İsmail Beşikçi, Kürdistan üzerine bilimsel araştırmaları ve kitapları
nedeniyle yıllarca hapis yattı, zulüm gördü, görüşlerinden taviz vermesi
için baskı gördü. Ancak, Beşikçi, bir bilim adamı olarak gerçekleri
araması ve dile getirmesi nedeniyle sadece Türk devleti tarafından
hedeflenmedi, görüşlerinden vazgeçmesi için sadece onların baskılarını
yaşamadı. Kendisine “devrimci”, “sosyalist”, “Kürdistan davası sahibi”
sıfatlarını takan bir takım kişi ve çevreler de Dr. İsmail Beşikçi’yi bu
görüşlerinden dolayı, hedef haline getirdiler, bunlardan vazgeçmesi
için çok çeşitli yol ve yöntemlere başvurdular. Bu çabaların çarpıcı bir
örneğini Beşikçi bundan 22 yıl önce İbrahim Güçlü’ye yazdığı bir
mektupta dile getirdi.
Bugün Roboski katliamını bile PKK’nin
yaptığını iddia edece kadar ileri giden İbrahim Güçlü’ye Beşikçi’nin
yıllarca önce gönderdiği mektup önce Serxwebun dergisinde yayınlandı.
Beşikçi’nin bu uzun mektubu aynı zamanda yakın dönem tarihine ışık
tutuyor. Beşikçi Hoca’nın mektubunu (arabaşlıkları ekleyerek) olduğu
gibi yayınlıyoruz.
KÜRT TOPLUMUNUN EN ÇÜRÜMÜŞ KESİMLERİYLE İŞBİRLİĞİ YAPTILAR
Yıl
1984, Ekim ayının başları. Kürt gerillalara karşı "Güneş Harekatı"
başlatılıyor. Türk Cumhurbaşkanı Kenan Evren, büyük bir gazeteci
kalabalığı eşliğinde Hakkari bölgesinde dolaşıyor. Şemdinli'de Kürt
halkının gözünün içine baka baka herkesin Türk olduğunu, Türklüğü kabul
etmeyenlerin "kansız", "hain" olduklarını söylüyor. Kürdistan'ı hep bu
Türk sömürgecileri¬nin yönettiğini hiç unutmamak gerekir. Kürtler için
esas utanç budur. Böyle bir utanç karşısında, PKK'nin düşüncesi ve
eylemi karanlıkları yırtan bir aydınlıktır. Kokuşmuş bataklıktaki
baharyeli gibidir. PKK bu sular için kanallar açmaktadır.
Kürt
halkı demokrasiyi hiç yaşamadı. Kürdistan'ı devletlerarası sömürge
sistemi içinde tutan devletler, Kürt ulusunun, ulusal, devrimci ve
demokratik mücadelesini engelleyebilmek için, Kürt toplumunun en çürümüş
kesimleriyle işbirliği yaptılar. O çürümüş sınıfları ve tabakaları
ayakta tutabilmek için büyük bir çaba harcadılar. Bunlarsa, demokrasiye,
Kürt halkının uyanmasına düşman olan sınıf ve tabakalardır. Eğer bir
şeyh müritlerinden belirli bir çıkar elde ediyorsa, oraların uyanmasını
elbette istemez. Toprak sahipleri de öyle. Fakat bu gerici sınıfları
ayakta tutan sömürgeci devletin bizzat kendisidir. Kürt toplumunda
demokrasiyi kurmak ve geliştirmek elbette esas olmalıdır. Çoğulculuğa
önem vermek elbette esas olmalıdır. "En doğrusu biziz, bizden başka
doğru yok" diyerek ötekileri boğmaya, yok etmeye çalışmak çok yanlış bir
tavır ve davranıştır. PKK'den de bu hayati ilkelere dikkat etmesi
elbette istenmelidir. PKK'nin buradaki görevi, öteki Kürt örgütlerine
nazaran daha da büyüktür. PKK'nin sorumluluğu daha da büyüktür.
PKK
Genel Sekreteri Abdullah Öcalan ile ilgili olarak da birkaç şey
söylemek istiyorum. Abdullah Öcalan, 1970'li yılların sonlarında Apocu
önderlerden biriydi. 15 Ağustos 1984 Atılımı'na kadar ise, PKK'nin
önemli bir lideriydi. 15 Ağustos Atılımı'ndan sonra durum tamamen
değişmiştir. PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan, artık, Kürt halkının
bir lideridir, önderidir. Bunu, köylülerin, işçilerin, öğrencilerin,
kadınların tavır ve davranışlarından, konuşmalarından anlamak mümkündür.
Abdullah Öcalan, artık, Kürt halkının bir umududur. Omuzlarında
milyonlarca Kürdün sorumluluğunu taşımaktadır. Abdullah Öcalan'ı artık,
PKK'nin önderi, PKK'nın Genel Sekreteri olarak değerlendirmemek gerekir.
