ABD askeri, siyasi, ekonomik gücüne dayanarak müdahalelerle
Ortadoğu’da kuramadığı düzenini Arap baharı denen halk hareketlerini
kendi politikaları doğrultusunda yönlendirerek gerçekleştirmeye
çalışıyor. Klasik işbirlikçilerin bölgede sistemin hakim olmasını
sağlayacak karakterde ve güçte olmadığı anlaşılmasının ardından, soğuk
savaş döneminde de ilgilendiği yeşil kuşak projesi nedeniyle içlerine
sızdığı islamcıları bugün ılımlı islam konsepti çerçevesinde bölgedeki
düzenin temel işbirlikçileri haline getirmeye çalışmaktadır. Bu konuda
önemli bir mesafe aldığı da söylenebilir. Tunus, Mısır, Libya ve
Yemen’de bu yönlü adımlar attıkları görülmektedir.
Kuşkusuz
ABD bu müdahalesini, etkinliğini bütün Ortadoğu’da gerçekleştirmek istemektedir.
Zaten Irak’ta on yıla yakındır sürdürdüğü işgal çerçevesinde belli düzeyde
kendi politikalarını yürütebilecek bir zemin ortaya çıkartmıştır. Şimdi bunu
Suriye’yle tamamlamak istemektedir. Bu, aynı zamanda İran’ın da bölgede
etkisizleştirilmesinin önemli bir hamlesi anlamına gelecektir. Bu açıdan
Suriye’deki muhalifleri de kışkırtmış ve Suriye iç savaşın eşiğine gelmiştir.
Suriye’deki
Esad rejiminin devrilmesinden sonra Ortadoğu’nun, yeni siyasal sistemin taşları
da biraz daha yerine oturmuş olacaktır. Ancak Suriye birçok yönüyle karmaşık
durumdadır. Bir taraftan bu ülke coğrafyasının bütün Ortadoğu’yu etkileyecek
karakterde olması, diğer taraftan Suriye’de etkin olan Müslüman kardeşlere
dayalı bir Suriye’nin ABD ve Batı’nın politikalarına uygun düşmeme gerçeği,
müdahale sürecini de uzatmış bulunmaktadır. ABD bütün Ortadoğu’da işbirlikçi
siyasal islamcı güçlere dayalı politikayla etkinliğini sürdürmek isterken,
Suriye’de ise kozmopolit bir iktidar bloğuna dayanmak istemektedir. Ne var ki
bu iktidar bloğunu tam oluşturamadığından, bu süreç uzamış bulunmaktadır. Öte
yandan Obama da, ABD seçimlerinden önce Suriye’ye müdahale etme konusunda
istekli değildir. Hem seçimleri düşünerek müdahale etmede acele etmemekte, hem
de Suriye’de daha geniş yelpazede bir iktidar bloğu düşündüğü için böyle bir
bloğu oluşturma çabası için zaman kazanmak istemektedir. Bu iki nedenden dolayı
gelinen aşamada önümüzdeki aylar içinde bir sıcak müdahale gündemde yok
gibidir. En azından 2012’nin sonuna kadar böyle bir müdahalenin olmayacağı
anlaşılmaktadır. ABD, Suriye’deki rejimi değiştirirken aslında Çin’i de,
Rusya’yı da bu işin içine katmak istemektedir. Suriye’yi İhvan-ı Müslim’in ya
da siyasal islamcıların başat olmadığı, daha kozmopolit bir iktidar bloğuna
kavuşturmayı hedeflediğinden bütün aktörleri böyle bir iktidar bloğunun hakim
olduğu bir Suriye konusunda uzlaştırma çabalarını sürdürmektedir. Şu andaki
genel siyasal duruma bakıldığında Suriye üzerinde böyle bir siyasal mücadele
olduğu görülmektedir.
Suriye
karşı müdahaleyi en çok
dayatan Türkiye’dir
Kuşkusuz
Türkiye erkenden bir müdahaleyi arzulamaktadır. Bunun için ilişkili olduğu
güçlere dayatmada bulunmaktadır. Ancak ne ABD, ne Batı Türkiye’nin bu
isteklerini karşılayacak bir yaklaşım göstermişlerdir. Çünkü Türkiye’nin
Suriye’deki çıkarlarıyla, ABD’nin, Avrupa’nın, Arap Birliği’nin çıkarları
arasında önemli çelişkiler bulunmaktadır. Özellikle Arapların ve Avrupa’nın
Türkiye’nin müdahalesine kuşkuyla baktığı, bu nedenle Türkiye’nin çok etkin
olduğu bir Suriye yerine Esad’ın iktidardan düştüğü, ama Türkiye’nin de çok
fazla etkin olmadığı yeni bir Suriye yaratma yaklaşımı bu çevrelerin de
politikası olmaktadır.
Türkiye’nin
Suriye konusunda bu kadar aktif davranmasının çeşitli nedenleri vardır. Türk
devleti, Kürt özgürlük mücadelesi karşısında sıkışmıştır. Kürt sorununun çözümü
kendisini dayatmaktadır. Türkiye
kendisinin de içinde aktif olduğu erkenden bir müdahale ile uluslararası
güçlerin desteğini alacağını düşünmekte ve bu ortamda, hem uluslararası
güçlerin desteğini alarak hem de Güneyli güçleri kendi yanına çekerek Kürt
özgürlük mücadelesini tasfiye etme hesapları yapmaktadır. Suriye’de PYD’nin
giderek güçlendiğini, Kürtlerin PYD etrafında toplandığını ve yeni Suriye’de
Kürtlerin aktif bir pozisyon kazanmasının kendi Kürt politikasının sonunu
getireceğini düşünerek erkenden bir müdahaleyi dayatmaktadır. Erkenden bir
müdahaleyi dayatmasının bir nedeni Kürtlerin kazanımlarının önüne geçmek iken
diğer bir neden ise ekonomiktir. Eğer Suriye kısa sürede istikrara kavuşmaz;
bölgedeki gerilim böyle devam ederse bunun Türkiye ekonomisine çok olumsuz
etkide bulunacağını, hatta Yunanistan ve diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi,
Türkiye ekonomisinin bir anda dengesini kaybederek çok kötü duruma düşeceğini
görmektedir. Siyasi nedenleri yanında böyle bir neden de vardır.
Türkiye’nin
bir hesabı da şudur; eğer Suriye’de savaşa girerse bu giderek bir İran savaşı
anlamına da gelecektir. Suriye’ye karşı yürütülecek ve daha sonra İran’a karşı
gündeme gelecek bir savaş içinde Kürtler üzerinde her türlü baskıyı
uygulayabileceğini, bunun fırsatını bulacağını düşünmektedir. Nasıl ki, I.
Dünya Savaşı ortamında, savaşın tozu dumanı altında Ermenileri katlederek,
sürerek Ermenilerin yaşadığı coğrafyayı Ermenisizleştirmişse, bugün de benzer
bir durumu Kürtlere karşı devreye koymak istemektedir. Bir Suriye çatışması ve
daha sonra gelişecek bir İran çatışması içinde hem Kürt özgürlük hareketini
ezecek her türlü saldırıyı yapacak; hem de çeşitli baskılarla, göçertmelerle
Kürdistan’ın demografik yapısını değiştirecektir. Özcesi baskı ve katliamlarla
Kürdün iradesini kırıp siyasal sömürgeciliği yeniden inşa ederek kültürel
soykırımın tamamlanmasının gerçekleşeceği yeni bir siyasal düzen kuracaktır.
