10 Ağustos 2010 Salı

Foucault'dan...

Fransız filozof Michel Foucault (Mişel Fuko), dünyanın birçok yöresinde birçok insanı etkiledi. Paris'li yıllarında onu dinleyenler, konferans ve seminerlerini izleyenler, kitaplarını 'yiyip yutanlar', kendilerine 'Foucault'nun öğrencileri' diyenler, bu işte elbette birinci 'kanal' rolünü oynadılar. 'Öğrencisi' olan ve belli bir süre sonra ülkelerine dönenlerden kiminin taklitten kaçınmadığı da görüldü. Bunu maalesef her zaman başarılı bir biçimde yapamadıklarını da saptadık.
Çevirilerinde herhalde en çok ihanete ugrayan filozoflardan biri Foucault'dur. Türkiye'de bu konuda pek çok örnek vermek mümkün. Burada kimi çevirideki Fransızcadan Türkçeye aktarım yanlışlarını, Türkçe ifade bozukluklarını, anlamların anlamsızlaştırılmalarını anlatmayacağım. Bu özel ve ayrı bir makale konusu olabilir. Bunların çevirmenleri, çeviribilimini, filozofları ve felsefeseverleri ilgilendiren meraklı konular olduğundan eminim. Çevirinin ihanet, çevirmek eyleminin katletmek anlamına geldiğini doğrulayan örneklerdir bunlar.
Elbette özgürce yaşamış, yaşarken kavramlar önermiş, kavramlar geliştirmiş, düşünçe ve düşünmek için yol gösterici olmuş bir filozofun, yapıtlarının, yaklaşımlarının tanıtılması yararlıdır. Yararlı olmaya adaydır. Ancak bunun hakkıyla yapılması gerekiyor. Onun yazdıklarına hakim olarak, yani iyi bilerek yapmak lazım çeviriyi de, tanıtımını da. Nasıl her Türkçe bilen çevirmen olamazsa her Fransızca veya İngilizce konuşan da çevirmen olamaz. Çevirmenlik kendine özgü bir meslektir. Kurallarıyla. Bu meseleyi ayrı bir biçimde irdelemek lazım.
Burada Foucault'nun az bilinen bir yönüne, çalışma disiplinine, çalışmak ugraşına verdiği öneme ve arşivciliğine değinmek istiyorum. Keşke değişik mekanlarda Foucault'nun 'şubesi' rolünü oynayanlar, onun çalışma disiplinini örnek alsalar. Çünkü Foucault, Paris'te, o yıllarda Richelieu sokağındaki, Milli Kütüphane'de düzenli ve özel bir araştırmacı gibi sabahtan kapanış saatine kadar dirsek çürütüyordu. Neredeyse en disiplinli bir devlet memuru gibi, sabahtan akşama. Sessiz bir çalışkan, inanılmaz derecede arşiv meraklısıydı. Arşiv sevdasını Foucault'ya aşılayan Georges Dumezil'dir. Oysa, değişik coğrafyalarda 'şube' rolüne soyunanlar, Milli Kütüphane'nin kaç kapısı olduğunu bilmezler. Foucault'ya biçimsel açıdan öyküneceklerine onun çalışma disiplinini ve bilimsel etiğini, bilimsel meslek ahlakını benimsemeliydiler. Ama maalesef çoğu bunu yapamadı. Çünkü bu onlar için çok zor(du). Dahası 'Foucault'cular', etiksizliği, mesleki ahlaksızlığı bayrak yapıyorlar. Madem ki birçoğu alabildiğine çalıp çırpıyor: Foucault'dan ve diğerlerinden.
'Foucault'cu' olduklarını iddia edenler onun veya benzerlerinin ileri sürdüklerinin her yerde, her zaman, ve işin ölçüsü kaçırılınca yapıldığı gibi, 'sonsuza dek' (niçin olmasın !!!) geçerli olacağını bile iddia ediyorlar.
Fransız, Alman ve anlosakson filozoflar, düşüncelerinin, savlarının, öğrencileri olduğunu iddia edenlerce evrenselleştirilmeye tabii tutulacağını, Arjantin'e, Cezayir'e, Birmanya'ya, Türkiye'ye tatbik edilmek isteneceğini bilemezlerdi. Böyle bir şeyi tasarlayamazdılar. Çünkü, onlar, üçüncü dünyanın değişik kentlerinden gelenlerdeki ölümüne takım tutma alışkanlığını bilmiyorlardı. Bilselerdi mutlaka yeni bir felsefî konu daha önerebilirlerdi.
Foucault'nun ve diğerlerinin belli konular ve belli durumlar için ileri sürdüklerini evrenselleştirmeye heveslenenler post-modern filan değil, bizatihi çok-moderndir. Post-modernizmi bir tür tarikatçılığa çeviren yeni tür bağnaz takım, konuyu akıllara durgunluk veren bir esrar, gizem ve bulut içinde sunuyorlar. Amaç tekel olmak ve bunu kimselere kaptırmamak.
Kimsenin umurunda değil. Ama komik olan anlatıklarının anlaşılmazlığıdır. Anlamadılar ki anlatabilsinler. O nedenle şu soruyu sorabiliriz: Kapalı kapılara omuz atan ve kimi kez açan, mahkumların, 'azınlıkların', kağıtsızların savunmasını karşılıksız üstlenen Foucault'nun ürkek öğrencileri nerelerdesiniz?

Türkiye “Sol” Hareketlerindeki Milliyetçi Virüs

Bu yazı Türkiye sol hareketinin tahlilinden ziyade, yazının seyri içinde Türkiye sol’una (Türk “solu” demek daha doğru olur) ve zaaflarına değinilmekle birlikte,  Türkiye sol hareketinin bir parçası olan fakat unutulan yada unutturulan bu coğrafyanın kadim halklarının sol hareketlerine özelliklede Ermeni devrimci hareketine odaklanmıştır. Amacımız bu coğrafyadaki Sosyalist Hareketlerin TKP öncesine denk gelen tarihine değinerek unutulan sosyalist önderlerini hatırlatmaktır.

