29 Nisan 2011 Cuma

TÜBİTAK 'ın Karikatür İntikamı !


Önce Matematik Dünyası dergisinde, TÜBİTAK’ın Darwin skandalını eleştiren karikatür yayınlandı. Ardından, Ali Nesin’in kurucusu olduğu Matematik Köyü’nün bütün projeleri TÜBİTAK tarafından reddedildi. Matematik Köyü’ne destek olmak için başlatılan imza kampanyasına katılanlar TÜBİTAK tarafından tespit edildi, adreslerine mektuplar gönderildi. Son olarak da imza kampanyasının kaldırılması için Ali Nesin’e ihtarname gönderildi. Nesin’in yanıtı ise: “Tehditlere pabuç bıraksaydık, Nesin Vakfı ve Matematik Köyü yerine çoktan yeller esiyor olurdu.”

TÜBİTAK’ın ihtarname göndererek adeta tehdit etmesine kadar varan süreç, matematikçi ve Matematik Köyü’nün kurucusu Ali Nesin'in sorumlu yazı işleri müdürü olduğu Matematik Dünyası dergisinin Mayıs 2009 sayısında çıkan bir karikatürle başladı. Söz konusu karikatür, TÜBİTAK'ın Bilim ve Teknik Dergisi'nde yaşanan Darwin skandalını eleştiriyordu.

PROJELER BİR ANDA REDDEDİLDİ

Karikatürün yayınlanmasından sonra, TÜBİTAK ile Matematik Köyü'nün arasına adeta kara kedi girdi. Kurumun, TÜBİTAK'a sunduğu 16 lise ve lisans projesinden sadece biri destek aldı. Ancak, daha önce sunulan 6 lise ve lisans programının ise 5'i kabul edilmişti.

Tüm projelerin kabul edilmemesi üzerine Ali Nesin, TÜBİTAK Başkanı Nuket Yetiş'e açık bir mektup gönderdi. Mektubunda, projelerin “birer mücevher” değerinde olduğunu belirten Nesin, şunları yazdı: “Özür dileyerek söylüyorum, ama gerçek bu: Bu projeleri haklı ya da haksız gerekçelerle reddetmek kimsenin haddi değildir. TÜBİTAK’ın bu projeleri öpüp başına koyması, destekleyecek bütçesi yoksa başbakana, cumhurbaşkanına çıkıp örtülü ödenekten yalvar yakar para istemesi gerekir! Reddedilen projelerimizin değerini anlayacak kadar matematik bilmiyorsunuzdur muhtemelen, zaten bilmek zorunda da değilsiniz. Herkesin konusu ayrı. Bana inanmayın ve lütfen bir bilene, bir anlayana sorun. Konuyla hiçbir ilgisi olmayan ya da yönlendirilmiş panelistlerinize değil ama.”

KATILIM KOŞULLARINI BİLE DEĞİŞTİRDİLER

Ali Nesin'in mektubuna yanıt ise, TÜBİTAK'ın lise ve lisans programlarına destek koşullarını, Matematik Köyü’nün katılımını engelleyecek şekilde değiştirmesi oldu.

Ali Nesin, bunun üzerine TÜBİTAK'ın bu tutumunu devlet bakanı Mehmet Aydın'a anlatan bir mektup kaleme alarak, imza kampanyası başlattı. http://www.tubitaki-protesto-ediyoruz.net/ sitesinden devam eden kampanyaya, bugüne kadar 4 bini aşkın kişi imza atarak katıldı.

TÜBİTAK İMZACILARA MEKTUP GÖNDERDİ


TÜBİTAK imza kampanyasına katılanlardan adreslerini bulabildiklerine mektup göndererek, durumun Ali Nesin'in anlattığı gibi olmadığını, Matematik Köyü'nü çok desteklediklerini ancak Ali Nesin'in gözünün bir türlü doymak bilmediğini öne sürdü.

