11 Mart 2012 Pazar

KCK’den Ulusal Kongre İçin Öneriler

KCK’den Ulusal Kongre için 5 ilke 3 pratik öneri
Behdinan - KCK Yürütme Konseyi, Kürt Ulusal Kongresi’ne yaklaşımlarını ve önerilerini açıkladı. Kürtlerin artık eskisi gibi yönetilemeyeceği bir döneme girildiğini belirten KCK, kongrenin esas alması gereken ilkeleri beş madde halinde sıraladı ve kalıcı olması için de icra kurumları önerdi.

KCK Yürütme Komitesi, Kürdistan’da yerleşik bulunan başta Asuri-Süryani, Ermeni, Arap ve Türkmen gibi halklarla “Demokratik Ulus” anlayışı çerçevesi içerisinde ortak yaşama koşullarının somutlaştırılması gerektiğini belirtti. KCK, “Bunun da yolu tüm Kürdistanî parti ve örgütler ile yurtsever aydın çevreler ve inanç toplulukları temsilcilerinin katılacağı bir “Ulusal Kongre”nin acilen toplanmasından geçmektedir” dedi.

Kongrenin dayanması gereken ilkeleri, “Savaş ve Barış İlkesi, Birlik İlkesi, Demokratik İlke, Kültürel Haklar İlkesi, Demokratik Siyaset ve Sosyal-Ekonomik İlke” şeklinde sıralayan KCK, kongrenin Kürt halkının geleceğinin belirlenmesinde rol oynaması için bir takım icra kurumlarına da ihtiyaç olduğunu kaydederek, pratik önerilerde bulundu.

KCK’nin kongreye yaklaşımı ve önerileri şöyle:

ORTADOĞU ÜZERİNDE BİR PAYLAŞIM SAVAŞI VERİLİYOR

“Kürt Ulusal Birlik Kongresi’nin toplanması, mutlaka başarılması gereken tarihi bir görev olarak halkımızın gündemine girmiştir. Hareket olarak, Ulusal Birlik Kongresi’ne ve Kongre’nin gündemine ilişkin görüş ve önerilerimizi halkımız ve kamuoyuyla paylaşmayı gerekli görmüş bulunuyoruz.

Ortadoğu’da halkların demokratik direnişi gelişirken statükocu rejimler ciddi bir bunalım ve alt-üst oluş sürecini yaşamaktadır. Küresel güçlerin müdahaleleriyle Ortadoğu üzerinde yeniden bir paylaşım savaşı verilmektedir. Yeniden yapılanmanın demokratik yönde gelişebilmesi için halkların demokrasi mücadelesi ve iradesi belirleyici bir role sahiptir. Bu dönemi ulus-devlet rejimlerinin tıkanması, yol açtığı sorunların derinleşmesi, politikalarının çözümsüzlüğü kadar demokrasinin gelişim şansı bulduğu ve toplumsal demokrasinin inşa süreci olarak da okumak mümkündür. Bir taraftan ulus-devlete dayalı milliyetçi-faşist politikalar devredeyken diğer yandan da halkların direnişiyle ciddi bir çözülmeye zorlanmaktadır. Halkların baharı olarak değerlendirilen süreç, ulusların ve tüm toplumsal kesimlerin, etnik ve dini azınlıkların, kadınların hak ve özgürlükler sorununun daha görünür olduğu ve demokratik çözümü dayattığı bir süreçtir. Halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesi ile demokratik değişime direnen rejimler ve kapitalist modernite arasındaki mücadele, dünyayı etkileyebilecek önemde yeni gelişmelere yol açmaktadır. Bölgemiz Ortadoğu’da da önemli gelişmelerin yaşandığı tarihin bu önemli aşamasında, engin tarihine ve zengin kültürüne uygun demokratik bir sistemin inşa zamanı gelmiştir.

KÜRTLERİN ARTIK ESKİSİ GİBİ YÖNETİLEMEYECEĞİ BİR DÖNEME GİRİLDİ

Kuşkusuz bu gelişmeler, bu coğrafyanın en kadim halkı olan Kürtleri de doğrudan etkilemekte ve değişimde ciddi rol sahibi kılmaktadır. Açık ki, Kürtlerin artık eskisi gibi yönetilemeyeceği bir döneme girilmiştir. Kürtlerin, kendi içindeki ve komşu halklar ile devletlerle ilişkileri, ilk defa bölge stratejilerini derinden etkileyen ve ilgilendiren bir düzey kazanmıştır. Bu bağlamda Kürt-Arap, Kürt-Fars, Kürt-Türk ilişkileri üzerinde en çok kafa yorulup, yoğunlaşılması, halkların çıkarına dayalı strateji ve politikaların oluşturulması gereken bir dönemin içinde bulunmaktayız.
KÜRDİSTAN DEMOKRATİK DEVRİMİN ODAĞI HALİNE GELDİ

Denilebilir ki, Kürdistan, 21. yüzyılda bir bakıma halkların demokratik devriminin odağı durumuna gelmiştir. Bu nedenle Kürtler arası birlik ve Kürt sorununda izlenecek yöntem ve çözüm seçeneği, Ortadoğu halklarının ve sistemin demokratik geleceğini de tayin etme özelliğine sahiptir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü konusunda 15 Ağustos 2009’da hazırladığı, Kürt halkına ve kamuoyuna sunduğu “Yol Haritası”, köklü bir biçimde demokratik-barışçıl çözümün yolunu gösteren değerli bir projedir. Kürdistan halkının, tüm siyasi-toplumsal güçlerinin, örgüt ve kurumlarının, ilgili her şahsiyetin ve kesimin böylesine tarihi gelişmelerin yaşandığı bu süreci doğru analiz etmesi, Yol Haritası’nı titizlikle incelemesi ve Kongre’nin Kürdistan halkı adına ortak bir politika ve çözüm projesinde birleşmesi hayati derecede önemli olmaktadır.

