7 Mart 2013 Perşembe

Karayılan: Karar Almamız Kolay Değil


KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, AKP hükümetinin yaklaşımlarına ilişkin kaygılarının henüz giderilmediğini belirterek, bir karar almalarının "kolay olmadığını" açıkladı. Hareketin yapısını her zamankini aşan kapsamlı bir savaşa hazırlandığına dikkat çekerken Karayılan, "Aslında kesin ve net bir karar için sadece BDP’lilerin gidip gelmesi yetmemektedir; doğrudan bir ilişkiye ihtiyaç vardır" dedi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ANF'nin gündemdeki konulara ilişkin sorularını yanıtladı. Karayılan, ellerindeki esirlerin bir hafta içinde bırakılacaklarını belirtirken, BDP-DTK heyeti ile görüşmeyi değerlendirdi. Karayılan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın mektubu konusunda önemli oranda bir kanaat oluştuğunu ancak halen üzerinde düşünmeleri gereken noktalar olduğunu kaydetti. Karayılan, "Karar almamız kolay değildir" dedi.

İLK KEZ EŞ BAŞKANLAR DÜZEYİNDE BDP HEYETİ BİZE GELDİ

* 23 Şubat günü Sayın Abdullah Öcalan’la görüşmeye giden 2. BDP Heyeti’nin ardından geçtiğimiz hafta içerisinde BDP ve DTK’lilerden oluşan bir heyet sizi ziyarete geldi ve Öcalan’ın size hitaben yazmış olduğu mektubu teslim etti. Öncelikle bu heyetin size ulaşmasını ve gerçekleşen görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet. İlk kez Eşbaşkanlar düzeyinde bir BDP heyeti alanımıza gelmiştir. Kendileriyle görüşme yapıldı. Önderliğimizin mektubunu bizlere ilettiler. Mektup bizim için çok önemli bir değer ifade etmektedir. Buradan, bu değerli emaneti sağlam bir biçimde bize ulaştırdıkları için BDP heyetine bir kez daha teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.

Görüşmemizde kendileriyle çok yönlü bir tartışma yapma imkanı bulduk. Sanırım her iki taraf için de oldukça yararlı bir tartışma olmuştur. Umarım Önderliğimizin İmralı’da başlattığı bu yeni sürecin yaşamsallaşması ve gerçekleşmesi için yapılan bu ilk resmi görüşmenin önemli bir rolü olacaktır. Bu anlamda İmralı’da Önderliğimizle ve ardından bizimle görüşmenin yapılmış olması önemli bir girişim ve başlangıç olmuştur, denilebilir.

HEYET HAVA SALDIRILARI NEDENİYLE BEKLETİLDİ

* Yapılan görüşmenin yanısıra dikkat çeken bir konu ise o tarihlerde gerillanın denetimindeki Medya Savunma Alanları'na yönelik yapılan hava saldırılarıydı. Bu durum, demokratik kesimler ve barış isteyen çevreler tarafından büyük bir çelişki olarak algılandı. Siz bu duruma ne diyorsunuz?

Evet. Heyet tarafından mektubun getirildiği gün, Türk devleti tarafından da uçakların gönderilme durumu yaşandı. Şimdi bu bir mantığı ifade etmektedir. Hem mektup gönderilmiş, gece yanımıza ulaşacak; hem de aynı gece kapsamlı bir hava saldırısı yapılıyor. Bu durumun ne anlama geldiğini kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Yalnızca o gece için değil öncesinde de sık sık yoğunlaşan hava ve kara operasyonları söz konusuydu. Bu nedenden dolayı biz heyeti bu biçimde kabul edemeyeceğimizi ifade ettik. Bu, bir tutum olsa da, esas olarak gelecek olan heyetin can güvenliği konusundaki sorumluluğu üstlenemezdik. Bu nedenle heyet Süleymaniye’de bekledi ve sonradan bize, ilgili yerlerle konuştuklarını, hava saldırılarının olmayacağını, alanın güvenlikli olduğunu ve gelmek istediklerini bildirdiler. Biz bunun üzerine “eğer durum öyleyse gelebilirsiniz” dedik. Nitekim bu temelde hareket edip geldiler. Bu konuda çok şey söylenebilir fakat ben burada fazla bir şey ifade etmek istemiyorum.

Yalnızca şunu söyleyeyim: Türk devletinin bu tutumu demode olmuş, havuç-kamçı politikası oluyor ki, bunun herhangi bir biçimde sonuç alması mümkün değildir. Sorun diyalogla köklü çözülmek isteniyorsa, öncelikle şiddet değil güven veren politikalarla diyalogu esas almak gerektiği açıktır.

ETKİ TEPKİYİ YARATIR

* Hareket olarak yaptığınız açıklamada bu saldırılara cevap verme hakkınızın olduğunu belirttiniz…

Evet. Uluslararası yasalarda da vardır, aslında bir doğa yasasıdır. Etki, tepkiyi yaratır. Eğer bir saldırı varsa, saldırıya maruz kalanın kendini savunma ve misilleme hakkı da vardır. Türk devlet güçlerinin saldırıları söz konusu oluyorsa, gerillanın da buna karşı kendini savunma ve misilleme hakkı vardır ve gerilla bunu yapacaktır. Daha doğrusu var olabilmek için yapmak zorundadır. Hiçbir biçimde bizim şiddet karşısında boyun eğmemiz ve geri adım atmamız söz konusu değildir. Unutmayalım ki PKK hareketi Kürdistan’da tek yanlı bir biçimde uygulanan sınırsız bir şiddet karşısında ortaya çıkmış bir harekettir. 12 Eylül’ün o kapkaranlık şiddet ortamında direnişi başlatan bir harekettir. Biz şiddet karşısında geri adım atacak bir hareket değiliz. Kaldı ki, şimdi, artan olanaklarımız söz konusudur.

Kısacası, bu konuda devletin ve hükümetin uyguladığı politikaların, çözüm zeminini ve yeni bir barışçıl süreci geliştirmenin alt yapısını oluşturmaya dönük politikalar olmadığı açıktır. Var olan güvensizliği oldukça derinleştiren pratikler durumundadır.

BİR HAFTA İÇİNDE ESİRLER DEVLET GÖREVLİLERİNE TESLİM EDİLECEK

* BDP heyeti sizin elinizdeki esirleri bırakacağınızı ifade etti. Kısa süre içerisinde böyle bir gelişme beklenebilir mi?

