Siyasi İslam üzerindeki araştırmalarıyla bilinen ve (sanırım) altı yapıtı da Türkçeye çevrilmiş olan Fransa’dan bir sosyal bilimcinin, Olivier Roy’un 21 Ocak tarihli New York Times’ta “Tunus’lu İslâmcılar Neredeydi?” başlıklı bir yazısı yayımlandı.
Başlıktaki soru, yazının ilk cümlesinde kısaca yanıtlanıyor: “Arap dünyasında bir diktatörlüğü deviren bu ilk barışçı halk devriminin İslâmcılıkla ilgisi yoktur.”
Roy, bu saptamasını gözlemlerle destekliyor: Bin Ali’yi iktidardan uzaklaştıran “sokak gösterilerinde, İslamcı bir devlet kurma çağrısı; ‘kahrolsun ABD emperyalizmi’ sloganı yoktu. Nefret edilen rejim yerli bir olgu olarak algılanıyordu; Fransız veya Amerikan neo-kolonyalizminin bir kuklası olarak değil. Nümayişçiler, özgürlük, demokrasi ve çok-partili seçim çağrıları yapıyorlardı. Daha basitçesi, kendilerini yöneten soyguncu aileden kurtulmak istiyorlardı.”
Roy, bu saptamalarıyla, Tunus’taki halk ayaklanmasını, Batılı güçler tarafından desteklenip, yönlendirilen “turuncu renkli demokrasi devrimleri” ile benzeştirme eğilimi gösteriyor. Öte yandan ayaklanma için “İslâmcı bir devlet kurma çağrısı yoktu” saptamasının doğru olduğunu düşünüyorum. Geçen hafta bu köşede de belirttiğim gibi, Tunus’ta kurulu düzene karşı bir halk kalkışması söz konusudur. Tunus’un baskıcı ve laik rejimi, sosyalist ve İslamcı muhalefeti etkisiz kılmış olduğu için bu ayaklanma bir programdan yoksundur; ülkeyi hangi güzergâha yönlendireceği de belli değildir.
Ayaklanmanın Tunus’ta önemli başarılar kazandığı ortadadır. Başkan ailesiyle birlikte ülkeyi terketmiş; Başbakan Gannuşi eski rejimin kadrolarından oluşturduğu geçici hükümeti sürdürememiş; kısa zamanda tamamen değiştirmek zorunda kalmış; Bin Ali’nin, karısının ve damadının ailelerinden 33 kişi gözaltına alınmış; on gün önce başbakanın ve ordunun gözetimi altında ülkeden kaçan Başkan için “kamu varlıklarına yasa-dışı yollarla el koymak ve ülke dışına kaçırmak” suçlamalarıyla uluslararası tutuklama kararı çıkartılmış; İsviçre bankalarındaki hesapların dondurulması sağlanmıştır. Ne var ki, Wall Street Journal’ın belirlediği gibi, bu ailelerin varlıklarının önemli bölümleri çokuluslu ortaklıklar biçiminde olduğu için işler karışmaktadır. Bu tür olgular, emperyalizmin suç ortaklığını ortaya çıkardıkça, halk muhalefeti Olivier Roy’un pek istemediği yönlere de kayabilecektir.
Halk ayaklanmasının ortak platformu olan düzen karşıtlığı, sonraki güzergâhı kendiliğinden belirlemiyor. Egemen sınıflar, eski siyaset kadrolarında geniş bir tasfiyeyi gerçekleştirerek ve ılımlı muhalefeti yönetime katarak “düzen değişti” görüntüsünü oluşturmayı hedefliyorlar. “Düzen”in laik öğeleriyle kavgalı olan İslamci akım ile kapitalizmden, emperyalizmden kaynaklanan sömürü ilişkilerini hedefleyen sosyalistler, halk muhalefetinin düzen karşıtı özlemlerini kendi programları doğrultusunda yönlendirebilecekler mi? “Arap dünyasının en ılımlı İslamcı Partisi” olarak nitelendirilen El Nahda ile eski rejimle uzlaşmayı reddeden sosyalistleri temsil eden Tunus İşçilerinin Komünist Partisi’nin yeni ortamdaki çalışma biçimleri önem taşıyor. Tunus’un güçlü sendika hareketinin de sol seçenekleri güçlendirebileceğinden söz ediliyor.
