Ayşe Hür
İsveç Parlamentosu, 11 Mart 2010 tarihli oturumda 130’a 131 oyla, 1915’te Ermenilerin, Asurilerin, Keldanilerin, Süryanilerin ve Pontusluların soykırıma uğradığına dair bir kararı kabul etti. Tarihin, üçüncü tarafların parlamentolarında ele alınması hakkındaki düşüncelerimi bir başka yazıya bırakarak, bu hafta önergede adı geçen halklardan sayısal ve siyasi açıdan en önemlisi olan Pontuslulara değineceğim. Mustafa Kemal’in 1927’de Nutuk’ta anlattıklarından başlayarak günümüze kadar gelen Türk resmî tezi esas olarak 1922’de Matbuat ve İstihbarat Matbaası tarafından basılmış Pontus Meselesi adlı propaganda kitabındaki tezlerin tekrarlanmasından ibarettir. Ben resmî tezin söylemediklerini anlatmaya çalışacağım. Elbette, gerçeğin bütünüyle ortaya çıkarılması için, daha çok araştırma yapmamız lazım.
Kaynaklarda ‘Pontuslular’ ya da ‘Pontuslu Rumlar’ diye anılan ve Rumcanın Romeika denilen bir diyalektini kullanan topluluğun, MÖ 4. yüzyıldan beri Karadeniz kıyılarında koloniler kuran Yunanlıların; bölgenin yerli halklarından olan Gürcülerin MS 4. yüzyılda Hıristiyanlaşmış kolları olan Tzanlar ile Lazların ve 1204 yılında Konstantinopolis’in 4. Haçlı Seferlerini takiben Latinlerin eline geçmesi üzerine Trabzon’a yerleşen Bizanslı soylu ailelerin karışımı olduğu sanılır. Bu gruplar bölgenin Osmanlı idaresine girdiği 1461 tarihinden sonra zorunlu göç ve zorunlu ya da gönüllü ihtida hareketlerine rağmen varlıklarını sürdürmüşlerdi. Nitekim 1914 Osmanlı Salnamelerine göre, Samsun’dan Rize’ye kadar uzanan bölgede yaklaşık 450 bin Ortodoks Rum (yani Pontuslu) yaşıyordu. Bazı yerlerde Rum nüfus oranı yüzde 50’ye kadar çıkıyordu. Ayrıca Rumca konuşan ancak Müslüman olan ve Arap alfabesi kullanan ‘Gizli Hıristiyanlar’ da vardı ki bunların sayısı hala bilinmiyor.
Rum burjuvazisinin doğuşu
15. yüzyıldan 18. yüzyılın son çeyreğine kadar Karadeniz havzasında yapılan ticareti, Müslümanlar ellerinde tutmuştu. Ancak 1774 tarihli Küçük Kaynarca Anlaşması’yla Rusya, Avusturya, İngiltere ve Fransa’ya verilen ticari imtiyazlar Müslüman unsurların aleyhine bir durum ortaya çıkardı. Bu dönemde Rus Çarı’nın himaye ettiği Rumlar denizcilik ve tekne yapımında binlerce yıllık geleneğe sahip olmaları ve Batı dillerine yatkınlıkları ile uluslararası ilişkilerde Müslüman meslektaşlarına göre daha avantajlı konuma geçtiler. 1830’lardan itibaren Odessa ve Leipzig’de oturan Ermeni tüccarlarla İngilizlerin işbirliği ile açılan Trabzon-Tebriz hattı sayesinde iyice gelişen ekonomi, 1869’da Mısır’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Avrupa ile Basra Körfezi arasındaki yolu kısalması ve Rusların Avrupa-İran arasındaki ticareti kendi lehine çevirmek için Poti-Tiflis arasındaki demiryolunu tamamlaması gibi temel iki faktör yüzünden gerilemeye başladığında iş olanakları daralan ve kalifiye olmayan Müslümanlar köylerine dönerken, Rumlar (ve Ermeniler) bölgede kalmışlardı. Bunda, yabancı devletlerin gayrımüslimlerle iş yapma tercihleri kadar, gayrımüslimlerin okul programlarına yabancı dil ve ticaretle ilgili dersler koyarak bu tercihleri haklı çıkarmalarının da payı vardı. Böylece 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde, Samsun-Trabzon hattında özellikle taşımacılık, bankacılık, sigortacılık ve ticaret artık Ermeni ve Rumların tekeline geçmişti. Bu durumun Müslüman-Türk kesimlerini rahatsız ettiğini tahmin etmek zor değil.
