Türkiye’de sermayenin örgütlü olduğu temel iki işveren kurumu vardır
bunlardan biri TÜSİAD diğeri ise MÜSİAD’dir. 1971 yılında kurulan
TÜSİAD’ın 600 üyesi vardır. Buna karşın 1990’da kurulan MÜSİAD’ın üye
sayısı 5150’dir.
Türkiye’de yüksek ekonomik büyümeden kimler faydalanıyor? - I
Türkiye’de
bugünki ekonomik ilişkileri anlayabilmek ve siyasi durumu analiz
edebilmek için Türkiye’nin 1980 yılına kadar uzanan ekonomik gelişim
sürecine kısaca bir gözatmak gerekir.
12 Eylül 1980 askeri
darbesinden sonra yapılan ilk serbest genel seçimde Turgut Özal’ın genel
başkanlığını yaptığı Anavatan Partisi (ANAP) tek başına iktidar oldu.
Başbakan Özal (ki kendisi Nakşibendi Tarikat’ının bir üyesiydi) İslami
sermayenin gelişmesi için kanunlarda gerekli değişiklikleri yaptı. Yeni
kanunlar ve yönetmeliklerle, çeşitli teşvik kredileriyle daha çok küçük
ve orta ölçekli işletmelerin gelişim yolunu açtı. Bu devlet
teşvikleriyle büyüyen işletmelerin çoğu daha sonra 1990’da kurulacak
olan MÜSİAD’a üye oldular. Bu işletmelerin büyük kısmının dış ticarette
yöneldiği ülkeler İran, Irak, Suudi Arabistan ve Orta Asya’daki müslüman
ülkeler oldu. Özal Hükümeti bu yönelimi bizat teşvik etti. Yılda 5 bin
Orta Asyalı Türk öğrencinin Türkiye’deki üniversitelerde burslu okuması
için Türki ülkelerle çeşitli eğitim ve kültür anlaşmaları imzalandı.
Orta
Asya’daki Türki cumhuriyetlerle ticaretin geliştirilmesi için devlet,
Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) adı altında başta Orta
Asya’daki Türki cumhuriyetler olmak üzere şimdilerde 37’i bulan ülkeyle
ticari, sosyal, kültürel ilişkilerin geliştirilmesi için girişimlerde
bulundu, organizasyonlar oluşturdu.
Arap sermayesi ve ‘Konya Modeli’
TİKA’ya
paralel olarak Fethullah Gülen Cemaati’nin „Türk-İslam Sentezi“
ideolojisi ile donanmış kadroları, Türk dil ve kültürünün militan
akıncıları olarak okul açma faaliyetleri ile işe koyuldular. Gülen
misyonerleri, birçok defalar, TİKA’ya gittiği ülkelerde çalışma zemini
hazırladı. TİKA da girdiği her ülkede Gülen Misionerleri’ne çalışma ve
misyonlarını yayma olanakları sundu. TİKA devletin resmi kurumu olarak,
Gülen Misyonerleri de sivil yardım organizasyonu görümünde uyum ve
koordinasyon içinde çalıştılar. Dil ve kültür alanındaki bu girişimler
sonraki yıllarda Türk dış ticareti için uygun bir zemin hazırladı.
1985’te
Sudi Arabistan İslam Kalkınma Bankası ve Türk ortak sermayesi ile
Albaraka Türk kuruldu. Faiz yerine kar payı dağıtmak iddasıyla ortaya
çıkan bu İslami finas kurumunu, Faisal Finans Kurumu takip etti. Bu
finans kurumları ile birlikte önemli bir miktar Arap semayesi de
Türkiye’ye akmaya başladı. Daha sonraları KOMBASSAN Holding gibi Milli
Görüş Dernekleri’ne bağlı İşletmeler kar payı dağıtmak vaadiyle başta
Konya olmak üzere Kayseri, Antep gibi şehirlerde dindar kesimlerin küçük
tassaruflarını bir tür kıymetli evrak aracılığıyla toplamaya
başladılar.