 Şimdi teknik hazırlıklar yapılıyor. Bir hafta içerisinde elimizde tutsak bulunan devlet görevlilerini teslim etmeyi kararlaştırmışız. Bu, Önderliğimizin de bir talebidir. Bizden yana sürece giriş yapabilmek için önemli bir adım olacaktır. Eğer tekrar BDP heyeti veya başka siyasi partiler ya da ilgili STK’ler gelirlerse biz kendilerine teslim edebiliriz. Yalnız teslim edeceğimiz kurumların bu kişileri sağlam bir biçimde götüreceklerine dair bize güvence vermeleri gerekiyor. Bu konuda bize güven veren kurumlar gelirlerse teslim edebiliriz. Bu ancak bir hafta sonra olabilir.

SIZMA OLAYI BİR GAZETECİLİK Mİ, OPERASYON MU?

* 2. heyetin İmralı Adası’nda yaptığı görüşmenin metinleri basına da yansıdı. Görüşmenin içeriğinin yanı sıra, metnin basının eline nasıl geçtiği, bunun süreci baltalama girişimi olduğu, gazetecilik etiğine aykırı olduğu gibi yoğunca tartışıldı. Siz bu metnin yayınlanmasını ve beraberindeki tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önder Apo’yla ikinci heyetin yaptığı görüşme notlarının sızmış olması Türkiye’de çok tartışılan bir konu durumundadır. Bu açıdan yürütülen polemiklere çok taraf olmak istemiyorum. Ama bir-iki şey belirtmemde fayda vardır:

Öncelikle ben gazetecilerin sonuna kadar özgür hareket etmesi gerektiğine inananlardanım. Fakat bu sızma olayı gerçekten bir gazetecilik midir, yoksa yapılmış bir hırsızlık mıdır konusu pek net değil. Aldığım bilgiler ve yapılan açıklamalardan bunun BDP tarafından sızdırılmadığı görülmektedir. Eğer BDP tarafından yapılmış bir sızdırma durumu söz konusu değilse, o vakit akla gelen şey, bu metnin çalınmış olduğudur. Bu nedenle ben bir gazetecilik olayından ziyade bir operasyon durumunun olabileceğini düşünüyorum. Metnin, sürece bir biçimde çomak sokmak isteyen bazı kesimler tarafından çalınıp sızdırıldığı ihtimali yüksek bir ihtimal olarak öne çıkmaktadır. Bu hususu tabii ki başta BDP olmak üzere ilgili kesimler netleştirmeli. Kamuoyunun da onlardan beklentisi budur. Yani nasıl sızdırıldığı konusunu açıklığa kavuşturmaları gerekiyor.

ANCAK SIZDIRILMIŞ OLMASI BÜYÜK BİR FACİA DEĞİL

Fakat metnin sızdırılmış olması, öyle büyük bir facia da değildir. Yani biz, “bu sabotajdır”, bilmem “2. Oslo sızdırmasıdır” türündeki değerlendirmeleri de abartılı buluyoruz. Doğru, bunu basına sızdıranın iyi bir niyet taşımadığı açık. Ama daha sürecin başında herkes şeffaflıktan bahsediyordu, “her şey şeffaf gelişecek” deniliyordu. Peki, o zaman niye bu kadar sert eleştirilerle karşılanıyor. Önder Apo’nun çözüme dair görüşlerinin Türkiye kamuoyuna yansımasında bu kadar büyük bir sakınca görülmemeliydi, diye düşünüyorum. Bilakis yararı vardır. Belki, “zamanlaması önemliydi, şimdi yansıtılmaması gerekirdi” denilebilir. Yine bu metin, 4 kişi arasında yapılmış bir konuşmadır, onu olduğu gibi kamuoyunun önüne dökmek de ahlaki olarak yerinde bulunmayabilir. Bunlar doğrudur. Fakat biz bu görüşme notunun yayınlanmış olmasını da bir felaket olarak görmüyoruz. Şimdi olmamalıydı, zamansız oldu, her şeyi zamanında ve yerinde yapmak daha doğrudur. Ama olmuşsa da herkes çözüme dönük kararlılığını belirttiğine göre bir felaket gibi de görmemek gerekiyor.

* Bazı basın-yayın organları sizin çok tepki gösterdiğinizi ve soruşturma açılması için BDP’ye talimat ilettiğinizi iddia etti...

Bu doğru değil. Bizimle BDP arasında bir rapor-talimat hukuku yoktur. Olsa olsa öneri olabilir. Biz görüşme notlarının sızdırılmış olması konusundaki görüşlerimizi bir eleştiri olarak ifade ettik. Bunun dışında bizim yaptığımız bir şey yoktur. Fakat ben, BDP kendi içinde bunu soruşturabilmeli ve sonuçlarını da kamuoyuyla paylaşmalıdır, diye düşünüyorum. Ama bunu bizzat BDP heyetine de iletmiş değiliz. Sadece eleştirel görüşlerimizi ifade ettik.

CHP VE MHP'YE: SAVAŞMAK MI İSTİYORSUNUZ?

* MHP ve CHP gibi kesimlerin İmralı görüşme notlarının içeriğine dönük sert eleştirileri oldu…

Evet. Başta MHP ve kısmen de CHP olmak üzere bazı kesimler sanki Türkiye’de bir ''felaket'' olmuş, Türkiye ''parçalanacakmış'' gibi bir havayla, saldırgan bir dil kullanıyorlar. Halbuki orada, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Kürt sorununun çözümü için ortaya konulmuş olan en makul, yine Türklerin ve Kürtlerin hassasiyetini en incelikli bir biçimde dikkate alarak çizilen bir çerçeve söz konusudur. Ben bu kesimlere söylüyorum: “Siz daha ne istiyorsunuz? Savaşmak mı istiyorsunuz? Ee savaşırsanız biz de 50 yıl daha savaşabiliriz. Siz bizi bitiremezsiniz; PKK’yi ve Kürt halkını bitiremezsiniz. Bir arada yaşanacaksa bunun çözüm formülünü bir biçimde bulmak gerekiyor. İşte Önder Apo, herkesin hassasiyetini dikkate alan en makul bir çerçeveyi ortaya koymuş; daha neyini eleştiriyorsunuz!” Yani onlarınki ayrı bir havadır; tamamen inkara dayanan, ırkçı ve herkesi zorla bir kalıba sokmak isteyen, 90 yıllık klasik sömürgeci bir mantıktır. Bu bakış açısını çağ dışı görüyorum. 20. yüzyıla ait bir bakış açısıdır. Hiç kimse 21. yüzyılda 20 milyonluk Kürt halkını zorla başkalaştıramaz, kendi hakları için mücadele etmesinden vazgeçiremez.

