30 Mart 2012 Cuma

Halkların Demokratik Kongresi: ON’lar Yaşıyor


Kızıldere’de 40 yıl önce katledilen Mahir Çayan ve arkadaşları Halkların Demokratik Kongresi Ankara bileşenleri Ankara Karşıyaka’daki mezarı başında anıldı.

Karşıyaka Mezarlığı 2 No’lu kapıda buluşan HDK’lılar, kortej halinde, pankartlar ve bayraklar açarak, sloganlar atarak, Mahir Çayan’ın mezarı başına kadar yürüdü. Saygı duruşunun ardından söz alan HDK Ankara İl Yürütme üyesi Hüseyin Gevher, “ON’lar Deniz, Yusuf, Hüseyin yoldaşlarının idamını engellemek amacıyla gerçekleştirdikleri eylem sürecinde kuşatıldıkları mekanda haklarında verilen hükmün ölüm olduğunu bile bile; 'Biz buraya teslim olmaya değil, ölmeye geldik' sözleriyle, 'Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, hoş geldi, sefa geldi’ diyen CHE'nin yolunda ölümsüzleştiler” dedi.

Gevher, 30 Mart'ta başlatılan devrimci önderleri imha politikasının dün Deniz, Yusuf, Hüseyin'in idamı ve İbrahim Kaypakkaya'nın işkencede katledilmesiyle sürdürülürken, bu gün de Kürt özgürlük savaşçılarına karşı doğa katliamını da beraberinde getirecek bir düzeyde devam ettiğine dikkat çekerek; sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kızıldere'de toprağa düşen ON’lar, teslimiyete karşı direnişin, davaya bağlılığın, devrimcilerin birliğinin nasıl şekilleneceğini göstererek ölümsüzleştiler. Mahir'in ‘devrimciler liderdir’ sözlerinde ifadesini bulan görüşlerinin örnek bir biçimde pratiğe yansıtılmasıyla devrimci hareketin tartışılmaz liderleri arasında yerlerini aldılar. Katledilmelerinden sonraki '70'li yıllar boyunca ON’ların yolunda yürüyenler toprağa düşen tohumlar gibi boy verip filizlendiler, ‘Ekilir ekin geliriz, Ezilir un geliriz, bir gider bin geliriz, beni vurmak kurtuluş mu?’ misali devrimci sosyalist siyasetin toplumsallaşmasını sağladılar.”

İstanbul ve Ankara'da olduğu kadar, Diyarbakır, Urfa'ya kadar, tüm il ve ilçelerde Mahir'lerin Kızıldere'de gösterdiği direnişten ilham alan devrimcilerin, direnişlerini zafere taşımak için köyleri, kentleri, fabrikaları, okulları, üniversiteleri; özgürlük, demokrasi, sosyalizm mücadelesi alanlarına dönüştürmeye çalıştıklarını vurgulayan Gevher; “Köy ve kent emekçilerini, gençliği ve kadınları her geçen gün artan oranda saflarına çekerek toplumsal desteği artırdılar. Halklarımızın bu mücadelesinin önü 12 Eylül askeri faşist darbesi ile kesildi. Oligarşinin katliamlarla bitiremediği ON’ların mücadelesinin boy verip gelişmesini kurumsallaşmış haliyle süren faşist darbe rejiminin bugünkü temsilcisi AKP iktidarının da engelleyemeyeceğini, 2012 Newroz mitingleri dost-düşman herkese göstermiştir” dedi.

Gevher; ON’ların Kızıldere'de canlarını vererek sergiledikleri dayanışma ve birlik ruhunun yol göstericiliğine halen devam ettiğini belirterek, “Halklarımızın ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinde yaşıyorlar, yaşayacaklar” diye konuştu.

Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Sabahattin Kurt, Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz ve Saffet Alp, 30 Mart 1972’de Kızıldere’de katledilmişlerdi.

ANF NEWS AGENCY

Kızıldere Direnişi Yolumuzu Aydınlatıyor




Kızıldere Katliamı, Türkiye devrimci sosyalist hareketinin tarihinde bir dönüm noktası. 12 Mart muhtırası sonrasında devlet şiddeti artarken, Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi (THKP-C) ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanı 11 kişi Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idamını engellemeye çalışırken Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kıstırıldılar. Aşağıda o günlerin hikayesi...

İstanbul'da Ulaş Bardakçı'nın öldürülmesi ve Ziya Yılmaz'ın ağır yaralı olarak yakalanması, Orhan Savaşçı ve arkadaşlarının tutuklanması, ardından Koray Doğan'ın öldürülmesi ve Oğuzhan Müftüoğlu'nun da tutuklanması üzerine, tasarlanan birkaç umutsuzca çıkışın ve Ankara'da ya da başka bir büyük kentte barınma olanağının olmadığının görülmesi üzerine asıl örgütlenmeden geriye kalan iki kişi Mahir Çayan ve Ertuğrul Kürkçü, THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte, THKP-C'nin Doğu Karadeniz'deki kitle çalışmalarından edindiği ilişkiler alanına geçmek üzere yollarda yapılan sıkı aramalardan kurtulabilmek için makarna yüklü bir kamyonun yükleri arasına gizlenerek Fatsa'nın Yapraklı köyünde Ahmet Atasoy'un bir akrabasının evine yerleştirildiler.

Cezaevinden kaçıştan başlayarak yapılması mümkün ve gerekli ilk girişimin Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarının önlenmesi olduğu düşüncesinin aralarında sürekli olarak güçlendiği topluluğun eline Fatsa'ya yerleştikten sonra Ankara ve İstanbul'da sahip olmadıkları kadar elverişli bir imkan geçti: Varlığı daha önceden bilinen ve belirlenmiş olan NATO dinleme üssünde görevli İngiliz personeli. Kısa bir durum muhasebesinin ardından CHP'nin üç THKO'lunun idam cezalarının yerine getirilmesine ilişkin TBMM kararına Anayasa Mahkemesi'nde yaptığı itirazın sonucunun beklenmesi ve idamları önleyecek başka hiçbir yasal yol kalmadığında İngiliz görevlilerin rehin alınarak idamların yerine getirilmesinin engellenmesine karar verildi. Ancak, bu kararın yerine getirilebilmesi için gerekli bilgi, araç, barınma olanakları ve ilişkiler, kısacası yerel örgütlenme, ancak seyrek bir sempatizanlar çevresinin gevşek örgütlenmeleri içinde vardı.

Beri yandan bürokrasi içindeki mücadele, 12 Mart sonrasında devletin korunabilmiş kimi yasallıklarının askeri diktatörlüğü kalıcılaştırma yanlısı güçler tarafından sürekli olarak aşındırılması biçiminde sürüyordu. Bir yandan Anayasa Mahkemesi'nde davaya bakılırken öte yandan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı infazlar için darağaçlarının hazırlanmakta olduğuna ilişkin bildiriler yayınlayarak Anayasa Mahkemesi'ni baskı altında tutmaya çalışıyordu. Devletin kurumları arasında idama mahkum üç devrimcinin hayatları üzerinde süren bu mücadelenin doğurduğu gerilimli ve belirsiz atmosfer içinde, henüz hazırlıkların tamamlanmadığı bir sırada grubun büyük kentle olan son bağlantısı da koptu. Artık yerlerinin devlet güçlerinin bilgisi içine girip girmediğinden hiç bir zaman emin olmayarak, arkadaşlarının idamlarını engelleyemeden yakalanmak ya da her türlü riski göze alarak harekete geçmek kararıyla, 25 Mart 1972 gecesi saat 19.30'da Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan ve Ertan Saruhan ellerinde kendilerine ait herhangi bir araçları olmaksızın yöredeki bir tanıdıklarının aracıyla Ünye'de İngiliz teknisyenlerin kaldığı apartmana keşif yapmaya gittiler. Evin önünde İngiliz görevlilere ait aracın durmakta olduğunu görünce, o gece İngilizleri kaçırmayı düşündülerse de çevrenin kalabalıklığından ötürü bundan vazgeçtiler. Geceyi Ünye'deki bir tanıdıklarının evinde geçirdiler.

26 Mart 1972 sabaha karşı devlet güçleri, kalabalık komando birliği, özel görevliler ve polis birlikleri ile Ankara'da elde ettikleri bilgileri değerlendirerek Ünye'deki bağlantı noktalarını ele geçirmek ve ardından aranmakta olan THKP-C ve THKO üyelerini yakalamak üzere Fatsa'yı abluka altına aldılar. Daha sonra 1979'da Fatsa Belediye Başkanı olan terzi Fikri Sönmez ve çırağını gözaltına alan devlet güçlerinin kendi yerlerini öğrenmek üzere onları işkence altında sorgulamakta olduğunu öğrenen grup iki seçenekle karşı karşıya kaldı; ya İngiliz görevlileri de yanlarına alarak Ünye'den ayrılacak ve arkadaşları Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve Ömer Ayna'nın bulunduğu Kızıldere köyüne ulaşacaklardı ya da etkili herhangi bir eylemde bulunma olasılığı bulunmayan bu köye kendi başlarına gitmenin yolunu bulacaklardı. Aralarında yaptıkları tartışmada birinci seçeneğin uygulanması kararlaştırıldı. İngiliz görevlilerin araçları kaldıkları konutun önündeyse onları kaçıracak ve birlikte gideceklerdi. Değilse, yakalanmadan önceki son şansı kullanarak zorunlu olarak Ünye'den ayrılacaklardı. Yapılan keşifte İngilizlerin arabasının yerinde durduğu belirlendi ve eylem gerçekleştirildi. Üç İngiliz görevli alındı. Geride kalanlar bağlanarak hareket edemez hale getirildi ve Mahir Cayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktılar. Kızıldere köyüne tırmanan toprak yolun başında Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz'dan ayrılan grup, rehinelerle birlikte arkadaşlarıyla birleşmeye giderlerken Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz da aracı uygun bulacakları uzak bir yerde terkederek Ankara ya da İstanbul'a gitmekle görevlendirildiler.

Kızıldere'de 

Soğuk ve rüzgarlı bir havada yokuş yukarı tırmanarak ancak gün ağarırken köy civarındaki ağıllara ulaşabilen grup, görünmemek için ağıllarda saklandı. 27 Mart 1972 gecesi yanlarında rehineleriyle birlikte, arkadaşlarının da kalmakta olduğu Kızıldere köyü muhtarının evine ulaştılar. 27 Mart 1972 sabahı İngiliz görevlilerin evine gelen hizmetlinin durumu polise bildirmesi üzerine, bütün bölgede topçu keşif uçakları ve helikopterlerle keşif uçuşlarına başlayan askeri birlikler aramalarını sürdürürken Kızıldere köyüne ilk giden grubun bağlantılarını kuranların ele geçmesi ve Niksar'daki bağlantı unsurunu açıklaması üzerine bu kişi 29 Mart 1972 günü yakalandı ve çok geçmeden güvenlik güçlerine muhtarın evini değilse de köy civarını tarif etti. Bu arada topçu keşif uçakları kar üzerinde Kızıldere köyüne çıkan yolun başında İngilizlerin aracının tekerlek izlerini tesbit ettiler. Nihayet aynı gün Niksar ilçesi girişinde Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz'ın bıraktıkları araba bulunduğu gibi, İstanbul ya da Ankara'ya gitmek yerine geriye Kızıldere'ye dönmeyi daha güvenlikli bulan Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz dönüş yolu üzerinde çevre köylerden ekmek alırlarken kuşku uyandırdılar. Bütün belirtilerin Kızıldere köyü dolayını işaret etmesi üzerine 30 Mart 1972 sabah 05.00'de bilgi edinmek için köy muhtarının evine gelen jandarmalara muhtar önceden hazırladığı ihbar mektubunu vererek arananların evinde kaldığını bildirdi.

Evin ve köyün sarılması üzerine evde sıkışıp kalan THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna teslim olmamayı, taleplerine olumlu karşılık verilmez ve üzerlerine ateş açılırsa İngiliz rehineleri, bıraktıkları ültimatomda belirtildiği biçimde öldürerek sonuna kadar çarpışmayı kararlaştırdılar. Evin giriş ve çıkışlarını hububat ve un çuvalları, dolap, yastık ve yataklarla tahkim ederek, evin çatısında delikler açarak çevreyi gözetlemeye başladılar. "Teslim ol" çağrılarını reddettiler. Öğleden sonra saat 14.00 sularında İngilizlerin kendilerine çatıdan gösterilmesi ve kendileriyle konuşturulmasını isteyen çevreyi kuşatmış binlerce asker ve polisten oluşan birliklere İngilizleri gösterip konuşturdular. Kısa bir süre sonra içlerinden birinin çatıya çıkması ve görüşme yapılması isteğine uyarak çatıya çıkan Ertuğrul Kürkçü, Mahir Çayan, Cihan Alptekin ve Saffet Alp görüşmek üzere beklerlerken, ansızın üzerlerine önce tek tek, daha sonra çevredeki makinalı tüfek yuvalarından yaylım ateşi açıldı. Bu ateşin kimin emriyle açıldığı ve neyi amaçlamış olduğu bugün de açıklığa kavuşmuş değildir. Teknisyenleri ve devrimcilerin tümünü uzun bir kuşatmadan sonra sağ olarak yakalamanın askeri olarak mümkün olduğunu konuyla ilgilenen hemen hemen her uzman belirtmiştir.

