2 Kasım 2010 Salı

Aleviliğin Gizli Tarihi Yazarı, Erdoğan Çınar'la Söyleşi


  Alevilik nedir sorusuna verilen cevaplar Alevi camiasını parçalamış durumda. Bir yandan İslamcı çevrelerin Türkiye’nin %99’u Müslümandır söylemi ardında Aleviliği İslamın içinde eritme çabaları ve Aleviliği İslamın içinde gören Alevilerin bu bakışa destekleri, diğer taraftan bazı Alevilerin Aleviliğin İslam’la bir ilgisinin olmadığını söylemeleri ve yazmaları bu kesimde işleri kızıştırdı. Başbakan Erdoğan’ın alt kimlik-üst kimlik tartışmaları çerçevesinde Türkiyeliliği ve İslamı bir üst kimlik olarak gören açıklamaları Alevi camiasında huzursuzluğu arttırdı. Alevi dernekleri ve yazarları bu İslam içinde değerlendirilme baskısına Aleviliğin Müslümanlıkla bir ilgisinin olmadığı ve Aleviliğin kökünün İslamiyetten çok daha eski dönemlere uzanan bir kadim uygarlık olduğu cevabını veriyorlar. Bu konudaki tartışma Alevi camiasında derin bir ilgiyle izleniyor. Şimdi ortaya çıkan sorular can alıcı önemde: Aleviler Müslüman değil mi? Aleviler Aleviliği bilmiyor mu? Aleviler bir etnisite mi? Alevi ismi Hz.

   Ali’den gelmiyor mu? Yüzlerce yıldır Hz. Ali resimleriyle ve kılıcı Zülfikar ile kendilerini simgeleyen Aleviler bugün kendilerinin farklı bir kimlik sahibi bir toplum olup olmadığını tartışıyorlar. Bazı Aleviler Diyanet kurumunda bir yer edinmeye çalışırken diğerleri neden buna karşı çıkıyorlar? Birgün bütün bu konuları masaya yatırıyor ve yukarıdaki soruların cevaplarını Alevi camiasında arıyor. Alevilerin önde gelen simalarıyla konuştuk. Cevaplar tüm Türkiye’yi sarsacak nitelikte. İlk konuğumuz araştırmacı yazar Erdoğan Çınar.(Hakan Tanıttıran Gülşen İşeri )

 ‘Alevi adı Hz. Ali’den gelmez’
     »Siz Alevi camiasında oldukça ilgi gören kitabınızda Alevi kelimesinin Hz. Ali’den gelmediğini söylüyorsunuz. Peki nedir bu sözcüğün kökeni ve bugüne kadar yaygın kabul gören bu anlayış hatalı mıydı?

     Yaygın bir inanışın aksine bana göre Alevi sözcüğü Ali sözünden türetilmiş bir söz değildir. Çünkü Türkçe dil bilgisi kurallarına göre Ali sözcüğünden Ali’yi seven, Ali’nin yolundan giden


 anlamında bir kelime türetmek gerekirse, Alici veya Alili olması gerekiyor. Hiçbir zaman Alevi olmazdı. i eki Türkçe de sonuna geldiği kelimeye aidiyet kazandırır. İnsan-insani, tarih-tarihi, mimar-mimari gibi. Alevi sözcüğü alev kelimesinin sonuna –i eki gelmesi ile oluşturulmuş, aleve ait, ışığa ait, alevden gelen, ışıktan gelen anlamında bir kelimedir. Zaten 16. yüzyıla gelinceye kadar Alevilik içinde asıl zümreyi oluşturanlara verilen isim ışıklar veya ışık taifesi idi. Ancak ışık ve ışık taifesi sözcükleri küfre dönüştükten sonra ve bu insanlar üzerine sürek avları ve katliamlar düzenlendiği
içindir ki bu insanlar isimlerini değiştirmek zorunda kalmışlar. Alevilik tüm tarihi boyunca defalarca isim
değiştirmiştir. Alevilik kadar farklı isimlere bürünen bir başka topluluk, bir başka inanış daha yoktur yeryüzünde. Bu onlara karşı sürdürülen saldırıların ve
 katliamların doğal sonucudur.

