Güney Kürdistan'ın Tuzhumartu kasabasında bugün saat 16 sıralarında
Türkmenlerin Seyit El Şuheda Camiisine düzenlenen intihar saldırısında
en az 35 kişinin öldüğü 70 kişinin de yaralandığı bildirildi. Şehir
geçtiğimiz günlerde KDP bürolarına yönelik saldırılara da sahne olmuştu.
Alınan bilgilere göre geçtiğimiz gün öldürülen Irak Türkmen
Cephesi başkan yardımcısı Ali Haşim Muhtaroğlu'nun kardeşinin cenaze
töreni sırasında bir intihar bombacısı Seyit El Şuheda Camiisi
içerisinde kendini havaya uçurdu.
Olayda Ali Haşim Muhtaroğlu ve
Irak Türkmen Cephesi eski başkanı Saadettin Ergeç'in hayatını
kaybettiği iddia edildi. Patlamada Ergeç ve Muhtaroğlu'nun yanı sıra en
az 33 kişi öldü.
Muhtaroğlu ve Ergeç'in hayatlarını
kaybettikleri yönündeki bilgi henüz resmi makamlar tarafından
doğrulanmazken kasabanın belediye başkanı patlamayı gerçekleştiren
saldırganın dua edenlerin ortasına kadar girdiğini ifade etti.
Irak
Türkmen Cephesinden bir yetkili ise yaptığı açıklamda Muhtaroğlu ve
Ergeç'in yaralandığını söyledi ancak sağlık durumları konusunda herhangi
bir bilgi vermedi.
KÜRTLER DE SALDIRIYA UĞRAMIŞTI
Şehirde
16 Ocak günü 3 ayrı patlama yaşanmış ve 4 kişi hayatını kaybetmiş, 25
kişi de yaralanmıştı. Olayda KDP bürosu da saldırganların hedefi
olmuştu.
Tuzkumartu, Güney Kurdistan idaresiyle Irak hükümeti
arasında yaşanan toprak anlaşmazlığının en yoğunlaştığı bölgelerden
biri. Kasaba aynı zamanda Tikrit ile Kürt bölgesi arasında yer alması
nedeniyle dinci grupların saldırılarına daha açık durumda.
ANF
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın son dönemde sık sık dile getirdiği "PKK'lilerin silah
bırakarak Türkiye'yi terk etmesi" yönündeki açıklamalarına " Kim kimi
ülkesinden kovuyor? Burası bizim ülkemizdir. Siz dışarıdan gelmişsiniz,
ülkemizde işgal kuvvetisiniz. Terk edecek olan biri varsa, o da
sizsiniz" şeklinde yanıt verdi. Karayılan, İmralı'da gelişen süreci de
önemli gördüklerini ifade ederken, pratik adımlar atılmasını istedi.
Karayılan, "Mevcut durumda AKP hükümetinde sorunun çözümüne dönük samimi
ve güven veren bir yaklaşımı pek göremiyoruz" dedi.
KCK Yürütme
Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ANF'ye verdiği mülakatta güncel
siyasal gelişmeleri değerlendirdi. Karayılan, " Eğer gerçekten bir
çözüm süreci isteniyorsa artık bu psikolojik savaş üslubunu ve bakış
açısını bir tarafa bırakmak gerekiyor. Bu konuda tarafların birbirine
saygı duyması ve doğru tanımlaması önemlidir" mesajını verdi.
TÜRK DEVLETİ VE MEDYASI SADECE KENDİLERİNİ ESAS ALIYOR
*
Özellikle Türk basını ve hükümet yetkilileri tarafından HPG
gerillalarının Çukurca ve Mardin’de gerçekleştirdikleri eylemlerin
süreci sabote etmeye dönük eylemler olduğu dile getirildi. Bu yorumları
nasıl değerlendiriyorsunuz; bu eylemler süreci bozmaya dönük eylemler
mi?
Türk devleti, devlet yetkilileri ve basını sadece kendini
esas almaktadır. Yani kendinden olanları insan sayma ama Kürtleri insan
yerine koymama, kendilerininkini can olarak görme ama Kürtlerinkini ise
can olarak görmeme tutumu vardır.Sürekli birileri çıkıyor ve “ortamı
provoke eder mi” diye tartışıyor. Ama hiç kimse “bu Lice’deki olay neyin
nesiydi, niye orada böyle bir katliam yapıldı” demiyor. Kaldı ki orada
kimyasal silah kullanma ihtimali de var ama kimse onu sormuyor. KCK
tutuklamaları almış başını gidiyor; onu kimse sormuyor. Kürt sorununun
çözüm sürecine dönük geliştirilen en büyük provokasyon KCK adı altında
gerçekleştirilen Siyasi Soykırım Operasyonları’dır. “KCK Operasyonu” adı
altındaki bu provokasyon devam ederken bir çözümün gelişme
olasılığından nasıl bahsedebiliriz? Yine az önce de belirttiğim,
hareketimize dönük gelişen saldırılar vardır. Bu olayları sıradan
görüp,yani sadece kendi kayıplarını kayıp sayarak, başkasının
kayıplarını ise görmeyen bir tutumla kimse doğruları bulamaz.
ÇUKURCA VE MARDİN'DEKİ MİSİLLEME EYLEMLERİYDİ
Keşke
Çelê’deki (Çukurca) eylem olmasaydı ama keşke Lice’deki olay da
olmasaydı. Çelê eylemi, Lice’de güçlerimize dönük gerçekleştirilen
alçakça saldırının misillemesi olarak bölge gücünün geliştirdiği bir
eylemdir. Fakat eylem ardından geri çekilme esnasında, bir boyutuyla
talihsizlik, bir boyutuyla ise alınması gereken tedbirlerin yetersizliği
olarak değerlendirebileceğimiz nedenlerden dolayı, geliştirilen yoğun
tank ve top atışları sonucu kayıpları fazla olan bir eylemdir. Devlet de
bu eylemde fazla kayıp vermiştir fakat sadece bir kişiyi açıkladılar.
Sonuçta bu, bir misilleme eylemidir.
Yine Mardin’de 1 polisin
öldürülmesi olayı. Eğer sen Nusaybin’in orta yerinde, bir evin içinde
bir insanı kuşatıp katletmezsen Mardin’de polisin vurulması olayı
olmazdı. Bu da onun misillemesidir.
Yani “ben tutuklayacağım,
ben vuracağım, karşıdaki de ses çıkartmayacak” biçiminde bir dayatmanın
yeri yoktur. Yaşama, doğaya, etki-tepki ilişkisine aykırıdır. Sen
saldırırsan karşı taraf da savunmasını yapar ve misilleme hakkını
kullanır. Bu böyledir. Bunun böyle bilinmesi gerekmektedir. Dolayısıyla
sözünü ettiğiniz eylemler Türk devletinin saldırılarına karşı yapılmış
misillemeler olduğu gibi, süreci zorlama gibi bir amacı da yoktur.
İMRALI'DA GELİŞEN GÖRÜŞME SÜRECİ ÖNEMLİ
*Sayın
Abdullah Öcalan ile devlet yetkilileri arasında başlamış olan görüşme
süreci devam ediyor. DTK Heyeti’nin Ada’ya gitmesinin ardından sınırlı
da olsa basına yansıyan bir çerçeve söz konusu. Bu sürece ilişkin neler
belirtilebilir?
Açık ki İmralı’da gelişen diyalog ve görüşme
süreci önemli bir süreç. Ve eğer Türk devleti tarafından ciddi bir
yaklaşım geliştirilirse bu süreç gerçekten bir demokratik çözüm sürecine
dönüşebilir. Mevcut durumda koşullar buna müsaittir. Bizler, Kürt
tarafı olarak her ne kadar mücadeleyle ve direnişle çözüm sürecini
yaratma hedefi çerçevesinde bir konsepte sahip olsak da bu aşamada
devletin Önderliğimize başvurup diyalog geliştirmesini önemli buluyoruz.
Yine Sayın Ahmet Türk ve Sayın Ayla Akat’ın İmralı’ya giderek
Önderliğimizle görüşmesini de önemli ve değerli buluyoruz. Bu kapsamda
gelişecek olan çözüm sürecine dahil olma bakımından herhangi bir
sorunumuz söz konusu değildir. Biz her zaman Önderliğimize tam olarak
güvendik, şimdi de tam olarak güveniyoruz. Biz, Önderliğimizin Sayın
Ahmet Türk ve Sayın Ayla Akat’la yapmış olduğu görüşmede ifade ettiği
çerçeveyi doğru ve yerinde görüyoruz. Bize göre Önder Apo’nun bu
görüşmede çizdiği çerçeve demokratik çözümün temel çerçevesi olabilecek
bir çerçevedir.
PRATİK ADIMLAR ATILMALI
Ama bu çerçevenin
ruhuna uygun olarak pratik adımların atılması da önemlidir. Bu konuda
hükümetin ve parlamentonun yapması gerekenler vardır. Neleri yapması
gerektiği konusuna girmeyi burada gerekli görmüyorum. Önderliğimiz bu
çerçeveyi ve nelerin yapılması gerektiğini koymuştur, ilgili taraflar da
bilmektedir. Fakat özellikle sürecin bir diyalog sürecinden çıkıp bir
çözüm ve müzakere sürecine dönüşmesi için tarafların atması gereken
adımları zamanında atması ve sorumlu yaklaşması burada büyük önem
taşıyor. Bu konuda her iki tarafın atması gereken adımları atmayıp da
sadece bir taraftan adımların atılmasını beklemek, herhalde doğru ve
adil bir yaklaşım olamaz. Dolayısıyla bu konuda tarafların adil ve
samimi yaklaşmaları sürecin karakterini belirleyecek olan bir
niteliktedir. Eğer hükümet ve bir bütünen devlet tarafı üstüne düşenleri
yaparsa biz hareket olarak demokratik çözümün kalıcı bir çözüme ve
barışa dönüşmesi için yapılması gerekenleri yapabilecek güç ve iradeye
sahibiz.
KANDİL'İ, AVRUPA'SI YOK, KCK YÜRÜTME KONSEYİ BAŞKANLIĞI VAR
*
Ancak bu sürecin başlaması ardından, basında ve siyasette,
hareketinizin içinde değişik tutumların olduğundan sizin Sayın Öcalan’ı
esas alıp almayacağınıza kadar birçok tartışma yapıldı. Bunlara ne
diyeceksiniz?
Türk devleti, basın-yayın çevreleri ve zaman
zaman da bizzat hükümet temsilcileri tarafından ifade edilen “PKK ne
kadar İmralı’yı esas alır ya da almaz”, yine, “Kaç tane PKK var; Kandil
var, Avrupa var, Kandil’in içinde farklı eğilimler var” türündeki
söylemlerin hiçbirinin yeri yoktur. Çünkü bu tür söylemlerin hepsi, Özel
Savaş Dairesi tarafından kara propaganda amaçlı üretilmiş söylemlerdir.
Bugün hareketimizde böyle bir sorun yoktur. Hareketimizi yöneten 31
kişilik bir Yürütme Konseyi var, ben de bu Yürütme Konseyi'nin bir
sorumlusuyum. Bizde oluşmuş bir Başkanlık sistemi var. Bugün
hareketimizin bütün pratiği bu Yürütme Konseyi Başkanlığı sisteminin
denetiminde, onayında ve perspektifleri temelinde gelişmektedir. Nereyle
ilişki kurulacaksa, kime ne söylenecekse Başkanlık Kurumu’nun bilgisi
dahilinde gelişmektedir. Bunun Kandil’i bunun Avrupa’sı yoktur. PKK
Hareketi ve KCK sistemi tek vücuttur. Onun Başkanlık ile Konsey sistemi
var ve diğer tüm bileşenleri disiplin içerisinde buna göre hareket etmek
durumundadır. Yekvücuttur ve kesinlikle Önder Apo çizgisini esas alır.
Eğer gerçekten bir çözüm süreci isteniyorsa artık bu psikolojik savaş
üslubunu ve bakış açısını bir tarafa bırakmak gerekiyor. Bu konuda
tarafların birbirine saygı duyması ve doğru tanımlaması önemlidir. Eğer
barış yapılmak isteniyorsa, o zaman savaş dili değil, barış dilini
kullanmaları gerekiyor.
ÖN YARGILARLA PKK'YE YAKLAŞARAK ORTAK ÇÖZÜM MÜMKÜN DEĞİL
Ben
özellikle Türkiye toplumunun, STK’lerin, çözümden yana olan bütün
demokratik çevrelerin ve herkesin Kürt sorununu ve onunla bağlantılı
olarak PKK gerçeğini doğru tanımalarını çok önemli buluyorum. Bakınız
daha 1988’de merhum M. Ali Birand her türlü riski göze alarak Beka
Vadisi’ne gelip, PKK gerçeğini Türkiye toplumuna “nedir, ne değildir”
babında tanıtmak istedi ve o zaman bilinen tepkilerle karşılaştı. Bugün o
önyargılarla PKK’ye yaklaşarak, PKK’yle ortak bir çözümü geliştirmek
mümkün değildir. Öyle psikolojik savaş amaçlı, işte “teröristtir, adam
öldürür, kan döker, diktatördür, Stalinisttir” gibi söylemler tümüyle
temelsiz, kara propaganda söylemleridir. Bunları bir tarafa bırakalım.