Türkiye’nin Ortadoğu, Suriye ve olası İran krizine bu tür hesapların
gerçekleşeceği fırsatlar olarak baktığı anlaşılmaktadır. Bu açıdan Türkiye’nin
politikaları gerçekten yalnız Ortadoğu halkları açısından değil, Kürt halkı
açısından da tehlikeli bir duruma gelmiştir. Türkiye zaten ABD’nin, Avrupa’nın,
kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki ajanı konumundadır. Sadece taşeron
değildir, aynı zamanda ajandır. Kapitalist modernitenin 200 yıldır
yapamadığını, Ortadoğu’ya dayatamadığı siyasal, sosyal kültürel hegemonyayı
AKP’nin iktidarda olduğu Türkiye eliyle gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bir
nevi Ortadoğu’nun tarihsel değerlerini, islamın hak-adalet-eşitlik değerlerini
AKP eliyle teslim almaya, dönüştürmeye ve Ortadoğu’yu kapitalist modernist
sistemin bir parçası haline getirmeye çalışmaktadır. AKP’nin Ortadoğu halkları
açısından böyle bir rolü olduğu gibi, Kürtlerin kültürel soykırımı ile
tamamlanacak inkarcı, soykırımcı bir politika izlediği de görülmektedir.
TC’nin
temel politikası Kürtlerin
statü kazanmaması
üzerinedir
AKP
hükümeti her ne kadar Kürt kardeşlerim var diyerek dilde, kültürde kimi
yumuşamalara gidiyorsa da, bunu esas olarak uyguladığı politikaların üstünü
örtmek, kültürel soykırım politikasını daha rahat koşullarda sürdürmek için
yapmaktadır. Bazılarının iddia ettiği gibi, dilde ve kültürde yumuşamayı Kürt
sorununda çözümün bir adımı olarak düşünmüyor. Aksine, gerçek anlamdaki çözümün
önünü almak, yeni koşullarda yürüteceği siyasal sömürgeciliğin ve kültürel
soykırımın üstünü örtmek için kullanıyor. Kuşkusuz Kürt halkı ve Kürt özgürlük
hareketi mücadele ederek, mücadeleyi daha da büyüterek devletin psikolojik
savaş yönlü attığı bu adımları tasfiyenin örtüsü değil de bir çözümün ilk
adımları haline getirmeye çalışmaktadır. AKP ile Kürt özgürlük hareketi
arasında bu yönlü siyasi bir mücadele sürdüğü görülmektedir. AKP kimi
yumuşamalarla Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek isterken, Kürt özgürlük
hareketi ise onlarca yıllık mücadeleyle ortaya çıkardığı birikimi Kürt
sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesiyle taçlandırmak
istemektedir.
Türkiye’nin
Suriye krizine yaklaşımını da Kürt özgürlük hareketine yaklaşımının bir parçası
olarak değerlendirmek gerekmektedir. Nitekim Güney Kürdistan’daki konsolosluğa
gönderilen yazıdan da anlaşılmaktadır ki Türkiye, Rojava ile yakından
ilgilenmekte, Rojava’daki Kürtlerin statü kazanmaması için her türlü yol ve
yöntemi denemektedir. Toplumu yanlış yönlendirme, dezenformasyon, yine Güneyli
güçlerle Kürt özgürlük hareketini karşı karşıya getirme temelinde Rojava’daki
politikasını pratikleştirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin Suriye politikasının
esas boyutunun Kürtlerin statü kazanmasını engellemek, Suriye üzerinde etkin
olarak Kürtlerin sınırlı kırıntılarla, işte ‘dün vatandaşlığa bile kabul
edilmiyordunuz bugün bunları kabul eden bir Suriye var’ denilerek AKP’nin Kuzey
Kürdistan için düşündüğü yeni siyasal egemenlik ve kültürel soykırım sisteminin
bir benzeri de Suriye’de Kürtlere kabul ettirmeye çalışılacaktır. Türk
devletinin bu belgede ortaya koymak istediği proje bu çerçevededir.
Bu sırada
Suriye bir Türk uçağını düşürdü. Bunu Türk devletinin bir provokasyonu olarak
değerlendirmek gerekir. Suriye’nin sınırlarını aşarak bu yönlü faaliyetler
yürüterek aslında Suriye’yi provoke etmişlerdir. Suriye’nin provoke edildiği,
uçağın düşmesinden sonra yapılan değerlendirmelerden açığa çıkmıştır.
Anlaşılıyor ki, Türkiye uzun süredir herhangi bir işgal durumunda Suriye’de
önüne çıkacak hedefleri daha çabuk temizlemek için keşif yaptırmıştır. Böyle
bir keşif sürecinde uçak düşürülmüştür. Her ne kadar AKP hükümeti, ‘biz savaş
istemiyoruz, soğukkanlı davranıyoruz’ dese de bu uçağın düşürülmesini bir savaş
gerekçesi olarak kullanmak istediği, Erdoğan’ın grup konuşmasında netleşmiştir.
Erdoğan
grup konuşmasında açıkça sınıra yaklaşacak hedefleri vuracaklarını söylemiştir.
Bu yönüyle Türkiye sınırını ihlal etmese de, Suriye sınırları içinde hareket
edecek uçakları ve helikopterleri vuracaklardır. Bunun anlamı şudur; kendi
ilişkide olduğu muhalif silahlı güçleri Suriye’de daha etkin savaştırmak için böyle
bir yaklaşım göstermiştir. Sınıra uçakların, helikopterlerin yanaştırılmaması
demek Türkiye denetimindeki muhalif güçlerin Suriye’ye karşı savaşının teşvik
edilmesi, var olan savaşın daha da yükseltilmesi anlamına gelmektedir.
Erdoğan’ın konuşmalarının siyasi ve askeri açıdan anlamı budur. Açıkça ‘ben
muhaliflerin Suriye sınırları içinde üslendiği alanlarda Suriye uçaklarının,
helikopterlerinin gelmesini engelleyeceğim, vuracağım’ diyerek bizzat
Suriye’deki savaşın parçası, muhaliflerin açık destekçisi olacağını ilan
etmiştir. Biz savaş içinde değiliz, savaşı kışkırtanların oyununa gelmeyeceğiz
gibi söylemler tamamen demagojidir. Şu anda ABD, Avrupa doğrudan müdahale
etmediği için Türkiye de müdahale edememektedir. Ama ilerde yapılacak bir
müdahalede etkin rol almanın psikolojik ortamı şimdiden oluşturulmaktadır.
Uçağın düşürülmesinden sonra yapılan değerlendirmeler, Suriye karşıtı
söylemler, ‘gerekeni yapacağız, hesabını soracağız, bunun yerini ve zamanını
biz belirleyeceğiz’ denilmesi, uluslararası güçlerin Suriye’ye müdahale kararı
aldığı anda Türkiye’nin de Suriye’ye girmek istediğinin itirafı olmaktadır.
Suriye’ye karşı yapacağı savaşın haklılığı, meşruluğu olduğunu göstermek için
bu uçak meselesini kullanacaktır. Zaten şimdiden bu uçağın düşürülmesinin
sonucu Türkiye’de şovenizmin yükselmesi, mutlaka hesap sorulacağının söylenmesi
ilerideki bu hesabına uygun bir toplumsal ortam, bir psikolojik ortam yaratmaya
yöneliktir. Dolayısıyla hiç kimse Türkiye’nin biz soğukkanlıyız, savaşı
kışkırtanların oyununa gelmeyeceğiz sözlerine inanmamalıdır. Bu söylemin
demagoji olduğunu, zaman kazanmak için böyle söylendiğini ama yeri ve zamanı
geldiğinde de yapacağı savaşın haklı ve meşru nedenlerinden biri olarak bu uçak
meselesini göstereceği bilinmelidir. Zaten yaptığı propagandayla yapacağı
savaşın meşruiyetini şimdiden hazırlamış bulunmaktadır.
Türkiye
Güneyli güçleri PKK’ye
karşı kışkırtmak istiyor
Şu anda
Suriye’de yürütülen savaş diğer uluslararası güçlerin ve Türkiye’nin
Ortadoğu’da etkili olma mücadelesidir. Türkiye’nin Ortadoğu genelinde ne kadar
etkili olup olmayacağı Suriye üzerindeki siyasi etkisine bağlı olacaktır.
