8 Ekim 2011 Cumartesi

Polis Müdürü: Ben de Devletim, Yürü

bendevletimAbdullah Öcalan'ın avukatlarıyla görüşememesini protesto etmek amacıyla Bursa'nın Gemlik İlçesinde yarın yapılacak yürüyüşe katılmak için Diyarbakır'dan yola çıkan konvoy, polisin sert müdahalesi ile karşılaştı.

Gültan Kışanak'ın üzerine panzer sürülürken, Bitlis Milletvekili İdris Baluken'in de gözlüğü kırıldı.

Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla görüşememesini protesto etmek amacıyla Bursa'nın Gemlik ilçesinde yarın yapılacak yürüyüşe katılmak için Diyarbakır'dan yola çıkan konvoy polis tarafından durduruldu.

Polisin konvoydakilere sert müdahale ettiği görülürken, BDP Milletvekili Gülten Kışanak'ın üzerine TOMO aracı sürüldü. Kışanak, göstericilerin yardımı ile ezilmekten kurtulurken, bir polis, BDP Milletvekili İdris Baluken'in gözlüğünü kırdı.
Baluken ile tartışmaya giren polis müdürünün milletvekiline "ben devletim" diye bağırması dikkat çekti.

Polis yolları tuttu

TUHAD-FED öncülüğünde "Öcalan'a özgürlük" adı ile Gemlik'e gerçekleştirilmek istenilen yürüyüş için Diyarbakır'da sabahın erken saatlerinde konvoyla yola çıkılmasının ardından, bütün ilçelerde polis araçları, konvoyu durdurarak geçişlere izin vermedi. Çok sayıda zırhlı araçla Urfa yolu üzerinde bekleyen polis yetkilileri, İçişleri Bakanlığı tarafından yürüyüşün yasaklandığını belirterek, yürüyüşe izin vermeyeceklerini belirtti. Engellemeye tepki gösteren kitle, araçlardan inerek, sloganlarla kararı protesto ettiler. Kontrol noktasına gelen BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak ile BDP Diyarbakır Milletvekilli Emine Ayna, polis yetkilileriyle görüştü. Görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine kitle Urfa yolu üzerinde oturma eylemine geçerek yolu trafiğe kapattı. Yolun trafiğe kapatılması ile çevik kuvvet polisleri cop ve kalkanlarla oturma eylemi yapan kitlenin üzerine giderek müdahale etti. Müdahaleye taşlarla karşılık veren kitle ile polis arasında çatışma çıktı.

"Bunun adı OHAL"

Gerginliğin büyümesi ardından yol üzerinde açıklama yapan Gültan Kışanak, İçişleri Bakanlığı ve hükümetin talimatıyla tüm valilerin kentlerde ve ilçelerde giriş ve çıkışları yasaklayan bir karar aldıklarını ifade etti. "Bunun adı OHAL ve sıkıyönetim ilan etmektir" diyen Kışanak, "Yurttaşların seyahat etme, tepkisini dile getirme, görüşlerini açıklama ve demokratik mücadeleye katkı sağlamak amacıyla her türlü eylem ve etkinliğin faşizan bir tutumla terörize eden bir hükümet ile karşı karşıyayız" şeklinde konuştu.

"Bunun adı faşizmdir"

Polislerin sakin olmasını istediği Kışanak, "Nasıl sakin olayım. Bir partinin Genel Başkanı saldırıya uğruyor yolun ortasında" diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
"Seninle müdürüne haber gönderdim topu topu 10 dakika açıklama yapacağız. Bu kadar hakkımız yok mu, bu ülkede benim konuşma hakkım yoksa, şu yolun hiç bir anlamı yok. Kanun böyle demiyor, kanun diyor ki insanlar konuşsun, insanlar demokratik tepkisini göstersin. İnsanlar Gemlik'e yürümek istiyorsa Gemlik'e yürüsün. Bunu engelliyorsanız bunun adı 12 Eylül faşizmidir. Biz faşizme direnerek geldik bugüne, bundan sonra da faşizme karşı direneceğiz. Adı Kenan Evren faşizmi olsa da, adı AKP de olsa biz direneceğiz."

"Polis provoke etti"

Gültan Kışanak'ın üzerine polis, TOMA aracı sürdü. Ezilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Kışanak, son anda kitle tarafından kurtarıldı. Emniyet yetkilileri ile görüşen Kışanak, üzerine sürülen TOMA'nın içerisinde bulunan polisin yaka kartını istedi. Polisin yaka kartını vermek istememesi üzerine Kışanak, yol üzerinde açıklama yaptı. Kışanak, "Bir sağduyu içerisinde açıklama yapacaktık. Ama polis tahrik etti. Bilinçli ve kasıtlı olarak bunu yaptı. Polis bunu provoke etmek için elinden geleni yaptı. Ve kitleye müdahale etti. Bu çatışmanın çıkmasını bizzat kendileri istedi ve yönettiler. Bilinçli ve kasıtlı olarak yapıldı. Hiçbir gerekçesi yok iken ne bir çatışma ne de bir gerginlik vardı. Kitlenin üzerine su sıka sıka gelen TOMA bizzat benim üzerime yürüdü. Bir arkadaşım beni son anda ezilmekten kurtardı. Açık ve net bir şekilde beni öldürmeye çalıştı. Kasıtlı bir uygulama var" ifadelerini kullandı.

"Milletvekiliysen milletvekilisin, ben de devletim, yürü..."
Eylem sırasında bir polis müdürü ve Bingöl Milletvekili İdris Baluken arasında geçen diyalog ise "Türkiye polis devletine dönüyor" iddialarını doğrular nitelikte. Diyalogda polisin, Baluken'e "Milletvekiliysen milletvekilisin ben de devletim" diye bağırdığı görülüyor.

Milletvekili Baluken, yanından geçen polise kırık gözlüğünü uzatarak "Bunu siz kırdınız" diye tepki gösterdiği sırada, oraya gelen bir polis amiri milletvekili Baluken'in konuştuğu sivil polis memuruna "Gel buraya, gel. Kardeşim gelsene sen buraya, ne muhatap oluyorsun ya, senin muhatabın değil onlar" deyince, İdris Baluken de "Sen kendini ne sanıyorsun, sen kimsin" diyerek polis amirine tepki gösterdi. Karşılıklı 'Sen kimsin' tartışması sırasında milletvekili Baluken'in "Ben Milletvekiliyim, halkın vekiliyim" sözlerine polisin amirinin "Milletvekiliysen milletvekilisin, ben de devletim, elini çek, yürü" diye bağırarak cevap verdiği görüldü.
Gazetecilere bir açıklama yapan Baluken "Türkiye'deki ileri demokrasinin geldiği aşamayı görüyorsunuz arkadaşlar. Milyonları temsil eden halkın vekiline karşı tam bir polis terörü estiriliyor. Halkın iradesi hiçe sayılırken, sokakta da polislere "vekillere saldırın" talimatı verilmiş durumda" ifadelerini kullandı. Kırılan gözlüğünü de gösteren Baluken "en demokratik tepkilere karşı verilen tepkinin resmidir bu" dedi.

Olaylar polisin çembere aldığı grubun, Gemlik'e gitmek üzere geldikleri otobüsleri binip Diyarbakır'a dönmesiyle son buldu.

SOLHABER

Türkiye’de 3 Milyon KCK’li Var

 
14 Nisan 2009 tarihinden bu yana “KCK” adıyla gözaltına alınanların sayısı 7 bin 748 kişi. Bunların 3 bin 895’i tutuklanmış bir durumda.

Tutuklananlar içinde milletvekilinden tutun da il genel meclis üyesi, Belediye başkanlarından, BDP yöneticilerine kadar geniş bir yelpaze bulunuyor. Yargının Kemalistlerden Gülen cemaatine geçmesinden sonra filmleri aratmayacak senaryolarla Kürt siyasi hareketi üzerinde adeta terör estiriliyor; yargı terörü. Söz konusu Kürtler olunca yargı siyasallaşmaya başlıyor. Bütün bu tutuklamalar siyasal yargının birer eseri.

Kürtler bu oyunun farkında olduklarından önce Kürtçe savunma vermeye çalıştılar son tutuklananlar da susma hakkını kullandılar. Çünkü biliyorlardı ki bu bir oyundan ibaret. Yani saçmalıklar toplamı bir iddianameye karşılık ne kadar kendini savunursan savun karar çok önceden verilmiştir bile. Bu yüzden savunma yapmanın ya da davaya iştirak edecek avukatlara gerek yoktur kanımca. Bunun bir diğer adı da yargısız infazdır. Bu ülkede aslında yaratılmak istenen tablo siyasallaşan Kürt Hareketinin önünü kesmektir.

Yani Kürtlere bu ülkede BDP dâhil örgütlenme ve siyasal hakkını ortadan kaldırmak istemektedir. Zaten yıllarca Kürtlerin birçok partisi kapatıldı. Yine yüzde 10’luk seçim barajının korunması Kürtlerin iradelerini ortadan kaldırmak için konan bir engeldi. Hatip DİCLE’nin vekilliğini kendi hukuk sistemlerini çiğneyerek gasp ettiler. BDP özelinde Kürt kurumlarına yılda kaç defa baskınlar yapıp gözdağları verildi. Şimdi de bütün Kürt kurumlarını “KCK” kılıfıyla basıyor herkesi içeri tıkıyorlar. Bu sayede Kürtleri nefessiz bırakmak istiyorlar.