»Osmanlıdaki Alevi katliamlarının dışında tarihin başka dönemlerinde de Alevi katliamları var mıdır
ve bu katliamların nedeni nedir?

    

     Katliamların nedeni temelde farklılıklardır. Egemen düşünce kendisinden olmayana bir müddet tahammül etse de, daha sonra onu ortadan kaldırmaya yöneliyor. Güçlünün kendisinden olmayana tahammülsüzlüğüdür neden. Elbette Osmanlı katliamları ilk değildi bunun öncesi de vardı. Alevilere yönelik yapılan katliamların içinde Osmanlının yaptıkları Ortodoks ve Katolik Kiliselerinin yaptıklarına kıyaslandığında devede kulak kalacak kadar azdır.

     »Alev ve Alevi sözcüklerinin Ortadoğu’daki aleve tapanlarla, Zerdüştilerle bir ilgisi var mı?

     Hayır. Alevi sözcüğünün aleve tapanlarla,ışığa tapanlarla bir ilgisi yoktur. Alevi inanışında var oluşun kaynağı ışıktır, enerjidir. Var oluş güneşten yansıyan enerjinin vücut bulmasıyla ortaya çıkmıştır. Alevilik, yeryüzündeki yaradılışın esasının ışık vasıtasıyla olduğ unu kabul eden bir inanıştır. Işık vasıtadır. Alevilik ışığı yaradan gibi değil, yaratanın görünen yüzü olarak görür. Bu ikisi birbirine çok yakın gibi dursa da, birbirinden çok farklı şeylerdir.

     »Alevi sözcüğünün kökeni nerelere kadar gidiyor?

     Milattan önce 2000 yıllarında Anadolu’da Luviler yaşamı ş. Hititlerle beraber var olmuşlar, ancak biraz Hititlerin gölgesinde kalmışlar, biraz da kendileri böyle olmasını istemişler. Çok önemli bir uygarlık oldukları ve bu uygarlığın evrenin, yeryüzünün ve insanlığı n var oluşuna ilişkin çok önemli bilgilere sahip olduğu yeni yeni anlaşılmaya başlandı. Luvi sözcüğü Hitit dilinde “ışık insanı” demektir. Zaten günümüzde de birçok dilde “lu” kökü ışık anlamında kullanılır. İngilizce de light Almanca da licht, Latince de lüx gibi. Alev sözcüğü de ışığın kaynağındaki yansımaya verilen isimdir. Anadolu da sadece Luviler yok; Likyalılar da var. Likya ışık ülkesi demektir. Aleviler de Safavi savaşları sırasında kendilerine uygulanan büyük katliamlar öncesine kadar kendilerine ışık taifesi olarak adlandırdılar, ancak ışık taifesi katli vacip hale gelince mecburen isim ve kisve değiştirdiler. Ama isim ve kisve değiştirirken özlerine sadık kaldılar ve bir kelime oyununun arkasına sığınıp varlıklarını bir müddet daha gizlemeyi denediler. Alevi sözcüğü o zamandan itibaren kullanılmaya başlandı. Bazı araştırmacılar bunu daha yakın zamanlara taşıyorlar ama ben alevi sözcüğünü Kul Nimet’in nefeslerinde buldum, bana göre Alevi sözcüğü ilk kez 16. yüzyılın son çeyreğinde kullanıldı.

     »Yani daha önce kendilerine “Işık insanları” diyorlardı.

     Işık taifesi diyorlardı ve 16. yüzyıldan önceki Osmanlı arşivleri incelendiği zaman fermanlarda Alevi sözcüğüne rastlanmaz ağırlıklı kullanılan isim “ışık taifesi”dir. Bu konuda yapılmış araştırmalar ve ortaya çıkarılmış belgeler var.

     »Bu, Aleviler’in kendilerine verdikleri isim. Peki dışarıdan onlara verilen isim nedir?