Ancak amacın birarada kıstırılmış geniş bir önderliğin bir an öce temizlenmesi olduğu tahmin edilebilir. Kendilerini çatıdaki delikten eve atmayı başarabilen üç kişiden geride kalan Mahir Çayan başından yediği kurşunla öldü. Ardından daha önce alman karar uyarınca İngilizler öldürüldü. Kerpiçten yapılma evde kendi silahlarının atış menzili dışında kalan güvenlik kuvvetlerinin atışlarına karşı koyamayan, buna karşılık siper aldıkları duvarları delen makinalı tüfek mermileriyle isabet alan devrimcilerden Ömer Ayna gözünden vuruldu. Cihan Alptekin karnından yaralandı. Bir süre sonra ateş kesilip çağrılar yapıldıysa da kendilerini fiilen kurşuna dizmiş olan güçlerle görüşme yapmayı reddeden devrimciler evin sahanlığında toplandılar. Eve yapılacak yeni saldırıyı topluca karşılamak üzere el bombalarını hazırlayarak beklemeye başladılar. Ancak doğrudan değil, uzaktan tüfek bombaları ve roketatarlarla yapılan yeni saldırıda, topluca bulunulan sahanlığın bir bölümü isabet aldı. Bu isabetle tahrip olan bölümde el bombası taşıyanlardan birinin pimi çekilmiş bombası elinden fırlayınca ötekilerin de ortasında patlayan bomba bir dizi patlamaya yol açtı. Evin arkasından sahanlığa girilen ikinci girişi tutmakta olan Ertuğrul Kürkçü dışındakilerin önemli bir bölümü ölürken Ertuğrul Kürkçü evin bitişiğindeki samanlığa geçerek saklandı. Evden gelen silah atışlarının kesilmesi üzerine tarama atışları yaparak eve girenler can çekişmekte olan Saffet Alp'i kurşuna dizdiler. Evdekilerin tam sayısını bilmemeleri ve muhtar Emrullah Arslan'ın verdiği sayıyla ölülerin sayısının uyması üzerine hava kararırken cesetleri de alarak köyden ayrıldılar. Ertuğrul Kürkçü saklandığı yerden çıkamadı.

Ertesi gün ölülerini almak üzere gelen yakınlarının teşhisleri sırasında Ertuğrul Kürkçü'nün babasının ölenler arasında oğlunun bulunmadığını söylemesi üzerine yeniden yapılan arama sırasında Ertuğrul Kürkçü de yakalandı.

Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin tarihinde "Kızıldere Katliamı" olarak bilinen olay, gerçekleşmesi ve gelişmesi sürecinde Türkiye'de ve Türkiye dışında büyük tepkilere yol açtı. Ancak yapılan bütün yanlış bilgilendirme, saptırma ve spekülasyonlara karşın devletin bu "katliam"ı savunması ve meşrulaştırabilmesi mümkün olmadı. Halkın vicdanı Kızıldere'de öldürülenlerin yanında yer aldı.

Ancak, devletin özgül amaçları bakımından "Kızıldere Katliamı" hedeflerine ulaştı. Öncelikle THKP-C'nin önderliğine vurulan ağır darbe, yalnızca bu örgütün değil, sosyalist hareketin 1968'lilerin içinden çıkan önemli bir grup önderinin yokolmasına yol açarken özellikle THKP-C'nin atomize olmasına ve örgütsel olarak dağılmasına neden oldu. Sürekli ve güvenilir bir önderlik yoksunluğu sosyalist hareketin "devrimci" kanadında sonraki on yıl boyunca da esaslı olarak giderilemeyen bir önderlik bunalımına yol açtı.(SA/EÜ)

* Bu yazı Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi 'nden alındı. İletişim Yayınları, Cilt 7, sf. 2185-88

Kaynak: Bianet

Onbinlerce Kişi İki Gerilla Cenazesini Uğurladı

Türk ordusunun Bitlis ile Hizan arasında 24 Mart günü düzenlediği operasyonda hayatını kaybeden 15 kadın gerilladan Meyaser Orbay’ın (Diljîn Cîlo) cenazesi Yüksekova’da 40 bine yakın kişinin katıldığı bir törenle son yolculuğuna uğurlanırken, Özlem Atsak’ın (Ronahi Dersim) cenazesi de memleketi Van'ın Çaldıran İlçesi'nde toprağa verildi.

HAKKARİ: Bitlis'in Hizan ile Siirt'in Baykan ilçeleri arasında bulunan Çeltikli bölgesinde çıkan çatışmada yaşamını yitiren gerillalardan Meyaser Orbay'ın (Diljîn Cîlo) cenazesi, Yüksekova'da Oslo Oteli'nin önünde karşılandı. BDP Hakkari İl Başkanı M. Sıddık Yıldırım, BDP Yüksekova İlçe Başkanı Rüstem Demir, Yüksekova Belediye Başkanı Ercan Bora, Esendere Belde Başkan Vekili Tacettin Sefalı ile on binlerce kişinin katıldığı cenaze töreninde, PKK bayrakları, yaşamını yitiren 15 kadın gerilla ve PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın posterleri açıldı.

Cenazeyi kadınlar omuzlara alırken, kitle, "PKK halktır halk burada" , "Şehîd namirin", "Bijî Serok Apo" sloganlarını atarak yürüyüşe geçti. Kışla Mahallesi'nde eski merkez camisine getirilen cenaze, burada dini vecibeleri yerine getirildi. Dini vecibelerinin ardından camiye giren kadınlar, Orbay'ın eline kına yaktı. Kadınlar tarafından camide yakılan ağıtların ardından Orbay ve yaşamını yitiren HPG'liler için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Daha sonra cenaze aracına bindirilen Orbay'ın cenazesi, Akalın Mezarlığı'na doğru yola çıkarıldı. Yaklaşık 4 kilometrelik yolu yürüyen kitle, sık sık Öcalan lehine, AKP aleyhine sloganlar attı. Akalın Mezarlığı'na gelene kadar kitlenin sayısı artarken, mezarlığın etrafı PKK bayrakları ve Öcalan posterleri ile donatıldı. HPG'li Orbay yaklaşık 40 bin kişinin katılımı ile toprağa verildi.

MUMLAR BIRAKILDI

Defin işlemlerinin ardından Orbay'ın mezarı kına ve mumlarla donatılırken, burada konuşan MEYA-DER Yüksekova yöneticilerinden Ömer Çakır, Kürt halkının evlatlarına görkemli sahip çıktığını belirterek, gösterilen direniş hiç bir gücün kıramayacağını söyledi. BDP Yüksekova İlçe Başkanı Rüstem Demir, Kürt halkı üzerinden yüzyıllardır inkar imha politikalarının devam ettiğini ifade ederek, katliamların yıllardan beri devam ettiğini söyledi. Son katliamın yaşamını yitiren HPG'liler olduğunu aktaran Demir, 30 yıldır bir savaşın devam ettiğini ve 40 bin insanın canını verdiğini kaydetti. Yüksekova'da cenaze törenine katılan herkesin özgürlük uğruna 40 bin can daha vermeye hazır olduklarını ifade eden Demir, "AKP hükümeti dinimize inancımıza saldırıyorlar. Buradan AKP'lilere sesleniyorum. Akıllarını başlarına alsınlar. Müzakereye geçsinler. Batman, Van, Gever'in cenazelerine sahip çıkmalarını görsünler. Kan ile sorunu çözemeyeceklerini görsünler. Aile ve Kürt halkının başı sağolsun" dedi. Demir'in ardından konuşan Meyaser Orbay'ın ablası Meryem Güzel, Kürt halkının ve Öcalan'a başsağlığı diledi.

POLİS MÜDAHALESİ VE ÇATIŞMA

Törenin ardından yürüyüşe geçen kitleye polis, çarşı merkezinde gaz bombaları ve tazyikli su ile müdahale etti. Halk taş ve molotof kokteyli ile karşılık verdiği olaylar mahallelere sıçradı.

VAN: Gerilla Özlem Atsak'ın (Ronahi Dersim) cenazesi ise memleketi Van'ın Çaldıran İlçesi'nde binlerce kişi tarafından toprağa verildi. BDP Van İl Eşbaşkanları Cüneyt Caniş, Mihriban Şah, Van Belediye Başkanı Bekir Kaya, MEYA-DER Şube Başkanı İbrahim Alkan, Edremit Belediye Başkanı Abdulkerim Sayan, Çelebibağı Belediye Başkanı Veysel Keser, Barış Anneleri İnsiyatifi üyelerinin de içinde bulunduğu konvoy Muradiye-Erciş yol ayrımında bir başka konvoy tarafından karşılandı. Yapılan karşılamadan sonra konvoy Çaldıran'a doğru yola çıktı. Çaldıran İlçe merkezinde kitlesel olarak karşılandıktan sonra Atsak'ın cenazesi, Yuvacık (Taziz) Köyü'ne doğru yola çıkarıldı. Yol boyunca köylüler zafer işaretleri ve sloganlarla karşılarken, köy girişinde de kalabalık bir grup cenazeyi karşıladı. Kadınların kına tepsisiyle karşıladığı cenaze aracından alınan Aksak'ın tabutu, PKK bayrağına sarılarak mezarlığa götürüldü.

GERİLLA FOTOĞRAFLARI

Kadınlar tarafından omuzlara alınan Atsak'ın cenazesine katılan kitle, PKK ve Konfedaralizim bayrakları, yaşamını yitiren kadın gerillalar ve çeşitli tarihlerde yaşamını yitiren PKK gerillalarının fotoğrafları ile PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın posterlerini taşıdı. Atsak toprağa verildikten sonra bir dakikalık saygı duruşuna geçen kitle, hep bir ağızdan "Çerxa Şoreşê" marşını okudu. Kitle sık sık, "Bijî Serok Apo", "Şehîd namirin" sloganları attı.

Defin işleminin ardından konuşan MEYA-DER Yöneticisi Zeki İşcan, katılımdan dolayı halka teşekkür ederek, Kürt halkının her zaman değerlerinin arkasında yürüyeceğini dile getirdi. AKP'nin kirli politikaları yüzünde yine genç bedenlerin toprağa düştüğünü aktaran İşcan, "Bizler bu mücadelenin sonuna kadar takipçisi olacağız. Bunun için şehit arkadaşımıza uğurlar olsun diyoruz. Özlem arkadaş yolun açık olsun uğurlar olsun" diye konuştu.

Kadınlar adına konuşma yapan Van İl Genel Meclis Başkanı Semira Varlı ise, aileye ve Kürt halkına başsağlığında bulundu. Varlı, "Özlem arkadaş bizim için büyük değerdi. Bugün onu toprağa veriyoruz. Kahramanlık haftası gibi önemli bir tarihte arkadaşlarımız toprağa düştü. Onlar Egitlerin, Semaların ve Rahşanların yolunda gitti. Bizler de onlara söz veriyoruz. Onların mücadelesinin takipçisi olacağız" diye konuştu.

En son konuşan Atsak'ın annesi Zeytun Atsak ise kendilerini yalnız bırakmayan herkese teşekkür ederek, "Artık kimse ölmesin. Barış gelsin. Akan kan dursun. Benim kızım bir halkın şehididir. Bütün arkadaşlarının önderliğin ve Kürt halkının başı sağolsun" diye konuştu.

Cenaze töreninden sonra kitle aileye taziye ziyaretinden bulunduktan sonra köyden ayrıldı.

ANF NEWS AGENCY

Suriye'de Kartlar Yeni Açılıyor

Evet, sizde bu Irkçılık ve Kürt Düşmanlığı oldukça böyle korku içinde bakmaya devam edeceksiniz.

Amed Dicle
 

Ciwan Qutna ve Kemal Hüseyin Ahmed...

25 Mart 2012 tarihinde Baas rejimi tarafından öldürülen Güneybatı Kürdistanlı iki genç..
Olayın gelişimi şöyle;

Dirbesiye kentindeki Kürt gençleri bir toplantıdayken Baas güçleri baskın düzenliyor.

Baskında Ciwan Qutna kaçırılıp bilinmeyen bir yere götürülüyor.

Ailesi Ciwan’ın kurtarılması için halk savunma komitelerine başvuruyor.

Kemal Hüseyin Ahmet savunma komitelerinde gönüllü olarak yer alan PYD sempatizanı bir genç...

Ciwan Qutna ise Gelecek Hareketi Gençlik önderlerinden. Bir süre önce Qamişlo'da düzenlenen ve Türkiye'nin parmağının da bulunduğu iddia edilen bir suikastta öldürülen parti lideri Mişel Temo’nun yeğeni...
Yani ikisi de farklı Kürt örgütlerinde yer alıyor...

Ailenin başvurusu üzerine savunma komitesi üyeleri Ciwan'ı kurtarmak için bir girişimde bulunuyorlar.

Ancak Baas güçleri bu olasılığı önceden tasarlayarak gençlere pusu kuruyor ve Kemal Hüseyin Ahmet pusuda yaşamını yitiriyor.
Baas'çıların elinden kurtarılmayı bekleyen Ciwan Qetne ise hemen orada infaz ediliyor.
Savunma komitesinin bir üyesi yaralanıyor, 3 üyesi ise kaçırılıp Şam’a götürülüyor.
Akibetleri hakkında henüz bir bilgi yok...

Yaşamını yitirenlerin cenazeleri on binlerce Kürdün katılımıyla 26 Mart pazartesi günü toprağa verildi.

Suriye’nin herhangi bir kentinde 100 kişilik gösterileri bile ‘büyük halk isyanı’ olarak haber yapan medya kuruluşları yüz binlerce Kürdün Baas rejiminin cinayetlerini lanetleyen gösterilerini görmezden geldiler...

Suriye’deki durumu ‘analiz’ edenler, hesap kitap yapan, politika belirleyen Ankara odaklı çevreler PYD’nin Esad rejimiyle ‘ittifak’ yaptığını ileri sürüyorlar.

Peki neden?
Çünkü Türkiye’nin ‘Suriye hesapları’ gereği durumu olduğu gibi göstermek yerine olmadığı gibi anlatmak icap ediyor. Bu sebeple yazılar dizayn ediliyor, PKK-Baas ittifakı gibi farazilerle ‘Ortadoğu uzmanlığı’ gibi nerden başlayıp nerede sona erdiği belli olmayan bir kavrama müşteri bulunmaya çalışılıyor...

