövüp, "ben bir Türküm, ırkım uludur" diye Türk ırkçılığına yatmaktır. Aksi halde hakkı kötektir.


AKP ile MHP birbirinin ikizi, parti tabelası altında faaliyet gösteren ırkçı kumpanyalar, çok ortaklı çıkar şirketleriydi. İkilinin temsilcileri, din de bizde pazarında buluşuyor, bayramın ilk günü bir araya geliyordu. Tabii ki, bayram sohbetleri kendilerine yakışanıyla insan kanı üzerinde derileşiyordu. MHP’li "bayram gelmiş neyime gidip Kandil dağlarına Türk bayrağı dikelim" deyince, öteki "onun da zamanı gelecek" diyerek ağzını şapırtadıyordu.


Irkçının dünyası böyle, elbette insan gırtlaklama üzeredir. Yakışır…


Yakışır da kan görme sevdasından, Kandil dağlarının yolunu şose sanıyorlar. Dümdüz gidip, bayraklarını dikeceklerini, kendi zemzemleri at sütünden içki içeceklerini…


Oysa Kandil dağlarının yolları dümdüz değildir. Bir kaç yıl önce, yine orada kımız içme hevesine kapılmış, Oramar dağlarında yerlerde sürünen yenilginin, "ateş etmeyin, emir kulu olarak geldik" ağlama sesleri, hala yankılanıyor.


Ve insanları kendilerine benzetmek için, kirletmedikleri değer kalmadı. Dine de el attılar…


Her türlü otoriteden uzak, yalnızca Tanrısallıkla yüz yüze, onun emrinde olması gereken din, ırkçı rejimde savaş aracıdır. Din adamları, dini kitap ve kelamların rejimin emrinde, maaşlı emir kuludur.


Mehmet Görmez adındaki kişi de, Türk tipi dindarları irşat eden din adamlarının şefi baş memur, yani Diyanet işleri başkanıdır. Maaşını halkın vergilerinden alıyor. (Genelev ve kumarhane gelirlerinden kesilen para da bu verginin içindedir. Bütün din memurları, gerçeği bile bile maaşlarını alıyorlar.)


 Kimin parasıyla ayrı mesele ama, Görmez görevli görüntüsüyle hacı da oldu. Hatta Mekke'de kurulan çadırda dini ayin bile yönetti. Kendisi rejime, rejim ona hayırlı olsun…


 Fakat, düzenlediği ayinde zalimin goygoycusu, Türk ırkçılığının propaganda neferiydi. Din memuru, Faşizme karşı onur savaşı veren Kürtleri suçluyordu.


Besleyen, altına makam süren, gezilere de gönderip dünya nimetlerini tatlandıran efendisine şükran borcunu ödercesine bir dalkavuklukla, başka halkların varlığını yadsıyor, onları açıktan açığa yok sayıyor, "milletimiz” diyordu.


Bilmesek, bizi bile inandıracağı beşuş bir çehreyle, "milletimiz” dediği rejimin mazlumlara el uzattığını söylüyor, ima yoluyla günaha girip, Kürtleri zem ve gıybet ederek, "elimiz, avucumuzdan kayıp, zalim projelerin içinde yer alan”lardan söz ediyor, kendi milletinin başarısını istyordu, Allah'tan.


Kurnaz memura bakın siz, sanki Allah dil kesen, insanları rehin alan, buna karşı çıkan Kürtlerin kanını akıtanları görmüyor, bilmiyormuş gibi!..


Memurun duası zaten kabul değildir. Para karşılığında ve dalkavukluk için dua mı olur, ayrı mesele bunların İslamı, adı üstünde "Türk İslam sentezi"dir. Yalnız İslam'a değil, bütün dinlere aykırı düşen, günah kuyusu ırkçılıktır. İslam bir halkın, ırkın dini değildir ki, Türk-İslam kuyruğu denk düşsün…


Kürtler, bu gerçekten hareketle, bunların rayından çıkarıp saptırdıkları, ırkçılığa kılıf yaptıkları tuhaf, yalnız kendilerine ait yeni dini kabul etmedikleri için, yollarını ayırdılar.


İslam zalimin dini değil, ırkçılığın ise asla…


Yeni Özgür Politika