     Aynı isim kullanılıyordu. Işık taifesi, Aleviler’in kendilerine verdikleri isimdir ama dışarıdan da aynı isimle anılıyorlardı. Bugün Alevi geçmişine baktığımızda Aşık-ı Sadık’lar veya diğer ozanlar geçmişte kendilerine Işık diyorlardı, onların ismi Işık’tı. Onlar da savunmasız bir şekilde Anadolu da köyden köye dolaşıp bu inanışın misyonerliğini yaparken ağır tehditler altında kaldılar. Işık sözcüğü o dönem Osmanlı da kullanılan Arap harfleri ile yazıldığı zaman yazılışı aşık ile aynıdır. Orada başka bir küçük oyun gizlidir.

     »Bu da bir gizlenme, bir örtüydü sanırım.


     Evet bir gizlenmeydi. Birde Siraçlar var. Onların geçmişteki ismi ışıklardı. Yine bu mezalime maruz kalmamak için isimlerini siraçlar olarak değiştirdiler. Siraç Arapça bir kelime o da ışık demek. Siraçlar bugün Anadolu’daki on iki büyük alevi topluluğundan bir tanesidir ve Anadolu coğrafyasında çok yaygındırlar. 

    »Alevilik Hz. Ali’yle örtünmüş, gizlenmiş diyorsunuz. Neden Ali?

     Alevi sözcüğüyle Ali ismi arasında uzak bir ses benzerliği dışında bir ilişki yoktur. Bu ses benzerliğini kullanmışlardır. Işık insanı ışıktan gelen anlamında Alevi sözcüğüyle yer değiştirmiş. Alevi sözcüğünün kullanılması Ali ile olan ses benzerliğinin ardına saklanma kaygısındandır.


     »Yani Hz. Ali’nin mazlum, mağdur kimliğiyle bağlantısı yok mu?


     Var. Kerbela Olayı, Alevilikte sırdan uzak, sırra vakıf olmayan asıl büyük kitleyi mağdur olmuş insanların sempatisini kazanmak için çok iyi kurgulanmış, kullanılmıştır. Aleviler mağdurun yanında olmayı seviyorlar. Ali, Alevilik içinde çok etkili bir isimdir. Ancak Ali derken 7. yy’da yaşamış İslami şahsiyeti kastedilmez.


     »Kimi kastediyorlar?


     Kastedilen bir kişi değil bir kavramdır. Şimdi Genç Abdal’dan (Güvenç Abdal) iki dörtlük okuyayım.



Yoğ iken yerle gökler ezelden


Kudret kandilinde
pünhan Alidir

Kün
deyince bezm-i elestten evvel

Alemi var eden sultan Alidir.



Müminler sırrını ilden sakınır


Kendin bilmezlere sözün dokunur


Genci Abdal dört kitapta okunur


Evveli ahiri destan Alidir.

     Şimdi dünya kurulmadan var olan ve alemi var eden bir varlığı hangi özneyle anarsak analım ister Ali ister Muhammet diyelim bu,7. yy’da yaşamış etiyle canıyla kanıyla var olmuş İslam’ın 4. halifesi olan Ali olması mümkün değildir.
     Aşağı yukarı Alevi sırrına vakıf tüm Alevi Aşık-ı sadıklarının nefeslerinde bu durum böyledir. Bir dörtlük daha okuyayım:

Şah-ı Merdan
cuşa geldi sırrı aşikar eyledi

“Yağmuru yağdıran benim” deyi Ömer’e söyledi


Ol dem şimşek yalabıdı Yedi Sema gürledi


Hem Sakidir, hem Baki’dir, Nur -Rahman’ım Ali!


