4 Kasım 2012 Pazar

Neden İnatla Yalan Söyleniyor?

Devlet, uzun süredir Öcalan'ı avukatlarıyla görüştürmüyor.

"Koster bozuk" diyor.

Bir devletin 1,5 senedir bir kosteri tamir ettiremediğine inanmamızı bekliyorlar.

Neden devlet, tecridin gerekçesini açıklamıyor da zekamızla alay ediyor?

Neden inatla yalan söyleniyor?

* * *
Başbakan, dünyanın huzuruna çıkıp açlık grevindekilere, "Siz açken, vekilleriniz kuzu kebap götürüyor" diyor.

Gösterdiği fotoğrafın 3.5 ay önce çekilmiş olduğunu bilmemesine imkan yok.

O halde neden gerçeği gizliyor?

* * *
Nedeni biliyoruz aslında... Devlet aklı böyle çalışıyor. Devirler, isimler değişiyor, o akıl değişmiyor.

Kenan Evren'in de, Mehmet Ağar'ın da, Sadettin Tantan'ın da tavrı buydu:
Eylemcileri tehditle caydırmaya çalışmak, yalan haberlerle kamuoyunu kanlı bir operasyona hazırlamak, "Devletle pazarlık olmaz" jargonuyla taleplere kulak tıkamak...

O devlet aklının sözcülüğünü, bugün giderek "Ağar"laşan bir şekilde Erdoğan üstleniyor.

* * *
Bazı insanlar hayatından vazgeçer, onurundan vazgeçmez.

Bunu öğrenmek için başbakan olmak gerekmez.

Bir ideal uğruna hayatını ortaya koymuş insanla alay etmek, kendine bakmadan onları yalancılıkla itham etmek, "Hadi hadi yiyorsundur sen" diye rencide etmek, evlatlarının canının derdine düşmüş aileleri sokağa dökmek ve daha çok ölüme davetiye çıkarmak anlamı taşır.

Çok tehlikelidir.

İçerde toplu ölümlere, dışarıda Bursa'daki türden gerilimlere davetiyedir.

Geçmişte yapanlara hiç hayır getirmemiştir.

Yine getirmeyecektir.

* * *

Geliyorum diyen felaket için, ülkedeki yangını söndürmek için devletin ne yaptığını anlayan var mı?

Oslo'da örgütle masaya oturanlar, dağda örgütle el sıkışanları mahkum ediyor.

Habur'da dağdan gelenleri karşılayanlar, İmralı'ya görüş yasağı koyuyor.

"Terörle mücadele, siyasetle müzakere" diyenler, Meclis'te halkın seçilmiş temsilcileriyle görüşmüyor.

Peki ne yapmaya çalışılıyor?

Kürtçe savunma hakkı meşru ise neden gereği yapılmıyor?

"Tecrit yok" deniliyorsa neden İmralı kosteri kaldırılmıyor?

Neden ortamı yatıştırma imkanları hala varken, çözüm aramak yerine yangına benzin dökülüyor?

* * *

2000'deki açlık grevlerinde, Bayrampaşa'da ölmeye yatan o gencecik insanları, onların solan çehrelerini, çöken avurtlarını, fersiz bakışlarını, sonra da "Ölmeniz gerekiyorsa, onu ben yaparım" diyen devletin öfkesini görmüş biri olarak bu konunun tehditle, "kuzu kebap" jargonuyla ya da operasyonla çözülemeyeceğine tanıklık ederim.

Felaket geliyor.

Önlemek, Başbakan'ın boynuna borçtur.

Eylem yayılmadan, ölümler başlamadan vicdanın devreye girmesini bekliyoruz.

Can Dündar

Milliyet

Ölmek Sorun Değil...

İran'da Politik faaliyetlerinden dolayı İdam edilen Kürt genci ölüme gülerek gidiyor...ÖLÜM KÜRT HALKI İÇİN ARTIK YENİLMİŞTİR...
Türk ırk sistemi altında en çok konuştuğumuz tema, ölüm. Ölüme endeksli yaşayanlar için ölüm sorun değil. Böylesi zamanlarda çoğumuz ölmenin yaşamaktan daha kolay olduğunu biliyoruz. Bir çoğumuz düşlerimizde cenaze töreni yapılmış ölmümlü bir ruh haliyle yaşıyoruz. Ölüm kararımızın hala Türk ırk devletinin elinde ve ağzında olması ne kötü. Yazgımı, cezaevlerinde ölüm orucunda olan arkadaşların yazgısına bağlamak istiyorum ama, nereden nasıl bağlayacağımı bilemiyorum. Diyorum ya, yazgımızı, ölüm oruçlarını "şiş kebap" muhabbetiyle geçiştirmeye çalışan Türk sömürgeci alçaklığının ellerine bırakmatır insanı asıl öldüren.
 