Eğer Suriye’deki durum ve Kürtlerin bu konuda tutumu anlaşılmak isteniyorsa soru basittir.

Kürtler Suriye’de ne istiyor?

"Demokratik bir Suriye, Özerk Kürt bölgesi."

Bunun Baas rejimi ve Esad’la olamayacağını en iyi Kürtler biliyor. Çünkü yıllardır bunun mücadelesini veriyor, cefasını çekiyorlar. Şuan Suriye zindanlarında 2 binden fazla PYD üye ve sempatizanı bulunuyor.

Kürtler, yöntem olarak, bir dış müdahalenin Suriye’yi demokratikleştiremeyeceği, kaosu derinleştireceği, Suriye’nin ancak iç dinamiklerin ortak mücadelesiyle değişip dönüşeceğini düşünüyor.

Bu düşünce ve politikanın neresinde Baas ittifakı var?

Suriye, mevcut yapısı gereği çoğulcu bir sistemi gerektiriyor. Hassas dengelerle örülü değişik etnik, mezhep, renkler ve dinamikler var. Bu sebeple Kürtlerin yaklaşımı de hassas ve sorunların demokratik yöntemlerle çözüme kavuşmasına gayret ediyorlar.

Bugün Baas-PKK ittifakı var diyenler 2004’te Baas’ın Kürt kenti Qamışlo’da yaptığı katliamı Şam’ın saraylarından izliyorlardı.
Türkiye’nin hesapları o zaman öyleydi ama şimdi böyle...
 
O zaman Baas’la işbirliği yaparak Kürtleri eziyorlardı, şimdi Baas’a karşı çıkarak Kürtleri ezmeye çalışıyorlar.

Türk Hükümeti ve bir takım yazarları için sorun Baas'ın olup olmaması değil, Kürtlerin oradaki durumunun ne olacağıdır.
Türk Devleti orada Kürtlerin, PYD’nin dolaysıyla PKK’nin gücünü, etkinliğini görüyor. Bu gücün itibarını gölgelemek için ‘Esad’ın kontrolündeler’ gibi saçmalıklar silsilesinden oluşan bir tez ortaya atıyor.

Peki amaç ne?


Amaç Suriye muhalefetine biçim vermek, muhalefeti kendine göre dizayn etmek.
Neden?

Çünkü muhalefet içinde en güçlü, örgütlü ve dinamik güç Kürtler.

Kürtler içerisinde ise gözde olan yapı PYD.

Hesap son derece basit;
PYD’yi Esad’la ittifak içerisinde göstererek Kürtler nezdinde itibarını düşürmek, Kürtleri de genel Suriye muhalefeti içerisinde zayıflatmak, etkinliğini düşürmek ve ‘yeni Suriye’de Kürtleri masadan uzak tutmak.

Ve elbette Müslüman Kardeşleri PYD ve Kürtlere kışkırtmak...

Bir yandan muhalif güçler üzerinden bu oyun oynarken bir yandan ise Esad’a PYD’ye yönelmesini, Kürtlere yönelik baskılarını artmasını istiyor.

Yani hem mevcut iktidar hem de muhalefetle Kürtlere karşı tezgah kurulmaya çalışıyor.

Türk hükümeti zaten Suriye muhalefeti Koordinasyonu başkanına PYD’yi dışlamalarını istemişti. Kendisi bunu açıkladı,bunu reddettiklerini ve PYD'yi Suriye’nin bir parçası olarak gördüklerini söyledi.

Zaten Esad fırsatını bulunca bunu yapıyor.

Nihayet yazının girişinde izahı edilen olay yaşadığımız yakın tarihin en son örneği.

Türkiye Suriye muhalefeti üzerinden inisiyatifi ele geçirmeye çalışıyor. Kendisine bağlamak istiyor. Muhaliflerin güçlenmesini ve kontrolünden çıkmasını istemiyor. Kürtleri marjinal bir durumda olmasını arzuluyor. Bazı Kürtler bu plana bir şekilde göz kırmış olabilir. Ama Kürtlerin genel eğilimi Kürt kimliğinin oluşacak yeni Suriye’de resmen tanınmasından yanadır. İstanbul'da yapılan muhaliflerin toplantısında 1 Nisan toplantısına sunulmak üzere hazırlanan taslakta Kürtler adına bir ibare görmeyen Kürt grupları toplantılardan çekildi.
Suriye’de oynanan oyun için kartlar aslında yeni açılmaya başlandı. Kürtlerin eli güçlü. Türk hükümetinin burada Kürtler aleyhinde başarıya ulaşması mümkün değil. Suriye üzerinden Kürtleri ezmeye çalışmak akıl kârı değil.
Türk hükümeti için doğru olan, Türkiye’de Kürt sorununu çözerek, Suriye’de kendisi için oluşan bu handikaptan kurtulmaktır. Aksi takdirde Suriye’de içerisine düşeceği hezimet, Kürtlere karşı başta kuzey Kurdistan olmak üzere genel bir hezimete dönüşecektir.

Bu nedenle, varlığını idame ettirebilmek için tercih yapması gereken yer artık Ankara'dır


ANF NEWS AGENCY

PYD Lideri: Annan Planı Esad İçin Son Şans!


Brüksel - Çeşitli temaslarda bulunmak için Avrupa’da bulunan PYD lideri Salih Müslüm Muhammed, BM özel temsilcisi Kofi Annan’ın Suriye planını olumlu ama yetersiz bulduklarını ifade ederken, bu planın Esad rejimi için son şans olduğunu söyledi.

Perşembe akşamı Nuçe TV anahaber bülteninde Amed Dicle’nin sorularını yanıtlayan PYD lideri Salih Müslüm, Annan Planı için “Biz bu planı yetersiz bulmakla beraber olumlu değerlendiriyoruz. Esad’ın bu planı kabul etmesi de olumludur. Bazı çevreler zaman kazanmak için planı kabul ettiğini söylüyorlar. Olabilir. Ama bu kendisi için son şanstır. Esad’ın artık gerçeği görmesi gerek” dedi.

REJİMİN YIKILMASINI İSTİYORUZ

“Biz Kürtler olarak Suriye’nin demokratik dinamiklerle değişmesini ve bu rejimin yıkılmasını istiyoruz” diyen Müslüm, “Demokratik Suriye Cumhuriyeti ekseninden yeni bir anayasa yapılması ve Kürtlerin, diğer mezhep ve inançların, etnik kesimlerin kimlik ve temel, eşit haklarının anayasal güvenceye alınmasını istiyoruz. Bunun için mücadele ediyoruz” diye ekledi.

DIŞ MÜDAHALEYE KARŞIYIZ

“Dış müdahale Suriye için ne anlama gelecek sizce?” sorusuna Müslüm şu yanıtı verdi: “Biz dış müdahaleden yana değiliz. Bizim düşüncemize göre dış müdahale Suriye’de uzun zamana yayılacak bir iç savaşa yol açacak. Biliyoruz Türkiye gibi bazı ülkelerin böylesi bir eğilimi var. Ama bunlar Suriye’ye demokrasi gelsin diye değil kendi çıkarları için bunu talep ediyorlar. Ama Suriye halkları bu gerçeği görüyor. Biz Suriye’nin kendi iç dinamikleriyle değişmesinden yanayız.”
TÜRKİYE, SURİYE’Yİ KENDİSİ İÇİN BİR PAZAR ALANI OLARAK GÖRÜYOR


Peki Türkiye neden Suriye’de inisiyatif almak istiyor? Müslüm’ün yanıtı şöyle: “İki sebeple. Birincisi Suriye’yi kendisi için bir pazar alanı olarak görüyor. Burada ekonomik hegemonyasını kurmak istiyor. İkinci ve önemli sebep ise Kürtler. Kürtlerin burada bir statü elde etmesinin kaygısını yaşıyor. Zira burada elde edilecek bir Kürt statüsü Türkiye’nin Kürt politikasına önemli bir darbe olacaktır. Türkiye bunu görüyor. Bu nedenle oluşacak yeni bir Suriye’de Kürtlerin dışlanması için yoğun bir diplomasi yapıyor. Muhalifleri bize karşı kışkırtıyor. İç savaş çıkartıp Kürtleri arada ezmek ve Suriye’nin diğer dinamikleriyle çatıştırmak istiyor. Ama Suriye’deki önemli muhalif kesimler durumun farkında. Bunu kendi aramızda değerlendiriyoruz.”

ÖNEMLİ BİR MUHALİF GÜCÜZ

Müslüm, Türk hükümetinin PYD’yi Suriye rejimi ile ittifak içindeymiş gibi gösterme çabasını şöyle değerlendirdi: “Bizi böyle lanse etmesinin sebebi biraz önce anlattığım politikasından kaynaklıdır. Önemli bir muhalif gücüz. Etkimizi kırmak için bu kirli yönteme başvuruyor. Toplumsal dayanağımızı zedelemek istiyor. Ancak bir oradaki Kürt örgütleri iki meclis şeklinde örgütlenmiş ve sistematik olarak görüşme halindeyiz. Halkımızın ortak çıkarları için birlikte hareket ediyoruz. Farklı düşüncelerimiz var ancak Kürtlerin statü sahibi olması hepimizin kırmızı çizgisi.”
İSTANBUL MECLİSİ’NİN KÜRTLER İÇİN YAPACAĞI BİR ŞEY YOK

İstanbul’da yapılan toplantıda bazı Kürt grupların çekilmesi konusunda ise Müslüm şunları ifade etti: “Biz bu Kürt kardeşlerimizi önceden uyarmıştık. Bu toplantılar Türkiye’nin kontrolünde. İstanbul meclisinin Kürtler için yapacağı bir şey yok. Nitekim hazırladıkları bir taslakta Kürtlerin ismi bile geçmiyor. Ve Kürt kardeşlerimiz doğal olarak çekildi. Bu olumlu  yaklaşımı destekliyoruz. Geçte olsa Türk hükümetinin niyetini gördüler.”

HALK AYAKLANMALARI İLE REJİMİ DEVİRMEYİ DÜŞÜNÜYORUZ

“Sizin mücadele metodunuz nedir? Demokratik Suriye Cumhuriyetini nasıl oluşturacaksınız?” şeklindeki bir soruya ise Müslüm şöyle yanıt verdi: “Biz dış müdahaleyle devrimin olacağını düşünmüyoruz. Halk isyanlarıyla devrim olur. Her gün yüzbinlerce Kürt sokaklarda. Biz şimdi meclislerimizi, okullarımızı, öz savunma komitelerimizi oluşturuyoruz. Halk ayaklanmalarıyla rejimi devireceğimizi düşünüyoruz. Belki zaman alır ancak doğru olan yöntemin bu olduğu demokratik ve özgür bir ülkenin ancak öz dinamiklerle olacağını düşünüyoruz. Dış ülkelerle, dünyanın önde gelen ülkeleriyle görüşüyoruz. Etkilerini yadsımıyoruz. Ancak fiili müdahaleyi doğru bulmuyoruz.”

ANF NEWS AGENCY

Suriye Üzerindeki Kapışma Büyük


Rahmi Yağmur -ANF

Moskova - Ortadoğu uzmanı Rus gazeteci Stanislav Tarasov: Türkiye’nin Suriye politikası çöktü. Belki Esad gider ama iktidar rejim taraftarlarının elinde kalır. Rusya ilk kez Ortadoğu’da bu kadar radikal bir politika yürüttü. Ankara Suriye’de Kürtlerin haklarının önüne geçmek istiyor. Sırada İran var, belki ondan sonra Çin…
Ortadoğu uzmanı Rus gazeteci Stanislav Tarasov ile Suriye üzerindeki güç kapışmasını konuştuk. İşte Tarasov’un değerlendirmeleri:

‘’Kim bu ülkeye hâkim olursa Ortadoğu’nun birçok bölgesini kontrol edebilecek. ABD’de Kuzey Afrika’dan Güney Asya’ya kadar uzanan bölgeyi tasarlarken birçok ülke de parçalanıyor. Afganistan’da Belucistan’ın kurulması gündeme geldi. İran’a müdahale gündemdedir. Irak zaten parçalandı. Bu girişimler Güney Kafkasya’ya kadar uzatılmak isteniyor.

Yönetim değişiklikleri yeni mezhep ve etnik çatışmalarına yol açıyor. Bence Batı bizzat Suriye’ye girmeyecek daha çok BM kararlarıyla yaptırımları tercih edebilir. İsrail’in toprak sorunu var, bütün bunlar konuyu daha da karmaşık hale getiriyor. Uzmanlar Suriye ordusunun direnebileceğini söylüyor. Belki de Esad gider ama iktidar rejim taraftarlarının elinde kalır.”


RUSYA ORTADOĞU’DA İLK DEFA BU KADAR RADİKAL POLİTİKA YÜRÜTTÜ


Rusya, Sovyetlerin çözülüşünden bu yana ilk defa bu bölgede jeopolitik sorunlara karşı sert tavrını aldı. Rusya ile Çin’in birlikte hareket ediyor ve BM güvenlik Konseyi karar tasarılarını veto etmelerinin radikal olduğunu ve buradan vaaz geçmeyeceklerini gösterdiler. Bu ülke köprübaşıdır. Rusya bu süreçte Ortadoğu’da yer almak istediğini gösterdi. Çin için bu tartışma bölgede kalma açısından bir zemin oluşturuyordu.

Bu adımdan sonra ikinci adımı İran olacak, bu ülkeden sonra da rakiplerini temizlemeyi sürdürecek. Çin’in İran enerji kaynaklarına bağımlılığı biliniyor. Hatta İran’dan sonra sıra Çine bile gelebilir.

