“İnsan hakları ve özgürlüklerin güvencesi hukukun gücüdür. Hakları ve özgürlükleri güvenceye alan bir anayasa yoksa, bu haklar da korunamaz. Anayasanın 17. kez değişikliğe uğraması onun darbe anayasası niteliğini değiştirmez. Sadece AKP vesayetin niteliğini değiştiriyor. Askeri vesayet polis vesayetine dönüşüyor. Şimdi de HSYK uyum paketi hazırlıyorlar. Ve biz dahil hiçbir muhalefet partisinin önerisini dinlemiyorlar.” |
İnsan Hakları Günü, geçmiş yıllara oranla bu yıl çok fazla manşetlerde yer almadı artık böyle bir sorunu yok mu Türkiye’nin?
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin BM’de kabul edilişinin 62. yılı. Ve 30 maddelik Bildirgenin 28 maddesi, kişisel, siyasal, ekonomik, kültürel, toplumsal, kolektif hakları sıralar. Şimdi 28 maddeyi sırayla masanın üzerine koysak, hangileri karşılık buldu? Hiç birinin karşılığı yok. Sadece yanılsama var. Bir akvaryumun köşesinden bakıldığı zaman içindeki tek balığı iki balık gibi görebilirsiniz. Bunun gibi. Oysa kişi güvenliği, özgürlüğü, yaşam hakkı, işkence görmeme hakkı, yani bizim birinci kuşak haklar dediğimiz kişisel ve siyasal hakların karşılığı yok. Ekonomik, sosyal ve kültürel hakların, kolektif dayanışma haklarının Türkiye’de hiçbir karşılığı yok.
Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasının yolu nedir?
İnsan hakları ve özgürlüklerinin güvencesi hukukun gücüdür. Hakları ve özgürlükleri güvenceye alan demokratik, sivil, çoğulcu bir anayasa yoksa, bu haklar da korunamaz. Daha önce 86 maddesi değiştirilen bir anayasanın 17. kez değişikliğe uğraması onun darbe anayasası niteliğini değiştirmez.
Sadece AKP vesayetin niteliğini değiştiriyor. Askeri vesayet polis vesayetine dönüşüyor. Şimdi de kendi yargısını oluşturmak istiyor. Mesela mecliste gece yarılarına kadar çalışıyoruz. AKP mecliste HSYK uyum paketi hazırlıyor. Ve biz dahil hiçbir muhalefet partisinin verdiği önerilerin hiç biri kabul görmüyor, tartışma konusu bile olmuyor.
Hangi noktada karşı çıkıyorsunuz?
Bir defa ilkesel olarak getirilen düzenlemeye karşıyız. Çünkü örneğin özel ceza mahkemeleri olduğu sürece adil yargılanmanın ve savunma hakkının kullanılamayacağını düşünüyoruz. Bunların uyum yasaları adı altında yaptıkları değişiklikler Avrupa Birliği müktesebatıyla ilgili yoksa içsel bir gereksinimle yapılan düzenlemeler değil. Başmüzakereci Egemen Bağış, bir ara yaptığı açıklamada Türkiye’nin gelecek yıl AB fonlarından yararlanabileceğini söyledi. Bu fonlardan yararlanabilmek için belirli bir müktesebatın yerine getirilmiş olması gerekiyor. Bence bu kamuoyunun gözünde kaçırılan bir durum.
Siz Dolmabahçe’de ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki olaylarda öğrencilerin işkence gördüğünü söylediniz? Burada hangi insan hakları ihlal edildi?