‘KAÇ GERİLLAYI DONATTIN’
Değerli
kardeşim, çok önemli konularda ortak düşüncelerimiz olduğunu biliyorum.
Bugün de bu böyle. Yekitiya Sosyalist'i ilgiyle izliyorum. Fakat, PKK
ve Başkan Apo hakkında neden bu kadar ters düştüğümüz, doğrusu bana
büyük bir hüzün veriyor. Üstelik bu sadece senin düşüncen, tavır ve
davranışın değil, Devrimci Doğu Kültür Ocakları kökenliler genel olarak
böyle düşünüyorlar. Başkan Apo'yu küçümsemeye çalışıyorlar. Gerek
PKK'yi, gerek Başkan Apo'yu çok çirkin kavramlarla suçlamaya
çalışıyorlar. Bunları kabul edilmez buluyorum. Büyük bir yanılgı var.
Fakat son yıllar içinde bu düşüncelerde, tavır ve davranışlarda çok
önemli değişiklikler olduğunu izlemek de mümkündür.
Burada şunu
da belirtmeliyim: Devrimci Doğu Kültür Ocakları mensubu, Türkiye
Kürdistan Demokrat Partisi mensubu arkadaşlarımızın çocukları, 20'li yaş
çağlarını yaşayanlar, daha küçük olanlar, genel olarak hep PKK'de yer
almaktadırlar. Bizleri 20-25 yıl kadar hep Kürt öğrenciler ararlardı.
Şimdi, köylü, işçi, esnaf, serbest meslek sahipleri, ev kadınları, pek
çok kişiyle tanışıyoruz. Herkeste büyük bir heyecan var. Kürdistan,
artık eski Kürdistan değil. Bugünkü aşamaya nasıl gelindi acaba?
Binlerce şehit var. Arkadaşlarımızın çocukları olan pek çok gerilla var.
Bazı arkadaşlarımızın torunları gerillada. Hepsi Kürt ulusu için,
Kürdistan için savaşıyor. Bugün Kürdistan'da her alanda gerilla var, her
alanda şehit var. Bu heyecan nasıl oluştu?
Peki, ben sana bir soru sorayım. Şimdiye kadar kaç gerilla donattınız?
Türk
İçişleri Bakanlarından biri şöyle demişti: "Doğu'da dağları koruyan
jandarma değil, jandarmanın korkusudur. Bu korkunun etkili bir şekilde
sürdürülmesi için her türlü önlem alınmalıdır." Bugün Kürdistan'da bu
korku kırılmıştır. Bu korkunun kırılmasında PKK'nin düşünce ve eyleminin
çok büyük rolü olduğu tartışılmazdır. Korku kırıldıkça Kürt halkı, Kürt
halk yığınlarının ruhsal yapısı derinleşmektedir. Dirençli, direnen bir
kişilik gelişmektedir. Gerillanın bu süreçteki rolü açıktır. Tekrar
sorayım: Şimdiye kadar kaç gerilla donattınız?
11. Kürt
gerillalarının, büyük bir fedakarlık, özveri ve vefakarlık örneği
gösterdiğini çeşitli vesilelerle ifade etmiştim. Bu sürecin beni çok
duygulandırdığını, bana gurur verdiğini de belirtmeliyim.
‘GERİLLALARA SEVGİM ARTTI’
Sağmalcılar'da,
koğuşta, Denge Kürdistan isimli bir dergi vardı. Bu, PKK'nin cezaevi
alanındaki örgütünün aylık olarak çıkardığı bir dergidir. Daktilo ile
çoğaltılıyordu. Bu dergide orijinal yazılardan çok, Serxwebûn, Berxwedan
gibi dergilerde yayınlanmış bazı yazılar yer alıyordu... Bir gün bu
dergide yer alan bir hikaye okuyordum. Üç-dört gerillanın bir kış
gününde, görev alanlarından kamplarına gidişini anlatıyordu. Kafamı
çoktandır kurcalayan birtakım soruların cevabını alabileceğimi
düşünüyordum. Gerilla kış vakti soğuğa karşı nasıl önlemler alıyor?
Açlığa, uykusuzluğa nasıl dayanıyor? vs. Olay, Botan'da Zağros dağları
civarında geçiyor. Şiddetli bir kış hüküm sürüyor. Dondurucu bir soğuk
var. Bu soğukta yola çıkmak doğru mu? Gerillalar kamp için şimdi mi yola
çıkalım, yarını mı bekleyelim tartışmasını yapıyorlar. Kar yağmaya
başlıyor, hava biraz yumuşuyor. Yola çıkıyorlar. Dağlara tırmanıyorlar,
ondan sonra vadiye doğru iniş var. Sonra tekrar başka bir dağa
tırmanmaları gerekir. Kar duruyor, tipi başlıyor... Sis var. İki metre
ötesi görülmez oluyor. Silahları, cephaneleri, öteki yükleri var.