Hükümet bütün siyasi Kürtleri “KCK” üyeliğiyle içeri atıyorsa o zaman bütün Kürtleri hedeflemelidir. Çünkü BDP’ye oy vermiş herkes bu kritere uymaktadır. BDP’ye oy veren Kürt ve demokratların sayısı 3 milyona yakınsa bu ülkede 3 milyon KCK üyesi var demektir. Hükümetin işini kolaylaştırması bakımından söylüyorum, Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan için 3,5 milyon insan “Öcalan irademdir” beyanında bulundu. Bu beyanda bulunan 3,5 milyon insan KCK üyesidir.

Olaya bir de Türk Devleti ve siyasileri açısından bakmak gerekmektedir. Başta MIT-PKK görüşmelerinin baş aktörü Hikmet FİDAN KCK yürütme konseyi üyesi Sayın Mustafa KARASU’yla sonra PKK’nin ikinci adamı olarak lanse ettikleri Sayın Sabri OK’la ve Kongra-Gel Başkanı Sayın Zübeyir AYDAR’la defalarca kez görüşerek suç işlemiştir. Hatta görüşmekle kalmamış Öcalan için “Önderlik” nitelemesini kullanmıştır. Hikmet FİDAN’ın da KCK’dan yargılanması gerekmektedir.

TSK defalarca kez Kurmay Albay’ını Avrupa’ya göndererek PKK’nin etkin isimlerinden Şahin CİLO’yla görüşmeler gerçekleştirmiştir. TSK’nin de KCK davasıyla sorgulanması gerekmektedir. Selahattin DEMİRTAŞ, demeç vererek KCK başkanı olduğunu beyan etti. Yine aynı bağlamda BDP milletvekilleri de; “KCK buysa bizler de üyeleriyiz” dediler. O zaman KCK TBMM’nin merkezini işgal etmiş bulunmaktadır. Yine bu bağlamda AKP hükümeti Erdoğan dâhil olmak üzere defalarca kez KCK üyeleriyle görüşmeler yapmışlardır. Hatta Cumhurbaşkanı GÜL geçen haftalarda KCK başıyla Çankaya’da oturup görüşmeler yapmıştır. GÜL’ün de bu bağlamda KCK’den yargılanması gerekmektedir.

Olayı açtığımızda bu kadar açık şeyler varken hükümetin uyduruk iddianamelerle siyasal yargıyla Kürtleri içeri atmasının mantığını iyice görmekteyiz. Ortada suç unsurundan ziyade Kürtlerin iradeleri varken kimse Kürtleri suçlulukla yargılamasın. Yargı taraflı davranarak bütün Kürtleri sebepsiz bir şekilde içeri atmaktadır. Kürtlerin iradelerini kırmaya yönelik bu eylemlerle Kürt hareketini ortadan kaldırmayı düşünüyorlar.

Yalnız şu gerçek var ki Kürt hareketi Türkiye’deki diğer siyasi hareketlere benzemez. Çünkü son 30 yılda Kürtlerin yaşlısından gencine, kadınından çocuğuna kadar herkes politize olmuş durumda. Her bir Kürt bireyi siyasi boşluğu dolduracak kapasitedir. Cezaevinden kimse korkmuyordur eminim. Zaten yıllarca sebepsiz yere cezaevinde yatanlar oldu. Bunların hiçbiri onursuzluk yapıp itirafçılığa yeltenmediler. Kürtlerin mücadele azmini ayakta tutan, çelik gibi iradelerinin olmasıdır. Geçmişte 12 Eylül koşullarının zindanlarında gösterdikleri direnişlerle bunu bütün dünyaya göstermiştir.

mekselinaleheng@gmail.com

İran'dan Erdoğan'a Uyarı

İran dini lideri Ali Hamney’in askeri danışmanı Tümgeneral Rahim Safevi, Türkiye’nin yanlış bir yolda hareket ettiğini belirterek, “Eğer Recep Tayyip Erdoğan hükümeti bu yolda ilerlerse, sadece Türk halkına değil komşu ülkelere de vereceği hesabı olacak” diye uyardı.

Mehr haber ajansına mülakat veren İran İslam İnkılabı Rehberi Yüksek Danışmanı Tümgeneral Rahim Safevi, Türkiye’nin izlediği yolun Amerika tarafından tayin edilmiş bir yol olduğunu belirtti.

Türkiye’nin bugüne kadar bazı stratejik hatalar yaptığını söyleyen Safevi, bu hatalardan birinin Başbakan Erdoğan’ın Mısır ziyaretinde Erdoğan’dan beklenmeyecek şekilde, Müslüman Mısır Halkı’na yaptığı laik model önerisi olduğunu savundu.

İkinci stratejik hatanın Amerikan radarının Türkiye topraklarında kurulmasına izin verilmesi olduğunu dile getiren Safevi, böylelikle hem Rusya’ya hem de İran’a açık mesajlar verildiğini fakat mesajın Rusya’dan ziyade İran için açık bir mesaj olduğunu kaydetti.
Türkiye’nin üçüncü stratejik hatasının, “Amerikalıların, Siyonistlerin ve Suudilerin baskıları bağlamında, Suriye Hükümeti aleyhine birlikte hareket etmeye çalışmak” olduğunu ifade eden Safevi, bu meseleden dolayı, Türkiye’nin “iki yüzlü bir görüntü” sergilediğini belirtti.

Reuters’in Mehr haber ajansına dayandırdığı haberinde ise Safevi “Eğer Recep Tayyip Erdoğan hükümeti bu yolda ilerlerse, sadece Türk halkına değil komşu ülkelere de vereceği hesabı olacak” diye uyardı. Mehr ajansının Türkçe servisinde bu ifadelere yer verilmediği görüldü.

ANF NEWS AGENCY

Qamişlo'daki Gösteride 5 Kişi Öldürüldü

Batı Kürdistan’ın Qamişlo kentinde, 50 bin kişinin katıldığı Meşaal Temo’nun cenaze töreninde Suriye devlet güçlerinin açtığı ateş sonucu 5 kişi hayatını kaybetti.

Cuma günü Qamişlo’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybeden Kürt muhalif Meşaal Temo için düzenlenen cenaze törenine 50 bin kadar kişi katıldı.

ANF’nin edindiği bilgilere göre Suriye güçlerinin ateş açması sonucu 5 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi de yaralandı. Hayatını kaybedenlerden birinin 58 yaşındaki Cemal Huseyîn olduğu öğrenildi. Yaralılardan ismi öğrenilenler ise şöyle: Ismaîl Hacî, Fehed Cuma, Muhemed Fewaz, Ehmed Xelîfa ve Muhemed Ebdî.

Meşal Tammo'nun öldürülmesinin ardından genel grev ilan edilen Kamışlı da tüm dükkanların kapatıldığı bilgisi verildi. Kürt Gelecek Partisi Sözcüsü ve yeni kurulan Suriye Milli Konseyi'nin yönetim kurulu üyesi Meşal Tammo'nun, Kamışlı ve çevresindeki gösterilerin organize edilmesinde de önemli rol oynadığı biliniyordu.

Meşal Temmo'nun öldürülmesi bölgedeki birçok şehir ve kasabalarda protesto edildi. Yine Türkiye sınırındaki Amuda kasabasında da Beşşar Esed'in babası Hafız Esed'in heykelini devirmeye çalışan göstericilere ateş açılması sonucu bir kişinin öldüğü açıklandı.

Başkent Şam yakınlarındaki Duma'da da dün öldürülen üç kişi için düzenlenen cenaze törenine katılanlara ateş açıldığı kaydedildi. Olayda en az 1 kişi öldü. Suriyeli insan hakları savunucuları, bugünkü gösterilerde öldürülenlerinin sayısının 9'a yükseldiğini belirtti.

El Salvador'da Devlet-Gerilla Anlaşması Nasıl Sağlandı?

M. ALİ ÇELEBİ
 
 
Latin Amerika ülkesi El Salvador'da silahlı mücadele 1970'ten sonra alevlendi. 1980'lerde zirve yaptı. Kirli savaş yürütüyordu devlet, sokaklarda muhalifler öldürülüyordu. Faili meçhuller oluyordu. Kirli savaşı ABD Başkanı Reagan finanse ediyordu. ABD destekli diktatörlere karşı mücadele eden gerilla hareketleri Farabundo Marti Ulusal Özgürlük Cephesi (FMLN) çatısında birleşti. Marxist gerilla hareketi FMLN'nin savaş dönemi komutanlarından biri olan Roberto Canas İstanbul'da sorularımızı yanıtladı. 