KÜRTLÜK BİR AÇIDAN BENZERİ OLMAYAN TRAJEDİ DEMEKTİR

Kürtler, tarih içinde hep direnmiştir ancak bu direniş imha ve soykırım tehdidini tümden ortadan kaldıramamış, özgürlük sorunu günümüze kadar çözülememiştir. Kürdistan halkı özgürlüğünü sağlamak bir yana, sadece varlığını korumak için bile geliştirdiği direniş karşılığında, insanlığın belki de hiç tanık olmadığı düzeyde varlığının, adının, dilinin bile yok sayıldığı inanılmaz bir biçimde soykırım uygulamalarına maruz kalmıştır. Sömürgeci güçlerin Kürtler üzerinde uyguladığı kültürel ve fiziki soykırımlar açık veya örtülü biçimleriyle halen devam etmektedir. Varlığı kabul edilir görünürken bile, varlığına kasteden soykırımın çeşitli yöntemleri uygulanmaktadır. Kürtlük bu açıdan benzeri olmayan bir trajedi demektir. Sadece PKK somutunda yaşanan son otuz yıllık mücadeleye bile bakıldığında, bunun Kürt varlığını kabul ettirmeye dönük verilen amansızca bir mücadele olduğu görülecektir. Halk olarak tüm tarihimizin toplamında ortaya çıkan şudur; Kürdistan halkı, anavatanı Kürdistan’da varlığını ancak büyük bedel ve acılar pahasına sürdürebilmiştir.

SON İKİ YÜZYILDA KÜRTLERE BİÇİLEN ROL KURBANLIK ROLÜ OLMUŞTUR

Kürtler, sadece açık ve çıplak zor yoluyla değil, aynı zamanda sürekli büyük bir aldatma ve yönlendirme politikasıyla da karşı karşıya kalmıştır. Kürdistan üzerinde emelleri olan egemen güçlerin en büyük amacı tarihin hangi aşamasında ve ne zaman olursa olsun, bir Kürt birliğini mutlaka engellemek olmuştur. Tarihte olduğu gibi yakın dönemde de belki de dünyada en çok diplomatik oyunlara kurban edilen halk yine Kürtler olmuştur. Son iki yüzyıllık süreçte Kürtlere biçilen rol, kurbanlık rolü olmuştur. Bunda şüphesiz, işbirlikçilik kadar, Kürt direnişlerinin çağa denk düşen bir örgütlü mücadeleye ve öncülüğe sahip olamamalarının ve Kürtler arasındaki ulusal birliğin örgütlenememesinin payı vardır.

Kürt halkı, tarihte kendisine yaşatılan soykırıma ve parçalanmışlığa rağmen ulus olma özelliklerini korumuştur. Katliam ve asimilasyonla varlığı ortadan kaldırılamamıştır. Günümüzde ise artık dört parça Kürdistan ve yurtdışında yaşayan Kürt halkında politik bilinçlenme, ulusal değerlerine bağlılık ve tüm parçalarda sorunu çözebilecek örgütlü bir irade, bilinç, kararlılık ve mücadele düzeyi ortaya çıkmıştır. Kürt halkının bir ulus olarak 21. yüzyılda da statüsüz kalmaması, toplumsal talepleriyle ve ulusal çıkarlarıyla hiçbir biçimde bağdaşmayacak zoraki dayatmaların pratikleşmemesi, halk olmaktan kaynaklı en doğal haklarını yaşayabilmesi için ulusal iradesini ortaya koymasının zamanı gelmiştir.

TARİH TEKERRÜR ETMEMELİ


Ulusal birlik, demokrasi ve özgürlük için koşulların son derece elverişli olduğu bu süreç, şayet tarihsel perspektifle ele alınıp ortak çözüm politikaları oluşturulmaz ve etkili bir biçimde uygulanmaz ise, Kürtler büyük risk ve tehlikelerle karşı karşıya kalacaktır. Oysa Kürtlerin bir yüzyılı daha kaybetmeye tahammülü yoktur; tarih tekerrür etmemelidir. Bunun için bölge halklarıyla eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ilişkileri içinde ulusal haklarının tam bir güvenceye kavuşmasının zorunluluğu vardır. Ayrıca Kürdistan’da yerleşik bulunan başta Asuri-Süryani, Ermeni, Arap ve Türkmen gibi halklarla “Demokratik Ulus” anlayışı çerçevesi içerisinde ortak yaşama koşullarının somutlaştırılması gerekmektedir. Bunun da yolu tüm Kürdistanî parti ve örgütler ile yurtsever aydın çevreler ve inanç toplulukları temsilcilerinin katılacağı bir “Ulusal Kongre”nin acilen toplanmasından geçmektedir. Böyle bir kongre, Kürtlerin gelinen noktada hangi statüyle, nasıl yaşayacaklarına ve bölgenin geleceği konusunda nasıl bir rol oynayacaklarına dair kararlaşmaları açısından da yaşamsal bir önem taşımaktadır.

DEMOKRATİK ULUSAL BİRLİĞİ SAVUNMAK VAZGEÇİLMEZ İLKEMİZ

Kürdistan ve yurtdışındaki halkımızın, ulusal birliği büyük bir özlemle arzuladığı, siyasi şartların ve gelişmelerin de bunu tüm Kürdistanî güçlere dayattığı bir gerçektir. PKK ve KCK hareketi olarak, Kürt halkı için oldukça heyecan uyandıran, tarihi bir adımın adı olan Ulusal Kongre’nin toplanması için üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeyi, Kürdistan halkına ve tüm Kürdistan şehitlerine karşı ertelenemez bir görev ve tarihi bir borç olarak görmekteyiz. Demokratik ulusal birliği savunmayı varlık gerekçemizin vazgeçilmez ilkesi olarak görüp, mücadeleye başladığımız ilk günden günümüze kadar bunda ısrarlı olduk. Hareket olarak, tarihi önemdeki bu adımın başarıyla atılması için, sorumluluklarımızı yerine getirmekten onur ve kıvanç duyarız. Kürdistan halkının özgürlüğü için mücadele eden herkesin aynı duyguları ve sorumluluğu taşıdığına ve paylaştığına yürekten inanıyoruz.

