Kutay Meriç
Türkiye solu Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleye karşı tavır
alırken, Suriye halkının demokrasi ve özgürlük talebini görmezden
gelmemeli. Türkiye devletinin yakın vadede Suriye’yi işgal etmek gibi
bir politikası görünmüyor. Kriz, şiddetli bir iç savaş-mezhep savaşına
doğru evirilecek gibi duruyor
Suriye’de 2011’in Mart ayı sonlarına doğru başlayan rejim karşıtı gösteriler, emperyalistlerin doğrudan müdahaleleriyle giderek derinleşen iç savaş sürecine doğru evrildi. Esad rejimini sarsan bu iç savaş süreci, “Arap Baharı”nın özgün gelişme çizgisine sahip Mısır ve Tunus’u bir tarafa koyarsak, Libya’da olduğu gibi doğrudan emperyalistlerin hegemonyasında ilerliyor.
Emperyalistlerin müdahalesi ve aktif taşeron AKP hükümetinin “komşularla sıfır sorun”lu dış politikası, ülkemizin de içinde olduğu bütün bir Ortadoğu bölgesini sonu belirsiz bir kaosa sürüklüyor. Suriye’deki gelişmelerin din-mezhep eksenli kanlı bir iç savaşa dönüşebilme potansiyelinin, Türkiye dahil tüm bölgeyi etkileyecek sonuçları olacaktır.
Ortadoğu’daki bütün mezhebi fay hatları harekete geçti, bölgeyi kan gölüne çevirecek mezhep savaşının ayak sesleri duyuluyor. Türkiye’de Şii-Caferi topluluklardan Arap Nusayri vatandaşları, Alevilere kadar bütün gözler Suriye’yi izliyor. Suriye eksenli Ortadoğu’da ısıtılan[1] mezhep savaşı, Anadolu’daki geleneksel gericiliği de harekete geçirmiş durumda.
Suriye rejiminde emperyalistlerin isteği doğrultusunda yaşanacak bir değişiklik, Ortadoğu’daki bütün dengeleri alt üst edecek nitelikte. Suriye rejiminin devrilmesi, Ortadoğu’daki İran etkisinin kırılması ile sonuçlanacak bir süreci tetikleyebilir. İsrail’e karşı direnişinde, İran’dan gelen askeri yardımları[2] Suriye üzerinden alan Hizbullah’ın tasfiyesine yol açacak bir süreci başlatabilir. Bu durumda Lübnan, emperyalistlerin ve İsrail’in doğrudan çiftliği haline gelecektir. Filistin’deyse (Gazze’de), İsrail’e karşı güçlü bir direniş odağı olan Hamas’ın rehabilitasyonu ve bölünmesi ile sonuçlanacak bir süreç hızlanabilir.[3] İran etkisindeki Irak Şiilerinin hizaya getirilmesi de sağlanmış olur.
Ortadoğu’da İsrail ile birlikte iki bölgesel güçten biri olan İran’ın nüfuz hattının Suriye’den başlayarak mezhep savaşı yoluyla kırılması ve “Arap Baharı”nın “Fars sonbaharı” olarak ortaya çıkmasının koşullarının hazırlanması, bütün bu yaşananların uzun vadeli hedefidir. Suriye’de başlayan şey, emperyalistlerin İran savaşıdır.
Suriye’ye karşı girişilen Esad rejimini devirme harekatı, başarılı olana kadar devam etmek zorunda. Bütün bu olan bitenden sonra Esad rejiminin ayakta kalması ise İran’ın, Ortadoğu’daki bölgesel gücünün daha da artmasına yol açar.
Suriye’deki isyanın niteliği
Suriye’de 2011’in Mart ayı sonlarına doğru başlayan rejim karşıtı gösteriler, emperyalistlerin doğrudan müdahaleleriyle giderek derinleşen iç savaş sürecine doğru evrildi. Esad rejimini sarsan bu iç savaş süreci, “Arap Baharı”nın özgün gelişme çizgisine sahip Mısır ve Tunus’u bir tarafa koyarsak, Libya’da olduğu gibi doğrudan emperyalistlerin hegemonyasında ilerliyor.