Türkiye Gazetesi etrafında odaklaşan İHLAS Finans gibi
kurumlar ortaya çıktı. Bu finans kurumları kar payı senetleriyle
topladıkları sermayeyi küçük ve orta ölçekli, İslami kurallara uymayı
kabul eden işletmelere piyasa kredi faiz oranının altında ve uygun
vadelerle kredi olarak verdiler. Bir tür „faizsiz bankacılık“ olarak
adlandırılabilecek bu para toplama işlemleri, büyük bir sermayenin
biraraya getirilmesini sağladı. „İslami“ kredilerden faydalanan
işletmeler kredi geri ödemelerini yine kar payı geri ödemesi şeklinde
yapıyordu. Bu „kar payı dağıtma modeli“ daha çok Konya merkezli
gerçekleştiği için model „Konya Modeli“ olarak anılmaya başladı. Bu
modelle gelişen sermaye hatırı sayılacak bir ihracatı da
gerçekleştirebildi. Sadece Konya’da kayıtlı firmalar dünyanın 164
ülkesine ihracat yapıyor ve yıllık ortalama 1,5 milyar dolar gelir elde
ediyorlar. İslami sermayenin uluslararası etkinliğinin artması onlara
uluslararası itibar sağlayan ‘Anadolu Kaplanları’ isminin
yakıştırılmasını da beraberinde getirdi.
İslamcı sermayenin temel
kaynaklarından bir diğeri ise Avrupa ülkelerindeki, özellikle
Almanya’daki Türk işçilerin tassarufları oldu. Türk işçilerin
tassarufları camilerde faaliyet gösteren Türkiye’deki çeşitli
tarikatların temsilcileri tarafından toplanıp Türkiye’ye aktarılıyordu.
MÜSİAD, Türkçü-İslamcı basın ve iktidar
Türkiye’de
sermayenin örgütlü olduğu temel iki İşveren kurumu vardır bunlardan
biri Türkıye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) diğeri ise Müstakil
Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD)’dir. Bu iki kuruluş haricinde
Türk sermayedarlarının kurduğu başka organizasyonlar (TÜGİK, TÜSKON,
ASKON, TÜRKONFED) olsa da gerek sermaye miktarları gerekse ekonomik
faaliyetleri açısından önemli bir yere sahip değildirler. Bu sebeple
burada temel iki büyük sermaye organizasyonu TÜSİAD ve MÜSİAD ele
alınacaktır.
MÜSİAD: organizasionun kısaltılmış isminin ilk iki harfi
her ne kadar „Müstakil“e atıfta bulunuyorsa da daha çok „Müslüman“
olarak algılanıyor ve yorumlanıyor. Bunun sebebi bu organiyasyona üye
olan işadamlarının kendilerini daha çok dini bir kimlikle ifade
etmeleridir. Nitekim MÜSİAD’in kurucu başkanı Erol Yarar kendisiyle
yapılan bir röportajda kısaltmanın „Mü“ kısmıyla ilgili yapılan
„Müslüman“ yorumun doğru bir yorum olduğunu söylüyor. Aynı röportajda
Yarar, MÜSİAD’ı bir „dini milli misyon“ olarak değerlendiriyor.
Türkiye’de
İslami sermayenin ortaya çıkması ve yükselmesi sürecinde dikkat çeken
bir diğer nokta ise İslamcı basının rolüdür. 12 Eylül Askeri darbesi
sonrasında piyasaya çıkan Türkiye Gazetesi İslamcı ve milliyetçi bir
gazeteydi. Daha sonra yine Fethullah Gülen’in çizgisinde İslamcı
milliyetçi Zaman Gazetesi, yine İslamcı ırkçı doğrultuda yayın yapan
Vakit ve Anadolu’da Vakit Gazeteleri bunlar haricinde de daha birçok
küçük büyük İslamcı milliyetçi gazete ve dergiler çıkmaya başladı. Bu
gazete ve dergilerin her biri beli bir tarikata ve bu tarikatların
sermayelerine dayanıyordu. Kendi aralarında İslamın yorumu konusunda
bazı farklılıkları olsa da temel olarak sağlam bir itifakları
vardı(dır).
İhlas Holding ve Zaman’ın palazlanması
İslami
basının gelişip palazlanması Özal hükümetinden başlayarak sonraki
Türkiye hükümeterinin de kesintisiz devam ettirdikleri cömert teşvik ve
sübvansiyon politikalarıyla sağlandı. Bugünkü İslami sermayenin hareket
biçiminin belirlenmesi ve çoğalmasının teorik altyapısını bu gazeteler
oluşturdu. Bunların arasında özellikle Türkiye Gazetesi’nin, İHLAS
Holding’in oluşmasındaki rolü çok önemlidir. İHLAS Finans, TGRT
televizyonu, İHLAS Sigorta, Haberajansı İHA İHLAS Holding’i oluşturan ön
önemli yavru şirketlerdir. Bütün bu İHLAS serisi işletmelerin ortaya
çıkmasında Türkiye Gazetesi’nin sermayesi ve onun organize ettiği küçük
tassarufların kar payı senetleri satışı metodu belirleyicidir. Fethullah
Gülen’in Türkçü-Nurcu İslam yorumu düşüncesinin takipçisi olan Zaman
Gazetesi de İslami sermaye hareketinin başarılı olmasında yol gösterici
bir rol oynadı.