Kuşkusuz burada söz konusu olana ‘orantısız güç’ denemez. Bu apaçık işkencedir. Biz her zaman olayların sonuçları üzerinde tartışıyoruz. AKP hükümeti kimseyi dinlemediği gibi öğrencileri de dinlemiyor. Karşısında da güçlü bir ana muhalefet partisinin olmayışı, AKP’nin ‘ben yaptım oldu’ tavrını dayatmasını kolaylaştırıyor. Örneğin Kürtleri dinlemiyorlar, Kürtlersiz Kürt sorununu çözmek istiyorlar. Emekçileri dinlemiyorlar, üretim sorununu emekçisiz çözmeye çalışıyor. Alevileri dinlemiyorlar, kadınları dinlemiyorlar ve gençleri dinlemiyorlar. 12 Eylül darbesinin getirdiği en önemli yasakçı, baskıcı, daraltıcı, üniversitelerin özgürlüğünü sınırlayan kürsü özgürlüğünü, bilimsel özgürlüğü yok eden YÖK polisle işbirliği yapıyor. Şimdi giderek sivil faşistlerle işbirliği yapılıyor. Devrimci, demokrat, yurtsever öğrenci gençliği baskı ve saldırı altında tutuyorlar. Örneğin son birkaç yıldır, Kürt gençliğine sistematik bir saldırı var. Örneğin Aydın Erdem geçen yıl Dicle Üniversitesi’nde barışçıl bir etkinlikte polis ateşiyle öldürüldü. Mayıs ayında yine barışçıl bir etkinlikte Muğla’da Şerzan Kurt öldürüldü. Tıpkı Uğur Kaymaz ve babasının davasını halkın gözünden kaçırarak Eskişehir’e götürüp orada dört faili akladıkları gibi şimdi de Şerzan Kurt’un davasını Eskişehir’e götürdüler. Yine halkın gözünden kaçırarak katil polisi aklayacaklar.
Yani bu hükümet kendi hukukuna da uymuyor, tanımıyor. Örneğin 82 Anayasasının 90. maddesi, kabul edilen uluslararası hukukun iç hukuk niteliği kazandığından dolayı bir anlaşmazlık halinde uluslararası hukukun üstünlüğünü esas alır. Ama mahkemeler buna uymuyor. Oysa Paris Şartı, Moskova Belgesi, Viyana Bildirisi barışçıl toplantıların izne bağlı olmadığını kabul eder. O zaman hemen 2911 sayılı yasanın değiştirilmesi gerekiyor. Bunu yapmıyorlar çünkü her hak arayanı potansiyel düşman ve terörist olarak görüyorlar.
Polis kamuoyunun gözü önünde şiddet uygularken bu cüreti hangi yasadan ya da zihniyetten alıyor?
Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu, polisi cesaretlendiren bir yasa oldu. 300’e yakın çocuk öldü, faillerin hiçbiri cezalandırılmadı. Yani hem yasanın cesaretlendirici bir yanı var hem de siyasi zihniyetin. Örneğin Başmüzakereci Egemen Bağış ne diyor; “Polise karşı kullanılan şiddet oldukça aşırıydı.” Daha komiği; üç buçuk yıldır Meclis’teyiz, bizimle bile diyalog kurmayan Başbakan kalkıp “özgürlük mücadelesi masada yapılır” diyor.
Siz aynı zamanda Meclis İnsan Hakları Komisyonu’ndasınız. Komisyon gündemine aldı mı polisin bu tavrını?
Nazım “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında/ ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında” diyor. Bizim komisyon da İnsan Hakları Günü’nün bile farkında değil. 21 kişilik komisyonun zaten 12’si AKP’li. Oysa İnsan hakları kültürünün hareket noktası; çoğunluğa karşı azınlığın hak ve özgürlüğünün savunulmasıdır. Ben orda azınlığım ama dışlanıyorum.