PKK DEMOKRATİK BİR HAREKETTİR
Bir
kere PKK’nin belli başlı özellikleri vardır. PKK demokratik bir
harekettir. PKK’de bir tartışma kültürü vardır. PKK’de bugün yeni bir
model, kolektif öncülük modeli gelişmektedir. Büyük bir paylaşım üslubu
ve tarzı esas alınmaktadır. Eğer bugün Türkiye'de hangi parti, kendi
içinde PKK modelini uygulamış olsa, Türkiye’nin en demokratik partisi
olur. Çünkü PKK’de öyle dayatma, baskı değil, gönüllü katılım ve özgür
tartışma vardır. Müthiş bir tartışma ve ortaklaşma kültürü söz
konusudur. Bu anlamda Önderlik felsefesi temelinde bir derinleşme
vardır.
İşte “para kaynakları var”, yok işte “çeşitli kesimlere
dayanan gruplar var” deniliyor. Böyle bir şey yok. Bir kere PKK’de
kimsede para yoktur; sadece mali kurumda para vardır. Yine kimsenin
mülkü yoktur. Kim bu partiye katılmışsa kendisine ait bir şey varsa
getirip onu da partinin maliyesine vermiştir. Yani kimsenin kendine ait
bir maddi değeri yoktur, onun yerine ortaklaşma vardır. PKK’de dervişane
diyebileceğimiz bir mütevazı yaşam esastır. Bu ortamda kimsenin lüks ve
özerk yaşaması söz konusu değildir. Dolayısıyla öyle denildiği gibi,
“para trafiği” veya “kaçakçılık” diye bir şey PKK’de yoktur.
PKK BUGÜN BÖLGE DENKLEMİNDE BİR GÜÇTÜR
Yine
PKK’de bölgecilik, parçacılık yoktur. Yani birisi diyelim ki Batı
Kürdistanlıysa veya başka bir parçadansa ve bu kişi PKK’ye katılmışsa,
oranın devletine ya da oranın güçlerine dayanıyor gibi bir durum söz
konusu değildir. PKK’ye katılan herkes Kürdistanlıdır sadece. Herhangi
grupların olduğu ve bunların şuraya buraya dayanması durumu yoktur. PKK
ve onun geliştirdiği sistem, disiplinli bir sistemdir ve disiplin
çerçevesinde rapor-talimat sistemini esas alan, güçlü denetimi bulunan
bir örgütlenme yapısına sahiptir. En üstten en alta kadar herkesin
kendisini tam katmasıyla kolektif bir örgütlenme düzeyi gelişmiştir.
Ama
şu da bir gerçektir: PKK bugün bölge denkleminde bir güçtür.
Dolayısıyla bölge güçleriyle ilişkileri elbette vardır. Ama bunların
hepsi PKK merkezinin denetiminde sürdürülen ilişkilerdir ve Başkanlığın
kontrolü ile denetimi kesinkestir. Yani beğenirsin beğenmezsin o ayrı
bir şey ama PKK’nin kendine göre oluşturduğu bir hukuku ve bir ahlakı
vardır, bir kararlaşma ve iradeleşme düzeyi söz konusudur.
Yine
sözünü ettikleri Batı Kürdistanlı yani onların deyimiyle “Suriyeli Grup”
ve başka gruplar varmış. Bunların hepsi üretilmiş olan şeylerdir.
PKK’ye katılan birisi bir kere bölgecilik yapmaz, parçacılık yapmaz.
Yapması halinde bu, çizgi dışılık olur. Sen birine sormazsan nereli
olduğunu bile bilemezsin. Kişinin söyleminde yerellik yoktur, ulusallık
vardır. Sözü edilen Rojavalı arkadaşlarımız bu hareketin militanlarıdır.
Herkes gibi hepimiz emre amade militanlar topluluğuyuz. Bu halka karşı
sorumluluklarımız vardır ve fedaice bir katılımı gerçekleştirmiş olan
her birey, halka, topluma ve değer yargılarına karşı sorumluluklarının
gereğini yerine getirmek durumundadır. Yani demek istediğim
hareketimizde çok başlılık yoktur, bir bütünlük ve karar birliği vardır,
tartışma, anlama ve kararlaşma tarzı söz konusudur.
Öteden beri
partimiz hakkında devletin Özel Harp Teşkilatları ve PKK'ye karşı
düşmanlığı meslek edinen bazı Kürt şahsiyetleri, PKK'nin sürekli iç
infazlar yaptığını, Kürtleri öldürdüğünü sürekli propaganda ederler.
Halbuki her PKK militanı, Kürt halkının özgürlüğü için hayatını ortaya
koyan insandır. Ve az önce belirttiğim gibi PKK'de müthiş bir tartışma
kültürü vardır. Belirtildiği gibi iç çatışma ve infaz yoktur. İç çatışma
hiçbir zaman yaşanmamıştır. Ama geçmişte cezalandırılan kimse yok
mudur? Vardır. Bunlar öyle saflarımızdayken cezalandırılmış değillerdir.
PKK, lider kadrosunu öldürmeye gelen ve açığa çıkan ajanları bile
öldürmemektedir. Cezalandırılan kişiler, saflardaki kişiler değildir.
Saflardan kaçmış, karşı tarafa geçmiş, karşıt güçlerle işbirliği yaparak
harekete musallat olan bazı kişiler hakkında cezalandırma kararı
alınmış ve bu temelde geçmişte bazı uygulamalar yapılmıştır. Bu konuda
yaşanan yetersizlikler de söz konusudur. Yeri geldiğinde PKK hareketi
bütün bunları kendi yapısıyla ve kamuoyuyla paylaşmaktadır. Ama PKK'de
esas olan şey fiziki tasfiye değil, eleştiri ve özeleştiri sistemidir.
Bütün bunlar gözardı edilerek sanki hemen iç infazlar yaşanıyormuş gibi
bir resim çizilmesi yanlıştır.
KCK ADINA ÖCALAN'IN GÖRÜŞMESİ YETERLİDİR
*
Bir önceki röportajımızda İmralı görüşmelerine dönük sarf ettiğiniz
kimi sözleriniz çeşitli kesimler tarafından “sizlerin de görüşmelere
katılmak istediğiniz” biçiminde yansıtıldı. Bu konuda neler
söyleyeceksiniz?
Şimdi bizim bazı söylemlerimize dayanarak
“PKK ya da KCK de sürece dahil olmak istiyor” diyen çevreler oldu veya
böyle konuşan kişiler var. Ancak öyle bir durum söz konusu değildir.
Bizim adımıza, yani KCK adına Önder Apo’nun görüşmesi yeterlidir. BDP
ayrı bir siyasi oluşumdur, o da kendi rolü çerçevesinde elbette sürece
ve görüşmelere dahil olabilir ama bizim adımıza Önderliğimizin
görüşmeler yapması kendi başına yeterlidir.
Biz, “biz de
görüşmelere katılmalıyız” gibi bir şey söylemedik. Ancak bize düşen
bölümleri, yani teknik ve uygulama sorunlarını çözmek üzere, İmralı’daki
görüşmeler paralelinde elbette ki farklı departmanlar oluşturulabilir.
Bunlar, gereği gibi yapılır.
"ÖNDER APO BİZLERLE DİREK DİYALOGA GEÇEBİLMELİ"
Bizim
söylediğimiz şudur: “Stratejik kararlar ve değişim süreçlerinin
uygulanması için Önderliğimizin bizlerle tartışabilme olanağının
yaratılması gerekiyor. Yani Önder Apo bizlerle direk diyaloga
geçebilmelidir. Sadece dar yönetimle değil, geniş yönetim yapısıyla,
Kadın ve Gençlik hareketleri gibi bileşenlerle, yine gerilla güçleri ve
komutanlıklar da söz konusudur. Eğer stratejik bir değişim söz konusuysa
o zaman Önderliğin bizzat devreye girmesi gerekiyor.” Biz bunu
söylüyoruz. Bunun doğru anlaşılması gerekiyor. Biz demiyoruz ki, “biz de
ayrıca görüşmelere katılalım.”
Hayır, zaten devletin ilgili
kurumu, çeşitli kanallarla bize de ulaşmaya çalıştı. Fakat biz yeşil
ışık yakmadık. Öyle bir talebimiz de yoktur. Biz Önderliğimizin bizi tam
olarak temsil edeceğine inanıyoruz. Ama Önderliğimizin, kararlarını
veya görüşmelerde ulaşılan sonuçları, özellikle de stratejik değişim
anlamına gelecek konularda tüm yapıyı ikna etmesi gerekmektedir. Onun
için de diyaloga geçmesi gereklidir. “Bu mümkün mü, değil mi” konusu da
önemli ama eğer siz Önderliğimizi tüm bir hareket ve Kürt halkı üzerinde
sözü geçerli olan bir lider olarak görüyorsanız, bu lider niye tecrit
altında kalsın ki? Ancak onun sağlık, güvenlik ve serbest hareket etme
olanaklarının yaratılmasıyla köklü ve kalıcı bir toplumsal uzlaşma
zemini gelişebilir. Yoksa sen liderliğini tecrit altında tutacaksın,
sadece bir TV vermekle yetineceksin, savaşçı güçlerini operasyona tabii
tutacaksın, siyasi güçlerini de tutuklayacaksın, sonra da “çözüm
geliştiriyoruz” diyeceksin. Böyle çözüm gelişmez. Bu ne biçim bir çözüm
anlayışıdır? Bu konuda bizlerin doğru anlaşılması önemlidir. Onun için
bazı izahatları yapma gereğini duydum ve altını çizerek belirtiyorum;
belirttiğim bu çerçeve tüm KCK sistemi için geçerlidir. İki de bir
"değişik görüşler var" diyerek gerekçeler yaratılmamalıdır. Biz
buradayız, hareketin tümünden sorumluyuz ve açıkça ifade ediyoruz:
Önderliğimiz hareketimiz adına her türlü görüşme yapma gücüne ve
iradesine sahiptir. Ancak Önderliğimizle görüşme olanaklarının
yaratılması ve Önderliğimizin sürecin gelişmesi için bizzat katkı
sunması gerekmektedir.
BAŞBAKAN İSTER TANISIN İSTER TANIMASIN, TC'NİN BİR KÜRT SORUNU VAR
* Başbakan’ın Kürt sorununu tanımadığını dile getirmesini böylesi bir süreçte nasıl değerlendirmek gerekir?
İster
tanı ister tanıma; TC Devleti’nin bir Kürt sorunu vardır. Bu tarihsel
bir gerçekliktir. Bu sorun Kürtlerin bir sorunu değildir, Cumhuriyet'in
bir sorunudur. Yani bu tanıyıp tanımamayla ilgili bir şey değildir.
Tanısan da tanımasan da bu sorun vardır. Bu cumhuriyetin kuruluş
sürecinde, Kurtuluş Savaşı’nda iki halkın ortak mücadelesi vardır,
Kürtlere verilen özerklik sözü vardır. Bu, Cumhuriyetin kuruluşunda
bizzat Atatürk tarafından çeşitli vesilelerle ifade edilmiştir. Kaldı ki
1921 Anayasası'nın salt Türklük üzerinden olmayan çerçevesi vardır.Yine
1922 9 Şubatı’nda Meclis’in aldığı karar vardır. Kürt reformu vardır.
Bu çerçevede yapılan sözleşmeler var. Sözler verilmiş, ortak hareket
edilmiş ama Lozan Anlaşması’ndan sonra TC Devleti’nin o zamanki
liderleri sözlerine sahip çıkmamışlar ve Kürtlere sırtlarını
dönmüşlerdir. Kürtler ise bunu kabul etmemiş ve isyana kalkışmışlardır.
Süregelen çatışma süreci boyunca çeşitli katliamlar ve büyük trajediler
yaşanmış, bu süreç günümüze kadar devam edip gelmiştir. Yani Cumhuriyet
tarihi boyunca bu sorun vardır.
Gelinen bu aşamada Türk
devletinin, çağdaş bir bakış açısıyla yaklaşıp bu sorunu çözme imkanı
vardır. Çünkü PKK, Kürt sorununun çözüm perspektifini, öyle bağımsız
devlet kurarak değil, mevcut sınırlar içerisinde demokratik özerk bir
sistem temelinde kalmayı tercih ederek geliştirmiştir. Yani Önder Apo
bugün Türkiye’deki tüm kültürlerin ve tüm toplumsal kesimlerin ortak
yaşayabileceği, toplumsal barışın ve gönüllü birliğin olduğu bir sistemi
Türkiye devletine sunuyor. Bizler de, Kürt halkı da bunu kabul
etmektedir. Bu nedenle sorunun çözümü imkan dahiline girmiştir.
