Veysi Sarısözen
AKP’de bir “baş”, bir de “ayak” takımı var. Bu fark şu son
günlerde yavaş yavaş taazzuv ediyor. Elle tutulur, gözle görülür hale
geliyor.
Dün NTV’de Adalet Bakanı vardı. Yani Türkiye’nin siyasi
standartlarına, geleneğine, göreneğine göre, ve zındanların,
mahkemelerin ve tutuklamaların şu anki görünümüne bakılırsa, en
saldırgan, en kaba bakanı olması gereken Sadullah Ergin ekranda çok
farklı konuştu. Biliyorsunuz, İmralı’ya gidecek olan BDP heyeti ile
ilgili top, şeklen de olsa onda görünüyor. Bu pek topa da benzemiyor;
daha ziyade “sıcak kestane” demek uygun düşüyor. Bakanın eli yanmış. Ve
şöyle diyor:
“Bu süreci 'adaya kim gitsin, şu mu gitsin, bu mu gitsin' gibi son
derece teferruat sayılabilecek bir noktada kesintiye uğratmak...
Meselelerin büyüklüğü karşısında, ortaya çıkacak sonucun azameti
karşısında bu ülkenin menfaaatlerinin büyüklüğü karşısında bana göre
teferruattır. (…) Bu sadece BDP tarafına telkinim değil, hepimiz
bulunduğumuz noktada, büyük engelleri aşarak geldiğimiz noktada, küçük
bariyerlere, psikolojik bariyerlere takılmamamız gerekiyor.”
Burada asıl vurgunun “sadece BDP tarafına telkinim değil” sözlerinde
olduğu çok açık. Çünkü BDP, başından beri “adaya kim gitsin, şu mu
gitsin, bu mu gitsin” konusunu “teferruat” saymakta. Eşbaşkanlar, “bütün
arkadaşlarımız temsil yeteneğine sahiptir” derken, bunu kastetmekte. Ve
burada esas olan “adaya gidiştir", yani Hükümetin PKK Önderi Öcalan’ı
artık resmen, milyonların önünde açıkça muhatap olarak kabul etmesidir. O
halde, BDP “küçük bariyerlere” takılmamakta, Hükümet “denizi aşarken,
derede boğulmak üzere”dir. O nedenle Bakan, “sadece BDP tarafına
telkinim değil” derken, belli ki, kendi tarafının İmralı sürecini
kesintiye uğrattığının farkındadır.
Devam edelim:
Adalet Bakanı dediğin, işin alışılmış biçimine göre, “şehitler ölmez,
vatan bölünmez, ezanlar susmaz, bayraklar inmez, terörle mücadele
dinmez” falan diye konuşmalı. Şimdiki Bakan, şu sıralar hiç de öyle
konuşmuyor. Örneğin, “devletimizin denediği bütün yöntemleri tek bir
pakette ‘entegre’ edip, aynen uygulamaya devam ederek, mülkümüzün
temelini teşkil eden adaleti sağlayacağız” da dememekte. Ne demekte?
Buyurun okuyun:
“Geçmişten bu yana yaklaşık 90 yıllık bir sürece baktığınızda öngürülmüş
tedbirler, uygulamaya konulmuş tedbirler, hepsini yan yana koyun.
Atılmamış, denenmemiş adım kalmamış. Bu atılan adımlar bizi nereye
getirdi? Bunlara bakarak, bunlardan bir çıkarım yapmazsak bunların
sonuçlarından istifade ederek bir takım yenilikçi tarzları, üslubu
ortaya koyamazsak, Türkiye bundan sonra daha iyiye gitmez. Devlet aklı,
90 yıl uğraşıp bu noktaya gelen bir sorunda, 90 yıldır denediği ve doğru
noktalara taşımadığı bir sorunu, aynı yöntemlerle bir 90 yıl daha
taşıma yönünde adım atmaz.”