Yoksa gerçekten çoğu zaman ben de ölmek istiyorum. Ellerime bakıyorum, binlerce Kürt şehidinin ellerini sıkmış. Ellerim üşüdüğünde, onlar üşüyor sanıyorum. Aynada gözlerime bakıyorum, binlerce Kürt şehidinin gözlerine bakmış, ağladığımda onlar ağlıyor sanıyorum. Sonra sanki, erken ölmenin onların kurtuluş umutlarına ihanet anlamı taşıdığını düşünüyor, cenaze töreni yapılmış sağ gövdemi köşe bucak kaçırıyorum.

Ölmek gerçekten sorun değil. Tatlı bir bahar esintisi gibi; daha şiddetlisi, şu sıralarda solmuş yaprakları savuran şiddetli bir güz fırtınası... 

Kürtlerin kendi vücutlarına yönelik ölüm tehdidinin bir blöf olmadığını herhalde en çok Türk ırk devleti biliyor. Biz hiç ölümle dalga geçmedik. Vakti geldiğinde, büyük bir olgunluk ve edeple başımızı ölüm anının altına yatırdık. Kimimiz öldük, kimimiz şans eseri kurtulduk. Arkamızda çevrilen ölüm planlarının binde birini dahi öğrenemedik.

Ben de çoğu zaman ölmek istiyorum, basit bir intihar duygusu değil bu. Bir kurtuluş şenliği, bir zafer havasında gelmeli ölüm.

Ama ölüm yazgısının sömürgeci Türk devlet yöneticilerinin ağzılarındaki şarlatan sözcüklerde takılı bulunması ne kötü. Yani "şiş kebap" muhabbetinde.

Öleceğini bilerek yaşayan tek canlı varlıktır insan. Hayvanların ölüm bilinci yoktur, mutlaka güdüleri vardır. Ölümün mihenk taşında ölümün kendisini defalarca yenmiş insanlar için beş yıl önce veya sonra ölmenin ciddi bir hesabı da olmaz. Ölüm ancak, hayata tatlı bir uyuşuklukla bağlandığın hafif neşeli zamanlarda biraz itici gelir. Hepsi bu kadardır ve bunun abartılacak hiçbir yanı yoktur. Kaç kez ölüme hazırlanmışken, yeniden yaşamak zorunda kaldık!

Bu gece sabahlara kadar ölüm orucunda olan arkadaşları düşündüm. Gün doğmadı bir türlü, kesik uykularımın cezaevlerine uzanan dehşet kabuslarından kutulamadım. Ölmek, hayatımızı gasp etmiş ölüm kabuslarından çok daha kolay bir şey...

Her sabah, gün içinde ve akşam yatağa girmeden önce, Türk sömürgecilerinin cezaevlerindeki arkadaşlarımın yaşam veya ölümleri üzerine verdiği demeçleri okumak ve onlardan bir karar beklemek ne kötü.
"Şiş kebap" muhabetti altında bin kez ölmek istiyor insan, vücuduna benzersiz ölümler tattırmak istiyor, sömürgecilik altında inleyen lanet olası vücudu bin parçaya bölüp atmak istiyor.

Biz galiba ölümün de anlamını tam bilemiyoruz. "Yeter artık, öleceksek ölelim" noktasında isek hayatla bağı kopardığımız gibi, bize ölümlerden ölüm beğendiren sömürgeci alçaklıkla her türlü alışverişi kesip bari öyle ölelim. Ölümümüz bu kez bunun için olsun.

Ama hala ölüm yazgımızın, sömürgeci Türk şarlatanlarının konuşurken ki salyalı tükürüklerine takılı bulunması, işte bu, en berbat ölümden daha beter. Ölmek istediğimiz halde, işte bu nedenle ölüm anında da çaresiziz.
Ölmek istiyorum, ama beni tatmin edecek bir ölüm yok.  

Türk sömürgeciliği altında yaşamak böyle bir şey mi acaba? Benzin içerek gövdesini ateşe veren gençler o an ne düşünmüşlerdi?

Yılın en az yarısını bir an önce ölmek düşüncesiyle geçiren binlerce, onbinlerce Kürde yeni ölüm tarzları mı bulmak gerekiyor? Ölmek istiyoruz, ama mutlu yaşam bulamdığımız gibi tatmin edici bir ölüm yolu da bulamıyoruz.

Ölüm kararımızın sağını solunu düzeltmeye çalıştığımız katliam sisteminin şarlatan yöneticilerinin ağzından çıkacak sözcüklere bağlı olması ne kötü.