***
Otuz küsur yıl boyunca neoliberal “reformlar”ın cenderesinde yaşayan Mısır halkı da Hüsnü Mübarek’in temsil ettiği “düzene karşı” ayaklanmıştır. Mısır’daki olayları mümkün mertebe yakından izlemeye çalıştım ve öyle sanıyorum ki Olivier Roy’un Tunus’taki ayaklanma için ileri sürdüğü “İslâmcılıkla ilgisi yoktur” saptaması büyük ölçüde Mısır’daki kalkışma için de geçerlidir.
Mısır’daki yasa-dışı Müslüman Kardeşler örgütlerinin ayaklanmada ön-planda rol oynamadıkları izlenimi oluşuyor. BBC’ye göre, Müslüman Kardeşler örgütü, protestoları bir hayli gecikerek, Perşembe gecesi desteklemeye başlamıştır. Cuma namazları, İslamcı talepleri vurgulamak için değil, bir toplanma merkezi olarak önem taşımıştır. Ve kısa bir süre önce İslamcı şiddete kurban vermiş olan (ve nüfusun yüzde 10’unu oluşturan) Hıristiyan Kopt’ların da ayaklanmaya yaygın boyutlarda katıldıkları bildirilmektedir.
Bu satırlar kaleme alındığında, Mısır ayaklanmasının kısa vadedeki sonuçları belirsizdir. Ancak, Hüsnü Mübarek “saltanatı”nın (“yumuşak” veya “sert” biçimlerde) son bulması kesinleşmiş görünmektedir. Ve Tunus’la karşılaştırılırsa, geçiş sürecinde siyasi İslam’ın daha fazla; “sol-laik muhalefet”in ise çok daha sınırlı rol oynayacağı; ABD-AB hegemonyasını Mısır’a taşıyacak El-Baredei gibi “ılımlı ve saygın” kişilerin ön plana çıkacağı beklenebilir.
***
Olivier Roy, yazısında, Tunus’un ötesinde genellemelere gidiyor: “Arapların Orta-Doğusu’nda diktatörlüğe karşı mücadelenin öncülüğünü yapan kuşak, İslamcı bir nitelik taşımıyor. İslamcılar ortadan kalktılar mı? Hayır. Küresel cihat yolunu izleyen marjinal gruplar var; ama bunlar halk nezdinde gerçek bir destekten yoksundurlar. Son yılların İslamcı terörizmi, ülkelerinden çok, Batı’da yerleşmiş insanlardan kaynaklanıyor. En azından Kuzey Afrika’da eski İslamcıların çoğu demokrat oldu. Türkiye’de AKP’nin ulaştığı sonuçlara onlar da katıldılar: Demokrasi ile diktatörlük arasında üçüncü bir yol yoktur.”
Fransız sosyal bilim geleneğinde aşırı genelleme, zaman zaman “desteksiz atış” eğilimleri vardır. Olivier Roy da, Kuzey Afrika’daki halk ayaklanmalarının İslamcı olmayan, “düzen karşıtı” niteliğini saptarken “tam isabet” kaydetmiş olabilir. Ne var ki, düzen kavramını siyasi rejime, demokrasi / diktatörlük ikilisine indirgediği için; üretimi biçimini, azgelişmiş-bağımlı kapitalizmi dışladığı; halk sınıflarının bu anlamdaki bozuk düzenden çektiklerini kavrayamadığı için yanılıyor.
Dahası, Türkiye’yi, AKP’yi yakından izlemediği için de yanılıyor. Sekiz yıl önce Enis Tayman’la yaptığı bir röportajda AKP üzerindeki hayırhah yorumlarını, bugün de aynen koruyor. Ve örneğin, bu partinin maksimum programı, taktik ve güncel uygulamaları ile Müslüman Kardeşler-Hamas çizgisindeki siyasi İslam arasındaki (ve ülkelere özgü koşulların, kısıtların farklılaştırdığı) paralellikleri inceleme gereksinimi Roy’un gündemi içinde yer almıyor.