Durmadan yokuş çıkıyorlar, yokuş iniyorlar. Dağa tırmanıyorlar, dağdan
aşağı iniyorlar. Kamplarına varacaklar. Soğuk durmadan artıyor. Akşam
oluyor, ortalık kararıyor. Çığ tehlikesi var. Gerillalardan biri soğukta
yürüyemez bir hale geliyor. Ayakları donmuştur. Yoldaşları onunla
ilgileniyorlar.
Hikaye böyle sürüp gidiyor. Heyecanla okuyorum.
Koğuştayım. Birdenbire soğuktan irkildim. Üşüdüğümü hissettim. Halbuki,
koğuşun kapısı, pencereleri var, normal kapalı. Ayrıca koğuşta 60'a
yakın insan var. Kendimi gerillaların yerine koyduğumu hissettim. Şöyle
düşü-nüyorum: Açlığa, susuzluğa dayanmak mümkün, uykusuzluğa dayanmak
bile mümkün. Yol yürüyebilirim, yokuş çıkabilirim, dağa tırmanabilirim,
yük taşıyabilirim, fakat soğuğa karşı ayaklarımı nasıl koruyabilirim,
soğuğa karşı nasıl dayanabilirim?.. Hikayeyi okurken hep bunları
düşündüğümü hissettim. Gerillaların soğukla, açlıkla, susuzlukla,
uykusuzlukla nasıl baş edebildiklerini, bunların üstesinden nasıl
gelebildiklerini öğrenebilmek için okumayı büyük bir heyecanla
sürdürdüm. Kürt gerillalara zaten çok sıcak bir sevgim vardı, daha da
arttı.
Kürdistan'a ilişkin düşünceleri, duyguları, beklentileri
olmayan insanlar, sarsılmaz bir inanca sahip olmayan insanlar bu tür
fedakarlıklara katlanamazlar. Özveri ve vefa göstermezler. Bu cefaların,
çilelerin hepsi de Kürdistan içindir, Kürt ulusu içindir. "Hafız
Esat'ın maşası" suçlamalarını ve aşağılamalarını çok çirkin buluyorum.
Gayri ahlaki buluyorum. Bu mücadelenin, 1984'te, gerillaların donanımı
bakımından çok olumsuz koşullarda başladığı da yine büyük bir gerçek.
Gerillaların, haritaya, pusulaya, dürbüne, ayakkabıya, uyku tulumuna,
vitamin haplarına sahip olmadığını biliyoruz. Veya bunlar çok azdır.
Yeteri kadar silah yoktur. Bunları yakından biliyoruz. Arkadaşlara,
"Soğuğa karşı nasıl korunuyordunuz, ayaklarınızı nasıl koruyordunuz?"
sorularını sık sık soruyordum. "Yün çoraplarımız vardı..." gibi cevaplar
veriyorlardı. Halbuki, gerillaların ayakkabısına, başlığına, gözlüğüne
kadar mükemmel bir donanımı olmalıdır. Özellikle 1985 yılında bu
koşulların çok çok olumsuz olduğunu biliyoruz. Halbuki, örneğin
Filistinli gerillalar için durum böyle mi? Bir gerilla haplarla, vitamin
haplarıyla günlerce idare edebiliyor. Ve bunları sağlamak Filistinli
gerillalar için son derece kolay.
Bugün Kürt gerillalarının
donanımı, 1984'e nazaran çok çok ileri. Harita, pusula, dürbün, uyku
tulumu gibi araç ve gereçler 1984'e ve 1985'e nazaran çok daha
mükemmel...
PKK’Yİ ELEŞTİRİYORUM
12. Yukarıda, 10 numaralı
ana paragrafta, 20-25 yıl kadar önce, bizleri sadece öğrencilerin
ziyaret ettiğini, günümüzde, köylülerin, işçilerin, çeşitli mesleklerden
Kürtlerin, çiftçilerin, ev kadınlarının vs. ziyaret ettiğini
belirtmiştim. Köylüler, özellikle onlar, şunları anlatıyorlar: 1960'lı
yılların ortalarından itibaren öğrenciler bizim köye gelirlerdi. Bizlere
devrim yapalım, derlerdi. Onların bu teklifleri bizleri çok korkuturdu,
ürkütürdü, şimdi, günümüzde artık biz mücadele içindeyiz. Siz bu
mücadelelerin nasıl başladığını, nasıl sürdüğünü biliyorsunuz. Biz
artık, dişimizle, tırnağımızla bu kavganın içindeyiz. Bu kavga sırasında
yanımızda o öğrencileri arıyoruz. Onlar yanımızda yoklar, onlara çok
ihtiyaç duyduğumuz anlarda onlar yanımızda yoklar...
13. Ben
PKK'yi eleştiriyorum. Fakat, daha çok sizlere benzeyen yönlerini
eleştiriyorum. Hatırlayacağınız gibi Kürtçeyi de çok iyi bildiğiniz
halde, hep Türkçe konuşurdunuz. Sömürgecilerin diline daha bir öncelik
verirdiniz. Gerilla bu konuda çok önemli bir değişiklik yapmadı, hatta
hiç değişiklik yapmadı. Gerilla savaşı konusunda binbir türlü
yaratıcılık gösteren, bu yaratıcılığını günden güne artıran gerillanın
Kürtçeye verilen önem konusunda hiçbir değişiklik yapmaması, anlaşılır
birşey değil. Nedenini sorduğumuz zaman sizler gibi cevap veriyorlar.