Moskova, Ortadoğu’da yükselen pozisyonunu ifade etmeye çalışıyor. Suriye ile yeni gücünü ve politikalarını deniyor eğer başarılı olursa daha güçlü oyunlar kurabilir. Aynı zamanda İran için de aktif politika yürütüyor. Bunun için Türkiye ile de uzlaşma İran ile ittifak, Kafkasya'ya karşı güç politikası yürütüyor.
Kendini askeri ve ekonomik olarak güçlendiriyor ve daha büyük bir rol oynamaya çalışıyor. Yüksek sınıfta yer alan ülkeler pozisyonlarını doğru belirlemelidir. Entelektüel kaynaklarını doğru kullanmalılar. Rusya salt güvenliğe dayalı dış politika doktrinini değiştirmelidir. Hem merkezi hem de çevre üzerindeki hâkimiyetini korumalıdır.

Bölgesel bir politika yürüterek sorunun diplomatik yollarla çözümünde ısrar ediyor. Bilindiği gibi dış işleri bakanı ve Arap ülkeleri Kahire de bir anlaşmaya vardılar. Bu planına göre anlaşmayı yapan ülkeler Suriye’ye dış müdahaleye izin vermeyecek. Bu durumda Türkiye’nin beklenmedik bir müdahalesi olursa olacaklar konusunda ipucu sağlıyor. Rusya ve Çin’in farklı tepki girişimlerine yol açar. Bu girişimlerin sonuçlarının ne olacağını kestiremez. Bu yüzden şimdi Batı, Rusya ile Çin’in muhalefetine daha yumuşak yaklaşıyor. Bu yumuşama direkt ABD ve Rusya ilişkilerin yansıyor. ABD yolları tıkamadan ortak çözüm arıyor, Rusya ve Çin ile yumuşama arayışında. Bundan dolayı Suriye deki durumun çok farklı yönlere kaymasını beklemek küçük bir ihtimaldir.

TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASI ÇIKMAZA GİRİYOR


Türkiye’nin bir koridor oluşturma ve buraya askeri müdahalede bulunmaktan söz etmesi, bu ülkenin hiç olmazsa bir parçasının kontrolünü ellerine geçirme amacı taşıyor, ama asıl hedef birleşik bir Suriye’yi ortadan kaldırmak.

Uluslararası güçler insanı yardım koridoru oluşturmak isterse Türk askerlerinin buraya girişi güç olur. Türk ordusundan çok BM barış gücüde bu misyonu gerçekleştirebilir. O zaman Türk askerlerinin girişi söz konusu olmaz. Barış gücü burada uzun süre da kalmak zorunda kalabilir.

Kaynayan bir Irak Kürdistan’ı var. Kürtler barış gücünü Irak ile aralarına da çağırabilirler. Yine Türkiye Kürtleri içinde uyarıcı bir duruma dönüşebilir. O zaman barış gücü Türkiye Kürtleri için harekete geçmek zorunda kalabilir. Bu durumda da Türk ordusu manevra gücünü kaybeder. Eğer bu karışıklık sürerse çıkmaza yol açabilir.

Türkiye için Suriye bir talepti ama şimdi bir çıkmaza dönüşmek üzere. Şimdi konuyu İran ile de tartışmaya hazırlanıyor. Bu yüzden durumu yumuşatmaya çalışıyor.

Uluslararası güçler müdahale yöntemleri uzun yıllara da sarkabilir. Ama Şam rejimi hala duruyor ve demokratik reformlardan söz ederek tarihi önemde bir zaman kazandı. Önümüzdeki günlerde bir çok şey netleşecek gibi görünüyor. Rusya, Türkiye ile nötralize olma konusunda bir anlaşma sağlayabilir. Moskova, Türkiye’yi bu darboğazdan kurtarmaya çalışabilir. Bunu öyle bir yapacak ki Türkiye’nin otoritesi sarsılmasın.

ESKİ TÜRKLÜK KONSEPTİ ÇÖKTÜ

İsrail, Türkiye’nin bölgede bir çatışmaya sürüklenmesini istiyor. İsrailli uzmanlar Suriye ordusunun direnebileceğini yazıyor. Tabi Suriye ordusu o kadar basit değil İsrail ile çatışma deneyimi var. Çatışırsa güçleri zayıflar. Zaten demokratikleşme sorunları var. Kürtler kendi haklarını tep ediyor Asuri, Kafkas gruplar bile etnik kimliklerini vurguluyorlar. Eski Türk konsepti çöktü. Çerkezler bile geçmişte Türk derken şimdi Kafkasyalı oldukların vurguluyorlar. Türkiye’nin kendisi için de çok tehlikeli bir durumdur. Şunu söyleyeyim Sovyetlerin çözülüşünden sonra Dünyada çok uluslu olarak ayakta durmayı başaran tek ülke Türkiye’dir.

TÜRKİYE SURİYE’DEKİ KÜRTLERİN HAKLARINI ELDE ETMESİNİ ÖNLEMEYE ÇALIŞIYOR


Şimdi şöyle bir düşünce oluşturuluyor Türkiye ve Esad, Kürt sorununu kendi oyunlarına yerleştirmeye çalışıyorlar ama tabi Kürt sorunun çözümü temel anahtarı Şam’da değil.
Erbil’de modernizm gelişiyor batı tarzında üniversiteler koruyor artık, Kürtleri sadece dağlarda savaşan peşmergeler olarak gören bakış açısı çöktü. Tabi Suriye Kürtlerinin yaşadıkları da diğer Kürt bölgelerine entegre olabilir ama Suriye’de Kürtlerin durumu oyunun parçası.

Eğer Esad, Suriye’deki Kürtlere otonomi tanırsa bu Güney Kürtleri tarafından da desteklenir ve bu Türkiye’yi çok zor duruma sokabilir. Bu yüzden Türkiye bunu önlemeye çalışıyor. Türkiye’nin anayasa değişiklikleri ve diğer adımları bir yönüyle kendi içinde yaşayan Kürtlerin durumunu Suriye ve İran’daki Kürtlerden daha iyi olduğunu göstermeye yöneliktir.”

ANF NEWS AGENCY

Karayılan: Kürtler Ortak Yaşayıp Yaşamamayı Gündemine Almalı

Behdinan - KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Türkiye’nin Suriye’deki Kürt bölgesine yönelik olası bir müdahalesine karşı Kürtlerin direneceğini söyledi. Karayılan, AKP rejiminin “düşmanlık politikasına” karşı Kürtlerin de artık Türkiye devletiyle “ortak yaşayıp yaşamamayı” gündemine koyması gerektiğini vurguladı.

ANF’ye konuşan Karayılan, Suriye etrafında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Karayılan, “Ortadoğu’daki bu alt-üst oluş süreciyle birlikte kendi başımızın çaresine bakma siyasetini gündemimize almak zorundayız” mesajını verdi.

TÜRKİYE SINIRDA TAMPON BÖLGE KURMAK İSTİYOR
* Geçtiğimiz hafta sonunda ANF’ye verdiğiniz bir mülakatta Türk devletinin Suriye Kürtlerin yönelik müdahalesi olursa Kürdistan’ın savaş alanına döneceğini söylediniz. Özellikle Seul’de yapılan Obama-Erdoğan görüşmesi ardından bir saldırının olma ihtimali daha da güçlendiği söylenebilir mi? Türk tarafının başta büyükelçisi olmak üzere tüm bürokratlarını Suriye’den çıkarması gibi gelişmeler bir müdahaleye mi işaret ediyor?
Şimdi açık ki Türkiye, Suriye sürecine müdahale etmek istiyor. Yani en azından Türkiye-Suriye sınırında bir tampon bölge oluşturarak Suriye’nin geleceğinde rol oynamak, ağırlık oluşturmak istemektedir. Fakat sanırım uluslararası güçler ve yine Arap güçleri buna henüz tam olarak evet dememektedirler. Yani Türkiye’nin bekliyor olmasının nedeni budur. 2 Nisan’da İstanbul’da gerçekleşecek olan sözüm ona “Suriye’nin Dostları” adı altındaki toplantıda bunun uygun koşullarını sağlayabilirse, Türkiye’nin sınırda bir tampon bölge oluşturmayı düşündüğü anlaşılıyor.

NEDEN TAMPON BÖLGE?
* Türk devleti neden tampon bölge kurmak istiyor?

Türkiye’nin tampon bölge kurulmasını istemesinde çeşitli amaçları vardır: Türkiye, yeni Suriye’nin şekillenmesinde rol oynamak ve en önemlisi de orada bulunan Kürtlerin Suriye’nin yeni anayasasında resmi bir statü kazanmasının önüne geçmek istiyor. ABD’nin 2003’te Irak’a müdahalesi sürecinde yaşanan tezkere olayında Türkiye ve AKP yöneticileri defalarca bu konuda hayıflandıklarını ve bir fırsatı değerlendirmediklerini belirtmişlerdir. “Biz eğer sürece dahil olsaydık, Kürtler bu kadar inisiyatif kazanmazdı, Irak’ta biz daha etkili olurduk, Kürt Federe Devleti oluşmazdı” diye her fırsatta söylemişlerdir. Şimdi de Suriye’nin yeniden şekillenmesinde daha erkenden müdahale edip etkin olmak ve böylece Kürtlerin orada herhangi bir statü elde etmesinin önüne geçmek istemektedirler. Ancak bunu ne kadar ve nasıl yapar, o ayrı bir tartışma konusu.

SURİYE İLE İLİŞKİMİZİN OLDUĞU İDDİALARI GERÇEKDIŞI
*Türk devleti bir yandan bu belirttiğiniz hazırlıkları yaparken diğer yandan da kendine bir dayanak olarak hareketinizin Suriye ile ilişkileri bulunduğunu dile getiriyor. Suriye devletiyle gerçekten bir ilişkiniz var mı?

Bizim Suriye ile ilişkimizin olduğu yönündeki iddialar tamamen gerçek dışıdır. Burada açıkça söylüyorum; bu, Türkiye’nin oluşturmuş olduğu bir senaryodur. Bizim öyle bir ilişkimiz yoktur. Varsa belgelerini ortaya koysunlar. Nerede bir Suriye yetkilisi ile görülmüşüz. Kaldı ki biz, halk hareketlerinden yana olan bir hareketiz. Yani biz Ortadoğu’da gelişen, diktatörlüklere karşı yükselen halkların özgürlük mücadelesini yeni bir sürecin başlangıcı olarak görüyor ve bu süreçte Kürt halkının da özgürleşeceğine var gücümüzle inanıyoruz. Hareket olarak en temel ilkemiz halkların özgürlüğüdür. Bu açıdan bizim Baas rejimi gibi baskıyla, şiddetle kendini ayakta tutmak isteyen, kendini demokratik reformlara kapatan, Kürt sorununun çözümü konusunda herhangi bir adım atmayan bir devletle ilişki kurmamızın hiçbir mantığı yoktur ve böyle bir ilişki de söz konusu değildir.

PKK’YE İLİŞKİN İDDİALARIN AMACI
* Peki, Türk devleti neden bu gerekçeyi sıkça dile getirme gereği duyuyor?

Böyle bir iddianın ortaya atılmasında tabii Türkiye’nin amaçları vardır: Bir amacı Suriye’yi baskılamak, işte muhtemel “PKK ile ilişki kurabilir” endişesiyle peşinen baskılamaya çalışmaktır. AKP’li bir bakan bir keresinde, “PKK ilişki kurmak istedi de Suriye yönetimi kurmadı” diye bir şey ifade etmişti. Onlar da biliyor ki öyle bir ilişki yok ama kurulabileceğini varsayarak baskılama amacıyla bu kadar propaganda yapıyorlar. Zaten bizzat tehdit de etmişlerdir. “Aramızda ne kadar sorunlar olsa da Kürt sorununu birbirimize karşı kullanmayalım, PKK’den uzak durun” biçiminde çok kesin ültimatomlar vermiş ve açık tehditler yapmış olduklarını biliyoruz. Bu yüzden Suriye de böyle bir ilişkiye açık olmamıştır, biz de açık değiliz.

İkinci amacı, işte uluslararası düzeyde “bakın PKK, Suriye ve İran’ladır, bu mihverde yer almaktadır” söylemini dillendirerek hareketimize karşı ABD’den daha fazla yardım ve destek almayı hedeflemektedir.

Üçüncü amacı olarak, Suriye’ye müdahalede onu da bir gerekçe olarak kullanabileceğini düşündüğü için sürekli bir biçimde PKK’nin Suriye ile ilişki halinde olduğu yönündeki iddiayı ortaya atmaktadırlar.

Koysunlar ortaya, ispatlasınlar, hangi yetkilimizi orada Suriye devleti ile ilişki halinde görmüşler veya Suriye bize hangi yardımı yapmıştır, onu söylesinler? Böyle bir şeyi ortaya koyamazlar, çünkü böyle bir şey yoktur.

* Bu iddialarına bir dayanak olarak da Suriye devlet güçlerinin Kürtlerin gösterilerine saldırmamalarını gösteriyorlar…

Bakınız, Suriye Devleti Hafız Esad döneminde Kürtleri fazla hedeflemezdi; zımni bir uzlaşma vardı. Şimdi Suriye’de bu olayların baş göstermesiyle birlikte Beşar Esad yönetimi de tıpkı Hafız Esad dönemi gibi Kürtlere karşı zımni bir uzlaşma politikasını gütmektedir. Kürt bölgesindeki yürüyüşlere fazla müdahale etmemekte, oradaki mitinglere Humus ve İdlib’te yaptığı gibi şiddetle saldırmamaktadır. Böyle dengeli bir yaklaşım geliştirdi. Tabii Kürtler de buna karşılık direk devleti hedefleyen sert yönelimlere girmedi. Bu, Suriye Devleti’nin sadece bir partiye karşı değil, oradaki tüm Kürtlere karşı geliştirdiği bir taktik yaklaşımdı. Buna karşı Kürtler de benzer bir dengeci taktikle yaklaştılar. Bunun bizimle herhangi bir alakası yoktur. Devletin Kürtlere, Kürtlerin de devlete dönük bir politikasıdır. Aslında bu öteden beri Suriye’de zaman zaman öne çıkan bir politikadır.