Suriye üzerindeki siyasi etkisi sınırlı kaldığında, Türkiye Ortadoğu’da
tıkanacaktır. Büyük devletiz, dünyada ve Ortadoğu’da rol oynayacak önemli
ülkeyiz değerlendirmelerinin doğrultusunun nasıl olacağı Suriye’deki siyasal
sonuçlarla belli olacaktır. İran’la ilişkisi bozulmuş, Irak’la bozulmuş bir
Türkiye Suriye’de etkin yer almazsa bırakalım Ortadoğu’ya açılması, Ortadoğu
alanında daralacağı ve etkisiz kalacağını şimdiden söylemek gerekmektedir. Ya
da Suriye’deki müdahalede etkin rol alarak nasıl ki 1517’de Ridaniye Savaşı’nı
kazanıp Suriye’yi kontrol altına alıp bütün Ortadoğu’ya yayıldıysa, Suriye’deki
etkinliği de bütün Ortadoğu’ya hakim olmada önemli rol oynayacaktır. Zaten Arap
dünyası da bu tarih bilincine sahip olduğu için, Türkiye’nin Suriye üzerinden
bütün Ortadoğu’da etkin olmak istediğini gördüğünden Türkiye’nin Suriye
üzerinde etkin olmasını istememektedirler. Ancak Türkiye dahil bütün
uluslararası ve bölgesel güçler Suriye’deki oluşacak rejimin bütün
Ortadoğu’daki ilişki ve dengeleri belirlemede rol oynayacağını
düşünmektedirler. Bu nedenle herkes kendisinin etkin olacağı yeni bir iktidar
blokunun hakim olması için çaba göstermektedir.
Kürt
sorunu açısından da kritik bir noktaya gelinmiştir. Ortadoğu’da dengelerin
şekillendiği bir süreçte Kürtler etkin ve aktif olabilirlerse Kuzey’de,
Güney’de ve giderek Doğu’da kendilerini etkin kılarak 21. yüzyıl Ortadoğu
siyasi sistemi içinde etkin bir biçimde yer alacaklardır. Ama yerinde zamanında
tutum almazlar, kararlı olmazlarsa, tereddütlü ikircikli yaklaşımlar, parçalı
duruşlar göstermeye devam ederlerse veyahut geleceklerini şu ya da bu gücün
insafına bırakan yaklaşımları gösterirlerse Kürtler çok ciddi tehlikelerle
karşı karşıya gelecektir. Bu acıdan şu anda Kürtlerin parçalı duruşu, Güney
Kürdistanlı güçlerin duruşu, Güney Kürdistanlı güçlerin Türkiye ile ilişkileri,
yine dış güçlerin çeşitli Kürt örgütleriyle ilişkilenmeleri, Kürtlerin en
iradeli, demokratik ve etkin siyasal gücü olan PKK’ye karşı diğer Kürtleri
kışkırtan, tahrik eden yaklaşımları mevcut durumda Kürtlerin pozisyonunu
sıkıntıya düşürmektedir. Kürtler onlarca yıldır yürüttükleri mücadeleyle böyle
bir sürece hazır konuma geldikleri halde, objektif olarak böyle bir durum
bulunmasına rağmen çeşitli siyasal güçlerin dar yaklaşımları nedeniyle Kürtler
arası birliğin gerçekleştirilememesi ve bunun politik organlarının ortaya
çıkartılamaması, Ortadoğu’nun dönüşüme ve yeni dengelere doğru ilerlediği böyle
bir süreçte Kürtler açısından bir zafiyet oluşturmaktadır. Bu yönüyle Kürtlerin
bu zafiyeti ortadan kaldırmak için sorumlu davranmaları, birlikte hareket
etmeyi güçlendirmeleri, bir araya gelmeleri çok önemlidir. Eğer bu süreçte bir
araya gelinmez, Kürtler ortak tutum takınmazlarsa bunun yaratacağı olumsuz
sonuçlardan bu duruma yol açan aktörler sorumlu olacaklardır.
Türkiye
Güneyli güçleri PKK’ye karşı kışkırtmak istiyor. Kürt özgürlük hareketi ile
Güneyli güçlerin ilişki kurmasını engellemeye çalışıyor. Böylelikle de Kürtleri
zayıf düşürmeye çalışıyor. Sorumlu Kürt güçleri Türk devletinin bu oyununa
gelebilir mi, bu yaklaşımı benimseyebilir mi? Sömürgeci güçler Kürtlerin
birliğini istemiyor, Kürtlerin birlik olup kazanmasını istemiyor. Bu durum
karşısında Kürtlere düşen görev, Türk devletinin politikalarının tersini
yapmak. Birliğini güçlendirerek Kuzey’de; Güney’de, Rojava’da da İran’da ve her
tarafta güçlü pozisyona ulaşmaktır. Kürtlerin ve Kürt örgütlerinin yapması
gereken budur. Yoksa şu andaki parçalı duruşları Türkiye’ye de, Irak’a da,
diğer sömürgeci güçlere de cesaret vermektedir. Suriye’deki muhalif güçlerin
Kürtler için bir çözüm projesi sunmaması, statülerini kabul etmemesi de Kürtler
arası parçalanmışlıktan ileri gelmektedir. Bu açıdan bunun getirdiği
sorunların, zayıflıkların yarattığı sonuçları görerek birliklerini pekiştirip
her parçada hazır olmaları gerekmektedir. Ortadoğu’da yaşanan siyasal
değişikliklere, hızlı gelişen süreçlere Kürtlerin hazırlıklı olması gerekmektedir.
Hazırlıklı olmanın koşulu da ulusal birliktir. Dolayısıyla dış güçlerin,
Türkiye’nin, çeşitli güçlerin Kürtler arası birliği önleme çabasının boşa
çıkarılması gerekir. Aksi durumda Kürtler 20. yüzyılda olduğu gibi 21. yüzyılda
da siyasi egemenlik ve kültürel soykırıma tabi tutulan ve zamanla ortadan
kaldırılmak istenen bir Ortadoğu düzeni içinde kendilerini bulabilirler.
Güneyli Kürtler de şu anda bulundukları pozisyonlarını kaybedebilirler. Çünkü
Kürt sorununu Kuzey’de, Rojava’da çözülmediği, bölgedeki Kürt düşmanı güçlerin
geriletilmediği bir yerde, daha doğrusu düşmanı güçlerin Kürt özgürlük
hareketini etkisizleştirip kendilerini güçlendirdiği bir süreçte Güneyli
güçlerin mevcut pozisyonlarının da güvencede olmayacağı, tehlikede olacağı
açıktır. Kürt özgürlük hareketinin etkisizleştirildiği, Türkiye’nin Suriye’de
etkili olduğu, Kuzeyde Kürt özgürlük hareketi karşısında pozisyonunu
güçlendirdiği bir süreçte kesinlikle Güney Kürdistan’daki Kürt statüsü de
tehlikeyle karşı karşıya kalacaktır. Zaman içinde de bölge gerici güçlerinin
birleşmesiyle de marjinalleştirilecek, hatta ortadan kaldırılmak istenecektir.