"Dostluk" diyorlar, 'Türkçeye dostluk". Halbuki, Kürt halkı şimdiye
kadar, Türkçeyle, Türk diliyle, yasaktan, emirden, hakaret¬ten başka bir
şey duymadı. Kürt halkının Türk diliyle duyduğu sözcük¬ler hep emir
içeriyordu, hakaret içeriyordu. "Hepinizi geberteceğim." "Hepinizi yok
edeceğim, öldüreceğim." "Bugün evden dışarı çıkmak yasak!" "Bugün evden
dışarı çıkan olursa evi içindekilerle birlikte yakarız." "Bugün tarlaya
gidilmeyecek!" "Bugün hayvanları otlatmak yok!" "Arama var, herkes
evinden dışarı, evde kalanlar olursa evinizi yakarız, öldürürüz."
"Aşağılık Kürtler, Türk devletinin ne kadar büyük olduğunu sizlere kabul
ettireceğiz." "Hayvanoğlu hayvanlar", "Aşağılık mahluklar." "Koş!",
"Yat!" "Sürün!" "Güzel kadınlarınızı ayırdık, onlarla ayrıca işimiz
olacak!"
Kanımca Kürtler, Türkiye'de, Türk diliyle, Türkçeyle,
emirden, yasaktan, hakaretten başka hiçbir sözcük, hiçbir güzel sözcük
duymadılar. Her gün her gün bunları, benzerlerini duydular. "Kürtler
yoktur, herkes Türk’tür." "Kürtçe diye bir dil yoktur, 20-30 kelimesi
bile olmayan, ilkel, mahalli bir ağızdır." "Sanıklar Kürtlerden
sözederek Türklerin milli duygularını zedeliyorlar." Yeni yeni Kürt
sözcüğünü telaffuz etmeye başlayanlar bile, Kürt Devleti düşüncesi,
Kürtlerin aleyhinedir, diyorlar. Ortadoğu'da 2 milyon civarındaki ve
İsrail işgali altındaki Filistinlilerin bağımsız devlet kurma hakkını
savunuyorlar. 23. Arap devletinin gereğini savunuyorlar. Kürt sözcüğünü
kullanmaya başlamışlarsa da, Kürdistan'ın ve Kürt ulusunun bölünmesini,
parçalanmasını ve paylaşılmasını görmezden geliyorlar. Ortadoğu'da 30
milyonu aşkın bir nüfusa sahip olan Kürtlerin bölünmüş, parçalanmış ve
paylaşılmış halini tartışmaktan uzak duruyorlar. Aynı Amerika Birleşik
Devletleri gibi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği gibi
Ortadoğu'da statükonun devamını istiyorlar. Statüko Filistinliler için
çatlasın, Kürtler için aynen sürsün, diyorlar. Kürtlerin çıkarı
statükonun devamındadır, diyorlar.
‘KÜRTÇE KONUŞURSANIZ KÜRT GİBİ DÜŞÜNÜRSÜNÜZ’
Kürtlerin
kendi ana dilleriyle dost olmaları, Kürtçe konuşma ve Kürtçe yazma
yeteneğini kazanmaları gerekmektedir. Bu çok doğal hakların kullanımı
için mazeret aramak yanlıştır.
Dil ile düşünce arasında, çok
önemli bir bağ vardır. Kürtçe konuşursanız Kürt gibi düşünürsünüz,
Türkçe konuşursanız Türk gibi düşünürsünüz. Kürtler için Kürt gibi
düşünmek, veya Türk gibi düşünmek elbette önemlidir. Kürtçeye yeteri
kadar değer vermemek, Kürtlerin beyinlerini sömürgeleştirici bir etken
olarak ortaya çıkmaktadır. Bir toplumda en ağır tahribat beyinsel
sömürgecilik sürecinde ortaya çıkmaktadır. Türk devleti, Kürt
insanlarının beyinlerini sömürgeleştirebilmek için her türlü önlemi
almaktadır.
Türk mahkemeleri, duruşmalarda ısrarla Kürtçe konuşan
Mehdi Zana'ya şöyle bir haber ulaştırmaya çalışıyorlar: "... Mehdi Zana
Türkçe konuşsun, iki gün konuşsun, bizonu dinleyeceğiz, istediği gibi
konuşsun biz onu dinleyeceğiz, fakat Kürtçe konuşmasın, Türkçe
konuşsun..." Kürtçe'ye şiddetle karşı çıkış, Türkçe'yi dayatma,
Türkçe'deki ısrar elbette irdelenmelidir. Türk sömürgeci mahkemeleri,
Kürtçe'yi de, "Sanık anlaşılmaz, acaip bir dille konuştu..." diye zapta
geçiriyor. Mehdi Zana'nın duruşmalarını bu bakımdan ilgiyle izlemek
gerekir. Diyarbakır eski Belediye Başkanı Mehdi Zana duruşmalarda
ısrarla Kürtçe konuşmaktadır. Tercüman istemektedir. Mehdi Zana'nın 12
Eylül cuntası tarafından görevinden alındığını ve cezaevine konulduğunu
yakından biliyoruz.