İslami sermaye birikiminin teorik altyapısının
propagandası ile hem kendi kalkınma imkanlarını geliştiren hem de kendi
düşüncesi doğrultusundaki sermaye birikimine aracılık yapan Türkçü-dinci
basın bugün AKP hükümetinin sadece süzcüsü değil aynı zamanda
ortağıdır.
İhracatın yüzde 40’ını, ithalatın ise yüzde 25’ini...
TÜSİAD
ve MÜSİAD herşeyden önce sahip oldukları sermaye büyüklükleri ile
birbirinden ayrılırlar. TÜSİAD Türkiye’nin büyük sanayi sermayesinin
temsilcisidir. TÜSİAD’a üye sermaye sahipleri her yıl Türk dış
ticaretinin yaklaşık yüzde 40’ını ve ithalatın yüzde 25’ini
gerçekleştiriyorlar. 1971 yılında kurulan TÜSİAD’ın 600 üyesi vardır.
Buna karşın 1990’da kurulan MÜSİAD’ın üye sayısı 5150’dir.
MÜSİAD
kendilerini „Anadolu Kaplanları“ olarak gören „yeşil sermaye“
kesimlerinine ulaşabilmek için Türkiye’nin birçok şehirinde şubeler
açmıştır. Bu şubelerin sayısı 2010 yılı itibarıyla 31’dir. TÜSİAD’ın
izlediği örgütlenme stratejisi MASİAD’ın stratejisinden farklıdır.
TÜSİAD üyelik konusunda seçicidir. Ancak büyük sermayeli işletmeleri
üyeliğe kabul etmektedir. İstanbul’daki genel merkezinin dışında
Ankara’da bir temsilciliği vardır.
TÜSİAD temsil ettiği Türk sanayi
burjuvazisinin çıkarlarına uygun olarak zaman zaman bazı açıklamalar
yaparak ve öneriler sunarak politikada etkili olmaya çalışmaktadır. İlk
sermaye birikimini kemalist korumacı ekonomi politikaları ve direk
devlet teşvikleri, sübvansiyonlarla edinen bu sermaye kesmi, son
yıllarda üzerinde yükseldiği zemini korumaya çalışıyor. Mustafa Kemal’in
gösterdiği „muassır medeniyetler seviyesi“ine ulaşmak ilkesine
bağlıdırlar. Bu hedeften kasıt batı toplumlarının (Avrupa ve Amerika)
ulaştığı ekonomik düzey ve kültürel durumdur. Bu sebeple TÜSİAD
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını temel politikalardan biri
olarak kabul etmektedir.
MÜSİAD ise Türkiye’nin Avrupa Birliğine
üyeliğine temkinli yaklaşmaktadır. Prensip olarak üye olmaya karşı
olmamakla birlikte „dini ve milli“ hassasiyetlere çok dikkat edilmesi
gerektiğini sıkça vurgulamaktadır. MÜSİAD, Türk küçük ve orta ölçekli
işletme sahiplerinin üye olduğu orta sınıfın küçük ve orta çaplı üretim
yapan ve daha çok ticaretle uğraşan sermaye sahiplerinin
organizasyonudur. Kendi sınıf karekterine uygun olarak daha tutucu ve
gelenekselcidir.
‘TÜSİAD geçmiş MÜSİAD ise gelecektir’
MÜSİAD’ın
kurucu üyesi Erol Yarar kendisiyle yapilan röportajda MÜSİAD’ın
TÜSİAD’dan farkının devlet kaynaklarından faydalanmaması olduğunu iddia
ediyor. Bu sebeple MÜSİAD’ın kendi ayakları üzerinde duran ilk milli
Türk burjuvazisi olduğunu belirtiyor. Aynı röportajda Yarar, TÜSİAD’ın
geçmişi MÜSİAD’ın ise geleceği temsil ettiğini belirtiyor.
Serbest
piyasa ekonomisinin doğal bir şartı kabul edilen işletmelerin birbiriyle
rekabeti dışında TÜSİAD ve MÜSİAD arasında herhangi bir önemli çelişki
ya da sorun yoktur. Daha çok uyumlu bir çalışmadan bahsetmek daha
doğrudur. Gerek TÜSİAD ile Adelet ve Kalkınma Partisi (AKP) gerek se de
TÜSİAD ile MÜSİAD arasında dayanışmacı bir ilişki vardır.
