3 Haziran 2011 Cuma

Tekelci Medya ve Iktidar Ilişkileri


Medya; gazeteler, dergiler, televizyonlar, rad-yolar ve internet... "Dördüncü Kuvvet" dedikleri, her gün, her saat beynimizin ve bedenimizin her hücresinde varlığını hissettiğimiz görünmez kuvvet...

İyiyi, kötüyü, çirkini ve güzeli aynı anda belirleyen, ürkütücü bir tarzda sergileyen, bize seçim fırsatı vermeden beğenimize sunan gizil güç...


Ve bu gücün yarattığı ideolojik, politik, ekonomik, sosyal, kültürel, etik, estetik vb. popüler değerler, günlük yaşantımıza yön veriyor...


Televizyon kanalları "halk bunu istiyor" anlayışıyla yüksek reyting almak için; içi boş, topluma hiçbir şey vermeyen, anlık ve sadece seyirlik programlar ile tek sesli toplum yaratmaya çalışıyor.


Her televizyon kanalının, bir şovmeni, kaşını gözünü oynatan bir spikeri, bir deprem uzmanı, bir güzellik uzmanı, bir güvenlik uzmanı, bir aşçısı, bir sazcısı, bir modacısı, bir yorumcusu, bir falcısı, bir aykırısı vb. var.


Medya çok geniş bir alanı oluşturuyor: kitap, gazete, dergi, radyo, televizyon, kültür merkezi, turizm kompleksi, internet, iletişim vb. bütün alanları kapsıyor.


Tekelci Medya, devlet ve hükümet politikalarına yön veriyor. Düzen partileri de büyük paralar harcayarak seçim propagandalarında görsel medyayı kullanıyor.


Artık "gerçekle" ilişkimiz gazete, televizyon ve radyo diliyle kuruluyor. Mesela AKP'nin "çılgın projeleri" denilen afaki işleri, modelleme yöntemiyle görsel medya kanalıyla gerçekmiş gibi insanlara sunuluyor.


Devlet destekli oligarşi partileri tekelci medyayı, tekelci medya da partileri ve özellikle iktidar partilerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyorlar.


Eskiden "Sahibinin Sesi" taş plakları yapan bir müzik şirketi vardı. Bu şirketin logosu, megafona havlayan bir köpekti. O zamanların reklam anlayışını da yansıtan bu logodaki asıl vurgu, "sahip ve köpek" ilişkisiydi.


Bu vurgu Medya'nın bugünkü kurulu düzenle/sistemle ilişkisini de açıklayabilecek bir boyut iç içeriyor. Her biri, "sahibinin sesi" olan yüzlerce araç tek bir amaca, yani kapitalist üretim ve yeniden üretim koşullarına uygun olarak düzenin/sistemin korunmasına ve kollanmasına hizmet ediyor.  


Hürriyet gazetesinin uzun yıllar genel yayın yönetmenliğini yapan Ertuğrul Özkök "Ben patro-numun çıkarlarını düşünmek zorundayım, bu nedenle de bir işadamı gibi davranmalıyım" diyor. Özkök'ün söylediklerinden "gazeteci işadamı" ya da "işadamı gazeteci" gibi bir durum ortaya çıkıyor.


Türk Medyası'ndaki bu yeni insan tipi; kalemini patronu için silah gibi kullanan, iş takibi yapan, devlet ve hükümet katında gazeteci sıfatıyla kurduğu ilişkileri patronunun daha fazla k‰r elde etmesi için kullanan, cuntacı faaliyetler içine giren veya destek veren, milletvekili olan vb. gazeteci tipini oluşturuyor.


Askeri müdahale dönemlerinde cuntalar tarafından yönlendirilen ve bir tür gizli görev üstlenen gazeteciler de var.


"Kurmay gazeteci" denilen bir grup var ki, onlar Harp Akademileri'ne bağlı Milli Güvenlik Akademisi'nde eğitim gören ve ordunun devleti ve toplumu yukarıdan aşağıya doğru yönlendirme ve dezenformasyon görevleri üstleniyorlar.  


Bu kurmay gazeteciler kimi zaman yargıç, kimi zaman savcı rolüne bürünerek yargısız infazlar yapıyorlar.


Bağlı oldukları medya grupları arasındaki tekel kavgasında kalemini silah gibi kullanan köşe yazarları da tetikçilik yapıyor.


Siyasetten sanata, spordan edebiyata, sinemadan müziğe kadar her alanda ahkam kesen entelektüel bozuntusu gazeteci-yazarlar, Türk Medya İmparatorluğu'nun şarlatanlığını, cambazlığını ve maymunluğunu yapıyorlar.


Belli başlı medya aygıtları büyük holdinglere ait. Holdingler de devletle iç içe ve esas olarak devlet kredileri, devlet ihaleleri ile işlerini yürütüyorlar.


Tekelci medya-devlet-hükümet-parti ilişkileri... Hepsinin ortak bileşeni çıkar ilişkileridir...


Kapitalist bir devlet ve toplum hayatında sermayenin karşılıklı çıkara dayanmayan hiçbir ilişkisi yoktur...


Tekelci Medya insanları ekran başına mahkum ederek siyasal ve toplumsal sorunlardan uzaklaştırmayı amaçlıyor.


Her gün ve her saat yapılan ideolojik bombardıman ile kitleleri oligarşinin çıkarlarına göre yönlendiriyor.


Bu nedenlerle, ideolojik hegemonya mücadelesinin en önemli aygıtı olan Medya, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde özel bir ideolojik mücadele alanı olarak ele alınmalıdır.   

