“Bu bir ayaklanma mı? Hayır, Sir, bu bir devrim.” 1789 yılında Bastil’in
ele geçirilmesi ardından gerçekleşen bu sürrealist diyalog halen
güncelliğini koruyor, her ne kadar kamuoyu Türkiye Kürdistan’ında bugün
gerçek anlamda nelerin yaşandığını bilmiyor gözükse de. Türk Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan bile bu güç denemesinin boyutlarını kavramamış
görünüyor.
5 Kasım’dan bu yana 10 bin Kürt siyasi tutsak, 12 Eylül’den beri 60’ı aşkın cezaevinde 700 tutsağın yürüttüğü açlık grevine katıldı. Yazgısal 50 gün eşiğini geçen erkek ve kadınlar ölüm sınırında. İlk bakışta bu mücadele benzersizdir. Erdoğan ise müzakere istemediğini belirterek “şantaj” dedi.
Oysa, bir diyalogun başlatılması eyleme son verecek ve tüm taraflarla barış müzakeresi için koşullar oluşturacaktı. Birinci koşul, bazıları üç yıl sekiz ay olmak üzere 7 bini yargısız bir şekilde cezaevlerinde olan bu erkek ve kadınlara saygıdır.
Tümü “terörist” bir örgüte üye olmakla suçlanan, tümü “ölümüne bir kavgaya” angaje olmakta kararlı olan KCK’nin bu militanları ve BDP’nin milletvekilleri, belediye başkaları, encümenleri ile BDP’nin yerel seksiyonları, bölgesel federasyonları ve parti meclisi üye ve başkanlarının karşısında tanklar, kimyasal silahlar ne yapabilir ki?
Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den tüm Kürt siyasi partileri bu açlık grevi eylemini ve grevcilerin taleplerini destekliyor. Haftalardan beridir Kürtler, Türkiye ve diasporada Öcalan ve tüm siyasi tutsakların özgürlüğü için eylem halindeler. 2 Kasım’da Brüksel’de 10 bin kişiydiler, Stasbourg’daki Avrupa Parlamentosu önünde 600 kişi vardı. Yine Toronto’da, Rusya’da, ABD’de, Ortadoğu’da ve Fransa’nın farklı kentlerinde dayanışma grevleri yapıldı. Türkiye’de ise başta Diyarbakır’da olmak üzere eylemlerde şiddetli çatışmalar yaşandı.
Diyarbakır’da Ben û Sen’de çocuklar için bir fotoğraf atölyesine katılan iki Rennes’li (Fransız kenti) fotoğrafçı 3 Kasım’daki olaylara tanıklık ediyor:
“(4 Kasım) Çocuklarla ilk gün. 13 erkek ve 8 kız çocuk. Yaşları 11 ile 14 arasında. Sempatik, motivasyonlu ve dikkatliler. Genelde yeterince ağır olan bir atmosferde bir hafif ortam. Dün (3 Kasım günü) akşama doğru, fotoğraf çektiğimiz sırada, zırhlı iki araç kapımıza geldi. Onlarla karakola gitmemiz gerekti. İki zırhlı aracın gözetiminde, kollarındaki kalaşnikoflarla çevreleyerek alacakaranlık havada çene yapıyorlar. Ancak fotoğraflarımızı silmemizi istediklerinde bu daha az eğlendirici oldu. Biz, bu eylem gününde endişelenmesi gereken tek yabancı gazeteciler değildik. Bu eylem Türk makamları tarafından yasaklanmış ve toplanma aniden dağıtılmıştı. Diyarbakır’da bulunan “Je suis Kurde” (Ez Kurd im) belgesel filminin iki yönetmeni gözaltına alındılar. Onlara eşlik eden Kürt bir yönetmen, onların gözleri önünde dövüldü. Tümü sorgulanmak üzere karakola götürüldü. Serbest bırakılmaları için Komünist ve Cumhuriyetçi Seçilmişler Ulusal Derneği (ANECR) delegasyonunun Fransa Büyükelçiliği nezdinde girişimde bulunması gerekti. RAI’nin de bir gazetecisi aynı akibete maruz kaldı ve fotoğraflarının bir kısmını kaybetti.”