Biraz önce MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Meclis’te yaptığı konuşmayı dinledim. ''8 maddelik bir çözüm önerisi'' sundu. Sunduğu çerçeve tamı tamına Kürt halkına ve PKK’ye karşı topyekun bir soykırımı öngören bir çerçevedir. Bir türlü anlam veremiyorum: Milliyetçi de olsa, ırkçı da olsa, madem bu ülkede bir partiyse, bu ülkedeki gerçekliği bu kadar görmezlikten gelme nasıl sürdürülebiliyor ve halen insanlar böyle bir bakış açısına nasıl inanabiliyor?

Açık ki Kürt sorunu Türkiye’de milli bir sorundur. Sadece iktidar partisinin değil, tüm partilerin bu soruna doğru yaklaşması ve bir çözüm perspektifine sahip olması kendi görevleri gereğidir. Umarım başta CHP olmak üzere bu tür çevreler Kürtlerin savaşla susturulup bitirileceğini ve teslim alınacağını eksen alan bir çiziyi değil, daha insancıl, çağdaş, toplumlara ve farklı kültürlere saygı duyan bir çizgiyi esas alırlar.

Türkiye’nin birliğinden yana olan gerçek yurtseverler ortaya konulan çözüm projesine daha samimi yaklaşmak durumundadır. Bu konuda ben tüm kesimlerin Önderliğimizin orada ifade ettiği çerçeveye herkesin doğru yaklaşmasını ve bunun anlaşılmasını diliyorum. Özellikle sol-demokratik çevreler ve Türkiye’de yaşayan azınlık kesimlerin orada neler söylenmek istenildiğini daha doğru anlamaları gerekir, diye düşünüyorum. Yine Türkiye’yi gerçek anlamda seven Türk yurtseverlerinin, birlikten yana olan ve savaşın sona ermesini isteyen tüm kesimlerin bu çerçeveye doğru yaklaşmasını istiyor ve diliyorum. Çünkü gerçekten önemli bir çözüm perspektifi söz konusudur. Bunun daha ötesi ne olabilir ki?

KÜRT HAKLARI İADE EDİLMELİ

Kürt sorununun çözümü, Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı doğal haklarının iade edilmesiyle mümkündür. Bakınız, “iade edilmesi” diyorum, “verilmesi” demiyorum. Çünkü Kürt halkının bu hakları, 1924 Anayasası’yla gasp edilmiştir, elinden alınmıştır ve onların iade edilmesi temelinde iki halkın bir arada yaşama koşulları doğar. Nasıl ki halklarımız Osmanlı döneminde bir arada yaşadılarsa, Cumhuriyet döneminde de bir arada yaşamayı sürdürebilirler. Ama bunun öncelikli şartı gasp edilmiş hakların iade edilmesidir. Gelinen noktada artık herkesin bunu daha gerçekçi ve daha objektif bir bakış açısıyla görmesi gerekiyor. Tüm kültürlerin bir arada yaşadığı gerçek bir toplumsal barış da ancak böyle mümkün olabilir.

ÖCALAN SORUNU OLDUKÇA YARATICI KAVRAMLARLA İFADE EDİYOR

* Görüşme notunda ifade edilen çerçevenin böyle bir toplumsal barışı hedeflediğini mi belirtiyorsunuz?

Tabii ki öyle. Bugün toplumsal bir uzlaşmanın olduğunu söylemek, gerçekleri görmemektir. 1925’ten beri yaşanan süreçleri hiç kimse bir tarafa veremez ve bu süreçler unutturulamaz. Kürt halkının yaşadığı katliamlar ve derin acılar vardır. Ama bugün Önderliğimiz, tarihten gelen ve tıkanmış olan bu sorunun çözüm formülünü geliştirme peşindedir. Önderliğimiz, sorunu oldukça yaratıcı bir biçimde en uygun kavramlarla ifade ederek en makul bir çözüm çerçevesini koymaya çalışmıştır. Bunu herkesin doğru anlaması lazım.

Biz de anlamaya çalışıyoruz. Çünkü en çok bizi ilgilendiren konulardır ve en çok da bizim doğru anlamamız gerekiyor. İşin gerçeğini ifade edersek biz de belirli noktalarda anlamakta zorlanıyoruz ve anlamaya çalışıyoruz. Önderliğimiz başlatmış olduğu bu süreci sadece bir siyasal çıkış gibi ele almıyor. Bunu ideolojik, felsefi, siyasal ve toplumsal boyutlarıyla çok köklü ve derinlikli ele almaktadır. Yani Önderliğimiz bunu, taktik bir çıkış olarak öngörmüyor, stratejik bir çıkış olarak öngörüyor. PKK’nin değişim ve dönüşümünden, yine Tanzimat’tan bu yana geliştirilen ve daha sonra da üzerine Cumhuriyet’in inşa edildiği yapılanmanın değişmesinden ve tamamen demokratik bir cumhuriyete kavuşması perspektifinden söz ediyor. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, her şey yenilenecek, köklü değişime kavuşacak” perspektifiyle yola çıkmış bulunuyor. Bu bizi çok yakından ilgilendirdiği gibi, Türkiye’deki herkesi de, bütün Kürdistanlıları da ilgilendiriyor. Tüm Türkiye’yi ve Kürtleri ilgilendirdiği gibi, aslında Ortadoğu bölgesini de yakından ilgilendiren yeni, çok derinlikli stratejik bir yaklaşım söz konusudur. Dolayısıyla herkesin bu konuda görüş belirtmesi hakkı vardır. Ama burada, ne yapılmak ve nereye varılmak istenildiğinin de görülmesi önemlidir. Burada kesinlikle tüm tarafların kazanacağı yepyeni bir çözüm çerçevesi söz konusudur. Hiç kimsenin kaybetmediği, herkes açısından “kazan kazan” formülünün söz konusu olduğu bir çerçeve eksen alınıyor. Burada geri adım atma, ileri adım atma, kazanma ya da kaybetme değil, herkesin kazanacağı bir formülasyondan bahsediliyor. Tabii ki tarafların bunu doğru anlaması önemlidir.

Biz PKK olarak bunu anlamaya ve buna anlam biçmeye çalışıyoruz. Çünkü bizim için hemen algılanması ve hemen gereklerinin yapılması öyle basit-sıradan bir şey değildir.

* Çokça bahsedilen bu süreci sabote etme girişimlerine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Evet. Kürt sorununun çözümü önünde ulusal ve uluslararası düzeyde engel olacak güçler vardır. Türkiye’nin içinden ve dışından sabote etmek isteyen güçler de olacaktır. Bu konuda Başbakan Erdoğan’ın, “biz bu soruna her el attığımızda önümüze engeller çıktı” biçimindeki söylemi doğru ve yerinde bir tespittir. Biz de bunu hissediyoruz. Çünkü bu engel durumları bize de yansıyan durumlardır. Fakat her iki tarafın demokratik çözüme ve barışa ilişkin kararlı duruşları, bütün bu sabote çabalarını ve engelleri boşa çıkarabilecektir. Biz kendi açımızdan kararlı bir biçimde bunu ifade etmek durumundayız. Hareketimizin sağladığı güçlü birlik ruhu ve Önderlik etrafında kenetlenme gerçeği, bu konuda her türlü engeli kararlıca aşma olanağını sunmaktadır.