BU SORUN KÜRTLERİN BİR SORUNU DEĞİLDİR
Eğer
devlet istese bu sorunu çözebilir ama çözmesi için öncelikle devletin
karar alması gerekiyor. Yani öyle taktiksel, bazı dönemleri kurtarmaya
dönük ya da oy hesabıyla yaklaşarak bu sorun köktenci bir biçimde
çözülemez. Sorunu çözmek için Türk devletinin, hükümetiyle ve
muhalefetiyle stratejik bir karar alması gerekmektedir. Bu sorun
Kürtlerin bir sorunu değildir. Sadece bir hükümetin de sorunu değildir.
TC Devleti’nin bir sorunudur. Dolayısıyla tüm kesimlerin katılım
gösterdiği bir kararlılığa ihtiyaç vardır. Eğer devletin böyle bir
kararı gelişirse, orada Önderliğimizle Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü
çerçevesinde Kürt haklarının da verilmesi temelinde barışçıl bir çözüm
projesi üzerinde uzlaşma olabilir. Bunun koşulları vardır. Ama bunun
zihinsel alt yapısının devlette ve hükümette olması gerekiyor. Eğer
Başbakan, “anadilde eğitim hakkı ülkeyi böler” derse biz sorunu nasıl
çözeceğiz? Eğer TC Devleti Parlamentosu Kürt halkının varlığını kabul
etmezse biz neyin barışını yapacağız? Kısacası ortada bir halk vardır,
bir millet vardır; bu halkın halk olmaktan kaynaklı doğal hakları
vardır. Kürt halkının bir halk olarak, bir millet olarak varlığı bir
gerçektir. Bunun anayasal düzeyde kabul edilmesi çözümün temeli olmak
durumundadır.
Türk devleti Güney Kürdistan'daki federal hükümeti
tanıyor ve ileri düzeyde siyasi ve ekonomik ilişki geliştiriyorsa bu,
oradaki Kürt halkının varlığının tanınmasıdır. Ancak o zaman Kürt
milletinin Türkiye'de de yaşadığının anayasal düzeyde kabul görmesi
gerekmez mi? Kısacası eğer Türk devleti ve hükümeti çağdaş bir bakış
açısıyla yaklaşırsa Kürt sorunu çözülebilecek bir sorun durumundadır.
Yani mevcut sınırlar içerisinde çözüme kavuşacak bir sorun durumundadır.
Ama 1920’li ‘30’lu yılların o tekçi, faşizan bakış açısıyla yoğrulmuş
toplum mühendisliği mantığıyla topluma yaklaşıp toplumu kalıba sokmayı
esas alan, dolayısıyla şiddetle, baskıyla, zoraki bir biçimde
asimilasyonu dayatan bir mantık silsilesi çerçevesinde yaklaşılırsa
elbette ki sorunun çözümü güçleşir. Ama çağımızın evrensel normlarına
göre yaklaşıldığında Kürt halkının ana dilde eğitim hakkını tartışmaya
bile gerek olmayacaktır.
Önder Apo'nun çözüm için ortaya koyduğu
çerçeve, Kürt haklarının verilmesi çerçevesidir. Türkiye sınırları
içerisinde Kürt haklarının verilmesi; eşit-özgür bir yaşam sisteminin
kurulması çerçevesidir. Elbette Kürt halkının kendi özgünlükleri vardır.
Yasamasıdır, özerkliğidir bunlar elbette ki muhafaza edilecektir.
Bunlar elbette ki olması gereken hususlardır. Kalkıp işte,
“bağımsızlıktan vazgeçti, şimdi de özerklikten vazgeçti, o zaman silahlı
mücadele niye” diye çıkarsama yapmak sorunu saptırmaktır. Kimse
herhangi bir şeyden vazgeçmiyor. Burada oluşan şey, iki halkın bir arada
ortak yaşama formülasyonunun geliştirilmesidir. Bir halkın kendi
kültürünü, kendi dilini, kendi toplumsal özgünlüğünü ve tarihsel
gerçekliğini doğru yaşaması gerekmektedir. Bu da özgünlüğü ve özerkliği
gerektirir. Bunun dışında bir formülasyon yoktur. Bunun dışındaki
formülasyon, asimilasyon formülasyonudur.
Kısaca, sorunun
çözümüne doğru yaklaşılırsa, çözüm elbette ki mümkündür. Biz bu konuda
1921 Anayasası'nı önemli buluyoruz. Yine o zaman Meclis’te karar altına
alınan Kürt reformunun da temel bir çerçeve yapılabileceğini
düşünüyoruz. Madem Cumhuriyet’in kuruluşunda siyasi İslami çevreler
dışlanmış ve Kürtler inkar edilmişse; bugün siyasi İslam bakış açılı bir
iktidar söz konusu olduğuna göre, egoist davranıp her şeyi kendine mal
etmemesi gerekiyor. Bu düzeye gelmesinde Kürt halkının yürüttüğü
mücadelenin de yeri vardır. Kürt halkı tekçi sisteme karşı hep direndi,
sistem bu biçimde Ergenekonlaştı ve yıprandı. Siyasi İslam da bundan
yararlanarak iktidara gelme koşullarını yakaladı. Ancak bu kez de, eski
laik-Kemalist tekçi mantığın, olduğu gibi devralınıp sürdürülmek
istenmesi sorunu çözüme götürmez. Toplumsal gerçekliği doğru okumak ve
ona uygun bir yaklaşımla yaklaşarak sorunu çözmek mümkündür.
MEVCUT DURUMDA AKP'NİN GÜVEN VEREN BİR YAKLAŞIMI YOK
* Peki, bu konuda mevcut hükümette sorunun çözümüne dönük ciddi bir yaklaşım var mı?
Türkiye'de
sorunun çözümünde parlamentonun rol üstlenmesi önemlidir. Yani
parlamentonun gerekli anayasal düzenlemeleri yapmasıyla kalıcı barış
koşullarının temeli atılmış olunur. Ancak mevcut durumda AKP hükümetinde
sorunun çözümüne dönük samimi ve güven veren bir yaklaşımı pek
göremiyoruz. Özellikle hükümetin ve Başbakan’ın söylemi ve üslubu, yine
İmralı görüşmelerinin açıklanmasından bu yana olan pratiği yan yana
getirildiğinde ciddi kuşkuları hissetmemek mümkün değildir. Her şeyden
önce Başbakan’ın mevcut durumda bize dayatmak istediği şey ancak tamamen
yenilmiş, mücadele ile kazanma şansını kaybetmiş bir örgüte ve halka
dayatılacak olan şeylerdir. Yani tek taraflı bir biçimde, “gideceksiniz,
silahlı mücadeleyi bırakacaksınız, bırakana kadar da bizim size karşı
saldırılarımız devam edecektir” tarzındaki üslup, sorunu çözme üslubu
değil, işi yokuşa sürme üslubudur.
PKK TEK KİŞİ DE KALSA DİRENİR, ASLA TESLİM OLMAYI KABUL ETMEZ
Bir
kere şunun doğru görülmesi lazım: PKK hareketi bugün Ortadoğu
bölgesinde güçlü bir aktör haline gelmiştir. Bugün PKK güçlü bir
pozisyonda olduğu gibi, PKK felsefesinde baskılar karşısında boyun eğme
ve geri adım atma yoktur. Fakat şimdi AKP hükümetinin konsepti, baskı
uygulama, zayıflatma ve böylece sonuca gitme konseptidir. Bu biçimde
hiçbir sonuç alınamaz. Çünkü PKK tek kişi de kalsa direnir ve asla
teslim olmayı kabul edemez. Ama Başbakan’ın bize dayattığı teslim
olmadır. Geçmişten bu yana zaten Türk hükümetleri hep bunu yaptılar.
Dersim'de de bu oldu, Şêx Said İsyanı'nda da bu oldu, Ağrı İsyanı'nda da
bu oldu. En son Kenan Evren'den bu yana bize hep söylenen, “ya gelip
teslim olacaksınız, ya yok olursunuz ya da çekip gidersiniz"dir.
BU NASIL SEVGİ?
Şimdi
Başbakan Erdoğan da bunun dışında bir şey söylemiyor. Aynı şeyi farklı
bir üslupla dile getiriyor. Yani biraz daha işin kurnazlığına gidiyor.
“Kürt kardeşlerimi seviyorum” diyor. Sen nasıl seviyorsun? Diliyle
eğitim yapmasını yasaklamışsın. Kültürünü geliştirmeyi ve tarihini
öğrenmeyi yasaklamışsın, ülkesinin adını yasaklamışsın. Şehirlerin,
kasabaların, köylerin gerçek adlarını yasaklamışsın. Geçmişini
unutturmak, kökünü kazıtmak istiyorsun. Bunun için devletin uyguladığı
soykırım sistemini farklılaştırarak günlük olarak uyguluyorsun. On bin
insanı salt Kürt olduğu için, "örgütlenme yapmışsın" diye tutukluyorsun.
Şurada burada çocuklarını katlediyorsun. Salt onurlu ve kimlikli duruşa
sahiptir diye onlara zulmü reva görüyorsun. Zorla, Türk olmasını
dayatıyorsun, ardından da “kardeşlerim sizi seviyorum” diyorsun. Bu ne
biçim sevmedir? Severek öldürme mi olur? Bununla kimi kandıracaksınız?
Ortada ciddi bir sorun vardır, ciddi bir olgu vardır. Kürt milleti
vardır, bu milletin hakları vardır. İki de bir “terör” deyip ortaya
çıkıyorsun. Peki, kim kime karşı terör uyguluyor? Suriye'ye, “60 bin
kişiyi devlet terörüyle öldürdünüz” diyorsunuz. Peki, aynı şeyi siz de
Türk devleti olarak yapmadınız mı? Siz de 40 bin kişiyi öldürmediniz mi?
Tek farkı Suriye iki yılda yaptı, siz 20 yılda yaptınız. Kürt halkı
devlet terörünün baskısı altındadır. Seviyorsanız bu baskı, bu zulüm
niye?
Açık ki sömürgeci zihniyetin hakim olma ve buyruk verme
tarzında yaklaşarak bu sorun çözülmez. Daha önceki hükümetler de bunu
çok denediler. Onlar Kürt sorununu çözemediler, kendileri çözüldüler.
Şimdi de aynı tarzda yaklaşılmamalıdır.
TEHDİT EDECEĞİNİZE ADIM ATIN
Bütün
bu gerçekler ışığında yaklaştığımızda AKP hükümetinin söylemleri ve
pratikleri çok çelişkili ve hiçbir biçimde güven vermiyor. Bu noktada
Paris saldırısının arkasındaki konseptin ve güçlerin açığa çıkarılması
çok büyük önem taşıyor. Derin veya açık güçlerin devreye girip
girmediğini anlamak gerekiyor. Fakat öncelikle AKP'nin bu konuda
düşüncesi ve gerçek niyetinin açığa çıkması önemli olmaktadır. Daha
hiçbir şey ortada yokken ve netleşmiş bir durum söz konusu değilken
sanki AKP yapması gerekenleri yapmış gibi bir hava yaratılıyor.
Yürütülen propaganda ve oluşturulan gündem ortamında sanki çözüm için
AKP yapılması gereken her şeyi yapmış, sorun sadece İmralı'nın karar
vermesine kalmış. Öyle değil, İmralı'nın karar vermesi için sizin adım
atmanız lazım. Zaten İmralı'da Önderliğimiz de bunu söylüyor. İmralı
muktedirdir. Karar verebilir. Ve biz de bunu uygularız. Ama bunun için
sizin atmanız gereken adımlar var. Tehdit edeceğinize, sürekli
aşağılayacağınıza ve küfürler savuracağınıza, bu yüz yıllık sorunun
nasıl çözüleceği konusunda karar almanız ve adım atmanız gerekiyor.
2012'DE 324 GERİLLA HAYATINI KAYBETTİ
Belki
yanlış bilgilendirmeler de olmaktadır. Bilemiyoruz. Çünkü geçen
günlerde Başbakanın baş danışmanının bir konuşmasına rastladım. Diyor
ki, “mevcut koşullar çözüm için uygundur.” Çözüm için daha olumlu
parametrelerin varlığından bahsediyordu. Bu parametrelerden bir tanesini
de “PKK zayıfladı” diyerek izah ediyordu. “PKK, 2012 yılını final yılı
ilan etmiş, amaçladığını gerçekleştirememiş, 1450 kayıp vermiş, örgüt
zayıflamış, bunun için çözüm parametreleri olgunlaşmıştır” diyordu.
Şimdi bu mantık silsilesi ile yaklaşılırsa çözüm gelişmez. Çünkü bu,
gerçeklerin tamamen ters yüz edilmesidir. Halbuki gerçek şu; PKK 2012
yılını değil, 2012 yılında önümüzdeki süreci final süreci olarak ilan
etti. Bu final süreci devam ediyor. Yani bir yıl için final yılı demedi.