Emperyalistlerin müdahalesi ve aktif taşeron AKP hükümetinin “komşularla sıfır sorun”lu dış politikası, ülkemizin de içinde olduğu bütün bir Ortadoğu bölgesini sonu belirsiz bir kaosa sürüklüyor. Suriye’deki gelişmelerin din-mezhep eksenli kanlı bir iç savaşa dönüşebilme potansiyelinin, Türkiye dahil tüm bölgeyi etkileyecek sonuçları olacaktır.
Ortadoğu’daki bütün mezhebi fay hatları harekete geçti, bölgeyi kan gölüne çevirecek mezhep savaşının ayak sesleri duyuluyor. Türkiye’de Şii-Caferi topluluklardan Arap Nusayri vatandaşları, Alevilere kadar bütün gözler Suriye’yi izliyor. Suriye eksenli Ortadoğu’da ısıtılan[1] mezhep savaşı, Anadolu’daki geleneksel gericiliği de harekete geçirmiş durumda.
Suriye rejiminde emperyalistlerin isteği doğrultusunda yaşanacak bir değişiklik, Ortadoğu’daki bütün dengeleri alt üst edecek nitelikte. Suriye rejiminin devrilmesi, Ortadoğu’daki İran etkisinin kırılması ile sonuçlanacak bir süreci tetikleyebilir. İsrail’e karşı direnişinde, İran’dan gelen askeri yardımları[2] Suriye üzerinden alan Hizbullah’ın tasfiyesine yol açacak bir süreci başlatabilir. Bu durumda Lübnan, emperyalistlerin ve İsrail’in doğrudan çiftliği haline gelecektir. Filistin’deyse (Gazze’de), İsrail’e karşı güçlü bir direniş odağı olan Hamas’ın rehabilitasyonu ve bölünmesi ile sonuçlanacak bir süreç hızlanabilir.[3] İran etkisindeki Irak Şiilerinin hizaya getirilmesi de sağlanmış olur.
Ortadoğu’da İsrail ile birlikte iki bölgesel güçten biri olan İran’ın nüfuz hattının Suriye’den başlayarak mezhep savaşı yoluyla kırılması ve “Arap Baharı”nın “Fars sonbaharı” olarak ortaya çıkmasının koşullarının hazırlanması, bütün bu yaşananların uzun vadeli hedefidir. Suriye’de başlayan şey, emperyalistlerin İran savaşıdır.
Suriye’ye karşı girişilen Esad rejimini devirme harekatı, başarılı olana kadar devam etmek zorunda. Bütün bu olan bitenden sonra Esad rejiminin ayakta kalması ise İran’ın, Ortadoğu’daki bölgesel gücünün daha da artmasına yol açar.
Suriye’deki isyanın niteliği
Geçen yıl Dera’da kitle gösterileri ve Esad rejiminin sert müdahaleleri ile başlayan Suriye isyanı, kısa sürede emperyalistlerin kontrolüne girdi. Başlangıçta baskıcı-otoriter Esad diktatörlüğüne karşı halk muhalefetine doğrudan ya da dolaylı olarak destek veren birçok bağımsız ilerici unsur, emperyalist müdahale çağrılarının başlaması ve inisiyatifi emperyalist güçlerin ele almasıyla geri çekildi.
Suriye’ye yapılan emperyalist müdahalede Müslüman Kardeşler ana sürükleyici güç. Esad rejimi ile “Müslüman Kardeşler” örgütü arasındaki mücadele, uzun ve kanlı bir geçmişe sahip.
Liderliğini Suriye ordusundan kaçarak Türkiye’ye sığınan Albay Riyad El Esed’in yaptığı Özgür Suriye Ordusu gibi rejimden kopan askerlerin oluşturduğu iddia edilen askeri örgütlenme ve çok sayıda birbirinden kopuk silahlı isyancı grup da var. Türkiye’de örgütlen(diril)meye çalışılan ve bütün muhalifleri bir araya getirmeyi hedefleyen ve ana gövdesini Müslüman Kardeşler’in oluşturduğu Suriye Ulusal Konseyi gibi girişimler, halk nezdinde meşru ve güçlü bir odak haline gelebilmiş değil.