Ama son günlerde çatışmalar da oluyor. Şimdiye kadar birçok şehirde ölümler de yaşandı. PKK ile ilişkilendirilen PYD’nin birçok üyesi Suriye devlet güçleri tarafından vurulmuş ve şehit edilmiştir. Onlarca üyesi halen Suriye zindanlarında yatmaktadır. Eğer belirtildiği gibi ilişkiler olsaydı bunlar olur muydu? PYD’nin Gulê Selmo adında bir üyesi bir hafta önce Halep’te Suriye güçleri tarafından şehit edildi; yine Kobani’de 1 PYD üyesi şehit edildi; en son iki gün önce Dırbesiye’de 2 Kürt genci -ki bunlardan birisi PYD üyesi- şehit edildi. Açık ki Kürtlere saldırı yapılmıyor, Kürtlerle Suriye arasında keskin bir çatışma yoktur tezinden hareketle, “PKK ile Suriye’nin ilişkisi var” demek bir saçmalıktır. Kaldı ki Kürtlerle Suriye Devleti arasında belki her tarafa yayılan keskin bir çatışma yok ama sürekli bir gerginlik ve yaşanan birçok çatışma da vardır. Bize göre buradaki Kürt halkının ve siyasetinin hemen öne atılmayıp kendisini hedef yapmaması daha doğru bir siyasettir ve bunu sürdürülmesinde de fayda vardır. Kürtler mücadelesini şiddet dışı, siyasi yollarla sürdürmeli, sivil halk hareketini geliştirerek haklarını aramalıdır. Burada doğru yöntem budur. Ama Kürtler Suriye’nin demokratikleşmesinde ve özerklik hakkının elde edilmesinde gereken her türlü fedakarlığı da gösterebilmelidir. Nitekim öyle de yapıyor.

SURİYE’DE DEMOKRATİK ÖZERKLİK TALEBİNİ DESTEKLİYORUZ
* Batı Kürdistan’da örgütlendiğiniz iddiaları da sürekli gündemde…

Suriye’deki Kürtlerin genel olarak Önderliğimize karşı bir sempatileri vardır ama bizim PKK olarak orada herhangi bir örgütsel yapımız ve çalışmamız yoktur. Biz Suriye Kürtlerini destekleriz; tüm parçalardaki Kürtleri desteklediğimiz gibi elbette ki Batı Kürdistan’daki Kürtlerin de mücadelesini destekleriz. PYD ayrı bir partidir, biz ayrı bir partiyiz. Kaldı ki bizim ilişkimiz sadece PYD ile değil, oradaki diğer Kürt örgütleriyle de vardır. Biz genel olarak Batı Kürdistan’daki Kürtlerin “Demokratik Suriye-Demokratik Özerk Kürdistan” eksenindeki mücadelesini destekliyoruz. Yani bundan hareketle kalkıp bizim orada faaliyet yürüttüğümüzü, Suriye devleti ile ilişki içinde olduğumuzu varsaymak tamamen kasıtlıdır. Türkiye’nin bu yönlü temelsiz iddialarına bazı tarafsız kesimler de kanıyor. Bunun doğru bir tarafı yoktur, hiçbir biçimde doğruluğu söz konusu değildir.

İLKESEL OLARAK MÜDAHALELERE KARŞIYIZ
* Peki, Türkiye Suriye’ye müdahale ederse ve bu müdahale esnasında Kürt bölgesine de girip Kürtlerin köyleri ve alanlarında kontrol sağlamak isterse ne olur? Ayrıca Kürtlere dönük bir girişim olmadan direk Suriye’ye dönük bir müdahale gerçekleşirse Kürtler nasıl bir tutum takınır?

Oradaki Kürt oluşumlarının da açıkladığı gibi Kürtler, Kürdistan parçasına dönük böyle bir müdahaleye karşı direnir. Yani kendi içine müdahale edilmesine karşısında kendisini savunur. Ben bunu daha önce de söyledim. Yoksa biz PKK olarak iki sömürgeci devletin kendi aralarındaki çatışmada herhangi bir biçimde taraf olamayız.

Biz ilkesel olarak müdahalelere karşıyız. Sadece Suriye’de değil, her tarafta müdahalelere karşıyız. Ama kalkıp da silahımızla tüfeğimizle müdahalelerin önünde cephe kuracak da değiliz. Biz müdahalelerin sonuç vermeyeceğini, hele hele Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinin hiç sonuç vermeyeceğini düşünüyoruz ve bu müdahaleye karşıyız. Biz devrimlerin halkların özgücüyle gerçekleşmesinden yanayız. Dışarıdan ihraçla olan her şey sahtedir, gerçekçi olamaz. Gerçek özgürlük ve demokrasiyi de getiremez. Eğer böyle bir müdahale süreci gelişir ve Türk ordusu Kürt bölgesine girer ve oradaki insanları da Kuzey’deki gibi baskı altına almaya çalışırsa oradaki Kürt kardeşlerimizin direneceklerini iyi biliyorum. Ve bizim de onları destekleme amaçlı Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürtler olarak tepki göstereceğimizi, bu temelde Suriye Kürdistanı’na Türk ordusunun girmesi halinde Kuzey’de de her yerde çatışmaların yaygınlaşacağını belirttim de. Benim belirttiklerim bu çerçevededir. Ama Kürt bölgesine girmez, gider Suriye’ye girerse buna Kürtler ilkesel olarak karşı dursa da pratik bir şey yapmaz.

AKP HÜKÜMETİNİN DÜŞMANCA BİR POLİTİKASI VAR

Yalnız burada şunu belirtmek gerekiyor: AKP hükümetinin sadece Suriye’deki Kürtlere dönük değil, tüm Kürtlere dönük bir zayıflatma stratejisi vardır. Bu bir düşmanca politikadır. Dikkat edin; Şimdi Kuzey’e dönük bir saldırı başlatıldı. Her biçimde bir saldırı ile Kürtleri Kuzey’de sindirme ve zayıflatma stratejisi geliştiriliyor. Aynı konsept çerçevesinde Güney Kürdistan’a dönük de bir baskılama ve bir operasyon planlaması var. Belki bunu PKK’ye karşı yapıyorum diyor ama esasen tüm Kürtleri baskılamaya dönük bir girişimdir. Şimdi Batı Kürdistan’a da aynı biçimde el uzatırsa bu ne anlama gelir? Türk devletinin hem Batı, hem Güney, hem de Kuzey Kürdistan’a karşı bir savaş pozisyonuna girmesi anlamına gelir. Bu, Kürtlere karşı bir topyekun savaş demektir. Elbette Kürtler de buna karşı direnecektir.

ARTIK TÜRK DEVLETİ İLE ORTAK YAŞAYIP YAŞAMAYACAĞIMIZA KARAR VERMELİYİZ

AKP’nin şimdi yapmaya çalıştığı budur. İşte, “benim Barzani hareketi ile iyi ilişkilerim var, bunun üzerinden ben dengelerim” yaklaşımı içindedir. Bana göre Barzani de böyle bir şeye vesile olmaz, olmamalıdır; buna tavır alması gerekir. Çünkü AKP’nin bu politikası tüm Kürtleri zayıflatmaya dönük bir politikadır. Suriye’ye el atmasının nedeni Kürtlerin statü kazanmamasını istediği içindir. Çünkü Kuzey’de de herhangi bir statü vermek istememektedir. Bu, nihayetinde Güney Kürdistan’daki statüyü de kuşatma, orayı da zayıflatma hareketidir. Biz, “tüm Kürtlerin bunu doğru görmesi gerekir” diyoruz.

AKP’nin daha önce Suriye muhalefetinin en önemli bir gücü olan Suriye Ulusal Meclisi’yle anayasada Kürtlere yer vermeme temelinde bir anlaşma yaptığı basına yansımıştı. Yani Suriye’de Sünni-Arap şovenizmine dayalı merkeziyetçi bir devlet yapılanmasının gelişmesi için çaba göstermektedir. Türkiye devleti muhalefet içerisinde bu tür eğilimleri etkili kıldığı için dün İstanbul’da gerçekleşen Suriye Meclis Toplantısında Kürt temsilcilerinin tüm ısrarlarına rağmen Suriye toplumunun çoğulcu bir yapıdan oluştuğunu ve Kürtlerin kimlik hakkını tanıyan bir maddeyi kabul etmediler. Zaten Türkiye’nin de istediği buydu. Ama öbür yandan Türkiye sözüm ona PKK karşıtı Kürtlerin bu meclise dahil olmasına da çaba göstermektedir. Fakat meclise dayatmış olduğu perspektif de dar-ulusalcı bir perspektiftir. En son İstanbul’da yaşanan bu durum, Türkiye’nin Kürtler hakkındaki gerçek niyetini en iyi bir biçimde ortaya koyan bir durumdur.

Türk devletinin adeta Osmanlı’nın eski mirası olan Kürdistan bölgelerini bu biçimde hedeflemesi Kürtlere karşı bir düşmanlıktır; biz buna karşı direniriz. İşte Güney’e el atacak, Batı’ya el atacak, Kuzey’i zaten her gün işkence altında tutuyor. Bu biçimde Kürtler de artık kendi başının çaresine bakmak zorundadır. AKP devletinin bu biçimde bir Kürt düşmanlığını pratikleştirmesi karşısında biz Kürtler de artık Türkiye devletiyle ortak yaşayıp yaşamamayı gündemimize koyma ve bu temelde Ortadoğu’daki bu alt-üst oluş süreciyle birlikte kendi başımızın çaresine bakma siyasetini gündemimize almak zorundayız. Biz bunun için Kürt birliğini önemli görüyoruz. Kürtler de artık kendi geleceğini düşünmek zorundadır.

AKP’Lİ BAZI KÜRTLER
* Bazı Kürtlerin AKP’nin politikasının arkasında durduğu nasıl izah edilebilir?

Türk devletinin geliştirdiği strateji, Kürdü statüsüz bırakma ve zayıflatma stratejisidir. Başka bir şey değildir. Bu konuda bazı ihanet etmiş, halkına ve halkının değer yargılarına ters düşmüş, AKP’nin yardakçılığına soyunmuş tiplerin papağan gibi konuşmaları bizim için hiçbir anlam ifade etmez. Kürt toplumu o tür kesimleri dinlememelidir, dinlemeyecektir de. Bu stratejik aşamada Kürtleri zayıflatmaya dönük sürdürülen politikaları doğru görmemiz, doğru deşifre etmemiz gerekiyor. Buna yandaşlık eden işbirlikçi Kürt kesimleri varsa bunları da iyi teşhir etmek ve böylece oynanacak olan oyunu bozmak gerekiyor. Bu, bizim ve Kürdistan’daki tüm demokratik kurum, kuruluş ve yurtsever çevrelerin görevidir. Açık açık halkımızı zayıflatmak isteyen, geleceğimizi bu anlamda ipotek altına almak isteyen, halkımızı statüsüz bırakmak isteyen sömürgeci uygulamalar karşısında mücadele yürütmek her yurtseverin görevidir.

Ama AKP devleti şimdi diyor ki, “biz sadece PKK’ye karşıyız, biz PKK’yi ezeceğiz, Kürtler de kardeşimizdir.” Bu nasıl kardeşliktir? PKK de Kürt’tür. Bu bir safsata; “PKK’ye karşıyız” adı altında aslında tüm Kürtleri güçsüzleştirme politikası sürdürülmektedir. Bu kesinlikle böyledir. Önemli olan bunun herkes tarafından görülmesidir.

TAMPON BÖLGE KARŞISINDA KÜRTLERİN TAVRI

Eğer Türkiye’nin Suriye’de oluşturmak istediği Tampon Bölge, Kürt bölgelerine kayarsa ve oradaki Kürt halkını denetim altına almaya çalışırsa Kürtlerin de buna karşı tavır alması gerekir diye düşünüyorum. Yani o zaman oradaki kardeşlerimizi desteklemek, her Kürdün görevi haline gelir. Bu konuda en başta durumu tayin edecek olan bizzat Batı Kürdistanlı örgütlerin kendileridir. Biz Batı Kürdistan’da halkımızın kimsenin oyuna gelmemesi gerektiğini belirtmek istiyoruz. Özellikle en son, iki gün önce Dırbesiye’de yaşanan ve 2 Kürt gencinin devlet güçleri tarafından katledilmesine yol açan olayın bir provokasyon olduğu anlaşılıyor. Ben, bu olayda şehit düşen iki değerli gencimiz Kemal Ehmed ile Ciwan Kutnê’nin Suriye rejiminin güçleri tarafından pusuda alçakça katledilmelerinden dolayı ailelerine ve tüm Batı Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Onların anıları özgürlük mücadelesinde yaşatılacaktır. Kürt halkının Batı Kürdistan’da oyuna gelmemesi gerektiğini, bu tür provokasyonlara karşı uyanık olması ve kendini savunabilmesi gerektiğini önemle vurgulamak istiyorum.

DEMOKRATİK SURİYE, ÖZERK KÜRDİSTAN

Bu olay da bir kez daha gösterdi ki Batı Kürdistan’da Kürtler kendi birliğini mutlak surette kurmalıdır. Ayrıca İstanbul’daki Suriye Ulusal Meclis Toplantısı’nda Kürt haklarını resmi kabul eden bir maddeye yer verilmemesi gerçeği de olmazsa olmaz bir biçimde Kürt birliğinin kurulmasını dayatmaktadır. Sanırım şimdi tartışıyorlar. Bu tartışmanın mutlaka güçlü bir birlikle sonuçlanmasını diliyorum. Eğer birliği istenilen düzeyde sağlamazlarsa, bu, oradaki Kürtlerin pozisyonunu ciddi anlamda zayıflatacaktır. Bu açıdan biz sadece bir partinin değil, oradaki tüm halkımızın birliğinden yana tavır geliştirmek durumundayız. Özellikle halkımızın orada “Demokratik Suriye” ekseninde “Özerklik” hakkını elde etmesi doğrultusundaki mücadelesini destekliyoruz.