UMUTLU OLALIM AMA GERÇEKÇİ DE OLALIM

* Bazı basın-yayın çevreleri ve siyasetçiler tarafından her şeyin tamam olduğu ve bütün sorunun çözüldüğü havası yaratılıyor. Tabii bunun halka dönük yansımaları da oluyor. Bu konuda neler diyeceksiniz?

Ortamı tozpembe göstermeye gerek yoktur. Umutlu olalım, toplum olarak geleceğe dönük umutla yaklaşmayı esas alalım. Ama aynı zamanda gerçekçi de olalım. Hükümet yanlısı bazı çevreler her şey oldubitti, tamam gibi bir imaj yaratmak istiyor. Ama bana öyle geliyor ki, legal Kürt siyaseti de bu konuda fazla iyimser yaklaşıyor, toplumu da bu yönlü yönlendirmeye çalışıyor. Fakat tüm toplumumuzun ve tüm Kürt siyasetçilerinin, yine ilgili bütün çevrelerin ve de Türkiyeli dostların bu konuda daha temkinli bir iyimserlikle yaklaşmaları gerektiğini ifade etmek istiyorum. Çünkü sorun çok ciddi bir sorun. Bu konuda olumluya yorumlanacak çabaların yoğunlaşması gerekiyor. Ama her şey olmuş ve bitmiş değildir. Bugün de bazı gazetelerin manşetlerine baktım; sanki “her şey tamamdır, bitmiştir, hazır hale gelmiştir” gibi bir yansıtma var.

HENÜZ KARŞI TARAFIN NETLEŞMİŞ BİR PROJESİ YOK

Bu doğru değildir. Ortada ne var? Ortada TC’nin en köklü ve en ciddi olan 90 yıllık bir sorunu var. Üzerinde çok çeşitli tartışmaların olduğu, çatışmaların yaşandığı ve bugün de halen tartışma ve çatışmaların olduğu bir sorun söz konusudur. Bu sorunu çözmek için Önder Apo’nun, İmralı’da bir devlet heyetiyle yaptığı diyaloglar sonucu şimdi bir çözüm perspektifini netleştirme çabası vardır; sorunun silahlı çatışmadan siyasal bir zemine evirilmesi ve demokratik yöntemlerle çözümü için ortak bir çözüm projesini netleştirme çabası vardır. Bunun için bizlerden ve çeşitli kesimlerden görüş istemiştir. Henüz ortada karşı tarafın netleşmiş bir projesi yoktur. Sadece yürütülen tartışmalar vardır.

Şimdi bu tartışmalara dayalı olarak ortak denilebilecek bir çözüm perspektifinin netleştirilme çabası söz konusudur. Bu çok önemli, çok değerli ve çok tarihsel bir çabadır. Buna değer biçmek lazım. Kim ki değer biçmezse o, ‘kanın dökülmesinden yanadır’ demektir. Hayır. İnsani haysiyeti olan, insan yaşamını ve kendi ülkesini seven herkes buna değer biçmek zorundadır. Çünkü böyle barışçıl bir sürece doğru zemin oluşturma ve çatışmadan barışa doğru giden yolun taşlarını örme çabası kutlu bir çabadır. Bu çaba elbette ki insani açıdan, siyasi açıdan ve insani değer yargıları açısından çok kıymetlidir. Bu açıdan gereken değeri biçmek gerekiyor. Biz Önderliğimizin bu konudaki çabalarını çok kıymetli buluyoruz, değer biçiyoruz ve bütün boyutlarıyla anlamaya çalışıyoruz.

TEMKİNLİ BİR İYİMSERLİK İÇİNDE OLUNMALI

Kısacası, sürece dönük tüm halkımız iyimser olmalı, temkinli bir iyimserlik içerisinde olmalı ama her şeyin tamam olduğunu düşünmemek gerekiyor. Süreç kalıcı bir barışa dönüşebilir. Bunun için bu kez daha ciddi bir ortam söz konusudur. Önder Apo, her iki tarafın da yararına, 20 yıllık barışçıl çabaların tecrübesine dayanarak sürecin çerçevesini çizmeye çalışmaktadır. Bu açıdan bu süreç öncekilere benzememektedir. Bu süreç, daha derinlikli ele alınmakta, daha köklü ve daha kalıcı bir barışı geliştirmeye aday bir süreçtir. Ancak bu süreç, aynı zamanda her an kırılabilecek ve her an kapsamlı bir çatışmaya dönüşebilecek bir süreçtir de.

KİMSE HAM HAYAL PEŞİNDE KOŞMASIN

* Neden?

Çünkü netleşmeyen yönler vardır. Yani şimdi taraflar çıkıp da “biz artık şiddetten vazgeçtik, şiddeti bir tarafa veriyoruz, bu işi diyalogla çözeceğiz” demiyorsa burada sorun var demektir. Türkiye hala bunu söylemediği gibi, net bir çözüm projesini de ortaya koymamıştır. Kimse ham hayal peşinde koşmasın. Dolayısıyla her şeyin bittiğini ve barış sürecinin tamamlandığını sanmak yanlış olur.

BARIŞ GERÇEKTEN ZOR BİR İŞTİR

Ama önemli bir adım var; bunu desteklemek ve bunun içinde yer almak gerekiyor. Her türlü ihtimale karşı hazır olmamız da gerekiyor. Biz kendimiz bu açıdan zaten hazır olacağız ama kitlemizin ve halkımızın da bu anlamda gerçekçi yaklaşması, bilinçli ve örgütlü yaklaşması önemlidir. Özellikle siyasal ve örgütsel planda kendisini çok güçlü kılması gerekmektedir. Mücadeleye daha fazla sarılması gerekmektedir. Eğer barış isteniyorsa, barış sadece sloganlarla olmaz, ciddi bir örgütlenme ve ciddi bir çalışmayla olur. Barış birçok kişinin söylediği gibi gerçekten zor bir şeydir, kolay bir şey değildir. Bunun için herkesin çaba göstermesine ihtiyaç vardır. Özellikle de halkımızın, değerli yurtseverlerin, çalışanların ve dostların bu konuda oldukça temkinli yaklaşması ama olumlu sürecin derinleşmesi için de üstüne düşen sorumluluğun gereklerini yerine getirmesi gerekmektedir.