“Süreç, final sürecidir” dedi. Şimdi de söylüyor. Bu bir. İkincisi; PKK
2012 yılında son 15 yılın en kapsamlı direnişini ve savaşını yürüttü.
Yani hem toplumsal açıdan hem gerilla açısından yetkin bir mücadele
yürüttü. Ve bu mücadele ile önemli kazanımlar elde etti. Her şeyden önce
Ortadoğu bölgesinde temel bir aktör olduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Yürüttüğü bütün bu kapsamlı savaş süreci içerisinde 324 şehit verdi.
KİMİ KİMİN ÜLKESİNDEN KOVUYOR
Kendi
ölüm rakamlarını 10 kat düşürerek PKK'ninkini de 5 kat yükselterek
sonuçlara gitmek ve bunu da böyle propaganda konusu etmek gerçekleri
tümüyle ters yüz etmek olduğu gibi karar almanın verisi haline getirmek
ise çok tehlikeli ve yanlış kararların alınmasının işaretidir. Belki de
Başbakan’a bunlar sunuluyor, Başbakan da böyle olduğunu anlayarak kalkıp
bize, “haydi terk edin burayı” diyor ve bunu dayatıyor. Kim kimi
ülkesinden kovuyor? Burası bizim ülkemizdir. Siz dışarıdan gelmişsiniz,
ülkemizde işgal kuvvetisiniz. Terk edecek olan biri varsa, o da
sizsiniz. Tamamen zora dayanıp sırtını dış güçlere vererek, NATO'ya
vererek ve teknik gücüne dayanarak bir halkı dize getireceğinizi
sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu halk dize getirilemez! Bu halk sizin
karşınızda diz çökmez. Bu halk boyun eğmeyecektir, direnecektir, sonuna
kadar direnecektir! Her şeyden önce sonuçların çarpıtılmaması gerekiyor.
Her şeyi kendilerine göre yorumluyorlar, başarısız oluyorlar,
başarısızlıklarını başarı gibi gösteriyorlar.
Siz ne yaptınız?
Siz, yaz boyunca doğru dürüst bir operasyon yapabildiniz mi? Goman
Tepesi'ni alma dışında Şemdinli'de nereye gidebildiniz? Siz, Cîlo'ya
geldiniz mi, Çarçella'ya geldiniz mi, araziye çıkabildiniz mi? Hayır. O
zaman başarı nerededir? PKK bu kadar zeminde denetim sağlamadı mı? Evet.
PKK bunu daha ileri aşamalara taşıyacak bir birikimi ve sonuçları elde
etti. Eğer bu akılla giderseniz 2013 yılı daha kapsamlı bir savaş yılı
olur ve o zaman gerçekleri daha iyi görürsünüz. PKK şimdi 2013 yılında
sonuç alıcı, kapsamlı bir hamleyi geliştirmenin bütün olanaklarını
yakalamıştır. Açıkça söyleyeyim, PKK bazı teknik imkanları da yakalarsa
sizin hiç hesap etmediğiniz, hiç düşünemediğiniz sonuçlarla karşı
karşıya gelmeniz işten bile değildir. Eğer şiddette ısrar edilirse
önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmelerle bunu herkes görür. Ama böylesi
çok kapsamlı, hatta beraberinde aşırı yıkımları getirebilecek bir savaş
süreci öncesinde eğer devlet gerçekten çözüme yaklaşacaksa biz çözüme
varız. Yoksa biz sonuna kadar direneceğiz ve sonuç almayı
hedefleyeceğiz. Şimdi bu kış ortasında habire sınıra güç yığmaktadırlar.
Açık ki bu da yanlış bilgi ve değerlendirme temelinde şiddet ve baskı
uygulamaya dönük bir hazırlıktır. Oysa bu eksendeki bir politikanın
sonuç almayacağı defalarca ispatlanmış bir gerçektir. Ortadoğu'nun
altüst oluş sürecinde bizim de edindiğimiz güç yoğunluğu ile birlikte
sonuç alma koşullarımız bugün her zamankinden daha fazla vardır. Bizim
öngördüğümüz direniş stratejisi sonuç alma şansına daha fazla
yaklaşmıştır. Dolayısıyla biz öyle ucuz yaklaşımlarla ve tehditlerle bu
gelişmelerden vazgeçemeyiz.
BÖLGE KAYNIYOR, AKP ZORLANIYOR, BİLİYORUZ
Açıkça
söylüyorum; bölge kaynıyor. Bölgenin bu kaynama süreci içerisinde Türk
devletinin de, AKP'nin de zorlandığını biliyoruz. Gerçek bu. Yani
AKP'nin ABD, NATO projesi çerçevesinde Ortadoğu'da rol oynaması ve
özellikle kendine dair bölgede model bir ülke veya bir bölgesel güç
olması için PKK'nin yürüttüğü direnişin durması gerekiyor. Bunun Kürt
haklarının verilmesi temelinde durdurulması mümkün ama bunu zorla asla
durduramazsınız. Siz PKK'nin mevcut oluşturmuş olduğu direniş
rezervlerini 30 yıl daha savaşsanız da ortadan kaldıramazsınız.
Gelişmeleri doğru okumak bu noktada önemlidir. Çünkü doğru okunmazsa
yanlış sonuçlara gidiliyor. Dolayısıyla şimdi AKP hükümetinin de tarihin
bu önemli aşamasında mevcut gelişmeleri doğru görmesi, öyle abartılı
rakamlarla kendisini yanıltma değil, gerçekçi çözüm perspektifine
yaklaşması önemli olmaktadır.
Şimdi yoğun bir psikolojik
atmosfer yaratılıyor. Bir nevi neredeyse çözümün eşiğine gelinmiş de,
her şey Önder Apo'nun karar vermesine ve bir talimatına kalmış gibi
gösteriliyor. Halbuki sorun bir halk sorunudur; bir dil ve bir kültür
sorunudur. Halkın varlığının kabul görmesi sorunudur. Önderliğimiz de bu
temelde karar verebilir. Şimdi herkese terörist diyecek, herkese kötü
diyecek, sadece kendisini her şeyin üstünde ve doğru, pirüpak
gösterecek. Hayır, siz bu ülkede bu kadar katliam yaptınız, bu kadar
zulüm uyguladınız ve size karşı direnen bir halk var. Gerçekleri bu
temelde görmeli ve empati kurmalısınız.
Başbakan diyor ki,
“1980'lerin işkence ortamında sadece Diyarbakır Zindanı'ndakiler değil,
bizler de Türkiye zindanlarında yaşadık ama dağa çıkmayı düşünmedik."
Bülent Arınç'a cevaben böyle bir şey söylemişti. Ben de şunu söylüyorum;
eğer dilin, kültürün ve gerçeğin yasaklanmış olsaydı, zorla seni Kürt
yapmak isteselerdi, sen de dağa çıkmayı düşünebilirdin. Hiç kusura
bakma, bu konuda Bülent Arınç'ın empati kurma çerçevesi daha doğrudur.
Kısacası
Kürt halkına yapılan zulüm karşısında vicdanı olan hiçbir
Kürdistanlının dağa çıkmaması mümkün değildir. Biz bir yaşam alanı
yapmak için dağa çıkmamışız. Orada bir yaşam alanı gördüğümüz için
değil, hayatımızı ortaya koyarak insanlığımızı ve onurumuzu korumak için
başkaldırmayı ve dağa çıkmayı zorunlu görmüşüz. Halk olarak var
olabilmek ve yok edilmemek için bu direniş gelişmiş ve bugün ileri bir
düzeye ulaşmış bulunuyor. Bu ileri düzeyi de siz öyle bir çırpıda geriye
götüremezsiniz.
Sonuç itibarıyla, biz, AKP'nin ve AKP
yöneticilerinin yaklaşımlarında ve hükümetin yürüttüğü pratikte güven
veren, sorunu çözüme doğru götürebilecek bir yaklaşımı görmüyoruz. Bu
konuda tüm demokratik kamuoyunu, Türkiye'deki bütün çözümden yana olan
kesimleri ve değerli halkımızı bilgilendirmek istiyoruz. Biz çözümden
yanayız. Demokratik çözümü isteriz. Ama biz kimseye teslim olmayız. Biz
halkımızın bir ulus olarak kabul görmesi ve bu ulusun liderliği olarak
Başkan Abdullah Öcalan'ın da devlet tarafından doğru karşılanması ve
çözümde rol üstlenmesi için gerekli olanakların yaratılması temelindeki
bir çözüme varız. Ama bunu reddeden, Kürt halkını tanımayarak
hareketimizi zayıflatmayı ve tasfiyeyi öngören bir anlayışa karşı da
silahlı mücadele dahil her biçimde sonuna kadar direnebilecek ve bu
savaşı başarıya taşıyabilecek güçte olduğumuza inanıyoruz. Bunun
koşulları şimdi her zamankinden daha fazla vardır. Dolayısıyla barış
isteniliyorsa, öncelikle gerçekçi bir çözüm projesinin ortaya konulması
gerekmektedir.
ÇÖZÜMÜNÜZ NASILSA AÇIKLAYIN, BİZ DE ANLAYALIM
Her
gün “bu sorunu çözeceğiz, çözeceğiz” diyorsunuz, buyurun projenizi
açıklayın, nasıl çözmek istiyorsunuz, biz de anlayalım, Türkiye toplumu
da, kamuoyu da anlasın. Çözümünüz nasıl bir çözümdür? Bunu açıklayın.
Kapalı kutu gibi, sürekli çözümden bahsedip öbür taraftan da halka ve
gerilla güçlerimize dönük saldırıları sürdürmek, nasıl bir çözüm
mantığıdır, onu anlayamıyoruz. Ha şu var: Eğer diyorsanız ki, “bir
taraftan görüşmeler olur, bir taraftan da çatışmalar olabilir”, doğrudur
bazı ülke deneyimlerinde böyle bir durum da vardır. Yani görüşmeler
olur ama çatışma, operasyon ve savaş da olur. O vakit provokasyondan
bahsetmeyin. Siz Amed’deki bir cenaze töreni için bile neredeyse kıyamet
koparacaktınız. “Süreç sabote edilecek” diye gündem oluşturdunuz. O
zaman herkes mücadelesini yürütür, görüşmeler olur. Fakat sizin her
saldırınıza karşı gerilla da misilleme hakkını kullanır. Biz bir gücüz
ve bu güç kendini savunma hakkına sahiptir. Kısaca karmakarışık bir
yaklaşımdan ziyade doğru dürüst bir çözüm çerçevesinde hareket edilmiş
olunsa bu konuda herhangi bir sorun yaşanmaz. Ama şimdi çözümden ziyade
entegre stratejisinin çok boyutlu bir biçimde uygulandığı, yani bir
taraftan hareketimizin tasfiyesi hedeflenirken, öbür taraftan da çözüm
söyleminin gündemde tutulduğu görünen politika olmakta. Ancak bu
politikayla kimse herhangi bir sonuç elde edemez ve herhangi bir sonucu
elde etmesi de mümkün değildir.
* Başbakan Erdoğan’ın “PKK veya BDP Kürtleri temsil edemez” sözlerine ne diyeceksiniz?
Şimdi
zaten temel sorun devletin sömürgeci mantıkla Kürt halkının
temsilcilerinin ortaya çıkmasını kabul etmemesi sorundur. Devlet hiçbir
zaman Kürt halkının temsilcilerini tanımadığı gibi, temsilcilerini ya
tutuklamış ya da idam etmiştir. Dolayısıyla bugün Erdoğan’ın çıkıp “ben
kimseyi temsilci kabul etmem” demesi, öteden beri var olan sömürgeci
mantığın devamı olmaktadır.
Sürekli, “aldığınız oy ortada”
diyor. Bütün tedbirlerini almış, seçim barajı koymuş, devlet imkanlarını
kullanıyor, Kürtleri temsil etme iddiasında olan siyasi partinin kolunu
kanadını kesiyor, bütün yetkililerini içeri atıyor, her türlü baskıyı
uyguluyor ve sonra da “aldığınız oy ortada” diyor. Her şeyden önce ben
bütün AKP’lilere şunu söylemek istiyorum: CHP iktidarda olduğu dönemde
CHP Kürdistan’da en yüksek oyu alan partiydi. Demokrat Parti iktidar
olduğunda en yüksek oyu alan parti Demokrat Parti’ydi. Adalet Partisi de
kendi iktidarı döneminde Kürdistan’da en yüksek oyu alan partiydi, ANAP
da iktidar olduğunda Kürtlerden en yüksek oyu alan partiydi, şimdi siz
de en yüksek oyu alan parti olabilirsiniz. Çünkü siz sömürgeci devletin
bütün olanaklarını kullanıyorsunuz. Çünkü Kürdistan’da belli kesimlerin,
devletin zorundan ve şiddetinden ürkmesi ve korkması durumu vardır.