HAZIRLIK KOMİTESİ YETERLİ TEMSİL GÜCÜNE SAHİP OLMALI

- Bunun için Kongre’nin toplanmasından sorumlu, yetkili bir Hazırlık Komitesi’nin yeterli bileşim ve temsil gücüne sahip bir nitelikte oluşturulması önemlidir. Bu komitenin Kürdistan’ın tüm parçalarındaki örgüt ve partileri temsil etme yeterliliğine sahip olması kadar, Kürt kamuoyunun genel kabulünü ve takdirini kazanmış şahsiyetlerin de içinde yer alacağı bir bileşime sahip olması doğru olacaktır. Ulusal Birlik Kongresi’ne tüm partiler, inanç ve kanaat önderleri, kadın ve gençlik temsilcileri ile yurtsever ve aydınların katılması gerekmektedir. Kongreye katılmanın öncelikli şartı olarak Kürt halkının mücadelesiyle kazandığı tüm değerlere saygılı yaklaşmanın gerekli bir tutum olduğuna inanmaktayız.

KONGRENİN DAYANDIĞI İLKELER SOMUTLAŞTIRILMALI

- Kürt ulusal birliğinin inşası, Ulusal Kongre’nin sürekliliği ve komşu halklarla barış ve kardeşlik içinde ilişkilerin geliştirilmesi ve yaşatılması için temel bazı ilkelerin yaşamsal önemde olduğuna inanmaktayız. Kongre’nin gerçek anlamda tutarlı bir ulusal kurum haline gelmesi için dayandığı ilkelerin somutlaştırılması ve bu ilkeler üzerinden tartışma ile ortaklaşmanın sağlanması büyük önem taşımaktadır. Bu anlamda Kongre’nin esas alması gereken ilkeleri şimdiden Kürdistan kamuoyuna sunmayı gerekli görüyor ve bunu Kongre gündemine de taşırmayı önemli buluyoruz.

Öngördüğümüz taslağın çerçevesi şöyledir;

1- Savaş ve Barış İlkesi: Hangi durumda Kürdistan halkının varlığı ve ulusal hakları güvence altında olur, hangi durumda tehdit altında olur ve meşru savunma hakkı doğar, yine hangi koşullarda barış içinde yaşar, bütün bu hususların tespitinin “Savaş ve Barış İlkesi” kapsamında belirlenmesi gerekmektedir. Ulusal varlığına, temel haklarına, özgürlüğüne, birliğine, değer yargılarına, kazanımlarına karşı yöneltilen kültürel ve fiziki soykırım saldırıların, siyasi-askeri olarak zor ve şiddetin devrede tutulması karşısında tutumun ne olacağı konusunda netliğin geliştirilmesi önemli bir husustur. Tüm bu demokratik, eşitlik ve özgürlük istemlerini şiddet yöntemiyle bastırmanın devlet politikası haline geldiği ve demokratik çözüm ile barış çağrılarına olumlu cevap verilmediği, başka hiçbir yolun kalmadığı durumlarda zorunlu olarak meşru savunma savaşına başvurulur. Uluslararası sözleşmelere bağlı kalınarak tutum geliştirilmesi, bu ilkenin esas boyutu olmalıdır.
Zorunlu meşru savunma dışında savaşın hiçbir türü mubah görülemez. Egemenlerin yürüttüğü savaşın özünde zorbalık ve gasp vardır. Kürt halkı sorunların her alanda barışçıl yöntemlerle çözülmesini istemektedir. Ancak halk olarak varlığını, özgürlüğünü ve onurunu korumanın başka bir yolu kalmadığında meşru savunma hakkını kullanır. Meşru Savunma Savaşı üzerinde durularak bunun teori, strateji ve taktikleri diğer tüm savaş türlerinden ayırt edilerek uygulanması, kirli savaşlardan farkının ortaya konulması önemlidir.

Ulusal hakların tanınması ve güvence altına alınması halinde meşru savunma direnişine gerek kalmaz, barış gerçekleşir. En temel asgari demokratik haklar ve özgürlükler sorunu dışındaki diğer sorunlar için demokratik siyasi mücadele esas alınır.