AKP
hükümeti düşmanlığını tüm
Kürtlere yaymıştır
Türk
devleti Ortadoğu’da dengelerin kurulacağı bu süreçte, kendi pozisyonunu
güçlendirmek açısından Kürt özgürlük hareketine karşı kapsamlı bir saldırıya
geçmiştir. Önder Apo’nun İmralı’da bir yıla yakındır tecrit edilmesi, dünyayla
ilişkisinin kesilmesi, siyasi soykırım operasyonlarıyla 8 bin demokratik
siyasetçinin tutuklanması, BDP’nin bütün il ve ilçe başkanlarının, belediye
başkanlarının ve tüm yöneticilerinin tutuklanarak örgütsel olarak
zayıflatılması, tutuklamaların avukatlardan sendikacılara ve gazetecilere kadar
uzatılması, askeri operasyonların artırılması, Kürtler üzerinde çok yoğun bir
baskı yürütülerek iradesinin kırılmaya çalışılması bir yönüyle de Ortadoğu’da
oluşacak yeni dengeler sürecinde Türk devletinin kendisi önünde engel gördüğü
güçleri zayıflatmaya, kendi pozisyonunu güçlendirmeye yöneliktir. Bu yönüyle
AKP’nin politikalarının günlük politika olmadığını, hem bölgede etkin olmak hem
de Kürtleri yeniden siyasal sömürgecilik ve kültürel soykırım sistemi içine
almak için yürüttüğü politikalar olarak görmek ve buna göre bir yaklaşım ve
tutum içinde olmak gerekir.
1990’larda, bugün cezaevinde olan Ergenekoncu denilen
kesimler Kürt özgürlük hareketini nasıl bir konseptle tasfiye etmek
istiyorlardıysa, AKP de bunu yapmaktadır. AKP’nin bugün yürüttüğü konseptle,
’90’lardaki konsept arasında özde fark yoktur, biçimde fark vardır. Bugünkü
konseptte Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek istemektedir. Bunun için
toplumsal tabanı tümden ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Sadece dünya
koşulları değiştiği için, eski yol ve yöntemler teşhir olduğu için, 1990’larda
uygulanan Kürt özgürlük hareketinin tabanını daraltma, kuşatarak bitirme
politikasını şimdi farklı yöntemlerle yapmaktadır. Dün faili meçhul
cinayetlerle etkisizleştirdiği, saf dışı ettiği Kürt demokratik siyasetini
şimdi siyasi soykırımla saf dışı etmeye çalışmaktadır. Hatta bırakalım Türkiye
tarihini, dünya tarihinde de görülmemiş düzeyde demokratik siyasetçilere
saldırı, siyasi bilinci olan tüm Kürtleri zindana atan bir politika izlemesinin
nedeni budur. Gerçekten nasıl ki, 12 Eylül’de Kürt özgürlük hareketinin
Kürdistan’a saçtığı özgürlük tohumlarının kökü kazınıp bu uyanış bir daha
dirilmemek üzere ezilmek istenmişse şimdi de AKP aynı politikayı Kürt özgürlük
hareketinin bütün bileşenlerine yapmaktadır. Demokratik siyasete uygulanan
politika, 1980’lerde PKK’ye uygulanan kök kazıma politikasının bir benzeridir.
Hiçbir fark yoktur. O zaman da sadece yurtdışındakilere, dağdakilere
ulaşamamışlardı, şimdi de ulaşamıyorlar. Ama içerdeki her yurtseveri, BDP’ye
üye olmuş gitmiş gelmiş insanların hepsini içeri atarak Kürt halkını mücadele edemez hale getirmeye çalışmaktadır.
AKP’nin konsepti budur. Öyle ki artık
gelinen aşamada sadece Kürt özgürlük hareketine, Kürt demokratik hareketine,
onun üye ve sempatizanlarına değil, Kürt özgürlük hareketi ile dost olmak
isteyen bütün siyasal hareketlere ve sivil toplum örgütlerine saldırmaktadır.
Yakın
zamanda gerçekleştirilen KESK’e saldırı bununla ilgilidir. Kürt halkının
özgürlük mücadelesinin Türk halkıyla, emekçilerle buluşmasını engellemek ve
yalnızlaştırmak için bu saldırı yapılmaktadır. Yine HDK hedef gösterilmiştir.
Onun da KCK gibi olduğu söylenmiştir. Bu, televizyonlarda, gazetelerde
propaganda yapılmıştır. Bunun psikolojik ortamı, zemini yaratıldıktan sonra ESP
yöneticilerine ve merkezine saldırılması bu politikanın sonucudur. Artık sadece
Kürtler değil, Kürtlerin dostları da KCK operasyonları gibi operasyonlarla,
uydurma iddialarla zindanlara atılıp Kürt halkıyla Türkiye demokrasi güçlerinin
birleşip Türkiye’yi demokratikleştirip Kürt sorununun çözmesinin önüne geçmeye
çalışmaktadırlar.
AKP
hükümeti bütün düşmanlığını tüm Kürtlere yaymıştır. AKP’ye muhalif bilinçli tüm
Kürtleri etkisizleştirmeye, iradesini kırmaya çalışmaktadır. Bu irade
kırma savaşının dağlarda bombalama,
askeri operasyonlar; içeride BDP üye ve yöneticilerinin, belediye başkanlarının
tutuklanması, zindanda Kürt gençlerine Kürt kadınlarına çocuklarına eziyet
yapılması ve bir irade kırması biçiminde sürmesi söz konusudur. Türk devletinin
irade kırma savaşının bütün alanlara yayıldığını görmek gerekir.
AKP
hükümeti, yandaş basını, danışmanları, uzmanlarıyla “PKK’yi bitirdik belini
kırdık, artık bir daha bellerini doğrultamazlar, küçük Kandilcikler ortadan
kaldırılıyor, geçmiş hükümetlerin yapamadığını AKP hükümeti yapıyor” diyerek
bütün Kürdistan’ı boydan boya gerilla katliamlarını hedefleyen operasyonlara
dönüştürmedi mi? Bütün kış boyu televizyonlarda, gazetelerde gerillaların nasıl
bitirildiği, ezildiği üzerine haberler yapılmadı mı? Hatta özel mizansenler
yapılarak gerillaların nasıl kuşatıldığı, nasıl teslim alındığı, nasıl
öldürüldüğü, nerdeyse canlı canlı yayınlanmadı mı? Gerillaların barınaklarının
yok edildiği, bulundukları yerlerde imha edildikleri aylarca propaganda
yapılmadı mı? Buna dayanarak danışmanlar, uzmanlar artık PKK hareket edemez
şeklinde değerlendirme yapmadılar mı? Bütün bunlar bir imha konseptinin
sonucuydu. Önder Apo üzerinde bir yıldır tehdit ve şantaj politikası neden
yürütülmektedir? Bir yandan İmralı teslim alınmak, bir yandan gerilla teslim
alınmak istenmektedir. İmralı ve gerillanın teslim alındığı bir ortamda, diğer
siyasal aktörlerin daha kolay teslim alınacağı düşünülmektedir. Kaldı ki, BDP
üzerinde de görülmedik bir baskı uygulayarak teslim almaya çalışmaktadırlar.
Bir yönüyle AKP bir yıldır Kürt özgürlük hareketini ezme ve tasfiye etmek için
her yolu denemiştir. Her fırsatta MHP ile neden Apo’yu asmadınız biçiminde
polemiğe girmiştir. MHP ile polemiğe girenler, birbirlerine her türlü hakareti
yapanlar sıra Kürt özgürlük hareketinin ezilmesi ve Türkiye’nin silahlı
güçlerinin Suriye’ye girmesi konusuna gelince nasıl uzlaştıklarını, nasıl
ittifak yaptıkları çok açık bir biçimde görülmüştür.
Ancak
AKP’nin bu politikaları kendilerinin de beklemediği bir direniş ile
karşılanmıştır. Önderlik üzerinde tecrit uygulanırken, tehdit ve şantaj
politikası yürütülürken, Önderlik “benimle sıradan görüşme olacaksa ben
görüşmeleri kabul etmiyorum” diyerek onların bu politikasını boşa çıkarmıştır.