Ali Nesin, bu gelişmeler sırasında TÜBİTAK Başkanı Yetiş'ten iki kez randevu talebinde bulundu ancak bu taleplere olumlu ya da olumsuz hiç bir yanıt verilmedi. Bu arada Nesin, 2007 yılından bu yana beş kez görüşme talebinde bulundu, hepsi sonuçsuz kaldı.

İHTARHAME YOLLADILAR

TÜBİTAK avukatları, Nesin'e bir ihtarname yollayarak, internetteki imza kampanyasını kaldırıp yerine ihtarname ve TÜBİTAK’ın konuyla ilgili yazısının yayınlanmasını istedi, aksi halde yasal yollara başvuracaklarını duyurdu.

Ali Nesin, TÜBİTAK'ın ihtarını bir tehdit olarak değerlendirerek, “Tehditlere pabuç bıraksaydık, Nesin Vakfı ve Matematik Köyü yerine çoktan yeller esiyor olurdu şimdiye kadar! Ama isteklerinin yarısını seve seve yerine getiriyorum. Ayrıca bununla yetinmeyip mektuplarına Matematik Dünyası dergisinde de yer vereceğim” dedi.

“BU YIL DA YAZ OKULUMUZU GERÇEKLEŞTİRECEĞİZ”

Matematik Köyü kurucusu Ali Nesin, TÜBİTAK'ın ihtar kararına verdiği yanıtta ayrıca şunları da belirtti: “TUBITAK, önce konunun dışına çıkarak, sonra da elmalarla armutları toplayarak esas kendisi kamuoyunu yanıltmıştır. Sonuç olarak; elbette karikatürü derginin kapağında yayımladığımda bu tur sorunlarla karsılaşacağımı biliyordum. Bu konuda çeşitli kişilerce uyarıldım da. Biraz basmakalıp bir söz olarak algılanabilir ama ‘aydın duyarlılığım’ üstün geldi. Önceki iki yıl olduğu gibi bu yıl da yaz okulunu gerçekleştireceğiz. Ve her zamanki gibi parası olmayan hiçbir genci reddetmeyeceğiz. Ayrıca yaz okulumuz tüm lisans ve lisansüstü öğrencilerine ücretsiz olacak.”

Bir Mayıs’a Katılacak Sosyalistlere İki Somut Öneri


On yıl hapis, çeyrek yüzyıl da sürgün yaşayınca Türkiye’de kitlesel olarak kutlanabilen bir 1 Mayıs’a ilk kez geçen sene katılabilmiştim.
İlginç bir rastlantı sonucu uzun yıllar sonra ilk kez Taksim’de kutlanıyordu. Katılan kitlenin genel karakterini anlayabilmek için bir tek yerde durmayıp Mecidiyeköy’den Taksim’e hızlı yürümüş, sonra da diğer yönlerden gelenleri ve alanda bekleyenleri gözlemeye çalışmıştım. Sonuç olarak izlenimim,1 Mayıs kutlamasının aslında, sosyalizm ve enternasyonalizm ardına gizlenerek demokratik görevlerden kaçmanın,kaba veya rafine bir ulusalcılığın bir biçimi olduğu sonucuna ulaşmıştım. Güneş’in altında henüz yeni bir şey yoktu. Türkiye’nin solcuları ve sosyalistlerinin gerici milliyetçiliğe teslim olmuşluğu, tüm 1 Mayıs’a katılan kitleye damgasını vuruyordu. Hem sloganlarıyla, hem de katılanların sınıfsal konumlarıyla böyleydi bu.

Bir süre önce Newroz’a da katılmıştım. İstanbul’un en yoksul proleterleri ise Newroz alanında Zeytinburnu’nda bulunuyordu. Gerçekten demokrasi ve enternasyonalizm o ulusal bayramda çok daha fazla bulunuyordu. Tabii gören gözler için.
O günden bugüne değişen bir şey yok.
Üç örnek verelim, yeter.