2- Birlik İlkesi: Kürtler arası ilişkilerin, birliğin nasıl sağlanması gerektiğini ilkesel düzeyde ortaya koymak gerekir. Türkiye, İran, Suriye ve Irak’taki Kürtlerin kendi aralarında kuracağı birlik, söz konusu devletlerin varlığına ve siyasi sınırlara karşı değildir. Her parçadaki Kürtlerin kendi sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, diplomatik, öz savunma örgütlenmesinin olması ve bu örgütlenmelerin diğer parçalardaki Kürtlerle siyasi sınırları sorun yapmadan ilişkilenmesi, Demokratik Konfederalizmini kurması anlamına gelmektedir. Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkının karşılığı, milliyetçi temelde devlet kurmak değil, demokratik ulusa, ortak vatana dayalı olarak her parçada kendi özgür ve demokratik yaşamını kurmasıdır. Her parçadaki Kürtler, söz konusu devletlerle Kürt sorununun demokratik çözümünü sağlar. Bu çerçevede çözüm formülü: Demokratik Türkiye-Özerk Kürdistan, Demokratik İran-Özerk Kürdistan, Demokratik Suriye-Özerk Kürdistan, Demokratik Irak-Özerk (ya da Federal) Kürdistan’dır. Dolayısıyla Kürt sorununun demokratik çözümü Demokratik Ortadoğu’ya ve kalıcı barışa giden yolun açılmasıdır. Söz konusu devletler de bölünme kompleksinden kurtulup Kürtler arası birliği ve Kürt sorununun “Demokratik Özerklik” statüsü temelinde çözümünü doğal ve demokratik olmanın gereği görüp anayasal güvence sağlarlarsa Kürtler de ayrılmayı gerekli görmez; böyle bir gündem de söz konusu olmaz.
3- Demokratik İlke: Demokratik ilkenin uygulanması, Kürtlerin Türkiye, İran ve Suriye’de kolektif ve bireysel haklarının ve örgütlenmelerinin önündeki anayasal, yasal bütün engellerin kaldırılıp devletler açısından demokratik dönüşümün hayata geçirilmesi ve Demokratik Özerklik statüsünün gereklerinin yerine getirilmesidir. Bu ülkeler demokratikleşir ve Kürtlerin temel ulusal demokratik hakları tanınırsa Kürtler de bu ülkelerin anayasa ve yasalarına uygun hareket ederler. Bunun gereği olarak da Kürtlerin demokratik örgütlenmeleri önünde engel çıkarılmaz ve Kürtlerin seçimle ortaya çıkardıkları demokratik siyasi iradeleri tanınır. Bu çerçevede öz yönetimlerine kavuşmuş olurlar. Aynı zamanda Kürdistan’daki farklı tüm etnik, mezhepsel ve dini topluluklarla demokratik, eşit ve özgür temelde yaşarlar. Demokrasinin gereği olarak Türkiye, İran ve Suriye bu demokratik siyasi iradeleri ve yönetimleri tanır. Bu meclislerin ve yönetimlerin varlığı, genel yönetim ve hükümeti reddetmez, genel anayasa ve yasaları işlevsiz kılmaz. Aksine yereldeki sorunları çözerek bu sorunları genelin üzerine yıkmayarak genel ile yerel arasındaki uyumu ve birliği daha da arttırır ve güçlendirir. Kürdistan’da iyice tanımlanmış ve üzerinde uzlaşılmış, “Demokrasi + genel kamu otoritesi olarak Türkiye devleti, İran devleti, Irak devleti ve Suriye devleti” formülü en uygun olan çözüm formülüdür.
4- Kültürel Haklar İlkesi: Kürtlerin kimlik, dil ve kültürel haklarının nasıl güvenceye alınıp pratikleşeceğini ve farklı kültürel toplulukların haklarını tanımlamak demokratik ulusal duruşun önemli bir ilkesidir. Bu ilke, Kürtlerin kültürlerinin bir bütün olarak tanınması ve hayata geçirilmesini ifade eder. Kürt halkının bir ulusal topluluk olmasından gelen kimliğini ve kültürünü, dilini özgürce yaşaması, geliştirmesi, koruması temel kültürel haklarının kabul edilmesi her şeyden önceliklidir.

Egemen ulus-devlet politikalarından biri asimilasyon ve kültürel soykırımdır. Kürt halkının dilini, kültürünü asimile ederek, gelişimini engelleyerek, baskılayarak halk olma özelliklerini zayıflatmayı, kültürel parçalanmayı, yabancılaştırmayı amaçlamak kültürel soykırımı gerçekleştirmektir. Bu tanımlamayı net bir şekilde yapmak önemlidir, zira kültürel soykırım genellikle örtülü olarak yürütülmektedir. Kürdistan’ın kültürel varlığı üzerinde en az savaşlar ve terör kadar kültürel asimilasyon da tahripkar rol oynamıştır. Öyle ki Kürtlük, dil ve kültür olarak kuşkulu hale dönüştürülerek suç konusu haline getirilmiştir. Kürtçe anadil eğitimi dahil, kültürel tüm haklar engel ve yasaklarla, baskılarla karşı karşıyadır.

Bu politikanın aşılması için asimilasyona ve oto-asimilasyona karşı mücadele verilmesi, Kürt halkının anadil ve kültürel alandaki örgütlenmelerine, kurumsal gelişmelerine, çalışmalarına ve eğitimlerine özel önem verilmesi gerekmektedir. Yine, Kürt kültürünün edebiyat ve sanat çalışmalarıyla yeni kuşaklara doğru aktarılması, çocukların-gençlerin kendi kültürel değerleriyle anadilinde yetiştirilmesi, kişilik-kimlik kazanması ve kültürel hakların anayasal güvenceye kavuşması hayati önemdedir. Dilin varlığını sürdürmesi, gelişmesi anadilde eğitim görmekle birlikte, sosyal, kültürel, ekonomik ve toplumsal yaşamın her alanında kullanımıyla mümkündür. Kültürel ilkenin diğer bir başlığı ise edebiyat, sanat, müzik gibi temel kültürel hakların nasıl ifade edileceğinin ortaya konulmasıdır. Türkçe, Farsça ve Arapça hangi imkanlardan yararlanıyorsa Kürtçe de bu haklardan ve imkanlardan yararlanmalı ve önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Kültürel Haklar ilkesi diğer tüm kültürel varlıkların farklılıklarının tanınması, korunması ve kendini ifade özgürlüğünü de kapsamaktadır. Mezopotamya coğrafyasındaki tüm kültür ve inançların kendisini özgürce ifade etme, örgütleme, koruma ve geliştirmesinin hukuksal güvence altına alınması kültürel özgürlükler için şarttır. Kürdistan’daki dil, din, etnik kimliğe dayalı farklı kültürel toplulukların ayrışmanın ve çatışmanın nedeni değil, kültürel zenginlik kaynağı olarak değer görmesi gerekmektedir.

5- Demokratik Siyaset ve Sosyal-Ekonomik İlke: Kürt halkının siyasete nasıl katılacağı, sosyal-ekonomik yaşamını nasıl sürdüreceği, sorunlarına karşı gösterdiği çözüm anlayışı demokratik siyaset ve sosyal-ekonomik ilkeyle ortaya konulur. Halkın ve tüm toplumsal kesimlerin siyasete aktif katılımını, farklı siyasi görüşe sahip Kürtlerin birbirine yönelik siyasi yaklaşımını, mücadele dilini, demokratik siyaset anlayışını belirlemek “Demokratik Ulusal Birliğin” temel harcını oluşturur. Özce tanımlanacak olursa demokratik siyaset, halkın siyasi irade olarak varlık gösterdiği, doğrudan katıldığı, aynı zamanda denetime, eleştiriye açık, sadece bir parçanın-bir grubun değil tüm Kürtlerin çıkarını ve ihtiyacını esas alan, birlikte yaşadığı halka zarar getirmeyecek, farklı siyasi yapıların birbirinin varlığını ortadan kaldırmayı hedeflemediği, demokratik mücadeleye, muhalefete açık siyasi anlayışı ifade eder. Bir güce dayanarak şahsi ya da adına hareket edilen örgüte farklı siyasi çıkar ve avantaj sağlamak, siyasi baskı uygulamak, siyaset araçlarını ve kurumlarını sınırlamak demokratik siyaset ilkesine ters düşmektir.