“Bana basit bir mahkum gibi yaklaşamazsınız, ben bir siyasal hareketin ve bir
halkın Önderiyim, bana bu temelde yaklaşılacaksa, avukat ve aile görüşmeleri bu
temelde görülecekse, bu konumum dikkate alınacaksa görüşmeler yapılabilir”
yaklaşımında bulunmuştur. “Siyasi bir önderim, siyasal kişiliğimi reddedecek
hiçbir tutumu kabul etmem” diyerek AKP’nin tecrit, tehdit ve şantaj
politikasına tutum koymuştur. Gerilla Türk devletinin bütün imha hareketlerine
rağmen kahramanca direniş göstermiştir. Kışın bile direnmiştir. Türk devleti
kışı sadece ezme, teslim alma olarak değerlendirmek isterken, karşısında kışın
da direnen bir gerilla gücü bulmuştur. Zaten kış boyu gerçekleşen bu direnişler
halkın serhildanlardaki bu tutumu, Avrupa’da ve zindanlarda imha
operasyonlarına, Önderlik üzerindeki tecrit ve tehdit, şantaj politikasına
karşı gerçekleşen açlık grevleri, ölüm oruçları Türk devletinin politikalarına
karşı boyun eğilmeyeceğini, direnileceğini bahara girişle birlikte Türk
devletine göstermiştir. Bu direniş tabii ki bahar ve yaz ile birlikte daha
kapsamlı hale gelmiştir.
AKP ne
Kürt sorununu demokratik
temelde çözüyor ne de
ezebiliyor
Oramar’da
gerçekleşen çok geniş alana yayılmış bir savaştır. Oramar’daki savaşı bir eylem
olarak değerlendirmemek gerekiyor. Çok geniş alanda işgalci güçlere karşı bir
devrimci savaş hamlesi olarak görmek gerekiyor. Bu, aslında Türk devletinin
hiçbir politikasının, ideolojik, siyasi saldırılarının yok etme konsepti ve
operasyonlarının ve bu yönlü yürüttüğü psikolojik savaşının sonuç vermediğini,
Kürt halkının her yerde direndiğini ortaya koymuştur. Oramar savaşı ise bu
direnişin zirvesi durumundadır. Kürt halkının teslim olmayacağının,
direneceğinin ilanıdır. Nasıl ki Önder Apo İmralı’da siyasi bir lider olduğunu, kendisine sıradan
yaklaşılmayacağını göstererek Türk devletine tutum almışsa, bu politikalara
karşı direndiğini ortaya koymuşsa, Oramar savaşı da Türk devletinin her türlü
saldırı ve imha hareketine karşı direnileceğini, Kürt halkının da Kürt özgürlük
hareketinin de teslim alınamayacağını dost düşman herkese bir daha
göstermiştir.
Aslında
AKP bu saldırılarla Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek, olmazsa
marjinalleştirmek, bu ortamda Kürt halkı üzerinde yeni sömürgecilik ve kültürel
soykırım sistemini ifade eden yeni anayasayı gerçekleştirerek Kürtler üzerine
yeni bir beton dökmek istiyordu. Bu tasfiye politikasını ve saldırılarını Türk
devletini yeniden şekillendirecek anayasa ile sonuçlandırmak istiyordu. Çünkü
Türkiye eski anayasa ile yürüyemiyordu. Eski anayasa ile sistemi ayakta
tutamıyordu. Sistemi ayakta tutacak yeni bir anayasa, ve ona dayanacak yeni bir
rejime ihtiyaç vardı. Bunun önünde de Kürt özgürlük hareketini engel olarak
görüyordu. Çünkü Kürt özgürlük hareketinin tasfiye edilmediği koşullarda,
Kürtler üzerinde siyasi sömürgecilik ve kültürel soykırım sistemini yenileyen,
bunları yeni koşullarda sürdürecek bir anayasa ve rejimin tutmayacağını, daha
baştan gayri meşru doğacağını bilmekteydi. Bu nedenle bu saldırılarla Kürt
özgürlük hareketini etkisizleştirip yeni bir anayasa yapmak istiyordu. Ama bunu
başaramadı.
Mevcut
durumda Kürt özgürlük hareketi karşısında AKP hükümeti çok sıkışmış durumdadır.
Çünkü Kürt özgürlük hareketini tasfiye edemeyen, etkisizleştiremeyen bir
iktidarın meşruiyeti kalmaz, varlık nedeni kalmaz. Ya Türkiye’yi
demokratikleştirerek ayakta kalacak ya da Kürt özgürlük hareketini ezerek
iktidarını sürdürecektir. Türkiye’de iktidarda kalmanın kanunu budur. Ne Kürt
sorununu demokratik temelde çözüyor ne de ezebiliyor. Bu durum AKP iktidarının
geleceğini tehlikeye sokmaktadır. İşte tam da bu sırada nasıl ortaya çıktığı
belli olmayan bir CHP girişimi gündeme gelmiştir. Aslında CHP’nin bu girişimi
AKP’nin Kürt özgürlük hareketini tasfiye edip yeni anayasa ile kendi sistemini
kurma politikasına destek veren ve AKP’ye nefes aldıran bir girişim olmuştur.
CHP nasıl devreye girdi, niyeti nedir, bunu çok kapsamlı bir biçimde
değerlendirmek istemiyoruz, ama CHP’nin girişimi AKP’ye nefes aldırdı. AKP’nin
çözümsüz politikaları ve bunun toplumda yarattığı inançsızlığa CHP’nin kan
taşıdığı açıktır. AKP, CHP’nin bu girişimini Kürt sorununu çözümü konusunda bir
destek olarak görmemekte, aksine kendi tasfiye politikalarına nefes aldıran,
zaman kazandıran bir durum olarak değerlendirmektedir. En iyi durumda ise
CHP’yi yanına yedekleyip yeni anayasa yapmak istemektedir. Çünkü AKP’nin
düşündüğü anayasa ile CHP’nin düşündüğü anayasa arasında hiçbir fark yoktur.
Her ikisi de bireysel haklara dayanan, kültür ve dil alanındaki yumuşamalarla
Kürt sorununu çözdüklerini ve demokratikleştirmeyi gerçekleştireceklerini iddia
etme anlayışındadırlar. Yani ikisinin de ajandasında Kürt sorununu kalıcı ve
demokratik bir çözüme kavuşturma yoktur. İkisi de demokrasicilik yaparak
belirli adımları attıklarını iddia ederek Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin
Kürt sorununun çözümü temelinde demokratik Türkiye taleplerini yozlaştırmak,
bitirmek tüketmek, bu tür talepleri karşılayan aktörlermiş gibi kendilerini
göstererek siyasal alanda kendilerini güç yapmak istemektedirler. AKP çok
sıkıştığı anda CHP’nin bu girişimine can simidi gibi sarılmıştır. AKP ve
CHP’nin yaklaşımlarını böyle görmek gerekmektedir.