Latin Amerika ülkesi El Salvador'da silahlı mücadele 1970'ten sonra alevlendi. 1980'lerde zirve yaptı. Kirli savaş yürütüyordu devlet, sokaklarda muhalifler öldürülüyordu. Faili meçhuller oluyordu. Kirli savaşı ABD Başkanı Reagan finanse ediyordu. ABD destekli diktatörlere karşı mücadele eden gerilla hareketleri Farabundo Marti Ulusal Özgürlük Cephesi (FMLN) çatısında birleşti. FMLN halkla bütünleşerek devleti müzakere masasına zorladı. Müzakereler ve 1992 anlaşması sonrası FMLN legalleşti. Anlaşmayla kirli savaşın aktörlerinden ulusal polis lağvedildi, Milli Muhafızlar, karşı-ayaklanma timlerin bir kısmı tasfiye edildi. Orduya özel mahkeme, Milli Güvenlik Doktrini lağvedildi. Ordunun siyasi istihbarat faaliyeti yasaklandı, asker sayısı azaltıldı. Ordunun yönetimindeki işkenceciler atıldı. Gerilla ile devlet arasındaki savaş döneminde gazetecilik yapan, çatışma döneminde kardeşi öldürülen Mauricio Funes, FMLN adayı olarak başkanlık seçimlerini sağcı parti Arena'ya karşı yüzde 51.3'le kazandı. Funes 1 Haziran 2009'dan bu yana devlet başkanı olarak ülkeyi yönetiyor. Marxist gerilla hareketi FMLN'nin savaş dönemi komutanlarından biri Roberto Canas Lopez idi. Hükümetle yapılan müzakerelerde yer alan ve barış anlaşmasını imzalayan Roberto Canas, hangi şartlarda imza attı?, Hükümetin en büyük yanlışı neydi?, Müzakere masasının arkasında kendilerini güçlü kılan asıl şey ve ilk şartları neydi? PKK ile devlet arasında nasıl bir rota öngörüyor? Anlaşma sonrası risklere karşı nasıl yöntem oluşturulabilir? Roberto Canas, İstanbul'da sorularımızı yanıtladı.

* Öncelikle FMLN çatısındaki beş ayrı frenksiyonu açar mısınız?

Sadece FMLN ile silahlı mücadele başlamadı. İçinde 5 ayrı hareketin ayrı lojistiği vardı. Ayrı mücadele biçimi vardı. Ayrı silahlı örgütlenmesi vardı. El Salvador'da ilk silahlı gerilla örgütü 1970 yılında kuruldu ve silahlı mücadele 1970 yılında başladı. Sonra ikincisi 1972'de, üçüncüsü 1975'te ve sonra 1977'de kuruldu. Bu beşliye son olarak Salvador Komünist Partisi katıldı. Komünist Partisi esas olarak Moskova çizgisi olduğundan uzun süre silahlı mücadeleye karşıydı. En son da onlar da kabul etti. Gerçi geç katıladılar ama daha sonra en çok gerilla da onlardan oldu.

* FMLN'nin uluslararası bağlantıları nasıldı? Örneğin Küba'daki hareketle, Nikaragua'daki Sandinist gerillalarıyla, ya da başka yerlerdeki bağlantılar...

Süreç 1980'e geldiği zaman dünyanın hemen bütün devrimci hareketleriyle ilişkilerimiz vardı. Uruguay'daki Tupamaros hareketi, Arjantin'deki Monteneros hareketi, Brezilya'dan Carlos Marighella, ondan sonra Küba'daki devrimciler... Hepsiyle ilişkilerimiz vardı. Onlardan bir sürü şey öğrendik. Tupamaros hareketinden yeraltına silahların nasıl saklanacağını öğrendik. Tabii sadece Güney Amerika'da da değil, mesela Afrika'daki kurtuluş hareketiyle de Vietnam'la da ilişki vardı. Özellikle Vietnam'daki kurtuluş hareketi çok şey öğretti. Georgi Dimitrov, Antonio Gramsci, Lenin, Marx etkileri vardı. Mesela 68 Fransa'sından birçok militan yanımıza geldi, mücadele etti. Biz ne Mao çizgilerin peşinden devam ettik, ne de Moskova çizgisinin peşinden... Daha bağımsızlıkçı tarafımız vardı. Bizim esas gücümüz El Salvador halkına dayanıyor tabii ki.

* FMLN neyi hedeflemişti, programında ana hatlarıyla ne vardı?

El Salvador'da çok spesifik bir durum vardı. Çok küçük bir burjuvazi çok büyük bir şeye hakimdi. İnanılmaz derecede eşitsizlik durumu vardı. Bu yüzden El Salvador halkıyla olan bağlantımız burdaki bütün ilişkilerin içersindeki en önemlisi olandı. FMLN hareketi sosyalizmi savunuyordu. FMLN öncesi bütün hareketler silahlı mücadeleyi, Marxsizmi, sosyalizmi savunuyorlardı. Ancak onlar bugün devrim, yarın sosyalizm diyordu. Çünkü sosyalizmin hemen gerçekleşemeyeceğine inanıyorlardı. Yine FMLN'de mücadelenin parası ne Moskova'dan ne Küba'dan ne de başka yerden geliyordu. Biz bütün mücadelenin parasını kendimiz, yani El Salvador'dan, mücadele arkadaşlarımızdan alıyorduk.

* Bankalar?

Tabii ki banka soyuyorduk. Burjuvaları kaçırıyorduk. Ondan sonra silah alıyorduk askerin elinden. Kendi elde ettiğimiz şeylerle mücadele ettik. Bu çok önemli: Dağda bir gerilla hareketinin örgütlenmesi demek aynı zamanda stratejik anlamda bir politik çizginin belirlenmesi demek. Politik çizginin dışında bir mücadelenin birliğinin belirlenmesi lazım. Yani şehirde olan işçiler, köylüler, öğrenciler, öğretmenler, aslında hepsi bu gerilla hareketini oluşturan ve destekleyen hareketi oluşturuyorlardı. Çünkü bir gerilla hareketi dağda hiçbir zaman kendi başına yaşayamaz.

Hükümetin anlamadığı ve arabulucular

* Mücadele yılları içerisinde ne kadar sivil kaybı ve gerilla kaybı oldu?

Çok fazla, çok fazla. Son 10 yıllık savaşta 75 bin kişi ölmüştü. 8 bin de kayıp vardı. Öncekiler hariç. Savaşın bitmesi sonrası annelerin araştırmasıyla sandığımızdan da fazla çıktı. Bir kitap bile kaybetme için yeterliydi. 1970'lerde evinde bir tane Marxsist kitap yakalanan biri kaçırılıyordu. Bir daha da ortaya çıkmıyordu. Hükümet aslında büyük bir yanlış yaptı. Yanlış şuydu: Birçok kişiyi öldürüyordu. Öldürmekle hareketi bitirmeye çalıştığını düşünüyordu. Mesela Romero'yu öldürerek hareketi bitirmeye çalışıyordu. (Rahip Oscar Romero ölüm mangalarının katliamlarına karşı çıktığı, kilisenin zulme kayıtsız kalmaması gerektiğini söylediği için 1980'de öldürüdü) Halbuki ne kadar çok kişiyi öldürse, ne kadar çok öğrenci, işçi, köylü öldürürse daha fazla insan harekete katılıyordu. Onlar öldürdükçe direniş daha da güçleniyordu. Hükümet bunu anlayamıyordu.

* Peki bu mücadeleden sonra gerilla nasıl müzakereye hazırlandı?

Bir ittifak oluşturmuştuk. Bu ittifak içersinde FMLN vardı, gerilla örgütü, silahlı mücadeleyi savunan... Aynı zamanda sosyal demokratlar vardı. Hatta Hristiyan demokratlar vardı. Bunların hepsi de oluşturdukları programla bir intifak halinde hareket etme yeteneğine sahiptiler. Görüşmeye başlamak çok zor olmadı. Ortada 1984 yılında başlayan bir diyalog vardı. FMLN olarak devamlı barışı olarak talep ediyorduk. Sadece 84'de, 87'de değildi görüşmeler. 1981'den itibaren özellikle Fransa ve İspanya, El Salvador'da mutlaka barış olmasını talep ediyorlardı. Sosyal demokrat ülkelerle bağlarımız vardı. Fransa'da, İspanya'da, Almanya'da bağlarımız vardı. Fransa'da François Mitterand, İspanya'da Felipe Gonzales örneğin. Onlar FMLN'i terörist olarak değil bir kurtuluş hareketi olarak görüyorlardı. Hükümetin mutlaka barışa oturmasını talep ediyorlardı. Bunu onlara anlatmıştık. Dolayısıyla tartışma süreci vardı. Mesela Alman sosyal demokrat hareketinin bizimle ilişkileri o kadar güçlüydü ki Alman Elçiliği FMLN için arabulucuydu.

İsviçre'nin de aracı olduğu bir sürü ön görüşmeler vardı. Bu ön görüşmeleri diyalog diye adlandırıyoruz. Bir diyalog başlıyor önce. Birçok ülkenin elçileriyle FMLN arasında diyalog yürütülüyordu, ayrı ayrı yerlerde.

* Açık müzakerelerin başlaması...

