Cahit Mervan
Cezayir Ulusal Kurtuluş Hareketi’ne katılan, Fransa'nın başka bir sömürgesi olan Martinik’te doğan ve büyüyen, yüksek öğrenimini Paris’te yapan Frantz Fanon ‘ilk kurşun teorisini’ ortaya attığı zaman Kürdistan derin bir uykudaydı. Uykudan uyanması sancılı ve zor bir sürecin sonucu gerçekleşti.
Yıllar sonra bilim insanı İsmail Beşikçi ‘Devletlerarası Sömürge Kürdistan’ (http://es.scribd.com/doc/102925209/Devletleraras%C4%B1-Somurge-Kurdistan-%C4%B0smail-Be%C5%9Fikci) adlı eserinde Frantz Fanon’nun ‘ilk kurşun teorisini’ bize tanıttı. Fanon’un ortaya attığı teori çarpıcıydı. Dahası PKK 15 Ağustos 1984 Eruh ve Şemdinli eylemleriyle Fanon’un ‘ilk kurşun teorisinin’ hayat bulduğunu ispatlayacaktı.
İLK KURŞUNUN HEDEFİ
Beşikçi ‘Devletlerarası Sömürge Kürdistan’ adlı yapıtında Fanon’un tezini özetliyor. Fanon’a göre ‘Sömürge ülkelerde halkı örgütlendirmek, silahlı mücadele düzeyine getirmek son derece zor bir olaydır. Çünkü bu ülkelerde halk sindirilmiştir. Halk korku ve yılgınlık içindedir. Baskı, zor, zulüm, hakaret, horlama insanlarda ve yığınlarda derin bir ruhsal çöküntü yaratmıştır. Halk kendine güvenemez. Ailesine, aşiretine, köyüne, akrabasına güvenemez. Yarınına güvenemez. Halk, kendini, ailesini, akrabalarını, ulusunu olağanüstü derecede küçük görür.’’
‘Frantz Fanon böyle bir ortamda, halkı örgütlendirmenin, sömürgecilerle savaş düzeyine getirmenin son derece güç olduğuna dikkat çektiğini’ yazan Beşikçi, ‘Frantz Fanon’a göre ilk kurşun kişinin köle, sinmiş, sindirilmiş, devamlı korkuyu yaşayan ezik kişiliğini öldürüyor, ilk kurşunla birlikte kişi yepyeni bir insan olarak yeniden doğuyor’ diye devam ediyor.
15 Ağustos 1984 günü PKK gerillalarının Eruh ve Şemdinli eylemleri o güne kadar alışılmışın dışında bir eylemdi. Kenan Evren’in başında olduğu 12 Eylül cuntası bu ‘işi’ kökünden çözdüğüne inanıyordu. Toplumu da buna inandırmıştı. Kürdistan’da direnme umutları neredeyse tükenmek üzereydi. Devletin büyüklüğü, yenilmezliği, kibri tavan yapmıştı. Devlet karşısında konuşacak, duracak, söz söyleyecek kimse neredeyse yok denecek kadar azdı. Amed zindanında insanlar çıplak bedenleriyle ölümüne bir direniş sergiliyorlardı. Bunun dışında adeta Kürdistan’da yaprak dahi kımıldamıyordu.
Cunta 1984 Ağustos’una gelindiğinde görünürde ortalıktan çekilmişti. Ama bütün yasa ve organlarıyla, ordu gücüyle, anayasasıyla, basınıyla dimdik ayaktaydı. Bir korku imparatorluğu olarak orta yerde duruyordu.