Kürdistan İslam Partisi'den Erdoğan'a İslamiyet Dersi!


Kürdistan İslam Partisi (PÎK), Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a verdiği cevapta “Allah’ın bize verdiği fıtri haklardan başka bir şey istemiyoruz” dedi. Erdoğan’ın Cuma namazlarına yönelik suçlamalarını sert eleştiren PÎK, “Münkerin işlendiği ve zalimlerin desteklendiği camilerde cuma namazları kabul değildir” diye belirtti. PÎK ayrıca, “Fıkıhta bir kaide vardır; zorla başkasının arazisini gasp eden kişi ve şahısların o arazi üstündeki namazları bile kabul değildir. Onun için Kürdistan toprakları, Kürt halkının topraklarıdır. Zorla gasp edilmiştir. Bu toprakları gasp eden gaspçıların, bu topraklar üzerinde kıldıkları namazlar bile kabul değildir” vurgusunu yaptı.

Partiya Islamîya Kurdistan (PîK) Genel sekreteri Hikmet Serbilind, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır mitinginde yaptığı konuşmaya dikkat çekerek, “Tarihten, dinden, Müslümanlıktan ve Müslümanların kardeşliğinden bahsediyordu. Kürdistan’ı işgal eden Müslüman kardeşlerimiz, her dara düştüklerinde Müslümanların kardeşliğinden bahsederek, Müslüman Kürtleri kandırdılar. İşleri düzeldikten sonra da Kürtler`i katlettiler. Ben bir Müslüman olarak düşündüm acaba Müslümanlık, herkesin Türk ve AKP'li mi olması mıdır?” dedi.

ERDOĞAN’IN KARDEŞLİK ANLAYIŞI: TÜRKLER ÜSTTE, KÜRTLER ALTTA

Serbilind şöyle devam etti: “Benim bildiğim İslam dini Müslümanları kardeş ilan ediyor ( her Müslüman eşit olmak kaydıyla). Nitekim Kuran’ın emri de budur: '' Müminler Kardeştir'' ( İnananlar, Adil olanlar, zulmüme karşı olanlar kardeştir) diyor. Sayın Erdoğan’a göre bu kardeşlik, Türklerin üstte, Kürtlerin altta olması kaydıyladır. Tarihte diktatörlerin kutsal dinimizi kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları gibi, Erdoğan’da ayni yöntemi kullanıyor."

ALLAH SİZLERİ NASIL YARATMIŞSA BİZ KÜRTLERİ DE ÖYLE YARATMIŞ


Sayın Erdoğan Avrupa’da asimilasyon zulümdür dediniz, evet ben de diyorum asimilasyon zulümdür ve bu inkar herkes için geçerlidir. Yıllardır Kürt milletini inkar ettiniz ve asimile ettiniz. Yüce Kur’anda söyle diyor; “Sema ile yer, renkleriniz ve dilleriniz benim ayetimdir.” Sizlerde hem Allah`a (cc) inandığınızı iddia ediyorsunuz, hem de 40 milyonluk Kürt milletini inkar ediyorsunuz. Sizlere kardeşçe sesleniyorum. Allah(cc), sizleri ne kadar güzel yaratmışsa, biz Kürtleri de öyle güzel yaratmıştır. Sizlerin sahip olduğunuz bütün haklara bizler de sahibiz. Allah’ın bize vermiş olduğu bütün hakları inkar etmek, zulmümün en büyüğüdür.

“ZALİMLERE MEYİL ETMEYİN, ATEŞİ SİZLERİ DE YAKAR”

Yüce Allah (cc) Kur`an da şöyle diyor: “Zalimlere meyil etmeyin, ateşi sizleri de yakar.” Sayın Erdoğan Kürdistan’da Türk bayrağını, Türk dilini ve zalim Türk ordusunu överek bitiremiyorsunuz. Kürtlerin mahkemede kendi ana dilleriyle kendilerini savunmalarına bile müsaade etmiyorsunuz. Hani Kürt dili serbestti? Ben şahsen insanların putlaştırılmasına karşıyım dinimiz de bunu emrediyor. Çünkü yüce dinimiz putperestliğe ve şirke karşı mücadele vermiş ve vermektedir."

YERYÜZÜNDE PUTÇULUĞU SAVUNAN TEK DEVLET TC’DİR

Yeryüzünde putçuluğu tek savunan bir devlet varsa onun da Türkiye olduğunu söyleyen Serbilind, "Hepiniz Anıtkabirde kıyamda durup, kendisine faydası olmayan, kendisini bile koruyamayan bir ölüden medet bekliyorsunuz. Putperestliğin en büyüğü budur. Bireysel bazı Kürtler bu tip hatalarda bulunsa da, kendilerine zulüm eden ve haklarını gasp eden zalimleri taklit ettiklerinden dolayıdır. Nitekim Kürtler yıllardır Kemalist rejimin baskısı altında eğitildiler. Bu Kemalist zihniyet, hem Türk’ü, hem Kürt’ü ve Türkiye’de yaşayan herkesi kör ve sağır etti" dedi.

SAYIN ERDOĞAN İSLAM’DA ENANİYET GÜNAHTIR

"Sayın Erdoğan, İslam’da Enaniyet günahtır" diyen Serbilind sözlerini şöyle sürdürdü: "Sizler her konuştuğunuzda benim bakanım, benim valim, benim müdürüm, benim Kürt’üm, benim Türk’üm, vs. diye hitap ediyorsunuz. Hâlbuki hepimiz Allah’a aidiz. Hiç kimsenin kimseden üstünlüğü yoktur. Nitekim Allah (cc) söyle diyor: “Hiç kimsenin kimseden üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak takvadadır.” Kim adilse, dogruysa, güzel ameller isliyorsa, kimseye kötülük yapmıyorsa ve mazlumdan yanaysa ancak o üstündür."