Ben hükümetlerin “adalet ve içişleri” bakanlarından oldum bittim
hazzetmemişimdir. Onlara bakınca, birinin şahsında “polisi”, ötekinin
şahsında da “gardiyanı” görmüşümdür. Ve hayatımda ilk defa bir Adalet
Bakanı’nın sözlerine kelimesi kelimesine katılıyorum. Yukardaki sözler
çok ciddi sözlerdir. Yıllardır söyleye söyleye dilimizde tüy bitmesine
neden olan sözlerdir. Ve çok doğru sözlerdir.
Ama henüz “sözlerdir”. Eyleme geçmemiş, halkı ikna etme gücüne o nedenle henüz sahip olmamış “güzel ve doğru” sözlerdir.
Böyledir diye, bu sözlerin anlamı yok mudur? Vardır. Bundan böyle
yapılacak olan tartışmalarda Adalet Bakanı’nın bu sözleri barış ve çözüm
talep eden her insan için, bir referans olacaktır.
Bundan böyle herkes şöyle konuşacaktır:
“90 yıldır Kürt sorununu yok saymak, Kürt kimliğini yok saymak, Kürt
dilini yok saymak, Kürtlerin kendi kendilerini yönetme hakkını yok
saymak amacıyla, kısaca inkar ve imha için, Adalet Bakanı Sayın Sadullah
Ergin’in dediği gibi, ‘atılmamış, denenmemiş adım kalmamıştır’, Şeyh
Sait ve Seyit Rıza asılmış, Dersim’de zehirli gazla soykırım yapılmış,
son otuz yıl boyunca, uygulanmadık şiddet, silah ve baskı türü kalmamış,
tüm dünya harekete geçirilmiş, 15 Şubat günü PKK Önderi Öcalan’a karşı
uluslararası komplo gerçekleşmiş, her şey yapılmış, bir tek ‘barış ve
çözüm’ yolu denenmemiştir; o nedenle Kürt sorununu kabul etmek, Kürt
kimliğini kabul etmek, Kürt dilini kabul etmek, Kürtlerin kendilerini
yönetme hakkını kabul etmek için, yine Sayın Bakanın dediği gibi,
‘yenilikçi tarzlara ve üsluba’ ihtiyaç vardır, bu da barış ve çözümde
uzlaşma ihtiyacıdır”…
Öyledir ama, bu sanıldığı kadar kolay da değildir. Çünkü AKP
zihniyetinin, ne İslamın ağır başlılığı ile, ne de şimdi yaşanan kritik
“müzakere” sürecinin hassasiyeti ile bağdaşmayan “lümpen” özellikleri de
var.
Beşuş, matruş, sırıtkan bir suratla, sürekli “espri” yaptığını sanan, bu
marifetini yalnız bizim önümüzde değil, her türlü uluslar arası
toplantıda gösteren bir Bakan’ın şu sözlerini Adalet Bakanlığının
önündeki “terazide” bir tartalım bakalım:
“Geçen BDP'den sayın Gültan Kışanak, bir yerde eğilmiş Türk bayrağını
kaldırmış. Bu, takdir edilecek bir harekettir. Kendisini tebrik
ediyorum. Ama şunu da bilsin, bunu İmralı'ya gitmek için bir vesile
olarak kullandıysa, onu da yemezler. Biraz daha samimiyetlerini
göstermeleri gerekir.”
Şu “yemezler” lafındaki kerih koku burnumuzun direğini kırıyor. Kim bu
“lümpen” diye dönüp bakınca, karşımıza bir bakan çıkıyor; hem de ne
Adalet Bakanı, ne İçişleri Bakanı, ne “terörle mücadeleden sorumlu
entegre işler” Bakanı, düpedüz Avrupa Birliği’nden sorumlu
Bakan…”Yemezler” lafı Bakan’a ne kadar yakışıyor. “Uyanık” bir bakan bu
bakan…
Gültan Kışanak’ın tarihi, bu bakana on ölçü fazla gelir. O Kışanak ki,
Diyarbakır Zındanı’nın en kanlı günlerinde, “Türk bayrağı”nın önünde
dayatılan işkencelere göğüs germiş bir insandır. Bu bayrağın gölgesinde
insanlık dışı işkencelere direnen bir insanın, “İmralı’ya gitmek için
yere düşen bayrağı eğilip yerden alacağını” düşünen adam, “yemezler”
dese de, aklını peynir ekmekle yemiş olmalıdır.