Ölüm orucunda olan arkadaşların yaşam ve ölüm kararı Türk devlet yöneticilerinin eline geçtiği içindir ki, her yanım param parça. "Şiş kebap" muhabbetinin yapıldığı kasvetli Ankara binalarının katliam kokan karanlık dehlizlerinden yaşamımıza ve ölümümüze dair ipucu çıkarmaya çalışmak çok kahredici... Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı resepsiyonlarında açlık grevlerini bitirecek devlet ilişkileri arandığında, ölüm anından daha ağır acılar hissetmek...

Ölümün siyasetini konuşur hale geldik. Siyasetten anlamadığım gibi, ölümün siyasetinden de bir şey anlamadığım konuşulacak. Öyle sanılsın.

Ama kararı, sömürgeci Türk yöneticilerinin kan kokan salyalı ağızlarından çıkacak bir ölüm biçimi ne yapayım ki, bana çok ağır geliyor.

Sömürgeci alçaklığın ağzındaki gövdesinden kan sızan ülkemi koparıp alacak özgür bir ölüm arıyorum ben.
Kürt dolu cezaevleri olmasın ve bir daha çocuklarımız ölmesin diye....

bildiricihasan@hotmail.com

Rojeva Kurdistan web sayfasından alınmıştır

Dört Tarih, Dört İsim

1. „16. Eylül 1916, Halep Valiliğine:
 
Size önceden bildirildiği üzere hükümetimiz cemiyetin düzeni için, Türkiye'de yaşayan bütün Ermenileri imha kararı almıştır. Alınacak önlemler ne kadar kriminel olursa olsun, yaşına, cinsiyetine ve vicdan anlayışına bakmadan bunların varlığına son verilmelidir.
Talat Paşa, İçişleri Bakanı"

            2.  „22.Ağustos 1939

Ben, ölüm birliklerime emir verdim, Polonyaca konuşan ırkı; acımadan erkek, kadın ve çocuk imha etsinler. Ancak bu suretle ihtiyacımız olan yaşam alanına kavuşuruz. Gerçekten bugün kim kökü kazınan Ermenileri hatırlıyor?
Adolf Hitler" 

            3. Atatürk, 4.Mayıs 1937 de Dersim'i imha emrini verdi. „Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. (...) İhsan Sabri Çağlayangil"

            4. 28 Mart 2006'da Amed ve Qoser'de (Kızıltepe) yaşanan protesto gösterilerinde Kürt kadın ve çocuklarını hedef gösterip; "Çocuk da olsa kadın da olsa güvenlik güçlerimiz gerekeni yapacaktır." diyen Başbakan Erdoğan'ın marifetleri sürüyor.

Roboski'de vurun emrini verenin de o olduğu basında ifade ediliyor. Berlin'de dünyayı aptal sanıp, açlık ölümünde bir kişi var derken, Kürt halkının en hassas 683 insanının ölüm sınırında olduğunu görmezden geliyor. Buraya gelmişken, geçen haftalarda izlediğim bir dokumentasyondan bahsedeyim. ARTE nin Fransız gazetecisi Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağışa sordu. Sizin ülkenizde 95 gazeteci hapiste. Bakanın yanıtı kesindi. Hayır. Onlar banka hırsızı, dedi. Aynı gazeteci gezisinde şu tespiti yaptı. Doğuda (Kürdistan) doğum kontrolü yapılırken, Erdoğan batıda her kadının üç çocuk doğurmasını istiyor. Talat Paşa'dan beri değişen sadece paradigmadır.

            Bu dört tarih ve söylemi yan yana koyunca soykırımın sürekliliği görülür. Talat Paşa, güvenlik güçlerine emir veriyor, kadın çocuk, erkek demeden tüm Ermenileri ortadan kaldırın, yani soykırım yapın, diyor ve Ermeni soykırımı, insanlık tarihinin ilk soykırımı olarak yapılıyor. Talat Paşanın ülküdaşı Atatürk ise, onun yolundan giderek Kürt soykırımlarını yaptı. Ancak Ermeni soykırımına göre Kürtlere coğrafi imha yerine tenkil, tedip, tehcir tarzıyla Kürtleri ortadan kaldırmayı denediler. Fizikman yok etmek, göçertmek ve asimile etmek. Kürt diye bir milletin olmadığına inandırmak. Ermeniye genozid dayatıp imha ederken, nüfusça daha büyük halk olan Kürtler; genozidle bitirilemedikleri için, etnozid denen halksal-kimliksel yoketme, yani asimilasyona tabi tutma tarzıyla köklerinden koparmayı uyguluyorlar. Bugün 683 Kürt yurtseverinin mücadelesi işte o yokedilen anadil hakkı içindir.