İKİ HAFTA SONRA GERİLLANIN HAREKET OLANAKLARI OLUŞACAK

* Bu sürece bu şekilde temkinli yaklaşmanıza neden olan nedenleri daha somut açabilir misiniz?

Tabi. Bu yeni sürece dönük karar alınmasının ve pratik planların geliştirilmesinin bir takım zorlukları vardır. Ben bunu açıkça halkımızla ve kamuoyuyla paylaşmakta hiçbir sakınca görmüyorum. Bunu iki ana madde biçiminde izah edebilirim:
Birincisi, AKP hükümetinin yaklaşımlarına ilişkin taşıdığımız kaygılar tümüyle giderilmiş değildir. Bu konuda AKP’nin söylem ve pratiği bizlerde ciddi kaygılar yaratıyor. Bir kere bu “teröristlerle mücadele, uzantılarıyla müzakere” konusundaki politikaları kalıcı bir barışı değil, sürekli çatışmayı besleyecek bir politikadır. Yani eğer gerillaya dönük operasyonlar durmazsa ve saldırılar olursa, daha önceden de ifade etiğimiz gibi gerilla kendini savunur, misilleme hakkını da kullanır. Herkes biliyor ki, gerilla bu konuda devletin güvenlik güçlerinden daha inisiyatiflidir. İşte bahar geldi, 2 hafta sonra gerillanın hareket olanakları oluşacak ve gerilla Türk devlet güçlerinden daha fazla operasyon yapma gücüne sahip bir pozisyon kazanacak. Bu konuda şüphesi olanlar varsa, 2012 yılına bakabilirler. 2012 yılına bakanlar gerillanın daha fazla operasyonel olduğunu görürler. Yani eğer operasyonlar devam edecekse, bu çatışmaların da devam edeceği anlamına gelir. Bu, bir sorundur.

LİCE OLAYI MİSİLLEME OLABİLİR

* En son Lice’de uzaktan kumandalı bir mayının patladığı ve 4 askerin yaralandığı belirtiliyor…

Evet, haberi dinledim. Henüz olayın kaynağından aldığım resmi bir bilgi yoktur. Ancak misilleme çerçevesinde yapılmış bir eylem olabileceğini düşünüyorum. Zaten operasyonlar durmazsa bu tür karşı misillemeler de yapılır. Şimdi Türk basını hemen ''provokatif bir olaydır'' diye geçiyor ama şunu sormuyor: 4-5 gün önce yapılan hava saldırısında 4 arkadaşımız yaşamını yitirdi. O, provokatif bir olay olmuyor da bu mu provokatif bir olay oluyor? Yaşamın her karesinde ayrımcılığı yaşama budur herhalde. Eğer bunu provokatif sayarsanız o zaman yapılan tüm askeri operasyonları ve hava saldırıları da provokatif saymanız gerekmektedir. Kısaca az önce de belirttiğim gibi bu bir sorundur. Biz hiç kimseye gelip seni vuracak olan güçlere karşı kendini savunma, misilleme hakkını kullanma diyemeyiz. Çünkü ortada can vardır ve kimseye canını savunma diyemezsin.

ÇATIŞMASIZLIK OLACAKSA, ÇİFT TARAFLI OLMALI

İki silahlı kesim var, yani iki taraf var. Bir çatışmasızlığın yaşama geçmesi için her iki tarafın da buna uyması gerekmektedir. Çift taraflı olmadan hiçbir şey yaşama geçemez. Yarın öbür gün resmi bir ateşkes ilan edilirse ve bu çift taraflı olmazsa sadece ilan edilmiş olmakla kalmış olur. Çünkü hayata geçmesi için çift taraflı olması gerekiyor. Örneğin; bugün İran’da PJAK’ın ilan ettiği ateşkese İran Devleti de uymakta ve herhangi bir çatışma da yaşanmamaktadır. Kısaca bu sorun aşılmazsa, yol üzerinde ciddi bir engel olarak kalacaktır.

Bir önceki sorunuzdan devam edecek olursam;
Öbür yandan Başbakan Tayip Erdoğan, “iki halkın eşitliği ve birliği” sözlerine karşı çıkarak, “bu ayrımcılıktır” diyor. Biz onu anlamadık, yani “eşitiz” demek nasıl bir ayrımcılık oluyor? Yine “eylemsizlik olmaz, silahların bırakılması olur”, hatta en son “barış kelimesi yanlış” diyor. Diyor ki, “barış, taraflar arasında olur.” Yani şimdi Türkiye’de bir barış zaten var mı? Bir çatışma yok mu? Ve bu çatışmanın tarafları yok mu? O zaman bu bir inkar olur. Ama sen beni inkar edersen ben seninle nasıl barış yapabilirim ki? O zaman neyin barışını yapacağız? Yani inkarın sürdürülmesinin yansıması olan bu gibi tutumlar bizlerde “bunlar nasıl çözüm geliştirecekler?” çerçevesinde ciddi kaygılar yaratıyor.

KARAR ALMAMIZ KOLAY DEĞİL

Şimdi gerçeği şu. Biz, izah ettiğim bu ve benzeri nedenlerden dolayı AKP hükümetinin politikalarına ilişkin kaygılar taşıyoruz. Ama aynı zamanda Önderliğimize de çok güveniyoruz ve sonuna kadar inanıyoruz. Biz Önderliğimizin elbette ki her zaman arkasında olmayı esas alacağız. Bu konuda Önderliğimizin gönderdiği mektup bizlerde önemli oranda bir kanaat oluşturmuş olsa da halen üzerinde düşünmemiz gereken noktalar da vardır. Bu açıdan bizim karar almamız kolay değildir. Bu birinci boyuttur.

İkinci boyut ise, mevcut koşullarda Kürt Özgürlük Hareketi’nin ilk kez, çok önemli olanakları yakalamış olması ve kendi özgücüyle çözümü zorlayacak, başarıya gidebilecek koşullara sahip olabilecek bir konjonktürel durumun gelişmiş olmasıdır.

