Kapitalist modernitenin neden model olarak ulus-devleti geliştirdiği aydınlatılması gereken bir konudur. Bunun nedeni, bu modelin imparatorluk tarzı gelişmelere kolay kolay fırsat vermemesiydi. İmparatorluk zafer kazansaydı, kapitalist tekellerin şansı tekrar orta çağlardaki gibi olabilirdi. Bu nedenle canlarını dişlerine takıp, dört büyük imparatorluk emellerine karşı koydular. 1500-1600 yıllarında İspanya, 1600-1870 yıllarında Fransa, 1870-1945 yıllarında Almanya, 1945-1990 yıllarında Rusya’nın imparatorluk emelleri ancak ulus-devlet politikalarıyla boşa çıkarılmıştı.
Her ne kadar ulus-devletlere ulusal burjuva unvanı yakıştırılıyorsa da, açığa çıkan gerçeklik ulus-devletin esas olarak uluslararası bir dünya-sistemi peşinde koşan kapitalist tekellerin eseri olduğudur. En sıkı ulusçu geçinen Türkiye örneği bile ancak İngiltere’nin onayı ve ABD müttefikliği ile yürütülebildi. Uluslararası kapitalist sistem olmadan, ulus-devletin doğuşu ve gelişimi düşünülemez. Dünya-sistemin (kapitalist modernite ve hegemonun) politikası olmadan, hiçbir ulus-devlet uzun süre ayakta kalamaz. Sovyetler’in ve Çin’in bile ayakta kalabilmek için ABD’yle ne kadar uzlaşmaya ihtiyaç duydukları açığa çıkan diğer bir kanıtlayıcı örnektir.
Bu durumda Saddam Hüseyin’in trajik sonunu daha iyi anlayabiliriz. Sistemi tanımadı veya tanımak istemedi. Ayakta kalmak için tek bir şansı vardı, o da Irak’ı çok kapsamlı bir demokratik sisteme dönüştürmekti. Bu şansını ulus-devlet tanrısına olan çok güçlü inancı nedeniyle kullanmadı. İdam sehpasında eski tanrının sözlerinin yazılı olduğu Kur’an’ı elinde tutarken, sistemin yeni tanrısı karşısında imdadına yetişmediği ve kurtarmaya gücünün yetmediği de hazin bir biçimde ortaya çıkmıştı. Fakat sistemin tanrısı, yani Leviathan da Irak bataklığında iyice debeleniyor. Tüm Ortadoğu coğrafyasında zor durumdadır.
Avrupa kendisine yeni tanrı arayışındadır. Muhtemelen kendisi için daha barışçı, hukuka yer veren bir tanrı inşa edecektir. AB, dört yüz yıllık uluslaşma ve ulus-devlet tarihi boyunca yaşadığı korkunç savaşların en sonuncusu olan İkinci Dünya Savaşı başta olmak üzere, tüm savaşçı geçmişine tepki olarak geliştirilmeye çalışılıyor. Ulus-devletin açığa çıkmış muazzam tahrip edici yanlarını evrimci yöntemlerle yeni bir Avrupa vatandaşlığı temelinde ekonomik, sosyal, siyasal, tarihsel alanda geliştirdiği yeni fikir, inanç ve kurumlarla aşmaya çalışıyor. Bu bir nevi özeleştirisel yaklaşımdır. ABD, Saddam ve rejimini yıkarak, işine gelmeyen ulus-devlete tavrını radikalce ortaya koydu. Daha çok ulus-devleti federatif tarzda (ABD’nin kendi yapısı) yeniden inşa yöntemini deneyebilir.