            Geçen günlerde Mesut Özcan'ın Kenan Evren'in, Dersim Valisi Kenan Güven'in asimilasyon çabaları Radikal gazetesinde yayınlandı. Okuyanlar; devletin Kürdü Türk, Aleviyi hanefi yapma, yani tekleştirip  tek tip yapmaya matuf çabasını görmüştür. Bugün yaşayan milyonlarca Kürt asıllı Türk vardır. Bunlar, son Kürdistan başkaldırısında soyuna yakın tavır içinde olmadılar. Demek ki, Türk devleti gelişen iletişim araçları gereği, artık Ermeni soykırımı benzeri bir soykırım yapamadığından, mümkün mertebe sürece yayıp bitirme işini programlamış görünmektedir.   

          AKP'nin iktidarı, Müslüman Kürdü köklerinden uzaklaştırmaya matuf bir devlet projesidir. Mehmet Metiner, Ensarioğlu, Çelik, Şimşek vd bunların Kürtlük diye bir sorunları yoktur. Bunlar dinini ırkına yüce tutan, soyuna saldıranların işbirlikçilerdir. Devlet baktı ki, Müslüman Kürtler Kemalist rejimden nefret ediyor, devreye sözde Müslüman gerçekte en fesat ve münafık dinci AKP'yi, Kürdü bitirmek için işbaşına getirdi.

            Görülüyor ki, Talat Paşa benzeri imha olmuyor. Hatta 90'lı yılların asit kuyularına atılmıyor Kürtler. Peki ne yapıyor AKP? Kürdün özgür düşünenini, kendisi olmak isteyenini, dağda NATO'nun üstün silah araç gereçleriyle imha ediyor, ovadakini de hapse atıyor. Kürde şu alternatif bırakılmış, yaşamak istiyorsan benim gibi olacaksın, yani Türk, Türkçe konuşan ve Hanefi.

Ama görNe var ki Kürt artık ne Türk olmak istiyor, ne de sistemin dini ve kültürel sapkınlıklarını almak istiyor. Kürt, eşit ve özgür yaşama evet diyor. ünen köye klavuz gerekmez derler. Bu köprünün altından o kadar çok sular aktı ki, artık Türkiye çatısı altında Kürdün Kürt olarak kalamayacağı realitesi yalın halde gözlerimize vurdu. Kürt halkı kendisini bu duruma hazırlıyor. Türkiye şu an nekadar güçlü olsa da ABD kadar değildir. ABD, Vietkong'a yenildi. Türkiye'nin de PKK'ya yenileceği yılları görmek hayal değildir.

            Başa dönersek, bu soykırımcı Talat Paşa Türk devleti ve Türkler hariç dünya tarafından lanetle anılıyor. Kemal Atatürk'ü hocası gören Hitler de katliamcı olarak bütün dünya tarafından lanetleniyor. Adolf  ismini kimse çocuğuna vermiyor. Peki geçen yüzyılın en katliamcı generali Kemal Atatürk nasıl görülüyor? Her nekadar Türkiye insanının baktığı her yöne onun heykelleri dikilse de, halk uyanıyor. Aleviler onun posterlerini dergahlardan uzaklaştırdılar. Dersim'in pek çok Kemalleri olsa da, Kemal ismi bir gün utanılacak bir isim olarak görülebilinir. Adolf ile Kemal arasında ne fark var ki? Veya zihniyette Benito Mussolini ile Tayyip Erdoğan arasında?

            Yukarda 1. ve 2. de tercümesini verdiğim alıntıların David Khredian'ın „The Road from Home" kitabında verildiğini Ankara'dan bir bilimadamı bana yazdı. Ancak kitabın Almanca çevrisi „Der Schatten des Halbmonds" ta Talat Paşa ve Hitler'in sözleri alınmamış. Çevrisini yaptığım „Der Schatten des Halbmonds" kitabı „Hilalin Gölgesinde- Bir Ermeni Kızın yazgısı" adıyla 2001 yılında Peri Yayınlarında çıktı. Almanca çevrisinde bu sözlerin olmaması hangi nedenledir bilemem ama düşündürücü olduğunu ifade edebilirim. 

haydar-isik@gmx.de

5 Kasım'da 10 Bin Tutsak Açlık Grevine Giriyor



Türk cezaevlerinde yüzlerce siyasi tutsağın açlık grevi 54. gününde devam ederken, PKK ve PAJK’lı tutsaklar adına yapılan açıklamada 5 Kasım’dan itibaren 10 bin tutsağın greve katılacağı bildirildi.

Cezaevlerindeki tüm PKK ve PAJK’lı tutsaklar adına açıklama yapan Deniz Kaya, 12 Eylül’de başlayan süresiz-dönüşümsüz açlık grevinin amacının “kimseye diz çöktürmek” olmadığını belirterek, “Kimseye şantaj yapmıyor, bizlere karşı uygulanan hiçbir şantajı da kabul etmiyoruz” dedi. Tutsaklar, taleplerinin “ana sütü kadar helal olan en temel insani, sosyal ve siyasal haklar” olduğunu kaydetti. Açıklamada Açlık Grevi eyleminin 5 Kasım’dan itibaren bir üst aşamaya çıkarılacağı, hasta, yaşlı ve çocuklar dışında tüm tutsakların greve katılacağı bildirildi.