Avrupa Birliği’nden sorumlu Bakan’ın, Diyarbakır işkencecilerinden
hiçbir farkı yok. Onlar da Gültan Kışanak’a bayrak gölgesinde işkence
yapmışlar, “suçsuzluğunu ispat et” demişlerdi. bu da “eğilip bayrağı
almak da yetmez, biraz daha samimiyetini göster bakalım” demekte.
Diyarbakır'da nasıl Gültan Kışanak "suçsuz", devlet "suçlu" idiyse,
İmralı sürecinde de Kışanak ve Partisi "samimi", Hükümet ise
"samimiyetini kanıtlamak zorunda" olan taraftır.
"Bayrak" edebiyatına meraklı bu Bakan nasıl bir Bakanlıkta oturduğunun
bile farkında değil. Başarıya ulaştığı gün, onun “bayrağı”, “tek” bayrak
olmaktan çıkacak, Avrupa Birliği’nin çok yıldızlı mavi bayrağı, onun
burnunun dibinde “ikinci” bayrak olarak dalgalanacak. Ve madem ki
“ikinci bayrak” olabiliyor diyen Kürtler, Türk bayrağını “herkesin”
bayrağı saydıktan sonra, “özerk bölgelerde” “ikinci bayrak” olarak kendi
renklerini dalgalandıracak. Ve böylece, “çok etnili, çok kültürlü, çok
dinli, çok mezhepli, çok bölgeli, çok bayraklı” bir Türkiye’de insanlar
müreffeh ve mutlu bir hayat yaşayacak.
Egemen Bağış adındaki zata bakanlık koltuğu fazla gelmiş gibi görünüyor.
Bu Bakan, Bakanlığı “yemiş” ama hazmedememiştir. Bu her halinden
bellidir ve bu gibi Bakanlarla İmralı Süreci’ni güvenceye almak çok zor
olacaktır.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi
Mustafa Karasu, İmralı'daki görüşmelere ilişkin "hükümetin çözüm
yaklaşımı yok" derken, Türk devletinin Batı Kürdistan'a yaklaşımını da
"açık bir Kürt düşmanlığı" olarak değerlendirdi. Karasu, çetelerin
Serêkaniyê'ye geçişi karşısında Ceylanpınar'ın tavrını da eleştirerek,
"Çeteler o kadar saldırdı, o Ceylanpınar ayağa kalkmadı. Ayıptır" dedi.
İmralı'da Kürt Halk Önderi Abdullah
Öcalan ile Türk devleti arasında yapılan görüşmeleri değerlendiren
Mustafa Karasu, "Biz her zaman siyasal çözümden yanayız. Sorun yaratan
da Türk devletiydi, çözümsüzlüğü dayatan da Türk devletiydi" dedi.
Karasu, "İmralı'ya gidip, iyi niyet
ortaya konulunca, en azından müzakereciler bir şeyler yapmak istiyoruz
gibi bir yaklaşım gösterince, önder Apo da buna olumlu cevap vermiştir.
Burada olumlu yaklaşım içinde olan hareketimizdir" şeklinde konuştu.
"Hükümetin politikası çözümden yana
mıdır, bu belli değil" vurgusunu yapan Karasu, AKP'nin 2006'da da
2008'lerde de böyle bir yaklaşım içine girdiğini hatırlatarak, "Hiçbir
zaman da somut bir adım atmadı" diye belitti.
2012'DE KAYBEDEN AKP OLDU
Karasu, "Şu ana kadar da yapılan
görüşmelerde herhangi bir somut gelişme yok. Bize yansıyan ciddi bir
durum yok. Erdoğan'ın söylemlerinde ciddi bir durum yok" dedi.
