29 Haziran 2013 Cumartesi

Aydar: Lice Saldırısı Süreci Etkiler!

KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, Lice’de Cuma günü bir kişinin ölümüne yol açan asker saldırının “düşündürücü bir olay” olduğunu belirterek, hükümetten sürecin ilerlemesi için adım atmasını istedi. Hükümetin varılan mutabakatlara uymadığını kaydeden Aydar, “Bu bütün süreçleri etkiler” uyarısında bulundu.

KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, Brüksel’deki barış ve demokrasi konferansı sırasında ANF’ye konuştu. Aydar, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın demokratik çözüm sürecinde ikinci aşamayı başlattığı bir sırada Lice’de karakol inşaatını protesto gösterine askerlerin ateş açarak bir kişiyi öldürmesi ve AKP iktidarının demokratik çözüm sürecine yaklaşımını değerlendirdi.

LİCE’DEKİ OLAY DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR

Aydar, “Lice’deki olay düşündürücüdür. Barışçıl bir gösteri silahla bastırılıyor. Taranarak, hedef gözeterek ateş açılıyor. Şimdi böyle bir süreçte, bunu herkes değerlendirmek durumundadır. Biz de değerlendirmek durumundayız” dedi.

Halkın direk hedef alınarak ateş açıldığını vurgulayan Aydar,  şöyle konuştu: “Bunun sorumlusu hükümettir, kaçamaz. Yani hükümet başkanının (Recep Tayyip Erdoğan) Akil İnsanlar’la yaptığı toplantıdaki yaklaşımının sonucudur. Biz öyle görüyoruz.”

HALK VE HAREKET TEPKİLİ

Hükümete seslenerek bu dönemde karakolların yapımına hız verilmesinin ne anlama geldiğini soran Aydar, “Defalardır hareket adına koruculuk, karakol inşaatları, askeri hareketlilik ve keşif uçuşları konularına açıklamalar yapılıyor. Bütün bunların, bu şekilde devam etmesi sürecin ruhuna ve döneme uygun bir hareketlenme değil. Halk bu nedenle tepkilidir. Biz hareket olarak bundan dolayı tepkiliyiz” diye konuştu.

Aydar şöyle devam etti: “Bu çerçevede Lice’de halkımıza yapılan saldırı ile burada şehadetler ve yaralanmaların olmasını kabul edemeyiz. Buna karşı her düzeyde mücadelemizi yükselteceğiz ve tavrımızı ortaya koyacağız.”

YA HÜKÜMET ADIM ATAR YA DA…

21 Mart Amed Newroz’unda Öcalan’ın çağrısı ile başlayan ve 8 Mayıs’ta gerillanın geri çekilme startı vermesiyle somutlaşan çözüm sürecinde hükümet normalde şu ana kadar parlamentodan bir karar çıkarılması gerektiğini belirten Aydar şöyle dedi:

“Yani sorunun çözümüne dair bir yol haritası ortaya koyması gerekirdi. Bu yol haritasında işte yol temizliği denilen, terörle mücadele yasası, seçim yasası, baraj sorunu, siyasi partiler kanunu, ceza kanunu, fikir özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılmasının bir takvime bağlanması gerekirdi.

Yine anayasa konusunda, Kürt sorununun çözümüne, anadilde eğitim ve Kürtlerin statü talebine dair artık bir takvim çıkması gerekirdi. Bir açıklık olması gerekirdi.  Şimdi Akil İnsanlar’la yapılan toplantıda görüyoruz ki, Tayyip Erdoğan, ‘baraj değişmeyecek’, ‘çalışarak geçsinler’, ‘bizim reform paketimiz yok’ yönünde ifadeler kullandı. Anadilde eğitim için de ‘yeteri kadar kurs var, isteyen gidebilir’ diyor. Böyle bir yaklaşımı bizim kabul etmemiz mümkün değil. Bu konuda eğer hükümet ya adım atar, yahut ta biz de gereken karşılığı veririz.” 

HÜKÜMET YAPMIYORSA ZİHNİYETİNDEN KAYNAKLI

Hükümetin bu yaklaşımının bir “taktik” olmadığının altını çizen Aydar,  “Bir zihniyet olayı. Anketler de halkın ezici çoğunluğunun süreci nasıl desteklediğini gösteriyor.  Eğer hükümet yapmıyorsa bu zihniyetinden kaynaklıdır. Bizim hareket olarak kandırma ve oyalamayı kabul edemeyiz” şeklinde konuştu.  

Hükümetin çözüm yönündeki rolüne dair inancın azaldığını ifade eden Aydar,  “Kuşkusuz  çözüme yönelik bir adım ortada olsaydı, halk Lice’de niye çıkıp protesto edecekti. Halk rahatsızdır ki protestoda bulunuyor. Biz hareket olarak rahatsızız ki bu konuda başka türlü konuşmak durumunda kalıyoruz. BDP de bunun için eylemlilik sürecine geçiyor. Yine Türkiye cenahında halk bu hükümetten rahatsız ki Taksim’de bu kadar insan bir araya geliyor.  Bu anlamda, mevcut olumsuzlukların sorumlusu Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’dir. AKP, hükümetidir” diye belirtti.

Lice olayı ve hükümetin somut bir adım atmamasının süreci etkileyeceği uyarısında bulunan Aydar,  “Bu süreci etkiler. Şu anda farklı bir şey söylemek istemiyorum. Ama bütün süreçleri etkiler. Hükümetin adım atmaması, bütün bir sürecin hepsini etkiler” dedi.

Hükümetin taraflar arasında varılan mutabakata uymadığı tepkisinde bulunan Aydar, durumu şöyle özetledi: “Olay şu; varılan mutabakatlara hükümet uymuyor. Eğer hükümet bu mutabakatlara uysaydı, hiçbir sıkıntı yaşanmayacaktı. Şu anda çözümün yarısı tamamlanmış olacaktı.”

HÜKÜMET MUTABAKATLARA UYMADI

Aydar, mutabakatların içeriği ve bu süreçte hükümet cephesinde beklenen adımlar konusunda da bilgi verdi. “Varılan mutabakat çerçevesinde birinci ve ikinci aşamanın sonbahar aylarına kadar bitirilmesi gerekiyordu” diyen Aydar şöyle detaylandırdı: “Bunlar hem yasal-anayasal süreç, güvenlik konuları, gerillanın tümden çekilmesi… Bu sonbahar aylarına kadar hepsinin bitmesi gerekiyordu. Ama hükümet halen hiçbir şey yapmadı. İşte parlamento da tatile giriyor. Bunu halk olarak, mücadele ve örgüt olarak nasıl seyredebiliriz?”

BU SÜREÇ TEK TARAFLI YÜRÜMEZ

Aydar sözlerini şöyle sürdürdü: “Varılan mutabakat çerçevesinde hükümet Newroz’dan hemen sonra parlamentoda bir karar alacaktı. Sonra oyaladılar, ‘işte biz ikinci aşama başlarken alacağız’ dediler. Bir hakikatleri araştırma komisyonu kurulacaktı. Bunlar olmadı. Hükümet şimdiye kadar birçok kanunda değişiklik yapmalıydı. Bunların hiçbiri olmadı. Yıllardır içerde olan tutuklular bırakılması gerekiyordu, tahliye edilmediler. Tek taraflı adımlarla bu iş yürümez; biz gerekeni yaptık, hükümet de üzerine düşeni yapmazsa bu süreç yürümez.

ANF

16 Haziran 2013 Pazar

Taksim Dayanışması: Halkın Yürüyüşünü Durduramazsınız

İstanbul'da Gezi Parkı'na yapılan polis saldırısının ardından bir açıklama yayınlayan Taksim Meydanı, polisin parkta kadın çocuk ve yaşlıların bulunduğu sırada yaptığı saldırıyı insanlık suçu olarak nitelendirdi. Dayanışma açıklamasında halkın yürüyüşünün durdurulamayacağını kaydetti. 

Taksim Dayanışmasının açıklaması şöyle: "Mahkeme sonuçlanıncaya kadar Gezi Parkının park olarak kalacağı sözünü veren yöneticiler, Gezi Parkını, İstanbul’u ve ülkemizi savaş alanına çevirdi!

15 Haziran akşam saatlerinde emniyet güçlerinin Gezi Parkı’na yapmış olduğu baskını kınıyor, kadın, çocuk ve yaşlıların parkta olduğu sırada, plastik mermiler, yoğun gaz ve ses bombaları ile yaptıkları saldırının bir insanlık suçu olduğunu bildiriyoruz.

Saldırı an itibariyle başta Taksim Meydanı ve çevresi olmak üzere tüm yurtta devam etmektedir.

Savaş koşullarında dahi görülmeyecek bir şiddetle yapılan saldırı esnasında Gezi Parkı ve Divan Otel’indeki revirler dahi saldırıya uğramıştır. Şu an ülkemizin dört bir yanında ve İstanbul’un her köşesinde halkımız hükümetin bu saldırısını protesto etmekte ve Taksim’e doğru yürümektedir.

Şu an itibarıyla yapılan saldırının bilançosunu tespit etmeye çalışıyoruz. Şimdiye kadar defalarca güvenilirliğini yitirmiş valisinden, emniyetine kadar yapılan açıklamalar inandırıcı değildir. Sayısını henüz tespit edemediğimiz gözaltılar ve yüzlerce yaralı ilk elden tespit ettiklerimizdir. Plastik mermi ile vurulanlar, hastaneye gidemeyen onlarca yaralı vardır.

Dayanışma temsilcilerimizin Başbakan ile yaptığı görüşme akabinde; Taksim Dayanışması bileşenleri bundan sonraki sürecin nasıl şekilleneceğini demokratik ve açık bir biçimde tartıştıkları anlarda bu saldırı gerçekleşmiştir. Parkın içinde nasıl bir planlama yapılacağını kararlaştırmaya çalıştığımız ve Taksim meydanında hiçbir gösterinin olmadığı bir anda yapılan bu saldırı gösteriyor ki; Başbakan’ın niyeti bu ülkede toplumsal kutuplaşmayı arttırmak ve halkını ezerek otorite hırsını tatmin etmektir.

Çünkü Taksim Dayanışması olarak herkese açık olan karar alma süreçlerimizde hepsi de ülkemizin meşru ve yasal emek/meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler ve bütün gönüllü katılımcılarımız olarak haklı ve insani taleplerimizin takipçisi olacağımızı ilan etmiştik. Aynı zamanda Gezi Parkı’nda çadırlarımızı ve kalış biçimimizi düzenleme faaliyetleri ile meşguldük. Bu tablo gerek sanatçı ve gerekse milletvekilleri tarafından kamu görevlilerine iletilmişken yapılan saldırı, bu ülkede kamu düzeninin bizzat siyasi iktidar tarafından bozulduğunu göstermektedir.

Taksim Dayanışması olarak aşağıdaki çağrıları acil olarak yapıyoruz;

1- Emniyet güçlerinin bu vahşi saldırısı durdurulmalıdır. Bu gece ve yarın olacak olaylardan bütünüyle siyasi iktidar sorumludur.

2- Basın kuruluşları açıklamalarımızın halkımıza duyurulması konusunda yardımcı olmalı, halkına savaş açan bir siyasi iktidarın dezenformasyonundan halkımızı korumalıdır.

3- Bu sert polis müdahalesi sonucunda yaralanan yurttaşlarımızın sağlığından endişeliyiz. Gönüllü hekimlerin engellemesi durdurulmalı, 112 ambulans başta olmak üzere mevcut kamu sağlık kurumları acilen güçlendirilmelidir.

4- İstanbul’un her yerinden on binlerce kişi Taksim’e yürümektedir. Halkımızın bu yürüyüşünün engellenmesi mümkün değildir."

ANF

Faşist Diktatör Tayyip Emir Verdi, Polis Gezi Parkına Saldırdı, İstanbul Ayakta!.

İstanbul ayakta!.. (güncelleniyor 01.10)

Gezi Parkı'na yapılan alçakça saldırı sonrası İstabul'un birçok semtinde onbinler harekete geçti. İstiklal Caddesi, Harbiye ve Mecidiyeköy civarında sert çatışmalar yaşanıyor. Gazi, Okmeydanı, Kadıköy, Kartal, Sarıgazi... yürüyor

01.10
Osmanbey Metro İstasyonu yakınına barikat kuruldu. Polis gaz bombalarıyla saldırıyor, ancak kitle direniyor. Polise taş ve havai fişeklerle karşı konuyor

01.06
Bakırköy'den yola çıkan on binler E-5'ten Taksim'e yürüyor.

01.01 Maltepe Gülsuyu'ndan yürüyen halk E-5'i kapattı. Saat 21:00'den beri yürüyen halk Bostancı Köprüsü'ne ulaşmak üzere... Bin kisi ile başlayan yürüyüş 20 binlere ulaştı.
Kartal'da da binlerce kişi E-5 i kesti, 1 aracı ateşe veren kitle Yeni Sahra'ya ulşatı.

Büyükçekmece de ayakta, İstanbul artık uyumuyor. Evlerde insan kalmadı.
Avcılar halkı E-5 üzerinde Küçükçekmece'ye ulaştı
00.33 İkitelli halkı binlerle yürüyor. Osmanbey Ramada Otel önüne barikat kuruluyor.


23.54
TEM’den ilerleyen Gazi halkı Okmeydanı sapağına vardı.

23.40
Gazi Mahallesi halkı Nurtepe sapağına geldi. Ortalama 80 bin direnişçi yürüyüşe devam ediyor. "Diren Taksim Gazi geliyor!" sloganı haykırılıyor...

23.17
Direnişçiler TOMA'ya su taşıyan tankerin suyunu boşalttı.

23.15
Galatasaray Lisesi önünde ve çevresinde çatışılıyor. havaya ateş açarak kitleyi dağıtmaya çalışıyor. Çaresiz kalan polis havaya ateş açarak kitleyi dağıtmaya çalışıyor.
23.12 Gazi Mahallesi'nden itibaren Alibeyköy otoban yolu boyunca coşkulu bir kitle ilerliyor. Okmeydanı'nda çatışma başlamış durumda. Okmeydanı Hastanesi'nde hemşireler camları kapattı. Yoğun bir saldırı olduğu belirtiliyor.
23.02
Polis insanları coplayarak Divan oteline girdi. Otel içindeki direniş sürüyor. Revir korunmaya çalışılıyor.
22.55
Beşiktaş Akaretler'de biriken kalabalık “Bu daha başlangıç, mücadele devam edecek!” sloganları atıyor!

22.50
Polis İstiklal Caddesi'nde sloganlarla bekleyen binlerce kişiye gazlı su ve gaz bombasıyla saldırdı. "Tayyip istifa!", "Her yer Taksim heryer direniş!" sloganları atan kitle ara sokaklara çekildi. Ara sokaklarda da sloganlar atılmaya devam ediliyor. Çok sayıda yaralı var.


22.43
Gazi Mahallesi'nden yürüyen kitleler 2. Köprü güzargahını işgal etmiş durumdalar. Eylemciler köprüden geçiş yapacaklar.

22.41
Polis Unkapanı Köprüsü'nü kapattı.
Gazi Mahallesi'nin Taksim'e yürüyüşü sürüyor. Kadıköy'den de uçsuz bucaksız bir kitle Köprüye yürüyüşlerini sürdürüyor.
22.37
Bu insanlıkdışı saldırı karşısında kitlede büyük bir öfke var.

22.34
Polisin biber gazı ve su dışında kimyasal bir madde kullandığı söyleniyor. Yakıcı bir madde. Bu kimyasaldan etkilenenlerin ciltlerinde derin kırmızılıklar oluştu. Doktorlar bu maddenin temas ettiği direnişçilerin üzerlerindeki giysileri çıkarıyorlar. Taksim iç çamaşırı ve giysi bekliyor...

22.21:

Polis direnişçilere Mecidiyeköy'e kadar saldırdı. Saldırılar hala sürüyor.

Unkapanı’nda halk yolu trafiğe kapatarak yürüyor. Nişantaşı’nda halk tencere tavalarla protesto ediyor.
Osmanbey yönünde ara sokaklarda "Faşizme karşı omuz omuza!" sloganlarıyla halk yürüyor.
Eskişehir'de binlerce kişi Üniversite Caddesi'nde yürüyor.
22.18: Çarşı Taksim'e doğru yürüyüşe geçti
Polis Unkapanı Köprüsü'nü kapattı
Gazi Mahallesi halkı Taksim'e yürüyor !
22.07: 5 bin kişilik bir grup Nurtepe'den Taksim'e yürüyüşe başladı.
22.06: Sarıyer Ömürtepe’de halk, tencere tavalarla ve “Hükümet istifa!” sloganlarıyla Kireçburnu’na doğru yürüyor.
22.00
Divan Otel içinden, içerde 400 civarında insan ve çok sayıda yaralı olduğu haberleri geliyor.

21.55 Mecidiyeköy ve Osmanbey halkı da sokağa çıkmaya başladı.
21.51
Polis Divan Oteli'nin revirine gaz bombası atıyor.tüm binayı gaz sardı...

Eyüp Karadolap Mahallesi'nde 10 bine yakın kişi "her yer Taksim, her yer direniş" sloganıyla sokağa çıktı
21.45
Çatışmalar Divan Otel civarında yoğunlaştı. Kitle tekrar Gezi Parkı'na girmeye çalışıyor.

Bu arada parka iş makinaları girdi.

Polis İnter Continental Otel'e sığınanları almaya çalışıyor, otelin görevlileri engelliyor

21.31
Kadıköy'den Köprüye doğru yürüyüş başladı.

Kartal'da kitle toplanmaya başladı. Taksim'e yapılan müdahaleye karşı sokaklara inen kitle E5'e doğru yürüyüşe geçti.
21.30
Park içindekilere vahşice davranan polis revire dahi saldırdı. Yaralılar dahi dövülüyor.

21.23:
Polis saldırısının ardından kitle Harbiye ve İstiklal Caddesi'ne doğru yöneldi. Kitle aralıksız "Her yer Taksim, her yer direniş!" şeklinde slogan atıyor.

Saldırı haberini alan binlerce insan Taksim'e doğru yöneldi. Kimileri araçlarla, kimileri yürüyerek Taksim'e ulaşmaya çalışıyorlar.

21.20:
Çok sayıda yaralı var. Yaralılar revire taşınıyor.

21.14: Harbiye ve Sıraselviler girisinde çatışılıyor.
Kitle “Hükümet istifa” sloganı atıyor

21.10:
Polis, basının parka girmesini engellemeye çalışıyor.

Talimhane tarafına gaz bombası yağdırıyor. Ayrıca çok sayıda ve etki gücü çok yüksek ses bombası atılıyor.
İstiklal Caddesi’nden “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganları yükseliyor.

***
Saat 20.00 civarında başlayarak "dağılın" uyarısı yapan polis, şu saatlerde (21.00) Park'a girdi! TOMA ve Akreplerle parka giren polis gaz bombası da kullanıyor. Şu anda çadırlar yıkılıyor, polis Park'ın içinde terör estiriyor.

Tüm İstanbul Taksim'e, Gezi'ye..

***
Akrepler direkt parkın içersine girdi. Saldırı büyüyor

***

Gaz bombaları atılmaya başlandı.

***

Saldırı başladı! TOMALAR üç koldan harekete geçti. Gezinin önünden kitlenin üzerine su sıkmaya başladılar.

Parkın içerisine doğru çevik kuvvet girmeye çalışıyor.

***

Erdoğan'ın Sincan'da yaptığı açıktan tehdit ve gözdağı ifadeleri dolu mitinginden sonra Gezi Parkı hareketlendi. Erdoğan saldırgan konuşmasında, "Yarın, İstanbul'da mitingimiz var. Taksim Meydanı boşaldı boşaldı, boşalmadığı takdirde artık bu ülkenin güvenlik güçleri orayı boşaltmayı bilir" dedi.
Taksim'de, “Tayip istifa!", “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!" sloganları atılıyor.

Kitlenin önünde insan zinciri oluşturuldu, müdahale olursa diye analara zincir oluşturmaları için çağrı yapıldı.


Taksim'de toplanan kitleye polis "dağılın" anonsları yapıyor. "Çocuklarınızı çıkarın" şeklinde anons yapan polise kitle ıslıklarla karşılık veriyor. "Her yer taksim, her yer direniş!", “Katil devlet hesap verecek!" sloganları atılıyor.

TOMA'nın hareketlendiği görüldü. Gerginlik sürüyor. Kitle dağılmadan bekliyor.

Polis "provokatörlerin oyununa gelmeyin, süre sona erdi, dağılın!" anonsuna devam ediyor. Kitle bunun üzerine "Ethem'in hesabı sorulacak!", "Katil devlet hesap verecek!" sloganları atıyor.

 

KAYNAK:  http://www.alinteri.org/?p=19112

14 Haziran 2013 Cuma

Direnişe Bu Kez Kürtçe Güzelleme Agire Jiyan'dan "Çapulci"

Kardeş Türküler, Boğaziçi Caz Topluluğu ve New York'lu Çapulcular'ın ardından Agire Jiyan da "Çapulci" şarkısıyla direnişin sesi oldu.

Taksim'de 17 gündür hükümetin tehdit ve hakaretleri ile saldırılarına karşı süren direniş, yapılan şarkılarla sanat alanında da ölümsüzleşiyor.
Kardeş Türküler, Boğaziçi Caz Topluluğu, New Yorklu Çapulcular'ın ardından Mezopotamya Kültür Merkezi gruplarından Agire Jiyan da "Çapulci" şarkısı ile direnişin sesi oldu.

Grup, Başbakan'a "Erdoğan, Erdoğan/Çapulçi hat lı meydan/ Ji çapulçi netırse/dıxwazin demokrasi/Ew dixwazim azadi" diye sesleniyor. 

TENCERE TAVA HAVASI
Kardeş Türküler, tencere, tava, kaşık ve bardakları enstrüman olarak kullanarak "Tencere tava havası" şarkısı yaparak, Başbakan Erdoğan'ın "Tencere tava, hep aynı hava" sözüne yanıt vermişti.

ŞİMDİ İSTANBUL'DA OLMAK VARDI
New York'lu Çapulcular, "Şimdi İstanbul'da olmak vardı" şarkısını, Taksim direnişine uyarlayarak yeniden seslendirdi, bir de klip çekti.

Şarkı, "Biz New York'lu Çapulcular, sokaktaki kardeşlerimiz, eşimiz, dostumuz ve hiç tanışmamış olsak da şimdiden ailemiz gibi sevdiğimiz direnişçi kardeşlerimize sevgiyle ve saygıyla" notuyla yayınlandı.

Boğaziçi Caz Korosu ise "Şekerli misin" ve "Kızılcıklar oldu mu?" halk türkülerini yeniden yorumlayarak direniş yerinde binlere söylemişti.


ANF

12 Haziran 2013 Çarşamba

Direnişçiler İçin ''İçki İçip Seks Yaptılar'' Denilen Camii'deki Gerçek Durum

Camii'de içki içip seks yaptılar diyerek halkı eylemcilerin üstüne salan Tayyip; bu video senin için.

Gezi Parkı Havadan Vıdeo Çekim...


Sahte 'Tehlikeler' ve 'Öcalan Aldanmaz!'


Veysi Sarısözen

Hükümet, Gezi Direnişinin kazandığı “meşruiyeti” ve bu “meşruiyet” nedeniyle bu direnişin kazandığı muazzam kitlesel desteği, bu “kitlesel desteğin kitlesinde” hiçbir kayda değer gücü olmayan bir takım “grupların hazırlıklarını” zamanında tesbit etmiş olmalı ki, dün “esaslı” bir taktik planı uygulamaya koydu…

Alana “pankartları indireceğiz, operasyon yapmayacağız” gibi sahte ve gülünç bir gerekçeyle girdi. Bu girişle birlikte, Taksim alanındaki “herkesin”, öyle yalnızca hükümetin tabiriyle “marjinallerin” değil, kim varsa hepsinin, TKP'den,ÖDP'ye İP'ten  HDK'ye kadar  polise direneceğini adı gibi biliyordu. Adı gibi bildiği diğer şey ise, kimisi ciddi, kimisi “çocukça”, kimisi “akılsızca” olan “hazırlıkların” da devreye gireceğiydi. Soyadı gibi bildiği ise, tüm bu çatışma hazırlıklarının, kendi “hazırlıklarının” yanında hiçbir caydırıcılığının olmayacağı idi. Çünkü Vali “can güvenliğiniz yok ve farklı bir tutum takınacağız” dediği zaman, “ateşli silah kullanmayı" bile göze aldığını zaten göstermişti. O nedenle “karşı tarafın hazırlıklarıyla” çarpışmayı bilerek kışkırttı. Bu yolla "Gezi direnişine değil, marjinallere saldırıyorum" diyebilmek için böyle yaptı. Bu öyle bir tehdit idi ki, eğer Gezi Direnişinde gerçekten "darbe kışkırtmak" isteyen ciddi bir provokasyon iradesi olsaydı, sıkılacak tek el silah alanı kana bulayabilirdi. Hükümet, böyle bir provokasyonu göze alarak, şiddeti bizzat kışkırttı.

Hükümet bunu istedi

İstanbul Valisi Hükümetin taktiğini açıkladı; “alanı kitlelerden arındırmak ve marjinal dedikleriyle hesaplaşmak…Ve bu yolla elde edilecek ‘zaferle’ birlikte, ‘can güvenliği’ kalmayan direnişçileri Gezi Parkı’ndan uzaklaştırmak ve Taksim alanını zapt etmek…”

Sonra?

Sonra “ne çıkarsa bahtına…”

Çünkü bu Taksim Alanı ya da Gezi Parkı dediğin “muhkem bir kale” değil. Allahın açık alanı. Sen bu alandan gösterici kitleleri “sürdüğün” zaman, o kitleler yine Allahın açık alanlarının bir başka yerinde toplanacak…Toplandılar da. Dün neredeyse yirmidört saatlik çatışma, Taksim Alanında olmadı, ana caddelerde, sokaklarda oldu.Yani "yerleşim yeri olmayan, 'gezi' yeri olan yerde" değil, "yerleşim yeri olan yerde" oldu. Daha beter oldu...
Yani Erdoğan’ın Valisi ve Polisi, Gezi direnişçilerine de,"marjinal" dediklerine karşı da her hangi bir zafer kazanamamış. Hükümran olduğu Allahın açık alanlarının bir kısmındaki kitlenin, kendisiyle Allahın bir başka alanında kapışması dışında bir sonuç alamamış. Ve belli ki, bu kapışma daha da sürecek. Çünkü Hükümetin kitlelere yönelik her saldırısını daha geniş kitleler protesto edecek. Onlar protesto ettikçe, hükümet onlara saldırdıkça, bir de bakmışsın bu kitlenin kendisi "muazzam bir marjinal güce" dönüşecek..."Çadırda uyuyanların" eyleminden, Sırrı Süreyya'nın "iş makinasına isyanına", oradan milyonluk gösterilere dönüşen direniş, kimbilir hangi "aşamalara" yükselecek... Bu bir kısır döngü Hükümet açısından…

Kısır döngü şu: Deniyor ya, “bu iş üç-beş ağaç” meselesi olmaktan çıktı…Elbette çıkar. Sen “üç beş ağaç için direnini” uykuda bastırıp, ezersen, bu defa başkaları “üç beş ağaç” için değil, ezdiğin “üç-beş  insan” için “üç-beş bin” insan olarak sokağa dökülür. Onları ezdiğinde de daha büyüğü karşına, bu defa onları ezdiğin için dikilir. Kepçe önüne yatan, bakarsın "TOMA'nın üstüne" çıkar...

Korkutabilirsen ne ala…Şimdi olduğu gibi korku duvarı aşıldığında, işler işte bu hale gelir. Gelince “borsan yere serilir”, “ekonomik mucizenin” çürük temeli ortaya çıkar, dış politikanın güçsüzlüğü yüzüne vurulur. Başlarsın “dış güçler güçlü Türkiye istemiyor” demeye…Sana sorarlar, “sen güçlü Yunanistan ister misin?”, “İran’ın şimdiki gücünü korumasını, nükleer silahla donanıp yenilmez hale gelmesinden hoşlanır mısın?” Esad Suriyesinin güçlenmesine ne dersin? Ya İsrail’in? Rusya’nın? Demagog zor durumdadır…

PKK önderinin “kapitalist modernite” dediği sistem, Hobbes’un sözünden uyarlarsak, “sermaye sermayenin kurdudur” kanununa bağlıdır. Bu “orman kanunuda” düşeni “yerler”, sen istediğin kadar “yedirmem” diye bağır…

Şimdi gelelim, asıl konumuza…

Hükümet 15-16 Haziran’da her biri “iki milyonluk” dev mitinglerle, “evlerinde zor zaptedilenlerin” kapısına vurduğu “zinciri” açmaya hazırlanıyor. Onları “evlerinden salacak”…

Neden?

Kime karşı?

Eğer, Taksim’deki, Kızılay’daki, Gündoğan’daki protestoculara karşıysa, durum şu: Hükümet bu sayılanları bastırmak için devlet güçlerine sahip ve onları kullanıyor. Bu durumda ne diyor? Devlet güçleri başa çıkamıyor, onlarla “evinde zaptedilemeyenler” başa çıkacak mı diyor? “Sokak savaşına” mı hazırlanıyor? Neden? “Sokak savaşını” göze alacak kadar önlemenez bir tehlikeyle mi yüz yüze? Başbakan, yüzde elli oyuna, bırakın “marjinalleri”, Yargı Erkinin bir parçası olan “Savunmayı” bile tutuklatacak, onları Adliye Sarayından kelepçeleyerek derdest edecek kadar amansız bir polis gücüne, “edebe” getirilmiş, “emre amade” orduya, herkesi fişlemeye hazırlanan bir istihbarat örgütüne, yandaşıyla, sindirilmişiyle muazzam bir medya ağına, MÜSİAD'ına, "yeşil tekellerine" rağmen “düşürülmekten” mi korkuyor? O nedenle mi, devleti Taksim’e, Kızılay’a, Gündoğan’a sürdüğü yetmiyormuş gibi, vatandaşı vatandaşın üzerine sürmeye kalkışıyor? “Sokak savaşlarının” ortamını mı hazırlıyor?

"Abartıyorsun"  diyeceksiniz. Deyiniz. Ama ben size, öyle “kafası ayrandan kıyak”, badem bıyıklı,top sakallı, kafa tokuşturan, maço bir AKP yandaşından değil, ismi çok bilinen bir köşe yazarından tezimi doğrulayan şu satırları izninizle aktarmak istiyorum. Buyurun okuyun:

Nihal Bengisu Karaca, Hükümetin “bana karşı darbe girişimi var” tezini, tehlikeli şekilde “derinleştirdi”…TGRT’de şöyle dedi:
“"Eylemcilerin mutabakat halinde attığı tek slogan Erdoğan istifa. Ama Erdoğan'dan vazgeçmeyecek bir kitle var. Erdoğan çok önemli bir irade.  Eylemcilerin kendi devrim kurgularını yaşatarak bir Başbakan'ın düşürülmesine halk izin vermeyecektir. Bunun sonu sokak savaşlarına çıkar. "

Demek ki, hem Başbakan’ın “düşürülmesi” yani “darbe” tehlikesi var, hem de “sokak savaşları” tehlikesi…Bu öyle bir "tehlike" ki, Karaca'ya göre, "eylemcilerin kendi devrimlerini yapmasına" bile gerek bırakmadan, sadece o "eylemcilerin devrim kurgularını yaşatmalarıyla" ortaya çıkıyor; "devrim kurgusunu yaşatarak Başbakanı düşürmek" nasıl bir "tehlikedir"?

Neyin nesidir bu?

Aklı başında insanların inanacağı bir şey mi?

Çalınan bu kışkırtıcı “tehlike” kampanaları,  “üç-beş ağaç için” başlayan eylemleri “terörize” etmek için mi uyduruluyor? Yoksa ortada gerçekten böyle bir tehlike mi var? Ve gerçekten de, Başbakan’ın iddia ettiği gibi bu “darbe” tehlikesi ve Karaca’nın iddia ettiği bu “sokak savaşları” tehlikesinin arkasında bu Gezi Direnişi ve onu “kullanmaya çalışan iç ve dış güçler” mi var?
Eğer amaç Başbakan’ın “kibri” yüzünden bir direnişi ezmek için böyle tehlikeler uyduruluyorsa, AKP başına büyük iş açar; çünkü gün gelip, böyle bir tehlike belirdiğinde “yalancı çobanın” lafına inanan çıkmaz.

Ama yok, eğer bu “tehlikeler” gerçekse, herkes şu soruyu sorar:
Madem ortada “Başbakan’ı düşürmek” amacıyla, işin içine Obama’nın, Merkel’in, bu arada Cem Boyner’in, Özel Bankaların, Soros’un filan karıştığı, Türkiye’nin “güçlenmesini” istemeyen, Türkiye’nin başarılarını “kıskananlar”ın arkasında olduğu bir “darbe ve sokak çarpışmaları” tehlikesi var;

Madem Gezi Parkı direnişi bu amacın üstünü “örtmek” için kullanılan bir “örtü”, madem, bu korkunç güçler “üç-beş ağacın kesilmesini, Taksim’e Topçu kışlası yapılmasını, Gezi Parkının bozulmasını” bahane ederek bu “darbe”ye hazırlanıyor…

Ve madem, bu direnişçiler, yukardaki amaçlarından vaz geçmiyor, onlar vazgeçmediği için, senin onlara yaptığın zulme başkaldıranlar da, bu zulme başkaldırmaktan vazgeçmiyor...

Madem tehlike bu kadar büyük...O halde?...

O halde sen “Gezi Parkı işinden” ve bu işi önlemek isteyenlere yaptığın “zulüm”den vazgeçsene…

Sayın Başbakan “darbe girişimini boşa çıkarmak ve sokak savaşların önlemek mi önemli?” Yoksa “darbe girişimini ve sokak savaşlarını göze alarak Taksim Gezi Parkına milleti biber gazına boğarak kışla yapmakta ısrar etmek mi?”

Söyle ki, biz de şu “Başbakanı düşürmek için darbe yapmak ve memleketi sokak savaşlarına sürüklemek” isteyenlere karşı zat-ı Ali’nizin cephesinde yerimizi alalım…

Söyle ki, düvel-i muazzamanın Türkiye’deki Hollanda’lı temsilcisi de sizin yanınızda daha önce aldığı gibi, yerini alsın. Zaman yazarı Joost Lagendijk ‘in yazısından şu parçayı aktaralım:

“  Bazı ciddi ‘Erdoğanolog’ların bir araya gelip Başbakan’ın Gezi Parkı politikalarını anlamlandırmaya çalışmasının artık vaktidir (…) Bazılarının iddia ettiği gibi, Erdoğan, bu stratejisinin gelecek yılki seçimlerde işe yarayacağını hesap ederek kutuplaştırmayı daha da artırma senaryosunu mu devreye soktu? Yoksa bu meselenin içinden zorbalıkla çıkamayacağını ve uzlaşıyla varılacak bir çözümü dikkate almaya razı bazı işgalcilerle istemeyerek de olsa anlaşma yapmak zorunda olduğunu mu anladı? Bu al-verin neye benzeyeceğini bilmek için roket bilimci olmaya gerek yok: Gezi Parkı’nı koru ve genişlet, kışla inşaatını iptal et, polis vahşetinin sorumlularını görevden al ve gelecekteki inşaat projeleri için toplumu daha kapsayıcı bir politika formüle et. AKP liderinin hangi yöne gideceğini ve Gezi Parkı işgalinin, Türkiye tarihinde kutuplaşmayı azaltan ve demokratikleşmeyi artıran yeni bir dönemin başlangıcı mı yoksa güçler ayrılığınca kısıtlanmaksızın daha otoriter bir liderliğe doğru yönelimin teyidi mi olacağını zaman gösterecek.”

Ve akla şu soru geliveriyor: Böyle bir “gidiş” demokratik olmadığına göre, acaba Başbakan “danışmanları” şöyle bir cinliğe mi başvuruyor? Yapay kutuplaşmayı kışkırtarak, şöyle bir “mazeret” mi icat ediliyor?  “Darbe tehlikesi altındayız, sokak savaşları eşiğindeyiz, o nedenle ‘çözüm sürecinin’ ikinci aşamasının görevlerini yapamayacağız, kusura bakmayın, ama, biz böyle tehlikelerle yüz yüzeyken hükümetimizi zorlamayın, ‘ikinci aşamaya’, yine yüzde on barajlı bir seçim ‘zaferinden’ sonra bakarız, otuz yıl beklediniz, biraz daha bekleyin” demek için mi “tehlikeler” icat ediyor ve Gezi Direnişini, bu yüzden mi, bilerek, isteyerek “ulusal çapta” bir krize dönüştürüyorlar?

Eğer Başbakan, Gerilla’nın çekilmesiyle elde ettiği ve şu son Gezi Kriziyle birlikte, hayati önemini derinden gördüğü avantajın, imkanların, nimetlerin üzerine ‘yatmak’ için böyle bir “tehlike” stratejisi izliyorsa, çok büyük bir hata yapar.

Ben hükümetin dikkatini, son İmralı görüşmesinde  Öcalan’ın “beni kandıramazlar” sözüne çekmek isterim…

Hükümet, BDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın dediği gibi, en kısa zamanda, “ikinci aşamayla” ilgili atacağı adımların inandırıcı işaretlerini vermelidir….

Bilinmeli ki, "darbeciyi, Gezi direnişçisinden" ayıracak biricik yöntem de budur...

Demokratikleşmedir...

10 Haziran 2013 Pazartesi

Erdogan’in Cevap Verme Algoritmasi

Tayyip Erdoğan’ın yıllar geçtikçe mükemmeleştirdiği ve her sorulan soruya cevap verirken kullandığı bir algoritma var. İletişim okumuş bir insan olarak irdelemeye calıştım.


Bu algoritma bir kaç adımdan oluşuyor ve eğer zamanı varsa tüm adımları (1′den 7′ye hepsini), zamanı daha kısıtlıysa bazılarını (genellikle 1 & 3 & 6′yı) kullanıyor.

Daha iyi anlatabilmek için bir örnekle açıklayacağım. Erdoğan’ın küçüklüğüne dönüp, evdeki vazoyu kırdığını varsayacağım.

Tayyip evde yalnızdır ve annesi eve gelince vazoyu kırılmış olarak bulur.

Annesi: Tayyipp! Vazoyu mu kırdın!

Adım 1: Yapılan yanlışın ifade edilme şeklini değiştir, onu yanlış olmaktan çıkar ve iyi bir şey gibi göster.

- Vazoyu kırmadım, parçalarına ayrıştırdım ve yeniden şekillendirilebilmesi için bir düzenleme yaptım.

Bu teknigin gercek hayattaki ornekleri soyle:

“Ağaçlara zarar vermiyoruz, yerlerinden söküp taşıyoruz.”
“Değişmedim, geliştim.”


“Alkolü yasaklamıyoruz, kullanımını düzenliyoruz.”


Adım 2: O suçu işleyecek / hatayı yapacak dünyadaki son insan olduğuna ikna et.

- Ben vazoya neden zarar vermek isteyeyim ki? Ben de vazoyum. Vazonun daniskasıyım. O vazo alındığında, onu omzunda 4 kat, bak rakam veriyorum tam 98 merdiven, yukarı taşıyan benim. Vazonun güneşten rengi solmasın diye onu depoya koyalım diyen, kimse kıskanmasın, nazar gelmesin diye arkadaşlarım gelince üstünü örten yine benim. O vazonun bir numaralı destekçisi benim, niye zarar vermek isteyeyim?

Bu tekniğin gerçek hayattaki örnekleri şöyle:

“Biz niye ağaç kesmek isteyelim, tam 3 katrilyon agaç diktik.”

“Biz niye yargıya baskı yapalım, Türkiye’deki en büyük adalet sarayalarını yapan, onlara cumhuriyet tarihindeki en büyük olanakları sağlayan biziz.”


Adım 3: Söz konusu olayın önemini indirge, olayı normalleştir, hatta yaptığının az bile olduğunu örneklerle açıkla.

- Ayrıca ben vazonun yeniden düzenlenmesine neden bu kadar tepki gösterdiğini anlamıyorum. Vazo, daha çok eski komünist ülkelerde kullanılan, artık miyadını doldurmuş bir süs eşyası. Bak Amerika’ya, bak İngilitere’ye var mı evlerde vazo? Hiç filmlerde görüyor musun? Modern evlerde görüyor musun? Anca Çavuşesku dönemindeki Romanya’da, sosyalizm ilettinden kurtulamamış Ukrayna’nın oblastlarında kullanılan, barok bir şey vazo. Var mı modern dünyada vazonun yeri? Yok. Bu tepkiyi anlamak mümkün değil. Bence vazonun yeniden düzenlenmesinde geç bile kalındı.

Bu tekniğin gerçek hayattaki örnekleri şöyle:

“Alkol düzenlemesi sadece bizde yok ki. Bunu biz mi uydurduk? Bakın iskandinav ülkelerine, Fransa’ya, İngiltere’ye, hepsinde kat be kat daha fazla kısıtlama var. Bizdeki düzenlemeler daha başlangıç seviyesinde.”

Adım 4: Şefkatinle, erdeminle karşıdakini ez. İstesem yapardım ama yapmadım de.

- Şimdi bana böyle suçlamalarla geliyorsun ama ben istesem o vazoyu 20 kere kırardım. Her gün evdeyim, vazoyla başbaşayım. Madem böyle hasmane bir tavrım var neden kırmadım? İstesem kırardım hatta yok ederdim. Ama yapmadım. Şahsi olarak vazoyla her konuda aynı fikirde olmasam da yapmadım, çünkü ben senin düşüncelerine saygı duyuyorum. İnsanların vazoyu sevme hakkı benim için kutsal. Vazoyu vazo olduğu için değil yaradandan dolayı seviyorum. Ben bu evde vazoların teminatıyım.

Bu tekniğin gerçek hayattaki örnekleri şöyle:

Bunu sadece Erdoğan değil, tüm parti kullanıyor aslında. Güncel örnekleri “Gezi olaylarında, istesek interneti keserdik, kesmedik.” veya Melih Gökcek’in dediği gibi“Sizi bir kaşık suda boğardık ama kahretsin ki demokratız.”

Adım 5: Soruyu asla cevapsız bırakma. Soruya “varsayalım dediğiniz doğru” şeklinde cevap ver. Bunun olasılığını kabul et ve bu olasılığa karşı da sorumlu bir şekilde davrandığını göster.

- Varsayalım dediğin doğru. Vazonun başına söylediğin şeyler geldi. Bu her şeyin benim yüzümden olduğunu mu gösterir? Pencereler ceyran yapmış, kedi koşarken vurup kırmış olabilir. Ben bunların araştırılması için komşunun oğlu Mustafa’ya gerekli talimatları verdim. Dünkü rüzgarın hızını araştıracak, kedinin davranışlarını inceleyip bana rapor verecek. Eğer bir yanlış tespit edersem o kediyi önce ben cezalandırırım. O pencereleri önce ben tamir ederim. Her şeyi takip ediyorum, her şeyi evimiz için, evimizin güzelliği, ferahı için yapıyorum.

Bu tekniğin gerçek hayattaki örnekleri şöyle:

“Polisin Gezi Parkı olaylarında aşırı gaz kullanmasıyla ilgili şikayetler var, doğru. Bunların incelenmesi için gerekli yerlere talimat verdim. Eğer böyle bir şey varsa, incelenecek, gereği yapılacak. Böyle bir şeye izin vermeyiz, veremeyiz.”

Adım 5: Soruyu soranın bu konudaki samimiyetini sorgula.

- Şimdi bir de şöyle bir nokta var. Salondaki vazo, dünyada ilk defa yeniden düzenlenen vazo değil. Madem vazolar konusunda böyle bir hassasiyetin var, alt komşunun vazoları, hem de 1 değil tam 2 vazosu, oğlu tarafından kırıldığında neden tepki göstermedin? O zaman neredeydin? Ya da taşınırken seramikleri kırılan Ayşe teyzeyle birlikte neden göz yaşı dökmedin? Bu vazonun farkı yalnızca benimle ilgili olması mı? Burada amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Vazo bahane.

Bu tekniğin gerçek hayattaki örnekleri şöyle:

“Madem ağacları bu kadar seviyorsunuz, ben orman arazisinin içine üniversite yapılmasın diye yırtınırken neredeydiniz? 

Neredeydi bu kalabalıklar?”

“Madem basın özgürlüğü diye bu kadar yırtınıyorsunuz, 28 şubat döneminde neredeydiniz?”


Adım 6: Olaydan yırttın, kendini iyi gösterdin. Şimdi bu avantajı rakibini kötü göstermek için kullan.

- Bu vazo kırmak falan hep Ali’nin (kardeşimin) yapacağı şeyler. O yapar bunları. Geçen sene cam dolabın penceresini kıran, küçükken babamın pikabına top atan kimdi? Ali. Ali’nin zihniyeti kırar ancak vazoyu. Bunun arkasında da o var; ben sana söyleyeyim. Şimdi babamın harçlıklara karar vereceği dönem yaklaşıyor ya, beni okul konusunda yenemiyor, aklınca böyle bir çamur atma yolu buldu. Bunları babam hep görüyor. Babam doğru kararı verir, benim içim rahat. Ben hep konuşuyorum babamla.”

Bu tekniğin gerçek hayattaki örnekleri şöyle:

“Bu gösteriler, kargaşalar hep CHP zihniyetinin bir ürünü. Bunların arkasında onlar var, seçim yaklaşıyor ya aklınca oradan vuracak. Marjinal gurupları örgütleyip, üç beş çapulcuyla kargaşa çıkartmaya çalışıyorlar. Ama biz halkımızı biliyoruz, halkımız bunlara itibar etmiyor. Halk her şeyi görüyor.”

Adım 7: Konu kapandı, cevap verildi. Konuşmanı kendini ve yaptıklarını överek zirvede bırak.
 
- Ben bunlara bakmıyorum anne. Ben işime bakıyorum. Bak 2 senelik ortaokul hayatımda, sınıfın en çalışkanı olmuşum. Herkes beni parmakla gösterir hale gelmiş, diğer çocukların annesi de oğullarına Tayyip gibi ol evladım der duruma gelmiş. Bu durumdayız. Din 5, beden 5, matematik 5. Bu durumdayız. Ben işime bakıyorum, dersime bakıyorum. Ailemiz için hayırlı bir evlat olmaya, ailemizi, babamın da dediği gibi evelallah apartmandaki örnek aile konumuna taşımaya çalısıyorum, çalışacağım.


Bu tekniğin gerçek hayattaki örnekleri şöyle:

“Ekonimi şöyle güzel, İMF borçları şöyle az, milli gelir şöyle yükseldi vs vs.”

————————————————

Bu 7 adım dışında bir de içerlere serpilmiş ufak detaylar oluyor. 


Talimat verdim, arkadaşlar çözdü:

İyi şeylerde “biz” de, ilişkilendirilmeyi istemediğin şeylerde ise “devlet, polis vs” gibi kurum adları ver.

İyi şeylerde:

“Galatasaray’ın stadını biz yaptık ve Galatasaray’a verdik.”

“Kayseri’ye galaksinin en büyük su fıskiyesini yaptık.”


İlişkilendirilmek istemediği konularda:

“Polis gaz kullanımında aşırıya kaçmış olabilir.”

“Devlet, imralıyla da konuşur, herkesle de konuşur.”


Soruya / suçlamaya kendi değerlerini değil suçlayanın değerlerini, silahlarını kullanarak cevap ver.

Ornegin, “Anayasada, devlet halkını alkolden, uyuşturucudan korur yazıyor. Bu görev bana verilmiş; bu maddeyi biz eklemedik ki.”

Adını telaffuz etmek istemediği insanların / kurumların ismini farklı söyle, farklı söylenemiyorsa ad tak.

Örnegin Atatürk deme, Gazi Mustafa Kemal de. Öcalan deme, İmrali de. CHP deme CeHaPe zihniyeti de.

Cevaplanması uzun sürecek soruları sanki cevap evet/hayır kadar kısaymış gibi laf arasında sor, karşındaki cevap veremesin, haklı görün.

Mesela onlarca gazeticiyle konuşurken birine “sizce gösterilerden ne mesaj almalıyım, siz söyleyin” de.

X sizi şöyle eleştirdi şeklinde bir soru gelince cevabına direkt ad hominem yaparak başla.

“X madem o kadar demokrattı, neden şöyle böyle haksızlıklar olurken sustu? Y’nin Japonya’ya ne hayrı dokunmuş? Bunların amacı bağcıyı dövmek..”

Hep yaptıklarını öv ama hiç kendini övme, aksine kendini önemsizleştir.

Örneğin “bu hükümet cumhuriyet tarihinin en büyük atılımını yaptı.” veya “Türkiye’nin en büyük x’ini yine biz yaptık” vs deyip yaptıklarını yüceltirken diğer yandan da “Ben hükümdarınız değil, hizmetkarınızım” gibi cümlelerle kendini önemsizleştir. Mesela Van hakkında konuşurken ikisini tek seferde yapmıştı: “Yaptığımız yatırımlarla adeta yeni bir Van inşa ettik. Bütün bu adımları niçin atıyoruz? Biz emanetçiyiz, hizmetkarız, efendi değiliz.”

Her yaptığının ucuna, geniş perspektifli, büyük bir amaç koy.

Örneğin alkol yasası çıkartıp ” Biz çocuklarımıza ufuk vermek, hedefler göstermek, Fatihler, Mimar Sinan’lar yetiştirmek zorundayız” de ya da kavşak açma töreninde “Hedefimiz 2023″ de.

Her yapilan seyi daha da sivriltmek icin eskiden yapilmis kendine gore bir yanlisla birlikte sun.

Her ikisini de abartarak kontrast yarat. Örneğin “Eskiden kahvaltıda çocuklara bira içiriliyormuş, bu tavsiye ediliyormuş. Şimdi ise gençleri alkolün zararlarından koruyoruz.”

Her Şeye hakimsin, her şeyi biliyorsun havası oluştur; böylece insanlara otokontrol aşıla, izlendiklerinin bilinciyle haraket etsinler.

“X’i kimin organize ettigini cok iyi biliyoruz.” veya “Ny Times’da GeziParki ilanini kimlerin fonladigini biliyoruz.” (zaten indiegogo’da para veren herkesin adi kabak gibi yaziyor.)

Konusmalarda kusuratsiz, tam rakamlar vererek her seyi detayina kadar biliyor havasi vermek de bunun bir ornegi.

Ne dersen de hep reasoning (sebep gostermecilik) yap. Mutlaka “cunku” de. Gosterdigin sebep cok muhim degil, insanlarin “sebep?” diye dusunmesine mahal verme.

“Haydarpasa’yi otel yapmak istiyoruz cunku Istanbul’da cok buyuk bir otel acigi var.” Burada onemli olan yapmak istedigini once soylemen, bu onemli. Yoksa mantiksiz bir sey dedigin anlasiliyor; mesela cumleyi ters cevirip “Istanbul’da cok buyuk otel acigi var, o yuzden Haydarpasa’yi otel yapmaya karar verdik.” dersen ikna edici olmaz.

Reasoning yaparken, kolay gosterilebilir bir sebebin yoksa, “cunku” ile baslayan herhangi bir sey de soyleyebilirsin: “Biz Taksim’i yayalastirmak istiyoruz, cunku millet bizden bunu istiyor.”

————————————————

Bu zavalli hizmetkarinizin tespitleri simdilik bu kadar. Baska inanilmaz tespitlerim olursa yaziyi guncelleyecegim. 


ozanbey.com

Erdoğan İçin de Bir Gün Geç Olabilir…

Evet, size sesleniyorum, herkesin dilinde, herkesin anladığı dilden. Size sesleniyorum çünkü durum radikal bir değişim gerektiriyor. Evet, gerçekten radikal bir değişim. Sizi anladım, herkesi anladım, işsizliği, gereklilikleri, politikacıyı ve daha fazla özgürlük isteyen herkesi. Herkesi anladım, ama bugün yaşananlar sadece Tunuslulara özgü değil.

Bu sözler, 14 Ocak 2011’de devrilen Tunus eski Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’ye ait. 24 yıllık iktidarı devrilmeden sadece bir gün önce, 13 Ocak’ta bu konuşmayı yapmıştı. Ama artık çok geçti. 17 Aralık 2010’da genç bir seyyar satıcının bedenini ateşe vermesiyle başlayan ayaklanma, dört hafta sonra baskıcı bir rejimin sonunu getirmişti. 

Şubat 2011’de dönemin Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, son açıklamasını yapıyordu. Bir daha Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olmayacağı sözünü veren Mübarek, ancak seçimlere kadar görevinde kalacağını, yetkilerini de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ömer Suleyman’a vereceğini söyleyerek eylemcileri yatıştırmaya çalışıyordu.

Bu açıklama, 25 Şubat’tan beri ayakta olan eylemcileri daha da öfkelendirdi. Eylemciler, aralarında devlet televizyonu ve parlamentonun da olduğu resmi binaların denetimini ele geçirmek ve Cumhurbaşkanlığına yürümek istiyordu. Aynı gün askerler de devreye girdi ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hüsnü Mübarek’in istifasını açıkladı. Mübarek bir gün sonra, 11 Şubat’ta başkent Kahire’den kaçarak Şarm El Şeyh’e yerleşti. 2 Haziran 2012’de ise ömür boyu hapse mahkum edildi.

ERDOĞAN ISRAR EDERSE…

Tüm otoriter ve diktatör rejimlerdeki liderleri gibi Erdoğan da, eylemcilerin sessini duymayarak bastırmak istiyor.  Başından beri eylemcileri “çapulcu”, “yağmacı”, “terörist” olmakla suçlayan,  “dış güçlerle” bağlantılandıran Mersin’deki bir konuşmasında, eylemcilere yeniden “çapulcu” diyerek “Onlar yakarlar, onlar yıkarlar çapulcunun tanımı budur zaten” ifadelerini kullandı.  9 Haziran günü Ankara’daki İskitler mitinginde yaptığı konuşmada ise Gezi Parkı eylemcilerini tehdit etti: “Aynı şekilde devam ederseniz kusura bakmayın anladığınız dilden konuşmak zorundayım. Sabrın da bir sonu vardır” dedi.

Hükümete karşı birikmiş öfkenin bir patlaması olarak değerlendirilen ve “ekolojik bir kıvılcımla” alevlenen bu olayları doğru okuyamayan Erdoğan iktidarı, yaşananları kendi iktidarına karşı bir komplo olarak değerlendirip bastırabileceğini düşünüyor. Erdoğan’ın talep edilen özgürlükleri tanımak yerine, eylemcileri hedef alan retçi ve baskıcı anlayışını sürdürmesi, tıpkı diğer rejimlerde olduğu gibi kendi sonunu hızlandırmaktan başka işe yaramayacak.

Ülke geneline yayılan bu eylemler Erdoğan hükümetinin başa dönerek üzerini kapatmak istediği, “birkaç ağaç”la halledilebilecek bir sorun değil. Bu bir demokrasi ve özgürlükler meselesi. Bu gerilim bu şekilde tırmandırılmaya ve kutuplaşma derinleştirilmeye çalışılırsa, Bin Ali ve Mubarek gibi, yapılacak son açıklamalar da artık çok geç olabilir.

EKOLOJİK KIVILCIM

Geniş halk kesimlerinin yer aldığı ayaklanmalar veya beklenmedik bir etkiyle ülke geneline yayılan protesto gösterileri, çoğu zaman çıkış noktasını “basit” gibi görünen tepkilerden alıyor.  Biriken öfkenin büyüklüğü bazen, olayların nasıl başladığını bile unutturabiliyor.

Ayrıca eylemlerin başlangıç noktasında yer alan “çevreci” duyarlılığı da küçümsememek gerekiyor. Dünyanın bir çok yerinde ekolojik protestolar, büyük sosyal hareketlerin temel gerekçelerinde biri oluyor. Şili’de 2011’deki büyük öğrenci hareketi, Patagonya’daki büyük barajlar projesine karşı Santiago’da yapılan beklenmedik eylemin başarısından destek aldı. Polonya’da kaya gazı çıkarılması teşebbüsüne karşı bir köylü direnişi yapılırken, Çin’de çevreyi kirleten fabrikalara karşı yerel düzeyde gösteriler, toplumsal memnuniyetsizliğin en aktif ifadesi olarak dikkatleri üzerine çekti. Hindistan’da topraksız köylüler hareketi, sanayi tesisleri projeleri ve nükleer santrallere karşı direnişleri de bunlara eklemek gerekiyor. Yine Peru ve Bolivya’da maden ocakları veya parklardan geçen yolara karşı yapılan gösteriler hükümetleri zor durumda bıraktı. Brezilya’da benzer şekilde Belo Monte barajına karşı bir direniş var.

ANF

Akl-ı Selim mi Yavuz Selim mi?

Veysi Sarısözen

Başbakan Erdoğan’ın, Gezi Direnişini, Hükümeti “devirme” komplosu olarak ilan etmesiyle ve bu uydurulmuş “tehlikeye” karşı, alanlarda toplanan halka karşı, kendisine oy veren seçmenleri sokağa dökmesi ve kışkırtmasıyla birlikte, Türkiye’de demokrasi, barış ve çözüm süreci tehlikeye girmiş bulunuyor.

Dün peş peşe yaptığı konuşmalarla Başbakan, neredeyse kendisini protesto edenlere karşı savaş açtı. “Temsilcinizi seçin benimle konuşun” demesi ise, hiçbir ciddiyet taşımıyor. Karşısındakileri “çapulcu” diye tanımlayan ve “böyle devam ederseniz, anladığınız dilden konuşuruz” diyen bir Başbakan’ın “diyalog”dan söz etmesini hiç kimse ciddiye almaz. Gezi’deki gençlerin ve direnişçilerin böyle bir “tehdit”in gölgesi altında Başbakan’la görüşeceğini düşünmek, bu direnişin ruhundan hiçbir şey anlamamaktır.

Başbakan’ın son beş konuşması, o Kuzey Afrika’dayken Cumhurbaşkanı Gül’ün ve Başbakan’a vekalet eden Bülent Arınç’ın “diyalog” çabalarını boşa çıkardı.

Şimdi Başbakan, Hükümet ve Meclis mekanizmalarını çalıştırarak krizi aşmak yerine, kendi seçmenlerini sokakta direnen halka karşı harekete geçirerek “aşmak” yoluna gidiyor. İşçi sınıfının tarihteki en büyük sokak isyanının yıldönümüyle alay eder gibi, 15 Haziran’da Ankara’da ve 16 Haziran’da İstanbul’da, sonra da diğer büyük illerde “evinde zor zaptedilenleri” sokağa davet ediyor.
Bu yöntem krizi büyük bir karışıklığa doğru tırmandırır. Hükümet bu krizi bu yöntemle aşamaz, derinleştirir ve bu krizin derinleşmesinden ise, sokakta direnenlerin bugünkü somut gücü hesaba katıldığında demokratik bir alternatif çıkmaz. Sonuçta, AKP daha da otoriterleşir ve örgütsüz 90 kuşağının direnişi geçici olarak da olsa ezilir. Sosyalist solun zayıf konumu hesaba katıldığında, meydan otoriterleşen AKP güçleriyle ulusalcı-Ergenekoncu güçlere kalır.

Böyle bir sonuç Türkiye’nin en temel meselesi olan Kürt sorununda barış ve çözüm sürecini havaya uçurur. Gerillanın çekilmesini fırsat bilen ordu güçleri ve artık azınlıkta kalsalar da hala PKK düşmanlığı yapan bir kısım korucular Kürdistan’da savaş mevzilerini güçlendirir. Böylece, ele geçen büyük barış fırsatı kaçırılmış olur,  yeni ve çok ağır bir savaş tehlikesi ülkenin üzerine çöker.

PKK Önderi Öcalan ve onun öncülüğünde KCK, Gezi Direnişi’ne büyük bir destek verdi. BDP halkın direnişinin yanında yer aldı. Böylece, direnişi ırkçı bir kanala akıtmak isteyenler geriletildi, 90 kuşağının direnişi “yapay öncülerin” tasallutundan kurtarılmış oldu. Şimdi özellikle Taksim alanında ve Gezi Parkında Türkiye’nin geleceğini işaret eden yepyeni bir deney yaşanıyor.

Hükümet bu yaşanan deneyi “ezmek” için harekete geçmiştir.

Başbakan kendisine karşı bir “tertip” yapıldığı, hükümeti devirecek bir komplonun tezgahlandığını iddia ediyor. Böyle bir iddaya inanan bir hükümetin, “hükümet darbesini” nasıl “önleyeceğini” tahmin etmek zor değildir. Hükümetin aklının bir köşesinde kitlesel tutuklamaların ve polis şiddetini arttırmanın yattığından şüphe bile etmemek gerekir.Başbakan dün defalarca "bedel ödersiniz, kaybedersiniz" dedi zaten.

Şimdi hem bu yeni deney, yani 90 kuşağının bu özgürlükçü ve komünal kültürel atılımı nasıl korunacak,  hem de Hükümetin “yapay bir darbe tehlikesi”ne karşı kendisine muhalif halk kitleleriyle, kendisini destekleyen halk kitlelerini karşı karşıya getirmesi ve sonuçta barış ve çözüm sürecinin  başarısızlığa uğraması nasıl önlenecek sorusunu sormak gerekli olmuştur.

90 kuşağının bir “hükümet darbesi” peşinde koştuğuna inanmak gülünçtür. Deneyimli Türkiye sosyalistlerinin ortada “hükümeti devirip, yerine demokratik bir hükümet kurma” koşulları olmadan bir maceraya atılacağına kimseyi inandıramazsınız. Çoktandır MİT’teki, ordudaki mevzilerini yitirmiş Ergenekoncu ve darbeci unsurların Gezi Parkı direnişinden bir “darbe”ye yürüyecek mecallerinin olmadığı ise çok açık.

Ama Başbakan’ın “çatışmacı” yöntemi ve darbecilerin “umutsuz darbe umutları”, bir hükümet darbesine neden olmasa bile, krizin her durumda anti-demokratik sonuçlar vermesine yol açabilir. Türkiye sonuçsuz bir kaosa yuvarlanabilir ve barış süreci büyük bir hayal kırıklığı ile ve yeni bir savaş tehlikesini büyüterek başarısızlığa uğrayabilir. Hükümet içindeki “şahinler”, fırsat bu fırsat diyerek, “İmralı mutabakatını” boşa çıkarabilir.

Gezi direnişini koruyacak, vatandaş savaşı kışkırtmalarını durduracak ve savaşın yeniden başlamasını önleyecek biricik güç, şu anda PKK, BDP ve HDK’dir.

Hükümetin krizi zorbalıkla aşma yeltenişini ve bu yeltenişten Ergenekoncuların ve AKP içindeki çözüm karşıtlarının yararlanma tehlikesini yalnızca bu güç önleyebilir.

Hiçbir ciddi güç, “krizi derinleştirelim, ne çıkarsa bahtımıza” anlayışıyla hareket edemez. Kürt özgürlük hareketi ve onun müttefikleri böyle bir “kumar” zaten oynamaz. Kumarı AKP’de Başbakan’ı iyice  yoldan çıkaran çevre ve direniş saflarında da Ergenekoncular büyük bir şevkle oynamaktalar.

Bu kumar masasını devirmek, müzakere masasının ise devrilmesini önlemek ve Türkiye’nin geleceğini kurtarmak, bir kere daha Kürt halkına ve onun örgütlü güçlerine, o güçlerin dostlarına bağlı.

Gerilla çekilişinin güvenliği, arkasında patlayan krizle her geçen gün adım adım azalıyor. Çekilişin başladığı günden beri ordunun yeni saldırı mevzileri inşa etmesi, doğrudan gerillayı hedef almasa da,  keşif uçuşlarıyla ve bombardımanları devam ettirmek suretiyle “operasyon aktivitesini” ısrarla sürdürmesi, hala yeni korucu kadrolarının açılması, CHP’nin ve MHP’nin, Ergenekoncu unsurların, “barış sürecine” karşı artan saldırgan tutumları, kriz koşullarında barış sürecinin büyük bir tehlike altına girdiğini gösteriyor.

Direnişçilerin haklı taleplerine “diyalog yoluyla” olumlu yanıt verilmez, Kriz demokratik yönde aşılmazsa, hiç kimse “İmralı’da varılan mutabakatın” sonuçlarından emin olamaz.

Gerillanın çekilmesi ve böylece barış ve çözüm sürecinin garantiye alınması, benim düşünceme göre, şimdi yaşanan krizin, zorbalıkla aşılmasını önlemek, direnişçilerin taleplerinin müzakere edilmesini sağlamak, Ergenekoncuların provokasyonlarını boşa çıkarmak dışında sağlanamaz.

Kürt özgürlük hareketi ve onun müttefikleri, direnişin saflarında güçlü bir şekilde yer aldıkları için, her türlü darbeci unsura karşı büyük bir teminattır. Bugünkü uluslararası koşullarda hiç kimse bu büyük teminatı yok etmeden bırakalım darbeyi, Gezi direnişine “darbeci” bir damga bile vuramaz. Buna karşılık, AKP içindeki barış ve çözüm yanlısı çevreler, Başbakan’ı neredeyse “iç savaşın komutanı” haline getirecek olanları önleyecek bir gücü ortaya koymaktan uzak görünüyorlar.

BDP’liler direnişin saflarında Türkün “bayrağına ve önderine saygıyla” yaklaşıyor ve Türklerin saflarında da artan ölçüde Kürdün “bayrağına ve önderine saygıyla” yaklaşanların arttığını memnuniyetle görüyor. Türk-Kürt gerginliği adım adım yumuşuyor. Buna karşılık AKP’nin yönetimi, sokaktaki muhalefetle kendi seçmenini tehlikeli şekilde düşmanlaştırıyor. Gezi direnişi Türk ve Kürt halkını birleştiriyor; Başbakan’ın konuşmaları ise halkı ayrıştırıyor.

Eğer varsa AKP içindeki “sağduyulu” çevreler, “çekilme sürecinin baltalanıp durmasına” yol açacak tehlikeli bir “tırmanışı” bir an önce önlemenin bir yolunu bulmalıdırlar. Türkiye’nin Batısı yangın yerine döndüğü zaman, Kürdistan’da barış umutları da yanar çünkü…

Tehlikeli gidişi önlemenin yolu, vatandaşı vatandaşla karşı karşıya getirmekten vazgeçmek, talep eden, saldırıya uğrayan, bu nedenle direnen, direnirken uğradığı haksız ve “orantısız”, yani yasa dışı polis şiddetine adım adım şiddetle yanıt vermek zorunda bırakılan muhalefetin taleplerini Meclis gündemine getirmek ve…Ve bir an önce, barış sürecini garanti altına alacak olan demokratik adımları Meclis’i tatil etmeyerek gündeme almaktır.

Bunun dışında demokratik ve akli bir yol yok.

Başbakan “sabrın da bir sonu var, anladığınız dilden konuşuruz” diye tehdit ederken, şu anda direnenlerin en büyük destekçisi olan Kürt halkının da bir “sabrı” olduğunu ve Başbakan’ın konuştuğu Türkçe’yi pek bilemeseler de, onun “anladığı dili bildiklerini” tarih boyunca kanıtladıklarını Başbakan da unutmamalı…

Kürt özgürlük hareketi ve sosyalistler, “iki kumarbazdan” birinin yanında olmadı bugüne kadar. Türk, Kürt ve diğer milletlerden, dinlerden, mezheplerden, cinsiyetlerden halkın yanında oldu. “İki kumarbaz”ın karşısındaki “üçüncü güç” Gezi direnişidir, halklardır ve bu halkların yanındaki Kürt özgürlük hareketi, onunla kader birliği eden sol güçlerdir.

AKP hükümet olduğunu yeniden hatırlamalı, sokağa sokakla değil, Parlamentoyla yanıt  vermek zorunda olduğunu görmeli…Kürt savaşından çıkaracağı dersle, sokağa polis şiddetiyle yanıt vermenin çıkar yol olmadığını düşünmeli…En küçük bir provokasyonla felakete yol açabilecek AKP mitingleri iptal edilmeli…

Böyle bir “akl-ı selim” hali ortaya çıktığı zaman, bugün direnenler “AKP’ye üye olmaz” ama, hükümetin atacağı bütün demokratik adımlara destek olur ve Türkiye, herkesin kendi yolunda şiddetsiz adımlarla yürüyebileceği, demokratik ve uygar bir ülke haline gelir…

Şimdi her şey AKP’de “Yavuz Selim”in mi, yoksa “akl-ı selim”in mi egemen olacağına bağlıdır.

Kalkan: Toplum Tekçiliği Reddediyor



KCK Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan, Gezi Parkı direnişinin artık toplumun mevcut sistem altında yaşamaya sabrının kalmadığını gösterdiğini söyleyerek artık tekçiliğin reddedildiğini belirtti.

Dün gece Nuçe TV’ye konuşan Kalkan, Kürt hareketinin Gezi Parkı Direnişine bakışı ve Rojava’da yaşanan son çatışmalar konusunda açıklamalarda bulundu. 
  
Gezi Parkı’nda başlayan olayların Türkiye toplumunun değişik kesimlerinin tepkisini gösterdiğini belirten Kalkan “Bu ortaya koyuyor ki, artık toplumun mevcut sistem altında yaşamaya sabrı kalmamış. Demokrasisizliğe sabrı kalmamış. Bu gidişe artık yeter diyor. Örgütlü planlı olmadığı ortada. Fakat ciddi bir tepkinin de Türkiye toplumunda var olduğu net bir biçimde ortaya çıktı” dedi.

AKP DEMOKRATİKLEŞME ADIMLARINI ATMADI

Bu tepkinin oluşumunun anlık olmadığını 12 Mart darbesinin ardından 40 yılı aşkın bir süredir süren despotik idare tarzını hedeflediğini belirten Kalkan, yakın neden olarak da AKP’nin yönetim tarzı ve tekçi zihniyetini ortaya koydu. Kalkan devamla şunları belirtti: “Bunlar önlenemez miydi? Aslında gelişen yeni süreç bunları önleme imkanı veriyordu. AKP eğer sürece doğru yaklaşsa, oyalamasa, ertelemese, geciktirmese, gerekli demokratikleşme adımlarını atmış olsaydı bu tepkiler bu biçimde ortaya çıkmazdı. Bu bakımdan, hareketimizin, Önder Apo’nun Newroz’dan bu yana geliştirdiği süreç aslında bu tepkiler sert çatışmalara dönüşmeden demokratik değişim, dönüşüm gerçekleşsin diyedir. Önder Apo ön açtı, hareketimiz ön açtı, bu doğrultuda gerçekten de yeni süreci geliştirme noktasında üzerine düşeni yaptı. Esirleri bıraktık, ateşkes oldu, gerilla çekiliyor. Yani hem de zamanından önce Kürt tarafı Türkiye’deki demokratik dönüşümün önünü açmak, onun gücünü yaratmak için her şeyi yaptı. Fakat buna karşılık AKP ağırdan alıyor, erteliyor, oyalıyor. Yaklaşık iki aydır ilk defa bu hafta sonunda önder Apo ile görüşme oldu. iki ayda bir görüşme ile bu süreç yürür mü? Önder Apo iki ayda bir bir heyet ile görüşerek böyle bir süreci yürütebilir mi? Yürütemez tabi. Bunun bir geciktirici tutum olduğu ortada. Toplum buna tepki duyuyor, acil demokrasi istiyor. Daha fazla bu faşist despotizm altında demokrasisiz yaşamaya tahammülü yok. Bu ortaya çıkıyor.

Eğer AKP oyalayıcı yaklaşmazsa, gerekli süreci ilerletme yönünde, demokrasiyi geliştirici adımlar atsaydı bunlar olmazdı.  AKP’nin bu tutumu toplumda tepki yaratıyor. Belli ki artık toplumun tahammülü yok, AKP politikalarını da kabul edecek durumu yok. Bu net bir biçimde ortaya çıkmış durumda.”

TÜRKİYE’DE BÜYÜK BİR DEMOKRASİ DİNAMİĞİ VAR

Son yaşananların ardından Türkiye’de büyük bir demokrasi dinamiği olduğunu gördüklerini belirten Kalkan “Toplumda faşizme, tekçiliğe, sömürüye, ötekileştirmeye, ayrımcılığa karşı büyük bir öfke birikmiş. Artık buna yeter diyor toplum. Demokrasi istiyor, özgürlük istiyor.  Kadınlar, gençler, emekçiler mevcut duruma artık tahammül edemiyorlar. Bu oldukça önemli bir durum, ciddi bir mesaj. Bu kesimler tabi bilinç istiyorlar, öncülük istiyorlar. Kendilerine demokrasi mücadelesinde yol göstericilik istiyorlar. Mevcut durumu bu açıdan da yeterli görmüyorlar. Tüm demokratik güçler, hareketimiz bu konuda elbette ki sorumluluk taşıyor. Biz bu mesajı alıyoruz, bu çıkışlara karşı, toplumun bu isteklerine karşı elbette sorumluluğumuz var, bunların gereğini yerine getirmekten de geri durmayacağız” dedi.

EYLEMLERİ SÜREÇ DIŞI GÖREN YAKLAŞIMLAR DOĞRU DEĞİL

Taksim’deki direnişi süreç dışı gören yaklaşımların doğru olmadığını belirten Kalkan şunları söyledi: “Bunu yapmaya çalışan bazı kesimler var. Onların tutumlarının halkın talepleri ile uyuşmadığını söylememiz lazım. Bazı kesimler, özellikle farklı iktidar blokları, işte ulusalcı blok ile AKP blokunun kendine göre bir çatışması da oluyor. Toplum bunun dışındadır. Demokratik güçler bunun dışındadır. Biz bu iktidar çatışmasının içinde ya da bir tarafında kesinlikle değiliz. Üçüncü tarafız. Toplum tarafıyız, demokrasi tarafıyız. Demokratik toplumu geliştiriyoruz. Bu bakımdan da toplumun tepkilerine sahip çıkmak, demokrasi istemlerini örgütlemek, örgütlü eyleme dönüştürmek bizim görevimizdir. Bütün demokratik güçler, Türkiye’nin tüm demokratik çevreleri, aydınları, siyasi çevreleri bunun karşısında büyük sorumluluk duymalı.

Son dönemlerde, Halkların Demokrasi Kongresi temelindeki gelişmeler, en son Barış ve Demokrasi Kongresi’nin de elbette ki bu gelişmeleri cesaretlendiren boyutu var.  

Bir yandan böyle bir öncülük hazırlanıyor, diğer yandan toplumun tepkisi ortaya çıktı. Bunlar birleştirilirse, Türkiye’nin demokratikleşmesi, bütün sorunların bu demokratikleşme temelinde çözülmesi gerçekleşecek. Demokrasi güçleri hem uyanık olmalı, şu bu iktidar blokunun etkisi altına girmemeli, hem de görev ve sorumluluğuna sahip çıkmalı. Görmeli ki, gerçekten de büyük bir demokratikleşme fırsatı-imkanı oluşmuş. Bunu değerlendirmek gerekiyor. Bu temelde özgürlük için, demokrasi için direnen, her türlü teröre, baskıya karşı yiğitçe direnen herkesi selamlıyorum başarı dileklerimi ifade ediyorum.”

KÜRTLERİ CEPHELERİNE ÇEKMEK İSTEYEN GÜÇLER PROVOKASYON PEŞİNDE

Duran Kalkan, Rojava’da Afrin’de yaşanan saldırılara dikkat çekerek bu durumu Kürtleri çatışmalarda taraf olmaya çekmek isteyen güçlerin provokasyonu olarak değerlendirdi. Kürtlerin bu durumu kabul etmediğini, etmeyeceğini ifade eden Kalkan, “Tersine üçüncü bir çizgi olarak, demokratik toplum çizgisi olarak ortaya çıktı, var oldular. Demokratik Suriye’nin bir parçası olarak Rojava’yı ele aldı, geliştirdiler. Bütün provokasyonlara, baskılara karşı bu çizgide ve bunu politikaya dönüştürmede kararlı yaratıcı davrandılar. Bu başarı kazandırdı, 19 Temmuz devrimini yarattı. Rojava’da büyük gelişmeler ortaya çıkardı.  Ve aslında demokratik Suriye’nin ilk nüvesi Rojava’da yaratıldı. Rojava demokratik Suriye’nin öncü, istikrarlı gücü, modeli haline geldi. Bir neden buydu. Aynı çevreler bunu şimdi de hala sürdürmek istiyorlar. Buna rağmen yine de bu isteklerinden vazgeçmiş değiller. Çatışmaların bir kaynağı budur” şeklinde konuştu.

Suriye’de ABD-Rusya görüşmeleri temelinde ortaya çıkan sorunun diplomasi ve siyasi uzlaşma ile çözülmesi arayışının silahlı güçleri etkilediğini belirten Kalkan, tarafların çatışmaları genişleterek tam bir etnik çatışma ve mezhep çatışması geliştirdiklerini söyledi. Her gücün kendine bir etkinlik alanı yaratmaya çalıştığını kaydeden Kalkan, “İşte şimdi bazı çevreler, bazı Kürt bölgelerini kendi etki alanlarına almak istiyorlar. Afrin’deki çatışmaların da, Halep’teki çatışmaların da böyle bir boyutu var. Bir yanı da bu son saldırılarda. Bu durumun da kısmen payı var” dedi.

Kalkan devamla şunları söyledi: “Fakat Halep’te, Afrin’de, Cezire’de son bir aya aşkındır ortaya çıkan durumun esas nedeni bence Suriye’den kaynaklanan yönünden ziyade Kuzey Kürdistan’da, oradan başlamak üzere tüm Kürdistan’a dönük önder Apo’nun geliştirmeye çalıştığı yeni demokratik siyasi çözüm süreciyle bağlantılı olmasıdır. Bu sürece karşıt olan çevreler var. Onlar bu süreci sabote etmek istiyorlar. Bunun için çok değişik provokasyonlar geliştiriliyor. İşte Paris katliamı bunlardan birisiydi. Dicle Üniversitesindeki provokasyonlar benzerdi. Rojava’daki çatışmaların da böyle bir boyutunun olduğu, sürece karşı olan bölgesel güçlerden kaynaklandığını düşünmek hatalı değil. KDP sınırı kapattı, Suriye yönetimi Halep’te Kürt mahallelerini vurdu, Türkiye ile ilişkili olan, KDP ile ilişkili olan, muhalefet içinde yer aldığı söyleyen çeteler Afrin’e saldırıyor. Bunların hepsinin böyle süreçle de bağı var. Yani bu sürece karşı olan bölgesel güçler Rojava’daki istikrarlı durumu bozarak, çatışmalı durum yaratarak, Kuzey Kürdistan’da ve onun diğer parçalara olacak etkisini, yeni süreci sabote etmek istiyorlar. Yani Rojava’yı çatışma alanına sokarak Kuzey Kürdistan’dan başlatılan yeni demokratik siyasi çözüm arayışını sabote etmeye çalışıyorlar. Provokatif bir durumdur. Rojava’da savaş olurken Kuzey’de tabi bu süreç yürümez. Onu düşünüyorlar. Sanki öyle zayıf yer olarak Rojava’yı gördüler üzerine geliyorlar. Bu konuda Kürtler tabi duyarlı olmalılar. Rojava özgürlük hareketi çok dikkatli olmalı, iyi görmeli, bilmeli. Rojava’daki mücadeleyi dar ele almamalı. Hem Suriye boyutunu, hem de genel Kürdistan’la bağlı olan boyutunu buna uygun baştan beri kazandıran politikayı yürütmeli. Biz böyle bir duyarlılık görüyoruz. Bu temelde de provokasyonlara karşı halk hem direniyor, hem de kendi politikasında ısrarlı. Bu anlamda Rojava’da her türlü bu provokatif saldırganlığa karşı direnen halkımızı selamlıyor, kutluyor, başarı dileklerimi ifade ediyorum. “  

ANF