Kongre’nin hem her parçada sosyal ve ekonomik sorunların nasıl çözüleceğini hem de bütün parçalardaki Kürtlerin bu konudaki sorunlarını çözmek için birbirleriyle nasıl dayanışma içinde olacağını belirlemesi gerekir.

Demokratik ve özgür toplumu bir talep ve ütopya olmaktan çıkarmak, yaşanabilir kılmak, politik-ahlaki toplumu inşa etmek kadın özgürlük sorununun çözümüyle ve bu alanda toplumsal cinsiyetçiliğin aşılması, zihniyet ve toplumsal kurumlarıyla değişim yaşamasıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu anlamda kadınların toplumsal sorunun çözümü için demokratik mücadele ve örgütlenmelerini güçlendirmeleri, çözüm politikalarını oluşturmaları, politikaya aktif katılmaları, kurumlarını çoğaltmaları, eğitsel ve sosyal faaliyetlere ağırlık vermeleri vazgeçilmezdir.

Aynı şekilde Kürdistan gençliğine ilişkin doğru sosyal politikaların belirlenmesi demokratik toplumun gelişimi için önemlidir. Çoğunlukla genç nüfusa sahip olan Kürdistan gerçeğinde gençlik başta olmak üzere tüm sosyal kesimlere dair sosyal ilke ve politikaları tartışıp belirlemek gerekmektedir.

Kürdistan halkının yoksulluk, işsizlik durumu göz önüne alındığında ekonomik ilkeye de ihtiyaç vardır. Sahip olduğu zengin ve verimli coğrafyasına rağmen, açlık, işsizlik ve yoksulluk Kürtlerin kaderi haline getirilmiştir. Ekonomik ilke, güncel olduğu kadar ekonomik sorunların köklü çözümü, ekonominin gelişmesi, Kürtler arası yeterli bir dayanışmanın sağlanması için ekonomi-politiğin ve projelerin oluşturulmasını içerir.

ULUSAL KONGRE’NİN KALICILAŞMASI İÇİN İCRA KURUMLARINA İHTİYAÇ VAR


Bu ilkeler temelinde gelişen Ulusal Kongre’nin kalıcılaşması ve temel bir ulusal kurum olarak Kürt halkının geleceğinin belirlenmesinde rol oynaması için bir takım icra kurumlarına da ihtiyaç vardır.

Buna ilişkin de pratik önerilerimiz şunlardır;

1- Kürt halkı, tarihte kendisi için neredeyse hiçbir zaman diplomasi yapabilecek bir konuma gelmemiştir. Aksine Kürtler üzerinde egemenlik kuran güçler, Kürtlere rağmen, Kürtler adına ama egemen ulusun çıkarlarına göre diplomasi yapmışlardır. Kürtler adına diplomasi yapanlar ise içteki parçalanmışlık sınırlarına takılıp kalmıştır. Ulusal birliğin sağlanmaması beraberinde parçalı duruşlara yol açmış, diplomasi bile denilemeyecek ilişkiler ya bireyler ya da aşiret, mezhep, parti, örgüt sınırlarını aşamamıştır. Ulusal Kongre’nin, bu tarihsel yetmezliği görerek, tüm Kürtler adına örgütlü ve ortak bir diplomasinin gelişmesi için bir örgütlenmeye gitmeyi öncelikli bir görev olarak belirlemesi ciddi bir ihtiyaçtır. Böyle bir mekanizma, her türlü parça, grup ve şahsiyetin ilişki ve çıkarlarını aşarak, dört parça Kürdistan için diplomasi yapmalıdır. Güney Kürdistan’daki statünün varlığının, Kürtler adına diplomasi için önemli bir avantaj teşkil etmekle birlikte, tüm halkımızı ilgilendiren konularda yeterli bir diplomasi geliştirmeye yetmeyeceği açıktır. Mevcut durum, iç ve dış koşullar da buna zaten imkan sunmamaktadır. Tüm Kürtlerin ihtiyacına cevap olabilecek bir diplomasi, ancak Demokratik Ulusal Kongre’ye dayalı olarak geliştirilebilir.

2- Kongre’nin yerine getirmesi gereken en önemli görevlerden birisi de, büyük bir soykırım ve katliam tehdidi altında bulunan Kürtlerin, kendilerini nasıl savunacakları sorusuna pratik çözüm ve açıklık getirmesidir. Kürtlerin, kendi varlıklarını koruma ve özgürlüklerini güvence altına alma tedbirlerini geliştirmesi hayati derecede önemli bir konudur. Bunun için öz savunma amacıyla, Kongre bileşenlerinin kendi denetimlerindeki savunma güçlerinden yeterli bir gücü katmasıyla ilk adım atılarak ortak komutanlık altında “Ulusal Savunma Gücü”nün oluşturulması hedeflenebilinir veya mevcut savunma güçlerinin eşgüdüm pozisyonunu sağlayacak ortak eşgüdüm komutanlığı biçiminde bir yapılanmaya gidilebilinir.

3- Kongre, belirlediği görevleri ve kararları yerine getirmekle yükümlü icra organı görevini yerine getirecek daimi bir “Yürütme Kurulu”nu seçmelidir. Yürütme Kurulu’nun bütün Kürtleri temsil yetkisine sahip, Kürt halkının pratik-politik ilişkilerinin yürütülmesinden sorumlu bir kurul olarak düşünülmesi gerekir. Buna göre, iç ve dış diplomatik faaliyetler, ortak komutanlık, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerin Kurul tarafından kurumsal olarak yürütülmesi gerekir.