Bu noktaya nasıl gelindiğini
sorgulayan Karasu, hükümetin KCK operasyonları, askeri operasyonlar ve
dış güçlere dayanarak PKK'yi ezmeyi planladığına işaret etti ve ekledi:
"2012'de kaybeden AKP oldu. Ordusu nerdeyse bozguna uğradı. Özel ordusu
nerdeyse darmadağın oldu."
Karasu şöyle devam etti: "AKP
sıkışınca, bölgedeki politikaları da iyiye gitmeyince, böyle bir
görüşmeye başvurdu. Tamam Türkiye kamuoyu çözüm istiyor, biz de
istiyoruz, aslında koşullar da müsait. Fakat AKP'nin çözüme ne kadar
hazır olduğu belli değil. Hatta hazır olmadığı konusu daha fazla
ortada."
HAREKETİMİZLE HERHANGİ BİR GÖRÜŞME YOK
"Söylendiği gibi hareketimizle bir
görüşme yok" diyen Karasu, Hewler'de (Erbil) görüşmeler yapıldığı ve
bazı adımlar atılacağı yönünde Türk medyasında çıkan haberleri de
yalanladı: "Bunlar hepsi yalan. Hepsi özel savaş haberleri. Hiçbir
gerçekliği yok."
AKP hükümeti için "Çözme isteği
varmış gibi bir hava yaratılmak isteniyor. Sonra herhangi bir şey
olmayınca da herhalde birilerini suçlayacak. Herhalde böyle bir strateji
izliyor" diyen Karasu, mevcut durumda tek taraflı bir yaklaşım olduğunu
ve bununda Öcalan'ın geliştirdiği yaklaşım olduğunu kaydetti.
Karasu, "Biz de önderliğin tutumunu
destekliyoruz. Ama Türk devleti önderliğe de doğru yaklaşmıyor,
önderliğin ortaya koyduğu talepleri var. Önderlik böyle tecrit
ortamında, hiç kimseyle görüşmeden, demokrasi güçleri ile görüşmeden,
çeşitli çevrelerle görüşmeden, örgütüyle diyalog içinde olmadan hiçbir
şey yapar mı? Önderliğimiz demokrat bir liderdir. Yanındakilerin bile
görüşünü alır, herkesin görüşünü alır. Önderliğimiz örgütüyle
düşüncelerini paylaşır, BDP'yle paylaşır, Türkiye kamuoyu ile paylaşır"
diye konuştu.
HÜKÜMETİN ÇÖZÜM YAKLAŞIMI YOK
Hükümetin "Ortada henüz herhangi
bir çözüm yaklaşımının olmadığını" ifade eden Karasu, "Ama Kürt
sorununu, ezerek, başka türlü yöntemlerle çözemedi. Ya gerçekten
çözecek, ya ezecek ya da oyalayacak. Bunlardan hangisini yürütecek kısa
sürede belli olur. Ama şu anda bize yansıyan şu an andaki yaklaşımlar,
çözüm yaklaşımları olmadığını ortaya koyuyor. Bu açıdan çok fazla umutlu
olmak, yanlıştır" ifadelerini kullandı.
"Ortada hiçbir şey yokken, bir
şeyler oluyormuş beklentisine hiç kimse girmemeli. AKP sıkıştı, şimdi
böyle bir politikaya yöneldi" diyerek sözlerini sürdüren Karasu, "Kürt
sorunu çözülmüyorsa, Türk devletinin yaklaşımlarından kaynaklı. Bunu
herkesin bilmesi gerekir. Bugün de yarın da eğer bir çözümsüzlük varsa,
bu Kürtlerden gelmez" vurgusunu yaptı.
Karasu AKP'nin neden bugün
görüşmelerde bulunduğunu şöyle özetledi: "AKP sıkışmıştı, aydınlar
tepkiliydi, liberaller bile tepkiliydi. Düne kadar AKP'ye destek
verenler de AKP'den kopmuştu. AKP çok zor duruma düşmüştü. Şimdi bunları
tekrar, kendine göre, bu tür yöntemlerle toparlamaya çalışıyor."