*André Métayer, Brotanya Kürt Dostluk Derneği Başkanı
ANF
5 Kasım’dan bu yana 10 bin Kürt siyasi tutsak, 12 Eylül’den beri 60’ı aşkın cezaevinde 700 tutsağın yürüttüğü açlık grevine katıldı. Yazgısal 50 gün eşiğini geçen erkek ve kadınlar ölüm sınırında. İlk bakışta bu mücadele benzersizdir. Erdoğan ise müzakere istemediğini belirterek “şantaj” dedi.
Oysa, bir diyalogun başlatılması eyleme son verecek ve tüm taraflarla barış müzakeresi için koşullar oluşturacaktı. Birinci koşul, bazıları üç yıl sekiz ay olmak üzere 7 bini yargısız bir şekilde cezaevlerinde olan bu erkek ve kadınlara saygıdır.
Tümü “terörist” bir örgüte üye olmakla suçlanan, tümü “ölümüne bir kavgaya” angaje olmakta kararlı olan KCK’nin bu militanları ve BDP’nin milletvekilleri, belediye başkaları, encümenleri ile BDP’nin yerel seksiyonları, bölgesel federasyonları ve parti meclisi üye ve başkanlarının karşısında tanklar, kimyasal silahlar ne yapabilir ki?
Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den tüm Kürt siyasi partileri bu açlık grevi eylemini ve grevcilerin taleplerini destekliyor. Haftalardan beridir Kürtler, Türkiye ve diasporada Öcalan ve tüm siyasi tutsakların özgürlüğü için eylem halindeler. 2 Kasım’da Brüksel’de 10 bin kişiydiler, Stasbourg’daki Avrupa Parlamentosu önünde 600 kişi vardı. Yine Toronto’da, Rusya’da, ABD’de, Ortadoğu’da ve Fransa’nın farklı kentlerinde dayanışma grevleri yapıldı. Türkiye’de ise başta Diyarbakır’da olmak üzere eylemlerde şiddetli çatışmalar yaşandı.
Diyarbakır’da Ben û Sen’de çocuklar için bir fotoğraf atölyesine katılan iki Rennes’li (Fransız kenti) fotoğrafçı 3 Kasım’daki olaylara tanıklık ediyor:
“(4 Kasım) Çocuklarla ilk gün. 13 erkek ve 8 kız çocuk. Yaşları 11 ile 14 arasında. Sempatik, motivasyonlu ve dikkatliler. Genelde yeterince ağır olan bir atmosferde bir hafif ortam. Dün (3 Kasım günü) akşama doğru, fotoğraf çektiğimiz sırada, zırhlı iki araç kapımıza geldi. Onlarla karakola gitmemiz gerekti. İki zırhlı aracın gözetiminde, kollarındaki kalaşnikoflarla çevreleyerek alacakaranlık havada çene yapıyorlar. Ancak fotoğraflarımızı silmemizi istediklerinde bu daha az eğlendirici oldu. Biz, bu eylem gününde endişelenmesi gereken tek yabancı gazeteciler değildik. Bu eylem Türk makamları tarafından yasaklanmış ve toplanma aniden dağıtılmıştı. Diyarbakır’da bulunan “Je suis Kurde” (Ez Kurd im) belgesel filminin iki yönetmeni gözaltına alındılar. Onlara eşlik eden Kürt bir yönetmen, onların gözleri önünde dövüldü. Tümü sorgulanmak üzere karakola götürüldü. Serbest bırakılmaları için Komünist ve Cumhuriyetçi Seçilmişler Ulusal Derneği (ANECR) delegasyonunun Fransa Büyükelçiliği nezdinde girişimde bulunması gerekti. RAI’nin de bir gazetecisi aynı akibete maruz kaldı ve fotoğraflarının bir kısmını kaybetti.”
*André Métayer, Brotanya Kürt Dostluk Derneği Başkanı
ANF