Ortak bir strateji-program, daimi bir yönetim, ortak savunma, ortak diplomasi yürütme hedefini başarıyla yerine getirmiş bir Kongre, büyük fedakarlıklar pahasına elde edilmiş kazanımların savunmasında, Kürt sorununun demokratik çözümünün hızlanmasında, Kürtler arası demokratikleşmenin geliştirilmesinde, bölgesel sorunların çözümünde, halklar lehine kalıcı gelişmelerin yaratılmasında, çözümleyici ve birleştirici bir rolü rahatlıkla yerine getirebilecektir. Böylece artık Kürtler arası çelişki ve çatışma durumu da tarihe gömülmüş olacaktır.

İlgili siyasi partilerin, örgütlerin, şahsiyetlerin ve halkımızın bilgisine sunduğumuz görüş ve önerilerimizin, kuşkusuz tartışmalarla son şeklini alacağı ve kararlaşacağı platform “Ulusal Kongre” olacaktır.”


ANF NEWS AGENCY

AKP’nin Kürt Kördüğümü

Ragıp Duran *
 
 
Kürtleri Cezalandırma Kanunu

Kürt siyasi hareketi yerel ve genel seçimlerde ve 12 Eylül referandumunda önemli bir başarı kaydetti. Bu başarı, hem AKP’yi hem de Gülen cemaatini rahatsız etti. Çünkü Kürt meselesi artık Kürtsüz çözülemeyecekti ve Kürt siyasi hareketi AKP’ye her alanda hala direnebilen yegane siyasi güç oldu. Siyaseti iflas edenler polis ve savcı marifetiyle KCK operasyonlarına başladı hala da sürdürüyor.


‘’Her sabah kalktığımızda cep telefonumuza gelen gözaltı mesajlarını okumak zorunda kalıyoruz. İnternet’e giriyoruz, sabaha karşı kaç arkadaşımızın evlerinden alınıp götürüldüğünü okuyoruz. Istanbul’da özellikle Salı günleri, bölgede de Perşembe günleri gözaltı günleri haline geldi artık. Polisin bu günleri seçmesinin özel bir nedeni var mı bilmiyorum….’’
BDP Istanbul milletvekili Sebahat Tuncel, TBMM’de Partisinin Grup Başkanvelili Pervin Buldan’ın makamında bir Fransız gazetecinin sorularını yanıtlıyordu:

‘’Aslında devletin KCK Operasyonları adını verdiği ve 14 Nisan 2009’da başlayan kampanyada, 10 binden fazla insanımız gözaltına alındı, 6400’ü de tutuklandı. Kürtler aslında 1925’den bu yana çeşitli baskı, tutuklama, asimilasyon, yıldırma ve cinayet kampanyalarına maruz kaldı. Ve tüm bunlara karşı da direndi ’’ .

Bu aşamada devreye iki soru giriyor:

Kirli Savaşın en kanlı dönemlerinde bile böylesine geniş çaplı, uzun ve sürekli tutuklama kampanyası gerçekleşmemişti. Neden şimdi?

Bu kadar geniş çaplı saldırılara karşı gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında yeteri kadar güçlü tepki var mı?
İlk soruya BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan yanıt veriyor:

‘’Aslında 12 Eylül referandumunda yerel ve genel seçimlerde Partimizin elde ettiği başarılar, siyasi iktidarı çok rahatsız etti. Bölgede hatırlayın boykot oranı çok yüksekti. Partimiz 50 belediyeden 100 kadar belediyeye yükseldi. Genel seçimlerde de 20 olan milletvekili sayımızı 36’ya çıkardık. Bu sayıların ifade ettiği siyasi güç, AKP’nin, bir başka deyişle Sayın Başbakan Erdoğan’ın Kürt meselesini Kürtsüz bir şekilde çözme isteğini imkansız kıldı. Erdoğan daha seçim propagandası döneminde MHP’yi de zayıflatmak amacıyla ‘Kürt Meselesi yoktur’ söylemine düştü. Bu milliyetçi söylem, siyasi iktidara eskiden beri denenmiş şiddet esasına dayalı inkar politikasını benimsetti. Bugün AKP’ye karşı direnebilen, her alanda direnebilen yegane güç Kürtler olduğu için, örgütlü tüm Kürt siyasi gücünü kırmak, parçalamak istiyor Erdoğan’’.
Daha sonra da KCK tutuklama dalgalarında içeri alınanların dökümünü veriyor: Belediye Başkanları, BDP İl Başkanları, BDP yerel örgüt sorumluları, Belediye meclis üyeleri, İl Genel Meclis Başkan ve üyeleri, gazeteciler, sendikacılar, avukatlar… Gözaltı ve tutuklu sayısı her gün yükseldiği için kesin rakam vermek güç. Şubat’ın son haftası, KCK adı altında tutuklanan insan sayısı 7000’e yaklaşmış durumda.

KCK tutuklukluları arasında herkesin çok iyi tanıdığı bildiği insanlar var: Mesela Hatip Dicle. Ya da Ragıp Zarakolu, Prof. Büşra Ersanlı ya da Ayşe Berktay. Meclis’de bir soru üzerine İçişleri Bakanlığı KCK tutuklu sayısını sadece 1051 olarak yanıtlamış. Çünkü bu kadar yüksek sayı, hele aralarında demokratlığı çoktan tescil edilmiş aydınlar da olunca, içeride özellikle de yurt dışında tepki çekmesin diye, sadece ‘Örgüt yöneticisi’ suçlamasına maruz kalanlar, resmen KCK tutuklusu olarak sunuluyor. Çünkü geri kalan 6 bin tutuklu ‘sadece’ KCK üyesi olmakla suçlanıyor.

Aslında Terörle Mücadele Yasası uyarınca tutuklanan bu sonradan olma KCK'liler, ilginçtir, bir çakı bile taşımıyor. Hasip Kaplan’ın ifadesine göre, ne soruşturma ne de koğuşturma aşamasında, KCK kampanyasında tutuklanan hiçbir BDP’linin iddianamesinde şiddet eylemi yok.