Sefil Ali

     Şimdi saki, Saki, Baki ve Nur-u Rahman, esirgeyen, bağışlayan ışığım Ali diyor aşık. Bu vasıfların, niteliklerin bir insanda toplanması ve bunun da 7. yy’da yaşayan Hz. Ali olması mümkün değildir. Aleviler bunu binlerce yıldır söylüyorlar, dinliyorlar. Bunu söyleyen birisinin kendisini Müslüman hissetmesi zaten mümkün değildir.
     »Anadolu da on iki büyük Alevi aşiretinin olduğunu söylüyorsunuz, hep on iki rakamı çıkıyor karşımıza? Bu da bir gizlenme şekli mi, hepsi bir kod mu yani?
     Evet hepsi bir kod. Alevilik’te edilen her sözün, her kelimenin altında mutlaka geniş anlamlar yüklüdür. Bu anlamlar da sadece bir tane değildir, herkes ufkunun elverdiği kadarını görür. Alevilik büyük bir deryadır, bir ummandır Alevilik. Kişi bu ummandan kabının yettiği kadarını alır. Aleviliği anlamak için insanın kendi kabının geniş olması gerekir. Kendi anlayışının, algılamasının, eğitimi ve görgüsünün geniş olması gerekir.
     Alevilik insanlık tarihi kadar eskidir
     »Kitabınızda yer verdiğiniz Alevi kültürünün sembolleri insanlık tarihinin binlerce yıllık geçmişinde sıkça rastlanan semboller. Nasıl bir ilişki var insanlık tarihindeki sembollerle Alevi sembolleri arasında? Örneğin 8 köşeli yıldız sembolü.

     Sekiz köşeli yıldız bugün bir müze olarak kullanılan Hacı Bektaşi Veli Dergâhı’nda dergâhın mührü olarak sergileniyor. Mühür bir nevi kimliktir, kimlik cüzdanı gibi bir şeydir. 8 köşeli yıldız geçmişte ‘Mu’ inanışında, mu ana kıtasına bağlı kolonilerde, mabetlerde kullanılan da bir semboldür. O inanışa bağlı dergâhlarda kullanılan bu mühür bugün Hacı Bektaşi Veli dergâhının mührü olarak hala kullanılmaktadır. Sadece dergâhın mührü olarak değil, bütün mezar taşlarının bir köşesinde bulunmaktadır. Hacı Bektaşi Veli Dergâhı zannedildiği gibi 1240 tarihindeki bir oluşumla ortaya çıkmış bir oluşum değildir. Bu dergâhın altında inanılmaz sayı da mumya bulunmaktadır. Bu mumyaların üzerinde bir karbon testi yapılacak olursa görülecektir ki bu mumyalar en az 3-5 bin yıllıktır. Dergâhta pirlerin, mürşitlerin, dedelerin babaların kitabeleri kayıptır. Bu dergâh Hacı Bektaşi Veli zamanında kurulmuş bir dergâh değildir. Hem 8 köşeli yıldızdan hem de mumyalardan bu dergâhın çok eski bir inanışın devamı olduğu bellidir. Bu iki kanıt bu dergâhın kadim bir inanışın taşıyıcısı olduğunu açıkça gösterir. Aleviliğin çok eski ve kadim bir geçmişi olduğunu bilmemiz Aleviliği anlamamız açısından oldukça önemlidir. Aleviliği İslamla başlatanlar derler ki; “Aleviliğ in bütün ibadeti Alevi Ayin-i Cem’inin içerisindedir. Alevi Ayin-i Cem’i ilk nerede görülmüşse Alevilik orada başlamıştı r.” Buna ek olarak Alevi Ayin-i Cem’inin 1400 yıl önce Hz. Ali’nin toprak damlı evinde, Arabistan Yarımadası’nda yapıldığını ve orada başladığını söylerler. Halbuki ben kitabımda çok açık olarak bundan 5500 yıl önce yazılmış bir Sümer tabletinde Alevi Ayin-i Cem’inin bugün Anadolu’nun herhangi bir Alevi köyünde yürütüldüğü biçimiyle, demiyle, çerağıyla, zakiriyle, 12 hizmetlisiyle Sümerlerde de yürütüldüğünü ortaya koydum. Tarihin kabul ettiği ilk yazılı belgedir Sümer tabletleri. Bu tabletlerden önce de vardı bu kadim inanış ama bilinen yazılı tarih bu kadar.


     »Yani size göre insanlık kadar eski bir inanıştır o zaman Alevilik.

     Evet öyledir ve bu benim görüşüm değil bilimsel bulgulardır. Ben sadece üstü örtülmüş bir takım gerçekleri gün yüzüne çıkarıyorum.