Yine belli bir kesimin ekonomik çıkarlarla yaklaşması durumu söz
konusudur. Siz bütün bunlardan yaralanarak oy alabilirsiniz ama kimseyi
kandıramazsınız.
Kürt halkının temsilcileri bellidir. Kendi
halkının geleceği, kültürü ve dili için hayatını ortaya koyanlar, bedel
ödeyenler ve bunun için destansı direnişleri yaratanlar bellidir. Yani
siz Sakine Cansız’ı Kürt halkının gönlünden silemezsiniz. Siz Mahsum
Korkmazları ve Mazlum Doğanları bu halkın gönlünden silemezsiniz.
Dolayısıyla Kürt halkının temsilcisinin kim olduğunu Tayip Erdoğan değil
Kürt halkının kendisi belirler. Bir taraftan demokratik olduklarını
söylüyorlar ama öbür taraftan 40 ayrı anti demokratik şeyi üst üste
koyarak ortalıkta tavra atıyorlar. Yani kimse, bu tür yaklaşımlarla
kimsenin aldanacağını sanmasın. Bu tür yaklaşımlarla kimse herhangi bir
sonuç alamaz. Kürt Özgürlük Hareketi’ni temsil eden kurumlar kırk
kanaat, zor bela büyük olanaksızlıklar ortamında direne direne ilk kez
belli bir güç oluşturmuştur ve bugün Kürt ulusunun mücadele tarihinde
oluşturduğu en yüksek düzeydedir. Dolayısıyla Kürt halkının artık temsil
gücü açığa çıkmıştır. Bugün sömürgeci bir devletin başbakanı kalkıp da
bunu belirleyemez. Ve bu gerçeğin üstünü de kimse örtemez.
AVUKATLARIN TUTUKLANMASINI KINIYORUZ
*
Geçtiğimiz günlerde devlet güçleri tarafından birçok ilde eş zamanlı
olarak gerçekleştirilen operasyonlarda aralarında Çağdaş Hukukçular
Derneği’nin de bulunduğu birçok dernek, kültür merkezi, basın kuruluşu
ve sivil kurumlara baskınlar düzenlendi. Bu baskınlarda onlarca kişi
gözaltına alındı ve aralarında ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın da
bulunduğu birçok kişi tutuklandı. Siz bu operasyonları nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Bugün Türkiye'de çeşitli kesimlere
karşı sürdürülen operasyonlar vardır. Polis devleti şeklinde şekillenen,
AKP'nin geliştirdiği mevcut devlet sistemi tüm muhalif kesimleri
sindirmeyi öngören operasyonlar yapmaktadır. DHKP-C adı altında
geliştirilen, içinde avukatların ve Grup Yorum üyelerinin de bulunduğu
değişik kesimleri hedefleyen ve başta içinde ÇHD Genel Başkanı Selçuk
Kozağaçlı olmak üzere 9'u avukat birçok kişinin tutuklandığı bu
operasyonu kınıyoruz. Belli ki AKP, KCK operasyonu benzeri operasyonları
tüm muhalefet kesimlerine yaymak istemektedir. Bu yüzden Türkiye sol
çevrelerine karşı da zaman zaman bu tür yönelimler yapılmaktadır. Birçok
suçsuz insanı ağır ithamlarla suçlayarak haksız yere tutuklamanın hukuk
ve ahlakla hiçbir ilişkisi yoktur. Giderek tekleşmeye doğru giden
mevcut iktidar anlayışına karşı Türkiye'de demokrasiden yana olan tüm
kesimlerin ve sol-sosyalist grupların ortak mücadeleyi yükselterek bu
tür uygulamaların önüne geçmesi ancak imkan dahilindedir.
ANF
Cahit MERVAN
Paris Savcısı François Molins, Pazartesi günü Adalet Sarayı'nda yaptığı
basın toplantısıyla 9 Ocak günü üç Kürt kadının kalleşçe ve hunharca
katledilmesine ilişkin sis perdesinin biraz da olsa dağılmasına yol
açtı. En azından açıklama bir yığın komplo teorisini boşluğa itti,
eledi.
Örneğin ''İran ve Suriye’nin bu işin arkasında olduğu'' veya
‘bu katliamın Türkiye’nin büyümesini istemeyen dış güçler tarafından
yapıldı’ türünden bayat senaryoların tümden çökmesine yol açtı. Savcı
titiz bir şekilde seçtiği kelime ve kurduğu cümlelerle katilin adresini
teke indirdi. Dikkatlerin daha fazla Türk derin güçlerine çevrilmesine
neden oldu.
Aslında Paris savcısı hem çok şey söyledi, hem de sanki Türk medyasının ağzını açarak beklediği gibi ‘hiç bir şey’ söylemedi.
Türk
tarafında beklenti büyüktü. Türk medyası kendisini, olmayan bir şeye o
kadar inandırmıştı ki, ona göre Paris savcısı ‘olayı çözdük. Katili
yakaladık. PKK üyesi ve olay örgüt içi infazdır’ diyecekti. Veya en
azından sadece Türk tarafının ve Türk mahallesinde dış kapının mandalı
olmaya kendilerini adamış sözde bazı Kürtlerin ileri sürdüğü ‘bu
katliamın Türkiye’nin büyümesini istemeyen dış güçler tarafından
yapıldı’ teorisini güçlendiren şeyler söyleyecekti.
Türk
hükümetinin ve medyasının bu beklentileri sıfır düzeyinde bir değer
gördü. O kadar ter dökmelerine rağmen Paris’te ciddi alıcı bulamadı.
Çünkü
savcı Molins ne ''katliamı çözdüklerini'' söyledi, ne ''katili
yakaladıklarını'', ne Ömer Güney’in ''PKK üyesi'' olduğunu ne de 9 Ocak
katliamının bir ''örgüt içi hesaplaşma'' olduğunu söyledi.
Bir
anlamda Paris savcısı Pazartesi akşamı yaptığı açıklama ile katliamın
ilk duyulmasıyla birlikte başbakan yardımcısı Hüseyin Çelik’in ve
başbakan Tayyip Erdoğan’ın yönlendirmesiyle yürütülen ‘iç hesaplaşma’
iddiasına noktayı koydu. Geçersiz kıldı.
Savcı yaptığı
açıklamada bunu çağrıştıracak tek bir cümle dahi kurmadı. Basının
ısrarla zanlının ‘Kürt kökenli mı?’ sorularına karşılık savcının ısrarla
Ömer Güney için ‘Türk vatandaşı’ demesi dikkat çekiciydi.
9
Ocak katliamından tam 12 gün sonra açıklama yapan savcı Kürt kamuoyunda
yaygın adres olarak işaret edilen Türk derin devletini kısmen ve dolaylı
olarak işaret etti. Bu manada savcı çok şey söyledi.
1- Savcı
Ömer Güney’ın ‘kendisini 2 yıldır PKK üyesi olarak tanıttığını’ söyledi.
Savcı bunu kendi iddiası olarak ileri sürmedi. Ayrıca zanlının bu
iddiasını doğrulayacak herhangi bir açıklama, ek bilgi ve istihbarat
notu paylaşmadı. Çünkü hiç kimse ne dolaylı olarak ne de direkt
Avrupa’da ‘ben şu tarihten itibaren PKK üyesiyim’ diye bir iddiada
bulunmaz. Böyle bir ‘PKK tipolojisi’ yoktur. Alay konusu olur. Bunu en
fazlada Avrupa’da PKK’yi yakından izleyen istihbarat örgütleri bilir.
Kaldı ki eğer Ömer Güney ‘bir PKK üyesi’ olsaydı, emin olun ki Paris
Savcısı bunu tereddüt etmeden ve hem de büyük bir zevkle açıklardı.
2-
Bu iddia Paris savcılığı ve soruşturmayı yürüten ekip tarafından
inandırıcı bulunmadığı ve istihbarat verileriyle desteklenemediği için
savcı ‘Güney’in bağlantıları ve kim olduğu konusu araştırılıyor’ dedi.
Bu oldukça önemliydi. Büyük ihtimalle bu kişin ‘kim’ olduğu ve
‘bağlantıları’ gerçeği tüm çıplaklığıyla görmemizi sağlayacak.
3-
Savcı kesin olarak Ömer Güney ‘katil zanlısıdır’ demedi. Savcı
‘Güney’in katliamda rol aldığına dair önemli ve uyumlu deliller’ var
dedi. Savcı zanlının tek başına mı, yoksa başkaları ile birlikte mi bu
katliamı yaptığına açıklık getirmedi. Ve savcı ‘sorgular devam edecek.
Onun katliama katılmış olmasını veya yardımcı olup olmadığını araştırmak
için sorgu antiterör masasında devam edecek’ dedi.
4- Dahası
günlerdir ‘örgüt içi hesaplaşma’, ‘Fransa katliamı çözdü’ diye
yalan-yanlış yayın yapan, bu yalanlarını ‘güvenilir kaynaklar’ gibi her
tarafa çekilecek bir maske ile örtmeye çalışan Türk medyasının aksine
Paris savcısı, şu ana kadar ‘bu cinayetin neden işlediğine dair hiçbir
ipucu elde edilemedi’ dedi.
Paris savcısının açıklamasından
sonra bir Türk televizyonuna telefonla katılan zanlı Ömer Güney’ın
amcası Zekai Güney ise bilinen jargonla ‘hiçbir şekilde aile olarak
PE-KA-KA’ ile ilişkilerinin olmadığını söyledi. Ve yeğeninin hava
alanında bir güvenlik şirketinde çalıştığını ve ‘Benim yeğenim rahatız,
beyninde tümör var. Bir saat önce ne yediğini bile hatırlamaz’’
iddiasında bulundu.
Paris savcısının açıklamasıyla birlikte
katliam çözülmedi, ancak çözülmesi için önemli bir eşik aşılmış oldu.
Her şeyden önce Türk hükümet ve medyasın ‘örgüt içi infaz’ gibi ahlaksız
ve mesnetsiz senaryosu çöktü. İran ve Suriye ilişkin komplo teorileri
de yerle bir oldu. Orta yerde birkaç ihtimal kaldı.
1- Ömer
Güney beyninde tümör olan bir hasta. Ancak bu hasta haliyle son derece
iyi planlanmış bir katliam gerçekleştiriyor. DNA örneği dahi hiçbir iz
bırakmıyor. Katliamda kullandığı silahı yok ediyor. Ve ne hikmetse 96
saat süren sorguda neden bu katliamı gerçekleştirdiğini anlatmıyor. Yani
amcasının dediği gibi ‘Bir saat önce ne yediğini bile hatırlamaz’
türden bir katil! Bunun sıfır düzeyde bir olasılık olduğunu düşünmek
gerekir.
2- Ömer Güney’in bu katliamla hiçbir ilişkisi söz
konusu değildir. Katliamı yapanlar ona komplo kurdular. Katliamı onun
üstüne yıktılar. Bu ise savcının ileri sürdüğü delillere göre çok
anlaşılır ve mantıklı gelmiyor.
3- Ömer Güney Türk derin devlet
güçleri tarafından Kürt toplumu içine sızdırıldı. Bu katliamı tek başına
değil, başkalarıyla birlikte planladı. Katliamda tetikçi veya yardımcı
olarak yer aldı. Savcının açıklamalarından sonra akla yatkın en gerçekçi
senaryo bu kalıyor.
Bu cinayette bütün yollar Türk devletine ve
onunla bağlantılı derin güçlere çıkıyor. Bu katliamda Türk devleti
halen olağan şüpheli olmaya devam ediyor. Ömer Güney’in yeni bir Ogün
Samast olma ihtimali giderek güç kazanıyor.
Bu şahsın Kürt
toplumu ile kurduğu ilişki dışındaki diğer ‘ilişkileri’ katliamın
arkasındaki esas gücü ve derin aklı ortaya çıkaracaktır. Ömer Güney’in
Alperenler ve BBP bağlantısı çıkarsa bu benim için hiç şaşırtıcı
olmayacak.
Bu nedenle başta Paris Kürt toplumu olmak üzere,
Paris savcısının bu açıklamasıyla birlikte hem işin takipçisi olmalı ve
soruşturmayı yürüten Paris savcılığını gerekli desteği ve yardımı
göstermelidirler.
Ömer Güney’in kim olduğunun ve ilişkilerinin
açığa çıkarılması hem bizi gerçek katillere götürecek, hem de Kürdistan
Özgürlük Hareketini hayasızca ve mesnetsizce suçlayanlara karşı esaslı
bir cevap olacak.
Türk medyası Paris savcısı Molins’in ‘cinayeti
neden işlediğine dair hiçbir ipucu elde edilemedi’ ve ‘Güney’in
bağlantıları ve kim olduğu konusu araştırılıyor’ demesine rağmen,
katliamı ısrarla ‘örgüt içi infaz’ ve zanlı Ömer Güney’i ‘PKK üyesi’
diye lanse etmesi artık bıktırıcı ve tiksindirici bir hal aldı.