1)      DTP’nin desteklediği bağımsız adayların veto görmesi üzerine Taksim’de yapılan ve Aksaray’a kadar giden sonunda gaz bombalarıyla dağıtılan protesto gösterisine katılan sosyalist bir arkadaş on bin kişi kadar katıldığını söyleyince, içimden, DTP Türkiyeli sosyalistleri aday gösterdi belki ondan dolayı biraz sosyalistler de katıldığı için böyle kalabalık olmuş olabilir diye düşünüp, “Türk sosyalistleri ne kadardı” diye sorduğumda, “en fazla üç yüz, beş yüz kişiydi” cevabını aldım. Görülüyordu ki Ertuğrul, Sırrı Süreyya ve Levent’in adaylıkları, en liberalleri bile ayağa kaldıran bu haksızlık karşısında Türkiyeli sosyalistlerin Kürtlerin yanında kitlesel bir katılımını sağlamaya yetmemişti.

2)      Birkaç gün sonra yanılmıyorsam Grup Yorum’un konseri olmuş ve ona yüz bin kişinin katıldığından söz ediliyordu. Bu Konser’den birkaç gün sonra da, Facebook’ta yıllar sonra Türkiye’ye dönmüş birisi, Aksaray’da Polis’in Kürtlerin direniş çadırların yaptığı saldırıları anlatırken, birkaç gün önce Grup Yorum’un konserinde yüz binler vardı, burada Polisin saldırısı karşısında Kürtlerin yanında onların binde biri yoktu diye yazıyordu.

3)       Bunlardan birkaç gün sonra da 24 Nisan’dı, Ermenilerin kitlesel katlinin ve bu katliam ile Anadolu’nun Müslüman ahalisinden Türk ulusunun ortaya çıkışının ve yaratılışının yıl dönümüydü. Aslında gerçek demokratik özlemleri yansıtan, sosyalistlere yakışan 1 Mayıs, 24 Nisan’a katılmaktır. Bu devletin, bu ulusun şeref verici nefretini ve şiddetini üzerine çekmektir. Ama sosyalistler, 24 Nisan anması yerine AKP’nin Nükleer santral yapmasına karşı Kadıköy’de eyleme gitmişler. İşin kötüsü, DTP’nin desteklediği sosyalist bağımsız adaylar da 24 Nisan anmalarında olacak yerde, Kadıköy’e gitmeyi tercih etmişler. 

4)      Ve 24 Nisan’a gitmeyen sosyalistler şimdi 1 Mayıs’ta Taksim’e akacaklar. Bunun adı da enternasyonalizm ve “emekten yana” olmak olacak!
Şimdi bu emekten yana ve enternasyonalist Türk sosyalistlerine iki önerimiz olacak.

Elbette, 24 Nisan gibi, şu son derece netameli, “iyi saatte olsunlar”ın hışmını insanın üzerine çekme sonucu doğurabilecek; sonra çoğunluğu oluşturan Müslüman kitleler ve milliyetçi orta sınıflarla ters düşme, onlardan tecrit olma gibi bir sonuca yol açabilecek, dolayısıyla onlara sosyalizmi anlatma imkanını ortadan kaldırabilecek konulardan uzak durmayı anlıyoruz. Ne de olsa “kitle çizgisi”, ya da “Suda balık” olmak gibi bir şeyler var. Sudan çıkmış balığa dönmemek gerekir. Her şeyin zamanı ve yeri vardır. Hele şu “üçüncü kutup” oluşturulup kitlelere sosyalizm anlatılsın, o zaman bu Ermeni ve Kürt sorunları zaten yan bir ürün olarak kendiliğinden hallolacaktır.