Yunan Devleti ve Megali Idea
Karadeniz bölgesindeki Rumların ‘ulusal’ uyanışı, hem bu burjuva sınıfının ortaya çıkışıyla hem de 1821’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanan Yunan Devleti’yle ilintiliydi. 1832’de ulusal sınırları tanınan Yunanistan, o tarihlerde Yunan yarımadası ile Ege Denizi’ndeki Kiklad adalarını kapsıyordu. Yunanca konuşanların ağırlıkta olduğu Girit, Ege adaları, Epir, Teselya, Makedonya ve Trakya, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştı. 19. yüzyılın Yunanlı politikacılarının en büyük hayali bu toprakları Konstantinopolis (İstanbul) merkezli bir imparatorlukta toplamaktı. Bu bağlamda Yunan milliyetçilerinin “Küçük Asya” dedikleri Anadolu toprakları neredeyse Yunanistan’ın öteki yarısı idi. Çünkü Anadolu’da 1,7 milyon Yunan asıllı yaşarken, aynı dönemde Yunanistan nüfusu yaklaşık 2,6 milyon idi. Megali Idea adıyla anılan bu proje ileriki yıllarda da Yunan milliyetçiliğinin en başat akımlarından biri oldu. Bu projenin en büyük taraftarı 1910’lardan itibaren birkaç defa Yunanistan Başbakanı olacak olan liberal çizgideki Elefterios Venizelos’tu. Ancak Venizelos planlarını gerçekçi tutarak, Megali Idea’yı Samsun’dan öteye uzatmamıştı. Nitekim bu görüşün Anadolu’daki temsilcisi, Samsun bölgesinden sorumlu Amasya Metropoliti Germanos Karavangelis’ti. Bu gruba tarih yazımında “Birlikçiler” dendi.
Buna bir anlamda muhalif olan bir diğer akım ise esas olarak kilise hiyerarşisi içinde kalıp Ortodoks Patriği’nin liderliği altında Bizans’ın yeniden ihyasını hedefliyordu. 1204’te Konstantinopolis’in Latinlerin eline geçmesinden sonra ortaya çıkan Trabzon Rum İmparatorluğu’ndan dolayı Batum’a kadarki bölge bu projenin kapsamına giriyordu. Başını İstanbul’da ikamet eden Rum Ortodoks Patriği III. Yuvakim’in çektiği bu görüşün Anadolu’daki uygulayıcısı Trabzon Metropoliti Hrisantos Filippidis idi. Bu gruba ise tarih yazımında “Bağımsızlıkçılar” deniyordu.
Pontus milliyetçiliğinin doğuşu
Hem Yunan Devleti’nin kuruluşu hem de Karadeniz bölgesinde bağımsız bir Rum burjuvazinin ortaya çıkışıyla ilintili olan Rum ‘ulusal’ uyanışı, başlangıçta, aynen Balkanlar’da, Kafkaslar’da ya da Ortadoğu’da olduğu gibi, esas olarak kültüreldi. Kültürel milliyetçiliğin siyasal milliyetçiliğe evrilişi, 1908’de II. Meşrutiyet’in İlanı’yla başladı 1912-1913 Balkan Savaşları ve 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı sırasında zirveye çıktı.