Kürtçe'ye yeteri kadar önem vermemeleri
konusunda bütün Kürtlerin, bu arada, PKK'nin de eleştirilmesi gerekir.
Kürt örgütlerinin ve PKK'nin çeşitli konularda eleştirilmeleri, bu
eleştirilerin her zaman haklı olduğu anlamına gelmez. Yani eleştiriyi
yapanların çok mükemmel bir düzeyde olduklarını göstermez. Örneğin,
belki PKK'nin günahı bizim günahlarımızdan çok daha azdır. Fakat
toplumsal ve siyasal eleştiri bilgilerimizi zenginleştirmek ve sağlıklı
kılmak için vazgeçilmez bir kurumdur. Öte yandan her şeye karşı
çıkılarak, her şeyi inkar ederek Kürt tarihinin fakirleşmesine de yol
açmamak gerekir.
‘AJAN KAVRAMINA YÜKLENEN ANLAM’
14.
Değerli Kardeşim, seninle PKK arasında yoğun tartışmaların olduğunu,
senin ajanlıkla suçlandığını da biliyorum. Bu suçlamada "ajan" kavramına
farklı bir anlam yüklendiği kanısındayım. Biz, ajan deyince daha çok,
Milli İstihbarat Teşkilatı adına ve gizli çalışan ve kuşkusuz Kürtlerin
aleyhine, devrimcilerin, solcuların aleyhine çalışan bir kişiyi
anlıyoruz. Bu anlamda Kemal Burkay, İbrahim Güçlü gibi kişilerin ajan
olamayacaklarını arkadaşlara uzun uzun anlatmaya çalışan bir kişiyi
anlıyoruz. Bu anlamda Kemal Burkay, İbrahim Güçlü gibi kişilerin ajan
olamayacaklarını arkadaşlara uzun uzun anlatmaya çalıştım. Bu tür işler,
bu kişiler için en son yapacakları işler değil, hiç yapamayacakları bir
iştir. Fakat "ajan" kavramına farklı anlamlar yüklenince herkes ulu
orta bir şekilde suçlayabiliyor.
15. Önemli bir konuyu daha belirtmek istiyorum.
a)
1 Ekim 1988 tarihli ve PKK-DB (Partiyi Korumak ve Direnişi Yükseltmek
İçin Devrimci Birlik) imzalı bir bildiri var. Bu bildiri yayınlandı. Bu
bildiri 10 sahifeydi. Bildiri, Tüm PKK'lilere, Yurtsever Kürdistan
Halkına ve Bütün İlerici Devrimci Güçlere!" biçiminde bir hitapla
başlıyordu. 10 sahifelik bu bildiride, PKK ve gerillalar övülüyor, PKK
Genel Sekreteri Abdullah Öcalan ağır bir şekilde suçlanıyordu.
b)
4 Ekim 1988 tarihli bir bildiri daha yayınlandı. PKK-DB (Partiyi
Korumak ve Direnişi Yükseltmek İçin Devrimci Birlik) imzalı üç
sahi¬felik bir bildiri. Bildiri, "Abdullah Öcalan'a Açık Mektup"
başlığını taşıyordu. Bu bildiride de PKK ve gerillalar övülüyor, PKK
Genel Sekreteri Abdullah Öcalan ağır bir şekilde suçlanıyor, Hüseyin
Yıldırım haklı bulunuyor.
c) 14 Haziran 1989'dan hemen sonra
yayınlandığı anlaşılan, PKK-DB imzalı 5 sahifelik bir bildiri daha var.
Bu bildirinin, "İşbirlikçi Hainlerin Komplo ve Saldırıları Devrimleri ve
Devrimcileri Hiçbir Zaman Susturamamıştır ve Susturamaz" biçiminde bir
başlığı var. "Devrimciler, Demokratlar, Yurtseverler, Kürdistanlılar"
biçiminde bir hitap ile başlıyor. Bu bildirinin metni içinde yer alan,
'Tüm Parti Kadroları, Taraftarlar, Yurtseverler', "Halkımızın Dostları,
Devrimciler, Demokratlar, İlericiler" biçiminde yazılan ara başlıkları
da var. Bu bildiri "Kahrolsun İşbirlikçi Tasfiyeci İhanet!", "Kahrolsun
Faşist Türk Sömürgeciliği ve Emperyalizm!", "Hiçbir Karşı Devrimci
Girişim ve Saldırı Kürdistan Halkının Bağımsızlık, Demokrasi ve
Sosyalizm Savaşının Zafere Ulaşmasını Engelleyemeyecek!", "Yaşasın PKK,
ERNK, ARGK Önderliğindeki Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi" şeklinde
ifade edilen sloganlarla bitiyor. Bu bildirinin temel amacı da PKK
Genel Sekreteri Abdullah Öcalan'ı suçlamak oluyor. Gerillalar ve PKK
övülüyor gözükülerek, Genel Sekreter Abdullah Öcalan eleştiriliyor
diyemiyorum. Bildirinin amacı eleştirme değil, aşağılama, suçlama...
d)
Burada Şoreşa Kürdistan isimli bir yayından daha söz etmek gerekiyor.