Açık müzakere ilk defa resmi olarak 1989 yılında başladı. Ondan önce Katolok Kilisesi aracıydı. 84-89 kadar bu şekilde devam etti. Açık müzakereden önce BM devreye girdi. BM'nin devreye girmesiyle müzakere sürecine dönüştü. Burda en önemli şeylerden biri burjuvazinin esas kazancını durdurmak. Burjuvazinin kârını durdurmak. Çünkü askerin ölmesi, gerillanın ölmesi burjuvazi için önemli değil. Burjuvazi nasıl barış istiyordu? En önemli şeylerden bir tenesi elektireğe sabotaj düzenlenmesiydi. Elektiriğe sabotaj düzenlediğin zaman onlar huzursuz olacak. Sabotajlar düzenliyorduk, elektirği, ulaşımı, nakliyatı kesiyorduk. Hiçbir şey üretemiyordu. Yoksa burjuvazi kimsenin ölmesiyle barışı istemez. O satışlarını gerçekleştiremediği zaman zaman barış ister.

FMLN'in masadaki ilk iki şartı

* Müzakereler sonrası sizin de imzacı olduğunuz anlaşmanın omurgası neydi?


Öncelikle biz biz ajanda örgütledik. Bu ajandanın gerçekleştirilmesi için mücadele ettik. Yoksa hükümet için her şeyi çok basitti. Hükümetin sürekli talep ettiği şuydu: 'Silahları verin bitsin.' İlk başta oturduk masaya ve dedik ki 'o ordu ortadan kalksın.' 1. Dünya, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'nın ordusu kalktı. Japonya'nın ordusu kalktı. Kosta Rika'nın ordusu yok. Biz de ilk oturduğumuzda masaya ordunun kalkmasını talep ettik. İkinci olarak polisin ortadan kalkmasını talep ettik. Çünkü polis baskının en önemli araçlarından biriydi. Ve aynı zamanda da onlar öğrencinin, işçinin, köylüyü öldürenlerdi.

* Gerillanın anlaşma çerçevesinde siyasi mücadeleye katılması sorunu nasıl halledildi?


Sorun ordunun kendi işlevinin yeniden bellirlenmesiydi. Ordunun işlevi sınırları korumaktır. Ordu hiçbir zaman kendi halkına karşı savaşamaz. Bunun yeniden belirlenmesi ve dolayısıyla ordunun sınırları koruyan bir organ haline dönüşmesiydi mesele.

Aynı zamanda bir tane komisyon oluştu. Bu komisyon insan hakları ihlallerini ortadan kaldırılması içindi. Komisyonla ihlallerin durdurulması sağlandı. FMLN her zaman diyordu ki eğer asker ve polis ortadan kalkmaz ve değişmezse hiçbir zaman demokrasinin gelebilme şansı yok.

İlk komisyon polisin ve askerin işlediği suçları araştıran bir komisyondu. Gerçekleri Araştırma Komisyonu daha sonra kuruldu.

Bir başka çok önemli şey özgür seçimlerin gerçekleştirilmesiydi. Bütün partilerin, bütün sol partilerin yer alabildiği ve özgürce seçilebildiği bir seçim... Barış anlaşması aynı zamanda ülkenin değişmesi, polisin tasfiye edilmesi, polisin değişmesi, askerin değişmesini içeren bir anlaşmaydı. Yoksa barış anlaşması "hadi gerilla silahlarını versin" değildi.

Cezaevlerindekiler için özellikle devlet başkanının kızını kaçırdık. Devlet başkanının kızını kaçırdıktan sonra birçok yoldaşımızın serbest bırakılmasını sağladık. Mesela gerilla kumandanı Nidia Diaz da (FMLN içindeki Orta Amerika Devrimci İşçi Partisi komutanlarından Nidia Diaz'ın asıl adı Marta Valadares idi) onun serbest bırakılmasıyla serbest kaldı. Bu anlamda özel bir af durumu gelişti.

* Hükümetin anlaşmadan kaynaklanan yükümlülükleri yerine getirmesi için uluslararası veya Salvador içerisinden bir denetim merkanizması oluşturuldu mu?

Esas önemli olan bütün bu anlaşmalarda uluslararası garantörlüğü elde etmek, onu sürdürmek. Anlaşmanın içersinde garantör olan BM vardı. Yine Venezuella, Meksika anlaşmanın garatörlerinden ikisiydi. Önemli şeylerden biri gösteri hakkının yerine gelmesi, eğitim hakkının izlenmesi, insan hakları ihlallerinin tekrar yaşanmaması için bir Ombudsman tayin edildi. Ombudsman da hükümetin bunu gerçekleştirip gerçekleştirmediğini her zaman izliyordu.

* Komisyondan açılmışken, 1946'da ABD'de kurulan kontrgerilla okulu SOA'ya eğitime Türkiye'den de gönderilenler, katliamlarla anılanlar var. El Salvador'da öne çıkan isimler anlaşma sonrası cezalandırıldı mı? Örneğin Aralık 1981'deki El Mozote vahşeti içinde yer alan SOA çıkışlı Natividad de Jesus Caceras Cabera'nın akıbeti, Roberto D'Aubuission, Orlando Zepeda, 16 sivilin öldürüldüğü Las Hojas katliamı sorumlularından Albay Napolen Alvarado, Albay Jose Emilio Caceres, Yüzbaşı Yussh Rene Mendoza Vallecilos.... Hakkettikleri cezayı aldılar mı?

Tayvan'da da bir okul vardı. D'Aubuission Tayvan'da eğitim almıştı. CIA'in bir okuluydu. Hakikatler Komisyonu çok şeyi araştırdı. Kimlerin sorumlu-hükümlü olduğunu ortaya çıkarttı. Ancak bunların hepsi serbest. Çünkü El Salvador yasalarında bir zaman aşımı durumu içeriyor. Hiç biri ceza almadı. Sadece Hakikatleri Araştırma Komisyonu'n yaptığı şu: Bu suçlu, şu suçlu diyor. Her yerde öyle... Anlaşmalardan sonra bazı gerillalara saldırılar oldu. Bazı gerillaların öldürülmesi söz konusu oldu. Ancak diğeriyle karşılaştırılabilir değildi.

* Bir konuşmanızda 'elbette zafer değildi, ancak' diyordunuz...


Biz anlaşmayla çok önemli şeyler kazandık. Bu anlaşmayla her şey kazandığımız anlamına gelmiyor. Pişman oldum mu? Hiçbir zaman pişman olmadım. Çünkü hiçbir zaman bizim için bir şey bitmedi ki. Bizim ütopyamız yine sosyalizim ve dönüşülmesi. Şimdi bir etabı bitirdik, başka bir etabın içersinde başladık. Daha önce insanlar geceleri bir şey yokken silahlı kişiler tarafından alıp kaçırılıyordu. Bu ortadan kalktı. Başka bir dönem başladı. Mücadele devam ediyor.

Kürt sorunu ve diplomasi

* Türkiye'de Kürt sorunu tartışılırken Latin Amerika'daki örgütlerin devletlerle anlaşma süreçleri, Güney Afrika'daki, Bask'taki, Kuzey İrlanda'daki mücadele deneyimleri gündeme geliyor. Sizin bakışınız nasıl?

Kürt halkının mücadelesine büyük sempati duyuyorum. Kürt halkının mücadelesine sarılıyorum. Onun er ya da geç mutlaka kazanacağına inanıyorum. Ben hiçbir zaman 'Kürdistan, Kürt hareketi şöyle yapsın böyle yapsın' demem. Bunu esas olarak üstlenen Kürt hareketidir. Ben şunu yapmalı bunu yapmalı diye bir reçete veremem. Bizim için esas olan onun mücadelesinin nasıl desteklenebileceğidir. Karar verecek olan odur. Önemli olan burada olan herşeyi her şeyi başka taraflara anlatmaktır. Fransa'ya, İspanya'ya, Almanya'ya her yere. Kürtlerin bir dil hakkının olduğunu, bir kimlik hakkının olduğunu anlatmak. Aslında Kürt mücadelesinin terörist olmadığını, bu hakkı almak isteyenler olduğunu anlatmak gerekiyor. Esas mesele bu. Bunun için uğraşmak lazım. Mutlaka, mutlaka diplomatik unsurları çok geliştirmek lazım. Diplomatik unsurlar her yerde, herkesle temasa geçmeli, Avrupa, Avusturalya, Afrika, Latin Amerika'da temasa geçmeli. Kürtler nasıl yaşıyorlar, nasıl bir mücadele var anlatmaları lazım. Bunu mutlaka gerçekleştirmeleri lazım. Size sormak istiyorum, bir tane İspanyolca kitap varmı Kürt hareketinin nasıl olduğu konusunda?

BM'de şimdi Filistin halkının mücadelesi Filistin devleti için konuşuluyor. Ve bu neden Kürdistan için konuşulmuyor? Neden böyle bir talep yok. Neden her yerdeki Kürtler de kendi topraklarını istiyor diye konuşulmuyor. Yani BM'de neden böyle bir şey yapılmıyor?