Osmanlı unsurlarının Bilimsel sosyalimle karşılaşmaları
19.yy’da Avrupa’da Marx’ın deyimiyle bir komünizm heyulası dolaşırken Osmanlı toprakları da bundan azade olamazdı. Avrupa’daki gelişmeler Osmanlı gazetelerinde geniş bir şekilde yer almaktadır. Avrupa politikasının anlaşılması bakımından yayınlanan bu yazılarda  Dolaylı olarak da olsa Marx’ın hayaleti Osmanlı coğrafyasındadır. Ancak Müslüman-Türkler arasında okuryazarlık oranının düşüklüğü nedeniyle bu haberlerin tamamıyla yönetici sınıfın bilgilenmesine yönelik olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz: 1871 tarihli Hakayik-ul Vakayi’nin 9 Şubat sayısında Fransız-Alman Savaşı’na ilişkin bir habere Karl Marx imzalı Alman başbakanı Bismarck’ın Fransa’ya karşı izlediği politikayla bütün Avrupa’da özgürlüğü boğduğunu ifade ederek Bismarck’ı  eleştiren  bir yazı  eklenmiştir. Kerim Sadi bu yayınla ilgili olarak  “Marx imzasiyle   Demir Başvekile yapılan bu yaylım ateş de gös­teriyor ki, bundan 94 yıl önce, -Daily News gibi sütunlarını hür dü­şüncelere açan İngiliz gazetelerinden aktarma yazılarla- gazetelerimizde, cumhuriyet ve hürriyet fikirleri serbestçe savunuluyordu; çevirme yoliyle, mudlakiyete ve despotizmi temsil edenlere karşı savaşılıyordu.” Demektedir. Avrupa’daki devrimci harekete ilgi duyulduğundan değil, bir şeyin farkında olmadan yayınlanan yazılarla Osmanlı okurları –okur yazar olanlar- dolaylı yoldan da olsa Sosyalizmle tanışmaktadır. Aynı yıl, beş altı ay aralıkla Karl Marx ismi, Karl Marx ve Karlo Marn şekliyle karşımıza çıkıyor.  Kari Marx’ı Karlo Marn biçimine sokan Terakki gazetesi, Marx’ın 1871 Paris Komünü ile ilgili bir mektubunu sunarken; onu Enter­nasyonal adındaki asiler şirketinin başkanı olarak takdim etmeyi de unutmaz:
"Enternasyonal nâm ussât Şirketinin Reisi bulunan Karlo Marn nâm şâhsın Berlin'den bir ahbabına yazdığı mektubun bir sureti Pari Jurnal nâm gazetede mûnderiç olup bazı fıkarât-ı garibeyi hâvi olduğundan hulasaten nakil ve terceme eyledik.”
1871 yılındaki gazeteler doğaldır ki Avrupa politikasını izlerken Paris Komününe de kayıtsız kalamazlar.  1871 Paris Komünü de gazete sayfalarında  yer alır. Takvim-i Vakayi'de 1871 Paris Komünü ile Birinci Enternasyonal'dan bahseden yazılar oldukça büyük bir yekûn tutmakta; ve -ayrı bir in­celeme konusu teşkil edecek kadar- önem taşımaktadır. Matbaa-i Amire'de basılan Takvim-i Vakayi, bilindiği gibi, Devletin resmî gazetesi idi: "Cerîde-i resmiye-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye." Takvim-i Vakayi, 3 Muharremülharam 1289 tarihli ve 1463 numaralı sayısında, Fesat Cemiyeti olarak kabul ettiği Enternasyonal'e yüklen­mekte ve, Millet Meclisi'ne sunulan projeyi yedi madde halinde ak­tarmaktadır. Görüldüğü gibi resmi gazete de kayıtsız kalamamaktadır. Ancak bu ilgi Osmanlı yöneticilerine verilen bir bilgi notu olarak algılanmalıdır. Efkarı umumiyeyi ilgilendiren bir mesele değildir.
1871 Paris Komünü sonrasındaki Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yayımlanan Türkçe gazetelere göz attığımızda, Sadrıâzam Âli Paşanın kalemiyle Enternasyonale hücum edildiği gibi, şu veya bu sebeple, onu korumayı üstüne alanların da çıktığını gö­rüyoruz. Sadrazam Ali Paşanın siyasi muarızlarından Namık Kemal'in imzasıyla Paris Komününün  savunulduğu ibret gaze­tesinde, Enternasyonal'in de savunulmasına şahit olunmaktadır. Ancak bu Savunma Kemal’in Komünü anladığı, komünden etkilendiği anlamına gelmez. Komün döneminde Paris’te bulunan Türkler, olaylardan bir şey anlamamışlardır. Mete Tunçay, Paris komünü örneğinin Osmanlı gazetelerindeki yansımasının ilginçliğine işaret eder:  “Bu bakımdan bir 1870 Paris Komünü örneğinin bile, solcu muhtevasına nüfuz edilmeksizin, siyasî hürriyet terimleriyle görülmüş olması, ilgi çe­kici bir olaydır.” Komün Kemal tarafından siyasi muarızlarına karşı bir araç olarak kullanılmıştır.  Gazetenin yazarlarından Nuri Bey, Komün üzerine açılan tartışmalardan birini ihtiva eden sayıda, Batı'daki kapitalist-işçi savaşına dokunduktan sonra, grevleri de haklı göstermiş ve Enternasyonali tanıtmağa çalışmıştır. İbret’in Komüne ilişkin yazılarından Kerim Sadi söz eder:
Nuri Bey'in makalesi Medeniyet başlığını taşıyor. Muharrir, bu makalesinde, Enternasyonal'in, cehil yüzünden, memleketçe tanın­madığını söylüyor; ve, bu Cemiyetin maksadını izaha gayret ediyor:
"Enternasyonal namiyle maruf olan Cemiyet ki Avrupa'nın bazı mahallerinde garazen burada ise cehlen asayiş-i umûmîyi ihlâle saî bir heyet bilinmiştir. İşte o cemiyetin maksadı sırf medeniyetten murad olunan neticeyi hâsıl etmektir.
Bu cemiyetin maksadının husulünü tesrî için esbapta bazı şiddet göstermesinden korkuluyor. Vakıa bu suret muhtemeldir. Fakat şimdiye kadar göstermedi, ileride gösterirse kullandığı vesait takbih olunur. Lâkin yine maksadını talisine mecburuz.
"Bir memleket şimendiferler, yollar, caddeler, gazlar, tiyatrolar, çalgılı kahveler, bunlar gibi zevk ve ihtiyaca müteallik ne kadar esbabı cami olursa olsun mademki herkes orada sa'y nisbetinde müstefit olmak bakımından mahrumdur, orada sahihen medeniyetin vücudu nasıl tasavvur olunabilir?"
Avrupa'nın hemen her tarafından amele güruhu yürekler dayanamıyacak bir haldedir. Bir fabrikacı mâlik olduğu sermayesi kuvvetiyle birkaç bin kişiyi esir gibi kullanıyor. Gördükleri işin onda birine mukabil olacak derecede bile ücret vermiyor. Öyleyse niçin çalışıyorlar? Ya ne yapsınlar? Ameleden biri ücretin kılletinden dolayı bir fabrikayı ter-kettiği takdirde başka fabrikaya kabul olunmaması için fabrikacıların ittifakı var."
Ya amele niçin öyle bir ittifak etmiyorlar? Evet, işte Enternasyonal Cemiyeti o ittifakı tavsiye ediyor. Ve hîn-i vukuunda icap eden muavenet-i nakdiyede de asla kusur etmiyor. Bunun üzerinedir ki ekser mahallerde amele bil'ittifak işlerini tatil ediyorlar. Ve fabrikacıları bir dereceye kadar eskisi gibi suret-i gayr-i meşruada müstefit olmadan mahrum bırakıyorlar."Şunu da derhal söylemek gerekir ki, makale yazarı, kapitalist dünyasının tenkidini ve Enternasyonal'in savunmasını, Müslüman Osmanlı sıfatiyle ve İslamcı açıdan yapmıştı. Yani, omuzunda îtti-had-ı İslâm bayrağiyle ve sömürülen islâm ülkelerinin derin bir uykudan sonra gözlerini ovuşturmağa başlıyan burjuvazisi adına konuşuyordu. Filvaki, başta Kemal Bey olmak üzere, ibret gazetesini çıkaranlara göre, İslâm birliği mukaddes bir fikirdi; ve İbretçiler bu birliği özliyen hamiyyet sahiplerinin önüne düşmekle övünüyorlardı. Bu sebeptendir ki, makale yazarı, Batı medeniyetinin aksaklıklarını göstermek için işçinin yoksulluğunu ele alıyor; ve bu vesile ile de -cebir ve şiddete başvurmamak yani zor kullanmamak gibi ihtirazi bir kayıt­la-, Birinci Enternasyonal'i alkışlıyor. Bundan sonra da, inandığı tezi ileri sürecektir: Batı'nın arayıp bulamadığı uygarlık İslâmiyette vardır.: "Medeniyetin zikrolunan tarifine İslamiyetin ahkamı tamamiyle muvakıf olduğundan eslafta Müslümanlar her milletten ziyade mütemeddin oldukları gibi asrımızda dahi milel-i mevcudeye bu bapta tekaddüm kabiliyetine maliktirler... Biz ki Müslümanlarız şeriata tevfikan maddi ve manevi asayişi mucip olacak ittihadımızın husulüne sa'y ediyoruz. Biz ki Müslümanlarız, Avrupalıların arayıp bulamadığı medeniyetin İslamiyette mevcut olduğunu göstermeğe cehd ediyoruz..."
Kerim Sadi’den yaptığımız uzun alıntıdan görüldüğü gibi komünden söz edilmesi araçsaldır. Şerif Mardin, bu körlüğü yada ilgisizliği şu sözlerle açıklar.  “Öncelikle, Türkiye yakın zamanlara kadar Marksist fi­kirlerin kök salamadıkları ve Marksist partilerin köprübaşı oluşturamadıkları bir ülke olarak tanınıyordu. Türk Marksizminin teorisyenleri, muhtemelen tüm dünyadaki Marksist teoriye katkıda bulunanların en yetersizleriydiler. Bu kavra­yış eksikliğinin, endüstriyel alt yapı yokluğuyla hiçbir ilişiği yokmuş gibi görünüyor. Yüzyılın başlarında, ömürlerinin on-beş yılından fazlasını Londra, Paris ve Cenevre'de Abdülhamid'e muhalefetle geçiren Jön Türkler'in hiçbiri, ister yayın­larında, isterse bilinen mektuplaşmalarında olsun, bir kere bile Marx'a atıfta bulunmayışları, Türk siyasî düşünce tari­hinin çarpıcı bir özelliğidir. Bununla birlikte, Marx'ın böylesi bir ihmali, I. Dünya Savaşı öncesinde Avrupa'da bulunmuş Japon ya da Çin entelektüellerinin bir karakteristiği değil­di. Şerif Mardin Marxizm’den bu denli uzak durmanın gerekçesini Marxizmin statükoyu bozucu niteliklerinde bulmaktadır. Gerçekten Osmanlı  olsun devamı Kemalist aydınların temel kaygusu statükonun devamına ilişkindir.  “Marksizmin Türklere böylesine tatsız gelmesinin sebeple­rine dair bir ipucu, Türkiye'de komünizmin aforoz edildiği dönemlerde, Kemalist yönetimin ileri sürdüğü gerekçelerde bulunabilir. Saldırının dayandığı ana fikir, Marksizmin sınıf çatışması teorisine dayanan zararlı bir doktrin olduğuydu.”
İmparatorluktaki diğer etnik unsurların sol gruplarına baktığımızda, Müslüman – Türk unsurlarda olduğunu gördüğümüz statükonun iz düşümü bu unsurlarda yoktur. Bir burjuvazi ve çağdaş terimlerle düşünebilen bir inteligentsia yaratmış olduğu söyleyebileceğimiz topluluklar, Rumlar, Bulgarlar, Ermeniler ve Selanik Yahudileriydi. Milliyet ve sosyalizm gibi yeni fikirler imparatorluğa Avrupa’dan sızıyordu ve Gayrimüslim unsurların Avrupa’yla daha yakın ilişkileri Osmanlı İmparatorluğuna sosyalizmin sokulmasında yaşamsal rol oynadıkları kesin bir biçimde göstermektedir. Müslüman –Türk toplumunun durağanlığının aksine Etnik unsurlarda toplusal tabakalaşmanın Müslümanlarınkinden daha belirgin olduğunu vurgulayarak. Bu tabakalaşmanın da bu unsurların bilincini etkilediğini ve sosyalist bilincin bu unsurlarda daha kolay filizlenip özümsendiğini belirtelim. Engels’in, Komünist Manifesto’nun 1888 tarihli İngilizce baskısına yazdığı 20 Ocak 1888 tarihli önsözündeki: “Bundan birkaç ay önce İstanbul’da yayınlanması beklenen [Komünist Manifesto’nun] Ermenice çevirisi, bana söylendiğine göre , yayıncı Marx’ın adını taşıyan bir kitap yayınlamaktan korktuğu, çevirmen de kitabı kendi eseri gibi göstermeye yanaşmadığı için gün yüzüne çıkamamıştır”  sözlerinden Manifestonun 1887 tarihinde Ermenice’ye çevrildiğini anlıyoruz. Ermeniler çok erken sayılabilecek bir dönemde Marxizm’e ilgi duymuşlardır.

Türk “solu”nun kaynağı ve TKP üzerine kısa bir projeksiyon
Bilindiği gibi bütün sol ve sosyalizm iddialı gruplar ve partiler, milatlarını Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşuna dayandırır ve kurucu olarak da Karadeniz’de trajik bir şekilde hayatı sonlandırılan Mustafa Suphi öne çıkarılır. Ondan önceki Sosyalist hareketler ve sosyalist militanlar hatırlanmaz. Türk milliyetçisi İttihatçı rejimin Anadolu’da yeniden tesisinin mücadelesi olan Kurtuluş Savaşı’na destek olmak için Anadolu’ya gelirken katledilen Mustafa Suphi’nin bu tavrı başlı başına “sol” hareketin Kemalizm’e  teslim olmasıyla sonuçlanacaktır. Trajik ölümün, Mustafa Suphi’nin ideolojik yetersizliğinin ve Partinin zaaflarının üstünü örtmesi, bu yetersizlik ve zaafların tartışılmaması, tartışma geleneğinin oluşmaması ve özeleştiri  mekanizmasının gelişmemesi, zaafların gelenek olarak günümüze taşınmasını neden olmuş ve yanlışlıklar zinciri ile yanlış ideolojik hat  pekiştirilmiştir. Kırmızı yanlışlara dokunulmamıştır.
TKP Anadolu Hareketini yanlış tahlil etmiştir. Eylül 1920 deki bir raporda “ Mustafa Kemal Paşa ile Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın verdiği bilgilere göre, hükümet ve ordu çevrelerinde bolşevizme karşı duyulan tasvip ve sempati duygusu artmış bulunuyor ve hatta isyan hareketinin kimi üst düzey yöneticileri komünist olmak istemektedir” sözleri partinin gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Parti bu görüntünün Sovyetlerden yardım alma amacıyla verildiğini anlayamamaktadır. Parti, İttihatçılığı ve  Kemalistlerin İttihatçı geçmişini unutmuştur. TKP, Ethem Bey hareketinin karşısında Ankara’nın yanındadır. TKP, Ethem Bey’le arasında derin bir mesafe koyar: “[B]izler Ethem’in ve yandaşlarının Batı Cephesi’nde, Anadolu Cephesi’nde devrimci Anadolu hükümetine karşı çılgınca, anarşik çıkışını lanetliyoruz. Anadolu’daki devrimci hareketin destekçileri olarak bizlerin bu gibi şahıslarla hiçbir ilişkisi ve hiçbir ortak yanı olmamıştır ve olamaz.” Görüldüğü gibi Kemalistlerin iktidar mücadelesine devrimci nitelik atfedilmiştir.
 Kemalizm’in, “sol” tandanslı eski teslimiyetçi TKP unsurlarınca kurumsallaştırılması da ayrı bir etkendir. Sonuçta İttihatçı rejimin Anadolu’da yeniden tesisi Kurtuluş Savaşı olarak algılanacaktır.(Mustafa Kemal bile başlangıçtaki kurtuluş savaşından söz etmez, önüne koyduğu bir Türk-Yunan savaşıdır. Sivas mebusu Rasim Başara’ya kongre sırasında bu görüşünü ifade eder. Mustafa Kemal’in asıl kaygısı iktidarının tesisidir. Kurtuluş Savaşı efsanesi iktidarın meşrulaştırılması için sonradan geliştirilmiştir. )  Dönemin ideolojik iklimini şekillendiren İttihatçılık, Mustafa Suphi ve arkadaşlarında da egemendir. Suphi ve arkadaşlarının kendilerini komünist olarak ifade etmeleri ittihatçı geçmişleriyle bir kopuşu yansıtmaz. Dolayısıyla, Parti her ne kadar Marxizm’den söz etse, dilinde bu jargonu kullansa da İttihatçı gelenekten gelen Mustafa Suphi ve diğer yöneticiler kendilerini milliyetçilikten arındıramamışlardır. Cilasun, TKP’nin bıraktığı belgelerden  “TKP kadrolarının hakim ulus milliyetçiliğine karşı tavır almada bir hayli ayak sürüdüklerini göstermektedir” yargısına varmaktadır. Ayrıca TKP önderi Mustafa Suphi’nin Sultan Galiev’in etki alanının içinde olması ve Galiev’in proleter ulus kavramını özümsemesi bu algıda önemli bir etkendir. Bu etki alanı içerisinde milli mücadelenin niteliği anlamlandırılamamıştır. Bu durum devrimci harekete geleneksel bir zaaf olarak sirayet etmiş Kemalistlerin Anadolu’daki iktidar mücadelesi olan milli mücadeleyi anlamlandıramamaya, yanlış anlamaya sebep olmuş, hakikatin kadrolara ve  kitlelere yanlış empoze edilmesi sonucu kitleler ve kadrolar yollarını şaşırmıştır. Bu gün kendilerini  devrimci olarak niteleyen hareketlerin ideolojik sefaletinin arkasında bu gelenek yatmaktadır.
Tarihini unutan bir sosyalist hareketin değil kitlelerle bağ kurması kendini var etmesi düşünülemez. Bu bakımdan sosyalist hareket tarihini köklerini bilmek elzemdir. Bilmezse bugün olduğu gibi celladına aşık olma ihtimali  yüksektir. Kapitalizme karşı olunmadan dolaşıma sokulan anti-emperyalizm de ayrı bir manipülasyon aracıdır.  Bu yanlış bilinç uzun bir dönem Türkiye “sol” hareketini esir alarak Kemalizm’e yedekleyerek. Sosyalizmin enternasyonal karakteri unutularak, milliyetçi bir çizgi izleyecektir.
Devlet yanlısı “sol” ve şiddetin meşruluğu
Türkiye “sol”unun millici tavrı anlaşılmaz değildir. Osmanlı aydınının temel kaygılarının  “Devletin bekasını temin” olması, Osmanlı aydınlarınca kurulan sol hareketlerinin  de karakteristiğini belirler[1] ve bu hareketlerin temel zaafını oluşturur. Hiçbir Osmanlı aydını ve sosyalist hareketi bu yönden devleti karşısına almaz, dolayısıyla bu temel özellik Rus devrimcileriyle arasındaki en önemli temel ayrılığıdır[2]. Ki Rus devrimcileri önlerine devletin yıkılmasını koyarken Türk devrimcilerinin böyle bir kaygıları yoktur. Doğaları yada temel zaafları gereği devletin yanında yerlerini almaktan çekinmezler. Mustafa Suphi’nin tavrı da bundan azade değildir. Osmanlı paşalarının iktidarlarını güçlendirme operasyonuna destek olmak için hayatını Karadeniz’de noktalamıştır. 
Ancak diğer etnik unsurların bünyesinde oluşan sol hareketler bu kaygıyı taşımadıklarından radikal karakterde ve ulusal sorunu da önlerine koyan niteliklerinden ötürü Müslüman-Türk etnik kökenli “sol” aydınlar yada bunların kontrolünde oluşturulan sol hareketlerden farklıdırlar ve farklı bir çizgi izlemişlerdir. Bu farklılık Osmanlı unsurları arasında  işbirliğini geliştirmeyi önlediği gibi. Farklı etnik kökenli örgütlerin Osmanlı yurtseverliğinin hararetli savunuları olmaları da ciddiye alınmamış yabancı ajanı gözüyle bakılmışlardır. Yok sayılmanın bir gerekçesi de bu olsa gerektir.
“Devletin bekasını temin” geleneğinin yada zihniyetinin temsilcileri olarak “sol” hareketlerin devleti karşılarına alacak bir tavır geliştirmeleri düşünülemez. Diğer etnik kökenden gelen aydınların yada sol hareketlerin böyle bir kaygıları da yoktur. Üstelik bu gruplar Roza Luxemburg’un Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili düşüncelerine vakıf ve bu düşünceleri özümsemiş ve rehber edinmişlerdir. Roza,   Osmanlı İmparatorluğunda ulusal savaşım sorununu  incelemiş ve sosyal demokratların nasıl bir tutum benimsemeleri gerektiğini önermiştir. Vardığı sonuç şudur: “Türk yönetiminin hantallığı kapitalizmi bile üretmekte yetersiz olmuştur -nerede kaldı ki sonunda sosyalizmi türetebilsin; onun için, ne kadar çabuk yıkılır ve ulusal kurucu öğelerine ayrılırsa o kadar iyi olur- o zaman, bu geri bölge, tarih diyalektiğinin olağan sürecine katılabilecektir.” Roza Luxemburg’un tavrını bilen etnik unsurların sosyalistleri, kendi düşüncelerine meşruluk sağlayan bu görüşleri çekici bulup özümsemişlerdir.  
Birinciler, devleti restore etmeyi kısa ve uzun programlarında önlerine koyarken. İkinciler son kertede özgürlüklerini Osmanlının yıkılışında görmektedirler. Bu tavır iki kesim arasındaki temel düşünce farklılığıdır. Bu bakımdan birincilerin Kemalizmin etki alanına girmesini kolaylaştırmışken. Diğer kesim ise 1. savaş sonrasında oluşan reel politik gereği bu coğrafyadan zor yöntemi kullanılarak tasfiye edilmiştir.