Ne zaman insan hakları açısından ağır bir konu gündeme gelmişse, bekliyoruz komisyon başkanı bizi çağırır diye. Örneğin Hrant Dink cinayeti devlet eliyle yapılmış bir cinayet. Bir komisyonun oluşturulmasını önerdim, kabul edildi. Ama ben komisyonun dışında bırakıldım. Nitekim çıkan raporda olay sadece yaşam hakkı ihlali olarak değerlendirildi. Diğer bir örnek; barışçıl bir Newroz toplantısı kana bulandı. Bir alt komisyon oluşturuldu. Ama faillerini açığa çıkarıcı bir rolü olmadı. Yine bir örnek; cezaevlerine gidiyorlar geliyorlar; ‘her şey yolunda’ değerlendirmesi yapıyorlar. Oysa 94 mahkum hasta var. 32 kişi sağlık nedeniyle yaşamını yitirdi. Bunlar gündemine giremiyor. Komisyonların görevi gerçeği açığa çıkarmak ve hak ihlallerini önleyici tutum almaktır. Ama ‘dostlar alışverişte görsün’ mantığıyla kurulmuş. AKP iktidarı döneminde yaşanan hak ihlallerinin üstünü örtmek için kurulmuş. Bunu çoğu kez dile getirdim; bu sizin yaptığınız AKP’ye, yani mensup olduğunuz partiye zarar getirir. Gerçekleri gizleyerek hizmet etmiyorsunuz. Asıl ihlalleri tespit ederek, açığa çıkararak ve bunları önleyerek yardımcı olabilirsiniz.
Komisyonun karnesini çıkarırsanız kaç verirsiniz?
Dört yıllık çalışmayı göz önüne alınca on üzerinden bir buçuk verebilirim.
Peki iktidarın 8 yıllık insan hakları karnesi?
Yine on üzerinden üç buçuk. Niye buçuklu; çünkü her şeyi yarım bırakıyorlar. Örneğin hükümet 2009 yılı sonunda taahhüt ettiği insan haklarıyla ilgili hiçbir önlem almamış. Örneğin insan hakları kurumu yasa tasarısı. Sonra ayrımcılıkla mücadele eşitlik kurulu taslağı bir türlü tasarı haline gelmedi. Polis, jandarma denetim mekanizması yine yasallaşmamış, yine işkenceye karşı sözleşmeye ek protokol onaylanmadı. Ama bunları gündeme getirip, konuşturup, kamuoyunda bir şeyler yapılıyormuş imajı yaratıyorlar.
AKP döneminde insan hakları ihlalleri sıralarsak ilk üçünü ne oluşturur?
Önce şunu söyleyelim. AKP iktidara geldiği zaman 59 bin mahkum sayısı vardı. Şimdiyse 120 bin 394 ve bunun yüzde 47’si tutuklu. Tutukluluk süresi açısından Avrupa’da birinci, Dünya’da üçüncü sırada. Tutuklu sayısı konusunda dünyada birinci sırada. Böyle bir şey olabilir mi? Tutukluluk cezaya dönüştü.
İkinci sırada ise; korku atmosferi ve yoksulluk geliyor. Virginia Sözleşmesi’nde “korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğü” en önemli maddelerden. Oysa bu hükümet her alanda korku üretiyor. Örneğin akademisyen bir arkadaşımızın öğrencilerle yaptığı telefon konuşması hükümet yanlısı bir gazetede aynen çıkıyor. Bu nasıl açıklanır.
Örneğin Konda’nın yaptığı araştırma Kürtlerin açlık sınırında olan yüzde 23’ünün açlık sınırında, yüzde 54’ünün yoksulluk sınırında olduğunu belirledi. Ama bu Türkler içinde geçerli. Açlık ve yoksulluk hızla derinleşiyor. Yarın demokrasiyi erteleyebilirsiniz. Adaleti erteleyebilirsiniz. Eşitliği ve özgürlüğü engelleyebilirsiniz ama ekmek talebini erteleyemezsiniz. Yarın bu örgütlü bir demokratik isyana dönüşecek. Ekonomik ve sosyal haklar baskı altına alınırken aynı anda kişisel ve siyasal haklar da baskı altına alınacak. Üçüncü sırada ise işkence ve kötü muamele var. Özellikle cezaevlerinde yaşam hakkı da tehdit altında.
Seçimler yaklaşırken, önümüzdeki dönemi nasıl görüyorsunuz?