Kürtlere gelince, onlar da zaten Terörist ve de Stalinist, ayrıca Kürt sorunundan söz etmek de, sosyalistleri Türk milliyetçisi Türk işçilerinden ve orta sınıflarından tecrit edip onlara sosyalizmi anlatma imkanını ortadan kaldırır.
Bu gibi kaygıları anlıyoruz. Hatta Kürtlerden ve Ermenilerden uzak durup, Kürtlerin ve Ermenilerin adını anmamayı çok zekice düşünülmüş bir taktik olarak görüyoruz.
Bu nedenle iin içine Ermenileri ve Kürtleri katmadan, hem enternasyonalizmin sembolü ve kanıtı hem de milliyetçiliğe karşı başka bir pratik ve somut bir öneride bulunacağız.

Biliniyor, Türkiye’de yüz binlerce, belki de birkaç milyon, Doğu Avrupa’dan, Afrika’dan ve Asya’dan gelmiş, hiçbir hakkı olmadan, köle gibi boğaz tokluğuna çalıştırılan bir Göçmen İşçiler kitlesi var. Bunlar Türkiye Proletaryasının en alt, kölelik şartlarında çalışan ve yaşayan kesimini oluşturuyorlar. Tabu bunların ne hukuki, ne siyasi, ne sosyal hiçbir hakları olmadığından en kötü koşullarda çalışıyorlar.
İşçi hareketinin ve Enternasyonalizmin klasik temel sloganlarından biri, işgücünün serbest dolaşımı ve bulunduğu ülküdeki tüm siyasal, sosyal ve hukuki haklardan yararlanmasıdır. Bu hem işçilerin arasındaki bölünmeyi kaldırır, hem de iş gücünü, hiçbir hakkı olmayan bir işgücünün “haksız rekabet”inden korur ve işçilerin gelir ve hayat seviyelerinin yükselmesini sağlar.

Bu durumda hem enternasyonalist hem de işçici ve emekten yana şu sloganı bütün 1 Mayıs’ta Taksim’e gelecek sosyalistler yüz binler halinde haykırabilirler:
Türkiye’de bulunan tüm göçmenlere Türk vatandaşlarına has tüm hukuki, siyasi ve sosyal hakların derhal tanınması. Göçmen İşçilerin Köleliğine son!

Hem Enternasyonalist, hem emekten yana, hem işçici, hem Kürtleri ve Ermenileri işe karıştırmıyor, sonra öyle bölünme tehlikesi falan da yaratmıyor. Yani tam da sınıfçı ve de enternasyonalist Türk sosyalistlerinin yüreğine ve ağzına ve 1 Mayıs’a layık bir slogan.
Bu sloganı yüzlerce pankarta, flamaya, bayrağa yazıp yüz binler olarak Taksim’e aktığınızı bir düşünün. Çılgın bir hayal kurun! Çılgınlık sadece burjuvaziye has olmamalı, işçiler ve sosyalistler de çılgın olmalı ve bu çılgın olma hakkını kullanabilmeli.

Afrikalı, Doğu Avrupalı ve Asyalı göçmenlerin kalbinde ve o ülkelerdeki emekçilerin aklında, Fethullahçıların devlet destekli okullarından bin kat daha derin izler bırakırsınız. O çok şikayet ettiğiniz Fethullahçılığa karşı böylece geçekten dünya çapında bir mücadele de yürütmüş olursunuz.

Fehullahçılar o ülkelerin burjuvalarını ve yüksek bürokratlarını ve Türk devletinin iş birlikçilerini yetiştiriyor. Türk sosyalistleri de onların karşısında o ülkelerin işçilerinin içinde enternasyonalist bir örnek aracığıyla sosyalist ve enternasyonalist bir eğitim başlatmış olur.

Ve emin olun, eğer bunu yapabilirseniz, gelecek 1 Mayıs’larda yüz binlerce Göçmen İşçi Taksim’e akacaktır. Taksim’deki 1 Mayıs, gerçekten, burjuvazinin dünya şehri yapmak istediği İstanbul, buna layık, dünya işçilerinin şehri olur ve enternasyonal bir İşçi Bayramı kutlar hale gelir.