38 sahifelik bir dergi. İlk iki sayfası elimde yok. Bu kapak olmalı.
Dergi,
'Yeniden Çıkarken" bölümünde, "... Şoreşa Kürdistan’ın ilk sayısı tam 6
yıl önce 1983 tarihinde çıktı" deniyor. Yine aynı bölümde iki yıl
içinde 6 sayı kadar yayınlandığını, 1985'de yayın hayatına son verdiğini
yazıyor. Yeniden yayına 1989'un ortalarında veya sonlarında başlamış
kabul edilebilir. Bu, 1989'un Mart ayı da olabilir. Çünkü Newroz'dan söz
eden bir yazı da var.
'Yeniden Çıkarken" başlıklı bu bölümde,
Lenin'in teori ve pratik konusundaki düşünceleri dile getiriliyor.
"PKK'nin tepesine çöreklenmiş önderlik" suçlanıyor. "Yeniden Çıkarken"
başlıklı bölüm "Şoreşa Kürdistan’da yeniden el ele Kürdistan'da Yükselen
Bağımsız, Özgür ve Sosyalist Geleceğe" sloganlarıyla sona eriyor, (s.
3-5)
Daha sonra, (s. 6-8) arasında şöyle bir yazı var: "İsyan ve
özgürlük ateşini bir kez daha yaktık / Direnişin içinde bir kez daha
doğduk... Selam olsun çağdaş Newroz Meşalemiz Mazlum Doğan Yoldaş'a /
Selam olsun bağımsızlığı ve özgürlüğü için çarpışan yiğit Kürdistan
halkına / Selam olsun önderimiz PKK, ARGK ve ERNK'ye!" Yazıda Mazlum
Doğan'ın düşüncesi ve eylemi övülüyor. Yazı, "Her şey, bağımsız,
birleşik, demokratik Kürdistan için! Her şey ulusal kurtuluş cephemizin
yeniden örgütlendirilip geliştirilmesi için!" sloganlarıyla sona eriyor.
Şoreşa
Kürdistan’ın 9-27 sahifeleri arasında, Tasfiyeci hain önderlik ve
dayanaklarına karşı devrimci çizgiden sapmadan PKK bayrağını
yükseltelim" başlıklı bir yazı var. Bu yazının temel amacı, PKK Genel
Sekreteri Abdullah Öcalan'ı aşağılamak ve suçlamak, PKK'yı, gerillaları
över gözükmek...
28-31 sahifeleri arasında PKK-DB imzalı bir yazı
var. Bu yazı, 'Yurtsever Kürdistan Halkı! Devrimciler, Demokratlar"
hitabıyla başlıyor. "Kahrolsun Emperyalizm, sömürgecilik ve Yerel
Gericilik!", "Kahrolsun Tasfiyeci İhanet!", "Yaşasın Kürdistan Ulusal
Kurtuluş Hareketi!", "Yaşasın UKH'mızın şanlı önderi PKK ve O'nun
Devrimci Çizgisi!" sloganlarıyla sona eriyor. Bu yazının temel amacı da
PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan'ı suçlamak, onun etkinliğini kırmak
oluyor.
32-36 sahifeleri arasında, Av. Hüseyin Yıldırım
tarafından yazılmış bir yazı var. Yazının başlığı şöyle: "PKK
Kadrolarına, Yurtsever Kürdistan Halkına ve Tüm Devrimci-Demokrat
Kamuoyuna!" Bu yazıda PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan bizzat Av.
Hüseyin Yıldırım tarafından suçlanmaktadır. Bu yazılarda sık sık M. Ali
Birand'ın adı geçmektedir.
Şoreşa Kürdistan’ın 37 ve 38.
sahifelerinde, "Kucağa oturup sa¬kal yolarak kahramanlık taslayanlara,
PKK kadroları gereken cevabı veriyor" başlıklı bir yazı var. Hedef yine
PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan.
‘BUNLAR TÜRK DEVLETİNİN SUÇLAMALARI’
e)
Yukarıda a, b, c, ve d paragraflarında bazı yayınlardan sözettim. Bu
yazılarda PKK övülerek veya övülür gözükerek PKK Genel Sekreteri
Abdullah Öcalan suçlanmaktadır, aşağılanmaktadır. Bu yazılarla ilgili
olarak iki şey söylemek istiyorum. İki hususu vurgulamak gerekiyor.