MÜNKERİN İŞLENDİĞİ CAMİLERDE CUMA NAMAZLARI KABUL DEĞİLDİR


Sivil Cuma namazları ve Erdoğan'ın tepkilerini de değerlendiren Serbilin, şunları ifade etti: "Yıllardır T.C rejiminin kontrolündeki camilerde resmi imamlar tarafından zalim ve din düşmanı devletin propagandası yapıldı. Camilerde münker işlendi. Zalim ve din düşmanı Türk ordusu için dualar edildi. Kürdistan’da her gün masum insanları ve çocuklarını öldüren, köylerini, dağlarını ve taşlarını bombalayan bu askerlere dua edildi. Münkerin işlendiği ve zalimlerin desteklendiği camilerde cuma namazları kabul değildir.

MUAVİYE DÖNEMİNDE DE CUMAYA GİDİLMEDİ

Nitekim Muaviye döneminde, kürsülerde Hz. Ali ve taraftarlarına hakaret edildiği için birçok ashap cumaya gitmemiştir. Eshap bu tavırlarını şöyle açıklamıştır: Camilerde münker isleniyor. Camiye gidip o münkere karşı çıkmazsak biz günahkar ve suça ortak oluruz, karşı çıksak fitne çıkar. Bundan ötürü cumaya bile gitmemeye karar vermişler. Kürtler de kendilerine küfür edilen, kendi halkının katliamından sorumlu orduya (askere) dua eden camiye gitmemekte haklıdırlar.

MÜSLÜMAN KÜRT HALKI GEÇ BİLE KALDI

Her gün tekrarladığınız, amentü haline getirdiğiniz, tek millet, tek vatan, tek devlet, tek bayrak ve tek mezhep de bütün camilerde zikrediliyor. Kürtler, şafi mezhebine sahip oldukları halde, yıllardır Hanefi mezhebine göre ibadet etmek zorunda kalıyorlar. Müslüman Kürt halkı bugüne kadar geç bile kaldılar. Zulme hizmet eden hangi kurum ve kuruluş olursa olsun, her Müslüman’ın imanı gereği buna karşı çıkması gerekir.

BİR MÜSLÜMAN KÜRT İSTEYEREK ASKRLİK YAPARSA GÜNAHA GİRER

Bir Müslüman Kürt olarak, bana göre kim zalim Türk ordusuna isteyerek askerlik yaparsa, günaha girer. Sayın Erdoğan ben bir Müslüman Kürt olarak hiçbir zaman şiddetten yana olmadım. Ama beni öldürmeye, zulüm etmeye gelen birisine karşı çıkmak da benim bir Müslüman olarak görevimdir. “Bir insan zulme maruz kalıyor ve buna rağmen bu zulme karşı koymuyorsa, o da zalim olur.” Çünkü zulüm eden zalimlere müsaade ettiği için.

KURAN VE SÜNNET HAKEMLİĞİNDE BİR ARAYA GELELİM

Benim bir Müslüman olarak size teklifim, Kur`an ve sünnet hakemliğinde bir araya gelelim. Allah’ın bize verdiği fıtri haklardan başka hiçbir şey istemiyoruz. Siz hangi haklara sahipseniz bizlerde ayni haklara sahip olmak istiyoruz. Bütün dünya milletlerinin sahip olduğu hakların hepsini istiyoruz. Benim Kürtlüğüm, senin Türklüğün bizim elimizde değil. Kim bunu değiştirmeye ve inkar etmeye kalkışırsa Allah’in emirlerine karşı cıkmış olur. Kürt halkı mazlumdur, bundan dolayı mazlumdan yana olmak her mümin’in görevidir. Kürtlerin toprakları gasp edilmiş, yıllardır baskı ve zulüm altında kalmaktadır.

ZORLA BAŞKASININ ARAZİSİNİ KASBEDENLERİN ARAZİSİ ÜZERİNDE NAMAZ BİLE KABUL DEĞİLDİR

Fıkıhta bir kaide vardır; zorla başkasının arazisini gasp eden kişi ve şahısların o arazi üstündeki namazları bile kabul değildir. Onun için Kürdistan toprakları, Kürt halkının topraklarıdır. Zorla gasp edilmiştir. Bu toprakları gasp eden gaspçıların, bu topraklar üzerinde kıldıkları namazlar bile kabul değildir. Biz Kürtlerin bütün dünya milletleri gibi özgürce yasamak, milliyetini, dinini, dilini ve bütün değerlerini korumak ve özgür bir millet olarak yasamak haklarıdır. Yoksa bizim hiçbir milletten üstünlüğümüz yoktur, bunu da iddia etmiyoruz. Sayın Erdoğan her kürdün kendi insani ve fıtri haklarını elde edinceye kadar meşru yollarla mücadele etmek onların üzerine bir farzdır. Sayın Erdoğan, Kürtler sizleri bir Müslüman olarak artik doğru ve dürüst olmanızı ve yüce dinimizi kendi çıkarlarınız doğrultusunda kullanmamanızı bekliyor.