Suriye’deki isyan, geldiği boyut itibariyle silahlı biçimlere dönüştürülmüş, kimi kent ve kasabaları kontrolü altına almış durumda. İsyancılar, Libya usulü kurtarılmış bölgeler yaratma noktasından hareketle, Esad rejimini yıkacak bir askeri çizgi izlemeye çalışıyor. Ancak Esad güçlerinin hava ve zırhlı birlikler saldırısına dayanabilecek askeri güç ve örgütlenmeleri yok.[4] Suriye ordusunun uzun bir geçmişi olan savaş deneyimi de ayırt edici faktör. Bunun için Libya benzeri (uçuşa yasak bölge ilanı, hareket eden bütün zırhlı birliklerin NATO füzeleriyle vurulması gibi) bir askeri desteğe ihtiyaçları var.
Rusya’nın ve Çin’in BM’de Suriye’ye yönelik askeri bir operasyonu engelleyen tutumları[5] , Suriye sürecinin Libya gibi olmasını engelliyor. Rusya, Akdeniz’deki tek deniz ikmal üssü olan Suriye’nin Tartus limanındaki üssünü kaybetme tehlikesi nedeniyle istemiyor.[6] Ayrıca, SSCB’’nin dağılmasından sonra bir dünya gücü olma iddiasına sahip Rusya’nın, Ortadoğu’ya en önemli müdahil olma kapısını (Suriye-İran) kolayca bırakacağını beklememek gerek.[7]
Rusya ve Çin’in BM vetosu nedeniyle Libya usulü bir müdahale mümkün olmadığından, daha uzun vadeli sürebilecek ve kanlı bir iç savaş ihtimalini de göze alarak muhalefetin silahlandırılması ve organize edilmesi yürürlükteki seçenek.
Bu noktada bir başka senaryo tartışılıyor: Silahlı isyancı güçlerin ihtiyacı olan üslenme alanı, Türkiye’nin Suriye sınırlarını işgal ederek bir tampon bölge oluşturması ile sağlanması ve isyancılar buradan organize edilerek Esad rejimi yıkılana kadar bir yıpratma savaşı sürdürülmesi[8] ya da Esad güçlerinin kuşatması altındaki kentlere “insani yardım” koridoru açılması.
İsyancıları Suriye içinde koruyup kollamak için bir başka öneri de Arap Birliği’nden geldi. Uluslararası planda kamuoyu oluşturma, meşruiyet sağlama ve asıl muhatap olma rollerini üslenen Arap Birliği, Suriye’de ateşkesin sağlanarak BM-Arap ortak barış gücü gönderilmesini öneriyor.
Ancak, silahlı bir hale dönüşmüş muhalefet hareketinin, Suriye’yi sürükleyecek büyük kentlerde Şam’da, Halep’te ciddi bir etkisi ve gücü yok. Esad rejimi halen halkın en az yarısının desteğine sahip.[9] Nüfusun yüzde 26’sını oluşturan Dürzî, Nusayri ve Hıristiyanlar, demokratikleşme-reform beklentilerine rağmen, Suriye isyancılarının açık Sünni Müslüman kimliği, Müslüman Kardeşler’in oynadığı kritik rol ve emperyalist müdahale nedeniyle isyanın yanında yer almıyor.
Buna isyandan uzak duran nüfusun yüzde 12’sini oluşturan Sünni-Kürtleri ve rejimle çıkarları gereği bütünleşmiş Sünni-Arapları eklediğinizde, muhalefetin halk desteğinin, Esad’a olan destekten neden daha az olduğu anlaşılabiliyor. Mevcut durumda Esad ülkenin her renginin “birliği”ni, muhalefet ise sadece Sünni Arapların bir bölümünü temsil ediyor ve giderek Müslüman Kardeşler örgütü taraftarları ile sınırlı kalabilir.
Güçlü demokratik kültür ve geleneklere sahip olmayan Suriye’de çok dinli, çok mezhepli, çok uluslu yapı, 60 yıldır baskıcı Esad rejimi altında ayakta duruyor. Sopa zoruyla beş benzemezi uzun yıllardır bir arada tutan Esad rejimi, doğası gereği demokratikleşemiyor.