Biz her yerde halkların özgürlük mücadelesinin yanındayız. Aynı biçimde demokratik bir Suriye kurmaya dönük Suriye halkının yürüttüğü mücadelenin de yanındayız. Artık diktatör rejimlerin dönemi geçmiştir. Hiçbir iktidar baskı ve şiddetle varlığını sürdüremez. Bunu Suriye rejimi de anlamalı, muhalefet de Kürt halk gerçekliğini görmelidir. Bu temelde sorunun demokratik dönüşümle çözülmesi gerektiğini tarafların görmesi her şeyden evladır.

Bu kapsamda BM’nin Kofi Annan öncülüğünde geliştirdiği girişimi dikkatle izlemek gerekiyor. Suriye’deki mevcut çatışmalı sürecin önüne bu türden bir diyalog süreciyle geçilirse bundan bütün taraflar ve Suriye halkı istifade edecektir. Ama yok, dış müdahaleler ve şiddetle sonuç alınmak istenirse mevcut var olan çatışmalı durum ve iç savaşın Suriye’de derinleşeceği ve bu biçimde de çok fazla sayıda can kaybına yol açılacağı şimdiden görülmektedir. Bütün bu durumlar karşısında Kürt halkı bize göre o parçada şiddetle değil siyasi yöntemlerle mücadelesini sürdürmeli, demokratik Suriye’yi eksen alan mücadele esprisiyle yaklaşmalı, erken öne atılmamalı, haklı davasını siyasi yöntemlerle savunmayı esas almalı ama kendisine karşı saldırının geliştiği vakit de silah dahil her biçimde kendisini savunabilmelidir; bunun için gerekli örgütsel hazırlıklarını yaparak Suriye’nin demokratikleşmesinde ve kendi değer yargılarını savunmada etkin bir rol üslenmelidir diye düşünüyoruz.

SİVİL CUMA
* BDP Amed Milletvekili Altan Tan’ın sormuş olduğu soruya, Bakan Bekir Bozdağ’ın vermiş olduğu yanıtla camilerde Kürtçe vaaz verilmesinin önünün açılabileceği belirtiliyor. Siz verilecek böyle bir kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet. Kürt yurtsever-dindar çevreler bir yıldan bu yana camilerde değil, dışarıda meydanlarda namaz kılarak “Devletsiz-Sivil Cuma Namazları” adı altında bir tavır geliştirmiş bulunuyor. Biz hareket olarak Kürdistanlı yurtsever dindarların bu tutumunu takdirle karşıladık. Bu tutum, gerçekten de çok anlamlı ve çok değerli bir tutumdur.

Bilebildiğim kadarıyla Kürdistanlı yurtsever dindarların bu sivil Cuma hareketini geliştirmelerinin birkaç belli başlı nedeni vardı: En temel nedenlerinden birisi camilerde dayatılan asimilasyoncu devlet politikasıydı. Yani vaazları da Türkçe vererek din yoluyla da halkımızı asimile eden, Kürt halkının ve Kürt dilinin varlığını yok sayan, Kürtleri yadsıyan tutuma karşı bir tavır idi. Eğer şimdi bu konuda devlet geri adım atıyorsa bu iyi bir şey. Yani Kürdistan’da geliştirilen topyekun savaşa rağmen, bu konuda böyle bir durum varsa bana göre Kürt yurtsever dindar çevreleri bunu değerlendirebilirler. Eğer gerçekten Kürdistan’daki camilerde vaazlar Kürtçe verilir, asimilasyoncu yaklaşım zorla dayatılmazsa bunu Kürt dindarları da değerlendirebilirler. Onların alacağı her türlü karara biz her zaman saygı duymuşuzdur, şimdi de saygı duyarız.

Özellikle bir toplumun doğal dilini sahiplenme, İslam dininin en temel gereklerinden birisidir. Mümin bir Müslüman’ın Allah’ın verdiği diline sahip çıkması, onu her yerde ne pahasına olursa olsun sahiplenmesi dürüstlüğün ve inancına samimiyetin bir ilkesidir. Kürdistanlı yurtsever dindarlar da bunu yaptılar. Gerçekten de kışın kara ve soğuğa, yazın kırk derecenin üzerindeki sıcağa rağmen meydanlarda namaz kılarak bunu gösterdiler. Bu çok saygın bir tutumdur. Eğer şimdi bu konuda böyle bir durum varsa tabii ki kendileri yeniden değerlendirebilirler. Türk devleti bir taraftan Kürtleri sindirmek ve özgürlük hareketini yok etmek için yeni bir konsept geliştirirken, öbür taraftan da dindar kesimleri teskin etmek için böyle bir adım atmış olabilir. Böyle bir adımla mutlaka amaçladıkları vardır. Bunu bilerek yaklaşmak ve buna göre değerlendirmek gerekiyor.

DİNDAR TÜM KESİMLERİ ETKİLEMEK İSTİYORLAR
* Bu girişimi, AKP’nin yeni bir oyunu olarak görmek mümkün mü?

Evet, onlar bununla tüm dindar kesimleri etkilemek isteyeceklerdir ama yurtsever dindarlar da elde edilmiş olan bu sonuçları doğru değerlendirerek, öyle sömürgeciliğin etkisine girme değil, tersine mücadeleyi daha ileri bir aşamaya taşımada değerlendirebilirler. Yani camilerde yurtseverliği yayma, Kürtçe vaaz verme suretiyle camileri asimilasyon sahası olmaktan çıkarabilirler. Bilindiği gibi günümüzde her sahada sömürgecilikle özgürlük hareketinin karşılıklı bir mücadelesi vardır. Her cephede onlar bizi ve halkımızı zayıflatmak istemektedirler. Kürt siyasetini, Kürt sosyalitesini, Kürt kültür çevresini, Kürt yazar-çizer çevresini, Kürt dindar çevresini zayıflatmak, güdümlerine almak istemektedirler. Bakınız, Kürt basın-yayın çevrelerini nasıl hedefleyerek, yöneldiler. En son Özgür Gündem Gazetesi’ni de kapattılar. Amaç tahakküm kurmaktır. Aynı biçimde Kürdistanlı yurtsever dindarlar üzerinde de bir baskı ve tahakküm kurma amacı vardır. Kendi zeminine çekerek, etkilemeye çalışma hedefi vardır.

ASKERE GİTMEYİN, KÜRTÇE KONUŞUN
* Son olarak belirtecekleriniz nelerdir?

Son olarak; Kürtler her yerde kendi dinine bağlı kalmalı ve inancıyla, ulusal değerleriyle, sosyalitesiyle kendisini savunabilmelidir. Bunun için diyoruz ki, Kürtler devletin zorla dayattığı Türkçe dilini konuşmak yerine her yerde Kürtçe konuşmalıdır. Biz Türkçeye karşı değiliz, tersine biz halkların ve kültürlerin kardeşliğinden yanayız. Ama mademki devlet bir sömürgeci politika gereği bize bunu dayatıyorsa o zaman biz Kürtçe konuşmalıyız. Bu bir kere her yerde bir yurtseverlik tutumu olmalıdır. Hiçbir yerde, hiç kimse başka dil konuşmamalı, kendi anadilini konuşmalıdır. Artık biz devletle bu biçimde yürüyemeyeceğimizi daha değişik yaşam alanlarında da göstermeliyiz.

Dil konusunda göstereceğimiz gibi, aynı zamanda gençlerimizin de artık askere gitmemesi gerekmektedir. Bu önemli bir husustur. Kimse askere gitmemelidir. Zaten gidenlerin bir kısmı bir biçimde vuruluyor, ardından “intihar etti” deniliyor. Diğerleri ise Kürdistan’a düzenlenip, gerillayla karşı karşıya getiriliyorlar. Yani Kürt halkının gençleri bu aşamada artık askere gitmemelidir.

Kısaca halkımız bugün önemli bir mücadele sürecine girmiştir. Önümüzdeki 1-2 yıl halkımızın geleceğini belirleyecek olan bir süreçtir. Bu süreçte tüm yurtsever Kürtler kendi yurtseverliklerinde ısrar etmeli, onun gereklerini yerine getirmelidir. Kimse askere gitmemeli, kimse Türkçe konuşmamalı, vergi vermemelidir. Artık sömürgeciliği işleten değil, en azından sivil itaatsizlik yöntemleriyle sömürgeciliği tıkatan bir tutumu geliştirmek gerekiyor. Halk olarak Kürt toplumu artık bunu yapmalıdır. Eğer gerçekten bu sorunun çözülmesi ve artık Kürtlerin de kendi doğal-ulusal haklarına kavuşmasını isteniyorsa, hem Kürt halkı hem de Kürtlerin dostu durumunda olan Türkiye’deki demokratik çevrelerin, bu dönemde daha fazla fedakarlık yapmaları ve AKP rejiminin Kürdistan’daki uygulamalarına karşı mücadelesini her biçimde yükseltmeleri gerekmektedir.

ANF NEWS AGENCY

İspanya’da Büyük Genel Grev Başladı

MADRİD - Ekonomik krizle boğuşan İspanya’da hükümetin iş reformunu protesto eden işçiler genel greve gitti.

Karayolu, demiryolu ve hava ulaşımı grevden etkilenirken iç hat seferleri ve Avrupa kentlerine yapılan uçuşların çoğu iptal edildi. Hükümetle sendikalar arasında yapılan anlaşma uyarınca yerel tren ve otobüs seferlerinin en az üçte biri yapılmıyor; yurt içi uçak seferlerinden her 10 uçuştan biri, Avrupa seferlerinin ise her 5 uçuştan biri durmuş vaziyette.

Greve, kamu alanı dışında, Renault, SEAT, Volkswagen ve Ford araç üretim fabrikalarının çalışanları da katılıyor. Yerel düzeydeki basın da greve destek veriyor. Andalusia ve Katalan tv kanalları da destek amaçlı yayınlarını durdurdu.

İspanya hükümeti, Şubat ayında kabul edilen sayıları 5 milyonu bulan işsizlerin sorununa çözümü hedefleyen yasaya dayanarak, yarın büyük kısıtlama paketini açıklayacak. Hükümetin iş reformunu “demokrasi tarihinde işçiye karşı alınan en agresif kararlar” olarak tanımlayan ülkenin iki büyük sendikası CCOO ile UGT, halkın geleceğini yok eden bu düzenlemeye geçit vermeyeceklerini söylüyor.

CCOO sendikasının lideri Ignacio Fernandez Toxo, grevin İspanya'daki işçi-işveren ilişkilerinde yapılan gaddarca değişikliğe bir yanıt olduğunu belirterek, hükümetin yapmak istediği reformda işçilerin işten atılmasını kolaylaştırarak ucuz hale getiren düzenlemeye dikkat çekti.

Şubat ayında kabul edilen yasa, halen çalışılan her yıl için 45 gün temel alınarak hesaplanan kıdem tazminatı ödemesini 33 günle sınırlıyor. Sağcı Başbakan Mariano Rajoy hükümeti, yapılan değişikliklerin iş hayatı ve işçiler açısından daha esnek bir sistem yaratacağında ısrarlı. Avrupa Birliği içinde en yüksek işsizlik oranına sahip olan İspanya, bütçe açığını azaltması ve kamu harcamalarını kontrol altına alması için baskı altında.

Bugünkü genel grev hükümet için ilk ciddi sınav olarak görülüyor. Sendikalar bugünkü grevi ilk ciddi uyarı olarak tanımlıyor. Katılımın sendikaların beklediği oranda olması durumunda, önümüzdeki günlerde daha büyük eylemlerin gündeme gelmesi kaçınılmaz görünüyor. 


İspanya'da hükümetin çıkardığı iş reformuna karşı genel ülkenin iki büyük sendikası CC.OO. ve UGT'nin çağrısı üzerine yapılan genel greve katılımın yüzde 97'ye ulaştığı bildirildi. Greve katılımın endüstri ve inşaat sektörlerinde etkili olduğu bildirildi.

Sendikaların yaptıkları açıklamada genel greve en az katılımın yüzde 57 ile kamu sektörü ve yüzde 40 ile özel sağlık ve bankacılık sektörlerinde olduğu kaydedildi.

Ulaşım sektöründe greve katılanların oranının yüzde 90'a ulaştığı ve genel anlamda ülke çapında yüzde 77 oranında bir katılımdan söz edilebileceği ifade edildi.

Bu arada hükümet kanadından yapılan açıklamalarda ise genel grevin "normal ve sakin" geçtiği iddia etti.

Öte yandan bugünkü genel grevde 174 kişinin gözaltına alındığı, 58'i polis 104 kişinin yaralandığı bildirildi. Katalonya, Bask ve Valencia bölgelerinde polis ile grevciler arasında çatışmaların yaşandığı belirtildi. 


ANF NEWS AGENCY

Kremlin’in Nasıl Bir Yol İzleyecek

Moskova - Rus jeopolitiğinin önemli mimarlarından Aleksandr Dugin, Rusya Federasyonunu; devlet tarihi olmayan “sınırları tesadüfî, kültürel eğilim noktaları bulanık, siyasal sistemi sallantılı ve müphem, etnik haritası çeşitli, ekonomik yapısı bölük pörçük ve kısmen çürümüş” bir yapı olarak değerlendirmişti.