İkinci öneri de bu taleple bağlantılı.
Biliniyor Festus Okey diye br Afrikalı göçmen İşçi Türk Polisince Keyfi bir biçimde öldürüldü ve Türk mahkemeleri bu cinayetin üstünü örtmek ve cezasız bırakmak için elinden geleni ardına koymuyor.

Bu sefer lütfen, Denizlerin, Mahirlerin ve diğer şehitlerin resimleri isimleri ile yürümeyin. Herkes bir sembol olarak Festus Okey’in resmiyle yürüsün. On binlerce Festus Okey resmi olmalı.
Bu da eneternasyonalist bir şehit anlayışını yerleştirecektir. Festus Okey de ne Kürt ne de Ermeni. Yani korkacak bir şey de yok, “kitlelerden tecrit olmaya” yol açmaz.
Ayrıca Hem Mahir’i Hem Deniz’i tanımış bir insan olarak, sizi temin ederim ki, onlar bunu kendi anılarına en uygun davranış olarak göreceklerdir, eğer bir öte dünya varsa ve oradan Taksim meydanına bakıyorlarsa. Ektiğimiz tohumlar nihayet yeşerdi diyeceklerdir.
Özetle, çok basit, hem enternasyonalist hem de emekten yana, hem işçi hareketinin geleneğine uygun, hem bugünkü globalleşmeye, hem AKP’ye hem Fethullahçılara, hem de Türk Milliyetçiliğine karşı, hem de Kürtleri ve Ermenileri işe karıştırmayıp, sosyalist yapacağınız kitlelerdeki ön yargılara takılıp sizi tecrit de etmez.
Yani bir taşta on sosyalizm ve enternasyonalizm kuşu vurabilirsiniz.
Çok basit Festus Okey’in resimleri ile ve Türkiye’deki tüm göçmen işçilere derhal Türk vatandaşlarının sahip olduğu tüm sosyal, ekonomik, hukuki ve siyasal hakların verilmesi pankartları denizi.
Bu tadar basit.
Haydi bakalım “Emekten yana”, “Sosyal Cumhuriyet”çi, “Enternasyonalist” Türk Sosyalistleri!
Gösterin kendinizi!
Mahcup edin size şu milliyetçi, ulusalcı diyenleri.
Ve en başta beni.

Demir Küçükaydın
28 Nisan 2011 Perşembe

Aydın'da Kürtler AKP'lileri Evlerinden Kovdu !


Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'nun Aydın Bağımsız Milletvekili Adayı Av. Mehmet Bayraktar, kentteki Kürtler ve demokrat kesimler tarafından yoğun destek görüyor. AKP ise Kürtlerin bağımsız aday etrafında kenetlenmesinin telaşıyla, şu ana kadar uğramadığı Kürt mahallelere ziyaretler düzenlemeye başladı. AKP, ziyaret ettiği Kürt evlerden ise eli boş dönüyor.

Özelikle Kürtlerin yoğun olduğu Ovaemir ve Savuca Beldesinde AKP İl Yönetimi'nin oluşturduğu bir grup ise Kürt evlerini dolaşarak oy istemeye başladı. AKP'liler, gittikleri evlerdeki kişilere, kendilerini desteklemeleri halinde çocuk ve mutfak parası gibi destekler yapma vaadinde bulunuyorlar. Ancak Kürtler AKP'lileri tepki göstererek evlerinden kovunca, parti yönetimi bu faaliyetini sonlandırdı.

'YARDIMLARIN DEVAM ETMESİ İÇİN AKP'YE OY VERİN'

Geçtiğimiz günlerde Hatice Kapser adlı yurttaşın evine giden AKP'li grup, oy talebinde bulundu. Kapser, AKP'li grubun kendisine, "Bizim partimiz bir yıldır Kürtlerin hakları için çalışıyor. Bakın, Başbakan bu güne kadar bir sürü kadına yardım etti. Mutfak paraları ödedi. Bunların devam etmesi için sizin oylarınız gerekli’’ dediğini, aktardı.