Bu süreçte mazlum Kürt milletinin her milletten daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaçları vardır. Bu seçimlerden dolayı Kürtlerin bir blok olarak ittifak kurup seçimlere katılmaları elzemdi. Biz parti olarak bağımsız adayları destekliyor, Türkiye’de hakları gasp edilmiş mazlumdan yana olan tüm dindar ve demokratik güçlerin de bu ittifakı desteklemelerini istiyoruz. Ben bir Müslüman olarak hakkin, mazlumdan ve haklıdan yana tecelli edeceğine inanıyorum.”

Güney Kürdistan’daki Halk İsyanının Son Durumu

Güney Kürdistan’da ki gerginlik hala devam etmektedir. İlk gün Süleymaniye’de başlayan 54 yaralı ve bir ölü ile sonuçlanana halk serhıldanları Süleymaniye dışında ki alanlara da yayıldı. 
 


Güney Kürdistan’da ki gerginlik hala devam etmektedir. İlk gün Süleymaniye’de başlayan 54 yaralı ve bir ölü ile sonuçlanana halk serhıldanları Süleymaniye dışında ki alanlara da yayıldı. KDP’nin Süleymaniye gibi bir yerde gözü karaca halk üzerine ateş açarak insanları katletmesi yıllardır sarılmaya çalışılan iç savaş(YNK ve KDP ya da Soran-Behdinan çatışmasını) yaralarını tekrardan deşmesine yol açmıştır. KDP ve YNK iç savaşında hala akıbeti beli olmayan on bin insandan bahsedilirken, KDP’nin Süleymaniye’de halkın üzerine ateş açması bu çelişkinin tekrardan derinleşmesine yol açacaktır.  Var olan koşullar tümden geçmişle kıyaslanamaz. Bu gün Güney Kürdistan halkı ve iktidarının içinde bulunduğu konum oldukça farklıdır.  Bu gün mevcut iktidar KDP ve YNK’nin stratejik ortaklığı sonucu oluşmuş durumdadır. Kürdistan’daki tüm yolsuzluk, açlık, sefalet, elektrik, su ve diğer sosyal hizmetlerin yoksunluğunda bu güçler sorumludur. Mevcut iktidar hem Behdinan hem de Soran bölgesinde ki halkın acılarını ortaklaştırdı. Her iki bölgede de mevcut iktidara yani YNK ve KDP’ye tepkileri büyüktür. Bu iki partinin halk ve ulus çıkarlarından ziyada birer aile şirketleri olduğu konusunda hem fikirler. Yine ne KDP’nin nede YNK’nin en alttan en üst düzeyde ki kadrolarına kadar halk nezdinde hiçbir güvenirliliği kalmamıştır.  Bu günün geçmişten farkı bu satır başlarıyla ifade edilebilir. Şayet bu farklılıklar iyi değerlendirilirse halk serhıldanlarının yönü bu çelişkilere verilirse, güney Kürdistan’daki serhıldanlar sonuç alabilir. Diğer yönüyle tepkiler sadece KDP’ye yönlendirilirse geçmişe dönülmüş olur ki bu da Behdinan alanındaki halkın ya izleyici konumda olmasını ya da KDP yanında taraf olmasına zorlamak olacaktır. Bu aynı zamanda KDP’nin de beklediği bir şeydir. KDP durumu kurtarmak kendi iktidarına yönelen tepkileri boşa çıkartmak için bu çelişkiyi derinleştirmeye çalışacaktır. 

Mevcut konumda Güney Kürdistan iktidarının yolsuzluk ve adaletsizliğine karşı gelişen halk serhıldanları Soran bölgesini aşmış değil. İlk üç gün Süleymaniye’de daha sonra Ranya dün Qeledız, Kelar, Kifri ve Seyid Sadık ilçelerine yayıldı. Celal Talabani’n doğduğu Koysancak ilçesinde ise esnaf dükkânlarını kapatarak var olan duruma destek sundu.  Öğrendiğimiz bilgilere göre Çemçemal ve Hewler, Halepçe, Koysancak’ta ise protesto gösterisi için hazırlık yaptıklarıdır.  Dikkat edilirse protesto gösterilerinin olduğu tüm alanlar Soran kesimin güçlü olduğu geçmişten beri KDP ile sorun yaşayan alanlardır. Yine halk serhıldanların da hedef alınan yerler arasında sadece KDP’ye bağlı büro ve dernekler olmuştur. 
Buralarda devletin, YNK’nin ya da başka bir kurum veya kuruluş hedef alınmamıştır. Halkın KDP’ye bağlı büro ya da derneklere saldırması iktidara duyulan tepkinin bir yansımasıdır. Ama unutmayalım ki iktidarda olan sadece KDP değildir. YNK’de iktidarın ortağıdır. İşte tamda işaret etmek istediğim tehlike bu noktada başlıyor.  KDP tüm yayın organlarında kendisine yönelik saldırlar olduğunu, kendisinin meşru müdafaa hakkının kullandığının propagandasını yapmaktadır. Bu duruma Behdinan’daki halkı ikna etmeye çalışmaktadır. Yine aynı şekilde geçmişten beri Soran-Behdinan çelişkisi yaşayan bu çelişkiden dolayı binlerce insanın kaybeden Behdinan halkı nasıl görecektir. Her taraftan sadece KDP bürolarına saldırının yapılması Behdinan’da nasıl görülecek, nasıl yorumlanacak bunu iyi tahlil etmek gerekiyor. Yine aynı şekilde soran bölgesinde geçmiş kardeş kavgası üzerinden serhıldanlara kaldırmak bu çelişkiyi derinleştirecek ve hiçbir sorunu çözmeyecektir. Halk serhıldanlarında kullanılacak argümanlar, hedefler Behdinan ve Soran bölgesinin ortak acılarını dile getirmeli ve hiçbir şekilde geçmişe dönülmesine izin verilmemelidir. Bu yapılırsa en fazla KDP bu işten yararlanacaktır. Eskide KDP ve YNK çelişkisi vardı. Şimdi ise bu çelişki isim değiştirerek Goran ile KDP olarak devam edecektir. 

