8 Ağustos 2010 Pazar

YAŞ ayaklar

AKP’li faşistlerle, Kemalist diktatörler arasındaki iktidar paylaşımı kavgası sürüyor. Yüksek Askeri Şura’da görüşülen iktidar paylaşımı konusudur. Yoksa başka ülkelerin de orduları vardır, oralardaki terfi ve emeklilik kuralları bellidir. Fakat sivili ve askeriyle hileli bir yapı içeren Türk devletinde terfi ve emeklilik işleri başka şekilde, iktidarı ele geçirmenin, sürdürmenin, ötekinin ayağını kaydırmanın veya kendi adamını yerleştirmenin bir aracı olarak ele alınır.
Polis teşkilatı ve MİT’i ele geçirmiş bulunan Türk-İslam hareketi şimdi ordudan pay istiyor. Ordudan ne kadar pay alır bilmiyoruz. Ordudan pay almış veya almamış olmasının bizim için bir anlamının olmadığını çok iyi biliyoruz. Osmanlılığa oynayan Türk-İslam faşizminin ne demek olduğunu Süryaniler, Rumlar, Ermeni azınlığı ve Aleviler iyi bilir. Özellikle Aleviler 90 yıldır sivil Türk İslam tetikçilerinden kaçıp, üniformalı tetikçiklere sığınıyordu. Yanlış bir sığınmaydı, ancak çaresizlerdi.
İktidar oyunlarında kapasitesinin üstünde bir rol alan ordu, aslında sokak desteğine çok fazla sahip değil. Türk ordusunun doğrudan desteklediği partiler çoğu zaman seçimi kaybeder. İki dönem iktidara gelen ve orduyla kavgalı olan Adnan Menderes’in Demokrat Parti’si bunun açık örneğidir. 12 Eylülden sonraki ilk seçimlerde ordu Turgut Sunalp’ın partisini desteklemiş, fakat seçimi Özal kazanmıştı.
Balyoz, darbe girişimleri, şu bu, Türk ordusu ile kökleri Osmanlılığa dayanan kesimler arasındaki kavganın bir tezahürüdür. Cumhuriyet kurulurken bir ölçüde kaybettikleri iktidarlarını, orduyu da en iyi şekilde kullanarak adım adım ele geçirdiler. Bir dönem darbeci solcuların, CHP’lilerin ve Alevilerin yanlış sığınağı olan ordu ise bu iktidar kavgasını, sol düşmanı sağcılığa yaslanarak sürdürüyordu. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri Türk-İslam faşizminin önünü açan, solun ve Kürtlerin anasını ağlatan darbelerdir. Avrupa ve Amerika’nın destek eğilimine göre bundan sonra ordu kazanır veya kaybeder. Ya da uzlaşırlar. Bu uzlaşma, cumhuriyet ilan edilmeden önceki İttihat Teraki ve Saray uzlaşmasının yüz yıl sonra yenilenmiş hali olur.
Türk Siyasal İslamı, ordu, iktidar ve zaman kullanmada çok ustadır. Uyduruk bir Ergenekon hikayesi ile işi alıp götürdüler. Aslında yüzyıldır Kemalist diktatörlüğün sokak tetikçiliğini yapan Türk Siyasal İslamı’nın bu numarasını herkes yuttu. Bize göre, Ergenekon eşittir Türk devletidir. Türk devleti, bir inanç biçimi olan Müslümanlığı öteki olana karşı sürekli tetikçi olarak kullanmaktadır. Gerçek Müslümaların, inançlarının bu kadar kötü kullanılmasından utanç duymaları gerekmetedir.
Faili devlet olan cinayetlerin tetikçilerinin yüzde doksanı sivil statüde olan Türk –İslam sentezinin elemanlardır. Ünal Erkan, Korkut Eken, Mehmet Ağar, Tansu Çiller, Devlet Ergenekonunun bir numaralı sorumlusu Süleyman Demirel, MHP’dir... Dikkat ettinizse, cinayetlerin çoğunu işleyen veya işleten sağcı ekiplere kimse dokunamamaktadır. Zaten Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanlığına, Erdoğan’ı başbakanlığa, bütün zamanların Ergenekon üyesi Cemil Çiçek’i hükümetlerin kilit noktalarına getiren, devletin aslını oluşturan Sağcı Ergenekon’dur… Kürt katili Abdulkadir Aksu da onların iyi bir elemanıdır.
Siyasal Türk İslamcılığında her yer Dörtyol, İnegöl, Trabzon ve Sakarya’dır… Ordunun sokak tetikçiliğini yapan Türk-İslam sentezi, sivil numarasına yatması gerektiği yerlerde orduyu karşısına almakta, sıkıştığı başka bir noktada ise, "ordu bizim başımızın tacıdır" demektedir. Referandum’da en çok "evet" oyunun Türk gericiliğinin en yaygın olduğu Konya, Trabzon, Sakarya, Yozgat, Sivas gibi yerlerde verileceğini göreceksiniz…
Şahlığa öfke duyan İran halkının başa getirdiği Ahmedinejad’lı iktidar biçimi ortadadır. Türk siyasal İslam’ı yaman bir iktidar oyuncusudur. Dini kullanarak 700 yıldır bu topraklarda işlemediği günah kalmamıştır. YAŞ’ta süren Kemalist Diktatörlerle, dini kullanan sivil faşistlerin mevki kavgasıdır.
Asli Ergenekon üyeliği oradakilere mensuptur…
Ordu ile AKP arasında demokrasi savaşının verildiğini öne sürenlere diyeceğimiz şey şu:
Yüzyıldır süren bu şapka ve külah değişimi oyununa alet olmaktan utanmıyor musunuz, halkı kadırırken hiç mi yüzünüz kızarmıyor?
Bir de aydın geçiniyorsunuz...
  Hasan Bildirici