Bilindiği gibi Kürdistan dört parçadır. Dört parçayı egemenliğinde tutan devletler hemen her zaman kendi aralarında Kürtlere ilişkin anlaşmışlardır. Belki bazen sorunları olsa da her zaman Kürtler konusunda ortak hareket etmişlerdir. Çoğu zaman bunu resmi anlaşmalarla da kayıt altına almışlardır. Mesela önceden Sento vardı. Buna benzer, daha değişik ikili üçlü anlaşmalar hep olmuştur. Türk devleti Saddam’la, istediği vakit sınırdan 20 km içeri girmesini sağlayan bir anlaşma yapmıştı. Yani Kürdistan’ı egemenliğinde tutan bu devletlerin her zaman ortak hareket ettiği tarihsel bir gerçekliktir. Hatta son 2003’ten 2011’e kadar Türkiye-İran-Suriye’nin bize karşı üçlü anti-Kürt ittifakı vardı. Doğru, Önder Apo’nun da ifade ettiği gibi, Kürt sorununda esas düğüm Kürdistan’ı elinde tutan devletlerde değil, batı siyasetinde düğümlenmiştir. Yani Önder Apo’nun paralel devlet diye tanımladığı, kökeni, çıkarlarını Kürt sorununun çözülmemesinde bulunan uluslararası güçlere dayanan bir siyasetin engel olma durumu vardır. Ama bizzat bölgede Kürdistan üzerinde egemen olan devletlerin ittifakı da, Kürtlerin manevra alanını çok daraltan ve Özgürlük Hareketi’ni de zorlayan bir faktördü. Şimdi bu koşullar tümüyle değişmiştir. Bölgeye dönük geliştirilen müdahale temelinde bölgedeki konjonktürel durum tümüyle değişmiş, Kürdistan üzerinde egemen olan devletlerarasındaki ittifaklar da en azından şimdilik bozulmuştur. Bu, Kürt Özgürlük Hareketi’nin daha geniş bir manevra alanına sahip olmasını ve mücadelesini başarıya taşımanın koşulları anlamına gelmektedir. Nitekim biz şimdi bu koşullara dayanarak daha rahat ve daha güçlü bir mücadele zeminini yakalamış bulunuyoruz.

PKK'NİN KULLANDIĞI SİLAHLAR 60 YIL ÖNCE İMAL EDİLMİŞ SİLAHLARDIR AMA...

* Bu belirttiklerinizden, bölgedeki mevcut dengeler içinde bazı devletlerden destek almakta olduğunuzu mu söylüyorsunuz?

Hayır, sorun o değil. PKK bir ilke hareketidir. PKK hemen, herkese angaje olmaz. PKK Ortadoğu’da bugün üçüncü bir çizgiyi temsil etmekte ve kendi özgücüne dayanmaktadır. “PKK şuradan buradan çok yardım alıyor” diyenlere şunu söylüyorum; PKK’nin kullandığı silahlar 60 yıl önce imal edilmiş silahlardır. Kimse kendini yanıltmasın. Yalnız şunu da açıklıkla ifade etmemin hiçbir sakıncası yoktur: PKK artık değişik güçlerden silah dahil yardım alabilecek noktaya da gelmiştir. Bu kendisiyle birlikte yepyeni bir durum anlamına gelmektedir. Dolayısıyla PKK’nin mücadelesini daha üst bir aşamaya taşımasının siyasal ve bölgesel koşulları doğmuş demektir.

Bununla birlikte PKK, 2012 yılının ortasından itibaren bir hamle sürecini başlattı. Başlayan bu hamle sürecinin çok önemli ve çok değerli tecrübeleri ile sonuçları oldu. O zamana kadar görülmeyen yetersizlikler açığa çıktı. Bizler aylardır bunun üzerinde yoğunlaşıyoruz. Geçen yıl yürütülen çerçevede değil de daha üst düzeyde kapsamlı bir hamlesel çıkışın yürütülmesinin örgütsel ve taktiksel düzeyi yakalanmıştır. Şimdi tam da bu noktada, yani hem örgütsel-taktiksel açıdan hamlenin kıvamına girdiği bir noktada ve hem de bölgesel koşulların uygun hale geldiği bir zamanda birden bire barışın gündeme girmesi ve bu konuda PKK’nin konumunu değiştirmesi kolay bir şey olmasa gerek. Açıkça izah ediyorum; bu kolay değil tabii.

* Hükümet, bunları gördüğü için mi böyle bir süreci geliştirmekten yana politika geliştirdi?

AKP hükümetinin bunları bilmesi çok yüksek bir olasılıktır. Olası bir yükselişin önüne geçmek için böyle bir politikayı düşünmüş olabilir ama aynı zamanda Önderliğimizin de bu koşulları çok iyi bir biçimde değerlendirerek buradan bir barışı çıkarma çabası vardır. İşte bu nokta çok önemlidir. Her iki taraf da kendi açısından kritik bir karar verme durumundadır. Karşı taraf, bizim olası ve hiç hesapta olmayan gelişmemizin önüne geçmek için politika oluştururken, Önderlik de buna dayanarak köklü bir demokratik-barışçıl çözümü hayata geçirmek istiyor. İşte burada tüm yoldaşlarımızın ve örgütlerimizin Önderliği tam olarak anlamaları önemlidir. Biz Önderliğimize tam olarak güveniyoruz ve mektubunda ortaya koyduğu çözüm perspektifini çok büyük bir dikkatle okumak, incelemek ve kararlaşmak durumundayız. Ben açıkça söyleyeyim; Önderliğimizin bu yüksek düzeyde inanç yaratan ve güven veren duruşu olmasa hiç kimse bizi direniş hamlesini yükseltme yolundan caydıramaz.

ÖCALAN'IN DEVREYE GİRMESİ BİR GEREKLİLİKTİR

Biz kendimizi her zamankini aşan, daha kapsamlı bir hamlesel savaşa hazırlamışız. Bu açıdan da yapımızı barışa ikna etmenin bizim için kolay olmadığını ifade etmek istiyorum. Bizim bu konuda dile getirdiğimiz “Önderlik devreye girmelidir” sözü kesinlikle bir politika değil, bir gerekliliktir. Tekrar ediyorum, bir gerekliliktir. Biz şimdi belki durdurabiliriz ama belli bir noktaya kadar durdurabiliriz. Yönetim olarak, bütün bu konularda herkesi ikna etmenin bizi de aşan bir durum olacağını düşünüyoruz. O açıdan ileriki süreçlerde Önderliğin de devreye girmesi gerektiğini tekraren vurgulamak durumundayım.