Bu bakımdan iki grubun farklı düzlemde ve farklı kulvarları tercih etmeleri aralarındaki işbirliğini neredeyse imkansız kılmıştır. Bu bakımdan Türk Solu diğerlerini görmez ve kendi resmi tarihine koymaz.
Ayrıca Ticaret yada sanayi burjuvazi temeli olmayan bürokratik burjuva temelli 1908 hareketi diğer etnik kökenli merkez kaç eğilimli hareketlere düşman olduğu gibi ötekileştireceği farklı burjuvazi için yeni bir terim geliştirecektir: “komprador”, oysa Müslüman-Türk burjuvazi çok istemesine rağmen böyle bir tarihsel fırsatı yakalayamadığı için batı penceresinden bakan bürokratik burjuvazi diğer batı penceresinden bakan etnik kökeni farklı burjuvaziyi zor kullanarak yok ettiği gibi bu unsurları da etnik temizlikten soykırıma varan bir yelpazedeki uygulamalarıyla yok etmiştir. Burada bir kez daha vurgulamakta yarar vardır ki; Kapitalist sistemi güçlendirmek yada Türk-Müslüman sermaye yaratma projesi olan devlet kapitalizminin yanında olup etnik kökeni farklı olan sermayeyi “Komprador” sayarak dışlamamın sol düşünceyle bir ilgisi yoktur. Olsa olsa kapitalizme bir başka açıdan yedeklenme olur.

İttihatçılar/Kemalistler, diğer etnik grupların radikal istemlerinin kendi iktidarlarını sarstığının farkındadırlar, bu tehlikenin farkında olanlar EDF ile işbirliğinde olduğu gibi bu hareketleri kontrol etmek etkilerini minimize etmek için ellerinden gelen çabanın azamisini sarf etmekten geri kalmazlar, nitekim EDF’nin  ve diğer partilerin Soykırım sürecinde direnişi etkisizdir
Bu devletçi yapıdan dolayı içkin olan antidemokratik karakter aynı zamanda sol hareketlerin genel zaafını oluşturması bir başka tehlikeyi de beraberinde taşımaktadır: Devlet gibi davranmak, zor kullanmak, şiddeti özümsemek. Bu şiddeti birbirine uygulamak artık olağan sayılmaktadır. Bu pratik devlet geleneğinde yeterince vardır. İktidar için kardeş katli![3]
Resmi “sol” tarihte işçi hareketlerinden söz edilir lakin etnik kökeni farklı diye önderlerinden söz edilmez. Mürettibin cemiyetinin grevinden övgüyle söz edilerek bu grev olay  Türkiye  işçi hareketinin kilometre taşlarından biri  olarak nitelenirken, bu grevin önderi Palu’lu Ermeni önderi Karekin Kozikyan’ dan (Yessalem)[4] söz edilmemesi Türkiye sol hareketinin içindeki Milliyetçi virüsünden, İttihatçı damarından kaynaklanmaktadır. İttihatçıların “sol” harekette kolayca yer almaları da anlaşılmazdır. 1915 Soykırımının baş aktörlerinden iki yüz bin Ermeni’nin  katledilmesinden sorumlu Deyr Zor mutasarrıfı Salih Zeki (Zor) Divan-i Harp’te yargılanmaktan kurtulmak için gittiği Bakü’de TKP içinde kolayca yer bulabilmiş. Hatta Mustafa Suphi ile Mustafa Kemal arasında irtibatı sağlayacak bir işleve  kavuşabilmiştir. Bakü Doğu Halkları Kurultayında 1915’te Ermeni halkının başına gelenlerin Amerikalı enternasyonalist  John Reed[5] dışında kimse tarafından dile getirilmemesi de bu etkenlerden kaynaklanmaktadır.  TKP’nin  Ermeni Sorununa bakışında İttihatçı söylemin dışına çıkamıştır. Ermeni Soykırımını mukatele olarak algılaması ve  adlandırması sonucu olarak, Teşkilat-ı Mahsusa elemanı  Salih Zeki gibilerle ilişkiyi mahzurlu görmez. Karabekir, Maçka’da kafileden ayırdıkları TKP elemanlarına ilişkin “Türkistan’daki hidmet-i mezküreleri hakkındaki müteaddit zevatın şahadetlerinie binaen… serbestiye mahzar” olduklarını kaydeder. TKP, Yanı başında Ermenistan yok edilirken de seyircidir. Ermenistan’da Taşnak’ların devrilmesini alkışlarken, Ermeni halkının katledilmesini görmez.
Ermeni Devrimci hareketi ve diğer etnik kökenli sol hareketler
1 Mayıs’larda proletarya’nın yüzyıllık mücadelesi özenle vurgulanmaya gayret edilse de bu mücadele’nin nasıl olduğu ya da nasıl bir önderlikle yürütüldüğü hususu özellikle es geçilir. Geçilmek zorundadır. Türkiye’de her şey Türk olmak zorunda olduğundan; Türk futbolu, Türk mutfağı…  gibi, Türkiye “solu” da Türk olmalı ve Mustafa Suphi gibi bir Türk kökenliden başlamalıdır. Bu şekilde bu coğrafyada sosyalizmin öncüsü olan Ermenilerin, Elenlerin, Musevilerin, Bulgarların, Makedonların adları anılmasın. Bu tavır bilgisizlikten değil  doğrudan Türk “solu”nda mevcut İttihatçı/Kemalist genden kaynaklanmaktadır. Bu yanlış bilinç bir sistem dahilinde yeniden üretilmektedir.
Bu coğrafyada Sosyalist Hareket Mustafa Suphi’den çok önce başlamış ve oldukça ilerleme kaydetmiştir. Mustafa Suphi Selanik İttihat kongresinde Eğitim bakanlığı isterken Selanik sokaklarında proleter grupların istekleri farklıdır: Mustafa Suphi Kongrede ,iktidar isterken Selanik proleterleri, iş, ekmek ve özgürlük istemektedirler. Mustafa Suphi’nin Jön Türklere karşı muhalefete geçmesi istediği bakanlığın verilmemesinden sonradır. Komünist harekete katılması ise daha da sonraki bir tarihe rastlar. Kurucusu olduğu Partinin kuruluşunda eski İttihatçılar baştadır ya da eski İttihatçıların Bakü Kurultayı öncesinde kurdukları partinin dönüştürülmesi olarak da nitelenebilir.
Avrupa'nın öteki imparatorluklarının tersine, Osmanlı imparatorluğu'nda kültürel egemenliğini, sosyalist hareketi de denetlemesine elverecek kadar sağlamlıkta kurmuş her­hangi bir etnik grup yoktur. Partiler ve organizasyonlar kendi cemaati çerçevesinde örgütlenir ve etkinlik gösterirler. Diğer unsurlara çağrı yapmalarına rağmen başarılı oldukları söylenemez. Bu bakımdan Gayrimüslim  etnik unsurların  daha gelişkin olduğu, "hâkim milliyet"in (yani Türklerin) ise, henüz bir ulus olma bilincini edinme sürecinde yaşadığı ve bir sosyalist akıma önderlik edecek konumda bulunmadığı gibi diğer etnik unsurlarında etkinliği kabul edilmemektedir. Örneğin uluslararası bir sosyalist parti ya­ratmak için Ergatis'i yayımlayan İstanbul nüfusunun en geniş kesi­mini oluşturan Rumların kurduğu Türkiye Sosyalist Merkezi gibi bir etnik  cemaat örgütünün Osmanlı sosyalizmine önderlik etmesi kabul görmez. Etnik unsurların rekabet halinde oluşu (zaman zaman birlikte davransalar bile) işbirliğini güçleştirmektedir. Bu kısa süreli de olsa etnik unsurlar arasında işbirliğini gerçekleştiren bir Balkan federasyonu perspektifli Selanik İşçi Federasyonudur. SİF 1909 Mayıs-Haziranı'nda bir grup militan Sefarad Ya­hudi (A. Benaroya,[6] A.J. Arditti, D. Recanati, J. Hazan) ile bazı Bulgar ve Makedonlar tarafından kuruldu ve aynı Ha­ziran ayında İkinci Enternasyonal'e üyelik için başvurdu. Enternasyonal'in Osmanlı Seksiyonu olarak Türkiye İşçi Partisini meydana getirecekti. Bu istek, Uluslararası Sosya­list Büromun 7 Kasım 1909 günkü toplantısında görüşül­dü. Büro sekreteri Camille Huysmans, toplantıya Enter­nasyonal'in 1907'de Türkiye Ermenistanı altbölümü üyeliğe kabul etmiş olduğunu hatırlattı. O zaman, ancak Türkiye'de yaşayan bütün milliyetleri kapsarsa, bir Os­manlı Seksiyonunun örgüte alınması kararlaştırılmıştı. Bu durumda, Vaillant'ın önerisiyle, SİF'nun Osmanlı Seksiyo­nu olarak değil, bir Selanik İşçileri altbölümü diye kabu­lüne ve Uluslararası Sosyalist Büro'da tek oyla temsil edil­mesine karar verildi. Federasyon, işçilerin mücadelelerinde önemli bir yol göstericilik rolü oynuyor, Selanik işçilerini somut örneklerle, durma­dan örgütlenmeye ve sınıfsal dayanışma bilincine erişmeye teşvik ediyordu.
Dört dilde[7] Haftalık olarak yayınladığı gazetelerinde yerel işçi yaşayışına ilişkin yazıların yanısıra, Rabotniçeski Vestnik'te ve daha sonra yayınladığı  Sliidaridad Obradera’da da çağın önemli so­runlarına değinen makaleler yayımlandığını görüyoruz. Federasyon'un haftalıkları,  Federasyon yandaşlarına bir siyasal bilinç vermek amacında oldukları şüphesizdir. Bu yayınlar za­manın sorunlarını en küçük bir sakınmaya başvurmaksızın sosyalist bir görüş açısından inceleyen süreli organ­lardır. Bu organlarda çıkan bazı yazılar açıkça "kuramsal" nite­liktedir. Özellikle A. Tomov ve A. Benaroya -en çok da Rabotniçeski Vestnik sütunlarında- Balkan sosyalizminin bü­yük sorunları üstüne gitmekten hiç çekinmemişlerdir. İlgi­lerinin odak noktası, ulusal sorundur. Millî bayrak adına hareket eden burjuvazinin proleter kitlelerini sömürmesi nasıl önlenebilir? İşçilerin bilincini engelleyen etnik ve din­sel ayrılıkların nasıl üstesinden gelinebilir? Balkan fırtınası­nın tam yüreğindeki Selanik için, en önemli konu buydu. Zamanın başka birçok önemli sosyalist önderi gibi, Benaro­ya ve Tomov sosyalizmin millî husumetlere galebe çalaca­ğından emindiler. Ellerinde dayanılmaz bir silâh olduğuna inanıyorlardı. Bu silâh federatif ilkeydi. Hepsi birden Os­manlı proletaryasını oluşturan çeşitli ulusal gruplar arasın­daki ayrılıklara, bir sendikalar ve siyasal örgütler federasyonuyla son vermek amacındaydılar.