Muhalefet denen kesim, bunun karşısında ne öneriyor? Ana gövdesi Müslüman Kardeşler olan Suriye Ulusal Konseyi adlı oluşumun Suriye’ye dair siyasi ufku nereye kadar? Çok partili sisteme geçmek dışında Suriye halkına demokrasi ve özgürlükler adına ne söylüyor? Mezhep kavgası ötesinde hiçbir şey.
Ortadoğu’daki politik dengelere dair neler tartışıldığı konusunda, iki Suriyeli muhalif liderin sözlerine bakmak gerek.
Suriyeli muhalif gruplardan Ulusal Koordinasyon Kurulu’nun Başkanı Heysem Menna’nın ifadeleri çarpıcı: “Suriye halkının diktatörlüğü, yabancıların sömürgeciliğine ve mandacılığına değişmesi mümkün değildir. Bu durum birçok açıdan Türkiye için de geçerlidir. İsrail’den söz etmeye gerek görmüyorum. Suriye’deki en önemli siyasi muhalifler, Golan’ı işgal altında tuttuğu, Yahudi yerleşkeleri yapmayı sürdürdüğü ve Filistinlilerin gasp edilmiş haklarını vermediği sürece İsrail’le ilişki kurmayı reddetmektedir.”[10]
ABD, Fransa ve Türkiye tarafından oluşturulan Suriye Ulusal Konseyi’nin başkanı Burhan Galyun’un Wall Street Journal’a verdiği uzun demeç,[11] konseyin niyetini ortaya koymak açısından önemli bir belge. Galyun, yeni Suriye rejimini anlatırken artık Lübnan’ın İsrail’le hesaplaşmanın sürdürüldüğü bir politik arena olmayacağını, Golan Tepeleri İle ilgili sorunun müzakerelerle çözüleceğini ifade ediyor. Hamas’la da artık eskisi gibi değil, FKÖ üzerinden ilişki kuracaklarını söylüyor. Ekonomik ve siyasi ilişkilerini ise Arap yarımadasındaki devletler ve Arap Birliği ile sürdüreceklerini açıklıyor. İran ile olan ölçüsüz ekonomik ve siyasi ilişkilere son vereceklerini söylüyor.
Galyun’un bu açıklamaları, emperyalistler ve İsrail tarafından ayakta alkışlanıyordur herhalde.
Suriye halkı ve muhalefetin diğer kesimleri, çoğunlukla bu nedenlerden dolayı her şeye rağmen baskıcı otoriter Esad rejimini, İhvan’ın ve Suriye Ulusal Konseyi’nin sonu belli rejimine tercih ediyor.
Suriye sorunu ve Türkiye’nin konumu
Aktif taşeron AKP’nin Libya’da yaşadığı yalpalamada, “model ülke” olarak emperyalistlere yaranacağım diye Mısır’da salyangoz satma babından laiklik övgüsünü, Kuzey Afrika’da treni kaçırdık bari Suriye’de yakalayalım telaşını, Türkiye’nin yeni Osmanlıcı dış politikasının medcezir manzaraları olarak izledik.
Türkiye’yi Ortadoğu’da emperyalizmin ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda bölgesel bir güç haline getirmek isteyen AKP, kanlı ve tehlikeli bir oyun oynuyor. Arap dünyasında bir türlü yer bulamayan lider ve model ülke olma iddiasının gerçekleşeceği sıçrama tahtasının Suriye olacağını düşünüyor. Suriye’yi yeni Osmanlıcı dış politikasının Arap dünyasına giriş kapısı olarak görüyor. Ortadoğu’da İran’ın nüfuzunun kırılması için elinden geleni yaparken, Suriye’yi nüfuz alanı haline getirerek Ortadoğu politikasında söz sahibi olmak istiyor. Ortadoğu politikalarında ve ülke içinde başına bela olan PKK’dan da kurtulmak için yeni fırsatlar doğacağını düşünüyor. “One minute” ile başlayan Marmara gemisi ile çuvallayan Filistin politikasında, İran’dan boşalacak yeri doldurmak istiyor.