Kapser, şunları anlattı: "Gece 4 kadın ve 2 erkek bizim eve geldiler. Önce eşimi sordular, evde olmadığını söyledim. İçeriye gelmek istediler ben de müsaade etmedim. Sonra kapıda bana, 'Sizin adayınız kazansa da size ne yardımı olacak? Biz, size iş olanakları kuracağız. Bize söz ver biz de sana söz verelim’ dediler."

ÇAKTIRMADAN PROPAGANDA!

Söke’nin Savuca Beldesinde de benzer gelişmeler yaşanıyor. AKP’liler bu kez de farklı bir yöntemle oy istediler. Savuca Beldesinde Hakim Söylemez adlı Kürt yurttaşın evine giden AKP’liler, parti kimliklerini saklayarak eve girdiler.

Söylemez, şunları anlattı: "Evimize gelenler önce normal vatandaş gibi davrandılar, daha sonra ise AKP propagandası yaptılar. Bizim evin önüne bir araba yanaştı. Bana Kuşadası’na gideceklerini ama yorulduklarını söyleyerek, sohbete daldılar. Önce ne iş yaptığımı sordular, ben de bahçelerde çalıştığımı söyledim. Memleketimi sordular. Ardından 'seçim yaklaşıyor sence kim kazanır' diyerek konuyu siyasete getirdiler. Sonra Başbakan’ın Türkiye için çok şey yaptığını, Kürtler için çok şeyler yapmaya çalıştığını ama MHP ve CHP’nin buna karşı olduklarını vs. anlattılar. BDP'yi karaladılar. Bana aralarından bir dedi ki, 'Ben senin yerinde olsam AKP’ye oy verirdim. Bak AKP seçilsin sana iş verir. Daha rahat yaşarsın buna ben kefilim' dedi. Sonra asıl niyetlerini anladım. İçlerinden iş bulmak için kefil olan kişi parti kartını çıkardı. Adı da Zafer Artan’dı. Bana seçimden sonra AKP Aydın’da birinci gelirse ve ona oy verirsem iş vereceğini söyledi. Durumu anlayınca evimden kovdum."

AKP-MGK Koalisyonu Kürtlere Savaş İlan Etti !!!


Kürdistan'da zora dayalı siyasal egemenliğini büyük oranda kaybeden Ankara, geri çekmek zorunda kaldığı tüm sistem partileri yerine elinde kalan son kozu AKP-MGK koalisyonu seçim bildirisini açıkladı. AKP adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı, ”Çılgın projesinin” ardından toplanan Milli Güvenlik Kurulu'da seçimlere yönelik hazırlıklarını bildirisi ile ilan etti.

Nisan ayı MGK toplantısından AKP-MGK koalisyonunun 12 Haziran seçimlerinin güvenliği gerekçe edilerek, Kürt sorunu konusuda uygulayacağı şiddet politikası belirlendi. Altı buçuk saat süren toplantı öncesinde ve toplantı sırasında televizyon ve internet siteleri gündemin Suriye'de yaşananlar olduğu yönünde haberler duyurdu. Hatta öyle ki bazı televizyon kanallarında Erdoğan tarafından Suriye'ye gönderilen MİT Müsteşarı'nın, yolda olduğu ve Ankara'ya iner inmez toplantıya katılarak bu ülke hakkında bilgi vereceği ısrarla vurgulandı.

Oysa açıklanan MGK bildirisinde önümüzdeki süreçte Kürdistan ve Batı illerinde sürdürülen sivil itaatsizlik eylemlerine karşı uygulanacak, ”güvenlik” tedbirleri ağırlıklı yer aldı. Elinde bulundurduğu yargı ve güvenlik güçleri ile her yönden sivil Kürt siyasal kadrolarını ve onu destekleyenleri hedef alan AKP hükümeti MGK bildirisi ile bu saldırıların ortak bir kararın ürünü olduğunu da ilan etmiş oldu.