Ünlü jeopolitikçi siyasi yapıyı istikrarsız ve geçiş sürecinin ürünü olarak tanımlaması şaşırtıcı değildi şaşırtıcı olan bunun bugüne kadar sarkması ve bir rejime dönüşmesidir. Bu, seçim sürecinde (Doğu’daki ayaklanmaların da etkisiyle) siyasi karışıklıkların gerçek nedenini teşkil ediyor.

Kendisine “imparatorluğun toparlanması stratejisinin mimarı ve kaçınılmaz lideri'' olarak gören Putin demokrasiyi uygulanması zorunlu bir rejim olarak değerlendirmiyor ve var olan durumu aslında Rusya için yeterli buluyordu. Ama bu ülkedeki aşırı merkeziyetçiliğe ilişkin eleştirilerden çok bunun aşılmasının önündeki engelleri tartışmak daha yararlı olabilir.

BATI RUSYA’DA DEVRİM İSTEMİYOR

Muhalefetin politik sistemin reformasyonu için başlattığı kampanya kremlin aristokrasini değiştirebilecek kadar büyük gösterilere dönüşmedi. Bunun için ilk genel yargılar gösterilerdeki aktif kitlenin milliyetçi kesimlerden oluşması ve bunun taşradaki kitleleri ürküttüğüdür. Ama büyük gösterilerin bazılarının komünist parti tarafından düzenlendiğini unutmamak gerekir. Sonuç olarak bunlar rejimi değiştirecek kadar büyük politik hareketler değildi.
Ama yine de politik sistemin anti demokratik yapısını deşifre etmesi, meşruiyetini tartışmaya açması ve yöneticilerin istedikleri her şeyi yapamayacaklarını anlamaları açısından önemliydi. Artık Kremlinin kusurlarını listelemekten çok muhalefettin gerçek yapısını analiz etmek çıkış açısından daha çözümleyicidir. Herkes muhalefetin olgun ve yeterli bir çizgiden ve liderden yoksun olduğu konusunda hem fikir. Ancak Rusya halkının ana gövdesinin neden rejimin demokratikleşmesi için daha fazla çaba göstermediğine ilişkin gerçekçi tespitlerden kaçınılmaktadır. Tabi ki Rus halkı örgütsüz ve güçlü siyasi partilerden yoksundur.
Yine rüşvet, yolsuzluklar ve gelir adaletsizliklerinden büyük rahatsızlık duyuyor. Ancak kitlelerin temel istediği batılıların ve liberal demokratların iddia ettiği gibi özel mülkiyetin kurumlaştırılması ve bunun bireye dayanması değil, sosyalist deneyimin adil bölüşüm sürecidir .
Halk sosyalizmin aşırı disiplinci üretim biçimi ve demokratik olmayan uygulamalarından rahatsızdı ama ne kadar adil ve yaşam güvenceleri sunduğunu unutmadı. Sistem sosyalizme ilişkin pozitif toplumsal hafızayı silmeye yönelik çabaları da tam sonuç vermemiştir. Tam bu nokta ülkedeki örgütlü elitist muhalefet ile batının kitleleri Kremlindeki aristokrat sınıfı değiştirmek için kışkırttığını yönelik genel belirlemelerin tam olarak doğru olmadığını belirtmekte yarar var. Batı muhalefetin niteliğini ve potansiyel düzeyini analiz ediyor. Olası bir halk hareketinin kolaylıkla (ve aslında potansiyel olarak) sosyalist devrime dönüşme risklerini görüyor. Zaten ana muhalefette Komünist partisi duruyorken bunu anlamak için kâhin olmaya gerek yok.

Evet, hala Sibirya’daki enerji kaynaklarına ağzı sulanarak bakıyor, bu büyük jeopolitik gücün bölünerek yönetilmesi gibi rüyaları ya da Rus ulusal sermayesini ele geçirilmesi gibi fantezilerini koruyor. Ama halkın bu sosyo- politik arayışları ona ürkütücü geliyor. Bu ülkeye düzenli yatırımları her yıl (% 8 oranında) artıyor, Rusya gibi stratejik ve jeopolitik bir “canavarı” Avrupa’dan uzaklaştırıp sakinleştirmişken rastgele kurcalamak istemedi.

DEĞİŞİMMİ BASKIMI?


Putin oyların % 64 alarak iktidarını sürdürdü. Seçim alanlarından basına yansıyan ilk bilgilerden (ve bizzat yeni devlet başkanın da itiraflarından) anlaşıldığı kadarıyla yüzdeliğin bir kısmı seçim hilelerinin sonuçlarını ifade ediyor.

Örneğin Çeçenistan'ın bir bölgesinde seçmen sayısının 1389 olduğu halde Putin'e verilen oyların sayısının 1482 olması gibi. Tabi bu sadece seçimlerin meşruluğunu tartışanlar için değil komedyenler için de işe yarayabilir. Sistemin yasallaşmasını savununlar tamda bundan söz ediyordu.

Şimdi önemli olan kremlinin nasıl bir tavır alacağıdır. İki ana yaklaşım gözleniyor. Biri Medvedev’in sistemin demokratikleşmesine ilişkin reformlar konusunda yaptığı açıklama ve girişimler; diğeri Putin’nin muhalefete yönelik Kriminal iddiaları. (Provokasyon söylentileri kendisine yönelik suikast iddiaları), basın üzerindeki aşırı kontrol (internet üzerindeki sansür) ve Kafkasya’daki askeri operasyonlar. Bunlar demokratik güçler için yıkıcı girişimlere dönüşebilir. Kremlin zaferi onu eleştiren muhalefete karşı bir intikam sürecine mi dönüştürecek yoksa ülkeyi genel bir yeniden inşa ve demokratikleştirme yoluna mı sokacak?

Tabiî ki bu sorun artık bir kişinin gitmesi veya kalmasıyla ilgili bir sorun; değil ülkedeki politik sistemin tümden değişmesiyle ilgili bir durumdur. Bu süreç yerel yönetimler ve siyasi partilerin kuruluşuyla ilgili küçük reformlarla aşılamaz; Anayasanın tümden değiştirilerek sistemin resmi, demokratik ve efektif bir hale getirilmesinden söz ediliyor. Yani Rusya’nın yeniden inşa edilmesinden. Aksi takdirde Rus halkı politize olma sürecini yaşıyor ve belli bir olgunlaşma döneminden sonra kendi arayışlarının isteklerinin önderlerini ortaya çıkaracaktır.

ANF NEWS AGENCY

Karayılan: 'Özgür Bir Geleceği Yaratmak İçin Direneceğiz'

Yeni stratejinin tasfiye ve yok etme stratejisi olduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ‘’Direnerek başarı kazanma ve zaferi elde etme koşulları bugün her zamankinden daha fazla vardır. Biz, özgür bir geleceği yaratmak için direneceğiz“ dedi. 

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan,  Türk devleti tarafından Kürdistan’ın boydan boya bir savaş alanına dönüştürüldüğünü ve her tarafta gerillalara yönelik bir saldırının olduğunu söyledi. AKP öncülüğünde geliştirilen bu savaşa direneceklerini belirten Karayılan, „Yeni strateji, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme ve yok etme stratejisidir. Fakat biz özgür bir geleceği yaratmak için direneceğiz. Türk devletinin AKP öncülüğünde halkımıza karşı geliştirdiği bu faşizan uygulamalara ve bu sömürgeciliğe karşı direneceğiz ve kazanacağız.“ dedi.

Son siyasi gelişmeleri değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Fırat Haber Ajansı’nın sorularını  yanıtladı:

AKP’nin Öcalan üzerinde uyguladığı tecrit 246. gününe girerken bu tecridi protesto amaçlı başlatılan açlık grevleri ise devam ediyor. Bu konuda bir mesajınız olacak mı?

 Önderliğimize karşı geliştirilen ağırlaştırılmış tecrit özünde bir işkence uygulamasıdır. Bu, tüm Kürt halkına karşı geliştirilmiş bir tecrit ve Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı alınmış bir tavırdır. Önderliğimiz orada bir irade mücadelesi ve savaşımı vermektedir.

Taviz almak için her türlü ahlaki, insani ve hukuki normu çiğneyerek İmralı’da en alçakça yöntemlerle yapılan uygulamalar, AKP’nin gerçek niyetini ortaya koymaktadır. İmralı, AKP’nin hukuka ne kadar bağlı olduğunu, demokrasiye ve Kürt halkına nasıl yaklaştığını açığa vuran en iyi alandır. AKP rejimi İmralı’daki uygulamalarıyla hem ulusal hem de uluslararası yasaları çiğnemekte, ahlaki kuralları ayaklar altına almaktadır. Koskoca bir devlet 8 aydan bu yana her hafta iki kere yalan söylemektedir.

Buna karşı ülke içinde, cezaevlerinde ve ülke dışında geliştirilen açlık grevleri tabii ki çok önemli ve anlamlıdır. Basına yansıdığı kadarıyla cezaevlerindeki açlık grevlerine katılım bini aşmış ve ileride daha da artacağı belirtiliyor. Yine bir Avrupa başkenti sayılan Strasburg’da geliştirilen açlık grevinin kararlıca sürdürülmesi de var. Bütün bu eylemler, Newroz direnişi ile birlikte ele alındığında halkımızın ve kadrolarımızın Önderlik konusundaki kesin kararlılığını ortaya koymaktadır. Her alanda Kürt halkının direnişi ve Önderliğine sahip çıkması giderek gelişecek ve yaygınlık kazanacaktır.

Esas olarak AKP sömürgeciliği Önder Apo üzerindeki tecridi kanıksatmak istemektedir. Sanki tecrit bir savaş ilanı değilmiş ve normalmiş gibi davranmakta ve bunu böyle yansıtmak istemektedir. Biz asla ve asla bunu kabul edemeyiz ve buna karşı sessiz kalamayız. Hiçbir yurtsever, dürüst ve onurlu Kürt insanı da Önder Apo’ya karşı İmralı’da uygulanan bu insanlık dışı yöntemlere karşı sessiz kalmamalıdır. Herkes öncelikle bu insanlık dışı uygulamalara, bu işkenceye karşı çıkarak, demokratik-ulusal tutumunu ortaya koymak durumundadır.

Aylardır Önderliğimizden bir haber alamıyoruz. Bir halk kendi Önderliğine sahip çıkamazsa geleceğine de sahip çıkamaz ve geleceğini kaybeder. Bu açıdan tüm yurtsever kurum ve kuruluşlar, yine barıştan yana olan tüm demokratik çevreler, Türk devletinin İmralı’da geliştirdiği bu alçakça savaş anlayışına karşı tutum geliştirmeli ve ancak buna karşı mücadele vererek savaşın ve faşizmin geriletilmesinin mümkün olacağını bilmelidir.

AKP’nin “yeni stratejisi” Türk basınında yoğunca işlendi. Üzerinde bunca tartışma yürütülen ve yeni olarak sunulan bu stratejiyi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yeni strateji, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme ve yok etme stratejisidir. Şimdi basında birçok yorumcu bu stratejinin ‘90’lara dönüş olduğunu belirtiyor. Bu, ana hatlarıyla doğru bir tespittir ama şimdi AKP Hükümeti’nin Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı geliştirdiği saldırı daha kapsamlıdır. Yani ‘90’ları aşan düzeyde bir konsept söz konusudur. ‘90’ların her önüne geleni öldürme gibi yanlışlarını tekrar etmemeye dikkat eden, yeri geldiğinde yöntemine göre tasfiye edip öldüren ancak daha çok her önüne geleni tutuklayan veya bir biçimde etkisizleştiren, halkın dini duygularını ve yoksulluğunu istismar eden, Kürt toplumsal yapısıyla oynamaya çalışan bir iç ihanet tabakasını oluşturmayı hedefleyen, derin bir psikolojik savaş eşliğinde yürütülen bir yok etme konsepti geliştirilmektedir. Kürdistan’da toplumsal dokularla oynamaya, toplumu tahrip etmeye dönük derinleştirilmiş yöntemlerle sonuç almayı hedeflemektedir. Bu açıdan yaklaşıldığında ‘90’lar sürecinden çok daha kapsamlıdır. Zaten daha kapsamlılaştırdıkları için kendilerince ‘90’ların bir tekrarı değil, bu kez başarı getirecek bir konsept olduğunu iddia ediyorlar. Bunun nedeni daha kapsamlılaştırılmış olmasıdır.

İşte “PKK’ye karşı savaş, uzantılarıyla da görüşme yap” biçimindeki çok çelişkili, uygulaması imkansız bir yaklaşımla sonuç alınamayacağını AKP’liler kendileri de biliyorlar. Aslında burada bir çözüm niyeti yoktur, bir tasfiye konsepti vardır; Kürtleri bir bütün olarak zayıflatma stratejisi sözkonusudur. Herkes bilir ki PKK ile Kürt halkını birbirinden ayırmak, yine PKK ile çeşitli biçimlerde oluşan Kürt yapılanmalarını ayrı ele almak mümkün değildir. Yine Kürt siyasetinde Önder Apo’yu tecrit altına alıp, sorunu çözmeye kalkışmak hiç mümkün değildir.

Her şeyden önce Önder Apo ağır bir tecrit altında iken hangi Kürt siyasetçisi ya da devrimcisi gidip de Türk devletiyle müzakere yapabilir ki? Bunu hiç kimse kabul edemez ve hiç kimse göze alamaz. Bu mümkün müdür? Bu mümkün değildir. Burada aslında yapılmak istenen şey Kürt cephesinde parçalanma yaratmaktır. Bu çerçevede, “PKK ile savaş, BDP ile görüşme yap” aslında PKK ile BDP arasına nifak tohumlarını ekmeye dönük bir çabadır. Yine, sözüm ona PKK’nin silahsızlandırılması süreci çerçevesinde Güney Kürdistan liderliği Barzani’ye rol biçmek, aslında Güney Kürdistan ile PKK arasında çelişki ve çatışma yaratmaya dönük kurnazca ve sinsice bir politikadır. Ben ne BDP’nin ne de KDP’nin böyle bir oyuna geleceğini düşünmüyorum.