ANF’ye ulaşan tutsakların açıklaması şöyle: “Halkımızın ve Türkiyeli devrimci demokrat çevrelerin, halkımızın dostlarının, Kürdistan ve Türkiye metropollerinde gerçekleştirdiği serhıldanları büyük bir coşkuyla selamlıyoruz.

Halkımız bu görkemli direnişler ile önderliğine, özgürlüğüne, evlatlarına, ülkesine ve değerlerine sahip çıktığını, çıkacağını dost düşman herkese göstermiş ve büyük bir kararlılıkla ilan etmiştir.

Ulusal birlik ruhu ile ayağa kalkan halkımız ve, halklarımızın özgürce bir arada yaşaması, özgür geleceğin inşası şiarıyla serhıldan da yer alan halkımızın dostları-devrimci demokratik çevreler, AKP devletine hiç unutmayacağı tarihi bir ders vermiş ve özgürlük perspektifinden geri adım atmayacaklarını göstermişlerdir.


Tüm Kürdistan halkına ve devrimci demokratik kamuoyuna çağrımızdır:


Serhıldana kalkan halklarımızın karşısında hiçbir güç dayanamaz. Halkımızdan ve dostlarımızdan isteğimiz, beklentimiz, bu serhıldanın bir-birkaç günle sınırlı tutulmaması, özgürlüklerimizi kazanana kadar yürütülmesidir. Herkes bilmelidir ki, özgürlüğün şafak vaktindeyiz ve özgürlüğümüzü elde edinceye kadar bu zalim rejime karşı mücadelemizi kesintisiz serhıldanlarla sürdürmeliyiz. Bu nedenle sonuç alıncaya kadar, durmadan-dinlenmeden her yeri serhıldan alanına çevirmek boynumuzun borcudur.

Duyarlı kamuoyuna; tüm demokratik ve insan hakları çevrelerine:

Amacımız kimseye diz çöktürmek değildir. Kimseye şantaj yapmıyor, bizlere karşı uygulanan hiçbir şantajı da kabul etmiyoruz.

Bizler; özgürlük tutsakları olarak, bu eylemimizle, ana sütü kadar helal olan en temel insani, sosyal ve siyasal haklarımızı kamuoyuna ve tüm dünyaya duyurmak istiyoruz.

Zulümle abad olunmaz, diyoruz; halkımıza uygulanan zulme son verilsin, diyoruz; zulümle abad olanın sonu berbat olur, diyoruz.

Erdoğan ve tayfaları bilmelidir ki, bu zulüm düzeni, bu bezirgan saltanatı, bu zalim rejim ve onu yürütenlerde abad olamayacak, sonları berbat olacaktır.


Cevap istiyoruz:

Tüm dünyaya sormak istiyoruz: Kim ana dilimizde eğitim ve savunma hakkımıza yok diyebilir, yok sayabilir? Kim bir halkın önderine uygulanan tecrit ve işkenceyi normal görebilir, görmezden gelebilir? Kim barışın ve halklarımızın bir arada yaşamasının tek anahtarı ve güvencesi olan önderliğimizle müzakerelere karşı çıkabilir? Kendine insanım diyen herkesten bu sorularımızın cevabını istiyoruz.!

Bizi halk olarak yok sayan, görmezden gelen, özgürlüğümüzü tanımayan bu sisteme artık yeter, êdi bese! diyoruz.

Kürt sorunun barış içinde ve demokratik yöntemlerle çözümü için, halklarımızın bir arada kardeşçe yaşaması için, özgürlüğümüz ve onurumuz için, bedenlerimizi ölüme yatırıyoruz.

Bilinmelidir ki, bu eylemimiz, aynı zamanda vicdanlara bir çağrı, zulüm altında inleyen bir halkın çığlığı ve halkımıza, halkımız şahsında tüm insanlığa yapılan hakarete bir dur demektir.

İleri sürdüğümüz taleplerin muhatabı AKP hükümetidir. Sonuç alıncaya kadar eylemimiz devam edecek ve her gün yeni katılımlar olacaktır.


Tüm halkımıza ve kamuoyuna ilan ediyoruz:

12 Eylülde başlattığımız süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemimiz bu gün 54. güne girmiş bulunmaktadır.

Bu gün itibarıyla eylemimizi bir üst aşamaya çıkarıyoruz. 5 Kasım tarihinden itibaren,

Eylemimize 10 bin kişiyle devam edeceğiz.

5 Kasım 2012 pazartesi gününden itibaren, Kürdistan ve Türkiye deki tüm cezaevlerinde; hasta, yaşlı ve çocuklar dışında kalan tüm tutsak arkadaşlarımız, süresiz dönüşümsüz açlık grevine dahil olacaklardır.