Bu faşizan, baskıcı tutum önümüzdeki süreçte daha da belirginleşecek. Bakın, KCK adı altında Kürt muhalefeti tasfiye edilmek isteniyor. Devrimci Karargah adı altında da sol sosyalist muhalefet tasfiye edilmeye çalışılıyor. SDP ile TÖP’ün bir birlik projesi vardı. Bu birlik projesine ilişkin 5 sol sosyalist grup şu anda görüşmeler yapıyor. Bütün bunlar aslında iktidara ciddi bir tehditti. Şimdiden onun önünü kesmek için 21 arkadaşımızı içeri aldılar. Neyle suçlandıkları da hala bilinmiyor.
Önemli bir sorunumuz da ana muhalefetin iktidardan daha geride, muhafazakar ve ayrımcı oluşu. Hiç değilse iktidar bazı şeylerden söz ediyor, ana muhalefet ağzına bile almıyor.
Bu karamsar tabloya rağmen AKP’nin söz verdiği sivil, demokratik, özgürlükçü bir anayasayı gerçekleştirmesini bekliyor musunuz?
Şöyle bir tuzakla karşı karşıyayız. Seçime giderken bunu bir şantaj olarak kullanacak. Ama demokratik kamuoyunun beklediği anayasayı değil kendisine cumhurbaşkanlığının önünü açacak anayasayı yapacak. Yarı başkanlık sistemini getirecek ve diktatöryal bir rejimi daha da derinleştirecek. Bu nedenle bu seçim bizim gibi muhalif güçler açısından demokrasi ve emek güçleri açısından önemli bir propaganda zemini yaratıyor. AKP’yi deşifre etmek ve güçlerimizi birleştirmek için. Aksi taktirde önümüzdeki dört yıl nasıl aşabiliriz, kestirmek gerçekten güç. Bunun aşılabilmesi için parlamentodan daha güçlü bir temsil oluşturmak gerekiyor. Emekten demokrasiden, özgürlükten, barıştan ve adaletten yana güçlerin karşı bir hegemonya yaratması gerekiyor.
‘Önce Başbakan, Blair kadar cesur olsun’
Bu durumda ‘Kürt sorunu’nu nasıl bir süreç bekliyor?
Kürt sorunu konusunda, çözümün hem en yakın ama hem de en tehlikeli yerindeyiz. Bu sürecin provoke edilmesinden çok büyük kaygı duyuyorum. Seçimlerin en demokratik şekilde geçirilmesi için eylemsizlik ilan edildi. Bu çok önemli. PKK 7. kez eylemsizlik kararı alıyor. 6’sı heba edildi. Şimdi 7. kez heba edilmemeli. Önümüzde 5 aylık bir süre var. O nedenle her kurum, her birey, başta iktidar olmak üzere eylemsizliğin kalıcılığı konusunda çaba göstermeli, bir program yapmalı. İnsan hakları açısından en ağır tehdit hali savaş halidir. Şimdi insan hakları için, barış için, bir arada yaşamak için böyle önemli bir fırsat yakalanmış. Ama iktidar hala partimizin kamuoyundaki güvenilirliğini sarsmaya çalışıyor. Örneğin ‘Sin Fen gibi cesur olsunlar’ diyor. Bence önce Başbakan Tony Blair kadar cesur olsun.
Bizi mecliste bir türlü sindiremediler. Çünkü halkın temsilcileri olarak biz ordayız. Her birimiz sivil toplum hareketinden geliyoruz. Parlamento halkın parlamentosu değil. Egemen güçlerin parlamentosu. Örneğin Tuzla’daki ölümleri araştırıyoruz, bilmem hangi AKP’linin tersanesi çıkıyor. Örneğin Somalili korsanların kaçırdığı gemiler inceleniyor, AKP’lilerin çıkıyor. Sermaye adına orada varlar. Biz de ezilenler adına ordayız bunu bir türlü içlerine sindiremediler.
İNCİ HEKİMOĞLU