Öte yandan
AKP bu sıkışık durumdan kurtulmak için bir süredir Güneyli güçleri devreye
sokmaya çalışmaktadır. Özellikle KDP üzerinden PKK’ye ateşkes yaptırmaya ve bu
çerçevede bir süre daha oyalama politikası yürüterek hem tasfiyeyi adım adım
gerçekleştirme, hem de bu oyalama sürecinin sonunda düşündüğü anayasayı
gerçekleştirerek Kürtleri yeni siyasi egemenlik ve kültürel soykırım sistemi
altına almayı hesaplamaktadır. Bunun için güneyli güçler üzerinde baskı
kurmaktadır. Güneyli güçler de bunu çeşitli biçimlerde Kürt özgürlük hareketine
hissettirmeye çalışmaktadırlar. Ancak Güneyli güçler de görmüştür ki, Kürt
özgürlük hareketi ciddi adımlar atılmadan, Kürt sorununda bir çözüm projesi
ortaya konulmadan, Önder Apo özgürleşmeden, siyasi soykırım operasyonları
ortadan kaldırılmadan ne AKP’nin politikaları karşısında bir ateşkes yapar, ne
de yumuşama içine girebilir. Önder Apo’nun esaret altında tutulduğu, Kürt
sorununun çözümsüzlük politikasının sürdüğü, soykırım operasyonlarla Kürt
demokratik hareketinin iradesinin kırılmak istendiği bir ortamda Kürt özgürlük
hareketi açısından sadece direnme seçeneği gündemdedir. Mevcut koşullarda bunun
dışındaki hiçbir seçeneğe Kürt özgürlük hareketinin yüzünü dönmesi, yüz vermesi
mümkün değildir. Türk devleti Güneyli güçleri, çeşitli çevreleri ne kadar
kullanmak istese de, Kürt özgürlük hareketi tutumunu net ortaya koyarak Türk
tarafının bir çözüm iradesi olmadığı müddetçe direneceğini herkese
göstermiştir. Hem söylemiyle hem tutumuyla AKP’nin bu politikaları karşısında
direneceğini, direnmekten başka çaresi olmadığını, AKP’nin bu gerici faşist
politikalarının ancak direnişle boşa çıkarılabileceğini, bu şekilde Kürt
sorununun çözümünün ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin gerçekleşebileceğini
ortaya koymuştur. Kürt özgürlük hareketinin bu yönlü tutumu da hala devam
etmektedir. AKP çok sıkıştığı bu süreçte Kürt özgürlük hareketini eylemsiz
bırakma, Kürt özgürlük hareketini mücadelesiz bırakma politikaları
yürütmektedir. Bu yönlü psikolojik savaşın sürdürüldüğü bir süreçte
gerillaların çok geniş bir alanda Oramar direnişi içine girmeleri, gerçekten de
AKP’nin politikalarının sonuç vermeyeceğini, Kürt halkının direnişte kararlı
olduğunu bir daha göstermiştir.
‘Tam da
çözüm olacaktı!’ safsatası
Oramar
savaşının olmasından birkaç gün önce Leyla Zana, AKP Kürt sorununu çözer, PKK
silahları bırakmalı gibi boyunu aşan değerlendirmelerde bulunmuştur. Tabii ki
bu değerlendirmelerin BDP ile, Kürt halkının duygularıyla talepleriyle alakası
yoktur. Bu değerlendirmeler tamamen Kuzey Kürdistan gerçeğiyle ilgisi olmayan,
Leyla Zana’nın Güney Kürdistan’daki ilişkileri sonucu gündeme gelen
değerlendirmelerdir. Dolayısıyla Kuzey Kürdistan halkını da, Kürt özgürlük
mücadelesini de bağlamayan, hatta ondan kopuk, onu ifade etmeyen, o gerçekliği
görmeyen, hatta o gerçeklikle çelişen bir söylemi ve tutumu ifade etmektedir.
Tabii ki buna AKP balıklama atlamıştır. Türk devleti ve özel savaşçılar
balıklama atlamıştır. Türk devletinin psikolojik savaş merkezleri, psikolojik
savaş elemanları konuşmaya başlar başlamaz ‘Leyla Zana da silahların
bırakılmasını istedi, Leyla Zana da AKP’nin Erdoğan’ın sorunu çözeceğini
söyledi’ diyerek Leyla Zana’nın konuşmasını şimdiye kadar yürüttükleri
psikolojik savaşın bir argümanı olarak kullanmışlardır. Psikolojik savaşlarını,
Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttükleri tasfiye harekatlarını güçlendiren
bir argüman olarak değerlendirmişlerdir. Leyla Zana’nın niyeti Kürt sorununun
çözümü de olabilir. Kürt sorununun demokratik çözümünü de isteyebilir. Tabii ki
bu savaşın biterek Kürt sorununun çözülmesini herkes istemektedir. Ama bu
mücadelenin de bu savaşın da Kürt sorununun çözümü için geliştiğini, bunun için
mücadele verildiğini ve ortada Kürt sorununun çözümü için hiçbir yaklaşımın ve
tutumun da olmadığı açıktır. Bu nedenle de söylemlerinin Kürt sorununun
çözümüyle barışla alakası yoktur. Sadece Güney Kürdistanlı güçlerin Türkiye ile
ilişkilerini güçlendirmek için Leyla Zana’yı kullandıkları anlaşılmaktadır.
Leyla Zana, Güney Kürdistanlı güçlerle Türkiye’nin ilişkilerinin
düzeltilmesinin aracı ya da kurbanı yapılmıştır demek daha doğrudur.
Oramar
savaşının gerçekleşmesi, CHP’nin attığı can simidinin ve Leyla Zana’nın
konuşmalarının AKP’ye güç verdiğinin düşünüldüğü süreçte AKP’de ve devlette şok
etkisi yaratmıştır. CHP’nin can simidi atmasının da Leyla Zana’nın “Erdoğan
iyidir, PKK silah bıraksın” sözlerinin de Kürt özgürlük hareketine karşı
yürütülen mücadelede etkili olamayacağını, sonuç veremeyeceğini görmüşlerdir.
Bu savaşla AKP hükümeti sarsılmıştır. Bu sarsıntının yarattığı korkuyla AKP
yandaşı basın, çeşitli çevreler “tam da barış olacaktı, çözüm olacaktı bu eylem
bozdu” gibisinden bir psikolojik savaş hareketi içine girmişlerdir. Bu
değerlendirmenin Türkiye gerçekleriyle, Kürdistan gerçekleriyle hiçbir alakası
olmadığı açıktır. AKP’nin bütün politikaları, bırakalım barışçıl ve çözüm
doğrultusunda olması aksine tamamen savaş ve tasfiye yönünde olmuştur. CHP’nin
girişimi de, Leyla Zana’nın konuşmaları da tasfiye harekatının bir parçası
olarak değerlendirmişlerdir. Bu nedenle çözümün değil tasfiye saldırılarının
arttığı bir dönem vardır. Gerilla da tasfiye harekatlarının arttığı bir dönemde
böyle bir savaşı yaparak bu saldırılara cevap vermiştir. Doğru ve gerçek
değerlendirme budur. Diğer tüm değerlendirmeler Türkiye toplumunu kandırmak,
Kürt halkını kandırmak anlamına gelmektedir. Kaldı ki, kendi yandaş basını da
kendileri de kısa bir süre öncesine kadar yürüttükleri tasfiye politikalarının
sonuç aldığını, sonuç alacağını artık PKK’nin kuşatma altına alındığını ve
tasfiye edileceğini yazıyorlardı. AKP basınının da yandaşlarının da Kürt
sorununun çözümünden, demokratikleşmeden çok PKK’nin nasıl tasfiye
edileceğinden söz ediyor ve ömür biçiyorlardı. Ama bunun böyle olmadığı
görülünce bu defa yine toplumu aldatmak, kandırmak Kürt toplumunu mücadelesiz
bırakmak için “tam da çözüm oluyordu barış oluyordu bu eylem geldi bozdu”
biçiminde bir söylem tutturmuşlardır.
‘Tam çözüm
olacaktı PKK eylem yaptı, bozdu!’ söylemi kesinlikle psikolojik savaşın yeni
bir demagojik dilinden başka bir şey ifade etmemektedir. Artık bu söylem
bayatlamıştır. 4-5 yıldır gerilla ne zaman etkili bir eylem yapsa. Ne zaman
askerin yürüttüğü tasfiye operasyonları ağır bir darbe yese “tam da çözüm
oluyordu bu eylemler bozdu” yaygarası yapılmaktadır. Ama hiçbir zaman
gerillalar öldürülünce, hatta onlarcası birden öldürülünce bu çözümü sabote
etmiyor, bu barışı bozmuyor! Kimse gerillalar öldürüldüğünde bu yönlü bir
değerlendirmede bulunmamıştır. Gerillalar öldürüldüğünde zafer narası atanlar,
bunu çözüm ve barış için engel olarak görmeyenler, gerilla bir eylem yaptığında
hemen bir barış oluyordu çözüm oluyordu engelledi biçiminde bir algı yaratmaya
çalışmaktadırlar. Ama gerçek öyle değildir. Bu tamamen yandaş basının Kürt
halkının direnişi ve etkili eylemleri karşısında başvurduğu, böylelikle Kürt
halkının Kürt özgürlük hareketinin direnişini engellemeye yönelik, psikolojik
harekat söylemleri olduğunu görmek gerekir.