Balkan Savaşları’yla birlikte başlayan ve Anadolu köylüleri tarafından bir bütün olarak hiç de iyi karşılanmayan seferberlik, kilise ve okulların propagandası sonucu, kendi toplum önderleri tarafından kendilerine ‘kurtarıcı’ olarak sunulan yabancı ordulara karşı savaşmaları söz konusu olduğundan Pontuslular tarafından daha da kötü algılanmıştı. O tarihe kadar silahaltına alınmamış, sadece kısa süreliğine donanmada angarya hizmetlerinde çalıştırılmış olan Pontus halkının düzenli orduya besledikleri nefretle ulusal duyguların etkisini ayırmak zor olsa da, savaşın ilk aylarında aynen Müslüman askerler gibi, gayrımüslim askerlerin ordudan kitlesel bir biçimde kaçtıkları bilinmekte. Bunda, Rumların ve Ermenilerin yoksul kesimlerinin çalışma kamplarında ya da yol yapımında görevlendiği ‘Amele Taburları’nda uğradıkları kötü muamelenin büyük etkisi vardı. Aralık 1914’teki Sarıkamış felaketinden sonra İTC’nin Amele Taburları’na karşı tavrı sertleşmiş ve Sivas, Erzurum, Muş, Diyarbakır, Urfa ve Trabzon’da bazı taburlar imha edilmişti. Bu taburlardan kaçarak silahlı ya da silahsız olarak memleketlerine dönen gayrımüslimler 1900-1907 yılları arasında Kastoria Metropoliti iken Makedonya’daki Bulgar isyanında epey tecrübe edinen Samsun Metropoliti Germanos’un yardımlarıyla silahlı birlikler halinde örgütlenmişlerdi. (Bu çetelerin Mustafa Kemal’in Nutuk’ta sözünü ettiği Mavri Mira örgütüyle ilişkisi yoktu. Mavri Mira hakkındaki bilgilerimiz resmi tarihin anlattıklarıyla kısıtlı olmakla birlikte eğer böyle bir örgüt mevcutsa Batı Anadolu ve Trakya’da çalıştığı anlaşılıyor.)
Vasil Usta’nın çeteleri
1915 sonbaharında hükümetin Samsun’daki bazı köylere Balkanlar’dan gelen Müslüman göçmenleri yerleştirmek istemesi, köylüler buna karşı çıkınca hükümet kuvvetlerinin üç köyü ateşe vermesi üzerine bölgede eli silah tutan Rum gençleri örgütlendilerse de Rus donanması 4 Nisan 1916 günü Yomra’yı topa tutuncaya kadarki dönem esas olarak sessiz geçmişti.
Hrisantos’un ‘Türk-Pontus Devleti’ hayali
Trabzon Metropoliti Hrisantos, Anadolu’daki Rum topluluğunun Türk topluluğuyla işbirliği yaparak barışçıl bir şekilde ilerleyebileceğine ve birlikte yaşamanın, kaçınılmaz olarak Rum öğesinin üstünlüğüne yol açacağına inanan adem-i merkeziyetçi şahsiyetlerden biriydi. Nitekim göreve seçilir seçilmez, Türklerle iyi geçinme konusunda kendi topluluğuna yönelik yoğun bir propaganda kampanyası başlatmış, 1914 seferberliği sırasında Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey’le görüşerek şehrin silahaltına alınan Rum halkının, Trabzon’da sivil görevlerde görevlendirilmesini sağlamış ve böylece 1915’te Rumların tehcire uğramasını önlemişti.
İlişkilerin ne düzeyde olduğunu, Ruslar 18 Nisan 1916’da Trabzon’u işgal ettiklerinde yaşanan gelişmeleri, babası 1917’de Batum’da kurulan Pontus Parlamentosu üyesi olan, Yorgo Andreadis şöyle anlatır: “Bu [Trabzon’un düşmesi] kesinleştiği için Türk yönetimi Başpiskopos Krisanthos’u ve Rum ileri gelenlerini çağırdı, kenti onların eline teslim etti, kaçma olanağı olmadığı için orada kalan, kentin yoksul Müslümanlarının kaderini de bu insanlara emanet etti. Tarihî bir gündü. Trabzon Valisi Mehmet Cemal Azmi ve Jöntürk hükümetinin Trabzon temsilcisi Ali Rıza, kenti Başpiskopos Krisanthos başkanlığındaki geçici bir yönetime bıraktı (...) Kısa bir devir teslim töreninden sonra, Vali Azmi, Krisanthos’a şöyle dedi: Bu memleketi Rumlardan aldık, şimdi de Rumlara iade ediyoruz. O gün Ruslar Trabzon’a girdiklerinde, karşılarında bir Türk yönetimi değil, Rum yönetimi buldu.”