     »Örtüyü kaldırıyorsunuz sizin deyiminizle.


     Evet. Bakın bir nefes daha okuyayım;



"Sorma ne hacet bizlere sofu


Ta evvel künyede ismimiz vardır


Dünya kurulmadan yüz bin yıl evvel

 
Şu yeşil kandilde cismimiz vardır. "


     Devrani’nin bir nefesi bu. Devrani diyor ki; dünya kurulmadan yüz bin yıl evvel başka bir kandilde, gezegende cisim olarak vardık. Bir başka biçim değil cisim olarak vardık. Bu nefesleri çoğaltabiliriz. Eğer Alevi Aşıkların söyledikleri inanmazsak biz bunlara Alevi aşığı olarak kabul etmeyiz, onların yolundan gitmeyiz. Ama kabul edersek söylediklerini de kabul edeceğiz. Sadece Yunus Emre’yi kabul etmekle olmuyor bu iş. Onun söylediklerini de kabul edeceksiniz. Pir Sultan’ı kabul etmekle olmuyor söylediklerini de kabul etmek gerekiyor. Kul Himmet’i , Genç Abdal’ı keza öyle. Bunları n hepsinin nefeslerinde Aleviliğin tarihi ve inanışın aslı çok net olarak yatıyor.

     »Alevilerin Ayin-i Cem’inde bütün bunlar anlatılıyor diyorsunuz. Ne anlatılıyor Cem törenlerinde?

     Alevi Âyin-i Cem‘i, evrensel bir gösteridir. Evrenin ve insanın yaratılışının mistik bir sunumudur, ruhani bir şölendir. Ritüellerin, söz, müzik ve dansla bezendiği, masalsı bir anlatımdır. Zengin sembollerle donanmış koreografinin içinde, engin sırlar ve kadim bilgiler gizlenmiştir. Alevi Âyin-i Cem‘i içinde dans, müzik ve söz, çarpıcı bir uyum içinde bir araya gelerek, varoluşun hikâyesine dönüşür. Alevi Âyin-i Cem‘i, varoluşun hikâyesini başlangıcından alarak, sırası içinde bu güne taşır. Alevi Âyin-i Cem‘i içinde sahnelenen her figürün, her sözün, her notanın, derin anlamları vardır.

     »Aleviler yıllarca Hz. Ali’nin resimleriyle, kılıcı Zülfikar’ın kolyeleriyle yaşadılar. Kendilerini Müslüman olarak tanımladılar. Genelde Aleviliğin Şia’yla bir ilişkisi olduğu, Şia’nın bir kolu, bir farklı yorumu oldugu düşünülürken siz onlara Müslüman değilsiniz diyorsunuz. Aleviler bütün bunları bilmiyorlar mıydı?

     Ben kitabımı yazarken Aleviliğin doğru anlaşılması için Alevilik üzerindeki Ali ipoteğinin kaldırılması gerekir diye başladım. Kabul etmek gerekir ki alışılmadık bir cümle bu. Alevilerle Aleviliğin kendi inanışları arasında kalın bir perde olduğunu ve o perde kaldırılmadıkça Aleviliğin aslının anlaşılamayacağını düşünüyorum. Kabul ediyorum sert ve radikal bir çıkış bu. Bu konu ile ilgili çeşitli konuşmalar yaptım, konferanslara katıldım ve yüzlerce mail aldım. Çok açık söylemeliyim ki bu iddiama ciddi bir karşı çıkış olmadı. Sadece Alevi esnafları bu düşünceme karşı çıktı. Zaten Alevilerle Alevi esnafları da birbirinden ayırmak lazım.
     »Alevi esnafları derken kimleri kastediyorsunuz?
     Aleviliği bir başka bünyenin içinde eritmek üzere kendini görevli kılmış insanların varlığını hepimiz biliyoruz. Yani Aleviliğin kendisini tarif yerine Aleviliği bir başka din ve inanışın içinde asimile etmeye programlı insanların -ki bunların sayısı çok az yazdıklarıma tepkisi var. Alevilerin de onlara tepkisi var. Diyorlar ki bunlara; “bunca zamandır bize doğruları söylemediniz.” Onlar bu kitaptan sonra geçmişte onlara inanmış kişilere hesap verme durumunda kalmışlardır.