* Siz Diyarbakır'ı ziyaret ettiğiniz günlerde PKK ile devlet arasında yapılan gizli görüşmelerin kasetleri internete sızdı. Yıllardır gizli görüşmeler yapılıyordu. Deneyimlerinize dayanarak devlet, Öcalan, PKK arasında nasıl bir yol haritası çizilirse anlaşmaya varılabilir?


Öcalan için için mutlaka BM İnsan Halkarı Komisyonlarına gitmeli, onlarla konuşmalı. Cezaevinde bulunulan durumun ne kadar haksız olduğunu ortaya çıkartmalı. Bunu teşir etmeli. Müzakerelerde ise en önemli şey şu: Masaya oturduğunuz zaman yalnız siz yoksunuz. Masadakiler yok sadece. Masada asıl gücü belirleyen onun arkasındaki unsurlar. Esas onun arkasındaki cephe. O cephe sizi masada güçlü, daha çok konuşabilir kılıyor. Mesela 1989 yılında masaya oturduğumuzda real sosyalizm çöküyordu, her şey çöküyordu. Ama biz hala silahlı mücadelemizde vardık ve bizi esas tutan da mücadelenin arkasındakiydi, yani masanın arkasındakiydi. Sadece dağda silahlı gerilla yok, sosyal hareketler, işçiler, öğrenciler, köylüler hepsi var. Yine artık masaya oturduğun zaman başka bir dönem başlıyor. Masaya oturduğun zaman başka bir politika yürüteceksin. Ne intikam, ne üzüntü... Masaya oturduğun zaman kaybettiklerini bir tarafa koyuyorsun. Başka bir politika sürdürmen gerekiyor. Duygusallık yapmıyorsun yani.

* Hükümetleri gerilla ile barış anlaşmasına oturtan en kritik aşama ne?

Hükümetin geri çekilmesinin, barışa oturmasının temel nedeni FMLN'yi yenemeyeceğini anlamasıydı. ABD her gün bir milyon dolar harcıyordu. Amerikan etkisi müthişti. Buna rağmen yenemiyordu FMLN'yi. Dolayısıyla artık hükümet şunu düşündü: Bunu ortadan kaldırma şansım yok. O kadar salladık salladık ama kazanamayacağız. ABD de 'yenemeyeceğiz' diyordu. Mecburen barış için oturmak zorundaydı. Çünkü öyle bir yaşantı vardı ki, burda bir eğlence varken, orda bir bomba patlıyabiliyordu. Özellikle askeriyeyi huzursuz kılan bir durumdu. Biz bu silahlı mücadeleyle bir şeyleri değiştirdik. Gerilla barışı süreci içersinde diğer sosyal guruplar, köylüler, işçiler, öğrenciler her zaman bizi desteklediler. Onlar hem savaşta bize destek oldular. Hem de barışın olmasını talep ettiler. Barışı sürdürdüler. Mesela Arjantin'de gerillalara dağdaydı, ama sosyal hareketler yoktu. Çok gerideydi. O yüzden kaybetti Arjantin.

*

Portre

Roberto Canas Lopez 1950 yılında San Salvador kentinde doğdu. El Salvador Üniversitesi'nde Hukuk okudu. 1970'den beri mücadele veriyor. İsyancı olarak 84'e kadar şehirde kalabilmiş. Sonra dağ. FMLN komutanlığına yükseliyor. İllegalitede Raul, Hector gibi isimlerle mücadele etmiş. 21 yıldan sonra Ruben Rojas aldığı en son kod isim. FMLN adına devletle anlaşma imzalayan müzakere komitesind eyer alıyor. Anlaşmadan sonra San Salvador Üniversitesi'nde öğretim üyesi oluyor. FMLN'nin de yazımına katkıda bulunduğu yakın tarih dersleri veriyor.

Polis, Aracıyla Kışanak'ı Ezmek İstedi

Gemlik'e gerçekleştirilmek istenilen yürüyüş için Diyarbakır'dan yola çıkan ve polis müdahalesiyle karşı karşıya kalan binlerce kişinin Urfa yolu üzerindeki bekleyişi sürüyor. Polis, TOMA aracını BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak'ın üzerine sürerken, Kışanak ezilmekten son anda kitle tarafından kurtarıldı. Kitle, gözaltına alınan 3 kişi serbest bırakılıncaya kadar bekleyişlerini devam ettireceklerini söyledi.

TUHAD-FED öncülüğünde "Öcalan'a özgürlük" şiarı ile Gemlik'e gerçekleştirilmek istenilen yürüyüş için binlerce kişi Diyarbakır'da sabahın erken saatlerinde onlarca araçlık konvoyla yola çıktı. Çıkışların başlamasıyla birlikte bütün ilçelerde polis araçları durdurarak geçişlere izin vermezken, Diyarbakır çıkışında iki ayrı nokta kurularak araçlar burada engellendi. Çok sayıda zırhlı araçla Urfa yolu üzerinde bekleyen polisler, İçişleri Bakanlığı tarafından yürüyüşün yasaklandığını belirterek, yürüyüşe izin vermeyeceklerini belirtti. Kent merkezindeki noktalardan çıkmayı başaran bazı araçlar da Urfa yolu üzerinde kurulan iki kontrol noktasında durduruldu. Engellemeye tepki gösteren kitle araçlardan inerek, "Bijî Serok Apo", "Öcalan" ve "Baskılar bizi yıldıramaz" şeklinde slogan atarak kararı protesto etti. Kontrol noktasına gelen BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak ile BDP Diyarbakır Milletvekilli Emine Ayna, polis yetkilileriyle görüştü. Görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine kitle Urfa yolu üzerinde oturma eylemine geçerek yolu trafiğe kapattı. Yolun trafiğe kapatılması ile çevik kuvvet polisleri cop ve kalkanlarla oturma eylemi yapan kitlenin üzerine giderek müdahale etti. Müdahaleye taşlarla karşılık veren kitle ile polis arasında çatışma çıktı.

Gerginliğin büyümesi ardından yol üzerinde açıklama yapan Gültan Kışanak, İçişleri Bakanlığı ve hükümetin talimatıyla tüm valilerin kentlerde ve ilçelerde giriş ve çıkışları yasaklayan bir karar aldıklarını ifade etti. "Bunun adı OHAL ve sıkı yönetim ilan etmektir" diyen Kışanak, "Yurttaşların seyahat etme, tepkisini dile getirme, görüşlerini açıklama ve demokratik mücadeleye katkı sağlamak amacıyla her türlü eylem ve etkinliğin faşizan bir tutumla terörize eden bir hükümet ile karşı karşıyayız" şeklinde konuştu. Türkiye'nin en büyük sorunu olan Kürt sorununun çözümüne olumlu katkıda bulunmak için bir eylem kararı aldıklarını belirten Kışanak, "Türkiye'de aklı ve vicdanı olan herkesin söylediği bir gerçek vardır. Sayın Öcalan ile diyalog ve müzakere yolu açılarak akan kan durdurabilir. Bu gerçeğe dikkat çekmek için Gemlik'e yürüme kararı aldık. Ancak çatışmaya dönük bir tutumla karşı karşıya kaldık. Her gün milliyetçiliği körükleyen açıklamalar yapılıyor. Barış, çözüm istemek bu ülkede yasak" dedi. Kışanak, "90'lı yıllardaki faşizme ve AKP faşizmine karşı halkımızla birlikte sokak ve meydanlarda olacağız. Sayın Öcalan'a tecrit bir rehine uygulamasına dönüşmüştür. Hükümet ve devlet aklı bu rehine politikasından ne medet umuyor çıkıp açıklasın. Sayın Öcalan ile müzakere bir an önce başlasın. Ve çözüme giden yolun önünün açılmasını istiyoruz" şeklinde konuştu.

POLİS TOMA ARACIYLA KIŞANAK’I EZMEK İSTEDİ

Açıklamanın ardından kitle araçlarına binmek için yürümeye başladığı sırada ileride bekleyen TOMA aracı ile çevik kuvvetin müdahalesiyle karşılaştı. Kitleye tazyikli su ile müdahale edilirken, bazı polislerin de kitleye taş atarak, hakaretlerde bulunması dikkat çekti. Bunun üzerine başlayan olaylarda polisi taş yağmuruna tutan kitle araziye yayılırken, polis gaz bombası kullandı. Olayları yatıştırmaya çalışan BDP'li milletvekillerine yönelik polisin sert üslubu ve uygulaması dikkat çekti. Olayları yatıştırmaya çalışan BDP Bingöl Milletvekilli İdris Baluken, bir polis ile tartışırken, polis Baluken'in gözlüğünü kırdı. Olayları yatıştırmaya çalışan Gültan Kışanak'ın üzerine polis, TOMA aracı sürdü. Ezilme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Kışanak, son anda kitle tarafından kurtuldu.