Burada esas olan Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme politikasıdır. Hiçbir yurtsever Kürdistanlı buna alet olamaz. Biz hangi kurumların görüşme ve müzakere süreciyle mükellef olduğunu şimdiye kadar defalarca ortaya koyduk. Evet, BDP de bir aktördür ama İmralı’da tecrit varken, gerilla üzerinde imha savaşı geliştirilirken, BDP’yi aktör olmaktan çıkarma durumu zaten gerçekleşmiş anlamına gelmektedir. Yani sen Kürtlerin bir tarafını vuracaksın, diğer tarafını da diyalogda tutacaksın. Bu mümkün müdür? Bu aslında “bir tarafını vuracağım, teslim olmaya gelenleri de teslim alacağım” demektir. Bu sinsice politikayı her Kürdün ve her siyasetçinin kolayca anlayacağı açık ortadadır.

 Peki, esas gerçeklik nedir?

Esas gerçeklik pratikte yürütülenlere bakılırsa görülür. Pratikteki şeyler nedir? Birincisi, İmralı’da her türlü hukuk ve ahlaki değer yargısını ayaklar altına alan bir ağırlaştırılmış tecrit ve işkence sistemi vardır.

Newroz’da şiddeti gündemleştiren, her iki taraftan birer insanın yaşamını yitirmesine, beş yüz insanımızın yaralanmasına ve yüzlerce kişinin de tutuklanmasına yol açan o şiddet sürecini dayatan AKP’nin kendisidir. Bu kararların en üst düzeyde bizzat Erdoğan tarafından alındığı da açıkça anlaşılmıştır. Newroz’un barış içerisinde kutlanmasını istemediler. Kürt halkını bu vesileyle deyim yerindeyse biraz okşama, biraz sindirme ve bastırmayı çıkarlarına daha uygun gördüler. Çünkü gündemde bir imha konsepti var. Bunun için böyle yaklaşıyorlar ama halkımızın büyük direnişi onlara gereken cevabı verdi.

Bununla birlikte Newroz’la paralel olarak Cudi’de, Hizan’da, Dersim’de ve Çelê’de gerillaya dönük gerçekleştirilen saldırılarla Kürdistan boydan boya bir savaş alanına dönüştürüldü. Şu anda Kürdistan’da boydan boya bir savaş vardır ve her tarafta bir hareketlilik ve güçlerimize karşı saldırı durumu söz konusudur.

Ondan sonra Kürt siyasetinde en yaşlı, en olgun, en barışçıl, hayatı boyunca barış için mücadele etmiş, bu sorunun barışçıl yöntemlerle çözümü için çaba göstermiş olan bir siyasetçi olan Ahmet Türk’e bizzat devlet mensuplarının planlı tertiplemesi sonucu ikinci kez, örgütlü bir biçimde vurulan yumruğu biz unutamayız. Bu yumruk Kürt halkının iradesine vurulmuş bir yumruktur. 

Kürdistan’da bu kadar katliam oldu. Roboskî Katliamı’nın üzerinden üç ay geçti. Failleri açığa çıkarıldı mı? Hayır. 28 Mart 2006’da Amed merkezinde 13 insanımız şehit düşürülmedi mi? Edildi. Peki, bunları gerçek kurşunlarla şehit eden polisler hiç yargılandılar mı? Hayır. Peki, buradaki 13 can, can değil miydi? Kaldı ki bunların yedisi çocuktu, birisi 78 yaşındaki bir ihtiyardı. Yine Uğur Kaymaz’ı babasıyla birlikte vuranlar ceza aldılar mı? Hayır. Ceylan Önkol’u katledenler yargılandı mı? Hayır. Şerzan Kurt’u da polis açıkça vurdu. Vuran polis ceza aldı mı? Hayır. Bunun gibi onlarca örnek var. Yani bu devlet, “istediğim vakit Kürtleri öldürürüm, istediğim vakit izin veririm, istediğim vakit vermem, onların bayram gününü bile ben tayin ederim, her şeyini ben veririm” diyerek bu tarzda ayrımcı, bu tarzda efendi-köle ilişkisi temelinde tepeden bakan bir yaklaşımla Kürtleri idare etmek istiyor. Fakat biz Kürtler artık bunu kabul edemeyiz ve etmiyoruz. Hiçbir zaman Roboskî Katliamı’nı unutamayız. Hiçbir zaman AKP’nin Van’da gerçekleştirdiği ayrımcı siyaseti, Van’ı boşaltmak için yaptığı alçakça uygulamalarını unutamayız. Biz İmralı’daki işkence sistemini hazmedemeyiz. Mesela en son, bir Kürt gazetesi olan Özgür Gündem’in bir ay kapatılması var. Bu ne demektir? Gazetenin iflası sağlamak demektir. O kadar çalışanı var, bir ay boyunca gazete çıkmazsa ne olur? İflas eder. Geçmişte bu gazetenin onlarca çalışanının katledildiğini herkes biliyor. Şimdi de tüm çalışanları içeride olmasına rağmen yayın hakkına son verilmek isteniyor. Yani bu, ‘90’lara dönmenin de ötesinde bir uygulama değil midir?

Açık ki, tüm topluma dönük kapsamlı bir sindirme hareketi geliştirilerek topyekün savaşla sonuç almak istemektedirler. AKP Hükümeti uzun bir süreden beri bunun için hazırlık yapmaktadır. Bunun için hem diplomatik ilişkilerini yoğunlaştırmış, hem de toplumu da böyle bir sürece hazırlamaya çalışmaktadır. Bunun için Erdoğan sürekli saldırgan bir üslup kullanmakta, şovenist duyguları hareketlendirmekte ve toplumu savaşa hazırlamaktadır.  Kısaca topyekün bir saldırı durumu söz konusudur.

Tüm bu gerçeklere karşı sizin yapacağınız şey nedir?

Bizim her biçimde hedeflendiğimiz bu koşullarda; özellikle ABD ile predatörler için, daha öldürücü silahların alınması için ittifakların yapıldığı bugünlerde; işte Güney Kürdistan’a gelerek “biz PKK’ye karşı kapsamlı bir yok etme hamlesini başlatacağız, gelin siz de katılın” dedikleri ve bu temelde hazırlık yapmakta oldukları bu süreçte; Cudi’de, Hizan’da, Dersim’de, Amed’de, Bingöl’de saldırıların başlamış olduğu bugünlerde; insanlarımızı bu kadar rencide edici saldırıların olduğu bu aşamada biz PKK olarak ne yapabiliriz? Ne yapmalıyız? Ben soruyorum; Türkiye’deki bütün dostlara, demokrasiden ve barıştan yana olan bütün kesimlere soruyorum; siz bizim yerimizde olsaydınız ve size dönük bu kadar saldırı gerçekleşmiş olsaydı siz ne yapardınız? Güney Kürdistan’daki siyasetçilere soruyorum; bizim yerimizde siz olsaydınız ve sizin çocuklarınıza, yaşlılarınıza, siyasetçilerinize, Önderliğinize bu denli rencide edici saldırılar gerçekleşmiş olsaydı, yine siz her gün sizi suikast etmek üzere her türlü yöntemi kullanan ve tüm güçlerinizi yok etmeyi önüne koyan bir devlet karşısında ne yapardınız? Ben Kuzey Kürdistan’daki tüm demokratik-siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, sendikalara soruyorum; siz bizim yerimizde olsaydınız ne yapardınız?

Açıkça bir saldırı var, bir yok etme saldırısı var. Biz bu sorunu demokratik yöntemlerle, barışçıl yöntemlerle çözmek istiyoruz. Buna sonuna kadar var olduğumuzu söyledik ama Ortadoğu’da son bir yılda yaşanan gelişmelerle birlikte AKP çark etti, bizim barışçıl elimizi havada bıraktı, onun için İmralı ve Oslo sürecine son vererek, bize karşı topyekün savaş ilan etti. Bunun karşısında biz ne yapabiliriz? Açık ki bizim yapacağımız tek şey buna karşı direnmektir. Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde Türk sömürgeciliğinin bu saldırılarına karşı sonuna kadar direnmektir. Kaldı ki, direnerek başarı kazanma ve zaferi elde etme koşulları da bugün her zamankinden daha fazla vardır. Çünkü biz Türk devletinin niyetini okuyoruz. Biz aptal değiliz. Ne yapmak istediğini çok iyi biliyoruz. O açıdan tabii ki gafil avlanmıyoruz; avlanmayacağız da. Bizim de kendimize göre hazırlıklarımız vardır. Eğer şimdi Newroz barışçıl geçseydi, barışçıl mesajlara karşı devletin de yumuşak adımları olsaydı, İmralı’daki tecrit kalksaydı, operasyonlar olmasaydı bu bahar farklı karşılanabilirdi. Ama ne yapıldı? Newroz yasaklandı, Newroz’da şiddet oldu, Newroz’a kan bulaştırıldı, İmralı İşkence Sistemi derinleştirildi, ardından operasyonlar başlatıldı ve bugün yoldaşlarımız şehit düşüyorlar.

Bir de geniş bir ittifak konsepti vardır. Herkesle ittifak kurup, bizi yok etme çabası alabildiğine sürdürülmektedir. Biz de buna karşı tabii ki uyumuş değiliz. Biz de hazırlığımızı yapıyoruz ve bizim direnerek kazanma koşullarımız bugün çok daha artmıştır. Dolayısıyla tercihimiz kesin ve nettir. Tüm halkımız bilmeli, biz sadece gelişen haksız saldırılara karşı onurumuzu, şerefimizi kurtarmak için direnmek durumunda değiliz. Evet, onurumuz, şerefimiz, haysiyetimiz için direnmek zorundayız, fakat biz özgür bir geleceği yaratmak için direneceğiz. Bu direnişte kazanma, bu direnişte özgür geleceği yaratma umudu bugün her zamankinden daha fazla vardır.

Kazanma şansımız bugün her zamankinden daha fazla artmıştır. İşte yanı başımızda en örgütsüz halklar bile sokaklara dökülüp, özgürlük istemekte, en katı diktatör devletleri alaşağı etmektedir. Biz de Türk devletinin AKP öncülüğünde halkımıza karşı geliştirdiği bu faşizan uygulamalara ve bu sömürgeciliğe karşı direneceğiz ve kazanacağız. Kazanmak için doğru öncülük, sağlam örgütlenme ve kararlı direniş kesin gereklidir. Tüm halkımız ve dostlarımız bilmeli ki, 30 yıllık gerilla tecrübesine sahip Kürdistan gerillasına karşı hiçbir ordu başarılı olamaz. Bundan emin olabilirler. Hele hele son yaşanan bir takım pratiklerden çıkardığı derslerle klasik gerillayı aşarak modern gerilla performansına ulaşan Kürdistan özgürlük gerillası karşısında herhangi bir gücün başarılı olması mümkün değildir. Bu nedenle bir kez daha Kürdistan gerillası ve serhildan hareketi yenilmezliğini herkese gösterecektir.

Eğer onlar siyasi çözümü ve barışı tercih etselerdi, biz buna hazırdık ama bunu tercih etmedikleri, açıkça bizi yok etmek istediklerini ilan ettikleri ve pratikte uygulamaya geçirdikleri bu aşamada bizim elbette ki büyük bir güçle hem siyasi alanda serhildan hareketi olarak ve hem de gerilla alanında sonuna kadar direnerek, yenilmezliğimizi bir kez daha ortaya koyacağımız ve bu temelde sonuç almaya kilitleneceğimiz açıktır. Burada halkımızın daha fazla fedakarlık göstermesi, serhildan hareketine daha etkili katılım göstermesi şarttır. Bu dönemde pasif-edilgen tutum hiçbir şey kazandırmaz. Herkesin fedakarlık yaparak dirençli bir pozisyon alması başarı için şarttır.

‘Her şahadetin hesabı sorulacak’


Son yaşanan operasyon ve çatışmalara ilişkin neler söyleye bilirsiniz?

Türk devleti, halkımızın bu yıl Newroz’da gerçekleştirdiği büyük direniş karşısında çaresizliğe düşmesinin ardından gerillaya yönelik kapsamlı bir operasyonel savaş sürecini başlattı. Bu temelde 21 Mart Newroz günü, Cudi’ye dönük gerçekleştirdiği saldırıda basından öğrendiğimiz kadarıyla beş arkadaşımızın, yine 24 Mart’ta Hizan’da gerçekleştirilen ve iki gün süren çatışma sürecinde yine basından öğrendiğimiz kadarıyla 15 değerli kadın yoldaşımızın şahadete ulaşmış olduğunu duymuş bulunuyoruz. Kahramanlık Haftası’nda yaşanan bu değerli şahadetlerin Kürdistan özgürlük mücadelesinde yeni bir hamlenin başladığı bir aşamada yaşanmış olması, direnişin yükseltilmiş olması çok önemlidir. Bütün bu şehitleri saygıyla anıyor, ailelerine ve Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum.

Bilinmeli ki gelişen yeni süreçte yaşanan her şahadetin hesabı sorulacaktır. Özellikle özgürlük mücadelemizin tarihinde ilk kez 15 kadın yoldaşın büyük bir direnişle şahadete ulaşması ve yüksek bir direniş göstermesi tüm Kürdistan kadını ve tüm halkımız için önemli bir mesajdır. İhanete ve sömürgeci saldırıya karşı dağa çıkmış; onuru, şerefi, haysiyeti ve namuslu bir yaşam için mücadele saflarında yer almış olan bu değerli Kürdistan kızlarının şahadeti tüm halkımıza ve insanlığa önemli bir mesaj sunmaktadır.

DENİZ KENDAL GÜLİSTAN TARA - ANF/BEHDİNAN

http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=8063