Suriye’de yaşanacak gelişmeler ve siyasi sonuçları, emperyalizmin aktif taşeronu AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın “one minute’ şovlarını yerle bir etmeye yol açacak derinliktedir. Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen Kürecikteki füze kalkanını deneme atışı, AKP’nin İsrail yanlısı tavrının en açık örneğidir. AKP’nin hem model ülke olayım hem suya sabuna dokunmayayım politikası, Suriye krizi karşısında artık bitti. Suriye sorunu konusunda aktif ve başarılı bir tutum izleyemezse bütün model-lider ülke ve Yeni Osmanlıcılık hayallerinin sonu olur. Ancak AKP’de biliyor ki, Suriye rejimi postu pahalıya satacak ve Türkiye kendisini mezhep içerikli bölgesel bir savaşın içinde bulacak. AKP’nin düştüğü durum, kırk katır mı kırk satır mı durumu.
AKP, Ağustos ayındaki son Davutoğlu-Esad görüşmesine kadar Tayyip Erdoğan’ın Esad’a yüksek perdeden bağırmaları dışında muhalifleri örgütlemekle uğraştı. Türkiye’ye Suriye konusunda emperyalist planda düşen asıl görev, Suriyeli muhalefet örgütlerine ev sahipliği yapmak, silahlı isyancıları barındırma, eğitme, sığınmacılar için çadırkentler kurma oldu.
AKP hükümeti, partneri ABD ile birlikte “insani yardım amaçlı” Sünni Arapların yaşadığı Hatay-Yayladağı’nda çadırkentleri örgütledi. Esad rejimi sivil halkı katledecek, katliamdan kaçanlar bu yerleşkelere doldurulacak ve Esad rejimi aleyhine kara propaganda örgütlenecekti. Bu plan tutmadı, çadırkentlerin misafirleri beş-on bin arası bir Suriyeli ile sınırlı kaldı. Esad’ın şiddetin “dozunu ayarlaması” ve isyancıların silahlı mücadeleye geçişi, meydanı sivil halk hareketleri görüntüsünden silahlı güçlerin çatışmasına bıraktı.
Tayyip Erdoğan, emperyalistlerin Suriye’de bin bir türlü denge nedeniyle işi ağırdan alan tutumuna “petrolü yok diye Suriye'deki katliamı görmüyorsunuz“ diye serzenişte bulunmuştu. Üstelik, sürecin Libya gibi hızlı ilerleyeceği ya da ilerlemesi gerektiği tespitiyle Suriye krizinin daha ilk günlerinde elini belli etti, Esad rejimine veryansın ederek erken öten horoz durumuna düşmüş oldu.
Emperyalist plan Suriye rejimine iki seçenek sundu. Birincisi; Nusayrilerin iktidarı bırakarak siyasette, orduda, ekonomide etkisiz bir azınlık haline gelerek varlıklarını sürdürmesi. İkinci seçenek ise Tayyip Erdoğan’ın, "Suriye'de hâlihazırdaki durum bir iç savaşa, ırkçı bir savaşa, mezhepler arası ve toplumlar arası bir savaşa doğru gidiyor… Suriye'de yaşanacak bir iç savaş, bizi zora sokar ve tehdit oluşturur." (10 Ocak 2012 ) sözleriyle açıkça ifade ediliyor.
Türkiye devletinin Suriyeli isyancıların siyasi ve askeri örgütlerine ev sahipliği yaptığı ortadayken bu sözler, Suriye rejimine mezhep savaşı çıkarırız tehdidi olduğu açık değil mi?
İkinci seçenek, geçtiğimiz yıl Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun son Suriye ziyareti sonrasında çoktan uygulamaya koyulmadı mı? Davutoğlu’nun Suriye ziyareti (9 Ağustos), Özgür Suriye Ordusu’nun Türkiye’de yaptığı kuruluş ilanı (29 Temmuz) ve muhaliflerin kitle gösterilerinden silahlı mücadeleye geçişleri (6 Haziran-Cisr El Şuğur’da 120 polis öldürülmesi) aynı tarihlere rastlamıyor mu?
Davutoğlu’nun son ABD ziyaretinde, ağırlıkla isyancıların güçlü olduğu Humus’a kadar “İnsani koridor” oluşturulması konusu gündemdeydi. AKP hükümeti, “insani koridor” konusunda özel görev bekliyor. 24 Şubat’ta Tunus’ta yapılacak “Suriye’nin Dostları Konferansı”nın önemli gündemlerinden biri de bu olacak.