14
Temmuz’da Silvan’da gerçekleşen de Türk askerinin imha harekatları karşısında
gerillanın kendisini savunma refleksi direnişiydi. Tokat Reşadiye’de yapılan
eylem de Önderliğe karşı zindanda gösterilen yaklaşıma karşı bir cevaptır.
Siyasi soykırım operasyonlarına gösterilen tepkiydi. Bunlar görülmeden “tam da
çözüm oluyordu PKK bozdu” yaygarası koparmanın ne inandırıcılığı ne de bir
gerçekliği vardır. Yarın da böyle büyük bir eylem olsa yine söyleyecekleri
budur. Çünkü bu söylem 4-5 yıldır psikolojik savaşın Kürt özgürlük hareketinin
yaptığı eylemler hakkında kuşku uyandırmak, eylem yapmasının önüne geçmek için
uydurduğu bir psikolojik savaş yöntemidir. Bu yönlü algı yaratarak kendilerine
göre Kürt özgürlük hareketini eylemsiz ve mücadelesiz bırakmaya çalışıyorlar.
Bunları Kürt özgürlük hareketinin yutması mümkün değildir. Halkımız bu tür propagandalara
inanmamaktadır. Zaten Türk devleti Kürt özgürlük hareketinin mücadeleye
başlamasından bu yana bu tür söylemlerle bu mücadele konusunda kuşku yaratmayı
temel görev bilmiştir. Ya dış güçlerin maşasıdır ya karanlık güçlerin elidir.
Bunları on yıllardır duyan bir halk gerçekliğimiz var. Yıllardır bu tür
saldırılara karşı duran bir örgüt gerçeğimiz var. Bu bakımdan bunlara kulak
verilmesi bunların dinlenmesi, bunların Kürt halkının ve Kürt özgürlük
hareketinin mücadelesi ve eylemliliğini etkilemesi mümkün değildir.
Gerillanın
silah bırakmasını isteyenler
teslimiyeti istemektedirler
Kürt
özgürlük hareketi varlığı yok edilmek istenen bir halkın savunmasını
yapmaktadır. Kürt özgürlük hareketinin Kürt halkının varlığını güvenceye
alınması ve özgürlüğünün kazanılması için mücadele etmektedir. Bu açıdan
varlığı güvenceye alınmadan, özgürlüğü gerçekleşmeden gerillanın direnişini de,
silahını da bırakması mümkün değildir. Hiçbir güç de şu ya da bu baskıyla
psikolojik savaşla kafa karıştırma ya da bölme çabalarıyla Kürt özgürlük
hareketinin 40 yıldır yürüttüğü kararlı mücadeleyi farklı göstermesi mümkün
değildir. Gerillalarının silah bırakmasını isteyenler teslimiyeti
istemektedirler. Herkes de biliyor ki Türkiye’de zihniyet değişmediği gibi bir
çözüm niyeti de yoktur. Türkiye’de Kürt halkının varlığının güvenceye alınacağı
ve özgürlüğünün sağlanacağı bir demokratik siyasal ortam yoktur. 1970’lerdeki
siyasal ortam bile yoktur. Şu andaki Türkiye’deki siyasal ortam da yasalar da
daha gericidir. Kürt özgürlük hareketi direnişi ve mücadeleyi bıraktığı andan
itibaren Türkiye’nin bütün politikası Kürtleri yeni siyasal sömürgeci ve
kültürel soykırım sistemi içine sokmak olacaktır. Buna karşı duran herkesi
etkisizleştireceklerdir. Bugün Kürt demokratik siyasetine gösterilen yaklaşım
ortadadır. Gerilla silah bıraktığında farklı davranılacağını, böyle bir ortamda
Kürtlerin demokratik haklarının tanınacağını sanmak gaflettir. Böyle bir
ortamda yürütülen psikolojik savaşın gereği bazı çevrelerin Kürt haklarından
söz etmesine müsaade edilse de, örgütlenmesi dağıtılmış iradesi kırılmış,
inancı zayıflatılmış Kürt toplumunu yürüttükleri kültürel soykırımı
tamamlayacak bir örgütsüzlük, mücadelesizlik içine sokacaklardır. Bundan hiç
kimsenin kuşkusu olmasın.
Eğer Türk
devletinin hala zihniyeti Kürtleri Türkleştirip Kürdistan’ı Türk ulusal yayılma
alanı haline getirmekse, bu politikasından vazgeçmemişse, gerillanın direnişi
bıraktığı ortamda bu politikasını önünde hiçbir engel görmeden daha hızlı ve
daha yoğun bir biçimde gerçekleştirmeye yöneleceğinden kuşku duyulmamalıdır.
Kuşkusuz Kürt özgürlük hareketi de Önder Apo da Kürt sorununun demokratik
siyasal çözümünü istemektedir. Kürt sorununun çözümü açısından devlete gerek
olmadığını söyleyen ilk defa yüksek sesle söyleyen, makul bir çözüm öneren,
artık silahlara gerek kalmadan bu sorunu çözelim diyen Önder Apo ve Kürt
özgürlük hareketidir. Bu topraklarda devletsiz çözüm zihniyetine karşı çıkarak,
birlikte yaşama temelinde bir çözüm anlayışını geliştiren de, bunu topluma
yerleştiren de Önder Apo ve Kürt özgürlük hareketidir. Kürt özgürlük
hareketinin Kürdistan toplumunda böyle bir zihniyet değişikliği yarattığı
ortadadır. Önder Apo ve Kürt özgürlük hareketi böyle bir yaklaşım içerisinde
olmasaydı, Kürdistan’da böyle bir paradigma değişimini ve yaklaşımını
geliştirmeye kimse cesaret edemezdi. Bu açıdan tabii ki Önder Apo’nun ve Kürt
özgürlük hareketinin tercihi demokratik yollardan makul bir çözümün
yaratılmasıdır. Kürt özgürlük hareketi bunun için her türlü kolaylığı
göstermiştir. Defalarca ateşkes ilan etmiştir. Görüşmelerde bulunmuştur. AKP
hükümetine çözüm için önemli fırsatlar sunmuştur. Ama buna rağmen çözüme yanaşmayan, beklenti
yaratarak oyalama yapmayı esas alan, fırsatını bulduğunda da saldıran çakal
gibi saldıran bir politika Kürtlere dayatılmıştır.
Bu açıdan
AKP’nin Kürt sorununu çözeceğinden, iyi niyetinden bahsetmek kafayı kuma
gömmektir. Kürtlere celladına boynunu uzat demektir. Kürt özgürlük hareketinin
de böyle bir tutuma girmeyeceği açıktır. Siyasal demokratik çözümden, makul
çözüm yaklaşımından en fazla söz eden, bu konuda politik makul bir tutum
takınan Kürt Halk Önderi’dir. Bunu herkes kabul etmektedir. Yıllarca Türk
basınında ve kamuoyunda da bu gerçek dillendirilmiştir. Hala da bu gerçeği
dillendiren önemli bir kesim bulunmaktadır. AKP’liler de, Fethullahçılar da,
birçok yazar çizer ve kanaat Önderi de böyle söylemiştir. Ama Kürt sorununun
çözümü ortada yokken, çözüm için hiçbir işaret yokken silah bırakılmalı
çağrılarına da en sert tepkiyi gösteren Kürt Halk Önderi olmuştur. Dolayısıyla
sorun PKK’nin yaklaşımından kaynaklanmıyor. AKP’nin zorla, şiddetle çözme
politikasından kaynaklanıyor. İrade kırma politikasından kaynaklanıyor. Eğer
bir çözüm politikası varsa bunu ortaya koyabilir. Bir çözüm politikası ortaya koyduğunda
çözüm kısa sürede gerçekleşir.