Yine diğer önemli bir tehlike ise Kürdistan’daki koşullar ile Mısır ve Tunus’ta ki koşulların birbirlerine benzemediği, bundan kaynaklı Tunus ve Mısır’da ki halk serhıldanlarının haklı ama Kürdistan’da ki serhıldanların haklı görülmeyeceği anlayışıdır. Neden ise Kürdistan iktidarının daha çiçeği burnunda bir iktidar olduğu, çevre ülkelerce ciddi tehdit altında olması herhangi bir durumda eldeki kazanımlarının da tehlikeye girecek olması ve Kürdistan’ın demokratik bir ülke olduğu var olan iktidarı seçimle değiştirmenin mümkün olduğu kanısıdır.  Bu anlayışta oldukça tehlikelidir. Bunu savunmak KDP ve YNK’nin mevcut iktidarına destek sunmaktır. Bu görüşü ileri sürenlere sormak gerekir hangi demokratik seçimle bu hükümet değiştirilebilir? KDP’nin hâkim olduğu yerde parlamento seçimlerinde bir kişinin 32 defa oy kullandığı, bu ülkenin vatandaşı olmayan Kuzey, Doğu ve Batı Kürdistanlı işçilerine oy kullandıran, her sandık başına onlarca asayiş gücü bırakan bir parti ile hangi demokratik koşullarda yarışabilirsin. Ya da elinde silahlı peşmerge gücünü, asayiş ve istihbarat gücünü bulunduran bir parti nasıl olurda seçim yolu ile tüm bu şeyleri bırakabilir? Bu mümkün mü? Hangi seçim yolu ile KDP ve YNK’nin yüz bin üzerinde ki silahlı gücünü elinde alabilirsin? Yani bu görüşü Kürdistan’da dile getirmek mevcut iktidar gücünün yanında yer almaktır. 

Serhıldanlar da Goran Hareketinin Durumu

Tunus’ta halk isyanın Mısır’a sıçramasıyla birlikte Goran Hareketi Kürdistan’ın da Mısır olabileceği söylentilerini yaydı ve kendi yayın organlarında bu durumu işledi. Daha sonra bir bildiri yayınlayarak hükümet ve parlamentonun fes etmesi, KDP ve YNK’ye ait peşmerge, istihbarat, polis güçlerinin hükümette devredilmesi v.b şekildeki şartlarını sıraladılar.  Bundan kaynaklı ilk gün Süleymaniye’de halk serhıldana kalktığında KDP’de sert bir biçimde müdahale ederek bir kişinin ölümüne 54 kişinin yaralanmasına yol açınca, Goran her halde bu kadar sert bir tepkiyi beklememiş olacak ki korktu ve geriye doğru çekildi. Goran yapmış olduğu açıklamalarla halkı yüz üstü bıraktı. Goran’ın ürkekçe açıklamalarına rağmen bu duruma tepki gösteren halk sokağa çıkıp KDP’nin bu durumunu protesto edince Goran tekrardan cesaret aldı ve son birkaç gündür söylemlerinin sertleştiği, tekrardan başta ki istemlerinden ısrarcı olduğu görülmektedir.  Dün mevcut durumu görüşmek için KDP, YNK, Goran, Komala İslami ve Yekgırtu İslami güçleri Hewler’de Neçirvan Barzani, Behram Salih, Fazıl Mirani’nin de hazır bulunduğu bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantının sonuç almadığı hükümet başkanı Behram Salih’in yapmış olduğu açıklama ile anlaşıldı. Goran Hareketi başta yayınlamış olduğu istemlerini aynı şekilde bu toplantıya sunmuş olduğu anlaşıldı. Dünkü toplantıdan hemen sonra Süleymaniye’de yaşamını yitiren genç için yapılan serhıldana Goran parlamenteri Abdullah Melle Nuri’de katılım gösterdi. Böylelikle ilk defa resmi olarak Goran hareketi halk serhıldanlarına destek sunmaya başladı. Buda gösteriyor ki Hewler’de yapılan toplantı Goran’a cesaret verdi. Çünkü KDP gerçekten halk serhıldanlarının Behdinan’a sıçramasından korkuyor. Biran önce bunun son bulmasını istemektedir. Bundan kaynaklıda bu toplantı da Goran’a karşı yumuşak davranmış olabilir. 

Komala ve Yekgırtu İslami Hareketleri

Bu güne kadar birçok konuda Goran hareketiyle birlikte muhalefet olarak hareket eden Komala ve Yekgırtu İslami hareketleri de bu duruma şimdilik seyirci kalmakla yetinmektedirler. Eskiden KDP ve YNK’ye karşı sert eleştirileriyle gündemde kalan bu iki harekette işler ciddileşince geride durup seyretmekle yetiniyorlar. Yayın organları tarafsız bir biçimde yayın yapmaya hatta ortayı bulmaya çalışmaktadır. Buda her iki hareketin ne kadar KDP’den korktuğunun işaretidir. Çünkü her iki hareketin merkezi’de KDP’nin güçlü olduğu Hewler’de bulunuyor. Herhangi bir durumda kendilerine karşı şiddetli bir yönelimin olacağını tahmin etmektedirler. Bunlarda bir değişimin olması gerektiğini yarım ağızla dile getiriyorlar. Fakat bu değişimin bu şekilde değil daha yumuşak bir biçimde olması gerektiğini ama yönteminin nasıl olması gerektiği konusunda da şuana kadar herhangi bir açıklama yapmış değiller. Mevcut haliyle onlarda KDP ve YNK iktidarına destek sunuyorlar.