HES'e karşı baltasıyla nöbet tutuyor


Karadeniz, eşsiz vadileri, ormanları, dereleri ve kıyı çizgisinden başlayarak, Kaçkar zirvesinde 3 bin 930 metreye kadar çıkan dağlarıyla Türkiye coğrafyasının en güzel yerlerinden biri. Derin vadilerdeki çok sayıda akarsu ve mevsimsel dere, şelaleler yaparak denize ulaşıyor. Karadeniz bugünlerde bu güzelliğini kaybetmesine neden olacak 700 HES'le mücadele ediyor. Hükümetin de desteğini arkasına alan HES şirketleri, bölgede girilmedik vadi, kullanılmadık dere bırakmadı. Akarsular, dağlardan sahile kadar birbirini izleyen iletim hattı ile santrale dönüştürülmek istendi ve dere yatakları susuz bırakıldı. HES'lere karşı yaşamı savunan Karadeniz İsyandadır Platformu, Derelerin Kardeşliği Platformu gibi çeşitli örgütlenmeler, eşsiz güzelliğin gelecek kuşaklara bırakılması için mücadele ediyor.

BU İŞE KARIŞMA

Karadeniz'de tehlike altında olan vadilerin bulunduğu illerden biri olan Rize'de 62 adet HES yapılması planlanıyor. Devasa şirketlere karşı Karadeniz insanın özgün duruşu ile Sinan Akçal da 'Ne öğrendiysem, tabiat anadan öğrendim' diyerek, baltasıyla 1 yıldır Çayeli ilçesine bağlı Senoz Vadisi'nde nöbet tutuyor. Senoz'un sembolü haline gelen Akçal'ı şirketler bir yıl boyunca rahat bırakmadı. Önce, 'Bu işe karışma' diyerek tehdit etti ardından ise 'bu işi bırak seni paraya boğalım' diye tekliflerde bulundu. Tehdide de, teklife de aynı kararlılıkla cevap veren Akçal'ın Senoz Vadisi'ndeki baltalı nöbeti gece gündüz sürüyor. Akçal, nöbet tutmaya başlamasını şöyle açıklıyor: 'Önce suyun boşa akıp akmadığını öğrendim, sonra bu sular olmazsa bizim olmayacağımızın kanaatine vardım. Atalarımın bu toprakları mekan tutmaktaki nedenleri araştırdım ve bu toprakların bizim olmazsa olmazımız olduğunu anladım. Ne idüğü belirsiz insan müsveddesi yaratıkların bu suları, bu toprakları elimizden almasına gönlüm razı olmadı ve bir şeyler yapmak lazım dedikten sonra mücadeleye başladım.'