Başlıktaki soru, yazının ilk cümlesinde kısaca yanıtlanıyor: “Arap dünyasında bir diktatörlüğü deviren bu ilk barışçı halk devriminin İslâmcılıkla ilgisi yoktur.”
Roy, bu saptamasını gözlemlerle destekliyor: Bin Ali’yi iktidardan uzaklaştıran “sokak gösterilerinde, İslamcı bir devlet kurma çağrısı; ‘kahrolsun ABD emperyalizmi’ sloganı yoktu. Nefret edilen rejim yerli bir olgu olarak algılanıyordu; Fransız veya Amerikan neo-kolonyalizminin bir kuklası olarak değil. Nümayişçiler, özgürlük, demokrasi ve çok-partili seçim çağrıları yapıyorlardı. Daha basitçesi, kendilerini yöneten soyguncu aileden kurtulmak istiyorlardı.”
Roy, bu saptamalarıyla, Tunus’taki halk ayaklanmasını, Batılı güçler tarafından desteklenip, yönlendirilen “turuncu renkli demokrasi devrimleri” ile benzeştirme eğilimi gösteriyor. Öte yandan ayaklanma için “İslâmcı bir devlet kurma çağrısı yoktu” saptamasının doğru olduğunu düşünüyorum. Geçen hafta bu köşede de belirttiğim gibi, Tunus’ta kurulu düzene karşı bir halk kalkışması söz konusudur. Tunus’un baskıcı ve laik rejimi, sosyalist ve İslamcı muhalefeti etkisiz kılmış olduğu için bu ayaklanma bir programdan yoksundur; ülkeyi hangi güzergâha yönlendireceği de belli değildir.
Ayaklanmanın Tunus’ta önemli başarılar kazandığı ortadadır. Başkan ailesiyle birlikte ülkeyi terketmiş; Başbakan Gannuşi eski rejimin kadrolarından oluşturduğu geçici hükümeti sürdürememiş; kısa zamanda tamamen değiştirmek zorunda kalmış; Bin Ali’nin, karısının ve damadının ailelerinden 33 kişi gözaltına alınmış; on gün önce başbakanın ve ordunun gözetimi altında ülkeden kaçan Başkan için “kamu varlıklarına yasa-dışı yollarla el koymak ve ülke dışına kaçırmak” suçlamalarıyla uluslararası tutuklama kararı çıkartılmış; İsviçre bankalarındaki hesapların dondurulması sağlanmıştır. Ne var ki, Wall Street Journal’ın belirlediği gibi, bu ailelerin varlıklarının önemli bölümleri çokuluslu ortaklıklar biçiminde olduğu için işler karışmaktadır. Bu tür olgular, emperyalizmin suç ortaklığını ortaya çıkardıkça, halk muhalefeti Olivier Roy’un pek istemediği yönlere de kayabilecektir.
Halk ayaklanmasının ortak platformu olan düzen karşıtlığı, sonraki güzergâhı kendiliğinden belirlemiyor. Egemen sınıflar, eski siyaset kadrolarında geniş bir tasfiyeyi gerçekleştirerek ve ılımlı muhalefeti yönetime katarak “düzen değişti” görüntüsünü oluşturmayı hedefliyorlar. “Düzen”in laik öğeleriyle kavgalı olan İslamci akım ile kapitalizmden, emperyalizmden kaynaklanan sömürü ilişkilerini hedefleyen sosyalistler, halk muhalefetinin düzen karşıtı özlemlerini kendi programları doğrultusunda yönlendirebilecekler mi? “Arap dünyasının en ılımlı İslamcı Partisi” olarak nitelendirilen El Nahda ile eski rejimle uzlaşmayı reddeden sosyalistleri temsil eden Tunus İşçilerinin Komünist Partisi’nin yeni ortamdaki çalışma biçimleri önem taşıyor. Tunus’un güçlü sendika hareketinin de sol seçenekleri güçlendirebileceğinden söz ediliyor.