     »Yazdığınız kitap bir nevi turnusol kâğıdı mı oldu?

     Evet. Geçmişte söylenmiş, yazılmış bir sürü şey var. Bunlara inanan geniş bir kesim de var. Şimdi bu insanlar bu kitabı eline aldı, okudu ve bana gelmeden önce muhtemelen onlara gittiler. Dediler ki; “Siz böyle böyle diyordunuz ama öyle değilmiş, ne diyorsunuz?” Artık onlardan hesap sorma zamanı başladı. Bu konuşulması gerekenlerden bir tanesi. İkinci bir konu Aleviler bunu biliyorlar mıydı? Alevi inanışıyla ilgili, Alevi inanışının aslıyla ilgili her şey Alevi nefeslerinde Alevi cemlerinde var. Alevilik binlerce yıldır nefeslerde yaşıyor. Ebetteki biliyorlar Aleviler gerçeği. Ama bu bir çeşit cümlelerle ifade edilmeyen, bilgiden ziyade bir sezgi olarak vardı. Aleviler kendilerinin Müslüman olmadıklarını, Müslümanlıktan farklı olduklarını seziyorlardı demek biliyorlardı demekten daha doğru bir yaklaşım.

     »Arada bir çelişki görüyorlardı; tarif edilmemiş olsa da öyle mi?

     Genel algılama Aleviliğin İslamiyet’ten ayrı olduğu şeklinde değil de farklı olduğu yönündeydi. Aleviler camiye gitmiyorlar, namaz kılmıyorlar, oruç tutmuyorlar, hacca gitmiyorlar diye Müslüman olmadıklarını söylemek eksik bir anlatım olur. Asıl önemli olan Alevi inanışının temeldeki inanış kalıplarının İslamiyet’ten farklı olmasıdır.
     Şöyle söyleyeyim Alevilerin inandığı Allah ile Müslümanların inandığı Allah aynı Allah değildir.
     Müslümanlıkta yaratan ve yaratılan diye bir ayrım vardır. Yaratılışın dışındaki daha ulu bir varlık yaratılmışları yaratmıştır.
     Alevilerde böyle bir inanış yoktur. Aleviler yaratılışın tamamını yaratanın kendisi olarak görürler. Yani yaratılmışın dışında bir ilahi varlığa inanmazlar.
     Alevilik ve İslam daha Allah’ın tanımında, yaratanın tanımında birbiriyle uzlaşmaz, örtüşmez bir şekilde birbirlerinden ayrılırlar. Geleneksel tarzda izah etmek gerekirse, Allah’tan başka tanrı yoktur der Müslümanlar. Aleviler bunu Allah’tan başka varlık yoktur diye ifade ederler. İkisi birbirinden çok farklı şeylerdir.
 
     Yaradılışı yaratan ve yaratılan olarak ikiye ayırmayı Aleviler doğru bulmazlar. Varlıkta ikilik yaratmaktır bunun anlamı Alevilikte hakir görünür.