Ruslar, Osmanlı ordusunun ardında ikinci bir cephe açmak için Bafralı Rumları silahlandırmaya başlamış, temmuz ayında halk arasında Vasil Usta olarak tanınan Vasilis Anthopoulos adamlarıyla Sivas’ta bir askerî hapishaneyi basarak bir Rus generalini kaçırmıştı. Bu hareketi ile Rusların sempatisini kazanan Vasili Usta yanında on adamıyla Trabzon’a geldi ve burada Rus istihbaratıyla temas kurdu. Bir Rus torpidosu ile Samsun’a çıkarılan ve burada Rum çeteleri kurarak Türkleri oyalamakla görevlendirilen Vasil Usta, Çarlık rejiminin yıkılmasını takiben Rusların çekilmeye başlaması üzerine inisiyatifi ele aldı ve civarındaki Türk köylerini basarak, Rumlara eziyet eden kişileri öldürmeye başladı. Ancak hükümet kuvvetlerince köşeye sıkıştırılınca dokuz adamıyla Trabzon’a sığındı ve savaşın sonuna kadar orada kaldı ve orada öldü. Rıza Nur’un anılarında Vasil Usta’yı “Sinop’un Müslüman’ı, Rum’u, erkeği kadını kendisine hürmet ederdi. Şahsen pekiyi adamdı. Fakirlere Müslüman da demez bakardı, öldüğünde Rumlar kadar Türkler de ağladı” diye tarif ettiğini belirtelim.
Marsilya’daki kongre
Giresun’un eski Belediye Başkanı Kaptan Yorgi’nin oğlu Konstantin Konstanidis, ‘halkların kendi kaderini kendilerinin belirlemesi’ yolundaki Lenin’in tezlerinden cesaret alarak 4 Şubat 1918’de Marsilya’da çeşitli ülkelerden Pontus temsilcilerini biraraya getiren Tüm Pontuslular Kongresi’ni topladı. Toplantıya destek için Leon Troçki’ye çekilen telgrafta Sovyet Rusya’nın Sinop’tan Batum’a kadar uzanan bölgede bağımsız bir Pontus devletini desteklemesiydi.
Ancak Sovyet Rusya bu çağrıya yanıt vermediği gibi Sovyet Rusya’dan yardım istenmesi kongreye ev sahipliği yapan Fransızların pek hoşuna gitmedi.
Bu sırada, Rus işgaliyle birlikte, daha önce Osmanlı hükümetleri tarafından yerlerinden sürülen ve bir kısmı Rusya’ya geçen Rumlar geri gelmeye başlamışlar ve Rum çeteleri Samsun, Merzifon, Amasya bölgelerinde örgütlenmeye devam etmişlerdi. Hatta kasım ayı içinde Merzifon yöresindeki bazı Türk köylerini yağmalamışlardı. Hamdi adlı bir teğmenin askerleriyle dağa çıkması ve Türk köylülerini örgütlemeye başlaması üzerine İtilaf Devletleri, İstanbul’daki hükümeti, durumu kontrol etmemekle, dolayısıyla Mütareke’yi ihlal etmekle suçlayacaktı.