Serhıldanların doğru öncülüğe ihtiyaç duyduğu her yönüyle aşikârdır. Eğer halk kendi başına bırakılırsa tekrardan Behdinan-Soran çelişkisine dönüşebilir. Bu da KDP’nin istediği bir durumdur. Geçmişten beri Güney Kürdistan bu çelişkiye dayanılarak parsellenmiştir. Bu konuda serhıldanlara öncülük etmek isteyen herkes bu durumu dikkate alarak hareket etmelidir. 

Yusuf Ziyad

Erdoğan’dan Bir Kaset Oyunu Daha

Türk Başbakanı Tayip Erdoğan 12 Haziran seçimi öncesi kendisine bağlı Polis JiTEM’inin karargâhı olan Polis Akademi’sinde kaset üretip yayınlatmaya devam ediyor.

Türk Başbakanı Tayip Erdoğan 12 Haziran seçimi öncesi kendisine bağlı Polis JiTEM’inin karargâhı olan Polis Akademi’sinde kaset üretip yayınlatmaya devam ediyor. 

Erdoğan, AKP Ergenekon’una Mesaj Verdi
 
Erdoğan Hakkâri, Şırnak mitingi ardından Diyarbakır’daki hezimetle sonuçlanan mitingi sırasında verdiği talimatla Emek Özgürlük ve Demokrasi Blok’u Siirt Bağımsız Milletvekili adayı Gültan Kışanak hakkında sahte ve tamamen düzmece bir kaset yayınlattı. Erdoğan Diyarbakır mitingi sırasından yaptığı açıklamada AKP Ergenekon’una mesaj verdi.  Erdoğan düzmece kaset yayınlanmadan Diyarbakır mitinginde kasetin yayınlanacağını söylemesiyle kendisini deşifre etti. Siirt Bağımsız Milletvekili adayı Gültan Kışanak, internette yayılan ve Elazığ'daki bir BDP yöneticisiyle konuşmalarını içerdiği öne sürülen ses kaydının düzmece olduğu açıklamasını kasetin yayınlamasının hemen ardından yaptı. 

Siyasal Erimeyi Durdurmak İçin Kirli Oyunlara Başvuruluyor

Kürdistan’da BDP karşısında büyük bir erimeyi yaşayan Türk Başbakanı Erdoğan’ın psikolojik savaş yöntemleriyle yaşadığı siyasal erimeyi durdurmak ve seçim sonuçlarını etkilemek için böylesi ahlaksız, insanlık dışı kirli oyunlara başvurduğu AKP’ye yakın kaynaklar tarafından da dile getiriliyor. Türk Başbakanı Recep Tayip Erdoğan'ın yaptığı Diyarbakır mitinginde dile getirdiği ses kaydına ilişkin olarak Gültan Kışanak yazılı bir açıklama yayınladı. Hiçbir şekilde böyle bir konuşma ya da görüşmesi olmadığını kamuoyuna duyuran Kışanak “Bu kaset tümüyle düzmecedir, psikolojik savaş ürünüdür, kirli propagandaya yöneliktir. Gündemimizde asla böyle bir konu yoktur” dedi.

"Kasetler Erdoğan’ın Talimatıyla Üretiliyor"
 
Kışanak açıklamasında devamla şunları belirtti: “Sayın Başbakan bugünkü Diyarbakır konuşmasında “Bir BDP yöneticisi pazarlık yapıyor. Ses kasetleri bugün yarın çıkar” diyerek, söz konusu kasetin nasıl üretildiğini ve nasıl bir organizasyonla servis yapıldığını aslında açıkça itiraf etmiştir. Demek ki, bu tür kasetler Başbakan’ın talimatıyla üretiliyor, yayınlanmadan önce Başbakan’a dinletiliyor ve yine Başbakan’ın talimatıyla servis yapılıyor. Şahsıma ait olduğu ileri sürülen kaset de yalan ve iftira kampanyasına yönelik bizzat Başbakanın talimatıyla üretilmiş bir kasettir. Kasetçi Başbakan’ın bu siyaset dışı, etik dışı tutumunu kınıyor ve değerli kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.”

Erdoğan Daha Önce de Kaset Yayınlatmıştı

Türk Başbakanı Tayip Erdoğan daha önce de CHP ve MHP ile ilgili Polis Ergenekon’una hazırlattığı düzmece kasetleri yayınlatarak bu kaset içeriklerini siyasi rant malzemesi haline getirmişti. AKP’nin derin ve karanlık kanadı olan Polis Ergenekon’u bir takım kasetlerle Gülen cemaati ile işbirliği halinde Türkiye’deki siyaseti çıkarları doğrultusunda dizayn etmeyi amaçlıyor daha öncesinde de bilinen ve ortaya çıkan bir gerçektir.

Mazlum Yılmaz

Kürt inkârında AKP-ABD ittifakı


Türk hükümetinin dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bölge ülkelerini kapsayan diplomasi turlarıyla Kürt özgürlük hareketinin etkisizleştirilerek tasfiyesi amaçlanıyordu.
 