HES'çilerin şantiyelerini bastıklarını anlatan Akçay, 'Baskınlar sayesinde tutanaklar tutuldu, cezalar kesildi. Her şeyi fotoğrafladım, saat saat çalışmaları görüntüledim. Peşini bırakmayınca pes etmek zorunda kaldılar' dedi. Akçal'ın en büyük dertlerinden biri de köylülerin ne olduğunu bilmeden üç kuruş para için HES'çilere topraklarını vermesi. Gerek şirketler gerekse şirkette çalışanların tehditlerine maruz kalan Akçal, 'Kendi köylülerimle de mücadele ettim. Çünkü HES isteyenler çoğunluktu. Fiili olarak birkaç defa tacize uğradım, tehditler aldım h‰l‰ da alıyorum. Tanımadığım insanlar silahla yolumu kesti, ölümle tehdit ettiler. Olmadı, yüklü miktarda para teklif ettiler. Ama hiçbirine eyvallahım olmadı. Netice itibariyle bu can bende oldukça bu topraklara bu canavarları sokmayacağım, bu bağlamda bütün duyarlı insanların, bu güzel coğrafyayı gelecek nesillere bırakmak için bize destek vermesini istiyorum' dedi. Tehditlere de, tekliflere de boyun eğmeden nöbetine devam edeceğini belirten Akçal, başına bir şey gelmesi durumunda bunun sorumlusunun devlet olacağını söyledi.

Evrim KEPENEK
İSTANBUL - DİHA

AKP hazır olda...

Yüksek Askeri Şura'da, TSK komuta kademesine müdahale edince askerin direnci ile karşılaşan AKP Hükümeti, açıktan yargıya müdahale ederek askerin "gönlünü aldı". Askerin, YAŞ sürecindeki tavrına kaynaklık ettiği iddia edilen, 102 asker hakkındaki yakalama kararı, AKP asker krizinin had safhaya ulaştığı bir sırada hükümetin müdahalesiyle daha önce aksi yönde karar veren İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından "sürpriz" bir şekilde kaldırıldı.

Böylece AKP, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eli ile Dolmabahçe'nin ardından askerle ikinci mutabakatını da oluşturdu. Dolmabahçe mutabakatı sonrası hükümetin dönemin genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt'a emeklilik sonrası kullanmak üzere oldukça pahallı bir zırhlı araç tahsis ettiği necip Türk basınına da yansımıştı. Bu kez ise gönül alma babındaki "hükümet jesti" buluşma öncesi geldi.

Haklarında, "kuvvetli suç şüphesi" bulunduğu gerekçesiyle 102 askerin hakkında çıkarılan yakalama kararı 15 gün sonra bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından görevlendirilen Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in girişimleriyle askerin isteği doğrultusunda kaldırıldı. Hükümetin, askerin isteği doğrultusunda yargıya müdahalesi, halen sürmekte olan Balyoz davasının da fiilen bitirilmesi oldu. Bu müdahalenin ardından herhangi bir mahkemenin bu davada vereceği kararın bağımsızlığı artık tartışmalıdır.

Ülkeyi "demokratikleştirme" yarışında rakip tanımayan AKP hükümetinin, "sivil güçlerle" olduğu kadar askerle de demokratikleşme konusunda iş birliğini elden bırakmadığı bir kez daha teyit edildi. "Demokratikleşme uğruna" yargı bağımsızlığını dahi feda eden AKP'nin 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne "demokrasi dahilindeki" müdahalesi askerin rahatsızlığını da gidermiş gibi görünüyor.

İstanbul 10. Ağır caza mahkemesinin on beş gün önce Balyoz Davası'nda yargılanan 25'i muvazzaf 102 asker hakkında verdiği yakalama kararı bir türlü vicahiye çevrilememiş bu süre içerisinde sadece bir emekli albay tutuklanabilmişti. Sanıklardan emekli orgeneral Çetin Doğan'ın kendi isteğiyle teslim olduğu soruşturmada adı geçen emekli ya da muvazzaf askerler yerleri bilindiği halde "yakalanamıyordu".

Askerin, Kara Kuvvetleri Komutanı olarak düşündüğü Orgeneral Hasan Iğsız'ın, YAŞ öncesi darbe soruşturması kapsamında ifade vermeye çağrılması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bu gerekçe ile Iğsız'ın atamasına karşı çıkması krizi derinleştirdiği iddia ediliyordu. Ancak Başbakan, Ergenekon'un Erzincan yapılanmasının bir numaralı sanığı olan 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk'in EDOK'a atanmasına ilişkin kararnameyi onaylarken bu asker hakkındaki soruşturmayı dikkate almadı. Ancak Başbuğ'un Iğsız yerine ikinci bir isim önermemesi sonucu KKK ataması da gerçekleşmedi.