BİLİNÇLİ VE KASITLI SALDIRI


Buna karşı kitlenin öfkesi artarken, yurttaşlar TOMA araçları ile polisi taş yağmuruna tuttu. Uzun süre devam eden olayların ardından Baluken, kırılan gözlüğünü göstererek, uygulamanın polis terörü olduğunu söyledi. Emniyet yetkilileri ile görüşen Kışanak da, üzerine sürülen TOMA'nın içerisinde bulunan polisin yaka kartını istedi. Polisin yaka kartını vermek istememesi üzerine Kışanak, yol üzerinde açıklama yaptı. Kışanak, "Bir sağduyu içerisinde açıklama yapacaktık. Ama polis tahrik etti. Bilinçli ve kasıtlı olarak bunu yaptı. Polis bunu provoke etmek için elinden geleni yaptı. Ve kitleye müdahale etti. Bu çatışmanın çıkmasını bizzat kendileri istedi ve yönettiler. Bilinçli ve kasıtlı olarak yapıldı. Hiçbir gerekçesi yok iken ne bir çatışma ne de bir gerginlik vardı. Kitlenin üzerine su sıka sıka gelen TOMA bizzat benim üzerime yürüdü. Bir arkadaşım beni son anda ezilmekten kurtardı. Açık ve net bir şekilde beni öldürmeye çalıştı. Kasıtlı bir uygulama var. Görevli memurlardan TOMA'nın içerisinde bulunan polisin yaka kartını istedim. Ancak vermiyorlar. Açıkça buradaki amirler bu emri verdi ki memurlarını koruyorlar. Güvenliği tesis etmekle sorumlu olanlar, bu nedenle maaş alanlar, böyle terörize ederse saldırı yaparsa milletvekilli üzerine TOMA'yı sürerse kimse güvenlikten söz edemez. Burada üzerime sürülen TOMA, TBMM'nin üzerine sürülmüştür. Bu halkın iradesini temsil eden vekillik kurumunun üzerine sürülmüştür. Başbakan ve içişleri Bakanı TOMA'yı üzerime sürüp öldürmek isteyenleri yargı karşısına çıkarsınlar" şeklinde konuştu.

3 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

Çıkan olaylarda 3 kişinin gözaltına alındığı belirlenirken, kitle gözaltına alınanlar serbest bırakılıncaya kadar olay yerinden ayrılmayacağını söyledi. Kitlenin bekleyişi sürerken, DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk da olay yerine geldi.

BDP: AKP Medyası Suçüstü Yakalandı


Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile bugün yayınlanan haberlere ilişkin açıklama yapan BDP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Idris Baluken, AKP medyasının suçüstü yakalandığını belirterek, “Söz konusu gazeteler adeta AKP’nin resmi yayın organlarıdır” dedi.

BDP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Eşbaşkan Yardımcısı Idris Baluken, Yeni Şafak, Zaman ve Bugün gazetelerinin manşetlerinde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile ilgili verilen haberlere ilişkin yazılı açıklama yaptı. Baluken, açıklamasında, bugünkü Yeni Şafak, Zaman ve Bugün gazetelerinin manşetlerinde, Star ve Haber Türk gazetelerinin ise iç sayfalarında yer alan, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Baydemir ile ilgili haberlerin yeni bir saldırının işareti olduğuna dikkat çekerek, “AKP Medyası suçüstü yakalandı. Sayın Baydemir’in partimizin MYK kararıyla kurduğu Yerel Yönetimler Bürosu’nun önünde, yanında bulunan korumalarıyla çekilen fotoğraf, ‘Baydemir’in şoke eden kareleri’ başlığıyla gazetelerin ilk sayfasında yer alıyor. Böylece 2009’da açılan dava yeniden ısıtılıp gündeme getiriliyor, o davada yer alan kimi iddialar da bu fotoğrafla bu dört gazete tarafından sözüm ona kanıtlanıyor” diye belirtti.

‘BAYDEMİR HEDEF GÖSTERİLİYOR’

Baluken, adı geçen gazetelerin AKP’nin resmi yayın organı gibi çalıştığına işaret ederek, “AKP medyası bu fotoğrafı manşet haber olarak sunup, suçüstü yakalanmıştır. Yapılanlar çok açık; AKP Genel Merkezi listeyi belirliyor, AKP medyası kamuoyunu hazırlıyor, AKP polisi gözaltına alıyor, AKP savcıları da tutukluyor. Şimdi belli ki hedefte Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Osman Baydemir var” diye kaydetti. Bu tarz içerikli haber yapanların yolunun Türkiye’yi demokrasiye, kardeşliğe ve barışa götürecek yol olmadığını kaydeden Baluken, “Belediye başkanlarımızdan, siyasetçilerimizden ve Osman Baydemir’den elinizi çekin!” dedi.

Büyük Komplodan Geriye Kalan -2

Kürt halk Önderi Öcalan Suriye’de iken, 1997 yılında, 300 üyeli Yunan parlamentosunda, 175 Yunan parlamenter, imzalı bir çağrı ile Öcalan’ı Yunanistan’a davet ediyordu. Suriye’den ayrıldıktan sonra Öcalan 9 Ekim 1998’de Yunanistan’a gitti ve iltica başvurusunda bulundu. Öcalan’ın iltica başvurusu parlamento ikinci Başkanı Ziguridis tarafından yırtılıp atıldı. Bu Öcalan’ın ilk gidişiydi, daha sonra ikinci kez, 29 Ocak 1999 tarihinde Yunanistan’a geldiğinde de benzer bir yaklaşımla karşılaşacaktı.

Öcalan Yunanistan’dan ayrılarak Rusya’ya geçtiğinde Duma, Öcalan’ın Rusya’da kalmasını 298 oyla kabul etmiş, bir oy çekimser çıkmıştı. Devlet Başkanı Boris Yeltsin kararı onaylamadı. Öcalan 33 gün sonra Rusya’dan da ayrılmak zorunda kaldı.

12 Kasım 1998 tarihinde Öcalan uçakla Roma’ya geldi. Roma İstinaf Mahkemesi Öcalan hakkında gözetim altı kararı aldı. Bu karar Almanya Carlsruhe Federal Mahkemesi’nin Öcalan hakkında verdiği, 12 Ocak 1990 ve 1 BSJ 195/88-3 BGS 9 /90 sayılı kararına dayandırılıyordu. Alman Devleti bu karara dayanarak Öcalan hakkında yakalama ve tutuklama kararı almış, 1990 yılının haziran ayında bu kararı İnterpol Genel Sekreterliği’ne iletmiş, İnterpol de tüm ülkelere iletmişti. İtalya hükümeti, uluslar arası hukukun kendisine yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getiriyordu. İtalya yasalarına göre gözetim altında tutulan kişinin, bu karardan sonra İtalya dışına çıkması da mümkün değildi. Böylece İtalya’nın önünde sadece üç seçenek kalmıştı:

1. Öcalan, hakkında kararı veren Almanya’ya iade edilecekti.

2. Öcalan, Uluslararası bir mahkemede yargılanacaktı.

3. İtalya Öcalan’ı kendisi yargılayacaktı.

İtalya hükümeti bu durumun farkındaydı ve sorunu Avrupalı ortakları ile paylaşmak istiyordu. Bu çerçevede İtalya Başbakanı D’Allema Almanya Başbakanı Gerhard Schöder’le, daha sonra AB Komisyon Başkanı Jacques Santer’le, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’la, İspanya Başbakanı Jose Aznar’la peş peşe Öcalan’ın durumunu görüştü.

İtalya ve Almanya başbakanları 27 Kasım 1998 günü Bonn’da bir araya geldiler. İki saatlik görüşmeden sonra D’Allema ve Schröder, Kürt sorununun barışçıl çözümü için, Avrupa’nın harekete geçeceğini belirtiyor, iki ülke dışişleri bakanlarının çalışmaları başlatmak üzere görevlendirildiklerini açıklıyordu.

Bu açıklamanın ertesi günü 28 Kasım 1998 günü ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Sandy Berger, Öcalan’ın uluslar arası hukuk çerçevesinde yargılanamayacağını, Türkiye’ye teslim edilmesi gerektiğini belirterek İtalya’yı suçluyordu.

ABD’nin bu açıklamasına rağmen İtalya Dışişleri Bakanı Dini ve Almanya Dışişleri Bakanı Fischer bir gün sonra, 29 Kasım 1998 günü Roma’da bir araya geldiler. Toplantı sonrasında iki bakan, “Kürt sorununa Avrupa çözüm inisiyatifi çalışmalarına başladıklarını, Öcalan konusunda ise uluslar arası bir mahkeme kurulması konusunda görüş birliğine varıldığını” açıkladılar. İki ülke uzmanlarından oluşan komisyonun, mahkemenin oluşturulması ve işleyişini incelemek üzere bir hafta içinde çalışmalara başlayacağı da basın önünde açıklanıyordu.

27-28-29 Kasım 1998 tarihlerinde, derinden ama diplomatik teamüllere göre hayli radikal bir restleşme yaşanıyordu. Almanya ve İtalya, Öcalan ve Kürt sorunu konusunda ABD’nin istediklerini değil, Avrupa’nın inisiyatif almasında diretiyorlardı.

3 Aralık 1998 günü AGİT Bakanlar Konseyi toplandı. Toplantı sonrasında bir açıklama yapan Almanya Dışişleri Bakanı Jocka Fischer, “İtalya ve Almanya Öcalan konusunda uluslararası bir mahkeme kuramazlar” dedi. Böylece Fischer 29 Kasım günü bizzat kendisi yaptığı Öcalan için uluslar arası mahkeme kurulması fikrinden vazgeçildiğini açıklamış oluyordu.