ABD’nin hegemonya ile imparatorluk arasında sıkışması zorlu bir süreçten geçtiğinin kanıtıdır. Ulus-devletleri zayıf bir hegemonyayla idare etmek zordur. Örneğin Türkiye ile ilişkiler gibi. İmparatorluk halinde tecrit olabilir. Klasik ulus-devlet, hegemonya ile ancak 21. yüzyıl başlarına kadar zorbela var olabildi. AB ilk ama oluşum halinde bir adımdır. Geleceği net değildir. BM sistemi ulus-devletin sanki aynası gibi çıkmazı gösteriyor. Sorun çözme yeri değil, adeta ağırlaştırma organıdır. Diğer bölgesel, kıtasal birliklerin de ulus-devlet engelini aşmaları beklenmediğinden, çözüm olanakları yok gibidir. Ulus-devlet hem içte hem dışta toplumsal sorunların çözüm modeli olmaktan çoktan çıkmıştır.
İsrail-Filistin sorunu bu açıdan derslerle doludur. İkisi de çok katı ulus-devlet modeline bağlıdır. Bir Kudüs sorununu çözmek için ya kenti paramparça etmeleri, ya da birbirlerini sonuna kadar yok etmeleri gerekir. Sistemin kör ve çözümleyici olmayan çıkmazını bundan daha iyi açıklayan bir örnek bulmak zordur. Kaldı ki Irak, Afganistan ve Lübnan’ın durumu ortadadır. Sırada muhtemelen İran ve başkaları vardır. Ne adil ve insani ne de siyasi ve demokratik olmadığından, modelin şansının da olamayacağı her geçen gün daha çok açığa çıkmaktadır.
Ulus-devlet 1970’lerde zirve yaptıktan sonra ve özellikle SSCB’nin dağılmasıyla derin bir krize girmiştir. Krizi, sistemin sorunlarına yanıt verememesi ve gittikçe engel teşkil etmesiyle kapitalist tekelin gözünde eski itibarını yitirmiştir. AB modelinde krizin evrimle aşılması fazla umut vermiyor. Kapitalist modernitenin genel küresel kriziyle bağlantılıdır. Ortadoğu, krizli halin kaosa dönüştüğü alandır. Olup bitenler Üçüncü Dünya Savaşı boyutundadır. Kaos halinin uzun sürmesi beklenebilir. Sistem sahte demokrasi kılıfıyla ulus-devleti yeniden inşa etmeye çalışabilir. Eşitlik, özgürlük ve demokratik güçlerin buna yanıtı olarak demokratik uygarlığın geliştirilmesi en uygun yoldur.
Demokratik Uygarlık Manifestosu kitabından alınmıştır.
Her ne kadar ulus-devletlere ulusal burjuva unvanı yakıştırılıyorsa da, açığa çıkan gerçeklik ulus-devletin esas olarak uluslararası bir dünya-sistemi peşinde koşan kapitalist tekellerin eseri olduğudur. En sıkı ulusçu geçinen Türkiye örneği bile ancak İngiltere’nin onayı ve ABD müttefikliği ile yürütülebildi. Uluslararası kapitalist sistem olmadan, ulus-devletin doğuşu ve gelişimi düşünülemez. Dünya-sistemin (kapitalist modernite ve hegemonun) politikası olmadan, hiçbir ulus-devlet uzun süre ayakta kalamaz. Sovyetler’in ve Çin’in bile ayakta kalabilmek için ABD’yle ne kadar uzlaşmaya ihtiyaç duydukları açığa çıkan diğer bir kanıtlayıcı örnektir.
Bu durumda Saddam Hüseyin’in trajik sonunu daha iyi anlayabiliriz. Sistemi tanımadı veya tanımak istemedi. Ayakta kalmak için tek bir şansı vardı, o da Irak’ı çok kapsamlı bir demokratik sisteme dönüştürmekti. Bu şansını ulus-devlet tanrısına olan çok güçlü inancı nedeniyle kullanmadı. İdam sehpasında eski tanrının sözlerinin yazılı olduğu Kur’an’ı elinde tutarken, sistemin yeni tanrısı karşısında imdadına yetişmediği ve kurtarmaya gücünün yetmediği de hazin bir biçimde ortaya çıkmıştı. Fakat sistemin tanrısı, yani Leviathan da Irak bataklığında iyice debeleniyor. Tüm Ortadoğu coğrafyasında zor durumdadır.