PKK’NİN HAREKET TARZI BAŞKAYDI
Kürdistan’da geniş halk yığınlarında ve 12 Eylül cuntası öncesi Kürdistan’ı kurtarma hayali içinde olan politik parti, grup ve örgütlerin yöneticilerinin ağırlıklı bir kesiminde açıktan dillendirilmese de ‘bu iş buraya kadar’ havası egemendi. 1984 yılına gelindiğinde PKK dışında Kürt örgütlerinin çoğu Avrupa’da mülteci hareketler haline gelmişti. Kadrolarının önemli bir bölümünü Ortadoğu’dan çekmiş, uzun ve yıpratıcı bir bekleyişin, daha doğrusu doğal bir tasfiye sürecine kendisini bırakmıştı. Ya da tıpkı 12 Mart darbesi döneminde olduğu gibi birkaç yıl sonra çıkacak genel bir af ile ‘geri dönüleceği’ düşünülüyordu. PKK hariç. PKK başka bir parametre üzerinde, başka bir ruh ve hareket tarzı içinde bulunuyordu.
PKK yönetici ve kadroları 12 Eylül 1980 cuntasını takip eden günler, aylar ve yıllarda hem Türk zindanlarında kahramanca direniyor, hem de geri dönüş için harıl harıl çalışıyorlardı. Bir mülteci örgüt haline gelmemek için ısrarlı oldular. Yan gelip yatmanın edebiyatını yapmadılar.
Elbette ki Kürtler, Kuzey Kürdistan’da 15 Ağustos öncesi de başkaldırmış, silahlı direnişte bulunmuştu. Ancak bu kez çok farklı oldu. Bu kez gerçekten ilk kurşun sıkıldı. İlk kurşunun hedefinde Türk sömürgeciliği olduğu kadar, Fanon’nun değişiyle ‘köle, sinmiş, sindirilmiş, devamlı korkuyu yaşayan ezik kişilikte’ vardı.
Türk tarafı şaşkındı. Ama aynı zamanda PKK’nin Şemdinli ve Eruh çıkarmasını önemsiz buldu. Birkaç ‘baldırı çıplak’ın işi olarak niteledi. Türk tarafından tıpkı bu gün Tayyip Erdoğan, İdris Naim Şahin, Emre uslu, Yalçın Akdoğan gibilerin iddia ettiği gibi ‘dış bağlantılar’, ‘taşeron’ iddiaları bolca yer aldı. Kürt grupları ise 12 Eylül öncesi ‘Apocularla’ aralarında var olan ‘rekabet ve düşmanlık’ gereği olayı ‘ajan-provokatörlerin’ bir çıkışı olarak adlandırdılar.
15 AĞUSTOS HER ŞEYİ KÖKÜNDEN DEĞİŞTİRDİ
15 Ağustos’un ilk sonuçları 5-6 yıl sonra ortaya çıkmaya başladı. Yenilmez, bükülmez, kimse karşısında direnemez denilen devletin itibari yerlerde sürünmeye başladı. 12 Eylül cuntası Kürdistan’da resmen tasfiye oldu. Halk yığınları korku duvarlarını bir bir yıkmaya başladı. 90’lı yılların başında artık binler değil, on binler değil, kitleler yüz binler halinde harekete geçmeye başladı. Ulusal bilinç tüm sınıf ve katmanları içine alarak yayıldı. Kürt özgürlük hareketi eşi ve benzeri tarihte görülmemiş bir şekilde kitlesel taban buldu.
Bu nedenle 15 Ağustos bir eylemden çok, bir devrimin adına dönüştü. O sürecin kendisi oldu. Kürdistan devrimi geleneksel ilişkiler içine hapsedilmiş kadının zincirlerini kırmasını beraberinde getirdi. Kadınlar en az erkekler kadar devrimin öncüsü ve militanı haline geldiler. Hem de kendi özgürlük talepleriyle birlikte.
15 Ağustos’un yarattığı en büyük alt üst oluş, daha doğrusu düşünce devrimi Kürdistan’da var olan farklı etnik ve inanç gruplarının birbirlerini tanıması, yeni demokratik esaslar üzerinden ilişki kurmasına yol açtı. Alevi-Sünni-Ezidi çelişkisi, Asuri-Süryani, Ermeni halkına bakış kökten değişti. Önyargılar devrimin şiddeti karşısında param parça oldu. 15 Ağustos devriminin açtığı yolda Alevi sorunu, Ermeni ve Asuri- Süryani soykırımı, Ezidilerin dramı konuşulur, tartışılır hale geldi. Türk rejimi ilk kez bu halklar ve inanç gruplarına karşı tarihte işlediği suçlardan dolayı geçmişiyle yüzleşmek zorunda kaldı.