7 Aralık 1998 günü istisnai bir olay yaşandı. Fransız Savcı Jean François Richard sınır ötesi bir operasyon gerçekleştirdi. Roma’da Öcalan’ın kaldığı evi bastı. Evde arama yaparak, Öcalan’ın ifadesini almak istedi. Öcalan savcıya ifade vermeyi reddetti. Fransız savcısı İtalya’ya kadar güya soruşturma ya gelmesinin iki amacı vardı. Kürt Halk Önderi Öcalan’a mesaj veriliyordu: İtalya’da veya başka bir Avrupa ülkesinde kalsa dahi rahat edemeyecekti. İkinci mesaj, ihtimal de olsa Öcalan Fransa’ya gelmemeliydi.

Aynı tarihte, yani 7 Aralık 1998 günü İtalya Başbakanı D’Alema’nın İngiliz Danışmanı Philip Robins, Londra’ya giderek Başbakan Tony Blair ile görüştü. Robins, Blair ve diğer İngiliz yetkililerinin kendisine, “Avrupa’nın Öcalan’ı kabul etmeyeceğini” kesin bir dille belirttiklerini söyledi.

Bu arada İtalya ve Rusya arasında da kritik bir görüşme yapıldı. İtalya Dışişleri Bakanı Dini ve meslektaşı İgor İvanov Öcalan konusunda Moskova’da bir araya geldiler.. Bu görüşmede Dini, Öcalan’ı kabul etmeleri halinde, Rusya’nın İtalya’ya olan 8 milyar dolarlık borcunu silmeyi vaat ediyordu. Bu pazarlık Giornale gazetesine yansıdı. Anlaşılmıştı ki İtalya hükümet de bir biçimde Kütlerden ve Öcalan’dan kurtulmak istiyordu. Ama Rusya bir taraftan Türkiye ile “Mavi Akım” adı ile bilinen, doğal gaz projesi ortaklığı görüşmeleri yapıyor, diğer yandan ABD’nin yoğun baskısı altındaydı. O günkü Rusya’nın pozisyonu “kim daha çok para verirse onunla olurum” düzeyindeydi.

Aralık ayının ilk günlerinde, İsviçre devleti de bir aracı yoluyla PKK yetkililerine haber gönderiyor, Öcalan’ın İsviçre’ye gidemeyeceğini bildiriyordu. Oysa ne İsviçre’ye gitmek isteyen birileri ne de böyle bir talep vardı.

Bu süreçte Öcalan’ın avukatları, Hollanda hükümetine, Öcalan adına iltica başvurusu ve ülkeye giriş izni talebinde bulundular. Hollanda hükümeti, aynı gün bu başvurulara yanıt vererek talebi kesin bir dille reddetti.

Avrupa devletleri, Kürt sorunu ve Öcalan konusunda inisiyatif alamamış, ABD’nin politikalarına teslim olmuş, geliştirilen komploya müdahil olma yolunu seçmişlerdi. Avrupa devletleri hep birlikte, Öcalan’a “Avrupa’da sana yer yok” mesajı veriyordu.

Mel Gibson “eğer komplo ispatlanıyorsa hata yapılmıştır” sözü, 9 Ekim komplosuna çok uyuyor.

Çünkü komplo tahminler, yüksek şüpheler ve yakın olasılıklar üzerine inşa edilir. Eksik kanıtlara rağmen komplo teorisi kanıtlanmaya çalışılır, hiçbir zaman mutlak sonuçlara ulaşılamaz. Öyle herkesin göreceği veya anlayacağı şekilde açıklanması da zordur. Bu işlerle uğraşanların sevdikleri bir deyimle, “en iyi komplo ispatlanmamış komplodur”. Ama Öcalan şahsında Kürt halkına karşı geliştirilen 9 Ekim komplosu, komplo olmaktan çıkmış; organizatörleri, payandaları, taraftarları ve kanıtları ile tamamen teşhir olmuş, ipliği pazara çıkmış, hukuk ve ahlak dışı, uluslar arası bir açık tezgah olarak tarihteki yerini almıştır.

* Yarın: Türk Devleti Öcalan’a destek veren 3 tanınmış kişiyi kendi ülkelerinde katletti

ANF NEWS AGENCY

Gemlik Yürüyüşçüleri Engelleniyor


Siirt, Diyarbakır ve ilçelerinde Gemlik yürüyüşü için yola çıkan araçlar polis tarafından durdurularak geçişlerine izin verilmiyor. Çınar'dan yola çıkan ancak TRT Jandarma Karakolu'nda engellenen 6 araca para cezası kesilirken, kitle yaya olarak Diyarbakır'a doğru yola çıktı.

Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu (TUHADFED) öncülüğünde "Öcalan'a özgürlük" şiarıyla düzenlenen ve BDP ile DTK'nin de içinde bulunduğu çok sayıda sivil toplum örgütünün desteklediği Gemlik yürüyüşü için il ve ilçe merkezlerinden yola çıkan araçlar, polisler tarafından durduruluyor. Valiliklerin kesin kararı olduğu gerekçesiyle araçların geçişine izin verilmezken, kimi noktalarda da araçlara para cezası kesildi.

Siirt'te aralarında Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak, Eruh Belediye Başkanı Melih Oktayı, BDP, MEYA-DER, İHD, TUHADDER yöneticilerinin de bulunduğu 2 otobüs yola çıktı. Siirt Eruh Üçyol mevkiinde polis tarafından araçlar durdurularak evrak kontrolü, kimlik araması ve araç araması yapıldı. Araçların geçişine izin verilmeyeceği belirtildi.

Kurtalan'dan da yola çıkan bir otobüs ilçe çıkışında polisler tarafından durdurularak valiliğin talimatı bulunduğu ve geçişlerine izin verilmeyeceği belirtildi. Kitlenin burada bekleyişi sürüyor.

DİYARBAKIR’DA POLİS BARİKATLARI

Diyarbakır merkez ve ilçelerinden yola çıkanlar da polis engeliyle karşılaştı. Bismil, Ergani, Çınar, merkez ilçeler, Kayapınar, Sur, Yenişehir ve Bağlar'dan hareket eden otobüsler polis engeliyle karşılaştı. BDP Grup Eşbaşkanı Gültan Kışanak, BDP'li vekiller Emine Ayna ve Nursel Aydoğan, BDP Diyarbakır il binasına gelerek buradan kalkacak araçlarla yola çıkmaları bekleniyor.

ÇİNAR’DA ENGELLENEN HALK YAYA OLARAK YOLA ÇIKTI


Çınar'da ise yola çıkan 6 araç, Çınar TRT Jandarma Karakolu'nda polis ve jandarma tarafından durduruldu. Somut her hangi bir gerekçenin gösterilmediği gibi araçların yoluna devam etmesine izin verilmedi. 2 araca 600 TL para cezası kesilirken, diğer 4 araca da çeşitli miktarlarda para cezası kesildi. Çınar Belediye Başkanı Ahmet Cengiz ile BDP Çınar İlçe Başkanı Abdulkadir Doğan ve il ile ilçe belediye meclis üyelerinin de aralarında bulunduğu kitle Diyarbakır'a doğru yaya yola çıkarken, zaman zaman asker ve polislerle gerginlikler yaşanıyor.

Zaman Gazetesi Baydemir'i Hedef Gösterdi


Yandaş medyanın amiral gemisi, Gülen cemaatinin sözcüsü Zaman gazetesi masa başı ve polis servisli düzmece haberlerinde sınır tanımıyor. Okuyucuyu aptal yerine koyan Zaman gazetesi, Baydemir’in bir sokakta çekilmiş fotoğrafını KCK binasına girerken yorumuyla vererek Baydemir’i bir kez daha açık hedef gösterdi.

Önceki gün KCK operasyona kapsamında İstanbul’da gözaltına alınanların tutuklandığını savcı kararından önce sitesine taşıyan Zaman, bu gün de yine KCK temalı yeni bir haberle Baydemir’i hedef gösterdi. Baydemir’in bir sokağın başında çekilmiş ve hiçbir ayrıntısı olmayan fotoğrafını yayınlayan gazete, Baydemir’in KCK binasına mahkeme olmak üzere girdiği sırada çekildiğini iddia etti.

“İşte Baydemir’i sorgulayan KCK’lı belediye işçisi” başlığıyla verilen haberde polis kayıtlarından alındığı ileri sürülen konuşma dökümleri de yer alıyor. Ancak konuşmaların tamamından hiçbir şey anlaşılmıyor. Birbiri arasında mantıklı bir bağı olmayan kelimelerin yan yana yerleştirilmesiyle kurulan cümlelerden oluşan konuşma tutanakları oldukça dikkat çekici.

Gazete fotoğrafın çekildiği tarih, sokak, bina ismi gibi ayrıntılara da yer vermiyor. KCK’nin Diyarbakır’da mahkeme binası olduğunu iddia eden Zaman, polis ve savcıya yalanlar üzerine inşa edilmiş yeni iddianameler hazırlatıyor olsa gerek.