TÜSİAD ve
MÜSİAD arasında faaliyetlerin yöneldiği ülkeler açısından bir
işbölümünün olduğunu gözlemlemek mümkündür. MÜSİAD’a üye işletmeler
müslümanlık damarını kullanarak daha çok Ortadoğu, Orta Asya’daki
müslüman ülkeler ile ticareti geliştirip ekonomik çıkar sağlarken,
TÜSİAD üyesi büyük sermayedarların üretikleri mal ve hızmetler
sanayileşmiş batılı ülkelerin tüketim alışkanlıklarına adaha uygundur.
TÜSİAD üyesi işletmeler dil ve kültürlerini daha iyi bilmek gibi
avantajlarını kullanarak batılı kalkınmış ülkelerle ticaret yapmakta
daha başarılıdırlar. Bu iki sermaye gurubu iç piyasayı ise daha çok
sanayi (TÜSİAD) ve ticaret (MÜSİAD) olarak aralarında paylaşıyorlar.
TÜSİAD ve Kürt sorunu
Yatırım
yapılacak yer savaşın sürdüğü alanlar değildir. Yatırımcı güvenlikli
alanlarda yatırım yapmayı ister. Uzun vadede sermaye ve mal piyasalarına
güven vermeyen bir alanda yatırım yapılmaz. Bu sermayenin rasyonel
hareket etme zorunluluğunun temel bir kuralıdır. Nitekim 1990’lı
yıllarında Bankalar işletmelere kredi vermemek için Ağrı ve çevresindeki
gayri menkul mallar üzerinde ipotek kabul etmiyorlardı. Yani devletin
bankaları buraların toprak olarak elde tutulamayabileceğini
düşünüyorlardı. Bu göze alınabilecek bir risk olarak kabul
edilemeyeceğinden buradaki binalara, arazilere karşılık olarak bir kredi
ödenmesi ekonomik anlamda rasiyonel olmazdı. Savaştan kar sağlayan
sermaye haricinde; üretimi ve satılması savaştan çok barış ortamında
mümkün olan mal ve hizmetleri üreten işletmelerin ihtiyaç duydukları
„huzur“ ortamını savunmaları kendi çıkarlarınadır. TÜSİAD’ın zaman zaman
Kürt sorunununa değinerek sorunun çözülmesini istemesi ekonomik açıdan
rasiyonel bir taleptir. TÜSİAD ihtiyaç duyduğu bu barış zemininin öncü
savunucusu olmaktan çok iktidar partisine uyumlu bir politika
izlemektedir.
TÜSİAD’ın Türkiye’de son iki yıldır gerekliliği sıkça
tartışılan ve halihazırda hazırlanması için komisyonlar oluşturulan yeni
anayasaya yaklaşımı, AKP’nin yaklaşımına parelel olarak değişmektedir.
AKP’nin Kürt sorunu ile ilgili söz düzeyinde gündemleştirdiği açılım
söylemini MÜSİAD sessiz kalarak onaylarken, TÜSİAD kendisinin
hazırlattığı özellikle Kürt sorununun çözümü için perspektivler sunan,
liberal olarak nitelendirilebilecek bir anayasa taslağını kamuoyuna
açıklayarak AKP’ye değişim konusunda açıktan desteğini sundu. AKP bu
Anayasa önerisinden faydalanabileceğini açıkladı.
12 Haziran
2011’de gerçekleştirilen seçimler öncesinde AKP daha çok milliyetçi oy
kazanabilmek için Kürt sorununun çözümü konusunda sertlik yanlısı bir
söylem ve pratiğe yöneldi. Seçimde büyük başarı elde edip tek başına
iktidar olan AKP Kürt sorunu diye bir sorunun olmadığını tek tek Kürt
vatandaşların bazı sorunlarının olabileceğini, bu sorunların da zamanla
çözüleceği şeklinde bir söylem tuturdu. Bunun üzerine TÜSİAD kendi
anayasa önerisini savunmaktan vazgeçti. Şimdilerde ise Kürt sorununu
bireysel haklar düzeyinde ele almaktadır. DEVAM EDECEK
HÜSEYİN DAĞDAŞ / Türkiye’de uluslararası iktisat,
İsviçre’de politik ekonomi okudu ve bu alanda master yaptı. İsviçre
Federal İstatistik Dairesi’nde araştırmacı-Ekonomist olarak çalışıyor.