HALKIMIZIN 100 YILLIK BEKLENTİLERİNE CEVAP OLMAKLA MÜKELLEFİZ

Ama öncelikli olarak bu konuda bir kararlaşmaya gitmemiz gerektiği de açıktır. Umarım bu konuda herhangi bir pürüz çıkmadan olumlu bir konseptle halkımızın ve kamuoyunun önüne çıkacağız. Biz bu konuda Önderliğimizle yazışmalar yoluyla da olsa tabii ki bazı şeyleri paylaşmak istiyoruz. Çünkü gerçekten, biz mücadelemizin gücüyle, onun esas aldığı yol ve yöntemlerle belirli bir noktaya gelebileceğimizi düşünüyor ve buna tam olarak inanıyoruz. Dışımızdakiler buna inanmayabilir, kendi pencerelerinden bakıp kendilerine göre yorumlayabilir. Hatta bazıları bizim bu konudaki tereddütlerimizi farklı durumlara da bağlayabilir. Ama durum öyle değildir. Tamamen kendimize, mücadelemizin başarısına ve elde ettiğimiz avantajlar ile taşıdığımız inanca ilişkin hususlardır. Biz hareketin yönetimi olarak halkımızın yüz yıllık beklentilerine cevap olmakla mükellefiz. Önderliğimiz bu çerçevede titiz yaklaşmaktadır. Biz de yönetim olarak bunu düşünmek zorundayız. On binlerin ahı ve anaların gözyaşı karşılık bulmak zorundadır. Biz bu konuda büyük bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Karar vermek öyle kolay değil, başlı başına cesaret istiyor. Önder Apo gibi, görüşlerine tümüyle bağlı, keskin ve cesaretlice çıkış yapma yeteneğiyle birlikte, bütün bunları düşünmek, yürütmek ve kararlaştırmak durumundayız.

KÖKLÜ YENİLENME SÜRECİ

Bu açıdan biz karar alırken AKP hükümetine veya başka bir çevreye güvenip güvenmeme temelinde almayacağız. Siyaset farklı bir olaydır. Salt güvene dayalı yürütülen bir şey değildir. Önderliğimiz süreci, bir “köklü yenilenme süreci” olarak ele almakta ve bunu köklü bir demokratikleşme hamlesi olarak görmektedir. Radikal demokrasinin geliştirilmesinden söz etmektedir. Yani süreci, bir mücadele süreci olarak görmek gerekiyor. Bir güvenip güvenmeme değil, barışı ve demokratik çözümü yaratma mücadelesi olarak görmek gerekiyor. Doğru yaklaşım bu temelde olabilir.

Öte yandan Türkiye toplumunun demokratik çözüme ve barışa olumlu yaklaşması, büyük bir ekseriyetin barıştan yana tutum alması ile Önderliğimizin bu süreci geliştirmedeki kararlılığı bize güven veren temel olgulardır. Ayrıca tüm parçalarda Kürt halkının bu konudaki desteği de önemli bir husustur. Dolayısıyla biz bu eksenden yaklaşarak kararlaşmayı yaşamaktayız. Tüm arkadaşlarımız, halkımız ve dostlarımız da sürece bu çerçevede yaklaşarak doğru tutuma ulaşmalıdırlar. Yeni sürecin barışın sağlandığı ve her şeyin bittiği bir süreç olarak değil de, yeni sürecin barışı sağlamak ve silahları tümden devre dışı etmek için bir mücadele süreci olduğunu anlamak daha doğru olacaktır. Tabii ki bu konuda sorunun birinci muhatabı durumundaki kararlılığın ve netliğin gelişmesi süreci daha da hızlandıran ve kesinleştiren bir faktör olacaktır.

Fakat şunu da belirteyim; biz bu konularda hazırlıklıyız. Daha önceden de kamuoyuna açıkladığımız gibi, iç toplantılarımızı yaptık ve tamamladık. İki eksen üzerinde hazırlıklarımızı yapmakta olduğumuzu ifade etmiştik. Bunların birincisi, her an gelişme olasılığı olan yüksek bir savaş ve direniş ekseni. İkincisi ise Önder Apo’nun geliştirmekte olduğu barışçıl çalışmalara dahil olma eksenidir. Biz şimdi birinci ekseni değil de ikinci eksen üzerinde yoğunlaşırken bütün boyutlarını netleştirerek ve kesin bir biçimde sürecin derinleşmesini sağlayacak yol ve yöntemler üzerinde düşünmek ve pratik esaslarını somutlaştırmaya çalışmaktayız.

KESİN VE NET BİR KARAR İÇİN ÖCALAN İLE DOĞRUDAN İLİŞKİYE İHTİYAÇ VAR

Bu konuda tabii ki Önderliğimizle paylaşma gereğini hissettiğimiz hususlar vardır. Aslında kesin ve net bir karar için sadece BDP’lilerin gidip gelmesi yetmemektedir; doğrudan bir ilişkiye ihtiyaç vardır. Bu konuda BDP’lilerin oynadığı rol küçümsenemez bir roldür. Kalıcı kararlaşmalara gitmek için kesinlikle onların da aktif bir biçimde dahil olmalarının bir gereklilik olduğu konusunda hiçbir şüphe olamaz. Her iki taraf için BDP’nin önemli, kolaylaştırıcı bir rolünün olacağı açık ortadadır. Bu aşamada BDP’liler üzerinden de olsa Önderliğimizle sürdürülen ilişkinin önemi açıktır. Biz bu ilişki halkasını değerlendirerek kesinleşen bir kararlaşmaya gitmeyi esas alacağız.

* Son günlerde AKP’li temsilcilerin üslubunda genel olarak bir yumuşama görülüyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet. Birkaç günden bu yana AKP’li temsilcilerin dilinde bir olumlaşma gözükmektedir. Bu açıdan bunu olumlu yönde bir gelişme olarak görmek mümkün. Fakat dil halen egemenlikçi dildir. Yani karşılıklı güven veren, saygıya dayalı ve çözümü gören bir yaklaşımdan ziyade, tek taraflı bir yaklaşım sürmektedir. Örneğin AKP temsilcileri içerisinde zaman zaman böyle en yumuşak dil kullanan kişi Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tır. Bülent Arınç’ın 2-3 gün önceki bir konuşmasına tanık oldum: Barıştan bahsediyordu; bu iyi bir şey. Ama bununla beraber değerlendirmesinde, “Terör örgütü sadece kendi başına değildir. İşin içinde uyuşturucu kaçakçılığı ve milyon dolarlar vardır. Bu açıdan karar vermeleri zordur” türünde şeyler söylüyordu.
Şimdi ben şunu söylemek istiyorum: Bülent Bey, yaşı 70’e yaklaşmış olgun bir adamdır. Psikolojik savaşın bu argümanlarına bakarak konuşacağına, biraz eğilip gerçeğe göre konuşsa daha iyi olmaz mı? PKK’yi uyuşturucu kaçakçılığıyla, yine para-pulla ilintilendirmek tamamen yalan olduğu gibi, bu bir psikolojik savaş argümanıdır. Bugüne kadar uluslararası mahkemeler ne kadar araştırma yapmışlarsa da uyuşturucuya ilişkin PKK’ye dönük tek bir karar almış değildirler. Çünkü böyle bir şey yoktur. Ama zaman zaman Türk devlet yetkililerinin uyuşturucu kaçakçılığı yaptığına dair uluslararası mahkemelerin varmış olduğu sonuçlar vardır. Örneğin; özellikle ‘90’larda açıkça bu yönlü pratikler söz konusudur. Yani eğer bu konuda bir leke varsa, Türk devlet yetkilileri üzerinde vardır ama bizim üzerimizde yoktur. Geçmişte sınır hatlarında zaman zaman bu tür kaçakçılık yapanlardan gümrük alan birimlerimiz olmuştur. Ama bu da hareketimiz tarafından yasaklanan bir şeydir. Bunun dışında bu konuda bizimle ilgili söylenen tüm şeyler birer yalandan ibarettirler. Bu birincisi.