AKP hükümeti, başbakan Erdoğan ve tüm kesimleri uyarıyoruz:

Eylemimize ciddi yaklaşmayan, karalamak ve etkisini kırmak için her yola başvuran, gerçekleri ters-yüz ederek saptırmaya çalışan sorumlu tüm çevreleri ciddi olmaya davet ediyoruz.

Taleplerimizin karşılanmaması durumunda, yaşanacak olumsuzlukların sorumluluğu ve vebali AKP hükümeti ve başbakan Erdoğan da olacaktır.

Bizler, halklarımızın birlikte yaşama iradesini ve toplumsal barışımızı tehlikeye sokacak bir sonucun önüne hep birlikte geçelim diyoruz. Bilinmelidir ki, bununda yolu, taleplerimizi yok saymak, eylemimizi karalamak, tüm dünyanın gözleri önünde, televizyon ekranları ve Avrupa’larda yalan konuşmak değil, aksine taleplerimize olumlu karşılık vermekten geçiyor.


Değerli Kürdistan halkı ve ailelerimiz:

Halkımızın serhıldanı ile buluşan açlık grevi eylemimiz, ulusal birliğe ve iradeye dönüşerek, tarihi bir rol oynayacak ve tarihsel sonuçlar yaratacaktır. Bizlerin buna inancı tamdır ve tüm halkımızın-dostlarımızın da buna inanmasını istiyor, bekliyoruz.

Kardeş Türk halkına, Türkiye de yaşayan tüm halklara, duyarlı tüm çevrelere eylemimize güç katmaya, ve ayağa kalkan halkımıza el vermeye, destek olmaya çağırıyoruz.

Kazanan halklarımız olacak, kazanan özgürlük olacak, kazanan barış olacak, kazanan halklarımızın geleceği ve demokrasisi olacak; kaybeden komplocular ve özgürlük düşmanları olacaktır.”


ANF

AKP Açlık Grevi Eylemine Müdahale Planı Hazırlıyor

AKP-Fetullah Faşizmi yeni bir 'Hayata Dönüş Operasyonu' arayışında...
Türkiye cezaevlerinde açlık grevi eylemleri 54. gününe girerken AKP hükümetinin eylemcilere müdahale hazırlığı yaptığı iddia edildi.

Milliyet gazetesinden Gökçer Tahincioğlu’nun haberine göre Türk Adalet Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında eylemcilere karşı olası bir müdahale durumunda nasıl hareket edileceğine ilişkin yazışmalar yapıldı. Müdahalenin ardından mahkumların tedavisi konusunda da iki kurum arasında bilgi alışverişi olduğu bildirilirken Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda çalıştığı belirtildi.

Haberde ayrıca durumu kritikleşen mahkumları daha kalabalık koğuşlardan tek ya da 3 kişilik odalara alan bakanlığın bu tavrının da olası bir müdahaleye zemin hazırlama amaçlı olduğu bildirildi.

2000’deki ölüm oruçlarında, hekimlerin yanlış müdahalesi ve uzun süre aç kalmış kişilere yönelik yüksek glikoz kullanımı, onlarca mahkumun sakat kalmasına ve tedavisi olmayan Wernicke Korsakoff hastalığına yakalanmasına yol açmıştı. Birçok mahkum da müdahaleyi protesto için tedavi sürecinden sonra yeniden eyleme başlamış ya da protesto eylemleri gerçekleştirmişti.

Mahkum yakınlarının, Türk Tabipleri Birliği’nin bu konudaki uzman hekimlerin cezaevlerine alınması talebi reddedildiği için de özellikle endişe duydukları kaydediliyor.


ANF

YPG-ÖSO Arasında Anlaşma İmzalandı: Komutan Nujin Serbest Bırakılacak

Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Askeri Meclisi’nin YPG Halep Komutanı Nujin Derik’in yaşadığına dair yaptığı açıklama ardından bugün Kürtler ile ÖSO arasında bir görüşme gerçekleştirildi. Görüşmede alınan bir dizi karar doğrultusunda esirlerin serbest bırakılacağı bildirildi.

Halep’te 26 Ekim günü 200 silahlı kişinin Halep’teki Kürt mahallesi Eşrefiye’ye girmesi sonucu yaşanan çatışmalardan sonra Kürtler ile ÖSO arasında görüşmeler başladı.

ÖSO Cumartesi günü yaptığı açıklamada Batı Kürdistan’ın askeri gücü YPG’nin Halep Komutanı Şaha Eli Evdo’nun (Nujin Derik) öldürülmediği, hayatta olduğunu açıkladı. Bunun üzerine taraflar arasında bugün bir görüşme gerçekleşti.

Alınan bilgilere göre görüşmeye, ÖSO, Batı Kürdistan’ın büyük partisi PYD ve YPG’ye yakın bazı kişiler katıldı.