Görünen
o ki Türk medyası Paris savcısının açıklamasından da gerekli dersleri
çıkarmayacak. O Türk hükümetinin PKK’yi, dolayısıyla Kürt Özgürlük
Hareketini karalama, gözden düşürme, mümkün olursa iç problemler
yaratarak bölüp-parçalama stratejisine uygun bir yayın politikası
izlemeye devam edecek.
Görünen o ki tıpkı Namık Durukan’ın
yaptığı gibi ‘güvenilir kaynaklara’ dayandırılarak çok yalan, yanlış ve
bir o kadarda kirli ve kalleşçe haber yapılacak. Manşet atılacak.
Gerçeği katlederek, delilleri karartarak, kafaları karıştırarak, kirli
ve kalleşçe propaganda yaparak katile yardım ve yataklık yapacak.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Paris’te üç Kürt kadın
siyasetçinin katledilmesi olayının arkasında Türk devletinin olduğundan
kuşku duymadıklarını söyledi. Karayılan saldırının Yeşil Ergenekon’un
entegre stratejisi doğrultusunda gerçekleştirilmiş olmasını “yüksek bir
ihtimal” olarak değerlendirdi.
Paris’te 9 Ocak’ta PKK kurucu
kadrolarından Sakine Cansız, KNK Paris temsilcisi Fidan Doğan ve Gençlik
Hareketi üyesi Leyla Şaylemez’in katledilmesinin ardından olayın
sorumluları konusunda açıklamalarda bulunan Karayılan, saldırının
arkasındaki güçler konusunda iki ihtimalin olduğu tespitinde bulundu.
Karayılan katliamın büyük ihtimalle Kürt hareketinin lider kadrolarına
karşı tasfiye planları geliştiren Yeşil Ergenekon güçleri tarafından
gerçekleştirildiğini ifade etti. Karayılan ikinci bir ihtimal olarak da
mevcut hükümeti aşan Ergenekon derin devlet yapılanmasının NATO
Gladyosuyla birlikte bu saldırıyı gerçekleştirmiş olmasını gösterdi.
ANF’ye konuşan Karayılan ayrıca Suriye’de yaşanan gelişmeler konusunda değerlendirmelerde de bulundu.
9
Ocak günü Fransa’nın başkenti Paris’te katledilen 3 Kürt devrimci
kadının cenaze törenleri, Türk devlet yetkililerinin ve kalemşorlarının
sürekli “provokasyon olabilir” diyerek adeta provoke etmeye çalışmasına
rağmen çok görkemli bir şekilde gerçekleştirildi. Yine gerek Paris’te
olsun, gerekse de Kürdistan’da olsun çok çeşitli kesimlerin Kürtlerle ve
hareketinizle dayanışmasını ortaya koyduğu gözlendi. Öncelikle bu
konuya dönük görüşlerinizi almak istiyoruz.
Belirttiğiniz
gibi AKP hükümeti, başta Başbakan ve kimi bakanlar olmak üzere, Meclis
Başkanı ve birçok devlet yetkilisi ''Amed’de bir provokasyonun
yaşanabileceğini'' ifade ederek uyarılar yaptılar. Bu şekilde bir
hassasiyet oluşturmaya çalıştılar. Biz o zaman, bu söylemlerin birer
psikolojik savaş söylemi olduklarını ifade ettik. Tamı tamına da
öyleydi. Yine şehir dışından ve ilçelerden Amed’e gelen tüm yolları
tuttular. İnsanların Amed’e girmesini engellediler. Tabii ki bütün
bunlarla kitlesel katılımı azaltmayı amaçlıyorlardı. Bununla paralel
olarak tören günü tüm basın-yayın kurumlarına talimat vererek, o kadar
hassasiyet yaratılmış olmasına rağmen törenin basında birinci haber
yapılmamasını ve canlı yayınlarla verilmemesini sağladılar. Ama bütün
bunlara rağmen Paris’te olduğu gibi Kürdistan’da da Kürdistan halkı ve
dostları verilmesi gereken cevabı verdiler. Amed halkı yine yapması
gerekeni yaptı; bütün dünyaya ve Türkiye’ye verilmesi gereken mesajı
verdi. Kendi şehitlerine ve değerlerine nasıl sahip çıkmakta olduğunu
herkese gösterdi.
Yine diğer gün Dersim halkı Sakine yoldaşa,
adına yaraşır bir biçimde sahip çıkarak, dosta ve düşmana karşı
verilmesi gereken mesajı vermiştir. Aynı biçimde Elbistan’da ve
Mersin’de gerçekleşen sahiplenme düzeyi de gereken mesajları vermiştir.
Kısaca, yaratılan bütün manipülasyonlara rağmen Kürdistan halkı
şehitlerine en ideal bir biçimde sahip çıkarak şehitlerine, davasına ve
özgürlük mücadelesine bağlılığını ortaya koymuştur.
DOSTLARIMIZIN ACILARIMIZI PAYLAŞMASI DEĞERLİDİR
Paris
saldırısı sıradan bir saldırı değildir. Çok önemli bir aşamada, çok
önemli bir saldırı olarak tertiplenmiş uluslararası bir terörist
faaliyettir. Gerçekleşen bu saldırı ardından başta FARC olmak üzere
Latin Amerika’dan birçok devrimci-mücadeleci örgüt ve şahsiyet, yine
başta Tamiller olmak üzere Asya ve Afrika’dan birçok çevre ve şahsiyet,
yine başta Fransız Komünist Partisi olmak üzere Avrupa’dan birçok parti,
sivil toplum kuruluşu, sendika ve değişik kesimler, yine Türkiye ve
Kürdistan’dan değişik dost örgütler, STK’ler ve birçok çevre, yaşanan bu
hunharca katliam nedeniyle başsağlığı mesajı yayınladılar,
şehitlerimize sahip çıkarak Kürdistan özgürlük mücadelesiyle dayanışma
içerisinde olduklarını bildirdiler; bir kısmı da bizzat gelerek
törenlere ve yürüyüşlere katıldılar. Öncelikle hareketimiz adına, mesaj
gönderen veya bizzat gelip cenaze törenine katılan bütün kesimlere
teşekkür ediyorum. Onların halkımızla ve mücadelemizle dayanışmalarına
büyük değer biçiyor, bu anlamlı dayanışmalarından güç aldığımızı
belirtmek istiyorum. Enternasyonal dayanışmanın günümüzde daha da önem
kazandığı bu aşamada, Paris’teki bu olay vesilesiyle Kürdistan Özgürlük
Mücadelesi’nin uluslararası düzeyde ne kadar sempati topladığı da açığa
çıkmıştır. Bu süreçte, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin, uluslararası
düzeyde önemli bir etki bırakan, dost yaratan ve dayanışmayı geliştiren
bir hareket konumunda olduğu çok daha net görülmüştür. Biz dostluklara
önem veren ve değer biçen bir hareketiz. Bu açıdan dostlarımızın bu
acımızı paylaşmalarını da çok değerli buluyoruz.
SAKİNE CANSIZ BU HAREKETİN BİR DEĞERİDİR
Sakine
arkadaş, bu hareketin ve bu halkın kırk yıllık mücadelesi içerisinde
şekillenmiş bir değeridir. Daha ideolojik grup döneminde Önderliğe
yürekten inanmış, mücadeleye katılmış, partimizin kurucu bir üyesi olma
şerefini kazanmış bir arkadaştır. Sakine yoldaş, mücadelenin her
alanında, zindanda, dağda ve siyasal-toplumsal mücadele alanlarında
kendini kanıtlamış, partimizin önder bir militanıdır. Bu hareketin hemen
her kademesinde görevler almış, Konsey üyelikleri, Meclis üyelikleri,
Başkanlık Divanı üyeliği, koordinasyon görevi ve daha nice görevleri
yerine getirmiş, PAJK Koordinasyonu’nda ve partimizin yönetiminde yer
alan büyük emek sahibi bir arkadaştır.
Bilindiği gibi, Önder
Apo’nun en büyük çalışması, Kadın Özgürlük Çizgisi’ni geliştirme
çalışmasıdır. Kadın Hareketi, PKK’nin aynasıdır. PKK’nin ideolojik
özünü, onun insan gerçeğine ve özgürlüğe bakış açısını yansıtan en
çarpıcı gelişme, Kadın Özgürlük Hareketi’nin duruşudur. İşte nasıl ki,
PKK’nin aynası Kadın Özgürlük Hareketi ise, Kadın Özgürlük Hareketi’nin
simgesi de Sakine Cansız yoldaştır. Daha baştan beri Kadın Özgürlük
Çizgisi’nin gelişip güç olması, kadının iradeleşmesi ve bugünkü düzeye
varmasında Sakine yoldaşın önemli bir yeri vardır. Onun mücadele azmi,
direngenliği, kavgacı, boyun eğmeyen mücadeleci kişiliğinin Kadın
Özgürlük Hareketi’nin şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir.
Hakeza
Rojbîn yoldaş, küçük yaşından bu yana kendini bu mücadeleye adamış,
genç yaşına rağmen diplomatik alanda büyük ilerlemeler kat etmiş, ulusal
bir kurumda temsilci düzeyde görev yapan, bu hareketin yılmaz-kahraman
bir militanıdır.
Ronahî yoldaş ise Apocu Yurtsever Kürdistan
gençliğinin kararlı bir militanı olarak fedai ruhu temsil eden harekete
katıldığından bu yana önemli çalışmalarda bulunmuş değerli bir
militandır.
Bu yoldaşlara saldırı ''sıradan bir saldırı'' olarak
görülemez. Sakine Cansız’a saldırı, PKK’ye, Önder Apo’ya ve Önder
Apo’nun geliştirdiği Kadın Özgürlük Çizgisi’ne yapılmış bir saldırıdır.
Bu kadar cisimleşmiş, özgürlük değeri haline gelmiş, Kürt kadınının
yükselişinin öncü militanı düzeyinde olan bir kişiye ve bu kişilere
saldırıyı ancak ve ancak Kürt halkının derin düşmanları yapabilir. Bu
saldırıyı yapanlar Kürt halkını yok etmek isteyen, tıpkı Dersim Katliamı
gibi Kürt halkını soykırımdan geçirmek isteyenlerdir. Bu açıdan biz
olayı hiç bir biçimde sıradan bir olay olarak görmüyoruz.
Peki, bu saldırıyı kimler gerçekleştirmiş olabilir?
Şimdi
biraz önce basında soruşturmayı yürüten Fransız savcının soruşturma
hakkında yaptığı açıklamayı dinledik. Olayla ilgili olarak gözaltına
alınan iki kişiden birisi olan Ömer Güney adındaki kişiden
şüphelendikleri ve tutuklanmak üzere mahkemeye göndereceklerini
açıkladılar. Sivas-Şarkışlalı olan bu kişi hakkında savcı bilgi verirken ''2 yıldan beri PKK üyesi'' olduğunu belirtiyor. Öncelikle bu, çok baştan
savma bir söz ve tespittir. Bir kişi PKK'ye 2 yılda öyle kolay kolay üye
olamaz. PKK’nin Avrupa’da bu tarzda üye alma durumu yoktur. Bu bilgi
yanlış bir bilgidir. Biz böyle bir kişiyi tanımıyoruz. Avrupa’daki
yönetimimiz de tanımıyor. Ve hareketimizin bu isimde bir üyesi yoktur.
Fakat Avrupa'daki Kürt kurum ve dernekleri topluma açık kurumlardır.
Kürt, Türk, Arap ve her milletten kişiler bu kurumlar ortamına rahat
gelip giderler. Bir kısmı Kürt derneklerinin yaptığı eylemlere destek
amaçlı katılırlar. Avrupa'daki Kürt derneklerine ve değişik kurumlarına
gelip gidenler PKK'li değildir. Hatta birçoğu sempatizan bile değildir.
Bazıları dost olduğunu, Kürt mücadelesiyle dayanışma içinde olmak
istediğini söyleyerek gelip gidiyor ve eylemlere de katılıyor.
Yaptığımız ilk araştırmalara göre, Ömer Güney adındaki kişi de oradaki
bir Kürt derneğine gidip gelen, zaman zaman bazı kitlesel-barışçıl
eylemlere katılan bir kişidir. Bu düzeyde çok sayıda kişi bulunmaktadır,
ancak bunlar partimizin üyesi değildirler. Henüz PKK sempatizanı bile
sayılamayacak bir kişiye "üyedir" demek çok yanlıştır. Eğer kendisi
böyle yanlış bir bilgi vermişse, o zaman kasıtlıdır ve daha fazla
üzerinde durmak gerekmektedir. Bu yanlış bilgi Savcılığın yaptığı
açıklamada ifade ettiği diğer detaylarla birlikte ele alındığında bu
kişinin durumunun daha ciddi olduğu açığa çıkmaktadır. Askeri eğitim
görmeyen bir kişinin bu kadar profesyonel bir cinayeti işlemesi mümkün
değildir. Bu durumda ya söz konusu kişi oldukça eğitilmiş bir kişidir ya
da cinayete katılan başka profesyonel kişiler vardır. Bu nedenle
üzerinde iyi durmak ve olayın tüm boyutlarını açığa çıkarmak büyük önem
taşımaktadır.