15 Ağustos Kürdistan’ın parçalı durumuna ruhta son verdi. Sömürgeci güçlerin çizdiği sınırlar meşruluğunu yitirdi. Kürdistan Lozan’dan sonra ilk kez ruh ve davranışta birlik oldu. Geçmiş Kürt ayaklanmalarında parçalar arası cılız dayanışma, yerini daha güçlü ve köklü dayanışmaya, birliğe bıraktı. Kürdistan devrimine her parçadan gençler ve kadınlar başta olmak üzere kitlesel katılım gerçekleşti. Mahabatlı bir genç Amed dağlarında toprağa düşerken, Mardinli bir genç Şino dağlarında veya Afrinli bir genç Botan’da toprağa düştü. 15 Ağustos Kürdistan’ı Kürtlerin ve onlarla birlikte yaşayan bütün halkların ortak evi haline getirdi.
EMEK, ÖZVERİ VE DİRENİŞİN SONUCU
15 Ağustos bir askeri eylemdi. Ancak sonuçları itibariyle sosyal-politik-kültürel bir devrime dönüştü. Kim ne derse desin bu devrimin ilk ‘diriliş’ aşaması, ikinci ‘kazanım’ aşaması tamamlanmıştır. Devrimin son, özgürlük ve çözüm aşamasına doğru hızla ilerlediğini söylemek artık bir abartı değildir. Hiçbir güç bunu önleyemez.
Son birkaç yılda Kürdistan’da olup bitenler bu son stratejik aşamanın da tamamlanacağını gösteriyor. Kürdistanlı parti, örgüt ve kuruluşlar arası diyalog ve yakınlaşma, Batı Kürdistan halkının kendi kendini yönetmek için attığı adımlar, Kürdistan gerillasının en son 23 Temmuz’da başlattığı alan hakimiyetini sağlamak amaçlı operasyonlarının sonuçları dahi çözüm ve Kürdistan’ın özgürlüğünün yakın olduğunu bize gösteriyor.
Tabi ki ne 15 Ağustos eylemine, ne de onun yol açtığı muazzam devrimci alt-üst oluş ve yeni Kürdistan’ın ortaya çıkışı kendiliğinden olmadı. Bu, 1978’in 27 Kasım’ında Amed’in Fis köyünde kuruluşunu gerçekleştiren PKK lider ve kadrolarının, militan yapısının, gerilla ve halkın akıl almaz direnişi, çabası, emeği ve özverililiği sayesinde oldu.
İlk kurşundan, Kürdistan devriminin ilk işaret fişeğinden bu yana 28 yıl geçti. Mümkündür ki o gün bu eylem kararını alanlar, planlayanlar ve gerçekleştirenler bugün ki sonucu tahmin etmiş değillerdi. Belki de yaptıkları eylemle o gün bir halkın, bir ülkenin bir bölgenin kaderini bu kadar kökten değiştireceklerini de bilmiyorlardı. Ancak kesin olan onların Kürdistan’ı ayağa kaldırmak, onu sömürgeci boyunduruktan kurtarmak, özgür bir ülke, özgür bir ulus yaratmak hayalleri vardı. Bu hayallerdi onları tarihsel devrimci yapan, bu hayallerdi onlara Kürdistan devrimini yaptıran. Bu nedenledir ki bu halk 28 yıl önce olanakları yok denecek kadar az, ama hayalleri, inançları ve duruşları koca bir dünya olan bu insanlara derin şükran duyuyor. Bu nedenle bu tarihsel devrimcilerin izinden, peşinden devrimin son aşamasına doğru yürüyor.
ANF
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder