Ali Kızıl
Tarihte, bağımsız Kürdistan talebini teorik program çerçevesinde
ortaya koyup, bunun direnişini örgütleyen ilk örgütlenme Xoybun'dur. 17
Ekim 1917 de Rusya da Ekim devrimi ilan edilirken; devrimin ana şiarı
emekçi sınıflara eşitlik ve adalet, ezilen halklara özgürlük şeklinde
idi.
Fakat Sovyet Rusya'sının hemen yanı başinda, sınır komşusu olan Ağrı
direnişi ve öncüsü olan Xoybun Türk faşizminin postalları altında
ezilerek "Hayali bağımsız Kürdistan Ağrı dağı altında meftundur"
denilerek bir ulus yok ediliyordu.
Tarihin cilvesi olsa gerek! Ulusların kendi kadereni tayin etme
hakkının tarihsel bir hak olduğu bir dönemde, Kürt ulusu Ağrı dağı
altında meftun diye tanımlanıyordu. Hem de sosyalizmin kurucusu olan
Sovyetlerin yanıbaşinda!
O gün bugündür, birey olarak değil bağımsızlığı, Kürt ve Kürdistanı
ağza almak suç sayıldı. Kürdistan inkar edilerek ölü soğukluğu ve
sessizliği ile canlı canlı tabutuyla Ağrı Dağına gömüldü.
Kapitalist sistem paranın esaretine boyun eğerek "ulusların kendi
kaderine tayin hakkını" Kürtler için gözmezden geldi. Sosyalizmin
kurucusu sovyetler ise, "herşey Sovyet ana yurdu korumak" idealine feda
ederek, Kürt ulusunun mefta olarak canlı canlı gömülmesine göz yumdu.
Sözümüz o ki, Kürt ulusu sadece tarihin trajik bir kurbanı değil, ideolojilerin de bir kurbanıdır.
Kürtler, PKK hareketi ile yeni bir çıkış elde etme şansı elde
ettiler. Bu Kürdistan hayalinin Ağrı dağında meftun olduğunu varsayan
Türk faşizmine karşi bir devrim deneyimi olarak gelişti.
Kürtler 90'lı yıllarda devrim teorisi ile devrim seçeneğini
denediler. PKK öncülügünde Kürtlerin direnişine Türk devleti yalnız
savaşmamıştır. Uluslararası sermaye güçleri, faşist Türk devletinin
arkasında durmuşlardır. Türk devleti, NATO gücünü arkasına alarak, devrim
felaketinden kurtulma şansını elde etmiştir. Kürdler askeri olarak bu
seçeneği denemiş ancak güçleri yetmemiştir.
Bu açıdan, ulusal kurtuluş devrimi gerçekleştirmek için ne 19.
yüzyıldaki tarihsel ve toplumsal koşullar mevcuttur, ne de ulusların
kendi kaderini tayin hakkını savunun bir sosyalist kamp vardır.
Günümüz itibari ile, devrim teorisi ile bağımsızlığı savunmak, bir akıl politikacığılığı değildir.
Bunun öz güven, ya da özgüçle, kendini yönetme ile ilgisi yoktur,
koşulların ortaya koyduğu bir durumdur. İlla devrim teorisini savunanlar
varsa "arap baharı" ile devrim teorisinin nasıl Uluslar arası güçlerin
çıkarlarina evrildiğini incelemelerini öneririm.
Yine Uluslar arası politikaların uyumu ile oluşan devletleşmeler
ilgili iki örnek verelim. Bir, Yugoslavya'daki kanlı savaş hiç de
devrimle sonuçlanmadı. Ancak Uluslar arası güçlerin uyumu ile uluslar
ayrıldı, sınırlar çizildi. Görece bir istikrar sağlandı.
Yine, Kosova 'da bir karış toprak ve azıcık nüfus ile bağımsızlık
ilan edildi. Uluslar arası politakaların uyumu, Kosova gibi bir devleti
açığa çıkardı.
Bu örneklere karşi klasik solun refleksi hemen, "emperyalizmin kuracağı bir Kürt devletine karşiyım" olacaktır.
Emperyalizmin, Küresel bir sermaye yayılması olduğu kesin. Son
yıllarda teknolojinin hızı ile de süregelen küreselleşmenin,
emperyalizme yeni bir tanım getirmek zorunda olduğunu da belirtelim.
Politik çikarlarda, Uluslar arası güçlerin uyumunu topyekün
"emperyalizm" olarak değerlendirmek hiçte rasyonalist değildir. Siyaset,
dostunu çogaltmak düşmanını azaltmak ise Kürtler neden tüm dünyayı
karşisına alıp global bir anti-emperyalistlik yükü altına girsin ki?