AKP'ye yakın basın yayın kuruluşları ile bu mecrada kalem oynatan, görüş ifade eden liberaller tarafından, "sivil iradenin askeri vesayete son verme girişiminde son nokta" olarak değerlendirdiği kriz "demokrasinin kuralları" çerçevesinde nihayet "çözüme" bağlandı. Dün gece, İstanbul 11. Ağır Caza Mahkemesi'nin 102 sanık hakkında 15 gündür uygulanamayan yakalama kararını hükümetin müdahalesi ile kaldırması sonucu Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, isteklerini yerine getiren Başbakan'la görüşmeyi kabul ederek Başbakanlık konutuna çıktı.

Türkiye'deki yargı bağımsızlığını, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu bir kez daha gözler önüne seren süreç şöyle yaşandı. 15 gün önce İstanbul 10. Ağır ceza mahkemesi haklarında kuvvetli suç şüphesi bulunan 102 sanığın adliyeye getirilmesi için yakalama kararı çıkardı. Mahkemenin kararına uymayan sanıklar itiraz haklarını kullanarak hem reddi hakim hem de yakalama kararının kaldırılması talebinde bulundu. Ancak sanıkların talepleri mahkemece reddedildi. Bu süreçte başlayan YAŞ toplantılarının askerle hükümet arasındaki gerilimin merkez noktasını oluşturdu iddia edildi. Hükümet ne genelkurmay başkanlığına ne de kara kuvvetleri komutanlığına atama yapamadı.

Bu arada hükümetin KKK'na atamayı planladığı Orgeneral Atilla Işık, hükümeti protesto babında emekliliğini isteyerek, hükümetin elini bir kez daha boşa çıkardı.

Atama krizini aşamayan Erdoğan, hükümetinden savunma bakanı Vecdi Gönül ile askerlerden Jandarma Genel Komutanı Işık Koşaner'in ara buluculuklarından da sonuç alamadı. 30 Ağustos'a kadar görevde olan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Erdoğan ile görüşmedi. Sonunda, asker karşısında bir kez daha geri adım atan AKP Hükümeti'nin müdahalesi ile, 11. Ağır Ceza Mahkemesi 102 sanık hakkında çıkarılan yakalama emrine ilişkin sanık itirazını tatilden getirilen üye Hakim Oktay Açar'ın da oyu ile oy çokluğuyla kabul etti. Bir üyenin muhalefet şerhi koyduğu kararda son derece çarpıcı ifadeler yer aldı.

Geçmişte bir çok kişinin benzer kararlarla yakalandığının hatırlatıldığı kararda, "Uygulamada mahkememiz de dahil pek çok mahkeme İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin yaptığı gibi tutuklamak amacıyla yakalama müzekkereleri de çıkarmıştır. Ancak bunlardan hiçbirisi itiraz konusu olmamıştır. Kaldı ki; yasaların yanlış ya da eksik uygulanması, bu işlemin sürekli yapılmış olması onu hukuka uygun hale getirmez." denildi.

Yakalama kararında sanıklar hakkında kullanılan, "kuvvetli suç şüphesi bulunmaktadır" ifadesine yer verilmeyen 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin bozma kararına Üye hakim Metin Özçelik, muhalefet şerhi koydu. Sanık avukatları tarafından yapılan itirazın dahi usule uygun olmadığını ifade eden hakim Özçelik, bu aşamada itirazın mümkün olmadığını, tüm sanıklar yönünden itirazın reddedilmesi gerektiği görüşünü zabıtlara geçirdi. Hakim ayrıca, diğer mahkeme üyelerinden farklı olarak sanıkların ciddi biçimde kaçma tehlikesi bulunduğunun somut olarak anlaşıldığını, bu aşamada adli kontrolün yetersiz olacağını da muhalefet şerhime ekledi. Ancak hükümete gücü yetmedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe mutabakatının ardından görüşmenin kendisiyle mezara gideceğini söylemişti. Dün gece Başbakanlık konutunda gerçekleşen bir saatlik görüşmenin ülke demokrasisine olan katkıları konusunda umarız bir önceki kadar ketum davranmaz ve bu "demokrasi zaferini" kamuoyu ile paylaşır.

Zira birçok konuda evrensel değerlerin çok uzağına düşen Türkiye'de, teslimiyet de, "uzlaşma" adı altında topluma yutturuluyor.

canerdem2126@gmail.com