BU KİŞİNİN PKK İLE HİÇBİR İLİŞKİSİ YOK
Kesinlikle
bu kişinin PKK’yle ve PKK yönetimiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Mevcut
bilgilere göre, bu kişinin dışarıdan sızdırılmış ve 2 yıldan beri
çalıştırılan görevli bir kişi olma ihtimali yüksektir. Hareketimizin
derin bir komployla karşı karşıya olduğu açıkça ortadadır. Hem
simgeleşmiş bir yoldaşımızı ve yanındaki değerli 2 Kürt kadrosunu
hunharca katletme, hem de ''iç çatışma'' görüntüsünü verdirerek hareketimizi
hedef haline getirme senaryosunun tertiplendiği ihtimali çok yüksek bir
olasılık olarak gündeme girmiştir. Eldeki bulgular bu yönlü önemli
ipuçlarını sunmaktadır. Mevcut bilgilere göre bu kişinin hangi düzeyde
olaya karışıp karışmadığı hakkında kesin bir şey belirtecek durumda
değiliz, ancak Fransız yargısından beklentimiz olayın peşini bırakmaması
ve bu olayın arkasındaki güçleri açığa çıkarmasıdır.
Biz şimdiye
kadar Türk devletinin lider kadrolarımızı tasfiye etmek amacıyla
içimize gönderdiği ve gelip bir üye gibi katılım yapan onlarca kişiyi
açığa çıkardık ve bunların bazılarını kamuoyuna da açıkladık. Türk
devletinin dışarıdan yönelimlerle sonuç alamadığı için içeriye ajan
sızdırarak sonuç alma taktiğini geliştirdiğini iyi biliyoruz. Şimdi bu
konuda Türk devletinin böyle bir yönteminin olduğunu bilmek gerekiyor.
Bunu dikkate almamız lazım. Bunları göz önünde bulundurarak Fransız
yargısının ve savcısının yürüttüğü soruşturmanın sonuçlarının
kesinleşmesini beklemek gerekiyor. En önemli nokta ise bu kişinin
bağlantılarını açığa çıkarmak ve kimin yönlendirdiğini tespit etmektir.
Bize göre, eğer bu kişi tetikçi olarak kullanılmış ise olayı kimin
yaptığı ve yönlendirdiği hemen hemen kesindir.
ÇELİK VE ŞAHİN NE BİLİYOR?
Şimdi
bu konuda dikkat çekici bazı hususlar vardır. Bu hunharca suikastın
duyulmasından 1 saat sonra AKP Temsilcisi Hüseyin Çelik "iç infazdır"
dedi. Daha sonra Başbakan ve bazı AKP yetkilileri benzer şeyleri ifade
ettiler. Fransa savcılığının açıklamasından bir kaç saat önce AKP Genel
Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, ''Almanya'da da benzer olayların
yaşanabileceğini'' kamuoyuna açıkladı. Bu kadar peşinen yargıların
gelişmiş olması, bunların bir şeyler bildiği ve hedef şaşırtmaya
çalıştıkları kuşkusunu güçlendiriyor. İlk saatten itibaren olaya “iç
infaz” diyerek yönlendirmeye çalışmalarının altında ne vardır? M. Ali
Şahin neye dayanarak ''Almanya'da benzer olayların olabileceğini'' söylüyor.
Bunların hepsi dikkat çekici şeylerdir.
Bu olaya karar
verenlerin Kürt halkının düşmanları olduğu kesindir. Bu olay, Kürdistan
halkının üzerindeki soykırım ve sömürgecilik politikasından ayrı
değerlendirilemez. Bu çerçevede iki ihtimalden bahsetmek mümkündür.
YEŞİL ERGENEKON VE ERGENEKON İHTİMALLERİ
Birinci
ihtimal olarak; bilindiği gibi AKP hükümeti bir buçuk yıldan bu yana
hareketimize karşı bir topyekun savaş sürdürmektedir. Bu topyekun savaş
çerçevesinde hareketimizin lider kadrosunu tasfiye etme konseptini
planladığını biliyoruz. Bu çerçevede ülke içerisinde girdiği birçok
çabası boşa çıkarılmıştır. “Çok boyutlu entegre stratejisi”nden
bahsediliyor ve bu stratejinin bir boyutu hareketin lider kadrosunu
tasfiye etmektir. Bu yüzden çok yüksek bir olasılık, Paris Katliamı’nın
mevcut hükümetin yürüttüğü “entegre stratejisi”nin bir parçası olarak
gerçekleştirilmiş olması durumudur. Belki bu, son olarak İmralı’da
başlatılan görüşmelerin açıklanmasının ardından verilmiş bir talimatla
olmayabilir. Zaten böyle bir eylemi yapanların, bunun hazırlıklarını 1-2
haftada yapmaları çok zordur. Bu saldırı, en azından bir yıl öncesinden
verilen karar ve hazırlık temelinde gerçekleştirilmiş bir saldırıdır.
Yani hareketin Avrupa’daki lider kadrosunu tasfiye konsepti çerçevesinde
önceden verilmiş bir karar olarak yapılmış bir saldırı olduğu ihtimali
çok yüksek bir olasılıktır.
İkinci bir olasılık ise, NATO
Gladiosu’nun Türk Gladiosu’yla birlikte bu saldırıyı gerçekleştirme
ihtimalidir. Ki bu Gladio’nun Fransa ayağı da vardır. AKP’yi aşan ve
“derin devlet” diye tanımlanan derin güçlerin Uluslararası Gladio’yla
işbirliği içerisinde bu saldırıyı gerçekleştirmiş olma olasılığı da göz
ardı edilemez. Her iki ihtimalde de Türk devletinin işin içinde
olduğundan hiç bir kuşkumuz yoktur. Sadece mevcut hükümeti aşan ve derin
devlet denilen Ergenekon’un mu, yoksa mevcut hükümetin bilgisi
dahilinde gelişen Yeşil Ergenekon'un entegre stratejisi doğrultusunda mı
gelişmiş bir saldırı olduğu durumu net değildir. Burada Yeşil Ergenekon
ihtimali daha yüksek gözüküyor.
ULUSLARARASI GÜÇLER İHTİMALİ GÖZARDI EDİLEMEZ
Bununla
birlikte biz şimdiye kadar birçok kere şunu söylemişizdir: Avrupa ve
Amerika Kürt sorununun çözümünü istememektedir. Hatta ben 4 yıl önce
Hasan Cemal’le yaptığım bir röportajda da bunu söyledim. Kendisinin
dikkatini çekmişti ve ikinci kez sormuştu. O zaman nedenini izah
etmiştim. Biz Avrupa’dan ve Amerika’dan yana Kürt sorununun çözümüne
ilişkin herhangi bir çaba görmüş değiliz. Onlar daha çok şiddet eksenli
çözüm tarzını desteklemişlerdir. Bu anlamda hep Türkiye’nin şiddet
politikasını desteklemiş sürekli imkan yaratarak, operasyon, teknik ve
istihbarat sunma biçiminde çatışmayı tahrik eden bir çizgiyi
izlemişlerdir. Yani çözüm ve barışı değil, çatışmayı çıkarlarına daha
uygun görmüşlerdir. Bu açıdan İmralı'da başlatılan görüşme sürecini
sabote etmek amaçlı uluslararası bir gücün de bu saldırının arkasında
olma ihtimali göz ardı edilemez.
Sonuç olarak bu olayın
tetikçisini tespit etmek ve arkasındaki güçleri açığa çıkarmak bizler
açısından çok önemli ve hayati bir sorundur. Özellikle şu anda Türk
devletinin başlatmış olduğu diyalog sürecindeki gerçek niyetini anlamak
açısından çok çok önemlidir. Bu açıdan biz olayın açığa çıkması için
yapılması gereken ne varsa yapılması gerektiğini özellikle vurgulamak
istiyoruz.
Öncelikle bizler, PKK Hareketi olarak bu olayın açığa
çıkması için bizden ne isteniyorsa yerine getirmeye hazırız. Yani
Fransız devlet yetkilileri ya da ilgili savcılık kurumları istedikleri
yeri soruşturabilirler, istedikleri araştırmayı yapabilirler. Bu konuda
biz de kendilerine tüm olanakları sunar, her türlü kolaylığı sağlarız.
Yeter ki samimiyetle olayın açığa çıkarılması hedeflensin.
İÇ HESAPLAŞMA SÖYLEMİ BİR SAPTIRMA
Ancak
bu konuda şunları belirtebilirim: Bir kere “iç hesaplaşmadır”
biçimindeki söylem kesinlikle bir saptırmadır. Bu daha çok Türk
devletinin sürekli bir biçimde dillendirdiği bir olgudur. Ben burada tüm
dostlara ve tüm halkımıza büyük bir içtenlikle şunu söylemek istiyorum:
Bu olay asla ve asla bir iç sorun değildir. Kesinlikle ve kesinlikle
düşman güçlerin gerçekleştirmiş olduğu bir saldırıdır. Hareketimizde
herhangi bir iç sorun yoktur, herhangi bir gruplaşma durumu söz konusu
değildir. Bu tamamen Türk devletinin kara propagandası çerçevesinde
hareketimize dönük geliştirilen içi boş bir senaryodur. Bu açıdan bu
olayın bazı iç gruplaşma veya çelişkilerle izahat edilmeye çalışılması
art niyetli bir çabadır. Çünkü hareketimizde böyle bir durum söz konusu
değildir. Hele hele Sakine Cansız gibi değer haline gelmiş bir arkadaşa
ve çok büyük insani özelliklere sahip, yurtdışında büyük hizmetler
sunan, Rojbîn ve Ronahî gibi arkadaşlarımıza dönük, insanlık
değerlerinden birazcık da olsa nasibini alan herhangi bir grubun böyle
bir saldırıyı gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bu saldırıyı ancak
sadist, Kürt halkına düşmanlık duygularıyla donatılmış kişiler
yapabilir. Açık ki bu saldırı, mücadele tarihimizin bu önemli ve hassas
sürecinde tamamen düşman güçlerin tertiplediği alçakça bir saldırı olup,
Sakine arkadaş şahsında hareketimiz hedeflenmiştir. Ve bunun daha da
devamı gelecek olan bir konsept çerçevesinde gerçekleştirilmiş bir
saldırı olduğu anlaşılmaktadır.
*Bu olayın açığa çıkarılmasının öneminden bahsettiniz. Açığa çıkmasının nasıl bir önemi var?
Olayın
açığa çıkarılmasının, sürecin yönünün tayin edilmesinde önemli bir yeri
olacaktır. Bizler öncelikle bu olayın çok boyutlu entegre stratejisi
çerçevesinde mi, yoksa başka bir konsept dahilinde mi gelişmiş bir olay
olduğunu öğrenmek istiyoruz. Çünkü birbirini tamamlayan olgular vardır:
31 Aralık günü Lice’de gerçekleşen saldırıda 10 yoldaşımız şehit
edilmiştir. Bu 10 yoldaşın hepsi kadro ve militan düzeyindeydi. Bunların
içerisinde Numan (Ertem Karabulut) arkadaş eyalet sorumlusuydu. Bizim
sistemimizdeki bir eyalet sorumlusunun düzenli ordu sistemindeki
karşılığı general düzeyidir. Yani Numan arkadaşımız da hedeflenecek olan
lider kadroların listesinde yer alan bir kimsedir. Şimdi 31 Aralık’ta
Numan arkadaş vuruluyor, 9 Ocak’ta Sakine Cansız yoldaş vuruluyor, 14
Ocak’ta ise Medya Savunma Alanları’na dönük hareketimizin lider
kadrosunu da hedefleyen çok kapsamlı hava saldırıları
gerçekleştiriliyor. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde aslında bunun
bir konsept olarak işlemekte olduğunu görüyoruz. Özellikle Paris gibi
bir yerde işlenen bu cinayeti tertipleyenler hem hareketimize büyük bir
kadrosal darbe vurmak, hem de ''iç çatışma'' gibi gösterip hareketin Avrupa
zemininde hedef haline getirilmesini planlayan, daha derin bir
planlamadır. Dolayısıyla bu olayın açığa çıkarılması ve netleştirilmesi,
hem gerçeklerin açığa çıkarılması açısından hem de mevcut yürütülen
görüşme sürecinin gidişatı açısından da büyük önem taşımaktadır.