BDP Eşbaşkanı Selahaddin Demirtaş’ın daha önce açıkladığı üzere ‘Bu, aslında bir BDP tutuklaması. KCK adı altında tutuklananların neredeyse hepsi bizim Partimizin üyeleri ya da sempatizanları’. Mesela İstanbul’da‘KCK Gençlik Meclisi üyesi’ suçlamasıyla tutuklanan 25 gencin 25’i de BDP Gençlik Meclisi üyesi. Yapının BDP’nin tüzüğündeki adı ‘Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi’. BDPli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığına resmen sormuşlar: ‘Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi’ adında yasa dışı bir örgüt var mıdır diye, Bakanlık ‘Yoktur’ demiş. Ama iddianamede var!

Burada İçişleri Bakanlığından söz etmişken tek adet Yeni Model Büyük Türk Büyüğü İdris Naim Şahin’i anmamak olmaz. Neydi törörizm? Resim, heykel, şiir, hikaye, roman, akademik çalışma… Aslında KCK tutuklamaları işte büyük ölçüde bu çok geniş (!) terörizm tanımından yola çıkıp, BDP binasının önünden geçenden Kürtçe slogan atana, her türlü Kürt haklarını demokratik bir şekilde talep edenlerden BDP’ye oy vermişlere kadar herkesi içeri tıkıyor. Böylelikle törörizme karşı mücadele etmiş oluyor AKP. Kürt meselesi de çözülüyor dışarıdaki Kürtleri bir bir eksilterek…

3 yıldır süren davalarda ise ‘Kürtçe krizi’ (Aslında dayatılan Türkçe krizi) denilen engel yüzünden ayrıca adaletin çalışma sürati nedeniyle ilerleme kaydedilmiyor.

İddianamelere geçen suçlamalar muğlak ve garip. Somut bilgi ve belge ya hiç yok ya da çok az. Gizli telefon dinleme kayıtları, gizli tanık ifadeleri, gizli soruşturmacının sağladığı bilgiler, sonradan üretildiği konusunda yoğun kuşkular olan suç delilleri…Tüm bunların üstüne Özel Yetkili Savcıların Soruşturma Gizliliği ilan etmeleriyle avukatlar, ki bir kısmı içeride, müvekkillerinin neyle suçlandıklarını bilmedikleri bir dönemde, iktidar yanlısı gazetelerde, henüz yazılmamış iddianamelere giren/girecek olan suçlamaları okuyor! Hukuktan çok siyaset gündemde. Adil yargılama bugün adliyeye gelememiş. Hasta, hatta raporlu belki de hiç iyileşemeyecek!

KCK operasyonlarının bir de Cemaat ayağı var ki, AKP’nin Kürt politikasını polis ve savcı marifetiyle Cemaat uyguluyor. AKP ile Cemaat arasında son zamanlarda önemli çelişkiler ortaya çıkmış olsa da, yöntem farkına rağmen, AKP ile Gülen Cemaati Kürt karşıtlığı konusunda hemfikir. Çünkü Kürt direnişi AKP’yi de Cemaat’i de rahatsız ediyor. KCK duruşmalarının başladığı gün cezaevinde Hatip Dicle’yi ziyaret eden Avukat Eşber Yağmurdereli, Dicle’nin önemli bir tespitini aktarmıştı: ‘’Bizim bu bölgede üç düşmanımız var: AKP, Gülen Cemaati ve Taraf gazetesi ’’. Gerçekten her üç güç de, o günden bu yana Dicle’nin tahlilini/saptamasını doğrulamak için ellerinden geleni yaptı.

Cemaat, polis ve yargı sektöründe (Evet mecra ya da dünya değil, sektör) iyi örgütlenmiş ve güçlü olabilir. Medya ayağı da kalabalık görünüyor. Akademik ve turistik bacaklar da güçleniyor. Ama önemli bir eksiği var cemaatin: Kitle! Cemaatin Kürt aklı(?), BDP-KCK-PKK varlığını bölgede haritadan silip onun bıraktığı boşluğu doldurmak amacında. ‘Kürt kitlesinin yöneticilerini içeri alırsak dışarıda kalan kitleyi biz yönetiriz’ mantığı işliyor bu sektörde. Nitekim Diyarbakır ve Batman’ın çevre bölgelerinde Diyanet’in atadığı görevlilerin büyük bir kısmı Fetullah Gülen hayranı. Cemaatin iş adamları da son dönemlerde bölgede başta maden olmak üzere çeşitli iş alanlarına yatırım yapıyor. Her sabah kapısına on adet Zaman gazetesi bırakılan KOBİ’lerin sayısı da artmış görünüyor sanayi mahallelerinde.

Cemaatin anlamadığı/ anlamayacağı önemli bir ayrıntı(!)var: Kürt kitlesi mesela Öcalan için kendisini tereddüt etmeden ateşe veren hırçın gençlere sahip. Kürt anne babalar, oğullarını kızlarını dağa gönderiyor ve umutla sabırla geri dönüşünü bekliyor. Cemaat mensupları ise daha çok aylık gelir-gider bilançosu, net kâr ve Hoca Efendi’nin vaaz CD’leriyle meşgul. Dini aidiyet ile milli aidiyet arasındaki paradoksda da Kürtler avantajlı. Cemaatin, İslamiyet ve Beyaz Kürtlük iddiası ise Kürt siyasi dünyasında geçer akçe değil. Çünkü o dünya Cemaatten daha hakiki Müslüman ayrıca da Kara.