Akıl karı mı ?
ABD'nin Irak'a girişi, bir egemenlik strtatejisi idi, ancak Kürtlere federal bir devlet olma yolunu da açtı.
ABD'nin ya da Uluslar arası güçlerin niyetinin ötesinde bir durumdur, bahsedilen konu.
Ortadoğu kabuk değiştirmenin ötesinde, su ve petrol yatakları
üzerine kurulmuş statüko Saddam yönetimi ile dağıldı. Şimdi sıra
Suriye'de. Bir domino teorisi olarak parçalarda düzenli gelişmeler
olmasa da, Kürtler üzerindeki sömürgeciliğin Baas ayağının kırıldığının
göstergesidir.
Kürtlerin Ortadoğu'da özgürlüğe hasret kalmaları yine çelişkilerin
merkezi ve değişimde motor gücü olmaları dolayısıyla Uluslararası
dengelerde "taze kan" rölü görebilirler. Bu durum, Kürt ulusunu
Ortadoğu'nun gözde ulusu haline getirebilir.
Bu nesnel gerçeklik, Kürtlere direnişleri sonucu bir statü
kazandırabilir. Belki Yugoslavya'daki gibi kanlı bir ırk ve mezhep
savaşları sonucu, belki de Uluslararası güç dengelerinin ortaya
çıkaracağı fırsatlardan Kürt siyasetçileri yararlanıp, siyasal
iktidarlar elde edebilirler. Kürt halkı her iki durumla da karşı karşıya
gelebilir. Direniş hazırlığı kadar, siyasi fırsatların zeka üstünlüğü
başarılı Kürt siyasetinin anahtarı olacaktır.
Her iki halde de, Kürtler bir statü elde edeceklerdir. Bunun adı
ister bağımsızlık, federasyon, ya da özerklik olsun. Sonuçta Kürtler
Ortadoğu'nun değişiminde, ve gelecek istikrar politikalarında "taze kan"
rolleri nedeniyle bir yer edineceklerdir.
Bölgesel ve en önemlisi de güncel olarak bölgede yaşananları doğru
okumak gerekiyor. Ne karından konuşup "PKK bağımsızlığı savunmalı"
türünden banal bir tavır içine girilmeli, ne de "Ulus-devlet emperyalist
çikarlara alet olur" türünden gerçeği soyut teorilerle boğmaya çalışmak
doğru bir yaklaşimdır. Her talebin bir teorisi olmalı, ama teorinin
idealize edilmesi yanlış bir durumdur.
Bağımsızlık bir ulusun en temel hakkıdır. Ancak bir siyasal örgüte
neyi savunmasını gerektiğini belirtmenin ötesinde dayatmakta abestir.
Ancak şöyle bir formülasyona ihtiyaç duyabiliriz, Kürtler eğer
bağımsızlık isteyeceklerse şimdiye kadar verdikleri bedeller azdır,
ancak anayasal vatandaşlık istenecekse verilen bedeller çoktur.
Bu açıdan kimin neyi talep ettiği ve nasıl mücedele ettiği o gücün
spesifik durumunu gösterir. Ancak bundan daha önemli olan Kürt halkının
Ortadoğu'da ki rolü ve bu rol üzerinde üstlenecegi konumdur. Kürt
siyaset güçleri bu konum üzerinde birleşmek zorunda kalmaları, beklenen
durum olacaktır.
Nitekim, bir kaç yıl önce Genelkurmay istihbarat dairesi, Kürt sorunu konusunda yaşadığı bir hatayı şu cümlelerle özetlemislerdi:
''Biz, PKK'ye karşi Kürt islamcıları, Barzani'yi, ve hatta korucuları
kullanarak başarı elde etmeye çalıştık. Ancak sonuçta görüldü ki
hepsinin çıkar ve amaçları PKK'nin çıkar ve amaçları ile aynı noktada
buluşuyor.''
Bugün farklı gözüken siyasal hareketler ve mücadele biçimleri -ihanet
dışında- sonuçta Kürdistan'ın özgürlügü konusunda ortak noktada
buluşacaktır.
Bunun dışında ne farklı lüksümüz ve hatta ne de şansımız vardır. Halk
ve birey olarak, tüm Kürt siyasi güçlerini ortak demokratik bir
platform olabilecek Ulusal Konferansı gerçekleştirmeye zorlamak bu
sürecin en temel ihtiyacıdır.