Bu
konuda şunu da belirtmek istiyorum: Eğer AKP bu işin içinde yoksa o
zaman o da bu olayın netleştirilmesi için imkanlarını açmalı ve etkisini
kullanmalıdır. Çünkü mevcut gidişat AKP’yi göstermektedir. Bu açıdan bu
olayın açığa çıkartılması mevcut durumların netleştirilmesi için çok
önemli bir durumdadır.
Son günlerde Batı Kürdistan'da yoğun
çatışmalar var. YPG güçleri bir taraftan devlet güçleriyle çatışırken,
diğer taraftan ise muhalefet adına hareket ettiğini söyleyen silahlı
güçler de Serêkaniyê'de Kürtlere saldırmaktalar. Bu konudaki gelişmeleri
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk devletinin Kürt sorununda
demokratik bir çözümü değil, yani Kürt halkıyla dostluk, Kürt haklarını
tanıma değil de Kürt haklarını tanımama ve düşmanlık siyasetini
yürüttüğü diğer bir alan da Batı Kürdistan'dır. Her şeyden önce AKP
hükümeti hem Ortadoğu politikasında hem de Suriye politikasında tümüyle
başarısızlıkla sonuçlanan bir siyaset izlemiştir. Bilindiği gibi
"komşularla sıfır problem" diye yola çıktı. Şimdi tüm komşularla karşı
karşıya gelen, karşıtlaşan bir noktaya geldi. Bu, Kürt düşmanlığı
eksenli Ortadoğu siyasetinin yürütülmesinin ve bu çerçevede uluslararası
sermaye güçlerinin konseptine dahil olmasının bir sonucudur. Eğer AKP
hükümeti Kürt karşıtlığı ekseninde bir politika yürütmemiş olsaydı bu
düzeyde diğer bölge güçleriyle karşı karşıya gelen bir noktaya da
gelmeyebilirdi.
Ama AKP bölgedeki yeni gelişmelerde Kürt
halkının yararlanmaması ve olası gelişmelerin önüne geçebilmek için
kendisini tümüyle Batı küresel sermaye güçlerinin bölgeye dönük
müdahalesine tabi kıldı, bir yerde Batı'nın taşeronluğunu üstlenmiş
oldu. Böyle olunca bölgedeki diğer güçlerle karşı karşıya gelme
pozisyonuna girdi. Suriye'ye ilişkin de çok acele ederek, Suriye'nin de
Libya gibi erken düşeceğini düşünerek girişim yaptı ama o girişiminin de
sonuç vermediği ortadadır. Çünkü AKP, Suriye'nin hem genelde Suriye'nin
Ortadoğu bölgesindeki yerinin hem de Suriye'nin iç yapısının daha
farklı olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmadı veya göremedi. Bunun
için de yanlış tespitler yaptı.
Şimdi öyle bir şey ki her konuda
hem yanlışlar yapıyorlar hem de o yanlışlarının üstünü örterek doğru
yaptıklarını savunuyorlar. Halbuki hem Ortadoğu hem Suriye hem de Kürt
politikasında başarısız bir durumla karşı karşıyadır. Kürt karşıtlığını
esas alan bir siyaseti yürüttü. Yani bazı Kürt çevreleriyle dostluk ve
esas olarak da Önder Apo'nun düşünce yörüngesindeki tüm Kürt özgürlük
hareketlerine karşı da düşmanlığı önüne koydu. Önder Apo'nun
Kürdistan'ın dört parçasında geliştirdiği düşüncenin bir hayli geniş bir
tabanı ve güçlü bir yapılanması söz konusudur. Bunun hepsini karşıya
almakla Türk devleti bir sonuç elde edemez. Ve bu siyasetle de
Ortadoğu'da kesinlikle başarılı olamaz.
Suriye'de gelişen genel
savaş süreci nedeniyle boşluklar doğdu. Kürtler de kendi bölgelerinde
kendi özgür sistemlerini kuruyorlar. AKP hükümeti şimdiye kadar bu
duruma karşı birçok müdahale geliştirdi. Başta Halep'te sonra Afrin'de
ve en son da üçüncü kezdir Serêkaniyê'de parayla pulla örgütlediği ve
ittifak kurduğu bazı güçleri Kürtlerin denetimindeki alanlara
saldırtıyorlar. En son Urfa'da sözüm ona Suriye silahlı muhalefetinin
bir toplantısını yaptılar ve bu toplantı başarısız kaldı. Birçok silahlı
muhalefet gücü bu toplantıya katılmadı. Çünkü toplantı tamamen
Türkiye'nin öngördüğü çerçevede Suriye rejimine karşı olmaktan ziyade
Cezire'deki YPG ve PYD örgütlenmesine karşı bir müdahale planlamasını
esas aldı. Bu nedenle birçok grup katılmadı. Fakat Newaf El Beşir
denilen bir aşiret reisi kişi var ki bu kişi son dönemlere kadar Suriye
rejimiyle ortak hareket ediyordu ama en son kaçarak Türkiye'ye sığındı.
Kürt düşmanlığı var bu kişide. Bu kişinin öncülüğünde büyük paralar
dökerek bir kısım silahlı güçleri örgütleyip, 7 tank da kendilerine
verilmiş ve Ceylanpınar'dan içeriye göndererek 5 günden beri
Serêkaniyê'de, oradaki PYD ve YPG güçlerine karşı bir müdahaleyi
başlatmıştır. Şimdi bu müdahale tamamen aslında Türk devletinin bir
müdahalesidir. Kaldı ki kendi güçlerinin de sivil elbiselerle katıldığı
yönünde çok yoğun bilgiler vardır. Ayrıca topla tankla desteklemesi
durumu söz konusudur. AKP'nin yaptığı çok kötü bir şeydir. Kürt halkına
resmen bir düşmanlıktır. Ve buradaki siyaseti de yenilgiyi kabul etmeme
biçiminde tekrar tekrar para dökerek tüm devlet gücünü kullanarak
yeniden güçleri örgütleyip Kürtlerin üzerine göndermektedir. Mevcut
durumda Suriye'deki iç savaşa Türk devleti gırtlağına kadar dahil olmuş
durumdadır. Ama bütün bunları Türkiye toplumundan da gizleyebilmektedir.
Ana akım medya ise ya bu duruma gözünü kapatmakta ya da deşifre etmeyi
göze alamamaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin gündemine tam olarak oturmuş
değildir.
Şu anda Türkiye Suriye'deki savaşın içindedir.
Serêkaniyê'nin içindedir. Ve bu 5 günlük direniş neticesinde bu silahlı
çete güçlerinin Türkiye'nin desteğinde ve Türkiye'nin katılımıyla
Serêkaniyê'de gerçekleştirdiği terörist saldırı yenilgiye uğramıştır.
Oradaki YPG güçlerinin kahramanca direnişi karşısında Türkiye'nin bütün
çabalarına rağmen yenilgiye uğrayarak şehrin birçok alanındaki
denetimini kaybetmişlerdir. Başarısız kalmışlardır. Bu, resmen
Türkiye'nin bir müdahalesidir. Bu politika da gösteriyor ki AKP hükümeti'nin Kürtlerle
dostluk ve Kürt sorununda çözüme dönük herhangi bir stratejik bakış
açısı bulunmamaktadır. Daha çok karşıtlık temelinde bir politikanın
pratikte olduğunu görüyoruz.
Bu konuda ben özellikle Batı
Kürdistan'da yürütülen devrimsel çıkışa ve gelişen mücadeleye büyük
saygı duyuyor ve bütün direnişçileri selamlıyorum. YPG güçlerinin Batı
Kürdistan'da hem rejim güçlerine karşı Gir Ziro'da gerçekleştirdiği
kuşatma ve başarılı harekatı ve hem de Serêkaniyê'deki kahramanca
direnişi ve başarılı, fedaice mücadelesini kutluyorum. Bu mücadelede
şehit düşen kahraman YPG militanlarını anıyor ailelerine, tüm YPG
mensuplarına ve bütün Rojava halkımıza başsağlığı diliyorum. O
kahramanların destan yaratan direnişleri Kürdistan'ın tüm parçalarında
yaşayacak ve onların anısını özgürlük mücadelesini yükselterek
yaşatacağımızın sözünü veriyorum. Onlar gerçekten Serêkaniyê'de
destanlar yarattılar. Serêkaniyê'deki direniş Rojava halkımız için bir
varlık yokluk direnişidir. Çünkü Türkiye'nin planlaması çerçevesinde bu
çeteci güçler Serêkaniyê'de başarılı olsalardı tüm Cezire alanına dönük
bir harekatı başlatacaklardı. Bu açıdan Serêkaniyê direnişinin başarılı
olması Rojava Kürdistan'ın kazanımlarının sağlanmasında önemli bir
adımdır, önemli bir kazanımdır. Bu kazanımı gerçekleştiren ve buna katkı
sunan, bu direnişe katılan bütün güçleri, grupları selamlıyor
kendilerine üstün başarılar diliyorum. Rojava'da başta YPG olmak üzere
bütün direnişçi güçler ve tüm Rojava halkımız bilmeli ki onlar yalnız
değil, biz her zaman onların yanında olacağız, onların direnişinin
arkasında ve destekçisi olacağız.
Ama öncelikle halkımız burada
kendi birliğini güçlendirmeli, örgütlülüğünü güçlendirmeli ve kendi
gücüne güvenmelidir. Onun başarısının teminatı kendi öz gücüne güvenmesi
ve öz örgütlenmesini geliştirmesidir. Bu çerçevede Rojava'daki tüm
siyasi partilerin, grupların kendi aralarındaki çelişkiler ve
farklılıklar ne olursa olsun, bunları bir yana bırakarak Desteya
Bilind(Yüksek Kürt Konseyi-YKK)'in şemsiyesi altında birliklerini güçlendirmeleri ve
Serêkaniyê'deki direniş yanında yer almaları büyük bir önem taşıyor. Bu,
halkımızın Rojava'da iradeleşmesi anlamına gelmektedir. Eğer Desteya
Bilind etrafında tüm partiler birleşerek Serêkaniyê'de ortak bir
direnişi geliştirirse bu, Suriye'de Kürt halkının demokratik iradesinin
kendini ifade etmesi olacaktır. Bu nedenle Serêkaniyê'deki direnişin
büyük bir anlamı vardır. Tüm halkımız ve tüm siyasi güçler bu önemi
görerek kendi aralarındaki birliği daha güçlendirmeli, mücadelelerini
yükselterek demokratik Suriye'nin ve özgür demokratik özerk Kürdistan'ın
kuruluşu için daha aktif bir rol üstlenmeli. Bunun yolunun da ulusal
demokratik birlikten geçtiği bilinerek var olan birlik perspektifini
daha güçlü bir biçimde hayata geçirmeleri gerekiyor. Bu temelde yeniden
Rojava'daki bütün direnişçileri ve bütün halkımızı selamlıyor kahraman
direnişin Rojava halkının gelecekteki özgür sisteminin müjdecisi
olduğunu vurgulamak istiyorum.
Son olarak bugün Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinin yıldönümü. Bu konuda neler belirtmek istersiniz?
Evet.
Bugün Kürt tarihinde önemli bir atılım günü olan Mahabad Kürt
Cumhuriyeti’nin ilan edildiği gündür. Kürt halkı İkinci Dünya Savaşı
ardından oluşan koşulları değerlendirmek amacıyla 67 yıl önce bugün Qazi
Muhammed önderliğinde Doğu Kürdistan’da Mahabad Cumhuriyeti’ni ilan
etti. Bu, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde önemli bir dönemeçtir.
Özellikle Qazi Muhammed’in daha o ilk adımda taşıdığı demokratik bakış
açısı ve ulusalcı duruş çok önemlidir. Qazi Muhammed’in Mahabad
Cumhuriyeti’ni oluştururken geliştirdiği kapsayıcılık ve demokratik ulus
çerçevesine, bugün kendisinin takipçisi olan partiler bile ulaşmış
değildir. Önemli bir düzeyin yakalanmasına rağmen hem uluslararası
koşulların farklılaşması, bunun iyi hesap edilememesi ve hem de
yeterince hazırlıkların yapılmamış olması nedeniyle atılmış olan bu
önemli adım kısa sürede çökmüş olsa da Kürt halkının belleğinde önemli
bir yeri vardır.
Bu temelde biz de başta Qazi Muhammed olmak
üzere Mahabad Cumhuriyeti’nin tüm şehitlerini anıyoruz. Onların anıları
gereği Kürdistan özgürlük mücadelesini devralan ve bunu bugün yürüten
bir hareket durumundayız. Biz Kürt halkının haklı davasının her yerde
kazanacağına inanıyoruz. Bu temelde hem Doğu Kürdistan halkımızın hem de
bütün Kürdistan’ın Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin o anlamlı çıkışına denk
düşecek bir duruşu sergilemeleri önemli olacaktır, diye düşünüyorum.
Özellikle bu önemli yıl dönümünde tekrardan Qazi Muhammedleri anma ve
onların anısına bağlı kalmayı sürdürmenin gereği ve önemini bir kez daha
vurgulamak istiyorum.
ANF