Türk hükümetinin dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bölge ülkelerini kapsayan diplomasi turlarıyla Kürt özgürlük hareketinin etkisizleştirilerek tasfiyesi amaçlanıyordu. Bunun için Güney Kürdistan hükümetinin de yer aldığı 3’lü, 4’lü mekanizmalarla tasfiye sürecine ağırlık verildi. AKP hükümeti ile ABD ittifakında Kürt hareketinin tasfiye edilmesi için her türlü imkân seferber ediliyordu. Önderliğin savunmalarda değerlendirdiği, devlet ve kapitalizm eleştirisi ve bunun karşısında Demokratik Özerkliğin bir sistem olarak ele alınması ve bunun yaşamsallaşması kapitalist sistemler açısından büyük bir tehdit oluşturuyordu. ABD’nin AKP’ye verdiği desteğin arkasında, Demokratik Özerkliğin bir sistem olarak Kürdistan’da ve Ortadoğu’da uygulanmasının-yaşamsallaşmasının engellenmesi bulunuyordu. ABD, özellikle Demokratik Özerk taslağının açıklanmasından sonra PKK’nin temel bir tehdit olduğu, mutlaka tasfiye edilmesi gerektiği yönünde açıklamalarda bulunmuştu.

Bu nedenle ABD-AKP ittifakı Kürt Özgürlük Hareketine ve Kürtlere savaş ilan etmiştir. Türk dış politikasının ana ekseninde PKK’nin tasfiyesi bulunmaktadır. İran, Irak ve Suriye yapılan ziyaretlerin, ticari anlaşmaların böylesi bir anlamı vardır. Türk hükümeti, PKK’nin tasfiyesi için Türkiye’nin bütün değerlerini ve kendisini başta ABD olmak üzere bölge devletlerine ve AB ülkelerine pazarlayarak taviz koparmaya çalışmıştır. ABD’nin Avrupa devletleri üzerinden yürüttüğü politikanın arkasında da bu durum vardır. Aynı süreçlerde ABD’nin isteklerine boyun eğen AB ülkelerinde Kürt siyasetçilerine ve Kürt kurumlarına yönelik operasyonlar yapılarak onlarca Kürt tutuklanmıştı. Yine Danimarka ve Belçika devletlerinin Kürt kurumlarına ve ROJ TV’ye yönelik kapatma girişimleri ve operasyonlarında ABD ve NATO uzantıları açığa çıkmıştı.

ABD’nin bir parmak balıyla, sırtının sıvanmasıyla kendinden geçen Türk hükümeti ve onun başbakanı, ABD’nin Ortadoğu’da özellikle de Arap ülkeleriyle ilişkilerinde köprüsü haline gelmiştir. Ahmet Davutoğlu’nun uyguladığı dış politika aslında ABD’nin yürüttüğü dış politika anlamındadır.  Türk hükümetinin İran’a karşı yürüttüğü dış politikayı bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. İsrail askeri müdahaleyi öne çıkartırken Türkiye’de diplomasi araçlarıyla İran’a karşı ABD’nin hizmetinde olduğunu göstermiştir. Her ne kadar “sıfır sorun” politikasıyla İran’ı destekler gibi görünerek, İran’ı milli güvenlik siyaset belgesinden çıkartarak kendini kabul ettirmeye çalışsa da ABD’nin İran’a karşı Türkiye’de kurmak istediği füze kalkanı projesine karşı koyamamıştır. İslam maskesiyle cilalanarak İslam ülkelerinin içine Truva atı olarak sokulan Türk devletinin dış politikası deşifre olmuş ve çökmüştür.

“Yeni Osmanlı” şiarıyla Arap ülkelerinin içine sürülen AKP öncülüğündeki Türk devleti, eksenini Ortadoğu ülkelerine ve Arap ülkelerine çevirmiştir. Cumhurbaşkanı, başbakan eksenli yapılan ziyaretler, ticari anlaşmalar, vizelerin kaldırılması gibi çalışmalar hep bu çerçevede olmuştur. Buna bulunan kılıf ise ‘Yeni Osmanlıcılık’ ya da Ahmet Davutoğlu’nun ifade ettiği biçimiyle ‘Osmanlı milletler Topluluğu’dur. Ortadoğu’da ve Arap ülkeleriyle kurulan ilişkilerde Türk devletine biçilen rol; ‘Müslümanlardan yana, barışçı-barış yanlısı ve uzlaştırmacıdır.’
Kendi içinde Kürt düşmanı olan, Kürtlerin varlığını; dilini ve kültürünü inkâr eden bir zihniyetin dışarıda ne kadar barışçı ve uzlaştırmacı olacağı su götürmez bir gerçektir. Amaç ABD adına yapılan dış politika sırasında mümkün olduğu kadar bundan nemalanmaktır. Dış politika adına yapılan ziyaretlerde, ticari anlaşmalarda AKP yandaşı MÜSİAD’ın götürülmesi bu gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Yasin Yalçınkaya

Suriye Rejimini Bölgede Önemli Kılan Nedenler


Suriye rejimi içerden ve dışarıdan ciddi bir müdahale ile karşı karşıyadır. Sanki Tunus, Mısır ve Libya müdahalesi Suriye’ye yapılacak müdahalenin ön hazırlığı gibiydi.