     Aleviler varlığın birliğine inanırlar. Varlığın birliği de Alevilerde çok bilinen bir tabirle “ene’l hak” diye tarif edilir. Ene’l hak sözcüğü 910 yılında Bağdat’ta işte çok ağır tarihin en ağır cinayetlerinden birine kurban giden Hallacı Mansur tarafından ifade edilmiştir. “Ben Allahım” demektir.
     Ancak bunun derinliği de, yaratılmış her şeyin, yaratanın bir parçası olduğunu, bu parçaların bir araya gelmesiyle yaratanın ortaya çıktığının ifadesidir. Daha temel olarak Allah inancında ayrılırlar. Aynı Allah’a inanmayan insanlar aynı dinden olabilirler mi? Hristiyanlıkta, Yahudilikte ve Müslümanlıkta aynı tanrıya inanılır ama bunlar ayrı dinlerdir. Alevilerle Müslümanlar aynı tanrıya bile inanmazlar.
     »Yani Alevilik tüm tek tanrılı dinlerden de ayrılıyor, öyle mi?
     Alevilik tüm semavi dinlerden ayrılır. Sadece Müslümanlıkta değil. Çünkü yaratılmışın dışında bir yaratanı n varlığına inanmıyorlar.
     »Bugüne değin Müslümanlık içindeki dört hak mezhep dışında kaldığı tartışılıyordu. Şimdi siz bütün semavi dinlerin dışında mı olduğunu söylüyorsunuz?
     Evet tamamen böyle. Başka bir şey daha söyleyeyim; Aleviler cennete de cehenneme de inanmazlar. Tüm semavi dinlerde öldükten sonra cennete ya da cehenneme gidileceğine inanılır. Alevilikte böyle bir inanç yoktur. Aleviler nurdan geldiklerini ve devriye çemberi tamamladıktan sonra aynı nura geri döneceklerine inanırlar. Bir çembere inanırlar, bu çemberin içinde önce “kadir-i mutlak” tan nura, nurdan dört kuvvete düştüklerine inanırlar. Bu dört kuvvet dört nesneyle temsil edilir (ateş, toprak, su ve hava) Bunlar bilimsel gerçeklerdir: Bugün herkes kabul ediyor ki bir gezegenin doğumundan bir çocuğun doğumuna kadar evrende her şeyin kontrol eden dört kuvvet vardır. Alevi nefeslerinde de bu vardır. Sıradan insanlar kolay anlasınlar diye ateş, toprak, su ve hava olarak adlandırılır.
     Sonra bu nur dört kuvvetin kontrolünde önce cansız nesneye, sonra nebata sonra hayvana sonra insana ve ardından olgun insana yani İnsan-ı Kamil’e ulaştıktan sonra tekrar geldiği kaynağa döner. Alevilikte başka bir evrene, başka bir mekana veya öbür dünyaya, cennete ya da cehenneme gidiş yoktur. Sadece İnsan-ı Kamil oluncaya kadar dünyaya geliş gidişe inanılır.

     »Yani reenkarnasyona mı inanıyorlar?

     Tam öyle değil ama; ona yakındır. Eğer bir insan İnsan-ı Kamil mertebesine ulaşmadan ölmüşse-ki ona ham ervah denir bu kişinin arkasından sonra Devr-i Asan olsun diye dua edilir. Bu duayla ona İnsan-ı Kamil olmakta kolaylık dilenir. Olgun insan ölmez hakka yürür. Olgun insanın ardından Hakk’a yürüdü denir.
     Hak aslında gerçektir. Alevilik kökü çok eskiye giden on binlerce yıl öncesine giden çok soylu ve kadim bir inanıştır ve kendisini sürekli sembollerle, simgelerle ifade etmiştir. Bunun nedeni Alevilik başka dinlerin hakim olduğu coğrafyalarda, iklimlerde yaşamasıdır. Yaşarken de saklanmıştır. Saklanırken de uzlaşmacı bir tavır takınarak yaşadığı coğrafyadaki inanışların öznelerini kullanmıştır.

     »Alevi toplumunda kendisini Müslüman hisseden bir kesim var. Bu hissedişin nedeni 1400 yıllık İslam kültürünün yarattığı bir şey midir? Yoksa İslami alışkanlıklar ve ritüeller Alevi toplumunun içine mi işlemiştir?