Anahid Ter Minasyan, 1887 Ermeni Sosyal Demokrat Hınçakyan Partisinin kuruluşundan, 1921’de Doğu Ermenistan’ın Sovyetleştirilmesi dönemine kadar, Ermeni Devrimci hareketinin milliyetçilikten ayrılmadığını ifade eder, bu bir bakıma ezilen bir ulus için dönemin siyasal iklimine de uygundur. Ermeni devrimci hare­ketleri’ne baktığımız da Anahid Ter Minassian hiç de bulanık olmayan bir yargı veriyor: "1887'den Moskova Antlaşmasının Anado­lu'da bir Ermeni vatanı kurma tasarılarını sona erdirdiği 1921'e kadar, Ermeni kurtuluş hareketi içinde sosyalizm milliyetçilikten ayrılamazdı. Kafkasya Ermenileri, ulusal hareketin evrimine -terimin geniş anlamıyla- sosyalizmi kat­tılar..." MİDÖ, Taşnak ve Hınçak gibi gruplar, Sultan Hamit rejimine karşı şiddet ve militanlık yollarıyla mücadele etmeyi önerdikleri ölçüde, sosyalist oldukları kadar anarşist olarak da görüle­bilirler. Kurtuluş Hareketlerinde Sosyalizm ile milliyetçiliğin  birbirinden ayrılmaz biçimde iç içeliği eğilimi diğer etnik unsurların sosyalist organizasyonlarında da farklı değildir.  Makedonya İç Devrimci Örgütü de (MİDÖ) Makedonya'yı Türk yönetiminden kurtarıp bütün halklara açmayı, aynı zamanda onu rakip kiliselerin ve devletlerin egemenliği al­tından çıkarmayı amaçlayan bir örgüt olarak tanımlanıyor. Örgütün kendisi  sosyalist bir örgüt olmasa bile önder­lerinin sosyalist olduğu ve  Makedonya'daki çoğu sosyalistlerce de  desteklenmektedir.
Ermenistan'da, hepsi de aydınlar tarafından kurulan ilk siyasal partiler, 1885'te Van'da kurulan Armenakan, 1887'de Cenevre'de kurulan Sosyal Demokrat Hınçakyan, 1890'da Tiflis'te kurulan Taşnaksutyun ya da Ermeni Devrimci Fe­derasyonu’dur  (EDF) . Bunların amacı, Doğu Anadolu vilâ­yetleri için, Berlin'de söz verilen reformların yapılmasını sağlamak ve Osmanlı İmparatorluğu Ermenilerini devrimci olarak yetiştirmekti.
Bu partilerden  birincisi demokratik ve liberal bir partiydi; üyeleri   ve etki alanı Osmanlı coğrafyasında ki Van yöresiyle sı­nırlıydı. Diğer ikisi, Kafkaslar'ın Ermeni aydınlarınca ku­rulmuşlardı ve sosyalistliler. Rusya ve Avrupa üniversitele­rinde eğitim gören bu Ermeni aydınlarının -tıpkı Rus intelligentsiası gibi- Mesihci ve devrimci bir vizyonları vardı. Ermeni halkını Asya karanlığından çekip çıkar­mak, ekonomik gerilik ve siyasal bağımlılıkla savaşmak ve halkı daha Batılı bir uygarlığa yöneltmek istiyorlardı. Plehanov'un dostları olan Hınçaklar, kendilerinin Marxist oldukları savındaydılar, fakat kültürce de zihniyetçe de hep halkçı (popülist) olarak kaldılar. Sosyalistliği önceleri çok belirgin olmayan EDF, Rusya'nın devrimci sosyalizmi ile Jaures'in sosyalizmi arasında tereddüt etti. Er­meni sosyalistlerini Rus İmparatorluğu'nda sınıf savaşı ile Osmanlı İmparatorluğu'nda ulusal savaşım yürütme arasın­da bir tercih yapmaya zorlayan, Rusya'nın 1905'teki dev­rimci bunalımını sağ atlattı. 1907'de İkinci Enternasyonal'e kabul edildi. Bu partilerin her üçü de, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermeni çiftçileri siyasal bakımdan eğitmeyi, haydutlara ve Kürt kabilelerinin yağma ve şiddet hareketlerine olduğu gi­bi, Ermeni vurguncuların açgözlülüğüne ve Osmanlı me­murlarının gaddarlıklarına da karşı öz-savunmalarını ör­gütlemeyi kendi görevleri sayıyorlardı. Silâhlı fedai grupla­rına, zorunlu olmadıkça herhangi bir yere saldırmamaları, güç durumdaki köylere yardım etmeleri, Hıristiyan teb'ayı eğitmeleri ve onları her türlü baskıya karşı direnmeye, yü­reklendirmeleri talimatı verilmişti. Ermeni devrimcileri, sosyalizmi (çağdaşlaşma ve adalet gibi) ekonomik ve toplumsal sorunlara, hatta daha önemli­si, etnik çeşitlilikle kültürel uçurumların kural olduğu Doğu'da milliyet sorununa cevap verebilecek almaşık bir ide­oloji sayıyorlardı. Fikrî sosyalizm ve varlığı birçok devlet sınırının çaprazla­masına kesen (transnational) bir halkın gitgide büyüyen sosyalizmi Ermeni Sorunu'nun çözümüne yardım edebilir­di; ama bunu, altında uluslararasıcı (enternasyonalist) öğ­reti ve taktik olmadan yapamazdı. Sosyal Demokrat Hınçak Partisinin  azami programı sosyalist bir programdır. (ek.1)  Asgari programında, demokrasi ve özgürlük vurgulanır. (ek 2) Ermeni Devrimci Federasyonu’nun (Taşnaksutyun)  bildirisi bu bakımdan tüm unsurları kucaklar niteliktedir. (ek 3)
 Hınçak, Taşnak ve diğer Sosyal Demokrat Ermeni sosyalistlerinin, Kafkaslar ötesin­den (1905 Devrimi) İran'a (1906-12 anayasacılık hareketi) ve Osmanlı İmparatorluğu'na (1908 Jön Türk Devrimi) ka­dar Doğu'da gelişen devrimler çemberine, katılmalarının da nedeni budur. Şunu da ilave edelim Anadolu’da tabanı olmayan İTC’nin örgütlenebilmesi için Ermeniler örnek bir dayanışma göstermişlerdir. Jön Türk bildirilerinin Anadolu’ya ulaştırma ve dağıtımında rol almalarının yanında İttihat kulüpleri Hınçak ve Taşnak Kulüplerinin bitişiğinde açılırken, Ermeni örgütleri kuruluşunda kurucu üye olarak da desteklemişlerdir. İTC güçlendiğinde Ermenilere ihtiyaç kalmayacak onları kadim topraklarından kazıyacaktır.
 Birinci Büyük Savaş, Osmanlı İmparatorluğu halkları için bir felâket oldu. 1915 yılında yapılan tehcir ve Soykırımdan sonra, sağ kalan militanlar eliyle, göçürülenlerin ve sığınmacıların toplan­dığı Yakın Doğu ülkelerinde Hınçaklar ve Taşnaklar parti­lerini yeniden kurdular ve topluluklarının sürgünde nasıl korunacağını  tartıştılar. Taşnaklar Sosyalist Enternasyonalle ilişki­lerini yeniledi ve Sovyet rejimini eleştirdi, Hınçaklarsa onu destekledi. İlk Ermeni komünistleri Hınçaklardan çıktı. Bunlar, İran, Suriye-lübnan ve Mısır’da komünist partilerin kuruluşunda tarihsel roller oynadılar.
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermeni sosyalist basınından söz edersek  Haraç (İleri), Azadamard (Özgürlük Kavgası) ve Aşhkadank (Emek) gazetelerini de anmak gerekir.
(Vorwaerts'in Ermenicesi olan) Haraç, 31 Mayıs 1909'da Erzurum'da Yegişe Topciyan[8] tarafından kurulmuştu. Önce iki haftada bir çıkıyordu, bir ara günlük oldu, sonra 1914'e kadar üç haftada bir yayımlandı. 1911'de başyazarlığına Şavarş Misakyan[9] getirildi. İlk sayının başyazısı, Haraç'ın programını açıklamaktadır. (Doğu) Anadolu'nun en büyük kenti olan Erzurum, Yerkir'in [vatan] de başlıca şehridir. O yılın Mart-Nisan aylarındaki bunalım sırasında, Erzurum'daki ordu Jön Türklere başkaldırmış ve Ermeniler Adana olayla­rının burada da yineleneceğinden korkmuşlardır. Haraç, Erzurum'da halka Anayasa'nın (Kanunuesasî) ilkelerini ta­nıtmaya ve Türkçe-Kürtçe ekler çıkararak vatan’ın insanları arasında barış ve kardeşliği sağlamaya çalışıyordu. "Rehbe­ri, sosyalizmin yüksek ilkesi olan" Haraç, sadece sömürülen emekçileri -nüfusun ezilen çoğunluğunu oluşturan, okuryazarlığı olmayan çiftçileri, yoksul zanaatçıları, tarım ve inşaat işçilerini- savunmakla kalmak istemiyor, cahil bı­rakılmış ve ailesinin erkeklerinin otoritesine tâbi tutulan Ermeni kadınını özgürleştirmeyi ve yörenin kültürel geliş­mesine, katkıda bulunmayı da amaçlıyordu.Gazete Jön Türklerin siyasal gelişimine gitgide daha eleşti­rici gözlerle bakmış, dikkatini tarımsal sorunlar, kırlık alan­lardan göç ve Batı emperyalizmi üzerinde yoğunlaştırmıştır. Düzenli olarak da sosyalizm hakkında yazılar basmıştır.
Azadamart (Özgürlük Kavgası), 1909 Haziranı'nda İstan­bul'da kurulmuştur. 10.000-15.000 satan bu gazete, EDF'nun Osmanlı İmparatorluğu'ndaki parti organıydı. Yö­netmeni olan Ruben Zartaryan (1874-1914)[10], Harput yakınla­rında doğmuş, genç bir halkçı yazardı. Azadamard, pek çok bakımdan yetkin bir kaynaktır. 1908-14 yılları arasında, Os­manlı İmparatorluğu'nun Ermeni topluluğu, EDF ile Jön Türklerin ilişkileri, demokratik, liberal ve sosyalist fikirlerin, ayrıca da Fransız ve Alman etkilerinin yayılması gibi konula­rı inceleyebilmek için, bu dönem çıkan Azadamart sayıları­nın sıkı bir çözümlemesini yapmak gereklidir; oysa hâlâ böy­le bir çaba gösterilmemişti. Bu gazete, -beklenebileceği üzere-en çok Ermeniler arasında etkili olmuştu. O kısa kültürel çi-çeklenme döneminde, okuyucularına birçok yazar, tarihçi ve toplum bilimciyi tanıtan Azadamart ağır Osmanlı sansürün­den payını almıştır. Birçok değişik başlıklar altında ve. çeşitli başyazarların yönetiminde yayımlanmıştır. Bakin (1911), Bu­tania (1912), Haraçmart (1913),Aztak (1913), Meghu (1913) ve Şant (1913-14). 1914 Ekim’inde yasaklanan gazete 1918 Mütarekesi'nden sonra  Atraramard diye çıkmış, bazı değişikliklerden sonra da Cagadamard adını almıştır.
Osmanlı meclis-i mebusanı’ndaki Sosyalist grubunu da Ermeniler oluşturmaktadır. 1908-12 Meclisi'nin bileşiminde 220 Müslüman üyenin yanında 40’ın üstünde gayr-i Müslim mebusun içlindeki birkaç sosyalist millet vekilinin  sayılarının çok üzerinde bir etkinlikleri vardır. Meclisteki sosyalist grupta dördü Taşnak: (Erzurum mebusları) Garo Pastırmacıyan[11] ve Varteks Serengülyan[12], (Muş mebusu) Keğam Garabedyan[13] ve (Van mebusu) Vahan Papazyan. İki Ermeni milletvekili de Hınçak Partisi'ndendi: Dr. Nazaret Dagavaryan (Sivas) ve Boyacıyan (Kozan)[14]. Ni­hayet, sosyalistlerin en önemlilerinden biri de Bulgar mebusu Dimitri Vlahov (Selanik) idi. Vlahov, Parvus'ta öylesi­ne etkileyici bir izlenim bırakmıştır ki, Parvus, Kautsky'e mektuplarında ondan söz etmektedir. Kerim Sadi, Vlahov, 1911 yılında  Selanik’te verdiği konferanların birinden Söz eder. Bu konferans bir seçim çalışmasıdır: “Selanik'te çıkan, Yeni Asır gazetesi, Osmanlı Mebusan Meclisi'nde sosyalist mebus olarak bulunmuş bir hatibin konferansını kaydediyordu ki, birçok cihetlerden tahlile değer özelliktedir. Sabık Selanik Mebusu Vlahof Efendi tarafından, Grandotel’de verilmiş olan bu konferansta Amele Heyet-i Müttehidesi ile anâsır-ı saireye mensup binden fazla dinleyici hazır bulunmuştu.Hatip, nutkunda, Mebusan Meclisi'nin fesih sebeplerini açıklayan bir girişten sonra, seçim için gerekli vasıflardan bahsetmiş; programını kabul ettiği ve itimadım kazandığı Amele Heyet-i Müttehidesi azasına (İşçi Federasyonu üyelerine) üç buçuk senelik çalışma hayatının bir özetini sunmuştur. Hatip, bu özette, bilhassa sosyalistlerin haklarını muhafaza yolunda sarf edilen gayretlerin ve sonuç olarak meydana çıkan başarının ve başarısızlığın sebeplerini şerh ve izah etmiş; bu hususta, ekonomik ilerlemeleri gerekli sayarak, hazırlanan ve incelenen kanun projelerinin sunuluş biçimi ile bu ilerlemeğe engel sayılan sosyalistlerin ne dereceye kadar ilerlemeye hizmet ettiklerini istatistiklerle beyan ve ispat ey­lemiştir. Vlahof Efendi, Mebusan Meclisi'nin üç buçuk yıllık geçmiş hayatına ait olan çalışmasının özetini bitirdikten sonra, bugünkü halin eski mebuslar için bir imtihan devresi olduğunu zikrederek, iyi çalışanların emniyet ve itimat kazanacağını ve programını benimsediği ‘işçi fe­derasyonu’ ile diğer seçmenler de kendisine emniyet ve itimad ederlerse, yeni Mebusan Meclisi'nde ne suretli çalışacağını anlatmıştır.”[15]
Ermeni devrimcileri, 1915 Soykırım sürecinde  bir askeri operasyon çerçevesinde toplanıp katledilerek kadim topraklarından kazındılar. Bu operasyonun bir parçası olarak Sosyal Demokrat Hınçak partisi militanları ve yöneticilerinden 120 ‘si 1-14 Haziran 1915 de evlerinden toplandılar, aynı gün Askeri Mahkemede yargılanıp başta PARAMAZ (Madteos Sarkisyan)[16] olmak üzere içlerinden 20 yönetici 2-15 Haziran 1915tarihinde Beyazıt Meydanı'nda idam edildiler.[17] Paramaz son söz olarak arkadaşları adına: "Siz yalnız bizim vücudumuzu ortadan kaldırabilirsiniz, bizim ideallerimizi asla, bu ideallerimiz yakın gelecekte gercekleşecek ve bütün dünya bunu görecek, ideallerimiz sosyalizmdir..." sözleriyle, idam sehpasında sosyalizm  ideallerini tekrar eder.[18]  