Zaman zaman AKP hükümeti ile laiklik konusunda ve Ergenekon yargılamalarına ilişkin olarak çatıştığı görüntüsü veren Genelkurmay Kürtler konusunda tam kadro AKP'nin yanında olduğunu alenen ilan etti. Amaç eylemsizliği provokasyonlarla sabote etmek.

AKP'ye oranla daha ”demokrat” bir görüntü vermeye çabalayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında toplanan MGK'nın bildirisinde yer alan:

“Terörizmle mücadelenin bugüne kadar olduğu gibi önümüzdeki dönemde de yalnızca güvenlik boyutuyla değil, terörü besleyen ortamın tasfiyesini de içeren kapsamlı ve çok yönlü bir yaklaşımla sürdürülmeye devam edileceği vurgulanmıştır” ifadeleri alenen demokrasi dışı yolların uygulanacağı tehdidini içermektedir.

Burada kullanılan son derece muğlak, ”yalnızca güvenlik boyutuyla değil, terörü besleyen ortamın tasfiyesini de içeren kapsamlı” ifadesi, bir süredir yeniden yoğunlaşan devlet terörünün tırmanacağının habercisidir.

MGK bildirisinde bu anlamda hedef de belirlenmiş. AKP-MGK koalisyonu, Özerk Demokratik Kürdistan mücadelesinin bir parçası olan Demokrasi Çadırları ve diğer sivil itaatsizlik eylemlerini açık bir biçimde hedef alıyor.

Bildiride yer alan, ”Bu çerçevede, terör örgütü ve yandaşlarının insan hakları kisvesi altında gerçekleştirmeye çalıştıkları ve esasen halkımızın birliğini, bütünlüğünü, güvenliğini, huzurunu ve refahını hedef alan her türlü eylem ve girişimiyle mücadele edileceği ve bu kararlı yaklaşımın milletimizden alınan güven ve destekle terör tehdidi bertaraf edilene kadar sürdürüleceği vurgulanmıştır” ifadeleri de sivil itaatsizlik eylemlerine dahi tahammül edemeyerek bu evrensel eylem tarzını, ”insan hakları kisvesi” gibi saldırgan bir adlandırmayla karalamaya çalışmak bundan sonra yaşanacak hukuksuzlukların boyutlarına ilişkin ip uçları veriyor.

Kürt milletvekillerine ve seçmenlerine yönelik saldırıları, ”uygulanmakta olan güvenlik önlemleri” adı altında sahiplenen MGK bildirisinde, ”12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak seçimlerin herhangi bir güvenlik sorunu yaşanmadan gerçekleştirilebilmesi için, bugüne kadar alınan ve alınması öngörülen güvenlik tedbirlerinin etraflı bir değerlendirmesinin yapıldığı” vurgulanıyor.

Yüksek Seçim Kurulu eli ile yapılmak istenip, Kürt halkının sert tepkisi ile geri çekilmek zorunda kalan siyasal alan gasbının B planı bu bildiriyle yürürlüğe konuluyor. Özellikle sivil Cuma Namazları ve Demokrasi Çadırları'nın Kürtler tarafından sahiplenilmesinden korkuya kapılan AKP-MGK koalisyonu, “Bu bağlamda, terör örgütü ve yandaşlarının halkımızın demokratik tercihlerini serbestçe ortaya koyabilmelerini engellemeyi amaçlayan teşebbüslerin, güvenlik güçlerimizce alınacak tedbirler ile ülkesine ve demokrasiye içtenlikle bağlı olan halkımızın sağduyulu yaklaşımı” gibi gerçeklikle hiç bir ilgisi olamayan belirlemelerle saldırgan uygulamalarına meşru bir zemin yaratma çabası içerisinde.

MGK bildirisi de gösteriyor ki, Kürtler açısından 12 Haziran seçimlerinin güvenliği ciddi bir tehdit altındadır. Ankara egemenliği, yargı, polis, asker üçlüsüyle Kürtler'in siyasal iradesini yok etmeye yönelme karar almış görünüyor.