"Yakın zamanda gelişmelere
bakacağız" diyen Karasu, "Önderlikle gerçekten önemli görüşme olsaydı,
sorun BDP ile görüşüp görüşme değildi. Bu o kadar basit bir mesele
değil. Görüldüğü gibi ortada çok da ciddi bir durum yok" diye belirtti.
AKP'NİN ROJAVA'YA YÖNELİK YAKLAŞIMI AÇIK KÜRT DÜŞMANLIĞIDIR
Suriye ve Batı Kürdistan'daki
gelişmeleri de değerlendiren Karasu, "Türk devleti kendi Kürt sorununu
çözmediği müddetçe, diğer parçalardaki Kürt sorunlarının da çözülmesini
istemez. Kuzey Kürdistan'daki Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Güney
Kürdistan'daki kazanımlar da tehlikededir. Türkiye İran'daki sorunun da
çözülmesini istemez. Rojava'da (Batı Kürdistan) da istemez" dedi.
Karasu şöyle devam etti: "Şu anda
Türk devletinin pozisyonu, Rojava'da Kürtlerin hak kazanmamaları
üzerinedir. Bu kadar muhaliflerle ilgilenmesinin nedeni ne Esad ne de
Suriye'de halkın durumunun ne olacağı değil. O aslında bir Esat gitsin
başka bir Esat gelsin istiyordu. Kürtleri kontrol altında tutacak
otoriter, demokratik olmayan bir rejim istiyordu. Ama Suriye'de artık
her şey dağıldı. Türkiye bundan korkuyor. Bu yüzden muhaliflerle ilişki
geliştiriyor. Onları destekleyerek, Kürtlerin kazanım elde etmesini
engellemeye çalışıyor."
Karasu, Türk devletinin silahlı
gruplara yaptığı yardımları ve Kürtler yönelik saldırılarına dikkat
çekerek, "Bu açık Kürt düşmanlığıdır. Rojava'daki durum sadece oradaki
halka değil, bütün Kürtlere düşmanlıktır. Bunu bütün Kürtlerin görmesi
gerekiyor. AKP'ye yakın bütün Kürtlerin görmesi gerekiyor" dedi.
CEYLANPINAR'IN AYAĞA KALMAMASI AYIP!
Batı Kürdistan'daki yaşam
sorunlarına da işaret eden Karasu, "Esas sorun o halkın özgürlük
mücadelesine destek verme sorunudur. Çeteler o kadar saldırdı, o
Ceylanpınar ayağa kalkmadı. Ayıptır. Ciddi bir tepki göstermediler.
Hepsi orada fedai olmalıydılar. Hepsi göğsünü siper etmeliydiler. O
çeteleri oraya koymamalıydılar. Bunu açıkça biz de eleştiriyoruz. Tamam ,
manevi bir destek var. Ama daha farklı olmalıydı. Yürüyüşler de oldu,
yardım da gönderiyorlar, aslında kapılar açık olsa Kuzey Kürdistan halkı
çok fazla yardım gönderir, ama biraz daha geniş bakmalı. O çeteler
oradan saldıramamalı. Bir daha öyle bir şey olmamalı (...) Türkiye'nin
çeteleri saldırtmasına karşı açık tavır koymaları gerekir. Sadece
sınırdakiler değil tabi. Doğubayazıt'tan Muş'a, Bingöl'den Dersim'e
kadar herkesin Rojava'daki halkın özgürlük mücadelesine katkı sunması
gerekir. Çünkü orda halk gerçekten direniyor. Bir devrim var. Yediden
yetmişe ayağa kalkmıştır. Bir halk devrimidir. Dünyada böyle devrimler
azdır. Bundan daha büyük halk devrimi yoktur."
SOLA ROJAVA ELEŞTİRİSİ
Batı Kürdistan'daki gelişmelere
solun ilgisizliğini de eleştiren Karasu, "Solun ilgisi bile az. Başka
yerde olsa ayağa kalkarlar. Orada halk büyük bir devrim yapıyor, kendi
sistemini kuruyor, özgürlük sistemini kuruyor, kendi meclislerini
kuruyor, demokratik temelde yapıyor, bu açıdan Rojava'ya hem Kürt
halkının hem de demokrasi güçlerinin desteğinin daha fazla olması
gerekiyor" ifadelerini kullandı.