AKP, Suriye, Kürtler
AKP’nin Suriye sürecine aktif müdahil olma arzusunun belki de en önemli nedenlerinden birisi, Irak işgali sonrası Kürt devletinin kurulması benzeri bir tehlikenin önlenmesi. Suriye topraklarında oluşacak yeni bir Kürt devleti ya da temel ulusal haklarını kazanmış bir Kürt bölgesi (üstelik bu bölge PKK’’nın etkin olduğu ve kendisine çok sayıda militan kazandıran bir bölge), Türkiye devletine kendi ülkesindeki Kürt isyanı karşısında büyük bir pozisyon kaybettirecektir.
Hilmi Özkök ve sonrasında göreve gelen bütün genelkurmay başkanları, 1 Mart tezkeresinin çıkmamış olmasının Irak siyasetinde Türkiye’yi etkisiz hale getirdiğini, Kürdistan’ın kuruluşunun engellenemediğini, Kürt sorunu ve PKK ile mücadelenin zaafa uğradığını savunmuşlardı. Ayrıca bu generallerin geçmişte, nükleer silahlara sahip bir İran’ın Türkiye için de bir tehdit olduğu yolundaki açıklamaları ile beraber düşünüldüğünde Türk Silahlı Kuvvetleri ile AKP, Suriye konusunda büyük bir mutabakat içerisindedir.
Türkiye ile iyi günlerinde Kürtlere ve PKK’ye karşı her türlü baskıyı uygulayan Esad rejimi, Suriye’de yaşanan gelişmelerin ardından Kürtleri isyanın dışında tutma çabasıyla PKK çizgisindeki Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) faaliyetlerinin önünü açarak Kürtlere kimi haklar verdi.
Suriye muhalefeti de Kürtler üzerinde hesap yapıyor. Suriye Müslüman Kardeşler Siyasi Büro Şefi Muhammed Faruk Tayfur’un ''Biz yönetime geldiğimizde, Kürtlere, Suriye'nin birliği için sosyal ve kültürel haklarını verecek bir açılıma gideceğiz'' sözlerindeki “açılım” ifadesi, bütün Kürtler için ne kadar tanıdık.
Türkiye ise Suriye Ulusal Konseyi’nden, Adana anlaşmasına sadık kalacakları sözünü aldı.
Suriye ve MİT krizi
Geçtiğimiz günlerde yaşanan MİT krizinde Suriye sorunu, belki de arka planda kalan en önemli nedenlerdendi. Okyanus ötesinden gelen bu hamlenin hareket ettiricileri, sadece cemaatle-AKP arasında yeni rejimin iktidar güçlerinin paylaşılması kavgası olmasa gerek. Operasyonu meşrulaştırmak için ortaya atılan PKK’ya sızmış MİT’çilerin suç işlediği açıklamalarını bir tarafa bırakıp Hatay’da tutuklanan MİT’çilere bakmak gerekli.
Sığınmacı subay Hüseyin Harmuş’un Suriye’ye iadesi, önce kamuoyuna PKK’lılar karşılığında verildiği şeklinde yansıdı. MİT kavgasında ise 100 bin dolar karşılığı satıldığı iddia edildi. Ancak daha gerçekçi bir iddia, MİT’in Suriye’ye gönderdiği çok sayıda elemanın yakalandığı ve bunlardan bir kısmıyla takasın gerçekleştiği yolundaydı. Suriyeli isyancılarda büyük bir tepkiye neden olan bu olayın, Suriye ordusunun parçalanması sürecine negatif bir katkı yapmadığını kim iddia edebilir.
Yeni rejimin kurulma sürecinde, devletin çelik çekirdeğini ele geçirme ve kontrol altına alma kavgasının sonrasında ABD’ye brifing bile veren emniyet teşkilatının oluşmuş olduğunu gördük. Ancak MİT’te ciddi bir tasfiye ve yeniden yapılanma duymadık. Acaba Suriye konusunda MİT (aslında hükümet), işini gerektiği gibi yapamıyor mu? Fethullah Gülen Hareketi bize verin, biz alasını yaparız mı demek istiyor? Ya da Gülen Hareketine “şu işe de bir el atın” mı dendi?