Ekler:
Ek. 1, S.D. Hınçak Partisinin azami program özeti
Şimdiki toplumsal sistem adaletsizlik, baskı ve kölelik üstüne kuruludur. Ekonomik köleliğe dayanan bu örgüt­lenme, ancak yumruklarının gerçeğine inanan, işçi sınıfını yağmalayan, böylelikle de insan ilişkilerinde eşitizlik ve adaletsizlik yaratan kuvvet sahipleri arasında gelişebilir. Bu eşitsizlik, yaşamın ekonomik, siyasal, toplumsal ve maddî bütün alanlarında ortaya çıkmaktadır. İnsanlığın küçük bir azınlığı, emek gücünün teri ve kanı pahasına iktidarı eline geçirmiş ve pekiştirmiş, toplumsal ve siyasal ayrıcalıklar edinmiştir.
Özel mülkiyet, bütün insanlığın türlü biçimlerdeki köle­liğine dayanmaktadır. Bugün dünyayı yöneten azınlığın te­mel ilkesi ve başlıca niteliği, budur.
Bu acıklı ve haksız duruma, ancak sosyalist örgütlenme, halkın doğrudan iktidarını kurup koruyarak, herkese top­lumsal işlerin düzenlenmesine gerçekten katılma olanağı vererek çare bulabilir. Sosyalist sistem insanların doğal ve yadsınamaz haklarını gerçekten savunur; her bireyin bütün güçlerini, bütün yetenek ve olanaklarını çeşitli biçimler al­tında tam olarak geliştirmesini destekler; her türlü toplum­sal ve ekonomik ilişkiyi barış içinde, örgütler, halkın irade­sinin gerçek ifadesi olur.
Bu temel inançlar doğrultusunda, Hınçak grubu sosya­listtir. Ülküsü ve uzun erimli amacı, Ermeni halkının ve ülkesinin yararına sosyalist örgütlenmeyi gerçekleştirmektir.
Ek 2. S.D. Hınçak Partisinin asgari programı özeti
Türkiye Ermenistanı'ndaki Ermeni halkı, bugün siyasal ve ekonomik kölelik zincirlerine vurulmuş bir cemaat ha­linde yaşamaktadır. İktisaden müflis bir hükümetin yöneli­minde birbirini izleyen her malî bunalımda iki ya da üç ka­tına çıkan çeşitli dolaylı ve dolaysız vergilerle ezilmektedir. Topraklarına hükümet tarafından sürekli olarak saldırıl­makla, emeklerinin ürünleri de gerek devletin gerekse özel kişilerin yağmasına uğramaktadır. Bu koşulların arasına sı­kışmış insanlar, ancak hükümeti ve doymak bilmez sınıfları beslemek için çalışmakta ve üretim yapmaktadırlar.
Siyasal haklardan büsbütün yoksundurlar. Sessizce köle­lik etmeye ve edilgence söz dinlemeye zorlanmışlardır. Mahkemede tanıklık yapamazlar. Canların korumaya kalkı­şırlarsa suçlu düşerler, sefil kaderlerinden yakınırlarsa ka­bahatli olurlar. Dinleri yüzünden kovuşturmalara uğratılır­lar, canları ve malları hep tehlikededir. Sürekli olarak da vahşi aşiretlerin şiddetli saldırılarına maruz kalırlar. İşte maddeten ve siyaseten çöküş halinde olmalarının, sefil ko­şullarda yaşamalarının sebepleri bunlardır. Halkı yoksullu­ğundan kurtarmak, doğru yola çıkarmak ve sonul amaç olan sosyalist örgütlenmeyi gerçekleştirmesine olanak sağ­lamak için, Türkiye Ermenistanı'nda her şeyden önce, kısa erimli amaçlar olarak, geniş tabanlı bir demokrasinin ku­rulması, siyasal özgürlüğün ve ulusal bağımsızlığın olması zorunludur.
Ek 3. Taşnaksutyun bildirisi
Bizim kendimizin kim olduğumuzu, karşıtlarımızın ve düşmanlarımızın kimler olduğunu anlamamızın zamanı geldiğine inanıyoruz- 'Biz' derken, 'Taşnak' ya da diğer Ermeni devrimci partilerini değil, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan ve müstebit hükümetin yıkıcılığına, yağmacılığına ve bas­kıcılığına uğrayan herkesi, bütün Osmanlıları, yani bütün Türkleri, Ermenileri, Arnavutları, Arapları, Rumları, Süryanileri kastettiğimiz anlaşılmalı. Özgürlük, uygarlık ve temel insan haklarından yoksun olanlar, ızdırap alevleri üstünde ca­yır cayır yanıyor ve dayanılmaz acılar çekiyorlar; ama felâ­ketli kaderlerini kavradıkları için, istibdada ve mevcut rejime karşı ayaklanıyor ve kanları pahasına özgürlük, eşitlik ve in­sanlıklarını kazanmaya savaşıyorlar.
Müstebit hükümetin varlığını sürdürmesini güvencelemek, kendi çıkarları için makam ve mevkilerini korumak isteyenle­ri, yiyicileri (mürteşileri), faizcileri (murabahacıları), yasa­dışı ve zorba soyguncuları hasımlarımız ve düşmanlarımız arasında sayıyoruz-
Mevcut hükümete taraf olanların ve ülkedeki kargaşadan çı­kar sağlayanların, yoksulları soyanların hepsi; özgürlük ve eşitliğe karşı koyanlar, ister Ermeni olsunlar, ister Türk, Arap, Süıyani, Arnavut ya da Rum, bizim hasmımız ve düşmanları­mızdır, öyle de kalacaklardır.
Bizim bayrağımız altına girenlerse, ırk ya da din ayrımı olmadan, özgürlük ve eşitliği isteyenler, müstebid hükümetten nefretle bütün halkları kölelikten, yağmadan ve haydutluktan kurtarmaya çalışanlardır.
Biz özgürlüğüz, bilgiyiz, eşitliğiz, yasayız. Düşmanlarımız ist'ıbdaddır, cahilliktir, köleliktir, yağmadır, adaletsizliktir.
Biz işçileriz, biz ülkemizin lânetlileriyiz, alevleri yükselten­leriz, ülkemizdeki yenilikçileriz biz-
Düşmanlarımız tembeller ve yiyicilerdir. memleketi yabancılara satanlar, bizi kılıçtan geçirenler ve kıtlığa mahkûm edenlerdir.
Biz çalışan, ama ekmeği olmayan halkız; karşımızdakilerse tembeldir,  ama her zaman onlar toktur, zengindir ve debdebe içindedir.
Ek  4. Ermenice’ye çevrilmiş sosyalist yayınlar
 A. Bebel, Kadın ve Sosyalizm. Tiflis,
A. Bogdanov, Ekonomi Bilimi. Özet. Çeviren Aşot Çilingiryan. Tiflis, 1907. 365 s.
 Sanat ve işçi Sınıfı. Çeviren Khoren Lorentz. Önsöz "Eski ve Yeni Sanat," A. Ka-rinyan. Moskova, 1920.
insanla Makine Arasında. Çeviren S.D. Tiflis, İşçi Basımevi.
V Brague, Kahrolsun Sosyal Demokratlar. Çeviren Dıratsyan. Basan Vartanyan. 1906.
Kahrolsun Sosyal Demokratlar. Çeviren M.D. Şvod. Basan Hermes. Tiflis, 1906.
F. Engels, Fransa'da ve Almanya'da Tarımsal Sorun. Bir Rusça çeviriden çeviren Kar. Papovyan. Basan Hermes. Tiflis, 1906.
J. Jaures, Burjuva Mülkiyeti ve Geleceği. Çeviren S.S. Basan Hermes, Tiflis, 1906.
K. Kautsky, Devrimci Isa, Çeviren S. Hovhannesyan. İstanbul, 1913.
 Avusturya'nın Bunalımı (dil ve ulus). Çeviren K. Popoviantz. Akhaltzkha, 1906.
 Rusya'da Köylüler ve Devrim. Çeviren S. Banvoryan. Gütenberg Basımevi, 1907.
Sınıf  Çıkarları Arasındaki Çelişkiler. Çeviren R. Daşdoyan. Baku, 1907 (işçinin Kütüphanesi, No. 10).
Erfurt Programı. Çeviren H. Azadyan. Gütenberg Basımevi, 1907.
Çağdaş Milliyet. Çeviren K. Papovyan. Basan Hermes. 1905.
Kapitalist Sınıfı. Çeviren Sabah-Kulyan. Paris, 1906. Sömürge Siyaseti. Çeviren R. Hanazad. Tebriz, 1904.
Temsili Hükümet. Çeviren R. Hanazad. Basan Hermes. Tiflis, 1906-7.
Friedrich Engels: Yaşamı ve Yapıtı. Çeviren Sunık. Meşveret Basımevi, 1910.
Devlet Duması. İşçinin Kütüphanesi. Tiflis, 1906. Milliyetçilik. İşçinin Kütüphanesi. Tiflis, 1906.
A.    Kollontay, Sosyal Demokratlar Kimlerdir ve Ne İstiyorlar? İşçinin Kütüphanesi.Tiflis, 1906.
Paul Lafargue, Yalın Sosyalist Gerçekler Hakkında. Ermeni SD Örgütü yayım.Cenevre, 1906.
J. Guescle ve P Lafargue, Sosyal Demokrasinin İstemleri. Cenevre, 1905.
F. Lassalle, Anayasanın Niteliği Üstüne. Çeviren K.R 1908.
K. Marx, Komünist Partisinin Manifestosu, Çeviren S. Şahumyan. Cenevre, 1904.
Komünist Partisi'nin Manifestosu. Çeviren M.M. Özel basım, 1906.
Ücretli Emek ve .Sermaye. Çeviren S. Şahumyan. Basan Hermes. Tiflis, 1906.
L Martov, Sosyal Devrimciler ve Proletarya. Tiflis.
Rusya'da Siyasal Partiler. İşçinin Kütüphanesi. Tiflis, 1906.
L. Petrov, iki Program. Çeviren Kar, Papovyan. St. Pelerburg, 1906.
G. Plehanov, 1 Mayıs, Baku, 1907.
I Mayıs. İstanbul, 1912.
Yazarı adsız, 1 Mayıs, Meşveret Basımevi. Trabzon, 1909.
B.. Stern, Hasta Adam. Türkiye'den Kültürel Sahneler. Çeviren L. Babayan. Basan Hermes. Tiflis, 1905.
V Çernov, Ekonomik Kategoriler Olarak Çiftçi ve isçi. Çeviren L.N. Basan Hermes, 1906.
E. Vandervelde, Marxizmdeki İdealizm. Çeviren S. Der Ananyan. Basan Hermes. Tiflis, 1907.