KOMPLO BOŞA ÇIKARILDI
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a
yönelik 15 Şubat uluslararası komplosunun 14. yıldönümünde değerlendiren
Karasu, "Uluslararası komplonun amacı Önderliğimizi İmralı'ya esaret
altına alıp, hareketimizi tasfiye etmekti. Çünkü hareketin karargahı
önderliğimizin bulunduğu yerlerdi. Ama bugün önderliğimiz
etkisizleşmemiştir. En son İranlı Kürt Abbas Vali, Ezgi Başaran'a
verdiği röportajda Abdullah Öcalan'ın eskiden siyasi bir lider olduğunu
şimdi, hem siyasi hem de toplumsal bir lider olduğunu söyledi.
Eskisinden daha etkili bir liderliğe ulaştığını söylüyor." şeklinde
konuştu.
Karasu, "Bu açıdan komplo aslında
başarısızlığa uğratılmıştır. Komployu yaratan güçler parçalanmıştır.
Komployu o dönemde yapan ittifak şu anda yoktur. Ama Türk devleti
inkarcı olduğu için yeniden yeniden komployu diriltmek itiyor" diye
belirtti.
"Suriye'de şimdi çetelerle bunu
yapmaya çalışıyor" diye ekleyen Karasu, "Apo ayrı Kandil ayrı" şeklinde
yapılan ayrımlara da şöyle yanıt verdi: "Öyle bir şey yok. Aksine daha
da bütünleşmiş bir güç vardır. Bunu herkes görmektedir. İşte Önderlik
yakalandı. Önderlik bir söz söylüyordu: Ben mezarda da olsam rolümü
oynarım. İşte Rojava'yı ayağa kaldıran 20 yıllık çalışmasıdır. Demek
önderlik etkisizleştirilememiş. Oradaki gelişmelerin bizimle, hareketle
doğrudan organik bir ilişkisi yok. Yaşlıları, meleleri, kadınları,
gençleri, kızlarI, herkes önderliği tanımıştır. Onun için önderliğin
özgürlükçü duruşunu, fırsatını buldukları zaman harekete geçerek
örgütlemiştir. Onun için meydanlar, sokaklar önderlik posterleriyle
doludur. Bu da komplonun boşa çıkması değil midir?"
Karasu, "Hareketimiz de eskisinden daha güçlü haldedir. Bunu herkes kabul ediyor. 2012'de dünya gördü" vurgusunda bulundu.
"Hareketimiz büyük direnerek
komployu boşa çıkardı. Şehitlerimiz boşa çıkardı" diyen Karasu
sözlerini şöyle noktaladı: "Eğer o fedailerimiz olmasaydı komplo boşa
çıkmazdı. Tabi ki komployu boşa çıkaranlara minnet borçluyuz. O
direnişten bu güne, tüm fedakarlık gösterenleri, şehitleri minnetle
anıyoruz. Halkımızı burada selamlıyoruz. Hareketimizi ve önderliğimizi
sahiplenerek boşa çıkardığı için. Komplocuları boşa çıkarmak
demek,özgürlüğe tutkunluğu göstermek demektir. Haklarına sonuna kadar
sahip çıkacağını göstermek demektir. Kürt halkı 15 yıldır komploya karşı
mücadele ederek, özgürlüğüne de demokrasiyi de, haklarınız da
isteyeceğini göstermiştir. Hiç kimse artık "alavere dalavere Kürt mehmet
nöbete" diyemez. Komploya karşı mücadele eden, bu komployu boşa
çıkaran halk özgürlüğünü de kazanacaktır. Bunu Türk devleti de bilmeli,
arkasındaki güçler de bilmeli. Türk devletinin işbirlikçileri de
bilmeli."
ANF