Sonuç
AKP’nin tüm İslam dünyasına emperyalizmle (ve İsrail’le) uyumlu model ülke ve bölgesel güç olma hayallerinin, pratikte birçok önemli engeli var. Suriye bu engellerin hepsinin bir arada bulunduğu yer. Suriye konusunda sarpa saracak işler AKP’nin yeni rejimini sarsacak sonuçlara yol açabilir. Bu korkuyla olsa gerek Antakya’da ilerici-sol güçlerin yapacağı Suriye mitingi yasaklanabiliyor.
İslamcıların, Suriye’ye yapılan müdahalenin Ortadoğu’da emperyalistlerin ve İsrail’in işine yarayacak bir planın parçası olduğu çok açık bir şekilde ortadayken aktif destekçi olmaları, sahte yüzlerinin ortaya çıkmasına yol açacak bir zemini de oluşturuyor. Bolca istismar ettikleri “Filistin davası”nın bu sürecin sonunda nasıl bir darbe yiyeceği ayan beyan ortadayken, bu kadar aktif emperyalizm taşeronluğunu nasıl açıklayacaklar. Türkiye’deki İslami akımlar içerisinde sadece azınlık durumda olan İrancılar denilen bir kesim Suriye’ye müdahaleye karşı çıkıyor.
Türkiye’deki Arap-Nusayri toplumunun, geleneksel olarak sol politik tavır içinde olmalarıyla Esad rejimini savunan tutumları birleşince, Türkiye solunda Saddamcılığı da aşan başka bir vaka ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu duruma bir de Kürtlerle Esad’ın isyandan sonraki ilişkilerini de eklemek gerek.
Bu durum Türkiye solunda Suriye rejiminin değerlendirilmesi hakkında ciddi sorunlara yol açıyor, Suriye hakkında alınacak politik tutumlara yansıyor.
Esad rejimi anti-emperyalist bir rejim değil. Suriye’nin görüntüsü, 1980’lerin başındaki Türkiye gibi… Bütün mesele, korumacı ithal ikameci ekonomiden neo-liberal kapitalist düzene geçmeye çalışırken “Arap Baharı”na yakalanmış olmak. Esad rejiminin tepesindekiler, uluslararası tekellerin Suriye temsilcileri konumundalar. Dağılmadan önce SSCB yörüngesindeki milliyetçi küçük burjuva diktatörlüklerinden olan Suriye, sonrasında İran’ın nüfuz alanına girerek onun ekonomik-siyasi desteği ile yaşayan bir rejim haline geldi. Ki bu onu anti-emperyalist yapmıyor.
Baskıcı otoriter bir diktatörlük olan Suriye rejimi, bilinenin aksine laik bir rejim de değil. İslam hukuku, eğitimden medeni hukuka kadar devletin ve sosyal yaşamın geneline hâkim durumda. Suriye’deki bütün etnik, mezhebi farklılıklar ve bunların bir arada duruşu, halkın demokratik kültürü ve hoşgörüsü ile değil Esad’ın sopasıyla sağlanmış durumda. Esad rejiminde bu farklılıklar bahane edilerek korku politikası izlemek, bir yönetme biçimi.
Türkiye solu Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleye karşı tavır alırken, Suriye halkının demokrasi ve özgürlük talebini görmezden gelmemeli. Türkiye devletinin yakın vadede Suriye’yi işgal etmek gibi bir politikası görünmüyor. Kriz, şiddetli bir iç savaş-mezhep savaşına doğru evirilecek gibi duruyor.
Suriye sorunu konusunda sol, tavrını belirlerken, açık işgal ve bunun sonuçlarını beklemek yerine olan bitenin sürekli politik teşhirini esas alan bir çizgi izlemelidir. Suriye sürecinde sürekli politik karşı atakla AKP’nin ve onun emperyalizmle uyumlu İslamcılığının teşhiri etkili şekilde yapılmadır.
Sol, Suriye konusunda yalnız başına…
Dipnotlar:
[1] Geçen hafta Lübnan’ın Trablusşam kentinde Sünni militanlarla Nusayriler arasında çıkan çatışmalarda üç kişi yaşamını yitirdi.