Birincisi şu: PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan ile ilgili olarak
yapılmış hiç bir düşünceye, hiç bir suçlamaya katılmıyorum. Bunlar Türk
devletinin suçlamaları, MİT’in suçlamaları... MİT’in bir şubesi gibi
çalışan Türk basınının suçlamaları. Türk sömürge yönetiminin, Türk
siyasal partilerinin suçlamaları vs. Bu suçlamaların, bu aşağılamaların
hiç bir ağırlığı yoktur. PKK ve PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan et
ve tırnak gibi birbirleriyle bütünleşmişlerdir. Bu organik birliği
bölmeye, parçalamaya çalışmak için yoğun bir çaba harcandığı açıkça
görülmektedir. Kanımca bu boş bir çabadır. Ciddiye alınamaz.
Yukarıda
üç numaralı ana paragrafın (e) bölümünde itirafçı Şahin Dönmez'in bir
açıklamasına değinmiştim. Burada aynı kişinin bir açıklamasına daha
değinmek gerekiyor. İtirafçı Şahin Dönmez, "Apo’yu yok etmeden PKK'yı
yok edemezsiniz" diyor. PKK'nın tamamını yok etseniz, geriye bir tek
Abdullah Öcalan kalsa o yine bir PKK yaratır, diyor. Bu Abdullah Öcalan
ile PKK arasında, güçlü bir organik bağın olduğunu gösteriyor. Yüzyıl
dergisinin 21 Ekim 1990 tarihli 12. sayısındaki açıklamalarda da benzer
özelliklerin vurgulandığını görmek mümkündür. (Mit'te Kürtlere Özerklik
Brifingi) kapaklı sayı.
Vurgulamaya çalıştığım ikinci husus da
şu: Senin yazılarında da benzer suçlamalar, benzer düşünceler var. Gerek
mektupta, gerek Yekita Sosyalist'te bunları izlemek mümkündür. Senin
düşüncelerinin ve suçlamalarının da yukarıdakilere benzemesini bir
talihsizlik olarak değerlendiriyorum.
f) Son olarak bir
bildiriden söz etmek istiyorum. PKK-DB (Partiyi Korumak ve Direnişi
Yükseltmek İçin Devrimci Birlik Adına Dersimliler Grubu) imzalı 2
sahifelik bir bildiri, 1990 yılı başlarında yayınlanmış.
Bu
bildiri, "Yurtsever Kürdistan Halkına ve Bütün İlerici Devrimci Güçlere!
Devrimci kisve altında mücadelemizi tasfiye etmek için Hüseyin Yıldırım
yoldaşı öldürtmek isteyen Apo'nun provokasyonuna gelmeyelim!" diye
başlıyor. M. Ali Birand'dan söz ediyor. PKK Genel Sekreteri Abdullah
Öcalan suçlanıyor, Av. Hüseyin Yıldırım övülüyor. Bildiri, "Yaşasın
Ulusal Kurtuluş Mü¬cadelemize İnanmış, İlerici ve Devrimci Güçler!
Kahrolsun Tasfiyecilik, Teslimiyetçilik, İhanet ve Mücadelemizi
Engelleyici Her Türlü Giri¬şim!" gibi sloganlarla sona eriyor.
Bu
bildirinin Kürdistan'da dağıtılmasına devletin göz yumduğunu yakından
biliyorum. Hatta inanılır ve güvenilir bazı arkadaşlar bu bildirinin
devlet tarafından çoğaltılarak, ajanlar aracılığıyla dağıtıldığını ifade
ediyorlar. Senin suçlamalarının da bu bildirilerde yer alan suçlamalara
benzemesi karşısında rahatsızlık duyduğumu, hüzün duyduğumu
belirtmeliyim.
‘ÖCALAN’IN SAĞLIĞI BÜTÜN KÜRTLERİ İLGİLENDİRMEKTEDİR’
Son
mektubunda, yazılarında, PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan için
"Hasta bir adam", portresi çiziyorsun. Biz arkadaşımızın hasta
olmadığını, sağlıklı bir ruhsal ve bedensel yapıya sahip olduğunu
biliyoruz. Kaldı ki, kanımca Abdullah Öcalan, PKK Genel Sekreteri olarak
görülmemelidir. Abdullah Öcalan artık, bütün Kürt halkının umududur.
Omuzlarında milyonlarca Kürt halkının sorumluluğunu taşımaktadır.
Yukarıda 10 numaralı ana paragrafta bunu ifade etmeye çalışmıştım. Bu
bakımdan PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan'ın sağlığı bütün Kürtleri
ilgilendirmelidir.