Yargı ve Polis 'KCK Operasyonunda' Skandala İmza Attı

İstanbul’da BDP’ye yönelik gerçekleştirilen operasyonda gözaltına alınanların Emniyet’teki ifade ve sorgu tutanakları müdafi avukatlara ‘örgüte teslim edebilirler’ gerekçesiyle hem verilmedi hem de avukatların ifadelere şerh koymaları engellendi. Polis uygulamayı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ‘kısıtlılık’ kararına dayandırdı. Avukatlar hukuksuzluk yaşandığını belirterek suç duyurusunda bulundu.

İstanbul’da 4 Ekim günü BDP’lilere yönelik ‘KCK’ adı altında gerçekleştirilen operasyon kapsamında gözaltına alınanların İstanbul Emniyeti TEM Şube Müdürlüğü’nde yapılan sorgu ve ifade tutanakları, müdafi avukatlara ‘örgüte teslim edebilirler’ denilerek verilmediği ortaya çıktı. TEM Şube polislerinin bununla da kalmayarak, gözaltına alınanların sorgu tutanaklarına ‘şerh’ imzası atmak isteyen avukatlara ise tutanakların dijital ortamla Savcılığa gönderileceği ileri sürülerek, şerh koymaları da engellendi. Tutanağa şerh imzasını atmak için ısrar eden avukat Adem Çalışçı ise polisler tarafından hakaret edilerek kovuldu. Müdafi avukatların durumu Savcılığa bildirmelerine rağmen Savcılık harekete geçmedi ve bunun üzerine 30 müdafi avukat protesto olarak Emniyet’teki ifadelere girmedi.

AVUKATLAR ‘ÖRGÜT ÜYESİ’ İLAN EDİLDİ

Avukatların ‘örgüte teslim edebilirler’ denilerek tutanakların verilmemesi ve şerh koymalarının engellenmesi ‘skandal’ olarak değerlendirirken, polis ise uygulamayı İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nin soruşturma ile ilgili almış olduğu ‘kısıtlılık’ kararını gerekçe gösterdi. Polisin gerekçe olarak gösterdiği karar ise skandalın boyutlarını ortaya koyuyordu. Keza, İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Terörle Mücadele Kanunun 10. maddesindeki soruşturma da ‘kısıtlılık’ kararını gerekçe göstererek, verdiği karar da avukatlar ‘örgüt üyesi’ ilan ediliyor ve avukatların bu belgeleri örgüte teslim edeceği iddia ediliyor.

MAHKEMENİN GEREKÇELİ KARARI;

Mahkemenin gerekçeli kararı şöyle: “Soruşturma kapsamında halen şüphelinin ve irtibatta bulunduğu kişilerin yakalanmaması,yakalanması halinde kimlik ve adres bilgilerinin ve belgelerinin müdafiler aracıyla diğer örgüt mensuplarının eline geçebileceği ve örgüt mensuplarının kaçırılabileceği, karartılabileceği ve örgüt mensuplarının kaçabilecekleri dolayısı ile soruşturmanın amacının tehlikeye düşe bilebileceği değerlendirildiğinden …”

‘ÖRGÜT ÜYESİ GİBİ DEĞERLENDİRİLİYORUZ’

Avukat Gülizan Tuncer ise sorgu tutanaklarının verilmemesi ve şerh etme haklarına yönelik engellemeler üzerine ifadelere katılmayacaklarını bir şikayet tutanağı ile kayıtlara geçirdi. İstanbul Emniyeti’nde iki polis ve İstanbul Barosu temsilcisi Ömer Kavilli’nin de imzasının bulunduğu tutanakta, TMK 10/b maddesinin hukuka aykırı olduğunu, uygulamada mahkemeler tarafından verilen kısıtlama kararlarının da içeriği itibari ile avukatları suçlayıcı, onları suçlu konumuna düşüren, hatta’ örgüt üyesi’ gibi değerlendirilen ifadelerin yazılması nedeniyle kabul edilemez olduğu belirtildi.

‘BU KOŞULLAR DA HUKUKİ YARDIM OLMAZ’

Av. Tuncer’in tuttuğu tutanakta, ifade aşamasında hazır bulunmak üzere Terör Mücadele Şubesi’ne gelen avukatların yaşadığı sorunların had safhaya geldiğini söyledi. Görevlerini yerine getirmelerin mümkün olmadığını, savunma ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini vurgulayan Tuncer, bu koşullar altında müvekkilleriyle hukuki yardımda bulunamayacaklarından ötürü Emniyetteki ifade aşamasında hazır bulunmama kararı aldıklarını belirtti. Avukatlar skandal uygulamaya yönelik suç duyurusunda bulunacağı öğrenildi

ANF NEWS AGENCY

Maşaal Temo'ya Suikastı Kim Düzenledi?

Qamişlo’da Kürt siyasetçi Maşaal Temo’ya kaldığı evde silahlı bir grup tarafından suikast düzenledi. Saldırıda Temo hayatını kaybederken oğlu Marsel Temo ile avukat Zahide Reşo ağır yaralandı.

ANF’nin edindiği bilgilere göre görgü tanıkları "suikastçıların Şam plakalı bir araba kullandıkları" iddiasında bulunurken, Kürt siyasi partileri suikastın arkasında Suriye rejimi olduğunu iddia ettiler. PYD Başkanı Salih Muslim ise suikast bizi derinden etkiledi açıklamasını yaptı vesuikastla Kürt siyasi partileri arasındaki birliğin bozulmasının hedeflendiğini söyledi. Her olasılığın mevcut olduğuna dikkat çeken Muslim Türk istihbaratı başta olmak üzere dış güçlerin cinayette yer almış olabileceğini belirtti ve ‘’Kapsamlı bir soruşturma gereği vardır’’ dedi.

Saldırıdan yaralı kurtulan Avukat Zahide Reşo'nun ise ilk ifadesinde ‘’suikastçıların Arapça konuştukları’’ söylediği öğrenildi.

İstanbul ilan edilen Suriye Ulusal Meclis’in Yürütme Konseyi’nde yer alan 29 kişiden biriydi. SUM yetkililerinden aldığımız bilgiye göre Temo başkanlık konseyinde 7 kişiden biri olarak seçilmişti, ancak dün gece kaçak yollarla Suriye’den çıkması ardından bu karar ilan edilecekti.

Temo’ya suikast haberi yayılır yayılmaz binlerce kişi Qamişlo’da Ferman hastanesi önüne akın etti. Başkent Şam, Efrin, Kobani ve Qamişlo’da gece boyu yürüyüşler düzenlendi.

Cenazenin kaçırılacağı iddiaları üzerine gece boyunca gençler hastane önünde nöbet tuttular.

Bugün saat 11.00’de toprağa verilecek Temo’nun cenaze törenine büyük bir katılım olması bekleniyor.

Temo, 15 ağustos 2009 güvenlik güçleri tarafından Kobani’den kaçırıldı ve iki hafta sonra Halep Devlet Güvenlik Güçlerinin elinde olduğu ortaya çıktı. ‘’Halk arasında çatışmayı ve bölücülüğü teşvik etme’’ suçundan yargılandı ve 3,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve 5 Haziran 2011 serbest bırakıldı.

Maşaal Temo 1958 Hasake’ye bağlı Derbesiye doğdu. Celadet Bedirxan Platformu, Sivil toplum Yaşatma Komiteleri kurucularından ve Gelecek Akım Hareketi’nin lider idi.

Öcalan'a Hücre Cezası

Star Gazetesi, avukatları ile görüştürülmeyen PKK lideri Abdullah Öcalan’ın cezaevi yönetimini ‘tehdit ettiği’ iddiasıyla hücre cezası verildiğini ve cezaevinden PKK’yi yönetmesi nedeniyle avukatları ile görüştürülmediğini ileri sürdü.

Star Gazetesi bugün yayınladığı haberde, PKK lideri Abdullah Öcalan’a hücre cezası verildiğini duyurdu. Gazeteye göre Öcalan avukat görüşmelerinde ‘iki suç’ işlediğini ve bunun İmralı Cezaevi savcılığı tarafından tespit edildiğini öner sürdü. Gazete, Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmeleri üzerinden PKK’ye talimat verdiği, örgütü yönettiği ve şiddet çağrısında bulunduğu gerekçesiyle avukatlarıyla görüştürülmediğini belirtti.

İlginç bir iddiada bulunan gazete, Öcalan’ın cezaevi yönetimini ‘tehdit ettiğini’ de ileri sürdü. Bunun üzerine cezaevi yönetimi de Öcalan’a hücre cezası verdi.

Bu arada İstanbul 11. Ağır Ceza ‘’PKK’ye hiyerarşik yapıya dahil olmadan yardım ettikleri” iddiasıyla yargılanan avukatlar Ergün Canan, Servet Demir, Cengiz Çiçek ve Davut Uzunköprü’nün bir yıl süreyle Öcalan’la görüşmelerinin yasaklanmasını kararlaştırdı.