Türk
devleti ağır bir psikolojk
savaş yürütüyor
Bir çözüm
politikası olduğunda tabii ki Kürt özgürlük hareketi böyle bir direniş içinde
olmayacaktır. Barışın, demokratik çözümün olması için her türlü kolaylığı gösterecektir.
Ama bir çözüm iradesi görmek istiyor. Ciddi adımlar görmek istiyor. Zihniyetin,
söylemin, politikanın değiştiğini görmek istiyor. Zihniyet, söylem, politika
değişmiyor, ama Kürtleri aldatmak için birkaç söz söylenerek ‘alavere dalavere
Kürt mehmet nöbete’ deniliyor. Bunun da Kürt özgürlük hareketi tarafından kabul
görmeyeceğini, bu yaklaşımlarla bırakalım silah bırakılmasını ateşkes olmasının
bile mümkün olmayacağı açıktır. AKP’nin bu politikası ortamında bırakalım
silahların bırakılmasından söz edilmesini, ateşkesten söz edilmesi bile mümkün
değildir. Dolayısıyla ortada hiçbir şey yokken ateşkes yapılsın denilmesi de
aslında işleri yokuşa sürmektir.
Çözümsüzlüğe cesaret vermektir. Zaten Türk
devleti ve AKP hükümeti hala bazı çevrelerden güç aldığı için, destek aldığı
için, Kürtler arası parçalanmışlıktan güç aldığı için, bazı Kürtler AKP’nin
çözümsüz politikalarına su taşıdığı için, güç verdiği için Türk devleti de, AKP
hükümeti de çözümsüzlüğü sürdürmektedir. Eğer çözüm olmuyorsa, çözümsüzlükte ısrar
devam ediyorsa, savaşlar sürüyorsa, ölümler oluyorsa bundan AKP’yi doğru
değerlendirmeyen, AKP’nin çözümsüzlük politikasına destek veren güçler de
sorumludur. Erdoğan iyidir, bu sorunu çözer yaklaşımı da aslında AKP’nin
çözümsüz politikasına destek vermekten, kan akıtılması konusunda AKP’ye cesaret
vermekten başka bir işe yaramamaktadır. Herkesin bunu böyle anlaması
gerekmektedir.
AKP’nin
politikaları ortadadır. Urfa Cezaevi’nde gençler diri diri yanmıştır. Roboski
katliamının sorumluluları hala bulmuyor. Katliamı meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
KESK’teki tüm sendikacıları tutukluyorlar. Yarın sıranın kime geleceği belli
değildir. Bu tutuklamaların hiçbir suçla ve suç girişimiyle ilgisi yoktur.
Kürtlerin iradesini kırma savaşının bir parçası olarak bu insanlar
tutuklanmaktadır. Tamamen faşist bir anlayışla bu tutuklamalar
gerçekleştirilmektedir. Açıkça şu söyleniyor; örgütlü Kürt tehlikeli Kürt’tür,
örgütlü Kürt suç işlemiş Kürttür. Eğer AKP’ye işbirlikçilik yapmıyorsa, AKP
politikalarını desteklemiyorsa örgütlü, bilinçli Kürt’ün yeri zindandır. Böyle
bir ortamda kim AKP’nin Kürt sorununu çözmesinden bahsedebilir? AKP’nin iyiliği
bazı işbirlikçi Kürtlere, Kemal Burkay gibi, İbrahim Güçlü, Ümit Fırat gibi
PKK’ye küfredenlere söz hakkı vermesi midir? Onların televizyonlara çıkıp
bağımsız Kürdistan, fedarasyon gibi hiçbir pratik değeri olmayan sözler
söylemesi midir? AKP’nin iyiliği açıktır. Onlar demokrasi gereği
konuşturulmuyor. Tasfiye için, Kürt halkının özgürlük taleplerinin etkisiz
kılınması için konuşturuluyor.
Bu kadar
saldırı ortadayken silah bırakmadan söz etmek, tamamen özel savaşın, psikolojik
harekatın etkisinde kalmaktır. Kuşkusuz Türk devleti ağır bir psikolojk savaş
yürütüyor. Herkesi töhmet altında tutuyor. Açıkçası PKK ve Apo karşıtlığı yapmayanlara
hiçbir yerde yaşam alanı bırakmak istemiyor. Siyaset yapacaksan da,
konuşacaksan da, iş yeri sahibi olacaksan da, dernek kuracaksan da,
sendikacılık yapacaksan da, doktorluk yapacaksan da, ancak Kürt özgürlük
hareketine karşı tutum koymalı ve AKP’nin politikalarını desteklemelisin. AKP
bunu dayatıyor. Bu ortamda mücadele etmek zordur. Özgür düşünmek, özgür
davranmak zordur. Bu baskı ortamında gerçekleri söylemek, AKP hükümetine tutum
almak kolay değildir. Hemen bütün basın yayın organlarıyla bir kara propaganda,
bir psikolojik hareket Vuuzela gibi insanların başında patlatılmaktadır. Bir
Türk devleti gerçeği varsa o da budur. Gerçekten de bu koşullarda psikolojik
savaş insanların düşüncesini, tutumunu etkilemektedir. Türk devletinin
politikaları ve yürüttüğü psikolojik savaş insanları hedef olmamak için daha
yumuşak konuşmaya ve tutum almaya sevk etmektedir. Özellikle Kürt insanı, Kürt
siyasetçi böyle bir savaş altındadır. Bu savaşın amaçlarını tümden bilince
çıkarıp günlük olarak iradeli duruşu yenilemeden, bu baskı ortamından
etkilenmeden konuşmak mümkün değildir. Bu açıdan Türkiye’de siyasal mücadele
vermenin ortamının zor olduğunu biliyoruz. Bu yönüyle baskı koşullarına rağmen
yürütülen siyasi mücadele anlamlı ve değerlidir.
Özcesi
Türkiye’de mevcut durumda tamamen bir savaş ortamı vardır. AKP Kürt özgürlük
hareketi ve demokrasi güçlerini dize getirme, kendi politikalarını kabul
ettirme savaşı yürütmektedir. Buna karşı da Kürt özgürlük hareketi
gerillasıyla, halkıyla, genciyle, çocuğuyla, zindandaki tutuklusuyla,
yurtdışındaki, yurtiçindekiyle kutsal bir direniş mücadelesi yürütmektedir.
Gerçekten bu direniş mücadelesi kutsallık düzeyindedir. Bunun merkezinde Önder
Apo vardır. Onun duruşu direnişçi duruştur. Bu duruşa halkımız da, gerilla da,
tutuklusu da, kadını da çocuğu da eşlik etmektedir. AKP karşısında direnerek
AKP’nin inkarcı faşist iradesini kırarak Kürt sorununun demokratik çözümü ve
Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesi yürütmektedir. AKP’ye karşı mücadele
kesinlikle Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi
mücadelesidir. Bu mücadeleyi yürütmeden hiç kimse demokrasi mücadelesi, barış
mücadelesi ve çözüm mücadelesi verdiğini söyleyemez. AKP’ye karşı özgürlük ve
demokrasi mücadelesi yürütmeyenler kesinlikle AKP’nin yürüttüğü özel savaş,
psikolojik savaş karsışında iradesi kırılanlar ve teslim olanlardır. Hiç kimse
Kürt özgürlük hareketinden bu tutumu bekleyemez. Kürt özgürlük hareketi
Önderliğiyle, kırk yıllık mücadelesinin yarattığı değerlerle, şehitlerin ve emek
verenlerin Kürt halkına, Kürt özgürlük hareketine kazandırdığı iradeyle
direnerek mutlaka AKP’nin bu gerici politikaları püskürtülerek Kürt sorununun
çözümü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesi sağlatılacaktır.
Serxwebun.org