Kaynakça:
1.Teotig, Huşartsan , 1919 İstanbul O. Arzuman Matbaası
2.Mete Tunçay, Erik Jan Zürcher, Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm ve Milliyetçilik, Çev Mete Tunçay, İletişim,2004
3.Kerim Sadi (A. Cerrahoğlu) Türkiye’de Sosyalizm Tarihine Katkı, İletişim,1994
4. Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, Der. M. Türköne/ t. Önder,İletişim, 1994
5.Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar, bilgi Yayınevi,1967
6. Rasim Başara, Kıymetli Bir Hatıra, 27 Haziran 1335’ten 29 1.Teşrin 1923’e, tasviri Efkar 29 Ekim 1943
7. Emrah Cilasun, Mustafa Suphi'yle Yoldaşlarını Kim Öldürdü? Agora, 2008.
8. Karl Marx-Friedrich  Engels, Komünist Manifesto ve hakkında yazılar, Çev. N. Satlıgan, T. Ağaoğlu, O. Göçmen, Ş. Alpagut, Yordam Kitap, 2008.
8. Sait Çetinoğlu, Kırmızı Yanlışlarımı Çok Severim, Mesele Mayıs ‘2008.
9. Karabet Çalyan, Adana Vak’ası Hakkında Rapor, İstanbul 1327.










[1] Şerif Mardin, “Bir siyasi muhalafet, eğer a) mutlak gücü sınırlama, b) gerçek siyasi alternatifleri önerme işlevlerine sahip bir mekanizma olarak belirlenirse, o zaman böyle bir şeyin Osmanlıda var olmadığı söylenebilir”der
[2] Dankwart A. Rustow, Romanof istibdadından ka­çarak, Paris, Cenevre, Zürih, Brüksel ve Londra gibi Avrupa şehirlerine sığınan Rusların Hegel, Feuerbach, Blanqui ve Marx'tan etkilenmelerine karşılık, Osmanlı istibdadından yılarak aynı şehirlere giden Türklerin ise (öteki Orta—Doğulularla birlikte) Mazzini, Comte, Victor Hugo, Renan ve Durkheim'm etkisi altında kalmalarını, başlıca üç nedenle açıklamaya çalışmaktadır: bir kere, Türklerin yalnız Fransızca bilmele­ri, Rusların Almanca da konuşmaları; sonra, Rusların daha önce, daha devrimci bir dönemde (1789-1848) gelmiş olmaları, Türklerin Avrupa'­da geçirdikleri yılların ise, istikrarlı III. Napoleon, Bismarck ve Disraeli yönetimlerine rastlamış olması; üçüncüsü de, Rus toplumu modern­leşmeye daha erken (Büyük Petro zamanında) başlamış olduğu için, Romanof otokrasisinin sağlamlığı, dolayısıyla düzeltmek için yıkma ge­reğinin duyulması; öte yandan, devletle kendilerini özdeşleştirme gele­neğini sürdüren Osmanlı aydınlarının, bu güçsüz yapıyı yıkmak değil, ıslah etmek istemeleri.
Şerif Mardin, Jön Türklerin fikirlerinin şekillendiği 1890’lı yılların Fransa’sında 1880’lerin siyasal skandalları demokrasiye karşı güveni sarsmış, bir müddetten beri Taine ve Rena’ın etkisiyle gelişen seçkinciliğin palazlandığı yıllar olarak tasvir eder. Şerif Mardin ayrıca Osmanlı aydınlarının/bürokratlarının Batı ile tanışmasının batının büyük düşünürlerinin eserleri yoluyla değil, Batıda fizyokratlar olarak bilinen kamu idaresi kuramcılarının uzantısı sayılan kameralizm  yoluyla girdiğini  ve kameralizmin, batıda aydın despotizmi adı verilen siyasal görüşün siyasal teorisini oluşturduğunu söyler: “Kameralizm, aydın despotizminin kuram haline getirilmiş düşüncesiydi. Kameralistlere göre güçlü devlet, aynı zamanda güçlü ve problemsiz bir orta sınıfa dayanan devletti. Devletin bu açıdan görevi teb’aya eğitim ve ticareti kolaylaştırmak, onları koruyarak birer üretici haline getirmek ve bu yolla elde edilen vergilerden yeni tipte bir orduyu, bürokrasiyi ve genel olarak devlet kurumlarını güçlendirmekti. Avrupa’ya düzenli bir şekilde giden ilk Osmanlı diplomatları (1795) devlet sistemini incelemeye başladıklarında, Kıt’a Avrupası’nda böyle bir sistemle karşılaşmışlardı.”
[3] Şerif Mardin ‘Osmanlılarda iktidar, güç, bastırma ilkelerinin aile hayatlarından başlayan bir zincirle devlet idaresine kadar uzanan halkaları’nın altını çizer
[4] KAREKİN GOZİGYAN (Yesalem),  17 Ağustos 1878’de Palu’da doğdu. Öğrenimini Çarsancak ve Kharpert’te gördü. 1896’da Rusya’ya geçip fabrikada Çalıştı ve işçi sınıfının mâruz kaldığı sıkıntılar, kendisini sosyal demokrat fikre meylettirdi. 1901’de Hınçag fikirleri yayması sebebiyle tutuklandı. İki yıllık hapisten sonra Cenevre’ye geçti; burada Y. Balyan’la birlikte “Panvor” (İşçi)  adlı sosyalist mecmuayı yayınladı.. 1905’te Rus devrimci cereyanlar Peterburg işçileri tarafından yayıldığında, adını değiştirerek Tiflis’e geçti; sırasıyla  Gyank” (Hayat), “Tsayn” (Ses)  ve “Kordz” (İş)  mevmualarını yönetti; bunların hepsi de kapatıldı. Yurt dışında yayımlanan Sosyalist ve din görevlisi Der Zaven’in çıkardığı  Yergri Tsayn” (Ülke’nin Sesi) mecmualarına değişik takma isimlerle yazdı. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a geldi ve “Manzume” gazetesinde yazmayabaşladı. Az sonra Mürettipler Derneği’ni kurdu ve Nazaryants’la birlikte  NorGyank” (Yeni Hayat) haftalık mecmuasını kurdu; keza “Abaka” (İstikbâl) mecmuasını. “Toğ Fakt’erı Khosin” (Konuşan Eylemler Olsun)  başlıklı kitabı yayınladı.Evlendi, öğretmenlik yapmak maksadıyla, ailecek Drabizon’a [Trabzon] geçti; 1915’e dek orada kaldı; sürgünde eşiyle birlikte, birçokları gibi (canilerin eline geçmemek için) dereye atladılar…

[5] John Reed,  geçen 19 yüzyılın son ve 2O. Yüzyılın  ilk yarısının en önemli tanığı ve ABD'nin en önemli gazeteci ve komünist yazarlarındandır.  Söyleminde barışçı bir geleceğe ve barışın boy vermesine elverişli, yeni bir toplumsal düzene duyduğu özlemi dile getirir. Yaşamını bu değerlere adamıştır. Nerede bir toplusal hareket varsa John Reed oradadır. Bu bakımdan bir gün Amerika’da grevci işçilerin olduğu gibi bir diğer gün Gazeteci olarak Meksika’da Pancho Villa ile birliktedir. Viva Meksika o günlerin tanıklığını ifade eder.  Devrim sırasında Rusya’dadır.  Birinci Dünya Savaşı sıra­sında savaş muhabirliği yapan Reed, birçok Balkan ülkesinden sonra Türkiye'ye de gelmiş anılarında İstanbul’a da yer verirken Ermeni Soykırım sürecine de tanıklık eder. Balkanlarda Savaş o günlerin tanıklığıdır. John Reed Bolşevik Devrimi sırasında da Petrograd’dadır. Dolayısıyla Bolşevik Dev­rimi'nin sınırlı sayıda Batılı tanıklarından birisidir. Dünyayı Sarsan On Gün bu tanıklığın eseridir. John Reed, Komintern üyesi ve Amerikan Ko­münist Partisi'nin kuruluşunda önde gelen isimlerden biridir. Savaştan sonra Sovyetler Birliğine  geri dönen John Reed 1920 yılında Moskova'da ölmüş ve Kızıl Meydan'da gömülmüştür.

[6] Abraham Benaroya,   1887'de doğan A.-Benaroya daha onlu yaşlarındayken sosyalizme bağlanmıştır. 1905'te, Bulgaris­tan'daki Nikola Harlakov'un "anarko-liberal"lerinin saflarındaydı. Jön Türk Haereketinin başlangıcında gittiği Selanik'te, Selanik İşçi Federasyonu'nun kökenini oluşturan bir Yahudi sosyalist çevresinin önderi oldu. 1924'e kadar Federas­yon'un sekreterliğini yapan Benaroya o tarihteyse, örgütünün bağlandığı Yunan Komünist Partisi'nden ayrılmıştır.
[7] Federasyon Türkçe Amele Gazetesi, Rumca Efimeris tu Ergatu, Bulgarca Rabotniçeski Vestnik ve Ladino Jornal do Labrador adlarıyla 4 dilde haftalık gazete çıkarmıştır.
[8] YEGISE TOPCIYAN.- (Doğum Tarihi belli değil) yazar, ve siyaset adamı. Taşnak parti üyesi. Shirak yöresinde öğretmenlik yapti.1898 de Petersburg üniversitesinde sosyal bilimler öğrencisi,daha sonra Berlin universitesini bitirir. “Harach” dergisini yayınlar. 1909’da İstanbul’dan Erzurum’a dönerken tuzak kurularak öldürülür.