16. Kürdistan'a ilişkin bilgi üretmeye çalışan
kişilerin son derece özgür bir ortamda çalışmaları gerektiğini,
kafalarının özgür olması gerektiğini biz ifade ediyoruz. Bunun çok
önemli bir prensip olduğunu belirtiyoruz. Kimin bilime ihtiyacı varsa o
üretir. Kürtlerin bilime ihtiyacı çok büyüktür, diyoruz. Benim çabalarım
kuşkusuz bu doğrultudadır. Eğer bu prensipleri iyi uygulayamıyorsam,
bunu benim eksikliğimde aramak gerekir. Olayları, olgular arasındaki
ilişkileri kavrayışımdaki eksikliğimde aramak gerekir. Başka
arkadaşların bu prensipler doğrultusunda çok daha değerli çalışmalar
yapacağından hiç kuşku duymuyorum.
Eleştiri elbette temeldir. Ve
ben bu eleştirilerden çok memnunum. Çünkü her eleştiri, eleştirilen
insanda yeni yeni ufuklar açar. Onun düşüncelerini, tavır ve
davranışlarını etkiler. Bu ifade edilsin veya edilmesin böyledir. Fakat
şu da önemlidir İnsanlar kendi yanlışlarına zaman içinde bizzat
kendileri varıyorlarsa, bu çok daha değerlidir. Örneğin 1960'lı yılların
sonlarında yazılan, iki kere basılan, Doğu Anadolu’nun Düzeni,
Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller isimli kitaptaki yanlışların farkına
bizzat kendim vardım. 1971 Doğu Duruşmaları bu yanlışların bilincine
varmamızda çok büyük rol oynadı. Ve bu kitap 1974'ten sonra bir daha
basılmadı. Daha doğrusu basılmasına izin vermedik çok istenmesine
rağmen...
PKK'nin beni harcayacağı endişesi var. Senin gibi
düşünen arkadaşlarda bu endişe yaygın. Bu endişe haklı değil. PKK'nin
düşüncesinin ve eyleminin bizlere heyecan verdiğini yukarıda etraflı bir
şekilde anlatmaya çalıştım. PKK, Devrimci Doğu Kültür Ocakları kökenli
arkadaşların aksine, 60'lı, 70'li ve 80'li yaş çağlarını yaşayan
Kürtlere de çok büyük bir heyecan veriyor. Ben bunun örneklerini
yakından gördüm. 15 Ağustos 1984 Atılımından sonra canlanan, dipdiri
olan, konuşmaya başlayan pek çok insan tanıyorum. Bunların önemli bir
kesimi de KDP’li. Halil ağa, 15 Ağustos Atılımının cereyan ettiği
günlerde hastaydı, yataktaydı. 15 Ağustos Atılımını Eruh'da hasta
yatağından izledi. Yeğenleri, torunları ona her şeyi anlattılar. 3-4 gün
sonra öldü. Ölürken çok mutluydu. "Allah bana bu günleri de gösterdi"
diyerek öldü.
‘PKK İLE İLİŞKİLERİMİZ ÖRGÜTSEL DEĞİL, GÖNÜL BİRLİĞİNE DAYANIYOR’
PKK
ile, PKK'li arkadaşlarla dostluğu geliştirmek bizim elbette önemli bir
amacımız. Bizim PKK ile ilişkilerimiz gönül birliğine, ruh birliğine,
yürek birliğine, beyin birliğine dayanıyor. "Harcamak", "harcanmak" çok
yanlış kavrayışlar. Bütün bunlara rağmen, yanlış tavır ve davranışlar
gelişirse ve bunlar bilinçli olarak gelişirse araya biraz mesafe koymak
yeterli olacaktır. İlişkilerimiz örgütsel değil, ifade etmeye çalıştım,
ilişkilerimiz yürek birliğine, gönül birliğine, beyin birliğine
dayanı¬yor. Doğrusu da budur. Bu bakımdan "harcanmak", "harcamak" gibi
endişelere kapılmamak gerekiyor. (1) numaralı ana paragrafta bu konuyla
ilgili farklı bir endişeyi irdelemiştim.
17. Değerli Kardeşim,
sana uzunca bir mektup yazdığımın farkındayım. Eğer, "eli kanlı örgüt",
"cinayet şebekesi PKK" gibi suçlamalar yapsaydın sana bu uzun mektubu
yazmazdım. Sadece cevap yazmayacağımı belirten çok kısa bir mektup
yazardım.
Dikkat edersen, hep PKK'yi konuşuyoruz. Sen bana o uzun
mektubunu PKK dolayısıyla yazdın. Ben de sana cevap veriyorum. PKK'den
sözediyorum. Öyleyse, PKK kendisiyle ilgili olarak yazılan her şeyden
haberdar olmalıdır. Özellikle kendisi hakkındaki suçlamaları PKK
bilmelidir. Bu bakımdan mektubunun bir suretini ve bu cevabı PKK'li
arkadaşlara da verdim. Bunu bir görev bildim.
Sana, Gülfer'e,
Mustafa'ya, Mustafa'nın çocuklarına, hepinize selam ve sevgilerimi
yolluyorum. Sağlık, mutluluk ve başarılar diliyorum. Sağlık, mutluluk ve
başarı haberlerinizi beklerim.
Ankara, 19 Kasım 1990