Gelelim ikinci soruya: Neden yeteri kadar tepki yok? Sebahat Tuncel yanıtlıyor: ‘’Aslında tepki var. Kürtler her gün ayakta, Kürtler her gün sokakta. Ben 5 yıldır milletvekiliyim, vallahi bugüne kadar yürüyüşsüz, nümayişsiz günüm olmadı diyebilirim. Daha geçen hafta Istanbul, Adana, Batman, Diyarbakır’da onbinlerce insan KCK tutuklamalarını protesto etti. Halen 400 mahkum cezaevlerinde Ölüm Orucuna yattı. Kürt meselesinde barışçı/siyasi çözüm için adım atılması ve Sayın Öcalan’ın özgürlüğü için ölüm orucundalar. Bizde 6. Ve 7. Gün onlara destek vermek, dayanışma içinde olduğumuzu göstermek için 2 günlük açlık grevi yaptık. Meclis’te Açlık Grevi önlüklerimizi giydik. Gazetelerde iki satır haber, televizyonlarda 40 saniyelik haber oldu, o kadar. Avrupa’dan da çıt yok. Bir tek Avrupa Parlamentosu KCK tutuklamaları hakkında kaygısını belirtti, o kadar. Yani tepki var ama kamuoyuna yansımıyor, büyük medya bize kapalı. Bir tek arada sırada Meclis kürsüsünü kullanabiliyoruz’’.

Bölgeye düzenli gidip gelen herkes çok iyi biliyor, çünkü görüyor, duyuyor ve öğreniyor ki, KCK operasyonlarının başlamasından sonra Kürt gençleri arasında Güney’e inenlerin sayısında gözle görülür bir artış var. Üstelik iki önemli değişim de bu artışa eşlik ediyor. Eskiden çoğunlukla kırsal kökenli ve göç öncesi kendi köyünde PKK ile zaten teması olan orta ve yoksul köylü ailelerin çocukları dağa çıkarken, artık kentli yoksul ve orta sınıfların çocukları da Kandil ya da Hewler’i Diyarbakır’a tercih edebiliyor.İkinci değişim de yaş . Dağa çıkanlar giderek gençleşiyor. Eskiden esas olarak ve çoğunlukla üniversitelilerin tercihi iken Güney, artık lise hatta ilköğretim öğrencilerinin bile umudu kesip, PKK’ye katıldığını anlatıyor herkes.

Çocukları dağa çıkan aileler BDPli milletvekillerine başvuruyor. ‘Bizim oğlan hakikaten dağa mı çıkmış? Bir öğrenseniz de bizi bilgilendirseniz’ diyorlarmış. BDPliler, bu konuda bir şey yapamıyor. ‘Bu aileleri ancak dinlemekle ve teskin etmekle kifayet edebiliyoruz. Ama pek de başarılı olamıyoruz galiba. Çünkü son zamanlarda yani KCK operasyonlarının yoğunlaşmasıyla bu aileler, bir yandan çocuklarını yanlarında görmek istediklerini söylüyorlar ama bir yandan da bize kızıyorlar:’Ne iş yapıyorsunuz ki siz bu Meclis’te? Her gün onlarca yüzlerce üyeniz, arkadaşımız alınıyor içeri siz burada pek bir etki gösteremiyorsunuz sanki’ diyorlar’.

Çok önemli bir çelişki var, sadece AKP’de değil tüm Türk egemen kesimlerinde: Ankara uzun zamandır, PKK silah bıraksın diyordu. PKK de uzunca bir zamandır siyasi/barışçı/diplomatik yolu tercih etmiş durumda. Oslo’daki görüşmenin içeriği ve 5. buluşma olması bu iradenin en açık kanıtı. Kürtler BDP marifetiyle siyaset yapmak istiyor bu kez de KCK adı altında BDP baskı altına alınıyor. KCK operasyonları, PKK’nin askeri tercihlerini cazip hale getiriyor. Güney’e inen gençler, kendilerine yakın kesimlerde Türklerle bir arada yaşama, yani barış, yani demokratik çözüm, yani müzakerelerin yeniden başlama umudunun azaldığını anlatıyor. Hatta kimi BDPliler ‘Biz ne kadar istemesek de son zamanlarda sıkça kopuş işaretleri gözlemeye başladık’ diyor, biraz da sıkıntılı bir ifade ile.

Oysa ki AKP iktidarı bir zamanlar plansız programsız hazırlıksız da olsa Kürt Açılımı tasarlamıştı. Galiba samimi idi. Ama siyasette samimiyet, iradeden daha önemli ve gerekli değildi. Cemaatin de olumsuz yaklaşımları etkili oldu. Yüzde 50’lik desteği arkasına alınca, hak hukuk rafa kalktı, ‘Ben istediğimi yaparım, benim yaptığım tek doğrudur’ anlayışı egemen oldu. Açılımcı AKP, kapalımcı ve tutuklamacı AKP oldu. Dara düşen/başı sıkışan her egemen gibi , AKP de çareyi milliyetçilik ve şiddette bulduğunu sandı.

Her ne kadar savaş süren ülkelerde Anayasa filan yapılamazsa da, bir çok kesim şimdilerde Anayasa hazırlık çalışmalarına büyük umut bağlamış durumda. İleri Demokrasi, yeni Anayasa’ya KCK operasyonlarının hukuki versiyonunu koyacaksa, yeni Anayasa da Kürt Meselesini çözemeyecek demektir. Hem Kürt meselesi esas olarak hukuki bir mesele değil ki. Siyasi bir mesele. Oysa ki Kürt Meselesi ile TOKİ sitesi inşa etmeyi (ve bizim Cengiz Aktar’ın deyimiyle ‘Kürt meselesini çözmek duble yol yapmaya benzemez’) aynı şekilde algılayan ve değerlendiren bir siyasi zihniyet var AKP’de. Kürt kolektif hakları AKP’nin umurunda filan değil. Onlar varsa yoksa PKK silah bıraksın diyor başka bir şey demiyor. PKK sivillere yönelik silahlı eylem yapmasa da, siyasi iktidar, Kürtlerin her türlü siyasi ve barışçı eylemi kriminalize ederek, terörizmle özdeşleştirerek Kürt meselesini çıkmaza sokuyor. Kürtler, binlerce yıldır çıkmazdan nasıl çıkılacağını artık öğreniyor. AKP çıkmazda inat ederse, ve başının dikine giderse duvara toslar. Farkında değil…

ANF NEWS AGENCY