[9] SAVARS MISAKYAN.- 17/8/1884-de Sivas’ın Zimmar köyünde doğdu, gazeteci, yazar, siyaset adamı ve Taşnak partisi üyesi. 1890’da ailesiyle İstanbul’a yerleşti. 16 yaşında gazeteciliğe yöneldi. 1908 de İstanbul’da “Aztak” isimli bir gazete yayınladı “Artziv” isimli kitapçı dükkanını açtı. 1911 de Erzurum’da “Haratc” isimli gazetede başyazarlık yaptı. 1912-de İstanbula döndü. “Azadamart” gazetesinde görev aldı, aynı zamanda bu gazetenin eki olan dergide edebi yazılar yazdı. 1915, 24 Nisanda fikir adamlarının Anadoluya sevkinden sonra bir ihbar neticesi, (Bulgaristandaki  Hayastan” gazetesine gizli bilgiler sızdirdiğı suclamasıyla) gözaltına alındı ve uzun süre sorgulandı.  1918 kasımında serbest kaldıktan sonra İstanbul’daki kapatilmis olan ”Azadamart” gazetesinin yerine “Cagadamart” gazetesini yayına soktu ve basyazarlığını üstlendi. Aynı zamanda 1919 da Tasnak partisinin Erivan kongresine İstanbul delegesi seçildi. 1922 de, Önce Sofya’ya, 1924’de Parise yerlesti. Parti yüksek kuruluna seçildi. 1925’ten bugüne kadar yayınlanan “Haratc” gazetesini yayınladı ve 26/1/1957 de öldü. Kızı Arpik Misakyan babasının gazetesi Haratc’ı bu güne kadar devam ettirmektedir.
[10] Rupen Zartaryan, Azadamar'dın başyazarı, 1915'te tutuklanıp öldürülen Ermeni entelektüelleri arasındadır. 1874’te Harput’ta doğdu. İlköğrenimini burada okudu.  Sonra öğretmenliğe başladı ve devrimci eğilimleri nedeniyle tutuklandı. 1904’te  İzmir’e geçti. Manisa’da öğretmenlik yaptı ve hakkında adlî tâkibat başladığında, Bulgaristan’ın Filibe şehrine kaçtı ; orada “Razmig” (Savaşçı) gazetesini Meşrutiyet ilânına kadar yayınladı. Takma adları Hraçya ve (Türkçe) Ejderha oldu.  Tabir-i caizse “koyu” bir E.D.F. (Taşnak) üyesiydi. Edebi üslubu gergin ve canlıydı. Konularını Anadolu’nun manzaralarından, masallarından ve dövüşken, isyankâr  yaşantılardan aldı; böylece göze çarpan, usta bir düz yazarı ününü kazandı. Değişik  gazete ve dergilerde yayınlanmış düz yazılarını 1910’da “Tzaykaluys” (Şafağa kadar) yapıtında  toplamıştır. Yazılarından dikkati çeken “Sareru dığan” (Dağların Çocuğu) (Masis 1902), “Vakh yes merneyi” (Ah, ben ölseydim !),  A. Mamul” (1. Baskı ), “Sev  havı gançets” (Kara Tavuk Çağırdı), “Panper kıraganutyan yev arvesdi” (Edebiyat ve Sanat Sözcüsü) ve “Bahagnerı artun yen” (Bekçiler Uyanıktır) v.s. İstanbul’a   gelişinde bir süre “Jamanag” gazetesinde çalıştıktan sonra 1909’da “Azadamard” gazetesini yayınladı ve tehcire gitme gününe kadar, bu görevini başarıyla yerine getirdi. Kendi etrafında başarılı yazarları toplamayı başarmıştı ve gündelik  konularda coşkulu ama imzasız makaleler yazıyordu. Taşnak’ların düzenlediği  mitinglerde söylevlerle katıldı ve Ermeni Ulusal Meclisi’nde delege seçildi. “Meğrakeder”  (Balbilenler) başlığıyla, çocuklar için ders kitapları serisi yayınladı. 1911 – 14’te “Azadamard Ek”i ve Pakin” dergilerini yayınladı. Filibe’de yayınladığı  Arüdzin Janikı” (Aslanın Pençesi) kitabında hapishane anıları bulunuyor.

[11] Armen Garo kod adlı Dr. Karekin Pastırmacıyan, Ermeni siyasal yaşamının en seçkin insanlarından biridir.yirmi üç yaşında ateşli ve ieadilt bir üniversite öğrencisi olarak 1896'da İstanbul'daki Osmanlı Bankası işgalinde yer almış. 1908'de Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda Ermeni milletvekili olan Armen Garo'yu 1915'te Kafkasya Ermeni gönüllülerine komutan olarak Osmanlı ordularına karşı savaş alanında görürüz. 1920'de bağımsız Ermenistan'ın ABD'de ilk ve tek büyükelçisi olacaktır. Ermeni Soykırımı sürecinde bütün ailesini kaybeden Armen Garo fırtınalı hayatı 1923'te ABD'de noktalanır. Armen Garo aradaki yıllarında kendisini Ermeni davasına adamış, ailesini, servetini ve sağlığını halkının mutluluğuna feda etmiştir.
[12] Vartkes, VARTGES (Hovhannes Serengülyan) : 1871’de Garin’de (Erzurum) doğdu. İlköğrenimini yaptıktan sonra, bir müddet öğretmenlik yaptı. 1890’da Erzurum’da  1 Mayıs nümayişlerine iştirak ettiğinden tevkif edildi ama sonra affedildi. Aynı yılın sonunda, İstanbul’a geldi ve öğretmenliğe başladı. Gedikpaşa Ermeni Okulu’nda yaptığı müdürlüğü kayda değerdi. Bu mayanda, H. Zarmayr takma adını kullanarak, yazılara imza atmaya başlamıştı bile. 1892’de E.D.F. (Taşnak) Partisine girdi ve oradaki faaliyetlerinden dolayı hapsedildi. Osmanlı Bankası’na  karşı Ağustos ayında yapılan  19 kişilik gösteri grubunun içindeydi. Nelidof’un aracılığıyla Jirond gemisiyle Marsilya’ya gönderildi. İsviçre,Bulgaristan ve Kafkasya’da bir süre yaşadı. 1899’da Van’a geçti ; burada mümkün  olduğu kadar polisin gözünden uzak kalmaya çalışarak ama ve lâkin yine de kendisi
 için mukaddes olan misyonuna zaman ayırtabildi; 5 Ocak 1903’te, bir gammazlık  sonucu çıkan bir silahlı çatışmada, bacağından vuruldu, tevkif edilerek idama  mahkûm edildi. 1907’de, Fransız dostlarının aracılığıyla, cezası ömür boyu hapse çevrildi. Önce Arğın’ın Maden beldesinin, sonra da Dikranagert  (Diyarbakır) vilâyetinin bir hapishanesinden diğerine, durmadan sürülerek ağır yıllar yaşadı ve... derken, nihayet Meşrutiyet ilân edildi. Birçokları gibi hürriyetine kavuştu ve soluğu İstanbul’da aldı. Ermeni Milli – Yerel – Meclisi’ne Üsküdar’dan delege ve biçokları gibi, akabinde Garin’den Osmanlı Parlamentosu’na mebus seçildi. Osmanlı  Parlamentosu’nda sesi gümbür gümbür gürlemiş, bütün milliyetçi görüşe sahip  mebus arkadaşlarının, açık ve sarih mantığı, samimi, etkileyici ve akıcı konuşma  yeteneğiyle, korkulu rüyası olmuş ve tabii bunun neticesinde de hayatına hunharca  son verilmişlerden oldu. Yaptığı konuşmalar yüzünden, yerli ve yabancı gazetelerde, günlerce sütunlar işgâl edildi ve kamuoyunda birçok konu tartışılmaya açıldı. Nisan 11’de, tabi 1915’in, Büyük Kervan’ın en son kafilesi’ne, ünlü hukukçu, edebiyatçı ve kendisi gibi Osmanlı Parlamentosu’nda ilk Kadın Hakları, Çocuk Hakları v.s. gibi konularda reform yapılabilmesi için konuşan, kanunlar teklif eden) Mebus Krikor Zohrab ile, Büyük Felâketi yaşar.

[13] KEGAM DER GARABETYAN- (DADRAG).- 1865 Mus’un, Khaybyan köyunde dogdu. Milli ve bagimsizlik hareketinin onculerinden. Tasnak partisi uyesi. Mus’daki Surp Garabet manastir ruhban okulunda, Getronagan ve Etcmiazin ruhban okulunda tahsilini devam ettirdi.1888-1894, 1896-1908 Mus dini merkezinde sekreterlik yapti. Bu arada bagimsizlik hareketi onculeriyle iyibir iliski kurdu. Mutasarrif Musa Beg’in bazi duruslarina karsi cephe acti ve 1890-da Istanbulda mahkemeye verebildi. Daha sonra Diyarbakir’da bulundu. 1908 ihtilalinden sonra 1915-e kadar, Osmanli parlamentosunda Mus milletvekili olarak bulundu. Mus’da bircok okullarin acilisini temin etti ve 1918-de Istanbulda oldu. 1931 de hatralari yayinlandi. Kitaplarinda ermenilere yapilanlar icin, Talat ve Enveri vicdaninda mahkum etmistir.

[14] MURAD (HAMPARTSUM BOYACIYAN) (Büyük Murat) 1867 Hacin (Saimbeyli) Ermeni milli istiklal mücadelesinin ünlü ismi. Hinçak partisi üyesi ve yöneticisi. ilk öğretimini Hacin'da daha sonra İstanbul tıp fakültesinden 1885de mezun oldu. 1890- da Kumkapı gösterisinde başı çekti, ve Sultana bazı taleplerini ortaya koydu. Kumkapı olaylarından sonra Yunanistan'a kaçtı. 1892 de Sasun'a gitti.1894 de Sasun ayaklanmasını yönetenlerden biridir. Ayaklanma sonrasında yakalanarak Bitlis hapisanesine kondu. Daha sonra tripoliye surgun edildi. 1905 hapishaneden kacarak Paris'e yerlesti.1908 de Türkiye'ye geri döndü. ve milletvekili secildi.1915'de yakalanarak sürgün edildiği Kayseri'de 30 Temmuz 1915 de idam edildi.