[2] Bu yardımlar sayesindeki Hizbullah, İsrail’in 2006’daki Lübnan’ı işgal girişimini yenilgiye uğratmıştı. Bu direniş, altmış yıllık Arap-İsrail çatışmasında İsrail karşısında elde edilmiş ender başarılardan biridir. Hizbullah’ın direnişi İsrail ordusun yenilmezliği inancına büyük bir darbe olmuştu.
[3] Arap ülkeleri-ABD-Türkiye’nin baskıları sonucu, Halit Meşal, Hamas’ın yönetimine aday olmayacağını açıklayarak Suriye’nin başkenti Şam’ı terk etti ve Ortadoğu’nun en büyük ABD askeri üssünün bulunduğu Katar’a yerleşti. Diğer bir direniş örgütü İslami Cihad’ın lideri olan Ramazan Şallah ise Şam’ı terk ederek Lübnan’ın başkenti Beyrut’a yerleşti. Aralık ayı başında bir Hamas yetkilisi Türkiye’yi kastederek “Bize, utanmıyor musunuz? Yeter. Hemen oradan çıkın'” dediğini açıkladı. FKÖ üyesi olmayan Hamas ve İslami Cihad, FKÖ yönetim kurulu toplantısına katıldı. Doha’da Hamas-El Fetih tarafından Filistin’de seçim kararı alındı. Ancak Hamas liderleri gelişmelere göre tavırlarını değiştirebileceklerinin de sinyalini veriyor. Gazze’deki Filistin yönetiminin başbakanı İsmail Haniye Şubat ayı başında “İslam devrim”inin yıldönümünde İran’ı ziyaret ederek “İran’ın Filistin davasına karşılıksız şartsız destek verdiğini” söyledi.
[4] Arap yarımadasındaki gerici Arap rejimlerinin, özellikle Suudi Arabistan, Katar’ın isyanı açıkça destekledikleri, İngiliz ve Katar özel birliklerinin (aynı Libya’da olduğu gibi) çoktan isyanın güçlü olduğu kentlere geldiği ve isyancıları yönettiği artık daha fazla basında yer alıyor. Katar’ın isyancılara silah mühimmat, gelişmiş haberleşme cihazları ve Esad’ın tanklarıyla başa çıkacak Milan füzeleri verdiği vakayı adiyeden haberler durumunda.
[5] Daniel W. Drezner, - Foreign Policy’deki yazısında Rusya’nın tek itiraz noktasının aslında Akdeniz’deki tek ikmal üssü Tartus limanını kaybetmek istememesi olduğunu söylüyor. Küba’daki, ABD-Guantanamo üssü benzeri bir anlaşma yapılarak rejim değişikliklerinden etkilenmeyen bir çözüm öneriyor. http://www.velfecr.com/suriye-muhalefetini-silahlandirma-zamani-geldi-5906-haberi.html
[6] Mossad eski başkanı Efraim Halevy “Amerika, muhtemelen Moskova desteğini çektiği an yıkılacak olan Esed rejimini korumayı bırakması için Rusya'ya teşvikler sunmalı.” çağrısında bulunuyor.
Suriye: İran'ın Aşil Topuğu - Efraim Halevy http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=42924
[7] Çok sayıda İran ve Rus savaş gemisi Tartus limanında duruyor. Bu gemilerin büyük miktarda silah ve cephaneyi Esad rejimine getirmiş olduğu iddialar arasında.
[8] Tampon Bölge tartışması bu gerçek amacı saklanarak kamuoyuna, Türkiye’nin Saddam’dan kaçan Kürtleri ülke sınırları içinde ağırlamasının yarattığı sıkıntılar anlatılarak insani yardımın Suriye sınırları içinde yapılması gerekli diye sunuluyor.
[9] “ Katar Prensesi Şeyha Moza'nın başkanlığındaki Qatar Foundation'un yaptığı araştırmalara göre Suriye yönetimini içeride destekleyenlerin sayısı % 55'i geçmektedir.” Abdülbari Atwan / El Kuds'ül Arabi
[10] Yakın Doğu Haber http://www.yakindoguhaber.com/HD9855_istanbul-konseyi-dis-mudahale-ile-kuruldu.html
[11] Syria Opposition Leader Interview Transcript - WSJ http://online.wsj.com/article/SB10001424052970203833104577071960384240668.html