     Mevlana’nın güzel bir sözü var: ‘Olduğun gibi görün yoksa göründüğün gibi olursun.’ Aleviliğin uzun yıllar başka bir dinin içinde ya da başka bir dinin hükümdarlığında kendilerini açık ve serbest bir biçimde ifade edememeleri sonucunda kendisini Müslüman hisseden insanların varlığı doğrudur. Burada Aleviliğin tarifini doğru yapmak lazım. Alevilik semavi dinlerin dışında bir gizli inanıştır.
     Diğer dinlerde olduğu gibi Müslüman ya da Hristiyan ya da Musevi ana babadan doğan çocuk anne babanın dinine geçer. Alevilikte bu yoktur. Alevi olabilmek için belli bir olgunluğa geldikten sonra kendi özgür iradenle Aleviliği kabul etmen gerekir. Doğan çocuk Alevi sayılmaz. Belli bir yaşa gelip aklı erdikten sonra bir rehber eşliğinde ve bir mü saip edinerek yola girip yemin etmesinin ardından ancak alevi sayılır.
     Bu Aleviliği diğer semavi dinlerden ayıran çok gelişmiş bir özelliğidir. Yola giren insanda yola girdikten sonra hemen Aleviliğin sırlarına vakıf olamaz. Aleviliğin sırrı dört kapının ardında gizlidir. Yani girersin birinci kapının onuncu basamağına yükselirsin ardından başka bir kapı gelir onu açarsın bir on basamak daha çıkarsın ve sonra bir kapı daha.
     Dördüncü kapının onuncu basamağında Alevi sırrı insana verilir. Buna göre yoldaki adamı çevirip Aleviler Müslüman mıdır diye sormak ve onun verdiği cevabı muteber saymak mümkün değildir. Erkâna girmemiş, ikrar vermemiş insanın Aleviliği tarif etmesi mümkün değildir. 1960’lı yıllardan sonra köyden şehre göçler yaşandı Alevi köyleri boşaldı şehire gelen Alevilerin büyük kısmı Aleviliğin ilk kapılarındaki insanlardır. Alevilik konusundaki bilgileri sınırlıydı.
     Onlardan doğan çocuklar da Aleviliği bilgileri sınırlı anne babalarından öğrendiler. Bu anne babalardan doğan çocukların kendilerini Müslüman olarak tanımlamaları Alevi yolunu bilmemelerinden kaynaklanır. Çünkü Alevi yolu, Alevi erkânı 1960’lardan itibaren dağılmıştır. Bugün Alevi erkânı kaybolmuştur. Aleviler gerçek bir Alevi bilgisinden mahrumdurlar.
     »Aleviliği dördüncü kapının onuncu basamağındaki bir kişi doğru anlatabilir ve Aleviliğe vakıf olabilir diyorsunuz. Şu anda siz bize Aleviliği anlatıyorsunuz, peki sizin durumunuz ne?

     Doğru Aleviliği anlatıyorum ancak Aleviliğin benim yazdığım kitapta da burada söylediklerim dışında bir çok sırrı, vasfı var. Ben hepsini anlatmıyorum. Ben sadece bilebildiğimi vakıf olabildiğimi anlatıyorum. Hatta daha çok Aleviliğin ne olduğunu değil ne olmadığını anlatıyorum. Bu arada da vakıf olduğumun da çok azını anlattığımı da söylemeliyim.
     »Konuşmalarınızda Alevi sırrına vakıf olan ve olmayan ozanlar ayrımı var. Bu ozanlar nasıl ayrılıyor ?
     Bu ayrım sadece ozanlar için değil tüm Aleviler için vardır. Aleviliğin kurumsal yapısı içinde dört kapı vardır; Şeriat Kapısı, Tarikat Kapısı, Marifet Kapısı ve Hakikat Kapısı ve bu kapıdaki insanlara şeriat ehli, tarikat ehli, marifet ehli ve hakikat ehli denir. Yani her ehil başka bir şey söyler.
     Alevi nefeslerinden tarikat ehli başka bir anlam çıkarır, marifet ehli başka bir anlam çıkarır, hakikat ehli başka bir anlam çıkarır. Her söze en az dört anlam yüklenmiştir.
     Onun için Aleviliği çok iyi tanımlamadan çok iyi bilmeden Alevilerin kendilerini Müslümanım ya da değilim diye tanımlamaları doğru değildir. Sokaktaki insana mikrofon uzatıp Müslüman mısın diye sormak ve Müslümanım cevabı almak Alevilerin Müslümanlığı konusunda bir şey ifade etmez. Çünkü o insan Alevilik üzerine bir fikir yürütmek için yetiştirilmemiştir. Ehil değildir.