[15] Hayatı sürgünlerde geçip sürgünde hayatını yitiren Özgürlük tutkunu  Kürt aydını Mevlânzade Rifat, sahibi bulunduğu Cihad gazetesinde, Vlahof Efendi'nin konferansı hakkında şunları yazmaktadır: "Sabık Selanik Mebusu Vlahof Efendi Sosyalisttir. İntihabat miinasebetile, Selanik'te Grandotel'de ameleye verdiği bir konferansta, mebusluğa intihabı için propaganda suretile berveçh-i âti mevaitte bulunmuştur: 1- Her Osmanlının hakk-ı intihaba malik olmasını 2- Içtimaların, cemiyetlerin, grevlerin serbest olmasını 3-14 yaşına kadar erkek ve kız çocukların fabrika ve tezgâhlar yerine mekteblere gönderilmesini 4- Amelenin hayat-ı yevmiye-i mesaîsinin kanunen tahdidi ile hukukunun Hükümet-i Osmaniyenin taht-ı vesayetinde bulundurulmasını 5- Reji usûlünün lağvile yerine ehali ve amelenin mucim-i menfaati olacak diğer bir usul ikamesini 6- İdam cezasının Divanıharplerin yalnız umûr-u keriye ile meşgul bulunmasını İşte bu mevadın temini için lâzımgelen vesait ve tekâlifin cümlesini icra edeceğini vaıt ediyor. Biz, bu mevaide muvaffakiyetlerini temenni ederiz. (Birinci sene, No:l1,10 Şubat 1327)

[16] Kod adı Paramaz olan Matteos Sarkisyan, bir Ermeni fedaisi, özgürlük savaşçısı ve siyasal aktivist. 1863 yılında Meğri kentinde doğdu. Eçmiadzin'de eğitim gördü. Nahçevan'da öğretmenlik yaparken, Stefan Sabah-Gülyan ile tanıştı [1915 yılında o da Divan-ı Harp tarafından gıyabında idama mahkum edilecekti] ve Ermeni Sosyal Demokrat Partisine [Hınçak] girdi. 1903 yılında Rus Çarlığının Kafkasya Genel Valisi Golitsin'e karşı bir suikast örgütledi. 1905-06 yılları arasında Azeri-Ermeni kıyımları sırasında iki halkın bir arada yaşaması için çaba harcadı. Köstence'deki tarihi toplantıdan sonra İstanbul'a geldi ve divan-i harbte mahkeme edildikten sonra  19 arkadaşları ile birlikte ölüme mahkum edildi.
[17] Teotik idamlar ile ilgili şunları söyler:  07 / 20 Nisan 1915’te Almanak’ı yayımlayan Hovagimyan ile birlikte Divan-ı Harp önünde muhakeme edildiğimde, bir sene hapse mahkûm  oldum. Aynı gece, Büyük Koğuş’ta, yukarıda zikrettiğim insanlarla kaldım; onlar   kara hükümden habersizdiler. Merkez Hapishanesi’ne naklolduktan bir ay sonra, feci akıbetlerinin farkına   varmış ve benden Patrikhane’ye haber aktarmamı istedilerdi. Hapishanedeki   papaz vasıtasıyla gerekeni yaptım ise de, Patrik Zaven Hazretleri pek fazla bir şey  yapamadı. Talât Paşa, Patrik Hazretleri’nin ziyaretini kabul etmek istememişti.  Ve hepsi 2/15Haziran’ında, şafakta, hepsi Divan-ı Harp binası önünde asıldılar;  birçoğu gibi onlar da, (başka şans kalmadığı için doğmuş olan) Bağımsız    Ermenistan hülyası yolunda kurban düştüler. Kaderin garip bir tecellisi olarak,  bu yirmi kişinin katlinden, son tahlilde, mesul olmuş kişi de, yedi ay sonra asılacaktı.

[18]  İdam edilen iğer Ermeni sosyalistler şunlardır:
Dr. BENNE TOROSYAN (Bedros Manukyan): Kharpert’in (Harput) Hüseynig kasabasında doğdu. Yeprad Koleji’nden (Fırat) 1903’te mezun oldu. Biraz öğretmenlikten sonra, Beyrut Amerikan Tıbbiye’sinde okudu, ihtisasını   ilerletmek amacıyla Amerika’ya gitti. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a gelerek   sanatını icra etti; aynı zamanda kamu yararının yöneticilik rolüne devam etti.
ARAM AÇIKBAŞYAN: Arapgir’de doğdu; öğrenimini orada gördükten sonra 55 yaşında İstanbul’a geldi.  Hukuk Okulu’na devam etti. Öğrencilik süresince Murat, Arpiyar , Cangül ve diğerleriyle temas kurdu; o sıralarda,  tanınmış militan Şımavon İstanbul’a gelip Hınçak Fırkası’nın tohumlarını atmıştı,  ve Hınçag Fırkası saflarına girdi; 1897’de Kumkapı nümayişinin tertipçileri  arasındaydı. Hukuk diplomasını almadan Avrupa’ya geçti; oradan Pokr Hayk’a (Küçük Hayk) gitti; gayesi Ermeni gençliğini şekil ve şemaile sokmaktı. Yıllarca maceralı bir hayat yaşadı; Şabinkarahisar  ve Sepastiya’da (Sivas)  özverili çalışmasıyla tanındı. Yakın arkadaşı Taniyel Çavuş ile tanınmış fedai Aram’ın yardımcısı oldu. 1905’te Delege Meclisi kendisini Merkezi Yönetim’e üye seçti.  Benzeri milli vazifeleri hayatının sonuna kadar ifa etti. Hayatını kazanmak için  İstanbul’da emlak tellallığı da yaptı.
KEĞAM VANİGYAN:Van’da doğdu. Yeramyan Okulu’nu bitirdi, İstanbul’da   Hukuk Mektebi’nden 1913’te mezun oldu. Talebe Cemiyeti’ni kuranlardan oldu;  “Gaydz” (Kıvılcım) gazetesinde yazarlık ve “Hınçag” gazetesine muhabirlik yaptı.
YERVANT TOPUZYAN: Bahçecik’te doğdu, burada öğrenim gördükten sonra doğum yerinde ve Geyve bölgesi köylerinde öğretmenlik yaptı. Değişik  gazetelere Panvor  (İşçi) nam-ı müstearıyla yazılar yazdı.
RUPEN GARABETYAN (Vahan Boyacıyan): Çemişkezek’te doğdu. Kafkasya, Romanya, Bulgaristan ve Amerika’da siyasi faaliyetlerde bulundu ve  Meşrutiyet’ten sonra da İstanbul’a geldi ve ticarete başladı ve Çemişkezek’ten   Mahalli İdare Meclisi’ne mümessil seçildi.
HOVHANNES DER ĞAZARYAN: 1878’de Gesariya’da (Kayseri) doğdu Öğrenimini orada gördükten sonra, öğretmenliğe başladı. Çocuk yaşından  inkılâpçı Çello ve Jirayr’ın nutuklarından etkilendi; onların mensup olduğu Hınçag Fırkası’na girdi. Fırka’nın değişik delege kurullarına katıldı. Azad- Vartanik ile, Gesariya’ki çatışmalara katıldı.
TOVMAS TOVMASYAN: Kilis’te doğdu; öğrenimini orada gördüktensonra, öğretmenliğe başladı; Halep’e geçti ve buranın Muallim Mektebi’nden mezun olduktan sonra, yine Kilis’te öğretmenlik mesleğine devam etti. Hınçag
Partisinin’nın buradaki şubesinde aktif rol oynadı ve1914’te İstanbul’a gönderildi.
HAGOP BASMACIYAN: Kilis’te doğdu, erken yaşlarda Hınçag Fırkası’na  girdi; eğitimciliğe başladı; 1902’de Lusasirats İlkokulu’nu (Işıksever) kurdu.   Hapsedildi, Kilikya (Başpatriği) Gatoğigos’unun ziyareti vesilesiyle affedildi.  1895’teki Adana ve çevresindeki Kilikya Ermenilerinin mâruz kaldıkları  Kıyımı sırasında,  savunma amacıyla silah yapımında önemli roller oynadı.  Singer  firmasında çalıştı.
MURAT ZAKARYAN (Hagop Ğazaryan): Muş’un Tzıronk köyünde doğdu. Memleketi insanlarının mâruz kaldığı acı ve ıstıraplar, kendisini protesto eylemlerine itti. Paramaz’ın ayrılmaz arkadaşı ve Galitsini fedailerinden oldu Ermeni – Tatar çarpışmalarına katıldı. 1914’te İstanbul’a özel görevle yâni Talât   Rejimini devirmek için gitti.
MIGIRDİÇ YERETSYAN: 1873’te Abuçeh’de doğdu. Öğrenimini Harput’ta  gördükten sonra ticaretle uğraştı. Meşrutiyet’ten sonra Harput’un Hınçak Partisi  şubesine üye oldu. Tâlât’ın Ermeni düşmanı siyasetinin başında, hiç duyulmamış işkencelere mâruz bırakılarak, İstanbul’a getirildi.
KAREKİN BOĞOSYAN: Şabinkarahisar’da doğdu. Açıkbaşyan’ın sevdiği   arkadaşıydı. Abdülhamit rejiminde Kafkasya’ya geçti ve Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a geldi. Saraçhane’de çadırcılık yaptı. Arşavir Sahakyan suikastının baş  sorumlusu olarak tutuklanıp, hapsedildi.  
ARMENAK HAMPARTSUMYAN: Denizli’de doğdu. 27 yaşında silah ve patlayıcı madde konusunda, ihtisas sahibi olmuştu; ünlü bir nişancıydı, 1914’te İstanbul’a geldiğinde bir ihbar  sonucu tevkif edildi. İttihad’a hainlikle suçlandı.
YEREMYA MANUKYAN: Gesariya’nın (Kayseri) Tomarza kasabasında  doğdu. Küçük yaştan İstanbul’a göç ederek Hınçagyan Gusagtsutyun saflarına  girdi. Mahalli devrim nümayişlerine katıldı. Kunduracılık yapmıştır.
APRAHAM MURADYAN: Kunduracı, Hınçagyan Fırkası üyesiydi. 
MİNAS KEŞİŞYAN: Diğer müstear adları, Samsunlu Khaçig ve Sarı Minas’tı.   Kayseri’de doğdu. Çocuk yaşta Hınçagyan Gusagtsutyun bayrağının altına girdi.   Ermeni – Tatar silahlı çatışmalarında, Erivan ve Şuşi’de mesuliyetli roller aldı. İri  yarı gövdesiyle, görünüşte hemen terörist tipini andırdığı muhakkaktı.
SIMPAD KILIÇYAN (‘Angudi’ yâni ‘parasız’ Bedros): Pağeş’te doğdu.30 yaşında terzi olmakla beraber, silah kullanmakta ustalaşmıştı. Tecrübeli bir  Hınçag Fırkası üyesi olarak, Muş’ta ve Pağeş’te siyasi faaliyet gösterdi.
KARNİK BOYACIYAN: Şabinkarahisar’da doğdu. Erken yaşta İstanbul’a  geldi ve kahvecilik yaptı. Hınçagyan Fırkası saflarına katıldı. 1914’te Tâlât’a   karşı tertiplenen bir suikasta iştirak etmiş olması suçlamasıyla tevkif edildi.  Onbeş gün içerisinde otuz Lira ceza ödeme şartıyla serbest bırakıldı ve kendisi de  bu meblağı zamanında temin edemediği için, tekrar tevkif edilip, hapsedildi. Asılmadan önce, günah çıkartmak için gönderilen papaza şunları söylemiştir : ‘Papaz Efendi, git dışarıdakilere söyle, söyle ki 30 Liram olmadığı için beni astılar’.
HIRANT YEGAVYAN: Arapgir’li Tıbbiye öğrencisi.
BOĞOS BOĞOSYAN: (Eğin) Agın’lı kuyumcu, hayli ilerlemiş yaşında asıldı
HIRANT AĞACANYAN: 28 yaşındayken Erzurumlu Patırmacıyan’ın sahte  bir mektubu adresine, mahsus yollanarak suçlu olarak suçlanmıştır.  Marzıvan Koleji’nden (Merzifon) mezun olduktan üç yıl Amerika’da ticaretle uğraştı, sonra bu işe kardeşiyle birlikte İstanbul’da devam etti. İstanbul’dan sürgüne gönderildi, şehit Arşag Hazhazyan’ın kayınbabasının oğluydu. 1915 ilkbaharında, İstanbul Hapishanesi Müdürü ve Tâlât’ın sağ kolu İbrahim   Hayri, Bursa’ya gidip, İzmit, Adapazarı ve havalisinde dolaşınca; en haşin şekilde aramalara girişmişti. İşte bu vesileyle, İbrahim Hayri, Ermenilerden bir sürü  silah toplar ve aşağıdaki dört kişiyi İstanbul’a yollayarak darağacına yollar:
GARABET POTUKYAN: (Bardizak’ta Bahçecik) doğdu. İzmit’e yerleşti.  Küçük yaştan Hınçag Fırkası saflarına girdi ve İstanbul nümayişlerine katıldı. 1914’te İttihad’a hainlikle suçlanarak tevkif edildi ve rüşvet vererek kurtuldu.  Ertesi yıl tekrar tevkif edilerek İstanbul’a getirildi.
KHOREN KHORENYAN: Adapazarı’nda doğdu. Demirci ve Hınçag mensubu. Silah ve bomba yapımında uzman, Adapazarı’nda seçim mücadelesinde koyu bir İttihad’çı muhalifiydi.
AMASYA’LI KRİKOR KAYYAN: Adapazar’da otel sahibiydi. Önce   Hınçag sonra Taşnag Fırka’sına girdi. Otuz yıl devrim çalışmalarına katıldı.   Kendi çevresinde müdafaa işlerinin vazgeçilmez adamı olarak tanınmıştı. Bomba  imâlinde ustaydı. Adapazarı’nda Amasyalı lâkabı ile tanınmıştır.