Avrupa kendisine yeni tanrı arayışındadır. Muhtemelen kendisi için daha barışçı, hukuka yer veren bir tanrı inşa edecektir. AB, dört yüz yıllık uluslaşma ve ulus-devlet tarihi boyunca yaşadığı korkunç savaşların en sonuncusu olan İkinci Dünya Savaşı başta olmak üzere, tüm savaşçı geçmişine tepki olarak geliştirilmeye çalışılıyor. Ulus-devletin açığa çıkmış muazzam tahrip edici yanlarını evrimci yöntemlerle yeni bir Avrupa vatandaşlığı temelinde ekonomik, sosyal, siyasal, tarihsel alanda geliştirdiği yeni fikir, inanç ve kurumlarla aşmaya çalışıyor. Bu bir nevi özeleştirisel yaklaşımdır. ABD, Saddam ve rejimini yıkarak, işine gelmeyen ulus-devlete tavrını radikalce ortaya koydu. Daha çok ulus-devleti federatif tarzda (ABD’nin kendi yapısı) yeniden inşa yöntemini deneyebilir.
ABD’nin hegemonya ile imparatorluk arasında sıkışması zorlu bir süreçten geçtiğinin kanıtıdır. Ulus-devletleri zayıf bir hegemonyayla idare etmek zordur. Örneğin Türkiye ile ilişkiler gibi. İmparatorluk halinde tecrit olabilir. Klasik ulus-devlet, hegemonya ile ancak 21. yüzyıl başlarına kadar zorbela var olabildi. AB ilk ama oluşum halinde bir adımdır. Geleceği net değildir. BM sistemi ulus-devletin sanki aynası gibi çıkmazı gösteriyor. Sorun çözme yeri değil, adeta ağırlaştırma organıdır. Diğer bölgesel, kıtasal birliklerin de ulus-devlet engelini aşmaları beklenmediğinden, çözüm olanakları yok gibidir. Ulus-devlet hem içte hem dışta toplumsal sorunların çözüm modeli olmaktan çoktan çıkmıştır.
İsrail-Filistin sorunu bu açıdan derslerle doludur. İkisi de çok katı ulus-devlet modeline bağlıdır. Bir Kudüs sorununu çözmek için ya kenti paramparça etmeleri, ya da birbirlerini sonuna kadar yok etmeleri gerekir. Sistemin kör ve çözümleyici olmayan çıkmazını bundan daha iyi açıklayan bir örnek bulmak zordur. Kaldı ki Irak, Afganistan ve Lübnan’ın durumu ortadadır. Sırada muhtemelen İran ve başkaları vardır. Ne adil ve insani ne de siyasi ve demokratik olmadığından, modelin şansının da olamayacağı her geçen gün daha çok açığa çıkmaktadır.
Ulus-devlet 1970’lerde zirve yaptıktan sonra ve özellikle SSCB’nin dağılmasıyla derin bir krize girmiştir. Krizi, sistemin sorunlarına yanıt verememesi ve gittikçe engel teşkil etmesiyle kapitalist tekelin gözünde eski itibarını yitirmiştir. AB modelinde krizin evrimle aşılması fazla umut vermiyor. Kapitalist modernitenin genel küresel kriziyle bağlantılıdır. Ortadoğu, krizli halin kaosa dönüştüğü alandır. Olup bitenler Üçüncü Dünya Savaşı boyutundadır. Kaos halinin uzun sürmesi beklenebilir. Sistem sahte demokrasi kılıfıyla ulus-devleti yeniden inşa etmeye çalışabilir. Eşitlik, özgürlük ve demokratik güçlerin buna yanıtı olarak demokratik uygarlığın geliştirilmesi en uygun yoldur.
Demokratik Uygarlık Manifestosu kitabından alınmıştır.