Mustafa Kemal’in sahneye çıkışı
19 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal’in esas görevi, Mütareke’yi tehlikeye düşüren bu çatışmaları önlemekti. Bu dönemi Kutsal İsyan adlı romanında anlatanH. İ. Dinamo’ya göre Mustafa Kemal, Havza’ya gelir gelmez bölgenin namlı kabadayılarından Topal Osman Ağa ile görüşmüş ve “Pontus belasından kurtulmayı Topal Osman’ın tecrübeli ellerine bırakmıştı”. Topal Osman da “Siz hiç merak etmeyin Paşam. Bu Pontus Rumlarına öyle bir tütsü vereceğim ki, hepsi mağaralarda eşek arısı gibi boğulacak” demişti. Topal Osman o tarihlerde İstanbul Divan-ı Harbi tarafından Ermeni katliamlarındaki suçlarından dolayı aranıyordu. Muhtemelen Mustafa Kemal’in ricası ile Temmuz 1919’da Osman Ağa hakkındaki tutuklama kararı Padişah Vahdettin tarafından kaldırıldı ve Topal Osman, Trabzon Valisi Cemal Azmi ve Giresun Mutasarrıfı gibi yerel yöneticilerinin itirazına rağmen Trabzon havalisinde Pontuslu Rumları temizleme işine başladı. Falih Rıfkı’ya göre Topal Osman basılan her Türk evine karşı üç Rum evini basmak, mezarını kendine kazdırıp diri diri adam gömmek, vapur kazanlarında kömür yerine canlı adam yakmak gibi zulüm ve işkencelerle bölgeyi Rumlardan tamamen temizlemişti. Dr. Rıza Nur, Topal Osman’a “Rum köylerinde taş üstünde taş bırakma” demiş, o da “Öyle yapıyorum ama kiliseleri ve iyi binaları lazım olur diye saklıyorum” karşılığını vermişti. Rıza Nur’un “Onları da yık, hatta taşlarını uzaklara yolla, dağıt. Ne olur ne olmaz, bir daha burada kilise vardı diyemesinler’ demesi üzerine “Sahi öyle yapalım. Bu kadar akıl edemedim” diyecekti.
Pontuslular bunlar olurken Yunanistan’dan yardım istediler ama Venizelos hükümeti onlara cevap bile vermedi çünkü Venizelos’un kendine göre daha somut ve gerçekçi hedefleri vardı. Sovyet Rusya ise, Kemalist hareketle yakınlaşma politikası uyarınca Batum’daki Pontus çetelerini dağıttığı gibi bunların liderlerini de Kemalistlere teslim etti.
Bu arada, İtilaf Devletleri’nden umut kesen Hrisantos rotayı içeriye çevirmiş ve Kemalistlerle İstanbul arasında köprü görevi gören Ahmet İzzet Paşa ile bir protokol imzalamıştı. Buna göre, bölgedeki kilise ve Rum okullarının statüsü olduğu gibi korunacak, özel hukuk özerkliği garanti edilecek, idare mahkemeleri ortaklaşa oluşturulacak, yerel meclislerde ve jandarmada iki topluluğa eşit pay verilecek, Rumca ikinci resmî dil olarak tanınacaktı. Hrisantos bu metnin bir kopyasını Sivas’taki Heyet-i Temsiliye’ye ulaştırılmak üzere İttihatçıların önde gelenlerinden Kara Vasıf Bey’e de verdi, ancak hem Türk tarafı ilgilenmediği için, hem de Anadolu ile ilgili hayallerini gerçekçi bir boyutta tutmak isteyen Venizelos tarafından onaylanmadığı için, bu adımların ardını getiremedi.
Yunanlıların yenilişi
Yunanistan’da 30 Eylül 1920’de bir maymunun ısırdığı Kral Aleksandros bir ay sonra ölmüş, Venizelos, hanedan bunalımlarının eşliğinde yapılan seçimde iktidarı kaybetmiş, 19 aralıkta Alman yanlısı Kral Konstantinos Atina’ya dönmüştü. Komuta kademelerindeki dağınıklık Anadolu’daki Yunan ordusuna yansımış ve 10 Ocak 1921’de I. İnönü mevkiinde Yunan ordusunun geri çekilmesiyle birlikte Ankara’nın eli güçlenmişti. 16 Mart 1921’de Bekir Sami (Kunduh) Bey, Sovyet Rusya ve İngilizlerle anlaşmalar imzalayınca Pontus hareketinin (elbette Anadolu’daki Yunan güçlerinin de) kaderi belli olmuştu.