Görüşmede alınan kararlar yazılı bir bildiri ile açıklandı. Açıklamada, her iki taraf arasındaki çatışmaların durdurulması gerektiği belirtiliyor.

Alınan kararlar şöyle:

-Artık Suriye halklarının kanı dökülmemeli ve tüm gruplar yönünü Suriye halklarının düşmanlarına çevirmeli, yani yönünü rejime ve çetelere çevirmeli.

-Her iki taraf Qestel Cendo Köyü’ndeki (Afrin’e bağlı Ezidi köyü) Birsaya Dağı’ndan uzak durmalı. Alana Halep’in Enadan ilçesinden ÖSO’nun askeri tugaylarına bağlı çatışmayla ilgisi olmayan bazı gruplar gözlemci olarak yerleştirilecek.

-(Esir) Alınan kişiler derhal serbest bırakılacak. Bu çerçevede bugün hem esir alınan kişiler hem de el konulan malzemeler teslim edilecek.

-İstiklal bayrakları (Suriye) ve her iki tarafın bayrakları iki grup arasındaki yere, diğer bir ifadeyle gruplar arasındaki sınır noktasına dikilecek.

-Eğer her iki taraf bu anlaşmayı ihlal ederse, üçüncü bir taraf soruşturma yapacak ve hesap soracak.”


Ne oldu?

25 Ekim günü Halep’te çete bir grup olarak değerlendirilen Selahaddin Eyyubi Taburu, Kürt mahallesi Eşrefiye’ye girmek istedi ancak YPG güçleri tarafından engellendi. 26 Ekim’de bu kez 200 silahlı kişi Eşrefiye’ye girdi. Binlerce mahalle sakini silahlı gruba tepki için sokaklara çıkınca, üzerlerine ateş açıldı. Bu saldırıda 13 kişi hayatını kaybetti. Bunun üzerine YPG güçleri de misillemede bulunarak 19 çete üyesini öldürdü. Çatışma ardından saldırgan grup, cenazelerini almak istedi. YPG Halep komutanı Nujin Derik, cenazeleri teslim etmek için götürdüğünde esir alındı.

1 Kasım günü, Nujin Derik’in infaz edildiği silahlı grup tarafından Kürtlere bildirilmişti. Derik’in infaz edildiği haberi ardından YPG “Vahşi bir cinayet” diyerek “Biz başta kendilerini Selahaddin olarak tanımlayan hain Kürtleri sorumlu görüyor ve hesabını çok ağır bir biçimde soracağımızın sözünü veriyoruz” açıklamasında bulunmuştu.

Halep ile Afrin arasındaki kontrol noktalarında ayrıca 300 dolayında sivil Kürt silahlı gruplarca alıkonulmuştu. Bunlardan biri 29 Ekim günü gördüğü korkunç işkenceler sonucu hayatını kaybetmişti. 


ÖSO: Nujin Derik yaşıyor 

Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Meclisi, Halk Savunma Birlikleri (YPG) Halep Komutanı Şaha Eli Evdo’nun (Nujin Derik) infaz edilmediğini, yaşadığını açıkladı.

ÖSO Meclisi geçtiğimiz günlerde Afrin’in önde gelenleri ile yapılan görüşme sırasında YPG Halep Komutanı’nın öldürüldüğü bilgisini vermişti. Ancak ÖSO Meclisi bugün yaptığı açıklamada Nujin Derik’in öldürülmediğini bildirdi.

Bu açıklama üzerine YPG, Derik’in yaşayıp yaşamadığını doğrulamak için araştırma başlattıklarını bildirdi.

Suriye'nin Halep kentinde 26 Ekim'de Türkiye destekli Selahaddin Eyyubi Tabur öncülüğünde 200 kişilik silahlı grup, Halep'teki Eşrefiye mahallesine girerek halk üzerine ateş açmıştı. Son bilançoya göre bu saldırıda 13 Kürt yaşamını yitirirken 20'yi aşkın kişi de yaralanmıştı.

Saldırıya misilleme ile karşılık veren YPG güçleri, 19 saldırganı öldürmüş, bir çok saldıganı esir almış ve bir silah deposuna el koymuştu.

Nujin Derik, 26 Ekim günü çetelere ait cenazelerin teslimi sırasında silahlı bir grup tarafından kaçırılmıştı.

YPG yaptığı açıklamada, “Halep Komutanı yoldaş Nujin Derik öncülüğünde bir grup arkadaşımız, ölü ve yaralıların teslim edilmesi için, belirlenen noktaya gittiler. Ancak çeteci grup burada arkadaşlarımıza pusu kurmuştu. Ölü ve yaralılarını aldıktan sonra, arkadaşlarımızın üzerine el bombaları attılar. Bunun üzerine tekrar çatışma çıktı, çatışma sonucu Nujin Derik yoldaşımız yaralı olarak kaçırdılar” demişti.