İkincisi, yeryüzünde kendisini maddiyattan, para ve puldan uzaklaştırmış, nadir hareketlerden birisi PKK hareketidir. PKK’nin yaşam felsefesi, ‘bir lokma bir hırka’ felsefesidir. Dünyanın en mütevazı ve en yoksul yaşayan insanları PKK gerillalarıdır. Bin tane gerillayı sıraya dizsen, hepsinin cebini yoklasan 1 dolar bile göremezsin. Buna ben de dahilim. Maliyecisi varsa onda olabilir, onun dışında hiç kimsede para bulamazsın. Çünkü PKK’li olmak aynı zamanda kendisini paradan puldan arındırmış insan olmaktır. Artık bu gerçeğin görülmesi gerekiyor. Tamam, bizi hep kötülemek istiyorsunuz. O duygularla sürekli her türlü suçu bize yüklüyorsunuz. Ama bir gerçeğimiz de vardır. Eğer bugün bir barış durumu söz konusuysa birazcık da olsa vicdana gelip bu gerçekleri görelim, diyorum. Bizim karar almamızda ne paranın ve pulun ne de şu gücün bu gücün herhangi bir etkisi yoktur, olamaz. Bunun hiçbir biçimde bir zemini yoktur. Bizim karar almamızda etkili olan şey, Önderliğimizin çizdiği çerçeve ve halkımızın beklentileridir; analarımızın, şehit ailelerimizin ve halkımızın yüz yıllık rüyası ve beklentileridir, başka hiçbir şey değildir. Bunun herkes tarafından doğru bilinmesinde büyük fayda vardır.

8 MART MESAJI

* Yeni bir 8 Mart’a daha geldik. Bu seneki 8 Mart kutlamaları da geçen yıl olduğu gibi erken başladı ve büyük bir coşkuyla sürüyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle vermek istediğiniz mesaj nedir?

Öncelikle 8 Mart vesilesiyle Kürdistanlı anaları, genç-yaşlı tüm Kürdistanlı kadınları ve dünya emekçi kadınlarını saygıyla selamlıyorum; 8 Mart Emekçi Kadınlar Günlerini kutluyorum. Umarım sadece 8 Mart günü değil tüm günler kadın günü olur, özgürlük günü olur. Bu anlamda Kürdistan kadınının günlerdir meydanlara çıkması, 8 Mart’ı bir hafta önceden kutlamaya başlaması, meydanları şenliğe dönüştürerek bir kadın devrimini yürütüyor olması çok anlamlı ve çok değerlidir.

Önder Apo’nun ve hareketimizin temel ilkesi toplumsal özgürlüktür. Toplumsal özgürlüğün gelişmesi için de kadın özgürlüğü esastır ve şarttır. Önderlik, “kadını özgür olmayan bir toplum özgür olamaz” demektedir. Biz daha baştan beri bu ilkeye inanarak Kürdistan toplumuna ve Kürdistan kadınına yaklaşım geliştirdik. Ve bugün bu yaklaşım temelinde Kürdistan kadını bir güç ve irade olmuştur. Bugün mücadelemizde de yükün en ağır bölümünü yurtsever-cefakar-yiğit Kürdistan kadını omuzlamaktadır. Bunu büyük bir saygıyla selamlıyorum. Ve bu gücün daha da artarak Kürdistan özgürlük devrimine öncülük edeceğine, Kürdistan kadını ve Kürdistan gençliğinin devrimin öncü güçleri olarak tarihsel rolünü oynayacaklarına inanıyor ve bunun gelişmesi için de üstümüze düşen neyse onu da yapmak istiyoruz.

Fakat bu konuda 8 Mart vesilesiyle bilinç kazanmış, özgürlük bilinci, yurtseverlik bilincini kazanmış Kürdistan kadınından öte, bu bilinci henüz edinememiş kadınlara ulaşma görevimizin olduğunu hatırlatmak istiyorum. Tüm Kürdistan kadınının, erkek egemenlikli zihniyete olduğu gibi tüm egemenlikli zihniyet biçimlerine karşı yürüteceği mücadele, aynı zamanda Kürdistan halkının egemenliğe karşı mücadelesi anlamına gelmekte olduğu gibi, bu mücadele sadece kadını değil, tüm toplumu kurtaracaktır.

Burada özellikle Kürdistan’da erkek cinsinin kadında başlayan bu yükselişi ve kadın devrimini doğru anlaması ve doğru karşılık vermesi önemli olmaktadır. Bugün Kürdistan’da gelişen özgürlük mücadelesi ve özgür kadın duruşu, ister feodal ister kapitalist, erkek egemenlikli yaklaşımın da kendisini sorguya çekmesi gerektiği açıktır. Özgürlük Mücadelesi Kürdistan’da yeni bir süreç başlattı. Kadından çok erkeğin bu durumu doğru anlaması, kadın gücünün ortaya çıkardığı enerjiyi ve iradeleşme karşısında kendisinde dönüşümü mutlaka gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bu açıdan 8 Mart, Kadınlar Günü olduğu kadar, erkeklerin de kendi erkekliğini sorgulama günü biçiminde ele alması en doğru tutum olacaktır.

Bugün sadece Kürdistan’da değil, Türkiye ve Ortadoğu toplumlarında da kadının neolitik devrimdeki misyonuna denk düşen tarihsel bağlarını geliştirmesi, günümüzün çağdaş bilinç ve birikiminin tarihsel birikimle bütünleşmesi halinde Ortadoğu devriminde kadının rolü kesinlikle belirleyici ve öncü bir rol olacaktır. Bu düşünce ve inançla tekrardan tüm yurtsever-demokratik kadın yapılanmalarını, Kürdistanlı yurtsever kadınları, tüm anaları, özel olarak da şehit analarını saygıyla selamlıyor, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günlerini kutluyorum. Özgürlük mücadelesinde yanlarında olduğumuzu belirtmek istiyor ve kendilerine üstün başarılar diliyorum. 

ANF