***
Otuz küsur yıl boyunca neoliberal “reformlar”ın cenderesinde yaşayan Mısır halkı da Hüsnü Mübarek’in temsil ettiği “düzene karşı” ayaklanmıştır. Mısır’daki olayları mümkün mertebe yakından izlemeye çalıştım ve öyle sanıyorum ki Olivier Roy’un Tunus’taki ayaklanma için ileri sürdüğü “İslâmcılıkla ilgisi yoktur” saptaması büyük ölçüde Mısır’daki kalkışma için de geçerlidir.
Mısır’daki yasa-dışı Müslüman Kardeşler örgütlerinin ayaklanmada ön-planda rol oynamadıkları izlenimi oluşuyor. BBC’ye göre, Müslüman Kardeşler örgütü, protestoları bir hayli gecikerek, Perşembe gecesi desteklemeye başlamıştır. Cuma namazları, İslamcı talepleri vurgulamak için değil, bir toplanma merkezi olarak önem taşımıştır. Ve kısa bir süre önce İslamcı şiddete kurban vermiş olan (ve nüfusun yüzde 10’unu oluşturan) Hıristiyan Kopt’ların da ayaklanmaya yaygın boyutlarda katıldıkları bildirilmektedir.
Bu satırlar kaleme alındığında, Mısır ayaklanmasının kısa vadedeki sonuçları belirsizdir. Ancak, Hüsnü Mübarek “saltanatı”nın (“yumuşak” veya “sert” biçimlerde) son bulması kesinleşmiş görünmektedir. Ve Tunus’la karşılaştırılırsa, geçiş sürecinde siyasi İslam’ın daha fazla; “sol-laik muhalefet”in ise çok daha sınırlı rol oynayacağı; ABD-AB hegemonyasını Mısır’a taşıyacak El-Baredei gibi “ılımlı ve saygın” kişilerin ön plana çıkacağı beklenebilir.
***
Olivier Roy, yazısında, Tunus’un ötesinde genellemelere gidiyor: “Arapların Orta-Doğusu’nda diktatörlüğe karşı mücadelenin öncülüğünü yapan kuşak, İslamcı bir nitelik taşımıyor. İslamcılar ortadan kalktılar mı? Hayır. Küresel cihat yolunu izleyen marjinal gruplar var; ama bunlar halk nezdinde gerçek bir destekten yoksundurlar. Son yılların İslamcı terörizmi, ülkelerinden çok, Batı’da yerleşmiş insanlardan kaynaklanıyor. En azından Kuzey Afrika’da eski İslamcıların çoğu demokrat oldu. Türkiye’de AKP’nin ulaştığı sonuçlara onlar da katıldılar: Demokrasi ile diktatörlük arasında üçüncü bir yol yoktur.”
Fransız sosyal bilim geleneğinde aşırı genelleme, zaman zaman “desteksiz atış” eğilimleri vardır. Olivier Roy da, Kuzey Afrika’daki halk ayaklanmalarının İslamcı olmayan, “düzen karşıtı” niteliğini saptarken “tam isabet” kaydetmiş olabilir. Ne var ki, düzen kavramını siyasi rejime, demokrasi / diktatörlük ikilisine indirgediği için; üretimi biçimini, azgelişmiş-bağımlı kapitalizmi dışladığı; halk sınıflarının bu anlamdaki bozuk düzenden çektiklerini kavrayamadığı için yanılıyor.
Dahası, Türkiye’yi, AKP’yi yakından izlemediği için de yanılıyor. Sekiz yıl önce Enis Tayman’la yaptığı bir röportajda AKP üzerindeki hayırhah yorumlarını, bugün de aynen koruyor. Ve örneğin, bu partinin maksimum programı, taktik ve güncel uygulamaları ile Müslüman Kardeşler-Hamas çizgisindeki siyasi İslam arasındaki (ve ülkelere özgü koşulların, kısıtların farklılaştırdığı) paralellikleri inceleme gereksinimi Roy’un gündemi içinde yer almıyor.