Derik’in infaz edildiği haberi ardından YPG “Vahşi bir cinayet” diyerek “Biz başta kendilerini Selahaddin olarak tanımlayan hain Kürtleri sorumlu görüyor ve hesabını çok ağır bir biçimde soracağımızın sözünü veriyoruz” açıklamasında bulunmuştu.

ÖSO Meclisi’nin Derik’in yaşadığı yönündeki bilgisi de YPG’nin bu açıklamasından sonrasına denk geldi.
Halep ile Afrin arasındaki kontrol noktalarında ayrıca 300 dolayında sivil Kürt silahlı gruplarca alıkonulmuştu. Bunlardan biri 29 Ekim günü gördüğü korkunç işkenceler sonucu hayatını kaybetmişti. 

ANF

BDP'li Vekiller Açlık Grevine Başlıyor

BDP'li milletvekilleri hükümetin taleplere cevap vermemesi durumunda pazartesi toplanarak Meclis çatısı altında açlık grevine gitmeyi görüşecek.
 
BDP milletvekillerinin açlık grevinde olan tutuklu ve hükümlü PKK ve KCK'lılara destek vermek amacıyla açlık grevine başlayacakları iddia edildi.

Cezaevlerindeki açlık grevleri, dünkü "daha zayıflamamışlar bile, vitamin veriyoruz, sizden bizden bir farkları yok" benzeri türk medya bombardımanı altında 52. gününü tamamlayarak ölüm sınırına yaklaşırken, BDP'li milletvekilleri de destek amaçlı açlık grevine başlamaya hazırlanıyor.

Bu milletvekilleri hükümetin açlık grevi başlatanların taleplerine cevap vermemesi halinde, pazartesi günü TBMM'de toplanarak, açlık grevini nerede yapacaklarını tartışacak.

Parti Genel Merkez binası ile TBMM Genel Kurul Salonu seçenekler arasında. BDP'li vekillerin çoğunluğunun destek eylemini TBMM çatısı altında yapmaktan yana oldukları iddia edildi.

Genel Merkez olmasın

Ümit Aslanbay'ın Taraf gazetesindeki haberine göre; BDP'lileri TBMM çatısı altında böyle bir eylem yapmaya iten neden, daha önce parti genel merkezinde yaptıkları benzer bir eylemin yeterince ses getirmemesi. Pazartesi günü yapılacak toplantıda TBMM'de eylem kararı çıkarsa, BDP'lilerin Genel Kurul salonunu seçmesi yüksek ihtimal.

BDP'liler geçtiğimiz ocak ayında Kürt sorununa çözüm için TBMM Genel Kurulu'nda oturma eylemi gerçekleştirmek istemiş, Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in ricası üzerine de akşam saatlerinde Genel Kurul salonunu terk ederek eylemi TBMM'deki grup salonunda sürdürmüşlerdi. Daha önce genel merkez binasında yaptıkları açlık grevini ise, başka yerlerden telefon eden bazı kişiler lokantalardan yemek siparişi vererek sabote etmeye çalışmıştı.

Bu arada emek ve meslek örgütleri olarak DİSK, KESK, TMMOB VE Türk Tabibler Birliği (TTB) de bugün açlık grevleri için bir basın toplantısı yapacak.

Çocuklar, Buldan ve bakanlık

Açlık grevine başlayan 15 yaşındaki H.D. ve U.T. adlı iki çocuğu eylemlerinden vazgeçirmek için BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan ve Adalet Bakanlığı'na bağlı psikologlar, dün İzmir Şakran Çocuk Cezaevi'ne gitti.

Daha önce Mersin ve İstanbul'da cezaevinde açlık grevine katılan sekiz çocuk, BDP'lilerin çabaları sonucu eylemlerini sonlandırmıştı. Buldan, iki çocukla görüşmek için Adalet Bakanlığı'ndan izin istediğini önceki gün yaptığı basın toplantısında duyurmuştu. Şakran Çocuk Cezaevi'nde açlık grevi yapan iki çocuktan H.D. yazdığı mektupta, "1995 Mardin'in Mazıdağı İlçesi Karagu Köyü doğumluyum. Ben Kızıltepe ilçesinde tutuklandım. 18 aydır tutukluyum. Temmuz ayında Mardin E Tipi Cezaevi'nden İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na sürgün edildim... Bedeli ne olursa olsun eylemimizden vazgeçmeyeceğiz" demişti. Neyse ki Buldan'ın çabası sonuç verdi. Akşam saatlerinde bu iki çocuğun eylemi bıraktığı haberi geldi.

http://www.rojevakurdistan.com/index.php/guendem/7326-bdpli-vekiller-aclk-grevine-balyor