Bu tarihten itibaren Ankara Hükümeti Pontuslu Rumlara karşı tutumunu iyice sertleştirdi. Şubat ayında, Samsun ve Bafra eşrafından bir grup tutuklandı. Rum gençlerinin Amele Taburları’na alınması için tamim çıkarıldı, katılmayanlar tutuklanmaya başladı. Nisanda Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki Merkez Ordusu, Bafra bölgesindeki Rum çetelerine karşı ilk operasyonu başlattı. Haziran ayında Yunan kruvazörü Kilkis’in İnebolu’yu bombalaması üzerine Ankara, bölgedeki tüm Rumların iç bölgelere sürülmesine karar verdi ve Samsun, Bafra ve Alaçam bölgelerinden ilk kafileler yola çıktı. Kafileler yolda Topal Osman’ın çetecilerinin saldırıları altında büyük can kaybı verdiler.
Ancak harekâtın komutanı Sakallı Nurettin Paşa, 1921 baharında patlak veren Koçgiri Kürt İsyanı’nı bastırırken “kanunsuz uygulamalar yaptığı için” (Topal Osman’ın birlikleri burada da büyük katliamlar yapmıştı) TBMM tarafından görevinden alınıp 8 Şubat 1922’de Merkez Ordusu da lağvedildikten sonra Pontus Harekâtı’nı yürütme görevi Cemil Cahit Bey’in komutanlığındaki 10. Fırka’ya verildi. Asker ve teçhizat bakımından güçlendirilen fırka, ordunun önünden kaçarak Harput ve Malatya bölgesindeki dağlara sığınan son çetecileri de temizleyerek, 1923’ün şubat ayında “Pontus Meselesi”ne resmen nokta koydu.
Bilanço neydi
Yunan kaynaklarına göre 1914-1923 arasında 300 bin Pontuslu Rum hayatını kaybetti. Stefanos Yerasimos’un hesaplamalarına göre 1916-1923 arasındaki Rum kaybı 65-70 bin arasındaydı. Genelkurmay rakamlarına göre aynı dönemde Rum çeteciler tarafından öldürülen Türk sayısı ise 1.817’di.
Böylesi acı bir fatura ödeyen Pontus Rumlarının milliyetçilik ideolojisinin baştan çıkarıcılığına kapılan, karşısındakinin gücünü küçümseyen buna karşılık kendi gücünü ve uluslararası desteği abartan, üstüne üstlük toplumlarını örgütlemeyi beceremeyen hayalperest liderlerinin kurbanı olduğu açık. Ancak o tarihlerde başta Trabzon ve Erzurum’daki Türk eşrafı olmak üzere pek çok yerde özerk oluşumlar için çalışan gruplar varken (ki ilerde bu konuya değineceğim) ve Kemalist hareket de özünde dağılan bir imparatorluktan kendi ulus devletini yaratma hareketi iken, Rumların da kendi ulus-devletlerini kurmak istemelerinde bir garabet de yok. İsveç Parlamentosu üyeleri, bu karmaşık tarihçeyi biliyorlar mı emin değilim ama Pontus milliyetçiliğini bastırmak için Topal Osman ve çetecilerinin uyguladığı yöntemlerin 1948 Soykırım Sözleşmesi’ndeki tanıma uyduğunu düşünmeleri anlaşılır bir durum.
Özet Kaynakça:
Cumhur Odabaşı, Trabzon, 1869-1933 Yılları Yaşantısı, Ankara, İlk-San Matbaası, 1980; Yorgo Andreadis, Gizli Din Taşıyanlar, Belge Yayınları, İstanbul, 1999; A. Faik Hurşit Günday, Hayat ve Hatıralarım,Çelikcilt Matbaası, İstanbul, 1960 Stefanos Yerasimos, Türk-Yunan İlişkileri: Mitler ve Gerçekler, Türk-Yunan Uyuşmazlığı (Yay. Haz: Sedat Vaner), Metis Yayınları, 1989; Stefanos Yerasimos, “Pontus Meselesi”, Toplum ve Bilim, 43/44 Güz 1988-Kış 1989, s. 35-76; Muzaffer Lermioğlu, Akçaabat:Akçaabat Tarihi ve Birinci Genel Savaş Hicret Hatıraları, İstanbul, 1940; Dara Cibran, Sait Çetinoğlu, “Pontus Sorunu”,
http://www.peyamaazadi.org/foto/PdfDosyalari/Pontos_Sorunu.pdf