Suriye rejimi içerden ve dışarıdan ciddi bir müdahale ile karşı karşıyadır.  Sanki Tunus, Mısır ve Libya müdahalesi Suriye’ye yapılacak müdahalenin ön hazırlığı gibiydi. Tunus’la bölgede dikta rejimlerle yönetilen halklara başkaldırı işareti verildi. Mısır’la ayağa kalmış uluslar arası güçlerin diplomatik desteğini arkasına almış bir kitlenin rahatlıkla rejimi değiştirebileceğinin umudu güçlendi. Ayrıca rejim karşıtı gösterilere sert müdahaleye izin verilmeyeceği mesajı verildi. Libya’ya yapılan müdahale ile şayet rejim direnirse kitleye yönelik şiddette başvurulsa uluslar arası güçler ekonomik ve askeri müdahale dâhil her türlü yöntem ile var olan rejime müdahale edebileceğini gösterdi. Bununla ayağa kalkmış kitlelerin eylemlikleri ne olursa olsun sonunda zaferle sonuçlanacağının mesajı bölge halklarına verildi. Bir taraftan bu dikta rejimlerden bıkmış halklara bu mesajlar Mevcut durumda sıra Suriye rejimine geldi. Suriye rejimi bölgede kilit bir rolde olduğu için uluslar arası güçler için oldukça önemlidir. Peki, Suriye rejimini bu kadar önemli kılan şey nedir? Silahlı askeri mi yoksa ekonomik gücü mü? Bu rejimi iyi tanıyanlar bilirler ki Suriye rejimini bölgede önemli kılan ne askeri ne de ekonomik gücüdür.

Suriye Statükonun En Zayıf Halkasıdır

Suriye rejimini bölgede bu kadar önemli kılan şey bölgede ki statükocu konumudur. Biliniyor bölgede ki statükonun değişimine direnen üç önemli devlet vardır. Bu devletler başta Türkiye olmak üzere İran ve Suriye’dir. Suriye devletini Türkiye ve İran’dan farklı kılan şey statükonun en zayıf halkası ve aynı zamanda kilit nokta olmasıdır. Zayıf noktadır ki, çünkü uluslar arası güçler ve iç muhalefete karşı direnecek ne askeri nede ekonomik gücü vardır. Kilit noktadır, çünkü İran’ın Lübnan ve Filistin ayağıdır. İran’ın yardımıyla Hizbullah ve HAMAS’ı ayakta tutan güçtür. Aynı zamanda İran’ın İsrail’e karşı bir ön cephesi konumundadır. Yine statükocu güçlerin ortak derdi ve yumuşak karnı olan Kürt inkâr politikasının devamcısı olan üç devletten biridir. İşte tüm bu nedenlerden dolayı Suriye rejiminin değişmesini isteyen güçler kadar rejimin ayakta kalması için çaba gösteren güçlerde vardır.  Burada statükoyu direk etkileyecek ve bu rejimleri değişime zorlayacak tek güçte Kürtlerin bu rejim değişikliği sonucunda resmi bir statü kazanacak olmasıdır.

Suriye Rejimi Bölgedeki Kürtlerin Kaderini Belirleyecek

Suriye’de rejim değişikliği statükocu devletler olan İran ve Türkiye için ne kadar tehlikeliyse Kürtler açısında da bir o kadar tehlikeli ve aynı zamanda kader tayin edicidir. Çünkü Kürtler Suriye rejim değişikliğinde elde edecekleri statü uluslar arası resmiyette kazanmış olacakları statüdür. Aynı zamanda bölgede uluslar arası güçlerin Kürtler için ön görmüş oldukları statü olarak görülmelidir. Onun için Kürtler ne yaparlarsa yapsınlar ayaklarına kadar gelmiş olan bu özgürlük şansını kaçırmamalıları gerekiyor.

Suriye’den Sonra Sıra Türkiye’de

Şayet Kürtler bu rejim değişikliğinde istediklerini alırlarsa İran’dan önce Türkiye rejimi değişime zorlanacaktır. Bu durumda statükoda direnmenin ne içerde nede dışarıda hiçbir destekçisi kalmayacaktır. Rejim güç kaybederken Kürtlerin özgürlük talepleri her gecen gün daha geniş kesimlerce meşru ve haklı görülecektir.  Zaten Mart ayından beri ayakta olan ve çözüme kadar ne pahasına olursa olsun direnme kararı alan Kuzey Kürdistan halkı için böylesi bir durum büyük bir moral ve güç sağlamış olacaktır. Tüm bunlara rağmen Türkiye inkâr politikasında diretirse Kürt halkı em içerde hem de dışarıda kendi özgürlükleri için olgunlaşan bu koşulları en uygun şekilde değerlendirerek rejimi değiştirecektir. Değişen Türkiye rejiminden sonra İran bölgede tamamıyla yalnızlaştırmış olacaktır. Hem uluslar arası güçler, hem de içerde baskı altında tutulan halklar rejimi değiştirmek için harekette geçeceklerdir.

Bölge ve Uluslar Arası Güçler İçin Suriye Kilit Noktadır


Onun için Suriye rejiminin değişimi hem bölgede ki halklar açısında hem de uluslar arası güçler acısında oldukça önemlidir. Suriye’ye yapılan müdahale her şeyden önce İran ve Türkiye’ye yapılan müdahale olarak görmek gerekiyor. Her ne kadar ABD Türkiye’yi İran ve Suriye’den koparmak için bazı sözler vermiş olsa da, Kürtlerin örgütlü gücü ABD ile Türkiye arasında Kürtler üzerine yapılmış tüm anlaşmaları boşa çıkaracak güçtedir. Türkiye’nin bu inkâr politikasına karşı pes etmeyen Kürtler direndikçe kısa süreden sonra ABD’de bu konuda Türkiye’ye vermiş olduğu desteğini geri çekecektir.  Çünkü Amerika için önemli olan Türkiye değil bölgedeki statükonun değişmesi ve kendi çıkarlarını garanti altına almasıdır.

Yusuf Ziyad